Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

halukgta

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

halukgta tarafından postalanan herşey

  1. Bu yazımda sizleri, düşünmeye davet etmek istediğim konu, reenkarnasyon (ruh göçü) yani başka bir bedende, tekrar dünyaya gelme konusu olacaktır. Bu konuda tıpkı ruh, kader konusu gibi, ana başlıkları Kur’an da verilmiş ama detaya girilmemiş konulardandır. Onun içinde Kur’an merkezli, ayetler üzerinde düşünmediğimiz takdirde, doğru bir sonuca ulaşmamız çok zor olacaktır. Kur’an da birçok ayette, öldükten ve hesabın görüleceği o çetin gün gelip çattıktan sonra, geri dönüp yaptıkları yanlışları düzeltme imkânının olamayacağını, onun içinde gönderilen kitaba, uyarılara bu günden uymamız gerektiği, birçok ayette anlatılır. Secde 12:Ey Muhammed! Günahkârların, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, ŞİMDİ BİZİ GERİ ÇEVİR DE SALİH BİR AMEL İŞLEYELİM, çünkü biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz." derlerken bir görsen! (Elmalı Hamdi meali) Buna benzer birçok ayet vardır ki, her şey ortaya döküldüğünde, yani mahşer günü, hesabın görüleceği o çetin gün, asla geri dönerek yaptıklarımızı telafi etme şansımızın olmayacağını anlıyoruz. Allah hepimizi bu dünyaya imtihan için gönderdiğini söyler. EĞER BİZLER BU DÜNYADA, İMTİHANIMIZI VEREBİLECEĞİMİZ ZAMAN KADAR KALDIYSAK, TEKRAR GERİ DÖNÜŞ HAKKIMIZIN OLABİLECEĞİNİ DÜŞÜNMEMİZ, ÇOK ADALETSİZ OLURDU. Şöyle düşünün lütfen, Üniversite imtihanına gerekli zaman verildiği halde çalışmıyorsunuz ve imtihana giriyorsunuz, imtihan bitiminde pişman olup, tekrar bana zaman tanıyın dersime çalışayım, tekrar imtihana gireyim diyorsunuz demekle aynıdır. Her şey zamanında ve eşit koşullarda yapıldığında değer kazanır, bunu unutmamalıyız. BU DÜŞÜNCEDEN YOLA ÇIKARAK, İMTİHANINI VEREBİLECEK, TAMAMLAYABİLECEK GEREKLİ BİR ZAMANI, BU DÜNYADA BULAMAYANLAR İÇİN DURUM NASILDIR? Acaba Allah herkese, gerçekleri görebileceği, imtihanını verebileceği, bir zamanı veriyor mu bu dünyada? Gelin bu konuya cevap arayalım Kur’an dan. Fatır 37: Onlar, orada şöyle feryat ederler: "Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapa geldiklerimizden başka salih bir amel yapalım." (Onlara): "SİZE DÜŞÜNECEK OLANIN DÜŞÜNECEĞİ KADAR BİR ÖMÜR VERMEDİK Mİ? Hem size uyarıcı da gelmişti. O halde azabı tadın. Çünkü zalimleri kurtaracak yoktur." (denir). (Elmalı Hamdi meali) Bakın ayet çok açık, bir bilgi veriyor bizlere ve diyor ki, SİZLERE İMTİHAN OLABİLECEĞİNİZ ZAMANI MUTLAKA VERİYORUZ. Bu satırları okuduğunuzda, hemen bir soru geldi aklınıza eminim. Küçük yaşta, genç yaşta erken ölenlerin durumu ne olacak? Şöyle diyebilir miyiz? Onlar imtihanları için gereken zaman bulamadıkları için, direk cennete gidecek? Bu sözleri söylememizin, mümkün olamayacağı açıktır. Bunu düşünmek, imtihan olmanın kurallarına ters düştüğü gibi, adaletlide olmaz. Peki, bu durumda onların durumu ne olacak? Bu sorumuza Fatır suresi 37. ayet cevap veriyor. Ayette Allah ın açıkça söylediklerini hatırlayarak, BU DURUMDA OLANLARI RABBİMİZ, MUTLAKA GERİ DÖNDÜREREK, İMTİHANLARI İÇİN GEREKEN VAKTİ, ZAMANI TANIYACAKLARINA İNANMAMIZ ÇOK DAHA MANTIKLI OLUR. Allah bu konularda da örneklerini, Kur’an da veriyor ve gerektiğinde bizleri tekrar dünyaya getirebileceğini, bakın nasıl anlatıyor. Vakıa 60,61: Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve SİZİ BİLEMEYECEĞİNİZ BİR ŞEKİLDE YENİDEN YARATMAK ÜZERE ARANIZDA ÖLÜMÜ BİZ TAKDİR ETTİK. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.(Diyanet meali) Bakara 28: Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? SONRA SİZLERİ ÖLDÜRECEK, SONRA YİNE DİRİLTECEKTİR. EN SONUNDA O’NA DÖNDÜRÜLECEKSİNİZ. (Diyanet meali) Enam 133: Rabbin her bakımdan sınırsız zengindir, rahmet sahibidir. SİZİ BAŞKA BİR KAVMİN SOYUNDAN GETİRDİĞİ GİBİ, dilerse sizi giderir (yok eder) ve sizden sonra da yerinize dilediğini getirir. (Diyanet meali) Rum 11: Allah yaratmayı ilkin yapar, SONRA DA ÇEVİRİR ONU YENİDEN YAPAR; SONRA HEP DÖNDÜRÜLÜP O'NA GÖTÜRÜLECEKSİNİZ.(Elmalı Hamdi meali) Bu ayetlere benzer birçok ayet vardır ve biz istediğimizi tekrar yaratırız, tekrar dünyaya getirme gücüne sahibiz der. Ayetlerden şunu anlıyoruz. Allah istediğini öldürüp, tekrar yaratarak, bir başka bedende, toplumda dünyaya getirebilir. Dikkat ederseniz birden fazla ölüm ve yaradılıştan bahsederek, EN SONUNDA ALLAH A DÖNDÜRÜLECEĞİMİZ, ÖZELLİKLE VURGULANIYOR. Tekrar dünyaya gelmenin, mümkün olmadığını savunanların verdikleri, örnek ayetlere bakalım şimdi de. Duhan 56: Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur. (Elmalı Hamdi meali) Dikkat ederseniz bu ayette, hesap görülmüş tüm gerçekler ortaya dökülmüş ve gerçek iman edenlerin saflarında yer alan, Allah ın vaat ettiği cennetine gidenlerden bahsediliyor. Burada bahsedilen, daha önce yaşadığı ölümü, burada artık yaşamayacakları, YANİ CENNETTE ÖLÜMSÜZLÜĞE ULAŞTIKLARI ANLATILIYOR. Müminun 99–100: Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: "RABBİM! DER, BENİ GERİ GÖNDER;" "Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım." HAYIR! ONUN SÖYLEDİĞİ BU SÖZ (BOŞ) LAFTAN İBARETTİR. ONLARIN GERİSİNDE İSE, YENİDEN DİRİLECEKLERİ GÜNE KADAR (SÜREN) BİR BERZAH VARDIR. (Diyanet vakfı meali) Dikkat ederseniz yukarıdaki ayette, Allah ın emirlerini görmezden gelerek yaşamış, hayatını boşa geçirmiş, ölüm gelip çattığında pişman olarak, tekrar yaşamak isteyenlerin örneğinden bahsediliyor. Allah da bu isteklerin asla kabul edilemeyeceği, onlara tekrar şans tanınmayacağı söylendikten sonra, bu insanların tekrar dirilene kadar, aralarında berzah yani bir ENGEL olacaktır diyor. Yani geri dönemeyeceklerin, VERİLEN ZAMANINI GEREKTİĞİ GİBİ, DEĞERLENDİREMEYENLER OLDUĞU ANLAŞILIYOR. İmtihan için bu dünyada, gerekli zamanı bulamayıp erken ölenler, geri dönüşlerinde hiçbir şeyin farkında olamıyorlar. Buda imtihan olmanın bir gerçeğidir. Dikkat ederseniz bu ayette, imtihan için gereken zamanı bulan, ama vaktini boşa harcayanlardan bahsederek, onların geri dönmelerini engelleyecek, aralarında berzah yani engel vardır diyor. DEMEK Kİ BU ENGEL HERKES İÇİN YOK. Buradan da şunu, daha açık anlıyoruz. ALLAH KULUNA GEREKTİĞİ ÖLÇÜDE BİR ZAMAN VERDİYSE BU HAYATTA, ONUN İÇİN GERİ DÖNÜŞ SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. Ama imtihanını tamamlayamadan erken öldüyse, Rabbimiz ona mutlaka bir hak daha vereceğini, ayetlerden ben anlıyorum, hatam varsa Rabbim affetsin. Bu konuyu hiçbir etki altında kalmadan, çok basit bir mantık yürüterek anlamak istiyorsak, lütfen şunu unutmayınız. Allah, bizlerin hesap edemeyeceği kadar adaletlidir, şefkatlidir. Yaradan kullarına eşit zaman vermeden, aynı koşulları sağlamadan, asla imtihan etmez. Bu dünyada imtihanı için, gerekli zamanı bulamayanları Allah, tekrar bir şans daha verip, dünyaya getirecek ve onları da, aynı şartlarda imtihan edecektir. Ben Kur’an dan aldığım bilgiler ışığında, buna inanıyorum. Ülkemizde ve dünyada bu konu ile ilgili, birçok haberler duymuşsunuzdur. Daha önce yaşadığını ve tekrar dünyaya geldiğini en ince detayına kadar, örnekler vererek anlatırlar. Ama hatırladıkları, bu dünya ile ilgili sınırlı bilgilerdir bunu unutmayalım. Hatta aileleri ile buluşur, kendi aralarında daha önce yaşadıklarını, ayrıntılarıyla bir birlerine anlatırlar. Bu gerçekleri apaçık gördüğümüz halde, hala bizlerin inancında yoktur dersek, gerçeklere gözlerimizi yummuş, batılın ve yanlış bilgilerin esiri olmuşuz demektir. Allah çok olmasa da bazı kişilerin, tekrar dünyaya gelmesini hatırlamalarına izin veriyor. Bunun bizlere anlatmaya çalıştığı, çok önemli dersler olduğuna inanıyorum. HAYATIMIZDA YAŞANAN CANLI BİR ÖRNEK VARSA, O KUR’AN IN GERÇEKLERİDİR. Lütfen bunu göz ardı etmeyelim, anlamaya çalışalım. Ben Kur’an bütünlüğünde düşündüğümde, bunları anladım. Yazdıklarım benim imtihanımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere düşen aynı hassasiyetle, yalnız Kur’an ı rehber edinerek, konuyu anlamaya çalışmak olmalıdır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  2. Allah gerektiği her dönemde, uyarıcı elçiler ve kitaplar göndermiş, toplumun huzurlu ve mutlu yaşaması için, gereken ikaz ve uyarıları yapmıştır. Ne yazık ki yaptığı uyarılar, çok fazla uzun sürmemiştir. Yaradan en son uyarısını da Kur’an ile yaparak, bir daha ne elçi nede uyarıcı kitap göndermeyeceğini, onun içinde Kur’an ı koruması altına aldığını, açıkça bizlere bildirmiştir. Daha önceki Ehli kitabın yanlışlarına, biz Müslümanlarda düşerek, peygamberimizin ölümünden çok uzun zaman geçmeden, ne yazık ki Kur’an yavaş yavaş, devre dışı bırakılmaya başlanmıştır. Peygamberimiz hem elçi, hem de o günkü toplumu yöneten ve halkın arzu ve isteğiyle kabul edilen devletin başkanıydı. Onun ölümünden sonra ise, hepimizin bildiği dört halife devri yaşanmıştır. Sizlere sormak isterim, peygamberimiz elçi olmadan önce, seçimle devleti yönetenler gelmediği halde, neden peygamberimizin ölümünden sonra, devleti yöneten dört halife seçimle gelmişti? Aslında üzerinde durmamız ve düşünmemiz gereken bir konu. Allah elçisine görevi verdikten ve peygamberimizde ümmetine İslam ı tebliğ ettikten sonra, kendisine inananlar tarafından, ayrıca toplumu da yönetme görevi verilmişti. Vefatından sonrada özellikle, seçimle devleti yönetenlerin getirilmesinin tek nedeni, Allah ın bu konudaki ayeti yani uyarısı doğrultusunda hareket etmelerinden kaynaklanmaktadır. Bakın Yaradan ne diyor bizlere. Nisa 58: Allah size, EMANETLERİ MUTLAKA EHLİNE VERMENİZİ VE İNSANLAR ARASINDA HÜKMETTİĞİNİZ ZAMAN ADALETLE HÜKMETMENİZİ EMREDİYOR. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (Diyanet meali) Bu ayetin ne anlama geldiğini izah etmeye çalışan bazı kişiler, emanetlerinizi ehil insanlara verin sözünden kasıtla, bir malınızı emanet ederken, güvendiğiniz kişilere verin şeklinde anlatırlar. Bu izah şekli, ayette Yaradan ın anlatmaya çalıştığı ve dikkatimizi özellikle çektiği, asıl amacı gizlediği çok açıktır. Dikkat ederseniz bu sözlerin devamında, asıl amaçlanan konuya dikkat çekiliyor ve diyor ki Rabbimiz, EMANETİ EHİL İNSANLARA, YANİ BU KONU DA BİLGİSİ, BECERİSİ OLAN VE TOPLUM TARAFINDAN SAYGI GÖREN ÖRNEK İNSANLARA VERİN Kİ, ONLARDA TOPLUMA HÜKMETTİKLERİNDE ADALETLE HÜKMETSİNLER. Demek ki emaneten kastedilen, geçici olarak bir süreliğine, devleti yönetecek kişilerden kast ediliyor. Öyle ölünceye kadar yönetimde kalmanın olmadığı, açıkça belirtiliyor. Ayetlere parçalı yaklaşmadığımız takdirde, bakın ne güzel ayet anlaşılıyor. Demokrasi, yani halkın kendi yöneticisini seçmesi, Kur’an ın indirilmesi ile çok açık emredilmiştir. Ama duyan ve hayatına geçiren Müslüman ülkeler çok sayılı. Demek ki Allah ın uyarısında, bizleri yönetecekleri ehil yani yönetebilecek kapasitede, adaletle hükmedebilecek insanlardan seçin ki, topluma ADALETLE HÜKMEDEBİLSİN diyor. BİZLER YÖNETİCİLERİMİZİ SEÇERKEN, BU HASSASİYETİ GÖSTERMEDİĞİMİZDE, KARŞILAŞACAĞIMIZ ADALETSİZ DURUMLARDAN DA ŞİKÂYETÇİ OLMA HAKKIMIZIN, OLMADIĞINI HATIRLATMAK İSTERİM. Çünkü yaradan sizler neye layıksanız, onu bulursunuz der ve bizleri uyarır. Ne yazık ki dört Halife devrinin sona ermesinden sonra, Allah ın dinde sakın bölünmeyim emri göz ardı edilerek, yeni halife seçilememiş, İslam dini mezheplere bölünüp parçalanmış, birçok ayetler görmezden gelindiği gibi, Allah ın bu uyarısı da dikkate alınmamış, görmezden gelinmiş ya da üstü örtülmüştü. Buradan da anlıyoruz ki Kur’an, dört halife devrinden sonra, ne yazık ki yavaş yavaş, hayatımızdan rehber olmaktan çıkartılmıştır. Günümüzde İslam ın doğuşunun merkezi konumundaki, Suudi Arabistan bile Krallıkla yönetilmektedir. Öyle olunca da topluma hükmedenlerin, adaletle hükmetmesi beklenemez. Özellikle geçmiş İslam toplumları, bu ve buna benzer birçok Kur’an ayetinin, toplum tarafından fark edilmemesi ve halkın gönlünden, aklından silinebilmesi için, öyle tuzaklar kurmuşlardır ki, adeta Allah a ve elçisine iftiralar zinciri oluşturmuşlardır. Peygamberimizin söylemesi mümkün olmayan sözleri, peygamberimizin ağzından söylemiş gibi yaparak topluma anlatmışlar, hatta kutsi hadis iftirası ile de, Kur’an da asla bahsedilmeyen bazı konuları da, sanki Allah söylüyormuş şekline büründürmüşlerdir. Bunları söylemek ve inanmak, ALLAH A VE ELÇİSİNE İFTİRADIR. Toplumu din adına yönlendirmek ve kendi menfaatleri doğrultusunda yönetebilmek için, Allah a ibadet ettiğimiz camileri bile kullanmaktan çekinmemişlerdir. İmamı Azam Ebu Hanife, yaşadığı dönemin padişahları, yöneticileri tarafından, bahsettiğim maksatlar için kullanılmak istenmiş, ama kendisi asla kabul etmediği için, hapislere atılmış bir ilim adamıydı. Toplumlar bu ve buna benzer yöntemlerle din adına aldatılmış, hatta Kur’an ın tabiriyle, toplum ALLAH İLE ALDATILMIŞTIR. Yaradan bu konuda bizleri Kur’an da Lokman 33, Fatır 5 ve Hadid 14. ayetlerinde tekrar ederek, dikkatli olmamızı, bizleri Allah ile aldatanların çıkacağı konusunda uyarmıştır. DİNİNİ GEREKTİĞİ GİBİ BİLMEYEN, ALDATILDIĞININ DA FARKINDA OLAMAZ. Toplum Kur’an dan uzaklaşınca, dini Kur’an dan yaşamayınca, ne yazık ki yaşanan gelenekleri, söylenen hurafeleri din zannetmesi de kaçınılmaz olacaktır. Birileri bu boşluğu doldurup, toplumu istedikleri istikamette yönlendirmişlerdir. NE YAZIK Kİ GÜNÜMÜZDE, BU ACI GERÇEK YAŞANMAKTADIR. Kur’an siyasetin ana malzemesi yapılmış ve toplumun gerçek sorumları, inançları kullanılarak göz ardı edilmiştir. Yalan ve yanlışlarına Kur’an ı siper edenler, bir gün mutlaka Allah ın gazabına uğrayacaklardır. Onun içindir ki bizlere düşen, uyanık olmak ve bizleri inançlarımızla aldatmaya kalkanlara karşı, gereken cevabı vermek olmalıdır. İslam dini ferdi yaşanır ve bizzat imtihanını kişi kendisi yaşamak, araştırmak ve öğrenmek zorundadır. Onun için İslam da, ruhban sınıfı yoktur. Ama bizler ellerimizle öyle bir ruhban sınıfı yarattık ki, şimdide edindiğimiz veliler, şeyhler, efendiler olmadan, ne İslam ı yaşayabiliriz, nede cennete gidebiliriz deme gafletinde bulunuyoruz. Değerli din kardeşlerim. Allah ile aldatılmak istemiyorsak, gelin emin olmadığımız bilgilerin ve kişilerin ardından değil, apaçık Allah ın bizleri sorumlu tuttuğu Kur’an ın çevresinde toplanalım. Kur’an ı elimize alarak, anlayarak ve üzerinde bir öğrenci misali düşünerek okuyalım, dersimize çalışalım. Yoksa parçalanmaktan, aldatılmaktan acı ve kedere boğulmaktan, asla kurtulamayız. HUZURLU, SAĞLIKLI VE MUTLU BİR TÜRKİYE İÇİN, BİZLERİ YÖNETECEKLERİ, HAYATI, YAŞAMI VE SÖYLEMLERİ İLE TUTARLI, ÖRNEK OLAN İNSANLARDAN SEÇELİM. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  3. Bizler ne yazık ki Kur’an a, Allah ın ne söylediğini anlamak için bakmadığımızdan olsa gerek, bazı ayetleri görmemezlikten gelmemiz yetmiyormuş gibi, bazılarını da nesih edilme, yani hükmünü kaldırma yöntemiyle yok etmeye, üstünü örtmeye çalışıyoruz. Bunları yapan ancak, kendi nefsini aldatır. Nesih Kur’an içinde değil, Allah ın gönderdiği kitapları arasındadır. Çünkü Yaradan Kur’an ın tümüne iman etmedikçe, gerçek iman eden olamayacağımızı özellikle belirtir. Nisa suresi 43. ayetten, kimler ne anlıyor orasını bilemem, fakat birileri rivayetlerin etkisinde, yanlış anladığı çok açık. BU AYETİN HÜKMÜ KALKMIŞTIR, NESİH EDİLMİŞTİR DEMEK, Kur’an a uymak onu anlamaya çalışmak yerine, Kur’an ı kendi düşüncelerimize uydurmaktan başka bir şey değildir. Konu içki ve kumar konusu, gelin Kur’an da geçen içki konusuna birlikte bakalım ve daha sonrada, Nisa suresi 43. ayetle karşılaştıralım. Acaba aşağıdaki ayetlerin gelmesiyle, bu ayetin hükmü kalkmış mı, bu ayetler biri diğerini nesih etmiş, yani hükmünü kaldırmış mı, YOKSA HEPSİNİN ÇOK FARKLI GÜZELLİKTE, BAMBAŞKA ANLAMLARDA BİZLERE VERECEĞİ BİLGİLER Mİ VARDIR, onu anlamaya çalışalım. Allah şarap yani içki, kumar konusunda çok açık ve net ayetini indirmiş ve açıklamıştır. Bakın neler söylüyor ayetlerinde, nasıl öğütler veriyor bizlere Rabbimiz. Maide 90: Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. BUNLARDAN KAÇININ Kİ, KURTULUŞA ERESİNİZ. 91: Şeytan, içki ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. ARTIK BUNLARDAN VAZGEÇTİNİZ DEĞİL Mİ? (Elmalı Hamdi meali) Bakara 219: SANA, sarhoşluk veren şeyler ve şans oyunları hakkında sorarlar. De ki: “Onların her ikisinde de hem büyük bir kötülük, hem de insanlar için bazı yararlar vardır; ANCAK YOL AÇTIKLARI KÖTÜLÜK, SAĞLADIKLARI YARARDAN DAHA BÜYÜKTÜR……( Muhammed Esed meali.) Allah şarap, yani içki ve kumar konusunda çok ince ayrıntılara girerek, açıklama yapmıştır bizlere. İçki ve kumarın şeytan işi bir pislik olduğunu, bundan uzak durmamızı öğütlüyor Rabbimiz. Şeytanın içki ve kumar müptelası olanlar arasında, kin ve düşmanlık sokacağını, bu yolla da Allah ı anmaktan, namazdan alıkoyacağını söylüyor. Ayetin sonunda söylediği cümle üzerinde çok düşünmeliyiz, ARTIK VAZGEÇTİNİZ DEĞİL Mİ DİYOR? İşte Allah, yarattığı kullarının nefislerine yenik düşerek, uzak durulması gereken bu kötü alışkanlıktan vazgeçirmek için, ne kadar güzel açıklamalar yapıyor, tavsiyelerde bulunuyor. İçkinin nelere yol açacağı konusunda, uyarılarda ve tavsiyelerde bulunuyor bizlere. Bakara suresi 219. ayette de, daha detaylı bir açıklama yapıyor. Bu konuda sana soru soranlara deki; İçki ve kumarda sizlere hoş görünen, zevk verici yanları olabilir, ama sizlere vereceği zararı, kötülüğü çok daha büyüktür. Bunların zararları, faydasından daha büyük olup, sizleri yanlış şeyler yapmaya ve böylece de, günaha sürükleyeceği için uzak durunuz diyor. Allah her şeyden nice örnekleri açıkladım diyorsa, bakın içki ve kumar konusunda da ne kadar açık ve detaylı bilgiler verip, ne güzel öğütlerde bulunuyor bizlere, şükürler olsun. Küçük bir noktayı da hatırlatarak, sizlerin üzerinde düşünmenizi rica ediyorum. Allah Bakara suresi 219. ayetinde içkiden kumardan bahsederken, çok dikkat çekici sözler söylüyor ve diyor ki; BU SAYDIĞIMIZ İÇKİ VE KUMARIN SİZLERE AZ BİR FAYDA SAĞLADIĞINI DÜŞÜNEBİLİRSİNİZ, AMA ZARARI FAYDASINDAN ÇOKTUR. Allah ın bu uyarısını duyduk. Şimdi lütfen birlikte düşünelim, günümüzde bizler SİGARA ya da faydası az zararı çok bazı şeyler için, acaba neden bu ayeti hatırlamıyoruz, ayrı tutuyoruz da, nefsimizin etkisiyle farklı değerlendirmeler yapıyoruz? Yorum sizlerin. Sigara bizlere geçici bir keyif veriyor olabilir, ama bizlerin üzerindeki zararı, verdiği keyiften binlerce kat daha fazladır. Hatta en az içki kadar zararlı diyebiliriz. Ondan daha zararlı diyenleri duyar gibiyim. Sigaradan kesilen kol ve bacaklar, sigaradan kanser olanları sanırım hatırlatmak gereksiz. ALLAH ZARARI ÇOK, FAYDASI AZ OLAN HER ŞEYDEN UZAK DURMAMIZI İSTİYORSA BİZLERDEN ve bu konuda önerilerde bulunuyorsa, nasıl olurda işimize geleni bundan ayrı tutarız? İşte bizlerin Kur’an a nasıl baktığımızın, küçük bir örneği olarak düşünün lütfen bu konuyu. Şimdide nesih edildiğini söyledikleri, Rabbin ne anlatmak istediğini anlamamakta direnenler, anlamak istemeyenler, Kur’an a beşeri gözlükle bakarak, Kur’an ın gözlüğünü takmayanlar, elbette bu ayeti görmezden geleceklerdir. Allah Nisa suresi 43. ayetinde bakın ne söylüyor bizlere. Nisa 43: Ey iman edenler! SİZ SARHOŞ İKEN -NE SÖYLEDİĞİNİZİ BİLİNCEYE KADAR- cünüp iken de -yolcu olan müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın……..( Diyanet Vakfı meali) Bu ayetin, yukarıda yazdığım ayetler geldikten sonra, nesih edildiğini, hükmünün kalktığını söylüyorlar. Sanki Allah bu ayet ile bizlere önce içkiye izin veriyormuş ta, daha sonra iznini kaldırmış türünden bir anlamı nasıl veririz, doğrusu bunu anlayamıyorum. Allah yazımızın başında hatırlattığım ayetlerde, bizleri içki ve kumardan uzak kalmamız için uyarıyordu. Eğer bunlardan uzak kalmazsanız, şeytanın esiri olursunuz diye de örneklerini veriyordu. Yani içki, kumar sizi benden uzaklaştırıp, şeytana yaklaştırarak, birbirinize düşmenizi sağlar diye de örneklerini vermişti. Peki, yukarıdaki Nisa suresi 43. ayette Allah, ne demek istiyor dersiniz bu ayetinde? Herhalde bu ayetten, içki içebilirsiniz, serbesttir izin veriyorum diye anlayacak, bir tek insan göremiyorum. Peki, Yaradan ne anlatıyor bu ayetiyle bizlere? Daha önce içki konusunda açıklama yaparken ne demişti Rabbimiz? Sizi namazdan, Allah ı anmaktan uzaklaştırır demişti hatırlayalım. İşte burada içkinin yani şeytanın eline, kulunun düşmesini istemeyen Allah, bu illetin elinden kurtulabilmesi için, kullarına bakın ne kadar güzel yaklaşıyor ve ne diyor. BENİM HUZURUMA, NAMAZA DURACAĞINIZ ZAMAN, SAKIN ŞEYTANIN PİSLİĞİ OLAN İÇKİDEN İÇİP, SARHOŞ BİR VAZİYETTE KARŞIMA NAMAZA DURMAYINIZ. Yönteme bakar mısınız lütfen. Adeta bir terapi ve güzellikle doğruya, güzele daveti görüyoruz ayette. Allah kulunu asla dışlamadan, içki içtin kafir oldun, dinden çıktın demeden, Allah kuluna yaklaşıyor. Allah kulunu bu kötü alışkanlığından vazgeçirmek için, bir taşla iki kuş vuruyor adeta. BİRİNCİSİ NAMAZA DURACAĞINI BİLEN BİR İNSAN, NAMAZA DURMADAN BU AYETİ HATIRLADIĞINDA, İÇKİDEN UZAK KALACAK. İKİNCİSİ NAMAZA DEVAM ETMEKLE DE, ŞEYTANIN PİSLİĞİ ŞARAPTAN, İÇKİDEN, KUMARDAN VAZGEÇEBİLECEK BİR KONUMA, OLGUNLUĞA SAHİP OLACAKTIR. Namaza devam eden bir içki bağımlısı, bu yolla mutlaka şaraptan, içkiden vazgeçecektir. Biraz düşündüğümüzde, Allah bu tür psikolojik yaklaşım metodu örneğini, bizlere özellikle vermiştir. Bizler bu yöntemi kullanarak, hayatımızda birçok yanlıştan insanları daha kolay vazgeçirebiliriz. Eğer Allah içki içen namaz kılamaz diye hüküm verseydi, SİZCE İÇKİ MÜPTELASI BİR İNSANIN, İÇKİDEN VAZGEÇME ŞANSI NE OLURDU? İşte Kur’an ın eğitimi. Birde bugün bizlere dini anlatanları, İslam ı korku dini haline getirenleri düşünün. Bakın tüm ayetler bir birinden bağımsız, çok farklı şeyleri anlatıyor bizlere. Eğer bu ayetin hükmü yoktur, kalkmıştır dersek içki, kumar ve her türlü kötü alışkanlık bağımlılarını vazgeçirecek en önemli bir yolun, yöntemin kapısını da kapatmış oluruz. Bu hatayı yaparsak, toplumun kötü alışkanlığı olan içki ve kumar dan kurtulabilmesi için, Allah ın önerdiği yöntemi de ortadan kaldırmış olacağımızı, çok iyi bilmeliyiz. Kur’an o kadar güzel bir rehber ki, yeter ki onu anlamaya çalışalım, ona müracaat edip ona sarılalım. Kur’an ı anlamak için, yine Kur’an a müracaat edelim. Ondan istifade etmenin yolunu bulalım. Allah ile kul arasına hiç kimseyi sokmayalım, ardı sıra gitmeyelim. Allah ın güven elçisi, Başöğretmenimiz Hz. Muhammet ile bizlere tebliğ ettiği, ışık saçan NUR’ U, elimizden düşürmeyelim anlayarak, düşünerek bolca okuyalım ki, Rabbimiz ne söylüyor, bizlere neler öneriyor onu ilk elden anlayabilelim. Elbette daha sonra her bilgiye müracaat edelim, faydalanalım. Her insan aynı kapasitede değildir, onun için araştıralım soralım. Allah ın hükümlerinden haberdar olan, asla aldatılamaz, kandırılamaz. Hepimiz beşeriz, hata yaparız bilincinde olduğumuz zaman, beşeri bilgilere ihtiyatla yaklaşıp, Rabbin rehberiyle karşılaştırdığımızda, en az hatayla huzura gideceğimiz açıktır. Allah küçük hatalarımızın, günahlarının üstünü örteceği müjdesini verdiğine göre, bizlere düşen büyük günahlardan kaçıp, canla başla tertemiz bir insan olmaya çalışıp, Rabbin hoşnut olacağı kulların arasına girme çabasında olmalıyız. Birileri, siz Kur’an dan anlayamazsınız, hüküm çıkaramazsınız diyorsa, bilin ki onun Rabbin kitabından, bizlerden sakladığı çok şeyler var demektir. Şunu lütfen unutmayalım. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyor da, yemin olsun ki sizler için Kur’an ı kolaylaştırdım diyorsa, hurafe ve batıla değil Yüce Rabbimize inanalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  4. Bizler Kur’an ayetlerini anlamak için, yine Kur’an dan yardım alarak anlamaya çalışırsak, yani inancımızı Kur’an penceresinden bakarak yaşarsak, en doğru sonucu alırız. Bugünde yazımda sizleri, üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim iki ayet var. Allah acaba bu ayetlerde kimlerden bahsediyor, gelin onu birlikte anlamaya çalışalım. Nisa 137: İMAN EDİP SONRA İNKÂR EDEN, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenler var ya; Allah, onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir. (Diyanet meali) Ali İmran 90: Şüphesiz İMAN ETTİKTEN SONRA İNKÂR EDEN, sonra da inkârda ileri gidenlerin tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridir. (Diyanet meali) Aynı ayeti başka mealden de vermek istiyorum, daha iyi anlaşılabilmesi için. Ali İmran 90: İnandıktan sonra HAKİKATİ İNKÂRA SAPIP İNKÂRCILIKTA DAHA DA İLERİ GİDENLERİN TÖVBELERİ asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridirler. (Bayraktar bayraklı meali) Ali İmran 90: İMANLARINDAN SONRA KÜFRE SAPMIŞ, sonra da küfürde daha da azıtmış olanların tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. Onlar, sapıkların ta kendileridir. (Yaşar Nuri Öztürk meali) Bu ayetlere baktığımızda, öyle kişilerden bahsediliyor ki, iman ettiğini söylediği halde, imancının gereklerini yerine getirmeyen yani küfre sapan, bir başka deyişle inancının tersini yaparak yaşayanlardan bahsediliyor. Burada bahsedilen, Allah a ya da elçisine, gönderdiği kitaplara tümden inanmayan, iman etmeyen kâfirlerden bahsedilmiyor. Bu zaten konumuz dışı. Bizler iman ettik demekle, Allah ın indirdiği ve bizleri sorumlu tuttuğu Kur’an ın apaçık hükümlerini yerine getireceğimize VE ONUN SINIRLARI DIŞINA ASLA ÇIKMAYACAĞIMIZA, yalnız Kur’an ın ipine sarılarak onun hükümlerine göre yaşayacağımıza, bizleri yaratan Allah a söz vermiş oluyoruz. Bunu yerine getirmediğimiz ölçüde de, küfre sapan inkârcılardan oluyoruz. Bir başka deyişle, sözünden cayanlardan oluyoruz. Allah da bu yaptıklarında ısrar edenleri, bağışlamayacağını bildiriyor bizlere. Dikkat ederseniz, bu ayetlerde bahsedilen, kitaba iman ettiğini söyledikleri halde, kitabın emirlerinin tam tersini hayatına geçirip, Allah ın hiç bahsetmediği konuları, bilgileri sanki Allah emretmiş gibi kabul ederek ve dinden sayarak küfre sapanlardan bahsediliyor. Bir örnek verelim. Ali İmran 151: HAKKINDA HİÇBİR DELİL İNDİRMEDİĞİ ŞEYLERİ Allah’a ortak koştuklarından dolayı; inkâr edenlerin kalplerine korku salacağız. Barınakları da cehennemdir. Zalimlerin kalacakları yer ne kötüdür. (Diyanet meali) Dikkat ederseniz, Allah çok dikkat çekici bir örnek veriyor, o günkü Ehli kitabın yaptığı yanlışları kast ederek. HAKKINDA HİÇBİR DELİL İNDİRMEDİĞİ, yani gönderdiği kitapta bahsetmediği bir şeyi, hurafe ve batıl inançlarını yaşamak adına, bunlar Allah katındandır demenin, bu bilgileri Allah a nispet etmenin inkârcılık yani küfre sapma olduğunu söylüyor. Bu konuyu daha iyi anlayabilmemiz için, bir örnek daha vermek istiyorum. Allah Ehli kitabın yaptığı yanlışlara örnek vererek, bizlerin aynı yanlışı yapmamamız adına uyarıyor ve bakın ne diyor. Maide 17: Andolsun, “ALLAH, MERYEM OĞLU MESİH’TİR”, DİYENLER KESİNLİKLE KÂFİR OLDULAR. De ki: “Şayet Allah, Meryem oğlu Mesih’i, onun anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek istese, Allah’a karşı kim ne yapabilir? Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Diyanet meali) Kur’an, Hıristiyanların yaptığı yanlışa dikkatimizi çekerek bizleri uyarıyor ve diyor ki, ben onlara gönderdiğim kitapta, böyle bir açıklama yapmadığım halde, İsa peygamberi Allah ın oğlu olarak kabul ettiniz ve ilahlaştırdınız. Böylece KÜFRE SAPARAK, KÂFİRLERİN SAFINDA YER ALDINIZ DİYOR. Dikkat ederseniz Hıristiyan toplum ne Allah ı, ne peygamberi nede gönderdiği kitabı inkâr etmiyor. Yaptıkları yanlış, Allah hüküm vermediği halde, bunlarda Allah katındandır diyerek, batıl inançlara inandıkları için, küfre saparak, kâfir oldular diyor. Allah bizleri bu dünyaya, imtihan için gönderdiğini söyler. Onun içinde yaşadığımız, nefes aldığımız her an, bizler için bir umuttur. Yeter ki doğrunun ve gerçeklerin arayışı içinde olalım, Kur’an ın sınırlarını aşmayalım. Çünkü Rabbimiz ne diyordu? SİZLERİ KUR’AN DAN HESABA ÇEKECEĞİM. Peygamberimiz batıla sapmış, yoldan çıkmış Ehli kitabın inançlarını kabul etmemiş, onlara tabi olmamış, ama her zaman en doğrunun arayışı içinde olmuştur. Hatırlarsanız peygamberimiz Kur’an da, ÜMMİ peygamber olarak geçer. Kur’an a göre ÜMMİ, okuma yazma bilmeyen değil, Ehli kitaba tabi olmayan anlamındadır. Allah yoldan sapmış, Ehli kitap arasından elçi göndermek yerine, ÜMMİ ama gerçeklerin arayışında olan bir kulunu, elçilik görevine layık görmüştür. BUNDAN ALACAĞIMIZ ÇOK BÜYÜK DERSLER VARDIR. Peygamberimiz kendisine indirilen Kur’an ın dışına asla çıkmamış ve yalnız Kur’an ile ümmetine hükmetmiş ve tebliğ etmiştir. Çünkü Ehli kitabın yoldan sapmasının ve kâfirlerden olmasının en büyük nedeni, Allah ın indirdiği kitabın dışına çıkarak dinlerini yaşamalarıdır. Bunu gören ve bu konuda uyarılar alan Allah ın elçisi örnek peygamberimiz, sizce tek kelime bile Kur’an ın dışına çıkar da, bunlarda Allah katındandır der mi? Nisa 18: Yoksa günah işleyip de KENDİSİNE ÖLÜM GELİNCE: "İŞTE BEN ŞİMDİ TEVBE ETTİM." DİYEN KİMSELERİN TEVBESİ KABUL EDİLMEZ. Kâfir olarak ölenlerin de tevbeleri kabul edilmez. İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap hazırlamışızdır. ( Elmalı Hamdi meali) Bu ayette de Yaradan bizleri uyarıyor ve işinizi son ana bırakırsanız, dona kalırsınız uyarısını yapıyor. Çünkü imtihan bitmiş, ama ben pişman oldum, dersimi çalışmak istiyorum, bana tekrar zaman tanıyın demek, diğer insanlara haksızlık olurdu. Maide 44. ayette Allah Yahudileri örnek verip, onlara doğru yolu göstermesi için Tevrat ı gönderdim ve elçimde topluma onunla hükmederdi diye açıklama yapıyor. Çok daha ilginç olan ı ise, aynı topluma Allah ın gönderdiği kitabı korumalarının da, istendiği bildirilmesidir. YANİ İNANCINIZI, GÖNDERDİĞİM KİTABIN SINIRLARINDA YAŞAYARAK, ONA SÖYLEMEDİĞİM SÖZLERİ İLAVE ETMEDEN, HAKKA BATIL KARIŞTIRMADAN YAŞAYIN DİYOR. Ayetin sonunda da çok dikkat çekici bir uyarı yaparak, KİM ALLAH IN İNDİRDİĞİ İLE HÜKMETMEZSE, İŞTE ONLAR KÂFİRLERİN TA KENDİSİDİR diye de, son noktayı koyuyor. Sizler bu satırları okuduğunuzda, neler düşündünüz? Sanırım bizlerin aynı hataları, birçok farklı şekillerde yaptığımız geldi aklınıza. Bırakın Kur’an ile hükmetmeyi, bizler Kur’an da her bilgi yoktur, özet bilgiler vardır diyerek, toplumu iman ve inanç adına, beşeri kitaplara yönlendiriyoruz ve emin olamayacağımız bilgilerle hükmediyoruz. Kur’an ın tek kelime bile bahsetmediği, hüküm vermediği öyle şeyleri Allah katındandır diyerek yaşıyoruz ki, Kur’an ın sakın yapmayın diye uyardıkları örneklerin tam tersini, bu gün bizler Allah katındandır, peygamberimizin emridir diye yaşıyoruz. Allah bu yanlışları yapanlara, KÜFRE SAPAN VE ONDA ISRAR EDEN KÂFİRLER OLARAK NİTELİYOR HATIRLATIRIM. Son nefesimizde küfre sapanlardan ve onda ısrar edenlerden olmak istemiyorsak, GELİN YALNIZ KUR’AN IN İPİNE SARILALIM. Son olarak sizlere, iki uyarı ayet daha hatırlatmak istiyorum. Lütfen dikkatle üzerinde düşünelim. Tevbe 66: Boşuna özür dilemeyin, iman ettik dedikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz. İçinizden bir kısmını affetsek bile, BİR KISMINI SUÇLARINDA ISRAR ETTİKLERİ İÇİN AZABIMIZA UĞRATACAĞIZ. ( Elmalı Hamdi meali) Nahl 39: Allah ölüleri diriltecek ki, o kâfirlerin, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıkça göstersin ve bunu inkâr edenler KENDİLERİNİN YALANCI OLDUKLARINI BİLSİNLER.( Elmalı Hamdi meali) Dikkat ederseniz bu uyarıların tamamı, iman ettiğini söyleyenlere hitap ediyor. Yani Allah ın gönderdiği kitaba ve elçilerine inanan ama inandıklarını söyledikleri halde, Allah ın indirdiği kitabının sınırlarını tanımayarak, Yaradan ın hiç bahsetmediği batıl, hurafe inançları da dinden sayarak, bunlarda Allah katındandır deyip, inanan kişilerden bahsediliyor. RABBİMİZ DE BUNLARI YAPANLAR DİNDEN UZAKLAŞMIŞ, KÜFRE SAPMIŞ VE KÂFİR OLMUŞLARDIR DİYOR. Allah ın gönderdiği kitaplarının dışına çıkıp, bunlarda Allah katındandır diyenlerin yalanlarını ortaya çıkarmak için, Allah mahşer günü yaptıkları yanlışları onlara gösterilecek ve kendilerinin Allah a ve elçisine nasıl iftira attıkları önlerine konacak ve YALANCI OLDUKLARI ONLARA BİLDİRİLECEKTİR DİYOR. Tabi böyle yanlışlar içinde olanların sonunu, düşünmek bile istemiyorum. Kur’an ın hiç bahsetmediği onca hükümleri, bunlarda peygamberimizin emridir diyerek dinden sayarsak, O çetin gün tüm bu bilgilerin sorgulandığında, peygamberimizin şahit olarak çağrıldığında, bizlerin hali nice olur sizce? Karar sizlerin. Bizler kendimize öyle bir din yaratık ki, Kur’an ne söylüyorsa, bizler tam tersini yaşıyoruz. Dilim varmıyor söylemeye ama, bizler ne yazık ki Kur’an dan uzaklaşıp, küfre saparak, ALLAH IN AFFETMEYECEĞİNİ VAAT ETTİĞİ KAFİRLERDEN OLMA YOLUNDA, HIZLA İLERLİYORUZ. Gerçekleri görüp, batıldan uzaklaşıp, Kur’an ın asla sınırlarını aşmadan, küfürde ısrar etmeden, Allah ın önerdiği İslam ı yaşayabilene ne mutlu. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  5. Kur’an ı tercüme edenler, öyle yanlış kelimelerle tercüme ediyorlar ki, Kur’an ın diğer ayetleri ile taban tabana zıt anlamlar ortaya çıkıyor. Böyle olunca da, Kur’an/İslam düşmanlarına gün doğuyor. Bu yazımda çok bahsedilen ve yine İslam düşmanlarını sevindiren, yaptığımız yanlışlara bir örnek ayet sunmak istiyorum sizlere. Nisa suresi 34. ayet. Önce farklı iki mealden yazalım. Daha sonra üzerinde birlikte düşünelim. Nisa 34: Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta) dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb” korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) ONLARI (HAFİFÇE) DÖVÜN. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür. (Diyanet meali) Nisa 34: Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah'ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara ÖNCE ÖĞÜT VERİN, SONRA ONLARI YATAKLARINDA YALNIZ BIRAKIN VE NİHAYET ONLARI EVDEN ÇIKARIN/BULUNDUKLARI yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür. ( Yaşar Nuri Öztürk meali) Aynı ayet ve bir birinden çok farklı iki tercüme. Böylemi anlayacağız Allah ın ayetlerini? Ne yazık ki sanı ve hurafe rivayetlere göre ayetleri anlamaya çalıştığımız içindir ki, böyle yanlışlar yapıyoruz. Gelin bu ayeti Kur’an dan yardım alarak, birlikte anlamaya çalışalım. Ayet erkeklerin kadınları koruyup, kollayıcı olması konusuna açıklık getiriyor ve diyor ki, Allah bazılarınızı, bazılarınızdan üstün/farklı kılmıştır. Buradan da anlaşılıyor ki, erkek kadına göre daha güçlü ve kuvvetli yaratıldığından, kadınları korumak, evin geçimini sağlamak erkeğin görevidir. Tabi bu sözlerden, kadın çalışmaz anlamını çıkaramayız. Çünkü Allah böyle bir hüküm özellikle vermemiştir. Böylece kadına yaşamında, büyük kolaylık sağlamıştır. Erkekler, kadınları koruyup kollayıcıdır diyen Rabbimiz, acaba aynı ayetin sonunda, gerektiğinde eşlerinizi dövün der mi? Yeri gelmişken hatırlatmak isterim, bu sözlerden yola çıkarak, şöyle tercüme yapılıyor ve ERKEKLER KADINLARIN ÜZERİNDE YÖNETİCİDİR DENİYOR. Elbette bu sözler Allah ın değil, uslanmaz nefislerin arzularıdır. Ayette bazılarınızın, bazılarına üstün/farklı yaratılmasından bahsedilmesi, dikkat ediniz lütfen kimin hangi konuda kimden üstünlüğü söylenmiyor. Bazı konularda erkekler kadından üstün/farklı, bazı konularda, kadınlar erkeklerden üstün/farklı diye anlamalıyız. ÜSTÜNLÜK KONUSUNU, KİŞİYE AYRICALIK GETİRMEZ, TAM TERSİNE SORUMLULUK GETİRİR. Örneğin bir kadın, dünyaya bir çocuk getirebilecek özelliğiyle, erkekten bu konuda üstün/farklı yaratılmıştır. Bu örnekler çoğaltılabilir. İki ya da üç yaşındaki erkek ve kız çocuklarını uzaktan izleyiniz, onların oynadığı farklı oyuncaklardan tutun, davranış ve hareketlerinin farklılığından, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Tüm bu üstünlükler, farklılıklar o kişiye Allah tarafından verilmiş olup, yaratılışında/yaşamında ona verilen görev ve sorumlulukları ile ilgilidir. Kadın erkek arasında, üstünlük yoktur, iş bölümü vardır. Üstünlük Allah a karşı sorumluluklarımızda, takvadadır. İyi kadınların itaatkâr ve saygılı olması, Allah ın kanunlarına karşı takındığı tavırla ilgilidir. İtaatkâr sözüyle namusunu, iffetini koruyan kadın anlamındadır. Yoksa her ne şartta olursa olsun, kocasına itaat eden, onun sözünden çıkmayan anlamında değildir. Bunu da yanlış tercüme ederek, erkeğin kadına baskısının, nasıl inanılmaz boyutlara ulaştığının örneğidir. Gelelim en çok tartışılan ve inanılmaz büyük bir yanılgıyla tercüme edilen ONLARI DÖVÜN KISMINA. Ayetin bu bölümünde, aile içinde geçimsizlik olan, BAZI KONULARDA ERKEĞİN, KADININ HALİNDE UYGUNSUZLUK, SADAKATINDAN ŞÜPHE, TOPLUM TARAFINDAN HOŞ GÖRÜLMEYEN DAVRANIŞLAR GÖRMESİ HALİNDE, nasıl bir yol izlenmesi gerektiği anlatılıyor ve diyor ki, böyle bir durumda erkek önce karısını, bu hoş olmayan konularda uyarmalıdır, dikkatini çekmelidir. Fayda etmediği takdirde, böyle devam ederse, artık evlilik koşullarımız devam edemez anlamında, YATAKLARINIZI AYIRIN DİYOR. Bir aile için en son çare olarak, bu yönteme başvurulması isteniyor. Buda fayda etmiyorsa, siz olsanız ne yaparsınız? Evet, bu durumda ne yapar sanız, Allah da onu ayetin devamında istiyor ve diyor ki, artık seni evimde bu davranışlarına devam ettiğin için istemiyorum ve birlikte oturamayacaklarını belirterek, evinden çıkartılması/gönderilmesi seçeneğini öneriyor. ZATEN ÇİFTLER ANLAŞAMAYINCA, GÜNÜMÜZDE DE BÖYLE YAPILIYOR. Peki, Diyanet mealinde neden onları, birde parantez açarak, HAFİFÇE DÖVÜN diyor. Ayette geçen (VADRİBUHÜNN) kelimesine, ne yazık ki batıl inançlarımıza kanıt olacak bir anlamının seçilmesi ve topluma bu şekilde anlatılması, Kur’an a ve onun öğretisine yapılacak, en büyük saygısızlıktır. Bu kelime (daraba-darb) kökünden türetilmiş (darabe fiili) VURMAK, UZAKLAŞTIRMAK, GÖNDERMEK, SEFERE ÇIKMAK, ÖRNEK VERMEK, KAPATMAK, MUAF TUTMAK, ÖRTMEK….. anlamlarına geldiği halde, Kur’an ın öğretisine ve adalet hükümlerine tamamen ters düşen bir anlamı seçerek, toplum arasında kuşkular yaratılmış, hatta Kur’an düşmanlarının eline, koz verilmiştir. Bu ayette, DÖVÜNÜZ anlamını vermek ve kabul etmek, hem devamındaki ayete ters düşüyor, hem de Kur’an ın diğer ayetlerine. KUR’AN IN HİÇBİR AYETİNDE, BİR SUÇ İŞLENDİĞİNDE, KİŞİLERE BİZZAT CEZASINI VERME YETKİSİ VERİLMEMİŞTİR. Önce bunu lütfen asla unutmayalım. Araştırılıp, şahitler tespit edildiğinde ceza verilir. Ayrıca Allah bir hüküm veriyorsa onu açıkça verir, kişilerin insafına asla bırakmaz. Diyanetin mealini tercüme edenler, kendi nefislerince, birde hafifçe dövüleceği notunu düşmüş. Bunu kim tespit edecek? KADINA KARŞI, ELİNİN AYARININ İNSAFINI, ERKEĞE Mİ BIRAKMIŞTIR SİZCE ALLAH? Bu koskoca bir iftiradır. Böyle bir adaletsizliği Rabbime isnat etmekten, yine Yaradan a sığınırım. Burada geçen zina değildir, zaten bunun cezası şahitler yoluyla tespit edilirse, Kur’an da açıkça belirtilmiştir. Bahse konu ayetin devamına bakalım şimdide. Nisa 35: Eğer karıkoca arasının açılmasından endişeye düşerseniz, bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin. BU ARABULUCU HAKEMLER GERÇEKTEN BARIŞTIRMAK İSTERLERSE, Allah karıkoca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır. (Elmalı meali) Sanırım Nisa 34. ayetin, en son kısmında geçen kelime dövmek mi, yoksa evden uzaklaştırmak anlamında mı olduğu, çok daha iyi anlaşılmıştır. Karı koca arasına dargınlık girip, ayrılma noktasına gelmiş, evinden uzaklaşmış kadını tekrar bir araya getirmek için, erkek ve kadın yakınları tarafından, ara bulucular oluşmasını öğütlüyor Yaradan. Aynı konuyu daha iyi anlayabilmemiz için, bir başka örnek verelim şimdide, hem de tam tersi konumunda. Bu sefer kadın aynı konuda, eşinden şikâyetçi durumunda. Nisa 128: EĞER BİR KADIN KOCASININ, KENDİSİNE KÖTÜ DAVRANMASINDAN YAHUT YÜZ ÇEVİRMESİNDEN ENDİŞE EDERSE, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Diyanet meali) Dikkat ederseniz bu ayette de, kadın kocasından şikâyetçi oluyor ve onun sadakatsizliğinden, kendisini terk etmesinden, yüz çevirmesinden endişe ederse diyor. Nisa 34. ayette de erkek, eşi için aynı sorunları yaşarsa diyordu ve açıklama getiriyordu. Bakın nasıl zor durumda kaldık, eğer erkek aynı şartlarda kadını dövebilir dersek. Erkek aynı şeyleri eşine yaptığında, aynı şeyi söylememiz gerekir ki söylemiyoruz. Bu durumda Kur’an da bu sözlerimizle, kadın erkek arasında ayrım yapmış oluruz. Dikkat ederseniz Kur’an aynı şartların oluşması durumunda, yine aynı çözümler getiriyor ve eşlerin barışması, uzlaşması önerisinde bulunanlara uyması önerisinde bulunuyor. Çok ilginçtir Nisa 34. ayette geçen, aynı kelimeye DÖVÜNÜZ anlamı verildiği halde, Nisa 94. ayette kullanılan aynı kelimeye ÇIKMAK, gitmek anlamı verilmiştir. İşte bizler Allah ın ayetleriyle böyle oynuyoruz. Bunları yapanları Allah, asla affetmeyeceğini de bildiriyor. Bu konuyu daha iyi aydınlatacak, çok dikkat çekici, Nur suresinden bazı örnekler vermek istiyorum. Tabi anlamak istememekte ısrar edenlere, sözüm meclisten dışarı. Nur 6: Eşlerine zina İSNADINDA BULUNUP DA, KENDİLERİNDEN BAŞKA ŞAHİTLERİ OLMAYANLARA GELİNCE, onların her birinin şahitliği kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesidir. 7: Beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. (Elmalılı meali) Bu ayette erkek, eşi ile ilgili zina suçlamasında bulunuyor, ama kendisinden başka şahit olmadığını iddia ediyor. Dikkat ederseniz bu durumda bile dayaktan, dövmekten bahsedilmiyor. İşte Kur’an ın adaleti böyle. Araştırılacak, soruşturulacak ve daha sonra gereken yapılacak. Kendisinden başka şahit bulamayan erkek, adaletin önünde dört kez yemin edecek, böyle bir zinanın yapıldığını gördüğüne dair. Peki, erkek bunu yaptıktan sonra, kadın suçlanacak, cezalandırılacak mı? Elbette hayır. İncir çekirdeği kadar hak yerini bulacaktır diyen Yaradan, erkeğin güç gösterisini her zaman kullanacağını bildiği için, bakın Allah kadından yana, nasıl çıkıyor ve ne diyor. Nur 8: Kadının, KOCASININ YALAN SÖYLEYENLERDEN OLDUĞUNA DAİR DÖRT DEFA ALLAH ADINA YEMİN VE ŞAHİTLİK ETMESİ, 9: Beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi KENDİSİNDEN CEZAYI KALDIRIR. İşte Yüce Rabbimizin adaleti. Kadın, kocam yalan söylüyor diye yemin etmesi ve Allah ı şahit göstererek, eğer kocam doğru söylüyorsa, Allah ın gazabının kendi üzerinde olmasını dilemesi halinde kadına inanılarak, KADINA CEZA VERİLEMEYECEĞİNİ SÖYLÜYOR. Ama bizler Kur’an ın bunca açık ayetlerine gözlerimizi yumarak, batıl ve hurafe inançlarımıza kanıt aramak adına, Allah ın ayetlerine, kelime oyunları ile farklı anlamlar vermekten çekinmiyoruz. BÖYLECE KÂFİRLERDEN OLUYORUZ, farkında bile değiliz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  6. Bu yazımda sizlere Şu’ara suresinde, İbrahim peygamberimizin kıssasından örnekler vermek istiyorum. İbrahim peygamberimiz, Allah ın övgüsüne mazhar olmuş, Kur’an da örnekleri çok geçen, bizlerinde peygamberidir. Hz. İbrahim dönemi, gerçekten sapkınlığın hurafe ve batılın zirvesinde bir dönemdi. Toplumun yanlış inançlarına adeta isyan etmiş ve bunu, eylemlerinde de göstererek, toplumun dikkatini çekmiştir. İbrahim peygamberimizin yaşadığı dönem putların, putlaştırılmış insanların dine hâkim olduğu bir dönemdi. Tüm bu zorlukların arasından sıyrılmayı başarmış ve Rabbimizin güvenine, övgüsüne layık olmuştur. Bu yazımda Şu’ara suresinde, İbrahim peygamberimizin söylediği, Kur’an dan bazı ayetlerden bahsetmek istiyorum. Kıssadan hisse alırız inşallah. Şu’ara 78: O Kİ, BENİ YARATAN VE BANA DOĞRU YOLU GÖSTERENDİR. Şu’ara 82: VE HESAP GÜNÜ, HATAMI BAĞIŞLAYACAĞINI UMDUĞUMDUR. (Elma Hamdi meali) Kur’an verdiği örnek kıssalarla, bizleri eğitir ve bilgiler verir. Yani Kur’an ın anlatım şekli çok basit ve her seviyedeki bir insanın anlayacağı şekildedir. Böyle olmasa, Rabbimiz sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum der mi? Onun için Yaradan birçok kez Kur’an a atıfta bulunarak, YEMİN OLSUN Kİ KUR’AN I ANLAYASINIZ DİYE KOLAYLAŞTIRDIK DER. Ama bizler nefislerimizde yarattığımız inancımızın etkisiyle, bunun tam tersini söyleyerek, Kur’an ı herkesin anlayamayacağını söylemekte, bir sakınca görmeyiz. Bu sözlere inanınca da, Kur’an ile bağımızı kurmaya hiç çaba harcamayız. Kur’an ın açık ve anlaşılır olduğunu söylediği ayetler dinin anası, temeli olan MUHKEM ayetlerdir, onu hatırlatmak isterim. Ayetten de anlıyoruz ki, İbrahim peygamberimiz doğru yolu, Allah ın gönderdiği ayetlerden bulduğunu söylüyor. Bu ayetten alacağımız kıssadan hisse, bizlerde doğru yolu bulmak istiyorsak, ALLAH IN GÖNDERDİĞİ KUR’AN IN DIŞINA, ASLA SAPMAMALIYIZ. Hatırlayınız Rabbimiz bir ayetinde ne diyordu? ALLAH DAN DAHA DOĞRU SÖZLÜ, KİM OLABİLİR? İbrahim peygamberimizin sözlerinden, bugün bizlerin yaptığı çok büyük bir yanlışa, aslında çok güzel bir örnek var. Hz. İbrahim Şuara 82. ayetinde, HATALARIMI, YANLIŞLARIMI BAĞIŞLAYACAĞINI UMDUĞUM, ALLAH DIR DİYOR. Düşünebiliyor musunuz, Allah bu örneği bizlere Kur’an da neden veriyor sizce? Çünkü bugün bizler şunu söylüyoruz. Peygamberler hatasız ve günahsızdır. Ayrıca peygamberler şefaatçidir. Bırakın peygamberleri, bugün bizler edindiğimiz velilerin, şeyhlerin ve efendilerin şefaatçi olduğuna inanıyoruz. İşte bu yanlış inançlarımızdan dolayı Rabbimiz, öyle örnekler veriyor ki Kur’an da, bizler zerre kadar ders almıyoruz. Hatırlayınız Muhammed suresi 19. ayette de Allah, peygamberimize hitaben ne diyordu? (HEM KENDİ GÜNAHIN İÇİN, HEM DE MÜMİN ERKEKLER VE MÜMİN KADINLAR İÇİN ALLAH'TAN BAĞIŞLANMA DİLE.) Tabi bizler tüm bumlardan dersler alamadık, çünkü Kur’an ı rehber almaktan çok uzağız. Kur’an ile bağımızı kuramadığımızdan, hala Allah ın yanında şefaatçiler edinmekten çekinmiyoruz. Yaradan ın, HİÇBİR ŞEFAATİN FAYDA ETMEDİĞİ O GÜNDEN SAKININ, ŞEFAAT TÜMDEN BANA AİTTİR sözlerinin üstü örtülüyor, sırf batıl inançlarının yaşanması adına, ayetler görmezden geliniyor. Çok daha ilginci Rabbimiz Kur’an da, büyük günahlardan sakınırsanız, diğerlerinin üstünü örterim, yani affederim der bizlere. Bizler ise bu uyarılardan habersiz, tam tersine batıl sözlere inandırılmış, PEYGAMBERİMİZİN ŞEFAATİ, ÜMMETİNİN BÜYÜK GÜNAHLARINA OLACAKTIR, diyenlere inanmakta sakınca görmüyoruz. Düşünebiliyor musunuz, Allah büyük günah işlemeyin affetmem diyor, ama şeytanlaşmış nefisler Kur’an ile eğitilmediği için, büyük günahları da peygamberimize affettirmenin yolunu bulmuşuz. Sizce bu haldeki Müslüman toplumlarının, Allah ın huzurunda hali nasıl olur? Bunu düşünmek bile istemiyorum. Hesap günü üzülmek istemeyenlere, açık bir uyarıdır Kur’an. Kur’an şefaat kelimesini bağışlama, affetme anlamında kullanmıştır. ONUN İÇİNDE AFFEDEN, BAĞIŞLAYAN YALNIZ BENİM DER ALLAH. Bunları din kardeşlerimize hatırlattığımızda ise, peygamberler, veliler, şeyhlerin şefaat etmesi, Allah ile günahlarımızın affı için aracılık etmesi anlamındadır diye savunma yapılmaktadır. KUR’AN BÖYLE BİR ŞEFAATTEN BAHSETMEZ. Bu bizlerin uydurmasıdır. ALLAH İLE KULU ARASINDA, HİÇ KİMSENİN OLAMAYACAĞINI, İslam dininde ruhbanlık olmadığını, hiç kimsenin bir diğerine faydasının dokunamayacağını, Kur’an bizlere anlatır ve peygamberimize hitaben, Allah bakın ne söyler. Müddesir 11: BENİ, YARATTIĞIM KİŞİYLE BAŞ BAŞA BIRAK. (Diyanet meali) Gerçektende Allah ile kulu arasında, hiç kimse yoktur. Hepimiz hesap günü tek başımıza olacağız, yaptıklarımız ile karşı karşıya geleceğiz. Bakın Yaradan elçisine, bizlere ne söylemesini özellikle istiyor. Cin 21: De ki: “Şüphesiz ben, SİZE NE ZARAR VEREBİLİR NE DE FAYDA SAĞLAYABİLİRİM.” (Diyanet meali) Bu ve buna benzer, o kadar çok ayetler var ki Kur’an da, Allah ile bir bağ kuramayan, elbette mahşer günü çok pişman olacaktır. Peygamberimiz SİZLERE BENİM BİR FAYDAM OLMAZ, yani herkes yaptıklarının hesabını verecektir dediği halde, gözler perdeli, gönüller mühürlü, batılın etkisiyle söylenenleri seyredip duruyoruz. Böyle olunca da, ne söylediğimizi bilmiyoruz. Camiler, şefaat ya Resulallah yazıları ile dolu. Yani bu dua ile bizler, şefaat ey Allah ın resulü diyoruz. Bağışlanmayı affı, Allah yerine bizler, peygamberimizden diliyoruz. Sizce peygamberimiz affedilmeyi, bağışlanmayı bizleri yaratan Rabbimizden diliyorsa, bizlerinde aynı yolu izleyerek, ŞEFAAT EY YÜCE RABBİMİZ dememiz gerekmez mi? Karar sizlerin. Dilerim hesabın görüleceği o çetin gün, yüzleri gülen Kur’an ın uyarılarının farkında olan, Allah ın halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  7. Allah Kur’an da bizlere, öyle ayetler indirip ikaz etmiştir ki, adeta beynimizin içine sokarcasına, çok açık uyarılarda bulunmuştur. Kur’an ile bağımızı gereği gibi kuramadığımız için, bizler nefsimiz ve şeytanın etkisinden kurtulamıyor, ayetlerden gereği gibi faydalanamıyoruz. Sizlere Kur’an dan iki ayet hatırlatmak istiyorum. Bu ayetler üzerinde lütfen dikkatle düşünelim. Kıssadan hisse alana ne mutlu. Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O HALDE KUR'AN'DAN SONRA HANGİ SÖZE İNANACAKLAR. (Diyanet vakfı meali) Ankebut 51: Kendilerine okunan kitabı, SANA İNDİRMİŞ OLMAMIZ ONLARA YETMEDİ Mİ? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır. (Diyanet meali) Düşündürücü olduğu kadar, ibret verici iki ayet. Peki, bu iki ayette Allah kullarına ne anlatıyor? —O HALDE KUR'AN'DAN SONRA HANGİ SÖZE İNANACAKLAR. — KENDİLERİNE OKUNAN KİTABI, SANA İNDİRMİŞ OLMAMIZ ONLARA YETMEDİ Mİ? Bu iki ayette çok açık ve net bir şekilde, BİZLERE YOL GÖSTERİCİ OLARAK KUR’AN IN YETECEĞİNİ, onun dışından bilgilere, rivayetlere inanmanın, dinden sapmak olduğunu anlatıyor. Ankebut 51. ayetin bir öncesinde, peygamberimizden mucize beklediklerini anlıyoruz. Allah Kur’an ın bir MUCİZE olduğunu, bundan başka mucizeler aranmasının yanlışlığını anlatıyor ve kendilerine okunan kitap onlara yetmiyor mu diyor. Bu ayetten de çıkaracağımız ders, din ve iman adına, KUR’AN IN BİZLERE YETECEĞİNİ ANLIYORUZ. Ayetler bu kadar açık uyardığı halde, günümüzde neler söyleniyor bu ayetler için, şimdi de ona bakalım. Günümüzde bakın Allah, Kur’an ın bizlere yeteceğini söylüyor, Yaradan Kur’an bir MUCİZE olduğunu bildiriyor bizlere dediğimizde, her zaman ki gibi işlerine gelmeyen, cahiliye dönemindeki gibi, atalarının itikatlarına da iman etmenin telaşesinde, bazı ayetleri devre dışı bırakan, AYETLERİN ANLAMLARINI DEĞİŞTİREN silah ortaya çıkıyor ve şunu söylüyorlar. (SEN BU AYETİN, NÜZUL SEBEBİNİ BİLİYOR MUSUN? Bu ayet o günkü topluma, atalarının dininden vazgeçmeyenlere hitaben indirilmiştir.) Demek ki bu ve buna benzer ayetler, bugün hükümsüz öylemi dostlar? Yalnız o günkü topluma mı indirildi? Bugün bizlerin alacağı hiç dersler yok mu? Hani Kur’an evrenseldi? Hani zaman ötesiydi? Allah affetsin. Unuttukları Kur’an ın tamamı, o günkü topluma indirilmişti, bugün bizleri bağlamıyor mu? Yoksa işimize gelenlere mi iman ediyoruz. Allah ın dediği gibi, yoksa siz Kur’an ın bir kısmına inanıyor, bir kısmına inanmıyor musunuz? Bunun gibi birçok ayeti, hurafe inançlarımızı yaşamak adına, görmezden geliyor, üstünü örtüyoruz. ALLAH BİZLERE KUR’AN BİR MUCİZEDİR DİYOR, BİZLER İSE HER BİLGİ KUR’AN DA YOKTUR DİYEREK, TOPLUMU BEŞERİN YAZDIĞI AMA KUR’AN IN ASLA BAHSETMEDİĞİ, DOĞRULUĞUNDAN EMİN OLAMAYACAĞIMIZ, KİTAPLARA YÖNLENDİRİYORUZ. Allah Kur’an da, hiçbir şeyi eksik bırakmadık diyor da, ayetlerin nüzul sebebi konusunda özellikle açıklama yapmayıp detay vermiyorsa, bunu sorgulamak ya da sanki bunu eksiklikmiş gibi gösterenlere inanmak, büyük gaflettir saygısızlıktır, bunu da unutmayalım. AYETLERİ BİR OLAYA, YA DA BİR ZAMANA BAĞLAMAK, KUR’AN IN EVRENSELLİĞİNE AYKIRIDIR, AMA BUNU NE YAZIK Kİ ANLAYAMADIK. Sizce ayetleri, Allah ın hiç bahsetmediği konularla bağdaştırarak anlamaya çalışmamız, bizlerin ayetleri doğru anlamamızı sağlar mı? Ayetler çok açık olduğu halde, hala gerçeklerden uzak dinimizi yaşıyorsak, bu dinin Allah ın emrettiği din olmadığının farkına varalım. Yoksa hesap günü, çok pişman oluruz. Bu ayetlere iman ettiğini söyleyen bir Müslüman, Kur’an ın dışından hiçbir bilgiyi, sözü din adına asla kabul etmez. TERSİNİ YAPAN İSE BU VE BUNA BENZER YÜZLERCE AYETE, İMAN ETMİYOR DEMEKTİR. Allah Kur’an bir mucizedir diyor ve bu mucize sizlere yetmiyor mu diyerek bizleri uyarıyor. Tüm bu gerçekleri görmezden gelip, başka mucizeler arayıp, beşeri rivayet ve sanı bilgilerle dinini yaşayanların, mahşer günü çok ama çok üzülenlerin safında olacakları açıktır. Allah peygamberimizden bahsederken, onda sizin için güzel örnekler vardır der. Evet, peygamberimizin hayatı, yaşamı ve adalet anlayışı ve güzel davranışları ile bizler için örnektir. Onun örnek yaşantısını araştıralım, öğrenelim ve hayatımıza geçirelim. Onun hadislerinden elbette faydalanalım. Ama bu konuda çok dikkatli olalım. Çünkü benim adımı kullanarak yalan söyleyen, cehennemdeki yerini hazırlasın sözlerini, asla unutmayalım. Peygamberimize atfedilen her sözü, Kur’an onayından geçirelim. Çünkü peygamberimiz Kur’an ile yatan, Kur an ile kalkan, hayatına Kur’an ile yön veren örnek bir insandı. DİN DÜŞMANLARI, PEYGAMBERİMİZE KARŞI SEVGİMİZİ, BAĞLILIĞIMIZI ÇOK İYİ BİLİYORLAR. ONUN ADINI KULLANARAK, DİNE NİFAK SOKMAYA ÇALIŞACAKLARDIR, LÜTFEN UYANIK OLALIM. Dilerim Allah dan, yalnız Kur’an ın ipine sarılan, onun sınırlarını aşmayan, bilerek ve düşünerek iman eden, batıla sapmayan Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  8. Günümüzde çok konuşulan ve tartışılan bir konuda, mezhepler konusudur. Mezhepleri savunanlar, mezhep âlimlerinin asla ümmeti bölüp parçalamak maksadı ile çalışmalar yapmadığını ve İslam tarihinde mezhep çatışmalarının olmadığını söylemektedirler. İslam ın mezheplere bölünmesini savunanlar, yine her zaman yaptıkları gibi, peygamberimizin üzerinden, deliller bulma çabasına girmişlerdir. (Ümmetimin âlimleri arasındaki ayrılık rahmettir.” ve “Ümmetimin âlimleri asla yanlış üzerinde ittifak etmezler.” Buyurdular.) Sizce yukarıdaki sözleri, peygamberimiz söylemiş olabilir mi? Kur’an ı anlayarak ve düşünerek okuyan bir insanın, önce bunu asla kabul etmeyeceğini, peşinen söylemek isterim. Çünkü din şaka götürmez ve asla risk edilecek bir konu değildir. Ayrıca hatasız insan olmaz. İslam ı, kişilerin sözlerine göre değil, yalnız Kur’an a göre yaşamalıyız. Beşeri sözlerin yanlış aktarılma ve yine yanlış bilgilerle karışma riski, her zaman vardır. Mezhepleri savunan kardeşlerimiz, mezhep imamlarının İslam ı bölmek adına bir çabalarının olmadığını söylüyor. Bakın buna hiç itirazım olmaz. Çünkü gerçekten bunu bilemeyiz. Belki de iyi niyetle başlayan bilgilendirme, yol gösterme çalışmaları, daha sonra bazı kişilerin, konuyu saptırmış olabileceklerini, hatta din düşmanlarının, dine bu yolla nifak sokma çabalarını, göz ardı etmemeliyiz. Çünkü mezheplerde aynı konuda bile, çok farklı inançlar oluşmuştur. Hak ve doğru tektir. Onun kaynağı, ölçüsü ve sınırı da, yalnız Kur’an dır. İlginçtir, İmamı Azam Ebu Hanife, sağlığında hiçbir mezhebe, ya da fırkaya tabi olmadığı gibi, kendiside sağlığında bir mezhep kurmamıştır. İmamı Azamın ölümünden sonra, yazıları toplanmış ve öğrencileri tarafından, Hanefi mezhebi kurulmuştur. Bildiğiniz gibi, mezhep kelime anlamı olarak YOL, GÖRÜŞ anlamındadır. Buradan yola çıkarak, ilk zamanlar din konusunda toplumu bilgilendirmek ve topluma doğru yön vermek istemiş olabilirler. Çünkü yüzlerce yıl önce toplumun eğitim seviyesini düşündüğümüzde, kısmen de olsa belki de faydasının olabileceğini söyleyebiliriz. Ama faydadan çok, zararı olduğunu da bugün çok açık görüyoruz. Gelelim günümüze. Mezhepleri savunan düşünce, İslam toplumunda mezhep çatışmalarının olmadığını söylüyor. Sizce bu düşünce doğru olabilir mi? Elbette mümkün değil. Geçmişi bırakın, gözümüzün önünde camide namaz kılarken, canlı bombalarla aynı kitaba, aynı peygambere iman ettiğimiz halde, din kardeşini öldürenleri nasıl unuturuz. Sırf mezhep farklılıklarından dolayı, birkaç ülke birleşip, diğer farklı mezhepteki bir Müslüman ülkeye top yekûn saldıra biliyorlar. Öldürdükleri Müslüman din kardeşleri, ama bir birlerini düşman görebiliyorlar. Elbette yalnız günümüzde değil, bu düşmanlık ve bölünmenin peygamberimizin ölümüyle başladığını, hepimiz çok iyi biliyoruz. İSLAM A EN BÜYÜK ZARAR, DİNDE BÖLÜNMEKLE YAPILMIŞTIR. Gelelim bu konuya Kur’an ne diyor, şimdide ona bakalım. Eğer Allah onay vermiyor da, bizler hala dinde bölünmeyi savunuyorsak, dinden sapmış olacağımızı unutmayalım. Rum 32: DİNLERİNİ PARÇALAYAN VE GRUPLARA AYRILANLARDAN OLMAYINIZ! Her grup, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.( Bayraktar Bayraklı meali) Sizce bu kadar açık bir ayet dururken, BİZLER HALA DİNDE BÖLÜNMENİN BİZLERE BEREKET, ZENGİNLİK GETİRECEĞİNİ NASIL SÖYLERİZ? Nasıl olurda dinde bölünmeyi savunuruz. Cahiliye devrinde Yahudi ve Hıristiyanlar, ellerindeki kitabı yeterli görmeyip fırkalara, mezheplere ayrılmışlardı. Allah da sizler sakın onlar gibi yapmayın ve bölünmeyin diyor bizlere. Peygamberimizin adını kullanarak, yapılan yanlışa kanıt göstermeye çalışanlar, hesap günü peygamberimizin şahitliğinde, kaçacak delik arayacaklardır, lütfen bunu unutmayalım. Enam 159: DİNLERİNİ PARÇA PARÇA EDİP GURUPLARA AYRILANLAR VAR YA, SENİN ONLARLA HİÇBİR İLİŞKİN YOKTUR. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir. (Diyanet vakfı meali) Müminun 53: Ama insanlar, ARALARINDAKİ İNANÇ BAĞINI KESEREK KENDİ ARALARINDA PARÇA PARÇA OLDULAR. Her grup kendilerinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedirler.( Bayraktar Bayraklı meali) Ali İmran 105: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra PARÇALANIP AYRILIĞA DÜŞENLER GİBİ OLMAYIN. İşte onlar için büyük bir azap vardır. (Diyanet meali) Allah çok açık hükmünü veriyor ve diyor ki, sakın dinde bölünmeyin. Çünkü Yaradan, yeni bir peygamber ve yeni bir kitap göndermesinin asıl nedenlerini anlatırken, DİNDE BÖLÜNEREK ALLAH IN DİNİNDEN UZAKLAŞMALARI olduğunu Kur’an birçok kez anlatıyor. Tabi anlamak istemeyenler hala, anlamamakta ısrar ediyorlar. Dini Allah ın sınırları içinde yaşamadığımız takdirde, bölünür ve parçalanırız. Bunu yaparsak toplum olarak, acıların en büyüğünü yaşarız. Onun içindir ki tek bir ortak noktamız olmalıdır. Oda bakın ne olmalıymış. Ali İmran 103: HEP BİRLİKTE ALLAH’IN İPİNE (KUR’AN’A) SIMSIKI SARILIN. PARÇALANIP BÖLÜNMEYİN. (Diyanet meali) Demek ki parçalanmamak için yalnız ve yalnız Kur’an ın ipine sarılmalıymışız. Birileri çıkıp da siz Kur’an ı anlayamazsınız, ben onu sizler için açıkladım kitabımda diyorsa, lütfen bunlara kanmayalım. Emin olmadığımız her şey, bizler için risk taşır. Dini anlamak ve yaşamak adına güveneceğimiz kaynak Kur’an dır ve bizler tek bir yumruk olmak istiyorsak, asla ayrılığa düşmeden, KUR’AN IN ÇEVRESİNDE, HEP BİRLİKTE TOPLANMALIYIZ ve onu anlamak adına çaba harcamalıyız. Çok dikkat çekici, bir ayet daha hatırlatmak istiyorum sizlere. Şura 13: “DİNİ DOSDOĞRU TUTUN VE ONDA AYRILIĞA DÜŞMEYİN!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır. (Diyanet meali) Bakın Allah dinde sakın bölünmeyin diye, kimlere daha öncede uyarıda bulunmuş. Nuh peygamberimizden tutun, bugüne kadar gönderdiği tüm kitaplarda uyarının hem aynı olduğunu özellikle Allah söylüyor ve ne diyor tekrar hatırlayalım. (DİNİ DOSDOĞRU TUTUN VE ONDA AYRILIĞA DÜŞMEYİN.) Demek ki bizden önceki peygamberlerin toplumu da, aynı yanlışı yapmışlar ve Allah ın uyarılarını dinlemeyerek, ne yazık ki bölünmüşler. Üzücü olanda, Peygamberimizin ümmeti olan bizlerde, aynı yanlışı yaptık ve dinde bölünerek ayrılığa düştük. Toplumun Kur’an ile bağı kesildiği içinde, bu acı gerçekleri göremiyor, hissedemiyoruz. ÇÜNKÜ EDİNDİĞİMİZ VELİLER, ŞEYHLER, EFENDİLER, GİRDİĞİMİZ CEMAATİN YÖNETİCİLERİ, BİZLER İLE KUR’AN ARASINA YÜKSEK BİR DUVAR ÇEKTİLER. Allah ın uyarılarını ne duyan var ne işiten. Allah bizlerin bölünmesini, sağa ya da sola sapmasını değil, yalnız Kur’an a sarılarak, onun yolundan yürümemizi, orta yolu izleyen bir toplum olmamızı, özellikle emreder. AÇIKÇASI DİNDE MEZHEPLERE, FIRKALARA BÖLÜNEREK İSLAM I YAŞAMAYI, KUR’AN YASAKLAMIŞTIR. İSLAM DİNİ FERDİ YAŞANIR. ÇÜNKÜ ALLAH BİZLERİ BU DÜNYADA, İMTİHAN ETTİĞİNİ SÖYLÜYOR. Okulda öğretmenimize, biz arkadaşlarımızla beraber derse çalıştık, imtihana beraber girmek istiyoruz diyebilir miyiz? Diyemiyor da, herkes özellikle kendisi çaba harcayarak çalışıyor ve imtihana giriyorsak, lütfen dinimizi öğrenmek ve yaşamak içinde, bizler mutlaka kendimiz önce çaba harcamalıyız. Daha sonra elbette araştırmalı ve sormalıyız. Çünkü hepimiz birbirimize, muhtaç yaratılmışız dır. Ne yazık ki bugün öyle bir yanlışın ardı sıra gidiyoruz ki, BİR MEZHEBE TABİ OLMAYAN, HATTA BİR ŞEYHİ OLMAYANIN, CENNETE GİREMEYECEĞİ DAHİ SÖYLENMEKTEDİR. Birileri düzeninin devam etmesi için, işini sağlam kazığa bağlamışa benziyor, ama yalnız bu dünyada tabi. Huzuru mahşerde neler olacak, hep birlikte göreceğiz. Dinde mezheplere, fırkalara ayrılma konusunda Rabbimiz, Kur’an da çok sert uyarıyor, hepimiz ayetlerden bunu apaçık anlıyoruz. Lütfen bu uyarıları artık görmezden gelmeyelim. Bizden önceki toplumların yanlışına düştüğümüz gerçeğinin farkına vararak, birbirimizi uyaralım. Daha sonrada Kur’an ın çevresinde buluşalım. Sizlere son bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Bakın Allah bizleri nasıl uyarıyor ve ne diyor. Enam 153: İŞTE BU, BENİM DOSDOĞRU YOLUM. ARTIK ONA UYUN. BAŞKA YOLLARA UYMAYIN. YOKSA O YOLLAR SİZİ PARÇA PARÇA EDİP, O’NUN YOLUNDAN AYIRIR. İşte size bunları Allah, sakınasınız diye emretti. (Diyanet meali) Yüce Rabbim sana şükürler olsun. Bizleri o kadar açık uyarıyorsun ki, gözlerinde perde olmayan, her şeyi apaçık anlayacaktır. Allah benim sizlere gönderdiğim rehbere uyarsanız, benim yolumdan gidersiniz diyor. Yok, kendinize başka yollar, yani mezhepler fırkalar arayarak, farklı arayışlarda olursanız, inancınızda parça parça olursunuz, bu yetmez Allah ın yolundan saparsınız açıklamasını yapıyor. Bakın dünyada, İslam toplumlarından başka bir biriyle savaşan, kan döken neredeyse toplum kalmadı. Bu acı gerçeklerden ders almanın zamanı geldi ve geçiyor. Bu konuda söylenecek sözün sonu olsa gerek yazdığım bu ayet. Bu ayetten ders alarak, dinde bölünmeden Kur’an ın çevresinde toplanan toplumlara ne mutlu. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  9. İslam ı Kur’an dan değil de, batıl ve hurafe kaynaklardan öğrenip yaşarsak, bizleri her zaman Allah ile aldatanlar çıkacaktır, önce bunu unutmayalım. Günümüz İslam toplumunda, din menfaat ve çıkar adına öyle kullanır olmuş ki, adeta MÜSLÜMAN IN CEBİNDE, BİRİLERİNİN ELLERİ DOLAŞIYOR. Kur’an da geçen RİBA, yani dilimize çevrilmiş şekliyle faiz, topluma öyle farklı ve yanlış anlatılıyor ki, BÖYLECE TOPLUMUN PARASI, SERMAYESİ ÇIKAR ÇEVRELERİNİN ELİNDE OYUNCAK OLMUŞ. Bugünkü yazımın konusu, katılım bankacılığı altında, toplumun nasıl aldatıldığı üzerine olacak. Özet olarak şunu söylemek isterim, Kur’an ın bahsettiği RİBA/FAİZ ile bugün bankaların çalışma sisteminde geçen faiz çok farklıdır. Elbette bankalar kontrol dışına çıkarsa, RİBA dan yani Kur’an ın bahsettiği FAİZ den, hiçbir farkı olmaz. Detayına girmek istemiyorum. Vereceğim örnekten katılım bankası ile diğer bankaların hiçbir farkının olmadığını, tam tersine katılım banka sisteminin, saf ve tertemiz Müslüman din kardeşlerimin, inancıyla aldatıldığını söyleyebilirim. Katılım bankacılığı tuzaklarını, sizlere daha iyi anlatabilmek için, bu sistemle çalışan bir katılım bankasına girdim. Ben yeni bir araba almak istiyorum, onun içinde 25.000 TL kredi almak istediğimi söyledim. Bu krediyi 36 ayda ödemek istediğimi, geri aylık ödemelerimin, ne kadar olacağını sordum. Aylık geri ödemelerimin, 847 lira olacağını söylediler. Yani 3 yılda faiz yaklaşık 5.500 TL. Toplam 30.492. TL Bu parayı bana elden verebilir misiniz dediğimde, katılım bankacığında elden ödeme yapılmıyor, biz alacağınız firmaya ödeme yapıyoruz dediler. Neden bizlerin eline vermeyip, firmaya veriyorsunuz dediğimde, size verirsek, siz belki bir kısmını başka bir yerde kullanırsınız, O ZAMAN FAİZE GİRER DEDİ GÖREVLİ. KELİME OYUNLARI İLE AÇIKÇA TOPLUM ALDATILIYOR. İnanılmaz bir mantık. Anlayışa bakar mısınız lütfen. Alacağım kredinin bir kısmını, ailemin ihtiyaçları için harcarsam, bunun faiz olacağını söyleyebiliyor. Buna hiç kimse itiraz etmiyor ve kabul ediyor. Benim araba alırken, onlardan alacağım krediyi onlar firmaya verip, bendende yaklaşık 3 yıl içinde 5.500 TL fazla alıyor, buna faiz demiyor, ama parayı benim elime verdiğinde, ben bir kısmını yine farklı ihtiyaçlarımda kullandığımda, o zaman bu faiz olur diyebiliyor. Aman Allah ım, mantığı görüyor musunuz? Kur’an ın bahsetti RİBA/faiz, birisine verdiğiniz borcun nerelerde harcanması ile ilgili değil, VERDİĞİNİZ BORCUN, KAT KAT ARTIRILARAK GERİ ALINMASIDIR. Bir insan ihtiyaç dan dolayı borç alır. Borcu verdiğimize de, bu parayı nereye harcayacaksın diye soramayız. Çünkü bu onun özel hayatıdır. Elbette alınan borcun, kötü amaçlı yanlış yerlerde harcanması durumu farklıdır. Bunu da bizlerin takip etmesi, ya da bilmesi mümkün değildir. Katılım bankasının, müşterisine güvenimi yok, yoksa farklı amaçlar mı var? Ya da kredi alanın, günaha girmesini mi engelliyor bu yolla acaba (!) Görevli bunları söylerken, biz aldığınız aracı ipotek ederek, böylece verdiğimiz paranın da takibini yapmış oluyoruz dediler. İyide diğer bankalar, neden böyle bir davranış içinde değiller. Onlar verdiği krediyi gelişigüzel vermiyorlar ki. Onlarda geri ödeyemeyecek kişilere, zaten kredi vermiyor ama müşterisine güvenip, aldığı krediyi ellerine veriyor. Çok ilginçtir katılım bankası, biz ticaret yapıyoruz, faiz almıyoruz diyorlar. Diğer bankalarda ticaret yapıyor, hatta bankalar ticari kuruluşları destekleyen, çok önemli ticari bir işletmedir. Bir insan herhangi bir konuda, özel ihtiyaçlarını karşılamak için bu durumda kredi alamaz, katılım bankasından. Peki, kimden alacak? Kat kat RİBA (Faiz) artırılmış, tefecilerden mi alsın? Acaba aynı krediyi, normal bir bankadan almaya kalksak, aylık ne kadar geri öderiz? Birkaç bankaya sordum. Birbirine yakın değerler aldım. Bir banka, aynı meblağdaki aylık dönüşün, 848 TL olduğunu söyledi. BAKIN KATILIM BANKASIYLA HİÇBİR FARKI YOK. Katılım bankası aynı parayı senin eline vermiyor, firmaya veriyor, diğer banka ise elimize veriyor. Çok daha ilginci, birikimi olan ve enflasyonda parasının erimesini engellemek için, bankaya yatıran vatandaşlarımızın durumu, çok daha dikkat çekici. Katılım bankası adıyla çalışan bankaya paranızı yatırdığınızda, geri dönüş olarak en düşük getiriyi sağlıyor. Getirisini önceden söylemiyor, bir ay sonra belli olur diyor. Buda yaklaşık yüzde 06 ya da 06.30 faiz getirisi veriyor. Gerçi onlara sorsanız bu faiz değil, kar payı diyorlar. Diğer bankalar ise, ekonominin gidişatına enflasyona uygun, yaklaşık yüzde 09.30 ya da 10 civarında gelir getiriyor ve bunu paranızı yatırırken hemen söylüyor. Yani paranızın ne kadar nemalanacağını, siz baştan biliyorsunuz. Ama katılım bankasında bilmiyorsunuz. Onların insafına kalmış. İlginçtir, kredi almaya gittiğinizde her iki sistemde çalışan bankalar, bir birine çok yakın faiz oranları ile kredi veriyor, ama halkın parasını çalıştırmaya gelince, en düşüğünü katılım bankası veriyor. Bumu sizin adaletiniz? TOPLUM BÖYLECE FAİZ KORKUSUYLA ALDATILIYOR, KANDIRILIYOR. ASLINDA YOK BİRBİRLERİNDEN FARKI, TEK FARKLARI BİRİSİ, DİNİ KULLANARAK TOLUMUN PARASINI, İSTEDİĞİ GİBİ KULLANIYOR. Değerli din kardeşlerim. Allah Kur’an da, kat kat artırılmış RİBA yemeyin der. Ali İmran 130: Ey inananlar, KAT KAT RİBA YEMEYİN, Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz. ( Süleyman Ateş) BURADAKİ RİBA, TEFECİLİĞİN TAM KARŞILIĞIDIR. Bugün bankacılık, ya da katılım bankacılığı çağımızın, yaşantımızın gerçekleridir. Doğru kullanılırsa toplumun yararına olur, yanlış kullanılırsa zararına olur. Yani devletin mutlaka kontrolünde olmalıdır. Tabi devlete de millet sahip çıkıp, yöneticilerini EHİL insanlardan seçebiliyorsa. Faiz/RİBA verdiğiniz borcu, kat kat artırarak geri almaktır. KATILIM BANKASI DA, DİĞER BANKALARDA, VERDİĞİ KREDİYİ GERİ ALIRKEN, AYNI MİKTARDA GERİ ALIYOR. BUNUN FARKLI OLDUĞUNU NASIL SÖYLERİZ. Normal bankadan, ya da katılım bankasından kredi aldığınızda, İster bir mal alın, ister çocuğunuzu evlendirin, ister evinize erzak alın. Hiç fark etmez. Bu makaleyi yazmamdaki amaç, din kardeşlerimin aldatılmaması adınadır. Lütfen inançlarımızı, bizlere din adına öğretilenleri, Kur’an ile mutlaka sorgulayalım. Eğer bunu yapmazsak, aldatılmaktan, sömürülmekten asla kurtulamayız. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  10. Bizler İslam ı kendi nefsimizde öyle bir şekillendirdik ki, özellikle kadın neredeyse ikinci sınıf bir insan durumuna düşürüldü. Hâlbuki Kur’an, kadın ve erkeğin ayrılmaz bir ikili olduğunu, hiçbirisinin diğerine üstün olmadığı, üstünlük Allah katında olduğu anlatılır. Yazımın konusuna gelince. Günümüzde İslam ı Kur’an merkezli yaşamayıp, rivayet ve sanı bilgilerle yaşayanlar, KADININ EVLİLİK DE BOŞANMA HAKKI OLMADIĞINI, BOŞAMA HAKKININ YALNIZ ERKEKTE OLDUĞUNU, SÖYLEME GAFLETİNDE BULUNMAKTADIRLAR. Elbette bu sözler Kur’an a iftiradır, hakarettir. Kur’an evlilik konusunu çok ciddiye alır ve boşanma konusunun en son düşünülmesi gerektiğini, birçok ayetinde anlatmaya çalışır. Onun içinde, çok ciddi önlemler alır. Eğer eşler anlaşamıyorsa, bakın yakınlarının ilk yapması gerekenleri, nasıl anlatıyor. Nisa 35: Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, ERKEĞİN AİLESİNDEN BİR HAKEM VE KADININ AİLESİNDEN BİR HAKEM GÖNDERİN. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.