halukgta tarafından postalanan herşey
-
ÖZGÜR OLMANIN BEDELİ, ZORLU BİR İMTİHANDIR.
Bugün sizlerle paylaşmak, sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, acaba Allah bizleri yarattıktan sonra, yaşantımızda tamamen özgür mü bırakıyor? Yoksa yaşantımızın bazı evrelerinde, yine bizleri doğruya yönlendirmek, aklımızı başımıza getirmek için, müdahalelerde mi bulunuyor? Gelin bu soruyu birlikte düşünerek, Kur’an dan bir cevap aramaya çalışalım. Önce yaradılış gayemizin ne olduğunu Kur’an dan doğru anlamalıyız ki, Allah ın bizlere yaşantımızda müdahalesi var mı, ya da hangi şartlarda var, onu doğru anlayabilelim. Kur’an a baktığımızda ve Allah ın verdiği birçok örneklerden yola çıktığımızda, bizleri özgür irademiz ve nefsimizle baş başa bıraktığını görüyoruz. Fakat Allah özgür bıraktığı kullarını yinede tamamen terk etmeyip, belirli zamanlarda onlara doğru yolu göstermek adına, birçok rehber kitapları, elçileri vasıtası ile ulaştırdığını Kur’an dan anlıyoruz. Kur’an da birçok ayetin sonunda akla, düşünmeye bizleri yönlendirerek, bu konuda ne derece özgür olduğumuzu, onun içinde yaptıklarımızdan sorumlu tutulacağımızı, birçok ayetlerinde bizlerin dikkatini çekiyor. Örneğin Yunus suresi 100. ayetinde Allah, Akıllarını güzelce kullanmayanları pislik içinde bırakacağı uyarısını yapıyor bizlere. Yine Nisa suresi 31. ayette, Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz diyerek, bizlerin hareketlerimizde özgür bırakıldığımızı, fakat takip edildiğimizi, izlendiğimizi yine birçok ayetinde açıklamasını yapıyor. Araf suresi 3. ayetinde bizlerin özgür iradesi ile baş başa olduğumuzu şöyle hatırlatıyor. Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Dikkat ederseniz Allah, yarattığı kullarını sürekli uyarıyor. Çünkü kullarına rehber olsun diye indirdiği kitaplara, bir kısım kulları uymuyor ve kendilerince Veliler edinerek, onların peşi sıra gidiyorlar ki, Rahmanda uyarma gereği duyuyor. Dikkat ederseniz ayetin sonunda, siz ne kadar az öğüt alıyorsunuz, yani sözlerimi çok az dinliyorsunuz diyerek, bizlere kızgınlığını belirtiyor. Bu sözlerden de anlıyoruz ki, Allah kullarını, yaşamında vereceği kararlarda, özgür bırakmıştır. Allah bizleri imtihan edeceğini söylüyorsa, imtihanında birinci şartı özgür olmak değil midir zaten? Özgür olmadan yapılan bir imtihan, imtihan olabilir mi? Yine Allah Zühruf suresi 44. ayetinde;Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız diyorsa, bizlerin özgür iradesi ile sorumlu tutulacağımız bir kitaptan, imtihan olacağımız çok açıktır. Buna benzer yüzlerce ayet vardır ki, bizlerin özgür iradesi ile yaşadığımızın kanıtlarıdır. Allah bir ayetinde apaçık bir hüküm vermiş ise, buna bağlantılı ayetleri de aynı fikir doğrultusunda düşünmeliyiz ki, ayetleri doğru anlayabilelim. Çünkü Allah, Kur’an da verdiği bir hükmün tersini, başka bir ayetinde asla vermez. Bunu söylemek, ayetlere bu şekilde anlamlar vermek, Kur’an da çelişki yaratır ki, bunu yapmakta büyük hata olur. Önce araştırdığımız konuyu doğru anlayabilmek için, kendi yaşantımızdan bir örnek verelim. Hepimiz okullarda bir eğitimden geçtik. Kimimiz dersimize çok çalıştık başarılı olduk, zamanımızı iyi değerlendirdik. Kimimizde haylazlık yaptık iyi çalışmadık, istediğimiz başarıyı sağlayamadık. Bakın hepsi özgür irademizle yapılıyor. Okullarda öğretmenlerimiz, bizleri eğitmek için çok çalıştılar ve bizleri çalıştığımız, çaba gösterdiğimiz ölçülerde değerlendirip, imtihanlar yaparak, bir meslek sahibi olmamızı sağladılar. Dikkat ederseniz hepimiz bu çabamızda özgürdük, ama hepimiz farklı makamlara geldik, çalıştığımız çaba gösterdiğimiz ölçüde. Kimimiz güzel lüks evlerden otururken, kimimiz oturacak ev bulmakta bile zorluk çeker durumda olduk. Şimdide verdiğim son örneğin, tam tersini vermek istiyorum. Allah çok güzel evler, mal, mülk, para verdiyse, acaba bunları yalnız hak ettiğimiz için mi vermiş olabilir? Yoksa tüm bunlar imtihanımızın bir parçası mı? Fakir ailede doğan bir çocuk, hangi nedenlerin sonucunda fakir bir ailede doğdu biliyor muyuz? Ya da tam tersine zengin bir ailede doğan bir çocuğun durumu hakkında, sebep sonuç ilişkisini kurabilecek var mı aramızda? Gerçekten bunları bilmemiz, hiç mümkün değil. Allah bolca verip imtihan edeceği gibi, az verip de imtihan edebilir. Bizlere düşen, bilinmeyenler üzerinde değil, bilinenler üzerinde konuşmak olmalıdır. O kadar zengin görürüz, toplumda sevilmez onun bunun hakkını yer. Öyle fakirler görürüz, insanlık örneğidir bizler için. İşte sizlere çok düşündürücü örnekler. Peki, tüm bunların değerlendirmesini yapabiliyor muyuz? Bakın o kadar farklı, değişik örnekler var ki, hepside birbirinin tam tersi. Hiç birimizde bu gerçeklerin bağlantısını kuramıyoruz. Çünkü elimizde bu konuyu açıklayacak gerekli verilerin hepsi yok. Madem elimizde tüm kanıtlar yok, bizde elimizde olan veriler doğrultusunda düşünmenin ötesine geçmemeliyiz. Kendimizce kesin yorumlar yaparak hükümler verirsek, düşüncelerimizin doğruluğu konusunda emin olamayız. Buda bizi yanlışa götürecektir. Tüm bunlardan yola çıkarak düşündüğümüzde, öyle bir noktaya geliyoruz ki, karşımıza büyük bir soru işareti çıkıyor. Konuyu araştırmaya devam edemiyor ve bu sorunun net cevabını bulamıyoruz. Bu durumda yapmamız gereken, Allah ın bizlere açıklamadığı, detay vermediği şeyleri söylemek konuşmak yerine, apaçık belirttiği, hüküm verdiği, yapmamızı emrettiği şeyler üzerinde durmak ve onların peşi sıra gitmek, bizleri en doğruya ulaştıracaktır. Bilmediğimiz, emin olmadığımız bir konuyu, istediğimiz kadar konuşalım, tartışalım doğru bir sonuca ulaşmamız, asla mümkün olmayacaktır. Allah bazı konularda detay vermeyip açıklamadıysa, bizlerin bu konularda doğru muhakeme yapamayacağımızı bildiği içindir. Bizler bazı olayların sebep, sonuç ilişkisini kuramadığımız için, olaylar hakkında doğru karar veremeyip değerlendiremeyiz. Allah geleceği gördüğünden, yine bizleri doğruya iletmek için, yaşantımıza yaptığı müdahalelerin, değerlendirmesini de bizler doğru yapamayız. Hatırlayınız Allah bir ayetinde, başınıza gelen bir musibet üzücü bir olay, belki sizin için bir hayırdır der. Yine başınıza gelen bir hayır belki de bilemezsiniz, sizin için şerdir diyerek, bizlere çok önemli bir açıklama yapmıştır. Düşünene, aklını kullanana büyük bir örnektir. Bizler evlatlarımızı yetiştirirken, onların yaşamlarında doğruyu bulmaları adına, küçük müdahaleler yapmaya, onlara yol göstermeye çalışırız. Ama hepside bir yere kadardır. Çünkü biz anne babalar olarak, ancak onlara tavsiyeler de bulunuruz. Onlar belirli yaştan sonra özgür iradeleri ile hayatlarını kendi akıl ve nefisleri doğrultusunda yön verirler. Yaradan da bizlere aynısını yapıyor. Tavsiyeler de bulunuyor, uyarıyor. Daha sonrada yaptıklarımızın, yaşantımızın değerlendirmesini yaparak, gerçek adaleti sağlıyor. Konuyu dağıtmak istemiyorum, ama tüm bu ve benzerleri konular, KADER konusu ile iç içe geçmiş konulardır. Peygamberimiz bile bu konularda sorulan sorulara, cevap