(Diyanet vakfı meali) Demek ki kadın ve erkeğin aralarını bulmaları için, en yakınlarından ama hem erkek hem de kadın tarafından, bir HAKEM HEYETİ OLUŞTURULMASI İSTENİYOR. Demek ki evliliğin devamı, yalnız erkeğin isteğiyle olmuyormuş. Ayette ayrım yapmadan genel bir ifade ile geçimsizlikten, aralarının bozulmasından bahsediliyor. Bugünde böyle yapılmaz mı zaten. Barışmaları için aracılar konur, olmuyorsa yakınlarının da şahitliğinde, bu her toplumda her çağda yetkilendirilmiş mahkemeler aracılığıyla eşler ayrılır. Şimdide farklı bir ayet örneği vermek istiyorum. Nisa 129: Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir. 130: EĞER AYRILIRLARSA, ALLAH BOL LÜTUF VE NİMETİYLE ONLARIN HER BİRİNİ ZENGİN KILAR (başkalarına muhtaç bırakmaz). Allah, lütfu geniş olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir.(Diyanet İşleri meali) Ayet çok eşli olmanın sakıncalarından bahsediyor ve diyor ki, çok eşlilikte isteseniz de kadınlar arasında adaleti sağlayamazsınız. Bu durumdan memnun olmayan, kadınlarınızdan ayrılmak isteyenler olursa, zor durumda kalacaklarından korkmasınlar, elbette Allah onlara yardımcı olacaktır diyor. Bakın bu ayette de kadın isterse, eşinden memnun değilse, ayrılabileceğini çok açık belirtiyor. Şimdi vereceğim ayette ise bakın kadın boşanmak istediğinde, ne yapması gerektiğini nasıl açıkça belirtiyor. Bakara 229: Boşanma iki defadır/Boşanmada iki celse yapılmış olursa, ondan sonra ya iyilikle tutmak veya güzellikle ayrılmak gerekir. Kadınlara mehir olarak verdiğiniz bir şeyi geri almanız helâl değildir. Meğerki eşler, Allah'ın sınırlarını yerine getirememekten korkmuş olsunlar. Ancak erkek ve kadının, Allah'ın sınırlarında durmayacaklarından korkarsanız, O ZAMAN KADININ AYRILMAK İÇİN VERDİĞİ FİDYEDE HAKKINDAN VAZGEÇMESİNDE İKİSİNE DE BİR GÜNAH YOKTUR. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Sakın bunları aşmayınız. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zâlimlerdir. ( Bayraktar Bayraklı meali) Ayet eşlerin boşanma konusuna, çok sıkı tedbir getiriyor ve diyor ki, bir eşi canının istediği gibi, boşayıp tekrar alamazsın. Bir eş en fazla iki kez boşanabilir diye sınır getiriyor. Bakara 230. ayette de, üçüncü kez boşamadan sonra, aynı kadınla evlenebilmek için, o kadının bir başka erkekle evlenip, ondanda boşanması halinde ancak tekrar evlenebileceği konusunda, çok önemli bir tedbir getiriyor boşanma konusuna. YİNE BAKARA 231. AYETİNDE, EŞLERİNİZİ İSTEKLERİ DIŞINDA, EZİYET ETMEK İÇİN ALIKOYMAYINIZ DİYE UYARIR. Bakara 229. ayeti anlamaya devam edelim. Erkek kadını boşamak istiyorsa, evlenirken verdiği mehiri geri almamalıdır diyor. Yine ayetin devamında, çok net bir açıklama yaparak, kadın ve erkek Allah ın sınırlarında duramayacağından korkarsa, yani bir birinize karşı saygınızı, sevginizi yitirdiyseniz, BU DURUMDA KADIN EŞİNDEN AYRILMAK İSTİYORSA, EVLENİRKEN ALDIĞI BEDELDEN/MEHİRDEN VAZGEÇMESİ ŞARTIYLA, RAHATLIKLA BOŞANABİLECEĞİ ANLATILIYOR. Güzelim dinimizi, nefislerimizde yarattığımız batıl inançlarımızla, öyle şekillendirdik ki, KADINLARIMIZA ADETA KÖLE MUAMELESİ YAPILIYOR. Kur’an dan uzak İslam ı yaşamaya devam ettiğimiz sürece, ne bizler huzurlu ve mutlu oluruz, nede İslam ı başka toplumlara anlatabiliriz. Gelin huzurun ve mutluluğun anahtarını, Kur’an da arayalım, emin olamadığımız hurafe ve sanı bilgilerde değil. Vakit geçiyor, emaneti her an teslim edebiliriz, yani imtihanımızın sonuna gelmiş olabiliriz. Eğer hesabın görüleceği o çetin gün pişman olmak istemiyorsak, aklımızı başımıza toplayalım ve elde Kur’an bugüne kadar bizlere din adına anlatılanları, bunlarda Allah katındandır dedikleri tüm bilgileri, Kur’an ile sorgulayalım. Dilerim bu gerçeğin farkında olabilen, Allah ın azınlık halis kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  11. Günümüzde bizler, İslam ı öyle yanlış bilgilerle yaşıyoruz ki, inanın farkına varabilsek, üzüntümüzden kahroluruz. Din ve iman hata götürmez. Onun içinde bir sarraf misali, çok dikkatli ve hassas olmalıyız. Bizlere Kur’an ı sizler anlayamazsınız diyenlere inandığımız için, Yaradan ın bizlere tebliğini ilk elden alma şansımızı da kaybetmişiz. Böyle olunca da ellerimizle RUHBAN sınıfı yaratmışız. Hâlbuki İslam dininde, ruhban sınıfı yoktur. Allah ile kulu arasına, elçisinin bile giremeyeceği bilgisini, bakın nasıl veriyor bizlere. Tabi Kur’an ı anlayarak okursak, ancak bunun farkına varabiliriz. Müddesir 11: BENİ, YARATTIĞIM KİŞİYLE BAŞ BAŞA BIRAK. (Diyanet meali) Bizlerin Kur’an ile bağımızı kesenler, saltanat ve hükümranlıklarının devam edebilmesi için, öyle yanlış bilgilerle bizleri oyalamışlardır ki, FARKINDA OLMADAN ŞEYTANI DOST EDİNİYORUZ. Evet, yanlış duymadınız, farkında değiliz, ama genel çoğunluğumuz, Allah ı dost edindiğimizi zannederek, şeytanı dost edinmiş olabiliriz. Gelin bu konuyu, Kur’an ışığında anlamaya çalışalım. Zuhruf 36: Kim, Rahman’ın ZİKRİ’Nİ GÖRMEZLİKTEN GELİRSE, biz onun başına BİR ŞEYTAN SARARIZ. ARTIK O, ONUN AYRILMAZ DOSTUDUR.(Diyanet meali) Bakar mısınız lütfen, Kur’an ayetlerinin bir kısmını kim görmezden gelir, ya da üstünü örterse, bizler ona şeytanı musallat ederiz, şeytanın dostu yaparız diyor. Bugün bizler onlarca ayetin hükmünün kalktığını, nesh edildiğine inanırsak, ayrıca Allah ın açıkça verdiği hükümlerin tersini hayatımıza geçirirsek, SİZCE DOSTUMUZ ALLAH MI OLUR, YOKSA ŞEYTAN MI? Ne yazık ki bugün bu hatayı bizler yapıyoruz. Hatırlayınız lütfen, Allah şefaat tümden bana aittir, hiçbir şefaatin olmadığı o günden sakının diyor Kur’an da, bizler tam tersine, Allah ın yanında şefaatçiler ediniyoruz. Allah Kur’an ın sınırlarını aşmayın, Kur’an ın ipine sarılın diyor, bizler ise Kur’an da her bilgi yoktur diyerek, sınır tanımaz bir inanç yaşıyoruz. Kur’an veli ve dost kelimelerini iki farklı anlamda kullanmıştır. Örneğin bir insanın bakmakla yükümlü olduğu aile büyüğüne veli dediği gibi, din ve iman adına güvenilecek ve yardım istenecek, yalnız Allah ı VELİ edinmemizi öğütler. Yani din adına sarılacağımız kitabın yalnız Kur’an olduğu ve dinin sınırlarını Allah Kur’an ile sınırladığını anlatır. Dost kelimesi de yine iki farklı anlamda kullanılmıştır. Örneğin Müslüman, Müslüman ın dostudur der. Ama bir de çok önemli bir anlamı vardır ki, din ve iman adına güvenilecek, yardım istenecek dostun yalnız Allah olduğunu söyler Kur’an. Veli ve dost, birbirine çok yakın anlamda kullanılmıştır. Araf 3: (Ey insanlar) Rabbinizden, size indirilene uyun ve O'NDAN BAŞKA DOSTLARA UYMAYIN. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. (Elmalı Hamdi meali) Demek ki uymamız gereken yalnız Kur’an, din ve iman adına güvenebileceğimiz yardım isteyeceğimiz dostumuz/velimiz de yalnız Allah. Peki, bizler bugün ne yapıyoruz? Yalnız Kur’an olmaz, Kur’an da her bilgi yoktur diyor, emin olamayacağımız bilgilerle dinimizi yaşıyoruz. Tıpkı cahiliye döneminde yapıldığı gibi. Ayrıca kendi nefislerimizde, Allah dostları ilan ettiğimiz kişiler yaratarak, onları şefaatçiler ilan edip, hiç kuşku duymadan ardı sıra gidiyoruz. BÖYLE YAPAN BİZLERİN, SİZCE YANINDAN ŞEYTAN EKSİK OLUR MU? Bakın Allah dan başka, yardımcı dost olmadığını, Rabbimiz nasıl ayetlerinde anlatıyor. Secde 4: Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. O'NDAN BAŞKA NE BİR DOST NE DE BİR ŞEFAATÇİNİZ VARDIR. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız? (Diyanet vakfı meali) Şura 6: ALLAH'TAN BAŞKA DOSTLAR EDİNENLERİ ALLAH, DAİMA GÖZETLEMEKTEDİR. Sen onlara vekil değilsin. (Diyanet vakfı meali) Şura 9: Yoksa onlar ALLAH'TAN BAŞKA DOSTLAR MI EDİNDİLER? HÂLBUKİ DOST YALNIZ ALLAH'TIR. O ölüleri diriltir, her şeye kadirdir.(Diyanet vakfı meali) Şura 46: Onların ALLAH'TAN BAŞKA KENDİLERİNE, YARDIM EDECEK HİÇBİR DOSTLARI YOKTUR. Allah kimi saptırırsa, artık onun kurtuluşa çıkan bir yolu yoktur. (Diyanet vakfı meali) Tevbe 116: Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah'ındır. O diriltir ve öldürür. SİZİN İÇİN ALLAH'TAN BAŞKA NE BİR DOST NE DE BİR YARDIMCI VARDIR. (Diyanet vakfı meali) Ne dersiniz, Allah Kur’an da bizleri nasıl uyarıyor, fakat bizler hala Allah ın yanında, bizlere yardım edeceklerini iddia ettiğimiz DOSTLAR, VELİLER, ŞEYHLER, EFENDİLER nasıl edinmeye devam ediyoruz. Sizce bu durumda yanı başımızda, bizlere fısıldayanlar kimler olabilir? Allah yardımcımız olsun. Allah o günkü Ehli kitabın yaptığı yanlışları uyarmak, bir daha aynı hataların yapılmaması için, sizlere Kur’an ı indirdik dedikten sonra, bakın çok dikkat çekici bir uyarı yapıyor ve aynı hataları yapanların, dostu kimler olacağını bir kez daha nasıl açıkça belirtiyor. Nahl 63: Yemin olsun Allah'a ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik de ŞEYTAN ONLARA AMELLERİNİ SÜSLÜ GÖSTERDİ. O, BUGÜN DE ONLARIN DOSTUDUR/ O GÜN DE ONLARIN DOSTU İDİ. Onlar için acıklı bir azap var. (Yaşar Nuri Öztürk meali) Daha önceki Ehli kitap, nasıl yanlışlar yapmıştı da, onlara yaptıklarını şeytan süslü gösterdi diyor? Cahiliye dönemini lütfen hatırlayınız. Allah peygamberler ve kitaplar gönderip, yalnız gönderdiğim kitaplara uyacaksınız dediği halde, onlarda tıpkı bugün bizlerin genel çoğunluğumuzun yaptığı gibi, yalnız Allah ın gönderdiği kitaplarla yetinmediler. İnançlarını hurafe ve rivayet ağırlıklı yaşamayı seçtiler. Allah sakın şefaatçiler edinmeyin, benim ile aranıza kimseyi koymayın dediği halde, şefaatçiler edinip, birde onların heykellerini yaparak, Allah ile aracı yaptılar. Onların Allah katında şefaatçileri olacağına inandılar. Peki, bizler günümüzde ne yapıyoruz? ARAMIZDAKİ TEK FARK, HEYKELLERİNİ YAPMADIĞIMIZDIR. Hatırlatırım, Allah Kur’an ı yeterli görmeyerek, Allah ın Kur’an da ki sınırlarını aşanlara, şeytan musallat edip, onların dostu olacağını söylüyor. Kur’an ı yeterli görmeyenlere de bakın Rabbimiz ne diyor. Ankebut 51: KENDİLERİNE OKUNMAKTA OLAN KİTABI SANA İNDİRMEMİZ ONLARA YETMEMİŞ Mİ? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır. (Diyanet vakfı meali) Casiye 6: İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah'ın ayetleridir. Artık ALLAH'TAN VE O'NUN AYETLERİNDEN SONRA HANGİ SÖZE İNANACAKLAR? (Diyanet vakfı meali) Dikkat ederseniz o günkü Ehli kitap, Kur’an ı yeterli görmeyip, atalarından intikal eden rivayet ve sanı inançlarını da yaşamak istemişlerdi. Ama Yaradan asla bunu kabul etmiyor, bakın nasıl uyarıyor ve yalnız Kur’an ın yeteceğini söylüyor. Allah ın ayetlerinden başka, hangi söze inanacaklar diye de uyarıyor. Bugün bizler Allah ın ayetlerini yeterli görmüyor ve onun yanında, asla Allah ın bahsetmediği ciltler dolusu bilgilerin ardı sıra gidiyoruz. Değerli din kardeşlerim. Bizlerin ilk önce yapması gereken, Kur’an ı ilk elden anlayarak ve düşünerek okumak olmalıdır. Daha sonrada sormalıyız, araştırmalıyız. Tıpkı bir öğrenci misali. Allah sizleri Kur’an dan imtihan ediyorum diyor. Hepimiz birbirimize muhtaç yaratılmışız. Ama şunu asla unutmamalıyız, güvenilecek yardım istenecek velimiz, dostumuz yalnız Allah tır. Bakın Rabbimiz, din ve iman konusunun önemine dikkat çekmek adına, bizleri nasıl uyarıyor. Nisa 45: Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. GERÇEK BİR DOST OLARAK ALLAH YETER, BİR YARDIMCI OLARAK DA ALLAH KÂFİDİR. (Diyanet vakfı meali) İsteyen Allah ın bu uyarısını dinler, isteyen uyarıları göz ardı eder, seçim bizlerin. Yanı başımızda farkında olmadan, şeytanı dost edinmiş olma tehlikesine, bu yazımda dikkat çekmeye çalıştım. Hepimiz hata yapabiliriz. ÖNEMLİ OLAN HATADA ISRAR ETMEMEKTİR. Hatada ısrar etmek istemeyen, emin olmadığı bilgilere değil, yalnız Kur’an a sarılır. Peygamberimizde yalnız Kur’an a sarılmış, yalnız Kur’an ı tebliğ ederek, ümmetine Kur’an ile hükmetmiştir. Asla Kur’an ın dışından, dine ilaveler yapmamıştır. Rad 40: Onlara vaad ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek yahut seni, onu görmeden vefat ettirsek, YİNE DE SANA DÜŞEN SADECE TEBLİĞ ETMEK, bize düşen de hesaba çekmektir. ( Elmalı Hamdi meali) Ahkaf 9: De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. BEN SADECE BANA VAHYEDİLENE UYARIM. BEN SADECE APAÇIK BİR UYARICIYIM.(Diyanet vakfı meali) Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  12. Bu yazımda, rüya konusu üzerinde konuşmak ve bu konuyu Kur’an ışığında aydınlatmaya çalışmak istiyorum. Çünkü rüya konusu, her toplumda çok farklı algılanmış hatta bu konu, insanların kendi çıkarlarına kullanılmasında aracı yapılmıştır. Bu konuda ciltlerce kitaplar yazılmış, rüyada görülen her şeye bir anlam verilerek, toplum adeta yönlendirilmeye çalışılmıştır. Önce Kur’an rüya konusunda, nasıl bilgiler veriyor ona bakalım. Allah uykuyu, geçici ölüme benzetir ve derki, her uykunuzda sizler ölüyor, farklı bir boyuta yani Allah ın zaman dilimine tabi oluyorsunuz der. Vakti dolanları alıkoyuyoruz, yani kesin ölüm gerçekleşiyor, vakti gelmeyenleri geri iade ediyoruz, yani uyandırıyoruz diye örnek verir Kur’an da. Şimdide gelelim uyuduğumuzda geçtiğimiz, farklı boyutun zaman farklılığı konusunda Allah, nasıl bir bilgi veriyor. Hac suresi 47. ayetinde, bizim zamanımızla, Allah ın katındaki zamanın karşılaştırmasını, bakın nasıl yapıyor. (ŞÜPHESİZ RABBİNİN NEZDİNDE BİR GÜN, SİZİN SAYDIĞINIZ BİN YIL GİBİDİR.) Düşünebiliyor musunuz, bizim dünyamızda geçen 1000 yıl, Allah katında bir güne eşit olduğu bilgisi veriliyor. Yani bizler uyuduğumuzda, öyle farklı bir zamanın akışına tabi oluyoruz ki, rüyamızda gördüğümüz çok uzun zannettiğimiz birçok rüyayı, bizler birkaç saniye içinde gördüğümüzü, bugün ilim adamları tespit etmişlerdir. İşte Kur’an ın verdiği örnekle, ilim adamlarının tespitleri nasıl da bir birine uyuyor. Buradan şunu çıkartabiliriz. Rüyamızda o kadar kısa bir zaman içinde, gördüğümüz birçok olayı, hadiseyi bir birine doğru ve mantıklı bir zincirle bağlantı kurarak anlamamız ve günümüz şartları ile karşılaştırmamız neredeyse mümkün değil. Allah Fetih 27. ayetinde, peygamberimizin gördüğü bir rüyayı gerçekleştirdiğinden bahseder. Yani görülen rüyanın, hayatımızda gerçek olup olmaması, ya da tam tersi olup olmayacağını, hiç birimiz bilemeyiz. Dikkat ederseniz peygamberimizin rüyasında gördüğünü Allah, bizzat gerçekleştirdiğinden özellikle bahsediyor. Yani bizlerin rüyasında gördüklerinin, gerçek olmama ihtimali, çok daha büyük diyebiliriz. BU KONUDA KESİN BİR DİLLE KONUŞMAK BÜYÜK HATA OLUR. Yine rüya konusuna çok dikkat çekici bir örnek vermek istiyorum Kur’an dan, hem de İbrahim peygamberimizin kıssasından. Saffat 102: Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: YAVRUCUĞUM! RÜYADA SENİ BOĞAZLADIĞIMI GÖRÜYORUM; BİR DÜŞÜN, NE DERSİN? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi (Diyanet vakfı meali) Çok dikkat çekici ve bir o kadar ibret verici bir örnek. İbrahim peygamberimiz rüyasında evladını, kurban ederken görüyor. Ya da öyle yapması gerektiğini çıkartıyor. Tabi İbrahim peygamberimiz bu konuda çok kararsız, gördüğü rüya şeytanın vesvesesinden olup olmadığını da bilemiyor, onun için tedirgin bir şekilde oğluna soruyor bu konuda ne dersin diyor. DİKKAT EDERSENİZ AYETTE ALLAH, EVLADINI KURBAN ET DEMİYOR, çünkü böyle bir emir vermesi mümkün değil. Ama İbrahim peygamberimiz ve oğlu Allah ın imtihanından geçiyor. İbrahim peygamberimiz bu ikilimde kalıp, Allah ın emri olabilir mi şüphesiyle, yerine getirmeye çalışırken, Allah hemen uyarıyor ve onun Allah a ne derece bağlı olduğunu, bu nedenle mükâfatlandırıldığı anlatılıyor. İbrahim peygamberimiz zamanını düşünün lütfen, O devrin toplumunda, inandıkları tanrılara ya da putlara, İNSAN KURBAN EDİLEBİLİYORDU. Rüyasında evladını kurban ederken görmesini, fazla yadırgamıyor ve acaba diye düşünüyor. Bizler bugün biliyoruz ki, insanın kurban edilmesi asla Allah emri olamaz. Bunun örneklerini Kur’an dan görüyoruz ve bizler biliyoruz. Bu ayet topluma öyle yanlış anlatılmış ve toplum öyle yanlış bilgilendirilmiştir ki, GAZETE VE TELEVİZYONLARDA EVLADINI YA DA EŞİNİ RÜYASINDA KURBAN ETMEM EMREDİLDİ DİYE, ÖLDÜRDÜĞÜNÜ DUYARIZ. Rüyada gördüklerimizin ne anlama geldiğini, ya da araya şeytanın vesvesesinin karışıp karışmadığını asla bilemeyiz. Bizlerde gördüklerimizin ne anlama geldiği konusunda, kesin bir yargıya da varamayız. Allah peygamberimize Kur’an ayetlerini, rüyasında bildirdiğinden kesinlikle bahsetmez. Vahiy ya Cebrail kanalıyla, ya da Allah direk kendisi tarafından bildirdiğinin örneklerini verir Kur’an da. ÇÜNKÜ RÜYA VE YAŞADIĞIMIZ HAYAT, ÇOK FARKLI BOYUTLARDIR Kİ UYANDIĞIMIZDA GÖRDÜKLERİMİZDEN ASLA EMİN OLAMAYIZ. Yine rüya konusunda, Kur’an ın peygamberler aracılığıyla verdiği örneklere bakalım. Yusuf peygamberimizin kıssası, aslında rüya konusuna çok net açıklama getiriyor. Yusuf peygamberimiz, çocukluğunda gördüğü rüyasını babasına anlatıyor ve babası rüyasını kimseye anlatmamasını öğütledikten sonra, ALLAH IN SANA GÖRDÜĞÜN RÜYALARIN YORUMUNU, İÇ YÜZÜNÜ ÖĞRETECEĞİNİ SÖYLÜYOR. Tabi bunu bilmesi, söylemesi de, Allah ın isteğiyle olur. Demek ki rüyayı tabir etmek, ne anlama geldiğini anlamak, Allah ın her elçisine dahi vermediği, çok özel bir yetenektir. BİRİLERİ ORTAYA ÇIKIP, RÜYADA GÖRDÜKLERİMİZİN, NE ANLAMA GELDİĞİNİ BİLDİĞİNİ ZANNEDİYORSA, BÖYLE İNSANLAR TOPLUMU ALDATIYOR, KANDIRIYOR DEMEKTİR. Yusuf peygamberimizin hayatını hepimiz biliriz, bazı olaylardan sonra hapse girmeyi tercih etmişti. Hapiste beraber olduğu arkadaşlarının gördüğü rüyaların, ne anlamlara geldiğini onlara anlatıp, çevresinde çok dikkat çeken bir kişi olup çıkmıştı. Hatta rüyaların ne anlama geldiğini bana, Allah öğretti demiştir. Kral bir rüya görüyor ve bakın ne diyor. Yusuf 43: Kral, “Ben rüyamda YEDİ SEMİZ İNEĞİ, YEDİ ZAYIF İNEĞİN YEDİĞİNİ; AYRICA YEDİ YEŞİL BAŞAK VE YEDİ DE KURU BAŞAK GÖRÜYORUM. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, rüyamı bana yorumlayın” dedi. ( Diyanet meali) O günün büyücülerine, kâhinlerine bu rüyayı soruyorlar ve onlardan hiç birisi, bu rüyanın ne anlama geldiğini bilemiyor. Aralarından birisi, hapisteki Yusuf peygamberimizin, çok iyi rüya tabirinde bulunduğunu hatırlatıyor ve hemen Yusuf peygamberimize müracaat ediliyor ve bakın rüyanın ne anlama geldiğini nasıl anlatıyor. Yusuf 47: Dedi ki: "Yedi sene eskisi gibi ekeceksiniz, biçtiklerinizi başağında bırakınız, biraz yiyeceğinizden başka. " 48. "Sonra onun arkasından yedi kurak sene gelecek, önceki biriktirdiklerinizin biraz saklayacağınızdan başkasını yiyip bitirecek." 49. "Sonra da onun arkasından yağışlı bir sene gelecek ki, halk onda sıkıntıdan kurtulacak, (üzüm, zeytin gibi mahsülleri) sıkıp faydalanacak." (Elmalı meali) Yusuf peygamberimiz, Allah ın verdiği bir ayrıcalık ve ilimle, Kralın rüyasında gördüklerinin ne anlama geldiğini biliyor. Dikkat ederseniz o dönemin kâhinleri, büyücüleri dahi bilemiyor. BURADAN DA ANLIYORUZ Kİ, RÜYALARI TABİR ETMEK, NE ANLAMA GELDİĞİNİ SÖYLEMEK, ALLAH IN PEYGAMBERLERE HAS VERDİĞİ BİR AYRICALIKTIR. Kur’an da verilen bu bilgileri, kıssaları görmezden gelerek, ciltlerce dolusu kitaplar yazıp, rüya tabirleri yaptığını söyleyenler, ALLAH IN KİTABI KUR’AN DAN NASİPLENMEYENLERDİR. Rüya yani uyku hali, bizlerin Kur’an da örneğini verdiği, geçici ölüm halimizdir. BU DURUMDA, FARKLI BİR BOYUTTA OLDUĞUMUZDAN, GÖRDÜKLERİMİZİN DEĞERLENDİRMESİNİ KENDİ BOYUTUMUZDA DOĞRU YAPAMAYABİLİRİZ. Yapamayacağımızın örneklerini de, Kur’an bizlere veriyor. Ayrıca gördüğümüz rüyaya, şeytanın musallat olup olmadığı, vesvese verip vermediği konusuna da emin olamayız. Genelde rüyalarımız, günün içinde yaşadıklarımızın etkisiyle şekillenir. Yani yaşadıklarımızı, farklı şekillerde rüyamızda görürüz. Rüya konusunu lütfen, Kur’an merkezli anlamaya çalışalım. Birilerinin uydurma yalanlarına, hurafe inançlarına kanmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  13. Allah Kur’an ı bizlere bir rehber, yol gösteri bir güneş olsun diye gönderdiğini söyler. Ama bizler İslam toplumları olarak, Kur’an dan öyle uzak yaşıyoruz ki, kendi nefsimizde bir din yarattık adeta. Kur’an ile yönetildiğini iddia eden ülkeler bile, zina yapanın cezası Kur’an da belli olduğu halde, zinanın cezasının recim, yani taşlayarak öldürme olduğunu iddia ederek, Allah a da böylece iftira atarak, kadını taşlayarak öldürmeyi, dinden saymışlardır. Her ne hikmetse, kadın taşlayarak öldürüldüğü halde, bu zinayı yapan erkekten hiç haber alınmaz. O masumdur, sanki kadın zinayı tek başına yapmış gibi. Erkeğin siz taşlanarak öldürüldüğünü duydunuz mu? Duymazsınız, çünkü öyle bir din yarattık ki Kur’an dan uzaklaşarak, erkeklerin hükümranlığında, kadınlara baskı ve adeta zulüm dini oluşturuldu. ELBETTE BU ALLAH IN DİNİ, ASLA DEĞİLDİR. Hatırlayınız Allah Âdemi yarattı, ama onu yalnız bırakmadı. Çünkü yaratılan hiçbir canlı tek başına yaşayamaz. Bizleri Rabbimiz çifter çifter yaratmıştır. Allah Âdem peygamberimize yaşamında eşlik etmesi, ona uyum sağlaması için, aynı nefisten kadını da yarattı ki, böylece anlaşabilsinler. Buradan da şu anlaşılıyor, kadın erkeksiz, erkekte kadınsız olamaz. Ama biz erkekler her nedense kadına, yaşantımızda gereken değeri veremedik. Eğer erkek kadın olmadan, huzurlu bir ortam kuramıyor ve yaşayamıyorsa, bu demektir ki kadın ve erkek bir birlerine karşı aynı değerdedir. Allah Kur’an da kadın ve erkeğin, bir birine ayrılmaz bir ikili oluşunu, şu cümle ile anlatır. ( ONLAR, SİZİN ÖRTÜLERİNİZ, SİZ DE ONLARA ÖRTÜSÜNÜZ. ) Birbirini tamamlayan, bir diğeri olmadan gerçek hayatı yaşayamayan, birbirlerinin eksiğini, noksanını örten nasıl olurda bir diğerinden daha üstün olur? İslam toplumlarına şöyle bir bakın. Kadının Kılık kıyafetinden tutun, özlük haklarına kadar, erkeklerin insafına bırakılmıştır. Üzücü olan ise kadınlarımıza, bunun erkeklerin hakkı olduğuna inandırılmasıdır. İlginçtir Ülkemizde türbanlı bir yazar, ortaya çıkıp, KADINA ŞİDDET ERKEĞİN HAKKIDIR diyebiliyor. Eli kalem tutan bir kadın bunu söylüyorsa, tutmayanın kafası nasıl karışır bunu da siz düşünün. Onun içindir ki kadınlar okullara gönderilmek, uyandırılmak istenmiyor. Burada kadınlarımıza çok iş düşüyor. Bizlere dini anlatanlar, buna Diyanette dâhil, Kur’an ı anlamasan da oku, Allah sevap yazar mantığını bizlere yerleştirdikleri için, Allah ın Kur’an da bizlere tebliği, uyarıları toplum tarafından hiç anlaşılamadı. Topluma bunlarda dindendir dediler, bizlerde Kur’an ile sorgulayamadığımız için kabul ettik. Ülkemizin yanı başında bir savaş yaşanıyor. Müslüman ı Müslüman a kırdıran bir savaş. Hani Allah Müslüman ın Müslüman a kanı haram demişti, ne oldu? İslam ı ön plana çıkartarak, İNSANLARIN BAŞLARI KESİLİYOR, CANLI CANLI YAKILIYOR. Bumu Müslümanlık. Bu davranışlarla mı İslam ı dünyaya anlatacağız. Tam tersine iyi ki Müslüman olmamışım diyen Ehli kitabın, ekmeğine yağ sürdüğümüzün farkında değil miyiz? Bu işte de bir Yahudi parmağı, var gibi geliyor bana. Allah vahşice ölüme, asla izin vermez. Bırakın insanı, hayvan bile vahşice öldürülemez. Kur’an ın emri kısasa kısas tır. Eğer bir kişi senin yakınını haksız yere öldürmüşse, onunda ölümünü isteme hakkının olduğunu söyler Kur’an. Bu halde bile Allah, eğer bağışlarsan, sana kat kat sevap yazarım diye de uyarır. Bazı durumlarda, toleranslı davranılabileceği uyarısını yapar böylece. Çünkü Kur'an her detayı düşünmüş ve bizlere bildirmiştir. Bu ayette Allah, ölüm cezasının gerekli şartlar oluştuğunda, uygulanmasının önemine dikkat çeker. ÖLÜM CEZASI, İNSANLIK SUÇUDUR DİYENLER VARDIR. KUR'AN A İMAN EDEN BİR İNSAN, BUNU SÖYLEYEMEZ. Bakara suresi 179. ayetinde Allah, kısas konusunun öneminden bahsederken, bizleri bakın nasıl uyarır. Bakara 179: Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. UMULUR Kİ SUÇ İŞLEMEKTEN SAKINIRSINIZ. ( Diyanet vakfı meali) Peygamberimizin savaşlarını düşünün, tamamı peygamberimize savaş açanlara karşı, savunma amacıyla yapılmıştır. Allah Kur’an da peygamberimize, seninle barış yapmak isterlerse, sende onlarla barış yap asla savaşma, diye ayetini indirmiştir. Yani bizlere elinde silahla savaşmayanı, düşman kabul edip, asla öldüremeyiz. Ülkemiz olarak ölüm cezasını kaldırdık. Peki, neye dayanarak kaldırdık. Avrupa birliğine girecekmişiz. Girmeye çalıştığımız toplum, biz Hıristiyan toplumuyuz siz Müslümansınız. Sizi aramıza almayız dedikleri halde, bizleri yönetenlerin siyasi çıkarları yüzünden, toplum olarak bozulduk ve şaşırmış bir şekilde adeta orta kalmış durumdayız. Açıkça toplum aldatılıyor. Bizler Müslüman’ız, Hıristiyanların kanunlarına nasıl tabi oluruz diyen yok. Elbette hep birlikte yaşamalıyız, hatta İslam ı onlara anlatabilmek için, onlarla yakın temasta bulunmalıyız. AMA ONLARIN KANUNLARINA, KURALLARINA ASLA TABİ OLAMAYIZ. Türk toplumu olarak atalarımız, yüzlerce yıl her türlü inançtaki toplumlarla, barış ve özgürce birlikte yaşamıştır. Dini ön plana çıkartan, bizleri yönetenlere soruyorum, dilinden Allah, Kur’an ismi düşmediği halde, Allah ın ve Kur’an ın kanunlarına ters düşen, bu kanunları neden çıkardınız ülkemizde? Allah Kur’an da Yahudi ve Hıristiyanları gönül dostu edinmeyin, onlara çok fazla güvenmeyin dediği ve uyardığı halde, nasıl olurda onların kanunlarına uymayı seçersiniz? Bunları yaparak, bu toplumu aldatanları Yüce Rabbime şikâyet ediyorum. TOPLUMU DA BU KONUDA, DUYARLI OLMAYA DAVET EDİYORUM. Geçen gün hunharca bir cinayet işlendi. Bir sapık, genç kızımızı öldürüp yakıyor. Biz Türk halkı olarak da, film seyreder gibi seyrediyoruz. Sağdan, soldan bu adamı idam etmeliyiz sözleri duyuluyor. Bizleri yönetenlerin içleri çok rahat olsa gerek, onlardan ses bile çıkmıyor. Ama kendi yakınlarına aynı şeyler yapılsa, kim bilir nasıl bir durumda bağırıp çağırırlar. Kendi menfaatlerine bir kanun, bir saat içinde meclisten çıkartılabiliyor. ADALETSİZLİĞİ SEYREDENLER, MUTLAKA AYNI ADALETSİZLİĞİN KURBANI OLURLAR, BUNU DA UNUTMASINLAR. Allah ın kanunlarından uzak yaşayan bir toplum, bir devlet olursak, toplum olarak bu acıları hep birlikte yaşarız. Kendi kendimize de yakınıp, dövünüp dururuz. Kur’an daha 1400 yıl önce bizleri uyarmış ve demiş ki; (SİZLERİ YÖNETECEKLERİ, EHİL İNSANLARDAN SEÇİNİZ) Bu uyarıyı dikkate almayı bırakın, bu bilgiden habersiz bir İslam toplumu olarak, bizler kendi ellerimizle yaptıklarımızın acısını çekiyoruz. Allah neye layık olursanız, ben onu veririm sizlere der. Bizlerde layık olduğumuzu yaşıyoruz. Bizleri yönetenlere sesleniyorum; Bırakın şahsi çıkar ve kendi nefsinizde oluşturmaya çalıştığınız dünyayı. Ülkemizi, hurafe ve batıl karışmamış, ALLAH IN ADALETİ İLE YÖNETİN. HAKKI, ADALETİ TÜM TOPLUM İÇİN SAĞLAYIN. Din öne sürülerek, toplumu dinden soğutmayın. Dinin yaşanması, Allah ve kulu arasındadır, lütfen ona müdahale etmeyin. Bizleri yöneten sizlerin yapacağı, Allah ın Kur’an da ki adaleti ile hükmetmek olmalıdır. Bunu yapmayan ve bizleri Kur’an ın hükümlerinden çok uzakta yönetmeye çalışanları, Yüce Rabbime şikâyet ediyorum. ALLAH IN KANUNU, KISASA KISAS İDAM CEZASI, MUTLAKA ÜLKEMİZDE TEKRAR UYGULANMALIDIR. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  14. Değerli din kardeşlerim. Bugünkü yazımın konusu, Ali İmran suresi 187. ayet olacaktır. Bu ayet aslında bizlere o kadar önemli uyarılar yapıyor ki, zerre kadar Kur’an dan nasibini alan ve düşünen, yaptığımız yanlışların farkına varacaktır. Gelin önce ayeti yazalım, daha sonrada ayet üzerinde birlikte düşünelim. Ali İmran 187: Allah kendilerine kitap verilenlerden şöyle bir söz almıştı: “ONU İNSANLARA AÇIKLAYINIZ VE HİÇBİR ŞEY GİZLEMEYİNİZ.” Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu küçük bir kazançla değiştirdiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötüdür! (Bayraktar Bayraklı meali) Allah Kur’an indirilmeden önceki, Ehli kitaptan bahsederek, onlardan bir söz aldıklarından bahsediyor Allah. İman ettiklerini söyleyen Ehli kitap, Allah ın gönderdiği kitaplara iman ettiğini ve O kitapta gördükleri her şeyi hurafe ve batıl karıştırmadan yaşayacaklarına söz vermişler. Kitabı duymayanlara duyuracaklarına, anlatacaklarına ve çok daha önemlisi kitaptan HİÇBİR ŞEYİ GİZLEMEYECEKLERİ KONUSUNDA, söz aldığından bahsediyor. Peki, Ehli kitap sözünde durmuş muydu? Elbette durmadı ve Allah ın gönderdiği kitabı çevresine duyurmayı yaymayı bırakın, atalarından kendilerine ulaşan batıl, rivayet ve sanı bilgileri, Allah ın kitabının önüne geçirdiler. Daha da kötüsü atalarının batıl inançlarını yaşayabilmek için, Allah ın ayetlerini toplumdan gizlediler. Yani sözlerinde durmadılar. Yaradan da bu Ehli kitabın sözlerinde durmadıklarını, ALLAH IN AYETLERİNİ KULAK ARKASI ETTİKLERİNİ VE ALLAH IN GERÇEKLERİNİ, MADDİ ÇIKARLARLA DEĞİŞTİKLERİNİ SÖYLÜYOR. Gelelim bizler bu ayetten nasıl bir ders almalıyız. Bu ayet bizi ilgilendirmiyor, bizden önceki ehli kitabı ilgilendiriyor diyemeyiz. Çünkü Allah verdiği örneklerle, bizlerinde aynı hataları tekrarlamamızı istemiyor. Peki, bizler bu ayetten, kıssadan hisse alabildik mi? Hiç sanmıyorum dediğinizi duyar gibiyim. Gerçektende hiç ders almadık. Bizden önceki Ehli kitabın hatalarının, belki de daha fazlasını bizlerde günümüzde yapıyoruz. Yaradan a bizlerde bir söz verdik, iman ederken ve dedik ki; Rabbimiz senin resulün aracılığıyla, bizlere gönderdiğin Kur’an a iman ettik. Ona asla batıl karıştırmayacağız. Yalnız Kur’an ın ipine sarılıp, yalnız Kur’an a iman edeceğiz. Çünkü sen bizleri yalnız Kur’an dan sorumlu tutacağına hükmettin. Senin kitabını, elimizden geldiğimizce ulaşmayanlara ulaştırıp, asla hiçbir ayetinin üstünü örtmeyeceğiz, gizlemeyeceğiz, görmezden gelmeyeceğiz. Bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmeyeceğiz, onu maddi çıkarlarla değiştirmeyeceğiz, diye Rabbimize söz verdik. İman etmenin anlamı da budur zaten. Ne dersiniz İslam toplu olarak, bu sözümüzü tutuyor muyuz? Tutuyor olsaydık, önce dinde sakın bölünmeyin diyen, Rabbimizin uyarısını dikkate alır bölünmezdik. İslam toplumları olarak bir birine düşman, birbirini öldürecek kadar diğerinden nefret eder olmazdık. Ne yazık ki bizler, Yaradan a verdiğimiz sözü tutamadık ve tutmamakta da ısrar ediyoruz. Bakın Allah ın kitabı hakkında neler söylüyoruz. Sizce bu sözleri söyleyen bizler, Allaha karşı sözünde duran bir toplumun inançlarımı? —Kur’an da din ve iman adına özet bilgiler vardır, her konuda detay verilmemiştir dediler ve toplum olarak buna inandık. —İslam ı doğru yaşamak istiyorsanız, fıkıh kitaplarına bakmalısınız diye topluma öğretildi. Bizlerde Kur’an ile bağımızı kestikleri için, şüphe duymadan kabul ettik. —Kur’an ı anlayarak düşünerek öğrenmek yerine, doğruluğundan emin olamayacağımız, rivayet ve sanı bilgilerin olduğu, fıkıh kitaplarından İslam ı öğrendik ve onun sözleriyle yaşadık, yaşıyoruz. —Atalarımızın inançlarının, tam tersine hükümleri Kur’an da gördüğümüzde, Kur’an ayetlerinin üstünü örtüp, görmezden gelip, atalarımızın inançlarını topluma anlattık ve yaşar olduk. —Kur’an da geçen birçok ayetin, günümüzde hükmü olmadığını, nesih edildiğini yani hükmünün kalktığını söyledik. Böylece ayetlerin bir kısmına inanmadık, ya da gizledik. Çok daha kötüsü, ellerimizle yazdık, bunlarda Allah katındandır dedik. Böylece şirk batağına batarak, şeytanın yardakçısı olduk. —Allah a verdiğimiz sözlerimizde durmadığımız içinde, tıpkı cahiliye devrinde olduğu gibi, toplum olarak birbirimize düşman olduk, huzursuzluk ve acı İslam toplumunun peşini bırakmaz oldu. Daha da kötüsü, diğer Ehli kitaba karşı, Allah ın dinini anlatamaz, savunamaz durumuna düştük. —Allah ın ayetlerini sakladık, gizledik. Menfaatlerimizin, çıkarlarımızın ve atalarımızın inançlarını devam ettirebilmek adına. Elbette bu yaptıklarımızın hesabını Yaradan a vereceğiz, veriyoruz da. Çünkü bizlerde Allah a karşı verdiğimiz sözümüzde duramadık. Yoldan saptık, Kur’an ı devre dışı bıraktık. Rabbimiz ne olursun, bizlerin gönül gözlerindeki batılın örttüğü kara perdeyi kaldır. Kaldır ki Kur’an gerçeklerini görelim. Toplum olarak sana verdiğimiz sözü hatırlayalım. Toplumu Allah ile aldatan o rezil kullarına tokadını öyle yapıştır ki, toplum olarak işte ilahi adalet tecelli etti diye kendimize gelelim. Biz ettik sen bizleri bağışla Rabbimiz. Sen yücesin bağışlayıcı sın. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  15. Değerli din kardeşlerim. Günümüz İslam ı öyle yanlış bir yönde ilerliyor ki, adeta Kur’an a savaş açmış, onun hükümlerine sanki inat, bir iman üzerinde yaşıyoruz ama bunun ne yazık ki farkında değiliz. Dini anlattığını söyleyen, toplumda söz sahibi öyle kişiler var ki, söylediklerini kulakları duymuyor sanki. Düşünebiliyor musunuz, kutsi yani doğruluğundan şüphe olmayan, adı verdikleri bazı hadislerin, ayetleri nesih edebileceğine inanılmaktadır. KUTSİ HADİSİN, KUR’AN A GEÇMEMİŞ, TIPKI AYET GİBİ, ALLAH EMRİ OLDUĞU SÖYLENEREK, yine Allah emri olan ayetleri nesih etmesi, yani hükmünü kaldırdığına nasıl inanırız. Bu kadar mı Kur’an ı terk ettik? İşte Allah ın ayetlerini, birer birer silmenin, ortadan kaldırmanın dini yozlaştırmak isteyenlerin inancımıza soktukları, KUTSİ hadis silahı bu kadar tehlikeli bir inançtır. Tabi gel de bunu anlat, anlata bilirsen. Beyinler batılla yıkanınca, gözlere ve kulaklara da perde çekilmişse, birde üstüne üstlük kalpler mühürlenmişse, asla Kur’an gerçeklerini anlatamazsınız. Anlatmaya kalktığımızda da, sen peygamberimizi devre dışı bırakıyorsun, sünnet inkârcısınız damgasını vuruyorlar. Aslında farkında değiller, bunlara inandıklarında, KUR’AN İNKÂRCISI OLUYORLAR. Dine nifak sokanlar, İslam a soktukları hurafe ve iftiraları topluma inandırmak içinde, ayetlerin anlamlarını eğip bükerek, yalan yanlış anlamlar vererek, Allah ın söylediklerini saptırmışlardır. Bakın bu iftiraya, Kur’an dan hangi ayeti delil göstermişler. Necm 3–4: O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. (Diyanet meali) Allah ayetinde, elçim kendi nefsinden konuşmuyor diyor. Sizlere ilettiği, anlattığı, benim ona indirdiğim Kur’an dır diye ayette apaçık söylüyor. Ama dine nifak sokanlar, toplumun beynini bulandıranlar, kendi saltanatlarının devam etmesini isteyenler, ayetin anlamını saptırıyor ve ne diyorlar biliyor musunuz? “Bakın ayette Allah, elçisi kendi kafasına göre konuşmuyormuş, buradan da anlıyoruz ki onun sözleri yani hadisleri de Allah ın vahyidir. Onun içinde Kur’an a geçmeyen kutsi hadisler, ayetleri nesih edebilir, yani Kur’an ayetinin hükmünü kaldırabilir.” Evet, aynen bunu söylüyorlar ve buna inanıyorlar. Tüm bunlara inandığınızda, Kur’an ın tamamına iman etmemiş olduğumuzun, bu tolum ne yazık ki farkında değil. Allah Kur’an ayetlerinin bazılarını görmezden gelenlere, üstünü örtenlere, ya da anlamlarını değiştirenlere KÂFİR diyor hatırlatırım. Hatırlayınız Allah bizleri uyarıyor ve neler diyordu ayetlerinde. —Yalnız Kur’an ın ipine sarılın. —Emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyiniz, hesabını sorarım. Sizleri yalnız Kur’an dan sorumlu tutuyorum. —Peygamberimizin görev ve sorumluluklarını anlatırken de; Sen ancak bir öğüt vericisin. Senin görevin sadece tebliğ etmektir, hesap görmek bize aittir. —Yine Allah deki onlara diyerek, kendi yetki ve sorumluluklarını nasıl anlatmasını istiyordu elçisinin: Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım. Ben sadece uyarıcılardanım. Sizlere sormak isterim. Peygamberimiz bu ayetleri ümmetine tebliğ ettikten sonra, sizce bana Kur’an dışından da ayet değerinde bilgiler geldi diyerek, topluma tebliğ eder mi? Şöyle düşünün lütfen, Kur’an da olmayan kutsi hadis adını verdikleri bilgiler, acaba neden peygamberimiz devrinde yazıya geçirilmedi de ölümünden en az 200 yıl sonra rivayetler yoluyla toplanarak kayda alındı? Peygamberimiz neden bu ayetleri de Kur’an a geçirmedi diye neden sormuyoruz, bunları anlatanlara. Hâşâ peygamberimiz bunu unuttu da, birilerinin mi aklına geldi kayıt altına aldı? Kur’an ı anlayarak ve üzerinde düşünerek okuyan bir Müslüman, asla böyle bir iftiraya inanmaz. Allah Zuhruf 44. ayetinde, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim diye hükmünü verdiyse, sizce Kur’an a geçmemiş bir bilgiden sorumlu tutar mı? Nasıl olurda Kur’an dışından bizlere ulaşan bir bilginin, hiç şüphe duymadan, Allah ın ayetinin hükmünü sildiğine inanırız? Hatırlayınız Allah bir ayetinde ne diyordu? YOKSA SİZ KUR’AN IN BİR KISMINA İNANIP, BİR KISMINA İNANMIYOR MUSUNUZ? Siz bu sözlerden ne anladınız? Karar sizlerin. Bu düşüncenin yanlışlığına örnek verecek, yüzlerce ayet var Kur’an da. Ama gönüller mühürlüyse, onlara yapacak bir şey yok demektir. Allah Elçime uyun der ve devam eder, çünkü o sizlere yalnız Kur’an ı tebliğ etti. Asla onun dışına çıkmadı. Eğer bizim söylediklerimize bir kelime ilave etseydi, onun şah damarını keserdik diyerek, bizlerin sorumlu olduğu, ipine sarılacağımız yalnız Kur’an olduğunu apaçık ayetlerinde bizlere bildirdi. Hiç unutmuyorum, beni bir siteden atmalarına neden olarak, şunu yazmışlardı. (Dini konularda Peygamberimizi hiçe saymak, Kur'an hükümlerini çarpıtarak sunmak!) Allah şahittir ki, ben asla peygamberimize saygısızlık yapacak, tek kelime söylemedim, zaten bunu söyleyen Müslüman değildir. Benim yaptıklarım peygamberimizin adını kullanarak, dine nifak sokanların, iftiralarını ortaya çıkarmaya çaba harcamaktır, Allah ın yardımıyla. Hiç kimse peygamberimizi hiçe sayamaz, devre dışı bırakamaz, buna zaten gücü yetmez. AMA YİNE HİÇ KİMSE PEYGAMBERİMİZE, ALLAH IN VERMEDİĞİ YETKİ VE SORUMLULUĞU DA, KENDİ NEFSİNDE YÜKLEYEMEZ. Kur’an ayetlerini çarpıtmak kâfir olmaktır. Rabbimiz böyle bir yanlıştan korusun cümlemizi. Yazımın başında verdiğim örnek, ayetleri çarpıtarak, batıl ve hurafe inançlara delil göstermektir ki, bunun günahını düşünmek bile istemiyorum. Ne yazık ki ayetleri, Kur’an dan yardım alarak anlamak yerine, rivayetler ışığında ayetleri anlamaya çalışıyoruz, onun içinde yanlış anlıyoruz. Böyle yaptığımız için bölünüyoruz, parçalanıyoruz, yetmiyor birbirimize düşman oluyoruz. Sizce Yaradan bizlerin, Kur’an ı rivayet ve sanı bilgiler ışığında, anlamamızı ister mi? Hani emin olmadığınız bilginin, ardına düşmeyin diyordu, unuttuk mu yoksa? Kur’an kendisini anlatan, açıklayan nurlu eşi benzeri olmayan bir rehberdir. Lütfen ona karşı duyarlı ve saygılı olalım. Bunu yapmayan, gereken titizliği göstermeyenler, şunu asla unutmasınlar. Hesabın görüleceği o çetin gün, ardı sıra gittiği kişilerin, kendilerini Kur’an dan nasıl saptırdıklarını, fark edenlerin safında olacaklardır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  16. Günümüzde din adına çok başvurulan bir makamdan bahsedilir. Fetva verme makamı. Gelin bu konuyu sizlerle birlikte, Kur’an dan yardım alarak düşünelim. Önce fetva sözcüğü, ne anlama geliyor ona bakalım. Fetva her hangi bir dini konuda, detaylı açıklama yapmak, konuyla ilgili izahatta bulunmaktır. Bu bilgiden sonra hemen kendimize soralım. Peki, Allah Kur’an da hüküm verdiği konularda, açık, anlaşılır bir izahatta bulunmamıştır da, onların açıklanmasını kullarına ya da peygamberimize mi bırakmıştır. Eğer bizler bu sorunun doğru cevabını kendi nefsimize araştırıp veremiyorsak, asla din ve iman adına, Allah ın istediği bir yol üzerinde olamayız. Önce yaradan elçisine verdiği görev, yetki ve sorumluluklarından örnekler verelim. Allah Rad suresi 40. ayetinde. Senin görevin sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek ise bize aittir der. Kehf 56. ayetinde, Biz peygamberleri, sadece müjdeleyici ve uyarıcılar olarak göndeririz diye bizleri bilgilendirir. Enam 50. ayetinde de, ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum diyerek, asla farklı bir bilgiyi ümmetine iletmediğini anlatır. Peygamberimiz açık ve anlaşılır olmayan bir vahye uyamayacağına göre, demek ki Kur’an da her konu, apaçık izah edildiği anlaşılıyor. Yine Nur 54. ayetinde, Peygamber’e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır diyerek, Allah elçisinin görev ve sorumluluğunu iyice netleştiriyor. Gelelim Kur’an ın açık, izah edilmiş, detaylandırılmış olup olmadığı konusuna. Bakın Yaradan bu sorunun cevabını Kur’an da, birçok örneklerle veriyor ve neler söylüyor. Kamer suresi 22. ayetinde, yemin ederek KUR’AN I ÖĞÜT İÇİN KOLAYLAŞTIRDIĞINI SÖYLÜYOR. Nisa suresi 28. ayetinde de kolaylaştırmasının nedenini açıklıyor ve ALLAH SİZE HAFİFLİK GETİRMEK İSTİYOR, ÇÜNKÜ İNSAN ÇOK ZAYIF YARATILMIŞTIR diyerek, aslında çok önemli bir uyarıda bulunuyor. Yine Allah birçok ayetinde, Kur’an ı bizlere her şey için bir açıklama ve bizlere hidayet ve rahmet olsun diye gönderdiğini söyler. Enam 38. ayetinde de, BİZ KUR’AN DA HİÇBİR EKSİK BIRAKMADIK diyerek, bizleri uyarır. Yine Enam 57. ayetinde de peygamberimizin, şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık delile dayanıyorum diyerek, çok önemli bir açıklama yaparak, hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır diyerek, Allah ın verdiği hükmü en güzel bir şekilde anlattığını, izah ettiğini bizlere bildirir. Lütfen aşağıdaki ayetler üzerinde, düşünür müsünüz? Araf 174: Belki inkârdan dönerler diye, AYETLERİ BÖYLE AYRINTILI BİR ŞEKİLDE AÇIKLIYORUZ. (Diyanet vakfı meali) Hicr 1: Elif. Lam. Ra. Bunlar Kitab'ın ve APAÇIK BİR KUR'AN'IN AYETLERİDİR.( Diyanet vakfı meali) Ne kadar açık ve net, Allah bildiriyor ve diyor ki bizlere, sizlerin sorumlu olduğunuz ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık. Yani biz fetvamızı verirken, sizlerin anlayacağı şekilde detaylı verdik. Allah Nisa 87. ayetinde, KİMDİR SÖZÜ ALLAH’IN KİNDEN DAHA DOĞRU OLAN DER VE BİZLERİN, FARKLI SÖZLERE YÖNELMEMİZİN KAPISINI KAPATIR. Enbiya suresi 45. ayetinde, deki onlara diye bizlere elçisinin bir söz söylemesini ister ve der ki; BEN SİZİ ANCAK VAHİYLE UYARIYORUM. SİZCE AÇIKÇA VERİLMEMİŞ HÜKÜMLERLE UYARI OLUR MU? Buradan da anlıyoruz ki, Rabbimiz her konuda fetvasını bizlere açıkça vermiştir. Onun içindir ki bizlerin, KUR’AN DAN BAŞKA FETVA MAKAMI ARAMAMIZ, BİZLERİN KUR’AN IN SINIRLARINI AŞMAMIZA NEDEN OLUR. Kur’an bazı ayetlerinde bizleri bu konuda uyarır ve ALLAH IN SINIRLARININ KUR’AN OLDUĞUNU ANLATIR. Örneğin Bakara 229. ayetinde, Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir der. Tevbe 112. ayetinde de müjdelenecek Allah ın kullarından bahsederken, ONLAR ALLAH'IN SINIRLARINI KORUYANLARDIR DİYEREK, Allah ın sınırlarının Kur’an ile belirlendiğini, asla Kur’an ın sınırlarını aşamayacağımızı anlatır bizlere. Allah bu konuyu daha iyi anlayabilmemiz içinde bakın nasıl açık ve net hükmünü verir. Zuhruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İLERİDE ONDAN SORUMLU TUTULACAKSINIZ. (Diyanet vakfı meali) Demek ki sorumlu olduğumuz, inancımız KUR’AN İLE SINIRLANDIRILMIŞ ki, bizleri Yaradan Kur’an dan sorumlu tutacağını söylüyor. Sizce, bizlere gereken açıklamayı yapmadan, bizlerin ihtiyacı olan fetva detaylı bir şekilde Kur’an da verilmeden, nasıl sorumlu tutar bizleri Allah. İslam toplumunda FETVA verme konusu, öyle yanlış anlaşılmış ve toplum din adına öyle yanlış yönlere çekilmiş ki, adeta Kur’an ın yanına, onun açıklayıcısı dedikleri kitaplar ortaya çıkartılmıştır. Birde Kur’an ı herkes anlayamaz, Kur’an da her bilgi açıklanmamıştır diye toplum inandırıldığı için, ilk müracaat yeri Kur’an olması gerekirken, fıkıh kitapları olmuş. Tabi her mezhep, kendi fıkıh kitaplarını yazmış. Böyle olunca da Kur’an ne yazık ki yüksek bir yere asılarak, farkında olmadan terk edilmiş. Şimdide günümüzde, fetva konusunda yaptığımız yanlışlardan örnekler verelim. Diyanete kadınlar hayızlı yani ay halinde ibadet yapabilir mi diye sorduğumuzda verdiği cevap, PEYGAMBERİMİZİN EŞLERİNDEN GELEN RİVAYETLERİN KADINLARIN BU HALDEYKEN İBADET EDEMEYECEKLERİ, ORUÇ TUTAMAYACAKLARI YÖNÜNDEDİR dedikten sonra, kadın bu haldeyken namaz kılması HARAMDIR diyebiliyor. Peki, Kur’an bu konuda ne diyor? Onay veriyor mu? Bu konuda Allah ın tek bir hükmünü göremezsiniz. Kur’an kadın bu haldeyken, yalnız cinsel birleşme yapmaması gerektiği anlatır. Asla Rabbimiz böyle bir hüküm vermemiştir. İşte fetva makamı edinirsek kendimize, böyle yanlış hükümleri din zannederiz. Allah ın tek kelime bile bahsetmediği bir konuyu, emin olamayacağımız rivayetler ışığında yaşayabilir miyiz? Bu fetvayı veren de sorumlu olduğu gibi, buna uyanlarda sorumludur. İlginçtir kadının bu haldeyken KİRLİ SAYILIP, ibadet yapamayacağı, bugün Yahudilerin elinde bulunan Tevrat ta geçer. Sizce düşündürücü değil mi? Yine Kur’an Maide 5. ayetinde, Ehli kitabın yaptığı yemekler biri birine helal kılınmıştır diye apaçık hükmünü verir. Ama bizler bu açık ayetleri gördüğümüz halde, yeterli görmeyip, mutlaka birilerine sorma ihtiyacını duyarız. Öyle olunca da Allah ın hükmüne ( fetvasına) beşeri fetvalar ararız. Buluruz da ama daha sonrada işin içinden çıkamaz bir halde buluruz kendimizi. Bize anlatılanlarla kafamız karışır ve şüphe içinde oluruz. İşte onun için Allah, Kur’an ın sınırlarını aşmayın diye bizleri uyarır. Peygamberimizin bu konuyla ilgili uyarılarını hatırlatmak isterim. Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. BAZI ŞEYLERİ DE UNUTMAKSIZIN SİZE RAHMET OLMASI İÇİN HATIRLATMAMIŞTIR, ONLARI DA ARAŞTIRMAYIN. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. HAKKINDA SUSTUĞU İSE SERBESTTİR. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 Örnek vermeye devam edelim. Diyanete sorsanız ve deseniz ki, Cuma namazı kadınlara farz değil midir? Hemen yine rivayetlerden edinilen bilgilere göre, Cuma namazının erkeklere farz kılındığını söylerler. Ama Allah ın daveti Ey iman edenler, Cuma salâtına/namazına çağrıldığınızda, çağrıya uyun der. Her ne hikmetse bu kadar açık ayet varken, birilerinin fetvaları ile bu kadar önemli sosyal bir ibadetten, kadınlarımız bugün uzak kalmıştır. Siz Ey iman edenler seslenişi, yalnız erkeklere olabilir mi? Onun içindir ki İslam âlemi, A sosyal bir toplum olmuştur. İşte fetvayı Kur’an dan almayıp, birilerinden almaya kalkarsak, birde emin olamayacağımız bilgiler bizlerin dinde sınırı olursa, sonu böyle olur. Allah Kur’an da, şefaat tümden bana aittir dediği halde, birilerinden fetva alarak şefaat yetkisinin başkalarına da verildiğine inanmak, bizleri Kur’an ın sınırlarının dışına itecektir. Yine Allah eti yenen ve yenmeyen, helal haramları sayarken, Kur’an da saydıklarımın dışında her temiz şey, sizler için helaldir demesine rağmen, bizler edindiğimiz veliler, şeyhler ve efendilerin FETVALARIYLA, öyle bir haramlar listesi kabul ederiz ki, Kur’an hiç birisinden bahsetmez. Ne yazık ki bizlere öğretilen Kur’an ın asla bahsetmediği haramlar listesi, yine bugün Yahudilerin ellerindeki Tevrat ta yazar. İslam dini buna benzer fetvalarla yaşanırsa, yaşadığımız acı sondan kurtuluşumuz mümkün olamaz. İSLAM, ALLAH IN KUR’AN DA AÇIKÇA İZAH ETTİĞİ, FETVALARLA YAŞANIR. LÜTFEN BUNU UNUTMAYALIM. Allah hükümlerini, o kadar basit ve kolay vermiştir ki, bizler bununla yetinmeyip, edindiğimiz fetva makamlarının sayesinde, sınırları genişletmiş ve zorlaştırmış bir din yaratmışız kendimize. Örneğin Kur’an da abdest alma konusu, çok açık ve basit bir şekilde anlatılır ve derki; Yıkayın yüzünüzü, kollarınızdan dirseklere kadar, mesh edin başınızı, ayaklarınızdan topuklara kadar. Bakın ne kadar açık ve de basit. Bizlere bu bilgi yetmemiş ve bizler nefislerimizde bu hükümlere ilaveler yaparak fetvalar aramışız. Yine boy abdestini anlatan Kur’an, cünüp olduğunuzda, TERTEMİZ YIKANIN DER. Ama bu açıklamayı basit gördüğümüz için, bakın neremizden yıkamaya başlayacağız, ne dualar okuyacağız açıklanmamış diyerek, bu konuda bile fetvalar ararız kendimize. Tabi arayan bulur misali, neler neler anlatılır bu konularda. Daha doğrusu edindiğimiz FETVA makamları sayesinde, din ne yazık ki Allah ın dininin sınırlarından taşarak, beşeri bir din yaratmışız ellerimizle. Fetva konusu İslam toplumunda, neredeyse Kur’an gibi kabul edilmesi gereken bir hüküm görüntüsü almıştır adeta. Örneğin 6–7 yaşındaki bir kız çocuğunun dahi, evlenebileceği fetvasını verenler çıkmıştır. Bu durumda bu söylenenlere inanacak mıyız? Ya da inanmayacaksak ölçümüz ne olacak? İşte bu sorunun cevabı da yine bahsettiğim konuya gidiyor. Bizlere din adına söylenen her bilgiyi, mutlaka Kur’an a danışmalı ve onun onayını almalıyız. FETVA MAKAMI KONUSU, İSLAM ÂLEMİNDE, KUR’AN IN SINIRLARINI AŞMASINA VE ADETA SINIR TANIMAZ BİR DİN YARATILMASINA NEDEN OLMUŞTUR. Elbette din konusunda bizler, daha bilgili kişilere sormalı, danışmalı ve araştırmalıyız. Ama sorduğumuz sorunun ön araştırmasını, önce bizler Kur’an dan yapmalıyız. Bunu yapmadığımız takdir de, yanılma şansımız yüksek olur. Bizleri bilgilendiren kişilerin mutlaka bizlere KUR’AN IN SINIRLARINDA BİLGİ VERMESİ GEREKİR. Sınırları aşarak, Allah ın hiç bahsetmediği, hüküm vermediği konuları bizlere din diye anlatıyorsa, bunlardan uzak durmalıyız. Şunu lütfen unutmayalım din ve iman konusunda FETVAYI veren Allah tır. Bizlerin sorup araştıracağımız konular ise, Allah ın Kur’an da verdiği fetvayı, daha iyi anlayan kişilerden ancak bilgi almak olmalıdır. Yaradan bizleri İsra suresi 36. ayetinde uyarıyor ve sakın emin olmadığın bilginin ardına düşmeyin diyordu. Sizce emin olacağımız bilgi hangisidir? Elbette sorumlu olduğumuz Kur’an dır. Yaradan Casiye 6. ayetinde bizleri uyarıyor ve Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar diyerek, bizlerin güvenebileceğimiz bilgilerin, fetvaların yalnız Kur’an olduğu bilgisini veriyor. Ne yazık i fetva makamı konusu, İslam toplumlarının dinde mezheplere bölünmesini sağladığı gibi, onları bile kendi içlerinde bölünmesine, dini gittikçe zorlaşmasına neden olmuştur. Elbette bu konu ilk başlarda, iyi niyetlerle topluma bilgi vermek amacıyla başladıysa da, ne yazık ki günümüzde, dinin sınırlarını aşmasına ve Allah ın hiç bahsetmediği konuları, sanki dinin içindeymiş gibi gösterilmesine neden olmuştur. Din Allah ın dinidir. Onun hükümleri konusundaki FETVAYI da verecek, yine Allah dır. Allah ın yemin ederek kolaylaştırdığı dini, ellerimizle beşeri ilave ve Allah ın vermediği fetvalarla zorlaştırmayalım. Bunun hesabını veremeyiz. Tekrar hatırlatmak istiyorum. Hepimiz birbirimize muhtaç yaratılmışız dır. Onun için birbirimizden yardım almalıyız ama önce imtihanımıza mutlaka Kur’an dan bizzat bizler çalışmalıyız ki, bizleri Allah ile aldatanlar çıkmasın. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  17. Bizler Kur’an ı öyle bir terk ettik ki, hurafe ve batıl iliklerimize kadar işlemiş, ama bunun farkında bile değiliz. Yaşadığımız dinin adı İslam, yani Allah a boyun eğmek, teslim olmak ama bizler ne yazık ki Allah a değil, beşerin uydurduğu rivayet ve sanı bilgilere inanıyor ve onların batıl sözlerine boyun eğerek, inancımızı yaşıyoruz. Bu tespitlerimin bir tezahürünü gördük basında. Yaşını başını almış, toplumda belirli bir topluluğa din adına konuşmalar yapan bu kişi, geçen gün öyle şeyler söyledi ki İslam ve din adına, aklı başında olan, Kur’an dan nasiplenmiş hiç kimse, bunu kabul etmez. Bu kişi, Kur’an a iman eden bir Müslüman ın, şunlara inanması gerektiğini söylüyor ve diyor ki; “İSLAM DİNİNDE EVLENME KONUSUNDA BİR YAŞ HADDİ YOKTUR, BULUĞ ÇAĞINDAN ÖNCEDE, BİR ÇOCUK EVLENEBİLİR”. Açıklamasında ise çocuğun reşit olması gerekmediğini söyleyebilmesi, bu zihniyetin ne derece Kur’an dan uzak bir inanç yaşadığını göstermektedir. BU SÖZLER VE BU DÜŞÜNCE KUR’AN A İFTİRADIR. Bizler ne yazık ki ayetlerin anlamını, kendi nefislerimizde öyle eğip büküyoruz ki, ALLAH IN SÖYLEDİĞİNİ DEĞİL, NEFSİMİZİN İSTEDİĞİNİ ANLIYORUZ. BÖYLE OLUNCA DA KUR’AN A UYMAK YERİNE, KUR’AN I KENDİMİZE UYDURUYORUZ. Bakın çocuk yaşta evlenebilmenin kanıtını, Kur’an dan nereden aldığını söylüyor. Ayet evli olup ta, boşanmış kadınların bekleme sürelerine açıklık getiriyor ve bakın nasıl bir açıklama yapılıyor. Talak 4: Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, HENÜZ ÂDET GÖRMEYENLER hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir. (Diyanet İşl.Meali) Bir insanın fikri neyse, zikri de odur derler. Kafaya sübyancılığı koymuş ve buda onun nefsine hoş görünüyorsa, Allah herkesin fikrine, niyetine göre Kur’an dan istifade etmesini sağlıyor. Bakın bu ayette geçen HENÜZ ÂDET GÖRMEYENLER sözünden bu zihniyet ne anlamış biliyor musunuz? Henüz adet görmemiş kim olabilir diyor ve cevabını veriyor. Daha buluğ çağına girmemiş çocuk. Demek ki ayette bahsedilen konu boşanacak bir kadının başka birisi ile evlenebilmesi için, bekleme süresinden bahsediyorsa, demek ki daha buluğa ermemiş ve regli olmayan küçük çocuk evlenmiş ki, onun boşanma durumunda bekleme süresinden bahsediyor, diye bu ayet delil gösteriliyor. Değerli kardeşlerim, siz bu ayetten, bu sözlerden bunumu anladınız. Öyle kadınlar vardır ki, kadınlık hormonlarında sorunlar olduğundan, regli olmaya bilir. Kadının bu durumu da evlenmesine mani değildir. Ayet evlenme olgunluğuna gelmiş ve evlenmiş ama boşanmış kadınların, daha sonra tekrar evlenmeleri durumunda bekleme süresinden bahsediyor. Peki, neden üç ay beklesin diyor. Çünkü evliliği zamanında, hormonları faaliyete geçmiş ve hamile kalmış olabilir de ondan. Allah ayetini ne güzel açık, seçik anlatıyor. Ama Kur’an ı nefsine uydurmak isteyenler, bakın ayetten neler neler anlıyorlar da, birde 6 yaşındaki kızın evlenebileceğini çıkartıyorlar ayetten. Allah ıslah etsin. Hurafe, batıl inançlarına Kur’an dan delil arayanlar, ayetlerin asla bahsetmediği şeyleri, işte böyle saptırıyorlar. İNSANIN NEFSİ İŞTE BÖYLE ZALİMDİR. Şimdide sizlere yine, Kur’an dan bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Bizler Allah ın ayetlerini işte böyle nefsimizin baskısı ile görmezden gelip, üstünü örtüyoruz. Nisa 6: Yetimleri, NİKÂH ÇAĞINA GELMELERİNE KADAR GÖZETLEYİP DENEYİN. O ZAMAN ONLARDA İÇİNİZE SİNECEK BİR OLGUNLUK VE ERGİNLİK GÖRÜRSENİZ, mallarını onlara geri verin. Büyüyecekler diye bu malları tez elden saçıp savurarak yemeyin………. ( Yaşar Nuri Öztürk Meali) Allah bakın ayete, bizlere emanet yetimlerden bahsediyor ve ne diyor lütfen dikkat. Size emanet yetimler, NİKÂH ÇAĞINA GELİNCE diye özellikle, bir nikâh çağının olduğundan bahsediyor. Devamında ise bu nikâh çağının ölçüsünü de söylüyor ve diyor ki; (O ZAMAN ONLARDA İÇİNİZE SİNECEK, BİR OLGUNLUK VE ERGİNLİK GÖRÜRSENİZ.) Demek ki nikâh çağının ölçüsü, olgunluk ve erginlik olduğu anlaşılıyor. Allah dikkat ediniz bu ayetinde bizlere teslim edilen yetimler, kimsesiz çocuklardan bahsediyor. Yetime böyle davranma inceliğini gösteren, elbette kendi çocuklarına da aynı titizliği gösterecektir. Nefis öyle şeytanla iş birliğinde ki, görmemiz gereken ayetlere gözümüzü kapattırıyor. Hiç ilgisi olmayan, Allah ın söylemediği sözleri de, sanki söylenmiş gibi bizlere söyletiyor. Rabbimiz bu sapkınlıktan bizleri korusun. İslam toplumunda bu konuyu, bu şekilde anlamamıza büyük etken, ne yazık ki peygamberimize atılan bir iftirayı, hiç düşünmeden kabul etmemizden kaynaklanmaktadır. Peygamberimizin Hz. Aişe ile 6 yaşında evlendiği rivayet edilir. Ne yazık ki İslam toplumunun büyük çoğunluğu da buna inanır. Bu fitneyi içimize sokan din düşmanları, bugün bizlere kıs kıs gülüyorlar. Lütfen bu konuyu doğru araştırınız. Hz. Aişe peygamberimize peygamberlik gelmeden 6 yıl önce doğmuş. Hz. Ebu Bekir de İslam gelmeden önce, bir putperest aileye kızını sözlemiş. Daha sonra İslam dini peygamberimize tebliğ edildikten, çok sonra peygamberimiz Hz. Aişe ye talip olmuş. Düşünün lütfen Hz. Ebu Bekir, daha önce başaksına söz verdiğini söylemiş, ama bu söz verdikleri putperest bir aile olduklarından, Hz. Ebu Bekir in Müslüman olmasından dolayı, Hz. Aişe yi kabul etmeyerek istememişlerdir. Hz. Aişe ile ablası Esma ile arasındaki 10 yaş fark oluşu ve ölümü arasındaki bilgileri tarihçiler araştırmış ve açıkça Hz. Aişe nin evlendiğinde 17 ya da 18 yaşlarında olduğu ortaya çıkmıştır. Sizlere sormak isterim. Allah elçisine tebliğ ettiği ayette, evlenecek bir insanın içimize sinecek, önce olgunluk ve ergenliğe ulaşması gerektiği tebliğini almış ise, sizce 6–7 yaşlarında kendisi evlenmiş olabilir mi? Bunu nasıl söyleriz ve nasıl düşünürüz. Evlenen bir kızın olgun ve ergin olması sözünden, evini çekip çevirecek, doğuracağı çocuğunu büyütüp, yetiştirecek bir durumda olmasını anlarız. Tüm bu gerçekler apaçık önümüzde duruyorken, bizler nasıl olurda peygamberimiz 6 yaşında Hz. Aişe ile evlenmiştir deriz ve İslam dini bu yaşta evlenmeye izin veriyor deme cesaretini gösteririz, benim aklım almıyor. Aslında aklımızın almadığı, çok şeyi bizler din diye yaşıyoruz. Tüm bunların sorumlusu bizleriz. Çünkü Allah ın arı, duru dinini, batıl ve hurafelerle öyle karıştırdık ki, şimdide HAK hangisi BATIL hangisi şaşkın şaşkın, aranıp duruyoruz. Çünkü artık hakkın yerini batıl almış, bunu da Allah ın dini diye yaşıyoruz. Değerli din kardeşlerim, kendimize gelmenin zamanı geldi geçiyor. Mahşer günü O çetin gün, pişman olacakların safında olmak istemiyorsak, uyarıyı tekrar hatırlayalım. Furkan: 28.29: Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim! Andolsun, KUR’AN BANA GELDİKTEN SONRA, BENİ ONDAN O SAPTIRDI. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir. (Diyanet İşleri Meali.) Bu acı itirafları yapmak istemiyorsak, batılı, sanıyı, hurafeyi değil, Kur’an ı rehber edinmeli ve yalnız Kur’an ın ipine sarılmalıyız. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  18. Değerli din kardeşlerim. Bugün İslam toplumları olarak, çok farklı anladığımız, çok farklı anlamlar verdiğimiz Nur suresi 31. ayet üzerinde, birlikte sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Ayeti anlamaya çalışırken, lütfen hiçbir etki altında kalmadan, bizlere öğretilen bilgileri bir kenara bırakarak, ayeti bizler Kur’an bütünlüğünde bizzat Kur’an dan anlamaya çalışalım. Çünkü Allah Kur’an ayetlerini Kur’an da açıkladığını ve nice örnekler verdiğini söylüyor. Diyanet İşleri başkanlığının, yeni mealinden ayeti önce yazalım. Nur 31: Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (YÜZ VE EL GİBİ) GÖRÜNEN KISIMLAR MÜSTESNA, zînet (yer)lerini göstermesinler. BAŞÖRTÜLERİNİ TA YAKALARININ ÜZERİNE KADAR SALSINLAR. Zinetlerini, kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut Müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz! Ayette geçen, GÖRÜNEN KISIMLAR MÜSTESNA cümlesine, Diyanet kendi anladığını yazmış ve parantez içine, Allah ın hiç bahsetmediği, ayette örneğini bile vermediği bir anlamı vererek, bu müstesnanın YÜZ VE ELLER OLDUĞUNU SÖYLEMİŞ. Allah müstesna olan el ve yüzden bahsetmiş olsaydı, bunları da söylemez miydi? İşte ayetleri kendi itikat ve inançlarımıza delil böyle yaratıyoruz. Bu açıklamayı lütfen hiç dikkate almadan, ayeti anlamaya devam edelim. Allah görünen kısımlar müstesna dedikten sonra, ZİYNET yerlerini göstermesinler diyor. Cümleden anladığımıza göre, Allah görünen ya da görünmesinde sakınca olmayan kısımlar müstesna diyor. Peki, ayette dikkat çekilen konu neydi? Göğsün örtülme emriydi. O ZAMAN ALLAH, GÖRÜNEN KISIMLAR MÜSTESNA SÖZÜNDEN NEYİ KAST ETTİĞİNİ DE, BU DOĞRULTUDA ANLAMALIYIZ. Ayette hiç bahsedilmeyen bir konuyla bağlantı kurarsak, yanlış anlamış oluruz, kendimizi aldatırız. Diyanet ayeti tercüme ederken, parantez içine eller ve yüz olarak vermiş. Halbuki ki ayetin bahsettiği konu çok farklı. Dikkat ederseniz cümlede, görünen kısımlar müstesna diyor, ama bu kısmın ne olduğu konusunu, tekrarlama gereği duymuyor ayet. Demek ki cümlenin öncesi ve devamında bu sözler geçiyor ve neresi olduğu anlaşılıyor ki, tekrar söz edilmemiş. Müstesna olanların ne olduğunu anlamaya çalışırken, bunu dikkate almalıyız. Sizce göğsü örttükten sonra, kendiliğinden görünen kısım ne olabilir? ELBETTE GÖRÜLEN GÖĞSÜN İRİLİĞİ, BÜYÜKLÜĞÜDÜR. Sizce bunun dışında ne olabilir? Allah görünen kısımlar hariç, ziynetlerini göstermesinler cümlesinde, ziynet sözüyle göğsün açıklığının, dekoltesinin kapatılmasından bahsediyordu. GÖRÜNEN KISIMLAR MÜSTESNA DERKEN, KADININ ÖRTTÜĞÜ AMA İRİLİĞİNDEN/BÜYÜKLÜĞÜNDEN DOLAYI GÖRÜLEN, FARK EDİLEN KISMININ GÖRÜLMESİNDE BİR SAKINCASININ OLMADIĞINI AÇIKLIYOR BİZLERE. Çünkü konu göğsün örtülmesi olduğuna göre, müstesna sözünü de bahsedilen konuyla alakalı anlamalıyız ki, doğru anlamış olalım. Dikkat ediniz yukarıda da söylediğim gibi, müstesna olan kısım ayrıca, açıklanmaya, detay verilmeye gerek görülmemiş. Ayeti anlamaya devam edelim. (BAŞÖRTÜLERİNİ TA YAKALARININ ÜZERİNE KADAR SALSINLAR.) Yakalarının üzerine neden salsınlar dediği çok açık. Göğüs dekoltesini, göğsün açıklığının kapatılması emrediliyor. Demek ki ZİYNET sözüyle Allah, kadının ilk göze çapan, cinsel bölgesi göğüslerinden bahsediyor. Ayetin devamını da bu bağlamda anlamaya devam etmeliyiz, doğru anlamak istiyorsak. Peki, ayette Allah bu sözleriyle bizlere nasıl bir hüküm veriyor. Şöyle diyebilir miyiz? Allah başında mutlaka başörtüsü olsun ve onunla da göğüs açıklığını da ört emri veriliyor. Bunu söyleyebilir misiniz? Yoksa zaten Kur’an ın indirildiği toplumda, kadının başı örtülüydü, o örttüğünüz başörtülerinizle, açıkta bıraktığınız, dikkat çeken göğüs dekoltenizi de örtününüz, kapatınız mı diyor? Söylediklerimin daha iyi anlaşılması için, bir örnek vermek istiyorum. Diyelim ki Kur’an ın indirildiği toplumda, kadının çok kısa etek giydiğini ve öyle dolaştıklarını farz edelim. Tıpkı başlarını örtüp göğüslerini daha dikkatsiz örten kadınlar gibi. Allah yapılan bu yanlışa dikkat çekmek için, şöyle bir ayet indirdiğini farz edelim. ( Ey Mümin kadınlar, eteklerinizi aşağıya doğru salınki dikkat çekmesin, mümin kadına da yakışan budur.) Bu durumda siz bu uyarıdan, nasıl bir sonuç çıkartırdınız? Kadınlarda etek giymek farzdır ve bu eteğin boyu da uzun olacaktır diye mi anlardınız? Yoksa yapılan yanlışa Allah dikkat çekerek, etek giyecekseniz kısa etek giymeyin diyor, diye mi anlardınız? İşte yaptığımız yanlışa örnek. Bizler ayetlerin ne anlattığını, neye hükmettiğini değil, AYETLERİ TÖRE VE İTİKATLARIMIZA NASIL DELİL YAPARIZ, ONUNLA BAĞLANTI KURARIZ ONA BAKIYORUZ. ÖNEMLİ OLAN HÜKÜMDÜR, HÜKMÜ YERİNE GETİRMEK İÇİN KULLANILAN ARAÇ YA DA GEREK, ZAMANA MEKÂNA GÖRE DEĞİŞEBİLİR. Hatırlayınız Allah elçisine Hac suresi 27. ayetinde ne diyordu? Hac 27: İnsanlar arasında haccı ilan et ki, GEREK YAYA OLARAK, GEREK UZAK YOLLARDAN GELEN YORGUN DEVELER ÜZERİNDE sana gelsinler. Bakın Allah o devrin koşullarında ayeti indirmiş ve Hacca yaya ya da deveyle gidilebileceği örneğini veriyor. Şimdi bizler bu ayetten, Hacca yalnız yaya, ya da deveyle gidilmelidir diyebilir miyiz? Elbette hayır. O zaman Nur suresinde geçen, HIMAR kelimesine başörtüsü anlamını dahi versek, ayette başın örtülme emrini de dolaylı Allah veriyor diyemeyiz. Nur suresi 31. ayeti anlamaya devam edelim. Ayetin devamında çok ilginç ve dikkatle düşünmemiz gereken bir liste verilerek, ziynetlerini bu kişilerden başkasına göstermesinler açıklamasını yapıyor. Sayılanlara baktığımızda, çok yakın akrabalar ve aile içinde yaşayan, erkekliği kalmamış köle ve hizmetçilerden, birde henüz kadınların MAHREM YERLERİNE vakıf olmayan, erkek çocuklardan bahsederek, bunlardan başkasına göstermesinler diyordu. Peki, bu sözleri nasıl anlamalıyız? Eğer bu saydıklarımıza, kadının göğüslerini serbestçe gösterebilir diye anlarsak, elbette büyük hata yaparız. Ahzab Suresi 59. ayeti tekrar hatırlayınız lütfen. Ne diyordu Rabbimiz? Mümin kadınlara söyle, dışarıya çıkarken, üzerlerine dış giysilerini alsınlar ki tanınsınlar, bilinsinler incitilmesinler diyordu. Demek ki bahsettiğimiz konuyu bu ayet doğrultusunda anlamalıyız. Nur 31. ayette sayılan kişiler, evde her zaman olabilecek insanlar. Kadın töresi, geleneği gereği evinde nasıl yaşıyorsa, hangi rahatlıkta dolaşıyorsa, evin içinde o rahatlıkla giyinip, o sayılan kişilerle birlikte EK ÖNLEM ALMADAN dolaşabileceği anlaşılıyor. Yoksa herhangi bir yerini açması söz konusu değil. Ev içinde her zaman bulunabilecek yakın akrabalara lütfen dikkat ediniz. BU SAYILAN AKRABALARLA ZATEN KUR’ AN DA, EVLENME YASAĞI VARDIR. O günkü devri hatırlayınız. Tek bir oda ve kadın hem evin işi, hem de ÇOCUKLARINI EMZİRMEK, DOYURMAKLA MEŞGUL BİR DURUMDA. GEREKLİ ÖNLEMLERİ ALARAK, EVİNDE YAKINLARI, AKRABALARI YANINDA, DAHA RAHAT HAREKET EDEBİLMESİNE RUHSAT TANINIYOR AYET. Bu ayete öyle anlam veriliyor ki bir kısım düşünce, kadın saçını bu kişilere ancak gösterebileceği, başkalarına gösteremeyeceği söylenmektedir. İyi ama bu anlam verilecek tek kelime bile yok ayette. Şimdide ZİYNET sözcüğünü farklı anlamlarda düşünelim. Allah ziynet sözünden, kadının taktığı takılardan bahsettiğini var sayalım, çünkü böyle düşünenler de var. Böyle düşünürsek, bu kelimenin bir cümle önce tekrarlandığı ve Allah başörtüleri ile göğüs açıklıklarını örtsün diye uyardığı, sözleriyle ters düşer. Göğüste takı var onun için kapatılmalıdır tezi, ayetin bütünlüğüne uymaz. Biz yinede ziynet kelimesini, takılan süs eşyası olarak anlamaya devam edelim ve bu konu üzerinde düşünelim. Amaç en doğruya düşünerek ulaşmak değil mi? Allah süs eşyası/ziynet takan bir kadının, taktığı takıları, ayette saydığı en yakınlarının dışında, kimseye göstermesini haram kılmış, yasaklamış diye anladığımızı düşünelim. Dikkat ediniz bu konudan bahsederken, bir cümle var hatırlatmak istiyorum. (ERKEKLİĞİ KALMAMIŞ HİZMETÇİLERDEN YAHUT DA HENÜZ KADINLARIN MAHREM YERLERİNE VAKIF OLMAYAN ERKEK ÇOCUKLARDAN BAŞKALARINA GÖSTERMESİNLER.) Dikkat ederseniz, kadınların mahrem yerlerinden bahsettiği gibi, erkekliği kalmamış hizmetçilerden bahsediyor. Bu sözlerden anlıyoruz ki, ZİYNET kelimesi ile Allah takılan süs eşyasından bahsetmiyor. Hatta bundan bahsetmesi hiç mümkün değil, çünkü Allah ne diyordu süslü giysi ve süs eşyası ile ilgili? Araf. 31. ayette, Ey âdemoğulları! TÜM MESCİTLERDE SÜSLÜ, GÜZEL GİYSİLERİNİZİ KUŞANIN. Araf 32. ayette ise bu konuda, çok daha güzel bir açıklama yapıyor ve bakın ne diyor. (De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı SÜSÜ, GÜZEL, TEMİZ VE TATLI RIZIKLARI KİM HARAM ETMİŞ?" De ki: "Dünya hayatında onlar, İNANANLAR İÇİN DE VAR. KIYAMET GÜNÜNDE İSE YALNIZ İNANANLAR İÇİNDİR ONLAR." Bilgiden nasipli bir topluluk için biz, ayetleri böyle ayrıntılı kılıyoruz. ) Buradan da anlıyoruz ki süslenmek ve süslü güzel giyinmek yasak değil. Bu örneği verdiğimizde, kadın yalnız kocasına süslenir, süslenerek dışarı çıkamaz, takılarını gösteremez demek, Kur’an a göre yanlış olur. Çünkü Allah böyle bir yasaklayıcı hüküm vermemiştir. Tam tersine mescitlere giderken süslü, güzel giyinmemizi emretmiştir, hiçbir ayrım yapmadan. Bizler kendimiz karar veriyor ve kadın kocasından başka kimseye güzel, süslü görünemez diyoruz. Ayetlerde Allah açıkça söylemediği, kadına asla böyle bir yasak getirmediği halde, bizler nefislerimiz doğrultusunda imanımıza yön veriyoruz. Acaba hüküm vermediği halde, neden yalnız kadın süslenip, süs eşyası takıp gezemez deniyor da, erkekler kendilerine böyle bir yasak getirmiyor? Buda düşündürücü değil mi? Kadın süslenip gezemezse, erkekte bunu yapamaz. Ama erkekten bahseden bile yok. Demek ki ayette geçen ziynet sözünden, takılan takılar anlamamız Kur’an a göre doğru olamaz. Gelelim ayetin son kısmına. Ayette geçen cümleyi tekrar hatırlayalım. (GİZLEDİKLERİ ZİYNETLER BİLİNSİN DİYE, AYAKLARINI YERE VURMASINLAR.) Bu cümleyi her iki şekliyle de düşünelim. Eğer ziynet kelimesinden takılan takı, altın, bilezik süs eşyası olarak algılamış olsaydık, bu takıların görünmesi için kadın hızlı, sert yürümesi, ayette geçen sözlerden yola çıkarak, ayakların sertçe hareket etmesi ile süs eşyaları belli olmaz. Çünkü süsler/takılar görünür vaziyettedir zaten. Ayağına takılan hal halı örnek vererek, ayeti anlamaya kalkarsak, ayeti bütünlüğünden uzaklaştırmış oluruz. Şimdi lütfen bu konu üzerinde daha dikkatle düşünelim. Evin kadını için, ziynetlerini saklama konusunda, daha rahat edecekleri kişiler sayılmıştı hatırlarsanız. Ayeti tercüme ederken, ziynetlerini gösterebilecekleri kişiler diye sayılmıştı. Lütfen ayetin sonundaki bu cümle üzerinden düşünelim şimdide. Evin ahalisine, YAKINLARINA GİZLEDİKLERİ ZİYNETLER BİLİNSİN DİYE, AYAKLARINI YERE VURMASINLAR DİYOR. Demek ki ziynet yani kadının göğüs bölümü açık değil. Yine gizleniyor ve örtüldüğü halde, KENDİLİĞİNDEN GÖRÜLEN İRİLİĞİ, hızlı hareket ederek, cazibeli davranışlarla, dikkatin bu kısma çekilmemesi gerektiği uyarısı yapılıyor özellikle ayette. Kadın evin içinde hızlı hareket ederek, kırıtarak yürüdüğünde en çok dikkat çeken kısmı, özellikle Arap kadınlarının büyük, iri göğüsleridir. Bu cümleden de anlıyoruz ki, kadın evin içinde belki akrabaları ve ev halkı için daha rahat giyinebilecek ama ev halkının dikkatini, kendi cinsel objelerine dikkat çekecek hiçbir şey yapmamaya da özen gösterecek. Ben Kur’an bütünlüğünde, hurafenin etkisinde kalmadan bu ayetten bunları anladım. Hatalarım varsa, Rabbim affetsin ve gerçekleri görmem içinde, gönül gözlerimi açmayı nasip etsin bana ve cümlemize inşallah. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  19. Kur’an ı nasıl okumalıyız sorusuna, doğru bir cevap bulabilmemiz için, önce Ku’an ın indiriliş gayesini de doğru anlamamız gerekir. Allah Kur’an ın indiriliş amacını anlatırken, bizlere yol gösterici bir öğüt, karanlıktan aydınlığa çıkartan bir nur ve doğruyu bulmak için uyarıcı bir rehber olduğunu söyler. Önce şuna karar vermeliyiz, biz Kur’an ı anlamak ve hayatımıza geçirmek için mi okumalıyız, yoksa anlamını bilmesek de okuyalım, Allah sevabını yazar düşüncesiyle mi okumalıyız. Kur’an ı nasıl okumamız gerektiğini elbette Rabbimiz açıklar ve Müzzemmil 4. ayetinde Kur’an tertil üzere, yani ı YAVAŞ YAVAŞ okunmasını ister bizlerden. Bunun nedeni de ayetlerin üzerinde düşünmek ve anlatılmak isteneni idrak edebilmek içindir. Aynı uyarıyı İsra 106. ayetinde de yaparak, ayetleri SİNDİRE SİNDİRE okunması gerektiğini bildirir. Yine Kur’an ayetleri üzerinde, mutlaka düşünülmesi uyarısını yapar. Çünkü Kur’an bizlere tebliğdir, uyarıdır. BU UYARILARIN MAHİYETİNİ, ÖZÜNÜ ANCAK DÜŞÜNEREK ANLAYABİLİRİZ. Bu bilgiler ışığında düşündüğümüzde, Kur’an nasıl bir kitaptır? Çünkü Allah Yasin 69. ayetinde peygamberimizden bahsederek, BİZ ONA ŞİİR ÖĞRETMEDİK, apaçık bir öğüt indirdik diyor. Acaba neden şiir indirmedik diyor olabilir, bunu hiç düşündünüz mü? Çünkü şiirde zengin semboller, ritimli sözler vardır. Seslerin uyumuyla, ortaya duygu ve nefse hitap eden bir anlatım biçimi ortaya çıkar. Şiir bir olayı ya da düşünceyi, normalin dışında, sıradan olmayan bir şekilde ifade etme sanatıdır. Bu yöntemle insanları, gerçeklerden bir an uzaklaştırabilirsiniz. Ama Rabbimiz özellikle bunu vurguluyor ve diyor ki, SİZE ŞİİR İNDİRMEDİK. Peki, nasıl bir tebliğ, uyarı gönderdi? Baktığımızda Kur’an ın NESİR, YANİ DÜZ YAZI olduğunu görüyoruz. Nesrin en küçük birimi, yani cümlesi tek başına bir anlam ifade eder. Bakın burası çok önemli. Kur’an da nesir yazıdır ve tek bir cümlesi bile, tek başına bir hüküm ve anlamı vardır ve sözleri süslenmediği için açık ve nettir. Bu tür yazılarla bilgi verilir ve istenen konu, bu yolla daha açık anlatılır. Bir başka deyişle tüm okullarda ilim tahsil edilen kitaplarda nesir, yani düz yazıdır. Bu tür yazılar, düşünmeye müsait bilgiler verir. Bugün Kur’an ı bizler, nasıl okuyoruz konusuna gelince. Kur’an ın bizlere öğüt vereceğine, yol göstereceğine ve düşünerek ufkumuzu açacağına inanıyorsak, Kur’an ı kesinlikle anladığımız dilden okumamız gerekir. Eğer bunu yapmıyorsak, gerçek amacına göre Kur’an ı okumuyoruz ve ondan faydalanamıyoruz demektir. Günümüzde bizler, anlamını bilmesen de oku, Allah sevap yazar mantığına inandırıldığımız için, Kur’an ın rehberliğinden de elbette faydalanamıyoruz. Bu açığımızı görenler, bizleri Allah ile aldatmanın kolay yolunu bulmuşlar ve Kur’an ı anlayarak okumamamız içinde her şeyi yapmışlardır. Kur’an ı anlamadığımız dilden okurken, kulağa hoş gelecek okuma yöntemlerini geliştirerek, toplumu anlamadan Kur’an ı okumaya teşvik etmişlerdir. KIRAAT VE TECVİDLİ OKUMA adı altında, Kur’an ayetlerini kulağa hoş gelecek bir makamla okuması sağlanmış ve böylece kulaklara ve duyguya hitap edilmiştir. Hâlbuki Allah biz peygamberimize şiir indirmedik derken, ayetlerin salt açık anlamlarının düşünerek anlaşılmasını istediği anlatılmıştı. Kıraat usulüne uygun, yavaş yavaş okumak anlamındadır. Elbette bunda hiçbir sorun yok. Kur’an ın okuma usulünü de Kur’an açıklanmıştır ve yavaş yavaş, tane tane okunması istenmiştir. Bunun nedeni de üzerinde düşünerek, ayetlerin anlaşılmasını sağlamak adınadır. Tecvid konusu ise Kur’an a göre riskli ve tehlikelidir. Çünkü Tecvid bir şeyi güzel yapma ve süslemek demektir. Tıpkı Allah ın sizlere şiir indirmedik dediği gibi. KUR’AN IN AYETLERİNİN SÜSLENMEYE İHTİYACI YOKTUR. Çünkü ayetlerin manası, kelimelerde değil anlamındadır. Süsleme-güzelleştirme, dikkat çekmeyen normal şeyler için yapılır. Ne yazık ki bu yöntem özellikle kullanılarak, anlamını bilmeden okumaya teşvik etmiştir. Böylece kulağa ve nefsimize hitap etmesi sağlanmış, hatta bu konuda yarışmalar düzenlenmiştir. HÂLBUKİ KUR’AN ANLAŞILMASI, ÜZERİNDE DÜŞÜNÜLMESİ GEREKEN, ALLAH IN BİZLERE BİR TEBLİĞİDİR. Hepimiz bazı yabancı şarkıları severek dinleriz, hem de anlamını hiç bilmeden. Belki de sözlerin anlamını bilsek, hiç dinlemeye biliriz. Ama makam ve melodi sevdiğimiz ritimle birleşince, çok hoşumuza gider. Allah ın ayetlerini kulağımıza hoş gelen bir nida, bir makam eşliğinde sunulduğunda, bizlere gereken faydayı sağlayacağını söyleyemeyiz. Onun içindir ki Allah anlayarak, bilerek ve düşünerek iman edin ki, sizleri Allah ile aldatan çıkmasın diye uyarır bizleri. Bakın Allah Kur’an ı ne için gönderdiğini söylüyor. HÂLÂ KUR’AN’I DÜŞÜNÜP, ANLAMAYA ÇALIŞMIYORLAR MI? (Nisa 82) Size sorsam ve desem ki, Kur’an ı anlamadığınız bir dilden tecvitli okuduğunuzda, yukarıdaki ayetin hükmünü yerine getirebilir misiniz? Elbette hayır. Çünkü anlamını bilmeden okursanız, asla ayetler üzerinde düşünemezsiniz. Belki duygularınıza hitap edebilir bu okuma şekli. İstediğiniz kadar kelimeleri makamla, sözcüklerle süsleyiniz, Kur’an ın indiriliş ve bizlerin Kur’an ı okuma gayesine uygun düşmez böyle okumak. Bu tür Kur’an okuma şekli peygamberimiz devrinde olmayıp, çok daha sonra ortaya çıkmıştır onu da söylemek isterim. Şunu da düşünmenizi rica ediyorum sizlerden. Kur’an ı Arapçasından okurken, tecvitli okumayı önerenler, acaba Türkçesinden okunduğunda, bunu neden önermemişlerdir? Bunu yapmaya kalktığınızda sözlerin, anlamlarının nasıl farklılaştığını ve hoş bir görünüm olmadığını göreceksiniz. İsterseniz deneyiniz. Değerli din kardeşlerim, Kur’an ın muhatabı, bizzat her Müslüman ın kendisidir. Elbette Kur’an tüm insanlığa indirilmiştir. Ama herkes kendisinden sorumlu olduğu için, muhatap bizzat kendimiz olduğunu, anlayarak-düşünerek okuduğumuzda anlıyoruz. Kur’an Allah ın bizleri sorumlu tutacağını söylediği bir tebliğidir. Onu anlayarak ve düşünerek okumayan, inancını ve imanını birilerine emanet eder. Hesabın görüleceği O çetin gün, böyle yapanların, üzücü bir sürprizle karşılaşma ihtimali büyüktür. Gelin emin olmadığımız bilgilere değil, Allah ın sorumlu tutacağını söylediği Kur’an ın ipine sarılalım ve onu bizzat anlayarak, düşünerek okuyalım. Böylece Allah ın tebliğini ilk elden alalım ki, imanımızdan emin olabilelim. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  20. halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
    Her zaman tartışılan bir konu, ilkokullarda zorunlu din dersinin olup olmaması konusudur. Gerçekten de bu konu çok önemlidir. Bir örnek vermek istiyorum. Lise seviyesindeki bir konuyu, ilkokulda okutabilir misiniz? Elbette okutamayız diyeceksiniz. Peki, neden okutamayız? Çünkü ilkokuldaki bir öğrencinin, muhakeme kabiliyeti daha tam gelişmemiştir. Gereken değerlendirmeyi, gerektiği ölçüde yapamaz. Bunu yapabilmesi için, önce alt yapısı olmalıdır. Öğretmeye çalışsanız da, o yaşta öğrenemez. Örneğin Kur’an, evlilik yaşından bahsederken, evlenecek kişinin gerekli olan OLGUNLUĞA ERİŞMİŞ OLMASININ, gerekliliğinden bahseder. Bizler dinin gerektiği emirlerin, yerine getirme yaşından bahsederken, Akıl ve baliğ olmak gerektiğini söyleriz, tıpkı Kur’an ın evlenme yaşından bahsettiği gibi. Akil olmak aklı başında olmaktır. Baliğ olmak ise çocukluktan çıkıp, ergen olması, buluğa ermesi yani mukayese yapabilecek olgunlukta olması anlamına gelir. Bu tarifin tam bir yaşının olduğunu söyleyemeyiz. Kızlarda ve erkeklerde bile farklıdır. Her çocuğa göre bile değiştiğini söyleyebiliriz. Kur’an ı anladığı dilden okuyan bir Müslüman, Allah ın ayetleri üzerinde derin derin düşünmemizi emrettiğini bilir. BUNUN NEDENİ DE İNANCIN, İMANIN SAĞLAM TEMELLER ÜZERİNDE OLABİLMESİ İÇİN, AYETLERİN ÖZÜNE İNEBİLMENİN, DÜŞÜNEREK, İDRAK EDEREK, SORGULAYARAK İNANMANIN ÖNEMİNİ ANLATIR YARADAN BİZLERE. Eğer toplum İslam ı anlayarak, düşünerek okumaya çalışmıyorsa, o toplumu inancıyla yönetmek daha kolay olur. İslam ı kullanan terör örgütlerinin de izledikleri yollardan biriside, küçük çocukları din dersi adı altında verdiği yanlış bilgi ve telkinlerdir. Düşünme melekesi gelişmemiş, baliğ olmamış çocuğu nasıl isterseniz öyle yönlendirirsiniz. İsterseniz bir melek, isterseniz bir şeytan yetiştirmek elinizdedir. Onun içindir ki küçük yaştaki çocuklara, din bilgisi adı altında yanlış bilgiler vermeye kalkarsanız, daha sonra tamir edilemeyecek, geri dönüşü olmayan bir nesil yaratabilirsiniz. ÖĞRETİLEN BİLGİ DOĞRU BİLE OLSA, SORGULAMA YETENEĞİ GELİŞMEMİŞ, AKIL, BALİĞ OLMAMMIŞ BİR ÇOCUK, KENDİ İÇ DÜNYASINDA YANLIŞ DEĞERLENDİRMELER YAPARAK, DİNDEN BİLE SOĞUMASINA NEDEN OLABİLİRSİNİZ. Bundan dolayıdır ki, toplum bu konuda çok fazla duyarlıdır. Şöyle düşünebilirsiniz, neden yanlış bilgiler verilsin, bizler Allah ı peygamberi anlatıyoruz, bunun neresi yanlış. Bu sözlerle başlayan ama bugün İslam âlemi içinde, sayısını bile bilmediğimiz bir bölünmüşlük yaşıyoruz dinde. Hiçbirisinin bir diğerine ne güveni var, nede saygısı. Hepsi kendi inancını doğru kabul ediyor ve aynı kitaba ve aynı peygambere inandığımız halde, birbirimizi öldürmekte bir sakınca görmüyoruz. İŞTE TOPLUMU KORKUTAN, BU DİNDE BÖLÜNMÜŞLÜĞÜN VERDİĞİ GÜVENSİZLİKTİR. Bir çocuğun eğer muhakeme, sorgulama kabiliyeti gelişmediyse, baliğ olmadıysa, yeterli altyapı bilgide yoksa ona din dersini, dini bilgileri bir başkasının vermesini hiçbir anne baba kabul etmez. Tedirgin olur ve derki, ya yanlış bilgilerle çocuğumun inancını etki altına alırlarsa. Bu düşünce hepimizde vardır. Çokta normaldir böyle düşünmek. YOKSA HER ANNE BABA, DİNİ BİLGİLERİ HER YAŞTA, AMA DOZAJINDA YAVAŞ YAVAŞ EVLADINA VERİR. Laik bir toplumda yaşadığımızı söylüyorsak, devletin topluma dikte ettirdiği bir inancı, zorunlu tutarak öğretmeye kalkması düşünülemez. Din ailelerin, hatta kişilerin Allah a karşı kendi sorumluluklarıdır. Buna hiç kimse müdahale edemez ve zorla öğretmeye kalkamaz. Elbette din çocuklarımıza öğretilmelidir, ama detaylı din eğitimi, muhakeme yeteneklerinin geliştiği, baliğ olduğu bir çağda yapılmalıdır. Eğer bir çocuk anlatılanları sorgulayamıyorsa, karşılaştırma yapacak yetenekleri daha gelişmemişse, öğretilenlerin doğru ya da yanlış olabileceğinin farkında olamaz. Bunu yaparsak Allah ın Kur’an da emrettiği, iman şeklinden de sapmış oluruz. BÖYLE YAPARAK BİLİNÇSİZ, SORGULAMADAN İTAAT EDEN BİR TOPLUM YARATMIŞ OLURUZ. Çocuklarımıza İslam ı korkutarak, ürküterek, tehdit ederek değil, güzel bir üslupla anlatmalıyız ki, evlatlarımız İslam dairesi içinde kalabilsin. Bunun tersini yaparsak, dinden bahseden her kişiden uzaklaşacaklardır. Çocuklarımıza din ve ahlak eğitimi, ailelerin hayatına geçirdiği yaşantısıyla başlar. Eğer toplum olarak biz büyükler, doğru bir örnek oluşturmuyorsak yaşantımızda, onlara ne anlatırsak anlatalım ikna olmayacaklardır. Din eğitimi çocuklara, önce yaşatılarak öğretilir. Eğer bir toplumda hırsızlık, zina, büyüklere saygısızlık almış başını gidiyorsa, o toplumun gençlerine, çocuklarına da dinden söz edemezsiniz. DAHA AÇIKÇASI ÇOCUKLARIMIZA DİNİ ÖĞRETMEDEN ÖNCE, BİZLER İYİ BİR MODEL OLMALIYIZ. Din sözle, konuşarak değil yaşayarak öğretilir. Çocuklarımıza örnek olamıyorsak, bizler dini yanlış öğrenmişiz demektir. Çocuklarımıza da doğru öğretmemiz mümkün olmayacaktır. Dilerim toplum olarak, bu gerçeklerin farkında oluruz. Din ve iman bir başkasına zorla öğretilmez, önce bunun bilincinde olmalıyız. DİNİN ÖĞRETİLMESİ KONUSU, DEVLETİN ASLİ GÖREVİ DEĞİLDİR. Din eğitiminin ilk basamağı ailedir. Daha sonrada bireyin bizzat kendisidir. Bunun dışında hiç kimse, zorla araya girerek bu görevi üstlenemez. Din ve iman kişinin, Allah a karşı imtihanıdır. Hiç kimse bu imtihana müdahale edemez. Hepimiz yaptıklarımızdan sorumlu tutulacağız. Dinde zorlama yoktur diyen Allah ın hükmünü lütfen hatırlayalım. Yaradan hiç kimsenin zorlanarak bir inanç yaşamasını istemez. Din gönüllülük esasına dayanır ve yalnız ALLAH İLE KULU ARASINDADIR. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  21. Bugünlerde tartışılan bir konu var. “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir" deniyor. Tabi bunu söyleyenler dini ön plana çıkartarak söylüyor. Gelin bu konuyu Kur’an dan araştıralım. Acaba Allah huzurunda, kadın ve erkek eşit değil mi? Yoksa bu konuyu saptırarak, İslam dinine zarar verenler mi var? Hucurat 13: Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. ALLAH KATINDA EN DEĞERLİ OLANINIZ, O’NA KARŞI GELMEKTEN EN ÇOK SAKINANINIZDIR. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır. Ayete baktığımızda Yaradan, benim katımda en değerliniz, bana karşı gelmekten en çok sakınanızdır, yani en güzel amel işleyeninizdir dediği halde, bizler kadın ve erkeğin nasıl olur da eşit olmasını, fıtrata ters görürüz. Bizler hurafe inançlarımızın etkisiyle, her zaman kadınları ikinci sınıf bir insan görme yanlışını, ne yazık ki yaptık. Bunun nedeni Kur’an ı terk ederek batılı, hurafe ve sanı bilgileri, din zannetmemiz büyük etken olmuştur. Ne yazık ki bizler eşitlik dendiğinde, güç-kuvvet, şekilsel dış görünüş anlamışız ve mukayeseyi bu mantıkla yapıyoruz. Çünkü Kur’an ı anlamaya çalışmamışız da ondan. Bir insanın Allah katında ki değeri, inancında güçlü olması, TAKVASI ile doğru orantılıdır. Yani Allah katında güçlü olan, bedenen güçlü olan değil, Allah dan en çok sakınan dır. Kadını ve erkeği belki güç ve kuvvette eşit konuma getiremeyiz, ama ALLAH KATINDA KADINDA, ERKEKTE EŞİTTİR. Önemli olanda bu değil mi zaten. Eğer güç, kuvvet Allah katında eşitliğin ölçüsü olsaydı, sanırım boksör ve dövüş sanatı mensupları birçok erkekten, Allah katında ön planda olurdu. İslam ı böyle mantık dışı konumlara getirmek ve mantığın, aklın kabul edemeyeceği ölçüleri dine nispet etmek, İslam a yapılacak en büyük kötülüktür. Ne yazık ki kadının, erkekle eşit olmadığını, fıtrata aykırı olduğunu söyleyen ve bu topluma dikte ettiren zihniyet, kadını bu toplumda ikinci sınıf bir insan yapmıştır. Bakın batıl inancın baskısı ne boyutlarda. Elbette bunlara inanan düşünce, kadını erkekle eşit görmez. 1.Eğer bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, erkeklerin kadınlar üzerinde olan haklarından dolayı kadınların erkeklere secde etmelerini emrederdim. Tirmizi, Rada, 10/1159; Ebu Davud, Nikah 40/2140 Ahmed b. Hanbel, Müsned VI, 76; İbn Mace, Nikah 4/1852 2.Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz. İbni Hacer El Heytemi 2/121 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239 3.Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz. Hafız Zehebi Büyük Günahlar Sayfa 187 4.Kadınların dinleri ve akılları eksiktir. Sahihi Buhari 5.Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir. Sahihi Buhari. Tüm bu iftiralara inana bir insan, elbette kadını ve erkeği eşit görmeyecektir. Yine Allah katında erkeğin ve kadının nasıl eşit olduğuna Kur’an dan bakmaya devam edelim. Nisa 124: Mümin olarak, erkek veya kadın, HER KİM SALİH AMELLER İŞLERSE, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar. Kur’an a iman ettiğini söyleyen bir insan, kadının ve erkeğin Allah katında eşit olduğunu çok açık bilir. Bizler bu dünyada imtihan için bulunuyoruz. Ölçümüz ve değerlendirmemiz Allah ın bizlere verdiği değer ölçüsüdür. Hiç birimiz bir diğerinden üstün değildir. Üstünlük Allah a karşı TAKVAMIZDA, yani onun rızasını kazanma yarışındadır. Tevbe suresi 71. ayetinde mümin erkekle, mümin kadınlar BİRBİRİNİN DOSTLARIDIR DER. Çünkü kadın ve erkek bir birinin tamamlayıcısıdır. BİRBİRİNİN DOSTU OLAN, NASIL BİR DİĞERİ İLE EŞİT OLMAZ. Yine Bakara 187. ayette, ONLAR SİZİN İÇİN BİRER ELBİSE, SİZ DE ONLAR İÇİN BİRER ELBİSESİNİZ DER. Yani her ikisi bir bütünün parçasıdır. Birbirine üstünlükleri asla yoktur. Bir şeyi kıyas edebilmemiz için, aynı koşullarda olması gerekir. KADIN VE ERKEĞİN YARADILIŞ GAYESİ FARKLI, NASIL OLURDA İKİSİNİ MUKAYESE EDİP, BİR DİĞERİNE EŞİT DEĞİL DERİZ. Size sorsam ve desem ki, HAVA ve SU arasında kıyas yapsanız, hangisi daha çok değerlidir, diğerinden üstündür desem, ne dersiniz? Böyle kıyas mı olur, hava ve su birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Birbirine üstünlüğü söz konusu olamaz dersiniz. İşte erkek ve kadın arasında da asla bir kıyas yaparak, biri diğerinden üstün diyemeyiz. Gelelim erkeğin kadın ile çalışma hayatındaki farkına. Elbette bu fark zaten çok açık bellidir. Erkek yaratıldığı yapısı ve yaşamdaki iş bölümü gereği, daha güçlü yapıdadır. Onun içinde ailede çalışma para kazanma, geçimi sağlama görevi erkeğe verilmiştir. Tabi bu değildir ki kadın çalışamaz. Böyle bir yasak asla konmamıştır. Elbette çalışır ama bu kadının kendi iradesi ile olur. Kadınında farklı görevi vardır aile içinde. Bunları zaten hepimiz biliyoruz. Erkek ve kadına Allah ın verdiği sorumluluklar, hiç birisine üstünlük sağlamaz. Her biri üstüne düşen görevlerden sorumludur. Peki, tüm bu bedeni farklılıkları öne sürerek, kadın erkekle fıtrat yani yaradılış gereği eşit değildir dememiz, ne kadar doğru olur. Eşitlik değerlendirmesini kim yapabilir biz yaratılmışların üzerinde? Yalnız Allah yapabilir. ALLAH BENİN NAZARIMDA EŞİTSİNİZ DİYOR ve bu dünyada kadına ve erkeğe iş bölümü, görev dağılımı yapıyor. Bakın Allah yine hiçbir ayrım yapmadan ne diyor. Nahl 97: ERKEK VEYA KADIN, MÜMİN OLARAK KİM İYİ AMEL İŞLERSE, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz. İşte Allah ın kadın ve erkek arasındaki değer yargısı. Kim olursanız olun, ister erkek, ister kadın, huzuruma gelirken bu dünyada iyilik, güzellikler yaparak gelmelidir diyor. Allah kadını ve erkeği fıtrat, yani yaradılış gereği kendi katında eşit kabul ettiği halde, bizim içimizden bazıları kendi arasında, kadını erkekle eşit görmüyorsa, bu elbette onların sorunudur. Kendi yaşantılarında kadını eşit göremeyenler, Allah ın kurulmasını istediği adaletli bir düzeni de, elbette kuramayacaklardır. Allah ın önerdiği düzeni kuramayanlar, ne huzuru nede mutluluğu bulmaları, mümkün de olmayacaktır. Sizlere son bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Nisa 32: Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri hasretle arzu etmeyiniz. ERKEKLERİN DE KAZANDIKLARINDAN BİR PAYLARI VAR, KADINLARIN DA KAZANDIKLARINDAN BİR PAYLARI VAR. Allah'ın lütfunu isteyiniz. Şüphesiz Allah, her şeyi bilmektedir. Sizce Yaradan bu ayetle, bizlere ne anlatıyor? İster erkek olalım, ister kadın olalım. Hepimizin birbirinden farklı yanlarımız olabilir. Bu farklılıklarımızın da bizlere getirdiği çok farklı özelliklerimiz de olabilir. Hatta bu farklılık bizleri özendirebilir. Bu farklılıkları dikkate almayın, özenmeyin diyor Allah. Çünkü ben farklı oluşunuza bakmam. Erkeklerin kendine has özellikleri ile kazandıkları kendilerine, kadınlarında kendine has özellikleriyle kazandıklarından kendilerine bir pay var diyor Rabbimiz. Yani ben sizlere gücünüz nispetinde sorumluluklar verdim diyor. Yaradan bu ayetiyle, aile içinde kadına ve erkeğe verdiği görev ve sorumluluklarını hatırlatıyor ve diyor ki, HERKES KENDİ GÖREVLERİNDEN SORUMLUDUR. Son olarak şunu söylemek isterim. Kadın ve erkeğin fiziksel yapısında, elbette eşit olduğunu söyleyemeyiz. EŞİT OLMAMASININ NEDENİ, ALDIĞI GÖREV VE SORUMLULUKLA İLGİLİDİR. Ama bunun eşit olmaması, bizlerin yaşamında eşit şartlarda olmadığımızı asla göstermez. Bu dünyada işlediğimiz suçlarda, hâkim karşısında nasıl erkek ve kadın eşit tutuluyorsa, Allah katında da erkek ve kadın eşittir. Eşitsizlik, bizlerin kendi nefislerimiz de yarattığı adaletsiz, batıl ve hurafe inancımızdan gelmektedir. Lütfen bu yanlış inançlardan kurtulalım ki, huzurlu ve adaletli bir toplum olalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  22. Bir söz vardır “Yalan söyleyenler, doğru söyleyenlere inanmazlar.” Gerçekten de hayatımızda çok karşılaştığımız bir durumdur, yalan söyleyenlerin kolay ikna edilemeyeceği konusu. Çünkü bazı kişiler yalan yanlış sözler söylediğinin, farkında bile değillerdir. Böyle kişiler nefislerinin baskısı altındadırlar. Gelin bu sözlerin ardında yatan mantığı, birlikte düşünelim. İnsanlar neden yalan söyler, ya da söylemek durumda kalır. Hayatımızda bu durumla hepimiz karşılaşmışızdır, az ya da çok. Genelde hepsinin ardında yatan ana etken, nefsimizin etkisidir. Belki de hepimiz hayatımızın bazı dönemlerinde, yalan söylemiş ya da söyleme gereğini duymuşuzdur. Bazen yalan söylediğimizde buna kılıf bularak, bunlar beyaz yalanlar, ya da bu yalanlar insanların iyiliğine yalanlardır diyerek, yaptığımız yanlışları aklamaya çalışmışızdır. Bu tür yalanların bile, bir zaman sonra çok farklı koşullarda, bizlere zarar verecek konuma dönüştüğüne şahit oluruz. NEFSİMİZİ İKNA ETMEK KOLAYDIR. AMA AKLIMIZI İKNA ETMEK ÇOK ZORDUR. Onun için her işimizi düşünerek yapmalıyız. İnsanın nefsi ile hareket etmesi, onun baskısı altında yaşaması çok sakıncalıdır. Hatta öyle istenmeyen olaylar duyarız ki, nefsime yenik düştüm derler. Aslında yenik düştüğü insanın doyumsuz duygularıdır. İşte şeytanda bizleri her zaman nefsimizle aldatmaya çalışır. ÇÜNKÜ BİLİR Kİ İNSANIN EN ZAYIF NOKTASI NEFSİDİR. Allah yarattığı kulunun özelliklerinden bahsederken, zayıf yaratıldığından, aceleci tabiatta olduğundan, çok daha ilginci tartışmaya meyilli olduğundan bahseder. Tüm bunları veren Yaradan, bizlere öyle bir güç vermiştir ki, bu özelliğimizle hata yapmaktan kurtulabilelim. Oda AKIL, DÜŞÜNME ve özgür irademizle karar verebilme yeteneğimizdir. Eğer bu özelliğimizi kullanamıyorsak, öyle hatalar yaparız ki, beyazı siyan görmek işten bile değildir. Onun için Allah bizleri, mutlaka düşünerek iman etmemizi ister. Yalan söylemenin, nefsimizin karşı konamaz dürtüsü olduğunu önce bilmeliyiz. Ne kadar az yalan söylüyorsak, o kadar nefsimize hâkim olduğumuzu gösterir. Nefis öyle bir duygudur ki, bizlere yalanı bile savunmamızı sağlar. Onun içindir ki söylediğimiz yalanı, doğru diye savunma gereği bile duyarız, bundan da hiç üzüntü duymayız. Tabi bunu yaparken aklımız devre dışı bırakılmıştır. Eğer aklımız nefsimize baskın çıkıyorsa, zaten yalan söyleme gereği de duymayız, olayı bir şekilde anlatmanın yolunu buluruz. YARADAN DA BİZLERİ NEFSİMİZLE HER AN İMTİHAN ETMEKTEDİR. Onun içindir ki Kur’an da, birçok ayetinde bizleri, düşünerek iman etmeye yönlendirir. Sürekli yalan söyleyenler, nefislerinin esiri olanlardır. Bunlar yalanın, yanlışın ardı sıra gittiğini fark edemezler. Çünkü akılla, düşünerek sorgulama refleksleri gelişmemiştir bu tür insanların. Böyle olunca da yaptıkları yanlışı ikaz edenleri, bir türlü kabul etmezler. Allah da Kur’an da aklını kullanamayanlara, bakın nasıl bir son beklediğinin uyarısını yapar. Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, AKLINI KULLANMAYANLARA KÖTÜ BİR AZAP VERİR. Bu ve buna benzer birçok ayet vardır ki, Allah bizleri sorgulayarak, düşünerek iman etmemizi ister. Çünkü sorgulamadan, düşünmeden yaşayan insanların, yanlış bilgilerin ardına düşerek, farkında olmadan yalancıların safında olacağını anlatır bizlere. Ayette söylediği gibi düşünmeyen insanlar yanlışın, yalanın ardı sıra gideceği için, Allah tarafından cezalandırılacağı belirtiliyor. Bizler bu hatayı ne yazık ki, inancımızı yaşarken de yapıyoruz. Yaradan Kur’an ın ipine sarılın, sizleri KUR’AN DAN HESABA ÇEKECEĞİM dediği halde hiç düşünmeden, sorgulamadan Kur’an ın sınırlarını aşarak, doğruluğundan emin olamadığımız, bizlere söylenen rivayet ve sanı bilgilerin ardına düşüyoruz. Böyle olunca da söylenen yalan ve yanlışları ayırt edemiyoruz. Öyle bilgilere inanıyoruz ki, Kur’an bu bilginin tam tersini söylüyor. Kur’an ayetleri örnek verilip, doğruya davet ettiğinizde, sen sünnet inkârcısı mısın, peygamberimizi devre dışı mı bırakmak istiyorsun, türünden karşı savunmaya geçtiklerini görüyoruz. Bu sözleri söyleyenler, Kur’an gerçeklerini bir kenara ittiğini, hatta neredeyse Kur’an ın ayetlerini inkâr eder duruma düştüklerinin, farkında bile olamadıklarını üzüntüyle görüyoruz. Unutulan gerçek, peygamberimizin asla Kur’an ın dışına çıkmadığı ve Kur’an ın onay vermediği hiçbir sözü söylemediği gerçeğidir. Çok daha kötüsü, düşünme ve sorgulama melekemizi geliştirmediğimiz, devre dışı bıraktığımız içinde, yaptığımız yanlışları Kur’an ile uyaranların doğrularını göremiyor, fark edemiyoruz. BİR NEVİ NEFSİMİZ AĞIR BASIYOR VE BU GÜNE KADAR DİN VE İMAN ADINA YAPTIKLARIMIZIN, BOŞA GİDECEĞİ KORKUSUYLA SÖYLENENLERİ KABULLENEMİYORUZ. Hâlbuki zararın neresinden dönersek kardır mantığından yola çıkmış olsak, kaybettiklerimizi telafi etmenin çabası içinde oluruz. Ne yazık ki günümüz İslam toplumları, bu gerçeğin çok uzağında İslam ı yaşıyor. DÜŞÜNME VE SORGULAMANIN, DİNDE YERİNİN OLMADIĞI TOPLUMA ANLATILMIŞ BUGÜNE KADAR. Kur’an ı sen anlayamazsın mantığından kurtulmadığımız sürece, farkında olmadan yalan ve yanlışın savunucusu olduğumuzu asla fark edemeyeceğimizin, lütfen artık farkın da olalım. Gerçeklerin, doğrunun savunucusu olmak istiyorsak, elde Kur’an önce onu anlayarak, düşünerek okumalıyız. Daha sonra harcayacağımız çaba ölçüsünce, gönül gözlerimizin nasıl parladığının farkına varacağız. Bunu yaptığımızda, daha önce ardına düştüğümüz yalan-yanlış söylenen sözlerin farkına varıp, artık asla takipçisi de olmayacağız. Nefislerimizin esaretinden kurtulmak istiyorsak, gerçeklerle yüzleşmesini bilmeliyiz. Bunu her konuda yapabiliriz. Yaşadığımız gündelik olaylardan tutun, imanımızı yaşamaya kadar, izleyeceğimiz yol ve yöntemi akıl ve mantık süzgecinden mutlaka geçirmeliyiz. Özellikle inanç ve iman şaka götürmez. Onu yaşarken kesin kanıtlar ışığında yaşamalıyız ki, hesabın görüleceği O çetin gün, pişman olanlar safında olmayalım. Allah sizleri Kur’an dan sorgu suale çekeceğim diyorsa, EN KESİN KANITIN KUR’AN OLDUĞUNU LÜTFEN UNUTMAYALIM. Dilerim bu gerçekleri gören ve farkında olan düşünerek, sorgulayarak inancını yaşayan, Allah ın azıklık mutlu kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  23. Allah Kur’an ı, sizlere rehber olsun diye indirdim der bizlere. Ona sarıldığımızda, bizleri doğru yola ulaştıracağını da müjdeler. Fakat ne yazık ki bizler, Kur’an ile bağımızı gereği gibi kuramadığımız için, büyük yanlışlar yaparız. Bugün sizleri, üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayet, Bakara suresi 174. ayet olacaktır. Bakın Allah bu ayetinde bizleri nasıl uyarıyor. Bakara 174: Allah'ın İndirdiği vahiyden, BAZI KISIMLARI GİZLEYENLER VE BUNU AZ BİR KAZANÇ KARŞILIĞI DEĞİŞTİRENLERE GELİNCE: onlar karınlarını ateşle doldururlar. Ve Kıyamet Günü Allah onlarla ne konuşacak, ne de onları arındıracaktır; ŞİDDETLİ AZAP ONLARI BEKLEMEKTEDİR. Demek ki içimizde öyle birileri var ki, Allah ın ayetleri üzerinde oynamalar yapıyor, hatta anlamlarını değiştirip, gerçek anlamını bizlerden gizliyorlar. İşin kötüsü de bu insanlar, bu yaptıklarından kendileri menfaat sağlıyorlar. Peki, bu insanlar kimler olabilir hiç düşündük mü? Allah ın bazı ayetlerini nasıl gizleyebilirler. Nasıl bazı ayetlerin anlamlarını değiştirebilirler? İşte üzerinde çok dikkatle düşünmemiz gereken konu. Düşünmeden, Kur’an ı anlamaya çalışmadan iman edersek, bu zihniyetteki insanların oyuncağı olmaktan asla kurtulamayız. Onun için Allah, bizleri düşünerek iman etmemizi ister. Allah birçok ayetinde bizlere, Kur’an ın MUHKEM ayetlerinin anlaşılır, açık ve her konuda nice örneklerle izah edildiğini söyler. Gelelim bizlere öğretilenlere. Peki, bizlere Kur’an hakkında neler söylenir. - Kur’an ı herkes anlayamaz. Ayetler açık değildir, ayetler birçok anlama gelebilir, gerçek anlamını yalnız veli insanlar anlar. - Kur’an da her konu yoktur, özet bilgiler vardır. - Kur’an da bazı ayetlerin hükmü nesih edilmiştir, yani hükmü kaldırılmıştır. Bu söylenenlere inandığımız takdir de, Allah ın ayetlerini gizlemeye, üstünü örtmeye çalışanlara uymuş olacağımızı, önce unutmayalım. Allah ayetlerim açık, anlaşılır ve nice örneklerle anlayasınız diye izah edilmiştir diyor, ama bizler bunca açıklamalara gözlerimizi kapayıp, bu söylenenlere inanıyoruz. Bazı ayetlerin gizlenmesi de, Kur’an ayetleri içinde nesih yapıldığını, yani bazı ayetlerin hükmünün kalktığını söylemekle yapılmıştır. Bakın ayetler böylece gizleniyor üstü örtülüyor. Eğer hükmü kaldırılmış ayetler olsaydı, Allah ın elçisi neden Kur’an a geçirsin ve bizlere iletsin? Hükmü kalkan bir ayetin, Kur’an da ne işi var diye neden sormuyoruz? Allah bu yanlışların ardına düşenlere vereceği cezayı, ayetin sonunda bizlere bildiriyor ve şiddetli bir azabın onları beklediğini söylüyor. İbret alana, düşünerek elde Kur’an iman edene ne mutlu. Yapılan bu yanlışların sebebini de söylüyor ve bakın ne diyor Allah. Bakara 176: Bu azabın sebebi, ALLAH'IN KİTABI HAK OLARAK İNDİRMİŞ OLMASIDIR. Kitap hakkında anlaşmazlığa düşenler, elbette derin bir ayrılığa düşmüşlerdir. Ayette kitabın en doğru, en güzel şekilde Allah katından hak olarak indirdiğini söylüyor. Kur’an da her şey açıklanmamış, özet bilgiler vardır dersek, HAKTAN yani en doğru bilgiden uzaklaşmış olacağımızı unutmayalım. Allah katından gelen bir NUR, nasıl olur da gerekli açıklamayı bizlere yapamaz? Kur’an ın apaçık ayetleri üzerinde tartışmaya girerek, kelimelerle oynayıp anlamlarını değiştirdiğimizde, haktan uzaklaştığımızın artık farkına varmalıyız. Kur’an da her bilgi yoktur diyenler, BİZLERİ HAKTAN UZAKLAŞTIRANLAR DIR, lütfen bu gerçeği artık görelim. Değerli din kardeşlerim. Hepimiz beşeriz hatalar yapabiliriz, ama asla yapmamamız gereken bir hata varsa, ALLAH IN VERMEDİĞİ BİR HÜKMÜ, ALLAH A İSNAT EDEREK SÖYLÜYOR VE BUNA İMAN EDİYORSAK, YANİ ALLAH A YALAN İSNAT EDİYORSAK, bunun hesabını düşünmek bile istemiyorum. Bu yanlışı yapanların sonunu merak edenlere, bakın Rabbimiz ne diyor. Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, KIYAMET GÜNÜ YÜZLERİ SİMSİYAH HALDE GÖRÜRSÜN. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Değerli dostlar, hepimiz imtihandan geçiyoruz, imtihan olacağımız kitapta KUR’AN. O halde Kur’an ı anladığımız dilden bolca okuyalım ve üzerinde dikkatle düşünelim. Yani imtihanımıza bizzat kendimiz hazırlanalım, imtihanımızı başkalarına havale ederek Allah ın hoşnutluğunu kazanacağımızı lütfen düşünmeyelim, pişman oluruz. Sen Kur’an dan anlayamazsın diyenlere de şunu söyleyelim. ALLAH İMTİHAN ETTİĞİ KULLARINA ANLAŞILMASI ZOR BİR REHBER KİTAP GÖNDERİP, DAHA SONRADA O KİTAPTAN SORUMLU TUTMAZ. Çünkü Rabbimiz Kur’an ın MUHKEM ayetlerini anlayalım diye açık, anlaşılır ve nice örneklerle anlatıldığını, izah edildiğini söylüyor. Bakın Allah ayetinde Kur’an için ne diyor. Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, BÜTÜN ŞAN VE ŞEREFİNİZ ONDADIR. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Allah eşi benzeri olmayan bir ışık, yol gösterici bir NUR gönderiyor kullarına, ama birileri ortaya çıkıp, O ışığın aydınlığını kesmeye çalışıyor. Lütfen buna izin vermeyelim. Buna izin veren kaybedenlerden olur unutmayalım. Allah size öyle bir kitap gönderdim ki diyor, bütün yolunuzu bu kitapla bulacaksınız. Sizce böyle bir kitabı anlamak ve yolumuzu bulmak için veliye, şeyhe, efendiye ihtiyacımız nasıl olurda vardır deriz. Yaradan sakın velilerin ardına düşmeyin, dediği halde bunu nasıl söyleriz. Elbette hepimiz aynı kapasitede değiliz. Birbirimize her konuda mutlaka ihtiyacımız vardır. Birbirimizden yararlanmalıyız, sormalıyız, öğrenmeliyiz. Aynı konuyu bile, aynı oranda anlayamayabiliriz. Ama bizlere düşen, önce kapasitemiz ölçüsünce Kur’an ı anlamaya çalışmak olmalıdır. Gerisini Rabbimiz getirecek ve bizlerin ayetinde de söylediği gibi, gönül gözlerimizi açarak, gerçekleri görebilmemiz için yardımcı olacaktır. İMTİHANINDA ÖZÜNDE, SAMİMİ GAYRET YATMIYOR MU ZATEN. KÖRÜ KÖRÜNE İMAN EDERSEK, İNANCIMIZDAN ASLA EMİN OLAMAYIZ. Ama dersimizi Kur’an dan çalışır da, yardımı başkalarından alırsak, bizi asla hiç kimse Allah ile aldatamaz. Geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, peygamberimizin şahitliğinde sorulacak sorulara, peygamberimizin vereceği cevaplardan üzülmek, pişmanlık duymak istemeyen, Kur’an ın ipine sarılır, sanı ve emin olmadığımız rivayetlere değil. O gün pişman olmanın, hiçbir faydası olmayacaktır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  24. Bizler dinimizi öyle yanlış kaynaklardan öğreniyoruz ki, doğruları Kur’an da gördüğümüzde şüpheyle bakıyoruz. Bugünkü yazımın konusu, yine bir kardeşimizin bana verdiği cevap üzerine olacak. Bu yanlışı hepimiz yapıyoruz, lütfen vereceğim örnek üzerinde düşünürken akıl ve Kur’an ı referans alınız. Bu soru çok fazla karşımıza çıktığı için, tekrar gündeme getirme gereği duydum. Din kardeşimiz bakın ne demiş. ( Kur’an da namazın nasıl kılınacağı, kaç rekât olduğu, orucun nasıl tutulacağı, abdestin nasıl alınacağı, hac görevimizi nasıl yapacağımızın gerekli açıklaması yoktur. Bunu peygamberimizin hadislerinden öğreniyoruz. Eğer hadisler olmasaydı, Kur’an kapalı kalırdı anlayamazdık.) Önce her zaman yazdığım ayeti, tekrar hatırlatmak istiyorum. Rabbimiz Zuhruf suresi 44. ayetinde, SİZLERİ KUR’ANDAN HESABA ÇEKECEĞİM, KUR’AN DAN SORUMLUSUNUZ, diye bizleri uyarmıştı. Eğer bu ayete iman ediyorsak, yukarıda söylenenleri asla söyleyemeyiz, önce onu belirtmeliyim. Çünkü Allah bu ibadetleri emrediyorsa ve bizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorsa, mutlaka bu ibadetlerin gereken izahını da, Kur’an da yapmıştır. Hadisler olmasaydı Kur’an kapalı kalırdı, anlaşılmazdı demek, Allah a ve kitabına en büyük saygısızlıktır, onu hatırlatmak isterim. Allah bizleri Kur’an da, nereye yönlendiriyordu hatırlayalım. Nisa 174: Ey insanlar! Rabbinizden size güçlü bir delil geldi ve SİZE AYDINLATICI BİR NUR İNDİRDİK. 175. Allah'a iman edenlere ve O'NA SIMSIKI SARILANLARA GELİNCE; Allah onları kendinden bir rahmet ve lütuf içine daldıracak ve onları dosdoğru bir yol ile kendine yöneltecektir. Allah ayetinde bakın ne diyor. Size Allah dan güçlü bir delil geldi. İyide bizler bu güçlü delil için, ibadetlerimizi nasıl yapacağımızın, gereken detayı yok diyoruz. Hâlbuki devamında, size aydınlatıcı bir NUR indirdik diye de, özellikle söylüyor. Ayetin devamında yine, çok net bir hüküm veriyor ve diyor ki; KUR’AN A SIMSIKI SARILANI ALLAH, DOSDOĞRU YOLA İLETECEKTİR. Peki, bizler ne diyoruz tüm bu ayetlere iman ettiğimizi söylediğimiz halde; Kur’an da ibadetlerimizi nasıl yapacağımızın gereken detayı yoktur. Bunları nasıl söyleriz dostlar, bunları söylemekle bu ve buna benzer ayetlere ters düştüğümüzü fark edemiyor muyuz? Emin olmadığın bilginin ardına düşmeyin diyen Yaradan, acaba bizleri, ibadetlerimizi yaşamamız için, rivayet ve sanı bilgilere muhtaç eder mi? Bakın Allah elçisine ne diyor. Ahzap 2: RABBİNDEN SANA VAH YEDİLENE UY! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Allah elçisine, sana indirdiğimiz kitaba uy diyor ama bizler elçisinin bile uyması gereken Kur’an da ibadetlerimizin detayının olmadığını, bunları peygamberimizin detaylandırdığını söyleyebiliyoruz. Yine Maide suresinde bakın peygamberimize hitaben ne diyor Rabbimiz. Maide 67: Ey Peygamber! RABBİNDEN SANA İNDİRİLENİ TEBLİĞ ET. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir. Lütfen bu ayet üzerinde dikkatle düşünelim. Allah elçisine sana indirdiğim Kur’an ı tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun diyor. Siz bu uyarıdan ne anladınız? Bu sözleri söyleyen Rabbimiz, Kur’an da birçok kez geçen namaz konusunda, gereken detayı vermemiş olabilir mi? Bizler ibadetlerimiz konusunda, geleneklerimizin ve mezheplerin öğretisini, Kur’an da göremediğimizde, adeta Kur’an ı yeterli görmeyip, neredeyse peygamberimizi dinin eksik tamamlayıcısı konumuna düşürmemiz, Rabbimize çok büyük saygısızlık değil midir? Allah bakın elçileri ne maksatla gönderdiğini söylüyor. Enam 48: Biz peygamberleri, SADECE MÜJDELEYİCİ VE UYARICILAR OLARAK GÖNDERİRİZ. Kimler inanır ve uslanırsa, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Allah birçok ayetinde gönderdiği elçilerini, asla dinde Allah ın ortağı olmadığını ve yalnız tebliğ edici, öğüt verici olduğunu söyler. Kehf 56. ayetinde, Biz peygamberleri, SADECE MÜJDELEYİCİ VE UYARICILAR OLARAK GÖNDERİRİZ der. Gaşiye 21. ayetinde, Artık sen öğüt ver! SEN ANCAK BİR ÖĞÜT VERİCİSİN diye açıklama yapar. Rad 40. ayetinde de, yine de SANA DÜŞEN SADECE TEBLİĞ ETMEK, bize düşen de hesaba çekmektir diye bizleri uyarır. Yaradan Kehf 26. ayetinde, ALLAH KENDİ HÜKMÜNE HİÇ KİMSEYİ ORTAK ETMEZ diye hüküm verdikten sonra, sizce Kur’an da emrettiği ibadetleri özet olarak geçip, detayları konusunda hükmü peygamberimize bırakmış olabilir mi? Bunu söylemek ve düşünmek, Kur’an ın neredeyse tüm ayetlerine ters düşer. Şunu da düşünün lütfen. Kur’an ın ipine sarılın, emin olmadığınız bilginin ardına düşmeyin diyen Yaradan, emrettiği ibadetlerin detayını bizlerin rivayet ve sanı bilgiler yoluyla öğrenmemizi ister mi? Bunu aklımızdan bile geçirmek, Kur’an a saygısızlık olur diye düşünüyorum. Allah elçisine, deki onlara diye bakın ne söylemesini istiyor. Ahkaf 9: Ey Muhammed! De ki: "Ben Peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. BEN ANCAK BANA VAH YEDİLENE TABİ OLUYORUM. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım. Bakın peygamberimiz ayeti tebliğ ederken, ben ancak bana vah yedilene tabi oluyorum diyor, ama bizler hiç düşünmeden peygamberimizi, Allah ın vahiylerine ilaveler yapan, adeta detaylandıran, neredeyse HÂŞÂ dinde Allah ın ortağı konumuna getiriyoruz. Hâlbuki bir ayette Allah, biz söylemediğimiz halde, bize nispet ederek, din ve iman adına bir söz söylemiş olsaydı, onun şah damarını keserdik demiyor muydu? Allah kamer suresinde birçok kez, bu kitabı yemin ederek kolaylaştırdığını söyler. Bizler bu ayetleri görmezden gelip, bu kadar da kolay olmaz diyenlere uyar ve dine ilaveler yapanların, en doğru inanç olduğuna inanırız. Elbette Kur’an a ters düşmeyen ilaveler yapanlara sözüm yok. Ama bu ilaveler olmadığında, dinimizi yaşayamayız dememiz büyük yanlıştır, günahtır. Allah Ali İmran suresinde, bakın nasıl uyarıyor bizleri. Ali İmran 105: Kendilerine APAÇIK DELİLLER GELDİKTEN SONRA, PARÇALANIP AYRILIĞA DÜŞENLER GİBİ OLMAYIN. İşte bunlar için büyük bir azap vardır. Yaradan ın uyarısını lütfen doğru anlayalım. Allah Kur’an da bizleri apaçık delillerle bilgilendirdikten sonra, bazı toplumların yanlış itikatları sonucu, ayrılığa düştüğünü ve parçalandığından bahsediyor. Dinde sakın bölünmeyin diyen Yaradan ı dinlemeyen bizler, sizlere indirdiğimiz Kur’an yetmiyor mu ikazlarını aldığımız halde, Allah ın kitabını yeterli görmüyoruz. Bu yetmiyormuş gibi dinde bölündük, birbirimize düşman olduk ve her bölünen kendi rivayet ve sanı bilgileri ile övünür oldu. Yaradan Bakara 42. ayetinde, hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin dediği halde, bizler Rabbimizden gelen hidayetin ne yazık ki yolunda olamadık. Bakın bu konuda da nasıl uyarıyor Yaradan bizleri. Bakara 5. İşte onlar, RABLERİNDEN GELEN BİR HİDAYET ÜZEREDİRLER ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. Allah kurtuluşa erecek olanların, Allah katından gelen hidayet yani, doğru bilgiler üzerinde olanlar olacağını söylüyor. Size sormak isterim, tüm bu bilgiler ışığında, bugün bizlere öğretildiği gibi, ibadetlerimizin detayı Kur’an da yazmayıp, bizlerin bu bilgileri dilden dile dolaşarak, günümüze gelen rivayet yoluyla inançlarımızı yaşamamızı Allah ister mi? Allah ın emrettiği ibadetlerin, Kur’an da Allah ın istediği ölçüde kolaylaştırılmış olarak var olduğunu, Kur’an bizzat söylüyor. Biz her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyen, Rabbimize kulak verelim. Bu uyarıları göz ardı ederek, Allah ın kolaylaştırdığı dini, ELLERİMİZLE ZORLAŞTIRMAYALIM. Mezheplere baktığınızda ise ibadetlerdeki ilaveler, genel çoğunlukla farklılık arz eder. Sizce hangi mezhebin Kur’an da olmayan dine ilaveleri, peygamberimizin bizzat uygulamasıdır? Bu soruya kesin ve net bir cevap verebilecek var mı aramızda? Eğer yok diyorsak, Allah ın bizleri sorumlu tutacağını söylediği Kur’an a sarılalım ve onu anlayarak, düşünerek okuyalım ki, Allah ın apaydınlık nurunu, HİDAYET yolunu bizler kendimiz bulalım. İMTİHAN OLMANIN DA ÖZÜNDE, BU YATMIYOR MU ZATEN. Şunu da unutmayalım, peygamberimizin kendi döneminde, ibadetlerimizi yaşamamız adına kayda geçirilmiş, Kur’an dışından tek bir bilgi yoktur. Sizce Allah ın emrettiği ibadetleri yaşamamız için, bizlere Kur’an yetmiyor olsaydı, peygamberimiz bu durumda ne yapardı? Yorum ve karar sizlerin. Hadislerin toplanmaya başlandığı dönemin, dört halife devrinin bittiği ve İslam ın mezheplere ayrıldığı dönemde toplanmaya başlandığı gerçeğini, göz ardı etmeden bu konu üzerinde lütfen çok daha dikkatli, akıl ve Kur’an merkezli düşünmenizi rica ediyorum. Dilerim Yüce Rabbimizden cümlemiz, Kur’an gerçeklerini, rivayet ve sanı bilgiler ışığında değil, yine Allah ın NURU ışığında anlamaya çalışan, Allah ın halis kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  25. Bugün yazımda, peygamberimizin söylediği iddia edilen, bir hadisi üzerinde sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Peygamberimiz aşağıdaki sözleri, sizce söylemiş olabilir mi? 6063 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kabir azabının çoğu *********** sebebiyledir." İdrar sıçramasından kaçının. ÇÜNKÜ KABİR AZÂBININ ÇOĞU, İDRAR SIÇRAMASINDAN OLMAKTADIR. Gelin bu sözler üzerinde, birlikte düşünelim. Bu bilgiler eğer gerçekten doğru ise, Kur an mutlaka bu bilgiyi bizlere vermiş olması gerekmez mi? Çünkü Rabbimiz ne diyordu hatırlayalım. Zuhruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve SİZ ONDAN SORGUYA ÇEKİLECEKSİNİZ. Dikkat ederseniz ayette Allah, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an dan hesaba çekeceğim diyor. Allah böyle bir hüküm verdikten sonra, sizce Kur’an da hiç bahsedilmeyen, örneği bile verilmemiş bir hükümden sorumlu tutup, azap verir mi? Allah Kur’an da birçok kez tekrar ederek, yemin olsun ki Kur’an ı, sizler için kolaylaştırdım der. Bu hükmü veren Rabbimiz, bizlerin farkında olmadan, elbisemize damlamış ya da sıçramış olan idrardan sorumlu tutup, bizlere sizce azap eder mi? Çünkü hiç kimse kasıtlı olarak, idrarını üzerine sıçratmaz. Kasıtlı olmadan yapılan hiç bir şeyden, Rabbimiz bizleri sorumlu tutmayacağını da söylüyorsa, sizce peygamberimiz böyle bir söz söylemiş olabilir mi? İşte bizler İslam ı, kendi nefsimizde böyle zorlaştırıyor ve adeta korku dini yaratıyoruz. Bunlar doğru olamaz, elimizdeki Kur’an bu bilgileri onaylamıyor diyenleri de, dinden çıkmakla suçlayabiliyoruz. Lütfen şöyle düşünün, erkek ya da kadın idrarını yaptıktan sonra, kiloduma benim hiç idrar damlamıyor, ben çok dikkatliyim diyen var mı aramızda? Bunu söylemek hiç mümkün değil. HELE YAŞI İLERLEMİŞ, ERKEK YA DA KADININ, BUNDAN NEREDEYSE KAÇIŞI HİÇ YOK DİYEBİLİRİZ. Bu durumda nasıl olurda bu söylenenlere inanırız ve toplumu tedirgin ederiz. Bu güzelim dinimizi, Allah ın vermediği bir hükümle, nasıl olurda toplum içinde korku salarız. Bunun vebalini hiç mi düşünmüyoruz? Peygamberimiz bakın neler söylemişti hatırlayalım. BENDEN KUR'AN DIŞINDA BİR ŞEY YAZMAYIN. Kim, benden Kur'an dışında bir şey yazmışsa, onu imha etsin." Muslim-Zuhd/72(3004) /4137 Ebu Davud-İlm/3(3647) /4136 Musned-c.3/12,21,39 Darimi-Mukaddime/42 4106 - El-Muttalib İbnu Abdillah İbni Hantab radıyallahu anh anlatıyor: "Zeyd İbnu Sabit Hz. Muaviye radıyallahu anhüma'nın yanına girmişti. Hz. Mu'aviye ona bir hadisten sual etti. Zeyd de hadisi ona söyledi. Hz. Muaviye (orada hazır bulunan bir adama) hadisi yazmasını emretti. ZEYD MÜDAHALEDE BULUNARAK RESÛLULLAH ALEYHİSSALÂTU VESSELÂM, HADİSLERİNDEN HİÇ BİR ŞEY YAZMAMAMIZI EMRETMİŞTİ" dedi. Bunun üzerine Hz. Muaviye yazılanı derhal imha etti." Ebu Davud, İlm 3, (3647). 5176 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Benim hakkımda yalan söylemeyin. ZİRA BENİM ÜZERİME YALAN UYDURAN CEHENNEME GİRER." Buhâri, İlm 38; Müslim, Mukaddime 1, (1); Tirmizi, İlm 8, (2662). Bu sözlerin, peygamberimize ait olduğuna inanan bir Müslüman, Kur’an da asla bahsedilmeyen, tek kelimesi bile geçmeyen, İDRARIN KABİR AZABINA NEDEN OLDUĞUNU, PEYGAMBERİMİZİN ASLA SÖYLEMEYECEĞİNİ ÇOK İYİ BİLİR ve bunu söyleyenlere inanmaz. Buna inanmak, peygamberimize iftira atmaktır, lütfen unutmayalım. Kabir azabı konusu da ayrıca, yine Kur’an çizgisinde araştırılmalı ve üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir konudur, onu da belirtmek isterim. Peygamberimizin yaşadığı devri ve O toplumun yaşadığı şartlarını hatırlayınız lütfen. Evlerde ne su var, nede tuvalet. Büyük tuvalet yapma ihtiyacı duyulduğunda, genelde su bulamadıkları zaman taşlarla taharetlendiklerini, bizlere ulaşan bilgilerden öğreniyoruz. Sormak isterim, büyük abdestini yapan bir insan, taşlarla günümüze göre, ne kadar temiz taharetlenebilir? BU KONUDA SUSKUN KALAN VE HİÇ BİR ŞEY SÖYLEMEYEN BİZLERİN, İDRAR KONUSUNDA BU DERECE FARKLI FİKİRLERE İNANMASINI, SİZLERİN DİKKATİNİZE SUNUYORUM. Kur’an akıl ve mantık dinidir ve bizlere örneklerle öğüt verir. BİZLERİN TEMİZ, TERTİPLİ İNSANLAR OLMAMIZI İSTER. Bunu yaparken sert bir üslup kullanmaz. Yemin ederek, sizler için kolaylaştırdım dediği kitabı, dini asla zorlaştırarak yaşanmasını istemez. Kur’an öğretisinden uzak kalıp, batıl ve sanı ile dini yaşayan İslam toplumları, kendilerince gördükleri yanlışları, dini kendi nefislerinde yönlendirmek, şekillendirmek istemiş, böylece ne yazık ki peygamberimizin asla söylemesi mümkün olmayacak sözleri, ona mal ederek söylemişlerdir. TÜM BUNLARI, BELKİ TOPLUMUN İYİLİĞİ İÇİN YAPMAYA ÇALIŞSALAR DA, TOPLUMUN İÇİNDE BU SÖZLERİN, ZAMANLA ÇOK DAHA FARKLI ANLAMLARA BÜRÜNMESİNİ DE ENGELLEYEMEMİŞLERDİR. İdrar elbette insan üzerinde, hiç istenmeyen bir pisliktir. Böyle bir durumda hemen silmeli, temizlemeliyiz. Bunu zaten her aklı başında insan yapar. Bundan ve BUNA BENZER TÜM PİSLİKLERDEN SAKINMALIYIZ. Çünkü bir Müslüman Allah ın huzuruna durduğu zaman, her haliyle tertemiz olmalıdır. Tüm bunları söylerken, bir konuya dikkat çekip ve o konu üzerinde korku salarak değil, genel anlamda her türlü pislikten uzak kalarak, temiz bir insan olmanın koşullarını kendimize oluşturmalıyız. Çünkü Kur’an bizlerin, böyle olmamızı ister. Bir şeyin günah olduğunu ve onu yapanların cezalandırılacağına yalnız Allah hükmeder. Bunun dışında kural ve hüküm koyan yoktur, lütfen bunu unutmayalım. Yazımızın başında bir ayet hatırlatmıştık, SİZLERİ KUR’AN DAN HESABA ÇEKECEĞİM diye. Bu hükmü Allah verdiyse, Kur’an da olmayan hiçbir konudan hesap sormayacağını, aklımızdan çıkarmamalıyız. Allah birçok ayetinde, peygamberimizin topluma yalnız Kur’an ile hükmetme görevini aldığını açıkça söyler. Bizlerin Kur’an ın ipine sarılmamız gerektiği konusu üzerinde de dikkatimizi çeker ve emin olmadığımız bilginin de ardından gitmemizi yasaklar. Yine peygamberimizde, kendi adına bazı sözlerin söylenmesi konusunda, bizlerin çok dikkatli olmamız adına bizleri uyarır. Ve ben söylemediğim halde, bu peygamberin sözüdür diyenlerin, cehenneme gideceklerini de bizlere bildirir. Onun içindir ki bizlere düşen, her söylenene inanmadan, elimizde FURKAN, söylenenleri mutlaka Kur’an süzgecinden geçirmeliyiz. Bu titizliği gösteren, peygamberimizin yolunu izlemiş olur. Titiz davranmayan, her söylenene inanan ise, bir bilinmeyenin peşinden giderek, ebedi hayatını tehlikeye atanların ve pişmanlıklarını dile getirenlerin safında yer alır. Dilerim yüce Rabbimizden, gönül gözleri Kur’an ile parlayan, gönülleri Kur’an nuruyla nurlanan, Rabbin halis azınlık kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.