vermekten kaçınmış, bir yere kadar konuşmuş ise, bizlere düşenin bilinen, açıklanan konular üzerinde yoğunlaşması, en doğrusu olacağını düşünüyorum. Allah bizleri özgür bırakmış, fakat bu özgürlüğün bir bedeli de olduğunu, verdiğimiz çabanın değerlendirildiğini ve buna göre karşılık göreceğimizi Kur’an da anlatmıştır. Bu Dünyada imtihandan geçirildiğimizi de, bakın bir ayetinde nasıl hatırlatıyor bizlere. Ankebut 2: İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Sizce de mantıklı değil mi? Bizler zaten yaşantımızda, yani ömrümüzün evrelerinde de, hayatımızı kazanacağımız işimiz, mesleğimiz ile ilgili, sürekli bir imtihan içinde değil miyiz? Okulda öğretmene ben dersimi çalıştım dediğimizde mi not veriyor sınıfımızı geçiyordu, yoksa dersimizi çalıştığımızı anlamak için imtihan mı yapıyordu? Allah madem bizleri özgür bıraktı, elbette yaptıklarımızdan da hesap sorması, imtihan etmesi gerekmez mi? Bunu yapmadığı takdir de adaletsizlik, başıbozukluk, sorumsuzluk olacağı çok açıktır. Özgürlük göreceli bir kelimedir ve bir sınırı vardır. Örneğin siz müzik dinlemesini seviyorsunuzdur. Evinizde çok yüksek sesle müzik dinleyemezsiniz. Çünkü komşunuzu rahatsız ettiğiniz andan itibaren, sizin müzik dinleme özgürlüğünüzün sınırına gelmişsiniz demektir. İçinizden çok kızdığınız, sevmediğiniz bir insana yumruk atmak geldi. Bunu yapabilir misiniz? Yaptığınız an, tutuklanır ve hapsedilirsiniz. Böylece bir süre, özgürlüğünüz tamamen elinizden alınır. Demek ki yaşadığımız hayatımızda bile özgürlüğün bir sınırı varsa, Allah ın da bizleri özgür bırakmasının bir sınırı, elbette olmalıdır. Buradan yola çıkarak şunu düşünebilir miyiz? Bizlerin kendi ellerimizin yaptıkları sonucu, başımıza gelenlerle, yine Allah ın bizleri yaptığı imtihan arasında büyük bir bağ olmalı, diyebilir miyiz? Bunu elbette tam olarak bilemiyoruz. Allah madem, yaptıklarımız bizlerin kendi elleriyle kazandıklarımız olduğunu söylüyor, imtihanımızda bu doğrultuda olabilir mi? İşte bu konuda söyleyebileceklerimizin sınırı, bu sözlerimden sonra başlıyor. Kesin bir şey söylememiz, daha ileri gitmemiz mümkün değil. Çünkü bu konuda hiçbir bilgi yok. Bu sorunun cevabını, yalnız Allah bilir. Allah açıklamadığım, detay vermediğim konularda konuşmanızı HARAM kılıyorum diyorsa, bizler ancak anlatılan, hüküm verilen konular üzerinde konuşmalıyız, üzerinde düşünmeliyiz, daha ileri giderek yanlış yapmamalıyız. Kur’an da aynı konulara, farklı örneklerle açıklık getiren, bazı ayetler vardır. Yani Kur’an ayetlerini, kendi içinde açıklar örneklerini verir. Aşağıdaki ayetleri birlikte düşünelim. (Örneğin; sizin başınıza gelen bela ve musibetler kendi ellerimizin yaptığı yüzündendir ayeti ile sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız. Biz sizleri mallardan, canlardan ve eksiltme ile deneriz ayetini nasıl anlamamız gerekiyor.) Allah ayetinde çok açık bir hüküm vermiş ve sizin başınıza gelen bela ve musibetler, kendi ellerinizin yaptıkları yüzündendir demiştir. Daha sonraki ayet karşılaştırmasın da da, aslında aynı şeyi hatırlatıyor ve sizden öncekilere de aynı hükümleri uyguladım, onlarda bu Dünyada yaptıklarının karşılığını aldılar diyerek, bizlerin özgürce yaptıklarımızın karşılığını bu Dünyada da görmeden, cennete gitmeyeceğimizi apaçık belirtiyor ayet bizlere. Allah Ankebut 3. ayetinde de, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir der.Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır diyerek, birçok ayetinde, aynı konuyu daha açıkça anlatmıştır. Yoksa sizden öncekilere de uyguladığım adaleti, sizlere de göstermeden cennetime gireceğinizi mi sandınız diyerek, bu Dünyada yaptıklarımızın bir karşılığını mutlaka göreceğimizi, çok net anlatıyor. Biz sizleri malla, mülkle, canla sevdiklerinizle imtihan ederiz, deneriz diye açıklık getiriliyor. Aslında tüm bu ayetler birbirlerini tamamlayan, açıklayan ayetlerdir. Hepside aynı noktada birleşiyor ve birbiriyle bağlantılı. Yaptıklarımız ve imtihanımız. Detayını Allah bilir. Anlamaya çalıştığımız konuyu kısaca özetlersek, evet bizler yaşantımızda özgürüz. Özgürüz ama yaptığımız her şeyden, attığımız her adımdan da sorumluyuz. Hatırlayınız Allah bizleri, melekleri aracılığıyla her an kontrol altında tuttuğunu anlatır Kur’an da. Peki neden? Neden kayıt altına alınır yapılanlar? Neden alacağımızı borcumuzu yazarız, kaydederiz? Bir gün hesabını vereceğimiz, ya da alacağımız içindir elbette. Bizlerin yaptıklarının kayıt altına alınmasının nedeni de, yeri ve zamanı geldiğinde, hesabının sorulması adına olduğu çok açıktır. Sınırsız, kontrolsüz güç, güç değildir mantığından yola çıkarsak, sınırsız, kontrolsüz özgürlükte asla olamaz. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyorsa, gelin Kur’an ın ipine sarılalım, onu anlamaya çalışalım. Kur’an dışından, hükümler, veliler, şefaatçiler aramayalım. Allah şefaat tümden bana aittir dediği halde, şefaatçiler edinerek, sakın velilerin ardı sıra gitmeyin dediği halde Veliler edinip, emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin dediği halde, Kur’an ın hiç bahsetmediği bilgilerin ardı sıra giderek, güzelim imtihanımızı, Allah ın vaat ettiği sonsuz yaşamımızı tehlikeye atmayalım. Özgürsek, özgürlüğünde bir sınırının, bedelinin, zorlu bir imtihanın olduğunu asla unutmadan, sınırı aşmadan, verilen emaneti doğru kullanmalıyız ki, sonunda mükâfata ulaşabilelim. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
HAC KONUSUNDA YAPTIĞIMIZ BÜYÜK YANLIŞLAR.
Bu yazımda sizleri, üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim konu, Allah ın gücü yetenlere farz kıldığı, HAC konusunda olacaktır. Bildiğiniz gibi, Hacca gitmek isteyen Müslümanlar, günümüzde birçok zorluklarla karşılaşıp gidemediği gibi, sıralara girip kura lar çekilmekte, çıkmayanlarda haklı olarak, farz bir emri yerine getiremediklerinden çok üzülmektedir. Peki, bu kura ların, sıraya girmelerin nedenleri nelerdir? Bizlere öğretilen, Hacı olabilmek için Kurban bayramının bir gün öncesi, yani AREFE günü( zilhiccenin 9. günü) Arafat da olmamız gerektiği, geleneksel İslam anlayışı ile bizlere öğretilmişti. Örneğin hac vakti ne zamandır sorusunu sorduğunuzda, şöyle bir cevap alırsınız. (Hac vakti, AREFE ve bayram günleri olmak üzere, beş gündür.) Bir yılın içinde çok kısıtlı bir zaman, hatta Zilhiccenin 9. günü kabul edilen, AREFE günü haccın kabulü için, Arafat ta bulunulması gerektiğini söylediğimizde, elbette büyük izdihamlar olacaktır. Arefe günü konusuna öyle özellikler yüklemişiz ki, bakın nelere inanıyoruz, hac konu ile ilgili. (Arafat vakfesi, haccın en önemli rüknüdür. Çünkü süresi içinde orada bulunamayanlar, o sene hacca yetişememiş sayılırlar. Arafat vakfesinin zamanı, Zilhiccenin 9. günü, yani Arefe günüöğleyin Güneş’in tepe noktasına gelip Batı’ya meyletmeye başladığı andan (Zeval vaktinden) bayramın birinci günü fecr-i sadık dediğimiz tan yerinin ağarmaya başladığı ana kadarki süredir.) Bu durumda, çok kısıtlı bir zamana, hatta bir yıl içinde bir güne endekslediğimiz bir hac vakti, elbette büyük izdihamlar, zorluklar yaşatacaktır. Peki, bu kısıtlı zaman, Hac vakti için Allah ın emri olabilir mi? Allah bu kadar kısa bir zaman aralığında, bizlere farz bir ibadet olan, Hac vaktini ayırmış olabilir mi? Bundan çok değil, yüz yıl öncesini düşünün, daha sonrada at, deve ve araba sırtında Hacca giden din kardeşlerimizi hayal edin, daha sonra ne anlatmak istediğimi anlayacaksınız. Bakın Allah elçisine Haccı ilan et dedikten sonra, nasıl gidileceği örneklerini veriyor. Hac 27: İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen argın develer üzerinde sana gelsinler. Bunca zahmetli yolu, Dünyanın dört bir yanından nasıl olurda, bizlere bahsedilen O bir günde AREFE gününde, orada olamadığımızda haccımız geçerli olmaz diyebiliriz? Allah böyle bir hüküm Kur’an da vermiş midir de, bizler bunu söylüyoruz? Bir an geleneksel İslam ın bizlere öğrettiği, Hac konusundaki tüm bilgileri unutalım ve Allah ın ayetleri için önerdiği, aklımızı kullanarak düşünelim. Bakın Allah Kur’an için ne diyor? Kamer 22:Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Bu ayetten de anlıyoruz ki, Allah bu dini bizler için kolaylaştırdığını söylüyor. Asla zorluklarla karşılaşmayacağımızı, yemin ederek bizlere bildiriyor. Buna benzer ayetler Kur’an da birçok kez tekrar edilmiştir. Peki, Allah ın yemin ederek kolaylaştırdığını söylediği Kur’an da, Hac görevine ayrılan süre bu kadar kısa olabilir mi sizce? Allah Nahl suresi 89. ayetinde, bakın Kur’an ı ne için indirdiğini söylüyor bizlere. (Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.) Buradan da anlıyoruz ki Allah, Kur’an ı bizlere indiriş nedeni olarak, her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, rahmet ve bizlere bir müjde olsun diye indirdiğini söylüyor. Şimdi kendimize soralım. Allah madem her konuda açıklama yaptığını söylüyor, hac emrini yerine getirirken, bahsedildiği gibi çok kısa bir zaman içinde mi haç görevini yapmamızı istiyor? Ya da bizlere öğretildiği gibi, Kurban Bayramı ve bir gün öncesi olan AREFE gününden hiç Kur’an da bahsediyor mu? Tüm bu sorulara cevap bulmak için, şimdide Hac konusunu, Allah ın rehberi ışığında düşünmeye başlayalım. Bakalım bizlere müjde olarak gönderilen, her şey için açıklandığı Kur’an, bizlere Hac konusunda neler söylüyor. Allah Tevbe suresi 36. ayetinde bizlere bir ışık tutuyor Kur’an da ve bakın ne diyor. (Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır.) Allah ayetinde bahsettiği, bu dört haram ay ile neyi kast ediyor olabilir, gelin şimdide yine Kur’an dan bunu araştıralım. Bakalım bu dört ayı Allah bizlere, ne maksatla ayırmış ki, bu aylar konusunda bizlerin dikkatini çekiyor. Bakara 217:Sana haram ay ve onda savaşma hakkında soru yöneltiyorlar. De ki: "Onda savaş, büyük bir günahtır. Allah yolundan engellemek, O'nu inkar etmek, Mescid-i Haram'a gidişi engellemek ve halkını oradan çıkarmak ise, Allah katında daha büyük bir günahtır……. Maide 2:Ey iman edenler! Allah'ın ibadet, iyilik ve güzellik alâmeti kıldığı şeylere, çarpışmanın yasak olduğu haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklara, Rablerinden bir lütuf ve rıza niyaz ederek Mescid-i Haram'a gelmiş olanlara saygısızlık etmeyin! İhramdan çıktığınız vakit avlanın. Bir topluluğun, sizi Mescid-i Haram'dan uzak tutmak için sergilediği kötülük, sizi saldırganlık ve düşmanlığa sakın itmesin…… Dikkat ederseniz bu iki ayette, Allah bir yıl içinde bahsettiği dört HARAM ayın, ne amaçla emredildiğini çok net anlıyoruz. Ayetlerden alıntılar yapalım. —Onda savaş, büyük bir günahtır. —Mescid-i Haram'a gidişi engellemek ve halkını oradan çıkarmak büyük günahtır. —Mescid-i Haram'a gelmiş olanlara saygısızlık etmeyin! —İhramdan çıktığınız vakit avlanın. —Bir topluluğun, sizi Mescid-i Haram'dan uzak tutmak için sergilediği kötülük, sizi saldırganlık ve düşmanlığa sakın itmesin. Çok açıkça belirtildiği gibi, Allah haram ayların özelliğinden bahsederken, bu aylarda savaşmayı, avlanmayı yasaklıyor. Peki neden? Onu da açıklıyor. Allah ın emri Hac görevini kulları daha rahat yapabilmesi için. HARAM aylarda Mescid-i Haram a gelenlerin engellenmemesi, rahatça Hac görevini yapabilmeleri için olduğunu belirtiyor. Dikkat ederseniz haram ayların açıklamasını yaparken, ihramdan çıktığınızda yani Hac görevinizi bitirdiğinizde, avlanabilineceği bilgisini de veriyor bizlere. Bundan daha açık bir kanıt olabilir mi? Peki, haram aylar ismiyle, hangi aylar olduğu Kur’an da geçer mi? Allah her konuda açıklama yaptık diyorsa, Kur’an ı bilerek, düşünerek, tarafsız okuyan bununda cevabını bulacaktır. Kur’an a baktığımızda, bir yılın dört ayını Haram ay olduğunu ilan eden Allah, bu dört ayın hangi aylar olacağı konusunu, İbrahim peygamberimizden bu yana, toplumların bizzat kendisine bırakıldığını görüyoruz. Fakat zamanla ilan edilmiş, toplumlar tarafından mutabakata varılmış bu ayların, bazı toplumlar tarafından kendi nefisleri, menfaatleri yönünde, sayısını sabit tutup, yerlerini değiştirme çabalarını görüyoruz ki, bakın Allah ayetiyle bunu yapmaya kalkanları nasıl uyarıyor. Tevbe 37: Haram ayları ertelemek, küfürde bir artırmadır ki, onunla inkâr edenler saptırılır. Onu bir yıl helal sayarlar, bir yıl haramlaştırırlar ki, Allah'ın yasakladığının sayısını denkleştirip, Allah'ın haram kıldığını helalleştirsinler. Amellerinin kötülüğü kendilerine süslü gösterilmiştir. Allah, küfre batan bir topluluğu iyiye ve güzele kılavuzlamaz Bu ayetten de anlaşılıyor ki Allah, İbrahim peygamberimizden bu yana, haram ayları ilan ederken, yalnız sayısı konusunda hüküm vermiş, hangi aylar olacağı konusunu toplumların birlikte ilan etmelerini sağlamıştır. Fakat Hac konusunda anlaştıkları bu dört HARAM ayın, bazı toplumların, kendi nefislerinin etkisiyle, anlaşmayı bozarak haram ayların, sayısını değiştirmeden, kendilerince yerlerini değiştirme çabalarını görüyoruz. Allah ta bunu yapmanın ne derece büyük bir yanlış olduğunu anlatıyor bizlere. Şimdi yazacağım ayet Hac konusunda, yukarıda Allah ın açıklamasını yaptığı, Haram ayları işaret ederek bakın bizlere Haccın ne zamanlar yapılabileceği konusunda, nasıl net bir açıklama yapıyor. Bakara 197: Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda haccı kendisine gerekli kılarsa hacda kadına yaklaşmak, kötülüğe sapmak, kavga ve çekişmeye girmek yoktur. İyilik olarak yaptığınızı Allah bilir. Azık edinin. Hiç kuşkusuz azığın en güzeli takvadır. Ey akıl ve gönül sahipleri, benden sakının. Allah bizlere o kadar güzel açıklıyor ki her konuyu. Bizler Kur’an ı yeterli görmeyip, her şeyin açıklanmadığını söyleyerek, ne yazık ki kendimize azap ettiğimizin farkında bile değiliz. Allah Hac emrini çok geniş bir zamana yaydığı halde bizler, inandığımız rivayetleri, Kur’an ayetlerinin üzerinde tutup, birde peygamberimizin üzerinden topluma yayarak, nefsimize yaptıklarımızın, sanırım farkına hesap günü varacağız. Çok acı ve üzücü. Çünkü peygamberimiz hesabın görüleceği o gün, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar dediğinde, acaba halimiz nice olacak dostlar? İnancımızı o derece batıla odaklandırmışız ki, Allah ın Bakara 197. ayetinde, Hac bilinen aylardadır açıklamasını gördüğümüzde, beşerin öğretisine uymadığını fark ettiğimiz an, tedirgin olmuşuz. Ama aklın devre dışı bırakıldığı bir inançta, nefsimiz hemen devreye girmiş ve bu ayetten birkaç ayet sonra, Hac konusunda açıklama yapılan ayette geçen, bir cümleden bakın nasıl da medet umar hala gelmişiz ve kendi nefsimize kendimizce, Allah ın hiç bahsetmediği anlamları verip, nasıl da deliller bulmuşuz. Gerçi bizler bu yanlış yolu, o kadar çok kullanıyoruz ki, Allah bizleri affetsin. Bakara 203: Allah'ı sayılı günlerde anın. Kim hemen iki gün içinde işini bitirirse ona günah yoktur. Kim de bunu geciktirir-ertelerse, sakınıp korunduğu takdirde ona da günah yoktur. Allah'tan sakının ve bilin ki, siz O'nun huzurunda haşredileceksiniz. Yukarıdaki ayet de Allah, emrettiği hac görevini ne kadar zaman içinde tamamlayabileceğimiz sorusuna da açıklık getiriyor. Dikkat ediniz herhangi bir günden bahsediyor mu? Allah ı hac esnasında sayılı günlerde anın dedikten sonra, bu sayılı günlerden neyi kast ettiğine açıklık getiriyor ve hacca gittiğimizde en az zamanı belirliyor, daha fazla kalmak isteyenler içinde, bir sakınca olmadığı açıklamasını yapıyor bizlere. Ama bizlerin nefsi, Akıl ve Kur’an birlikte düşünmediğinden, ayetleri nasıl saptırdığımıza, güzel bir örnektir. Bakın beşerin öğretisine delil aramak adına, neler söylenmiş bu ayetle ilgili. ( Uygulamayı göz önüne alan tefsirciler, fıkıh âlimleri "belli, sayılı günleri" tekbir getirilerek Allah'ın anıldığı teşrik günleri (Arefe ve Kurban bayramı günleri), çabucak bitirilen veya uzatılan şeyin de, iki veya üç gün yapılan şeytan taşlama olduğunda ittifak etmişlerdir. Şu halde Kur'an'a göre hac, belli aylarda yapılan bir ibadettir ama bunun hangi parçasının -bu ayların, yani Ramazan'ı takip eden üç ayın hangi günlerinde, hatta vakitlerinde yapılacağı ayrıca âyetler ve hadislerde açıklanmıştır. Bütün bu açıklamaları bir tarafa iterek yalnızca "Hac belli aylardadır..." mealindeki âyetin lafzına takılarak haccın bu üç ayın istenen kısmında yapılabileceğini söylemek, din konusunda cahilce cesaret gösterisinden ibarettir.) Ne dersiniz, Bakara 203. ayetin yukarıda söylenenlerle, bir ilgisini görüyor musunuz? Çok daha ilginç olan açıklama ise, Hac belli aylardadır mealindeki ayetin lafzına takılarak, bu üç ayın istenen kısmında yapılabileceğini söyleyenlere takındığı tavır ilginçtir. Bunu düşünenlere, cahilce cesaret gösterisi yakıştırması yapılıyor. İşte çok dikkatle düşünmemiz gereken anlayış, bakın neler söylüyor. Bizler Hac vaktini, Allah ın asla Kur’an da tek kelime dahi bahsetmediği, açıklık getirmediği, örneğini dahi vermediği, AREFE GÜNÜ ile bağlantı kurarak, bu gün Arafat da, Kâbe de olmadığımızda, Haccımızın kabul edilmeyeceğini söylüyor ve bunun tersini söyleyip, Allah ın ayetlerini örnek gösterenlere de, CAHİLCE cesaret diyebiliyoruz. Acaba hangimiz cahilce cesaret gösterisinde bulunuyoruz dersiniz? Bununda cevabını Huzuru mahşerde, peygamberimizin şahitliğinde alacağız. Çünkü Kur’an, peygamberimizin mahşerde söyleyeceği gibi ne yazık ki, peygamberimizin ümmetinin büyük çoğunluğu tarafından, devre dışı bırakılmış bir durumda. Allah bir hüküm verip, farz bir görev yüklediyse bizlere, onu mutlaka en kolay yapabileceğimiz bir şeklide, Kur’an da açıkladığını belirtiyor. Sakın emin olmadığınız sözlerin, bilgilerin ardına düşmeyin diyerek de, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim diyor ve uyarıyor. Bildiğiniz gibi Kurban bayramı Kur’an da geçmez. Sizce Kur’an da hiç bahsedilmeyen, tek bir örneği dahi olmayan AREFE günü, yani yılda bir güne Rabbim Hac görevini indirgeyerek, bu gün burada olmazsan Haccın kabul olmaz diyerek, kullarının hac görevini yerine getirirken, sıkıntılar yaşanmasını ister mi? Daha da ilginci, biz Kur’an da her şeyden nice örnekler verdik ki, anlayasınız diyen Allah, böyle bir gün olsaydı, Kur’an da hiç bahsetmez mi bizlere? İşte her Müslüman bu soruyu önce kendisine sorup, dikkatle düşünüp, daha sonra Kur’an dan tarafsızca bizzat kendisi araştırmalıdır. Çünkü herkes kendi imtihanını yaşıyor. Huzura çıktığımızda, bana öyle söylediler, öğrettiler diyerek, işin içinden sıyrılacağımızı, kendimizi temize çıkaracağımızı sanmayalım. Diyanet İslam ansiklopedisinden, Sayın Hüseyin Algül ün bu konu ile ilgili yazısından, bir alıntı yapmak ve yorumunu sizlere bırakmak istiyorum. (Tefsir ve tarih kitaplarında, haram aylarla ilgili hükümlerin hac ibadetiyle birlikte Hz. İbrahim zamanında teşri' kılındığı, insanların bu aylarda sağlanan güven ortamı içinde hac ibadetini rahatça yaptıkları, Mekke ve çevresinde oturanların da bu vesileyle geçimlerini sağladıkları belirtilmektedir. HÜSEYİN ALGÜL / Diyanet İslam Ansiklopedisi) Bugün ne yazık ki birçok din âlimi, hac konusunda günümüzde yapılan bu yanlışların farkında oldukları halde, toplumu uyarmaktan, bazı kesimin baskılarından korkup, toplumu bilgilendirmekten çekinmektedirler. Çekinilecek, korkulacak yalnız Allah olduğu bilincinde olanlar, gerçekleri gizlemenin, hesabını bir gün, Allah a vereceklerini bilmelidirler. Rabbim cümlemizin yardımcısı olsun. Aklı ve Kur’an ı bir kenara koymuş, hurafe ve rivayetlerle İslam ı yaşar olmuşuz. Elbette bunun acısını da, İslam âlemi olarak hep birlikte çekiyoruz. Allah yardımcımız olsun. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İSLAM İNANCINDA GEÇEN, AREFE GÜNÜ VE KUR'AN.....
Bugün geleneksel İslam inancında, çok önemli bir yeri olduğu anlatılan, AREFE günü konusunu konuşmak ve sizleri bu konu üzerinde düşünmeye davet etmek istiyorum. Kur’an a baktığımızda, bizlere öneminden bahsedilen, Arefe gününden hiç bahsedilmez, tek kelime dahi geçmez Kur’an da. Fakat bizlere ulaşan rivayetlerde ise, bu güne atıfta bulunarak, çok şeyler anlatılır. Bizlere bu konu ile ilgili anlatılan, dikkat çekici ve düşündürücü bir örnek vermek istiyorum. (Arefe gününe hürmet ediniz! Çünkü Arefe, Allahü teâlânın kıymet verdiği bir gündür. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn) Bu rivayet hadis üzerinde dikkatle düşünelim. Allah sizlere rehber olsun diye gönderdim dediği Kur’an da, her şeyden nice örnekleri verdim dediği halde, Allah ın kıymet verdiğini söyledikleri AREFE günü hakkında, Rahmanın Kur’an da hiç söz etmemesi normal midir sizce? Arefe günü Allah ın, çok özel ve kıymet verdiği bir gün olsaydı, bizlere bu konuda KUR’AN da gerekli, detaylı açıklama yapmaz mıydı sizce? Eğer günümüzde bizlere öğretilen, Kur’an da her şey yazmaz, O özet bilgidir, fikrine inanmış isek, bu düşüncenin, inancın bizleri nerelere götüreceğini, kimlerin oyuncağı yapacağını lütfen iyi düşünelim. Allah ne diyordu Kur’an ayetleri için? Biz Kur’an da her şeyden nice örnekleri, sizlere sıraladık ki anlayasınız, ders alasınız demiyor muydu? Allah ayetlerini, detaylı açıkladığı örneklerini veriyordu. Hiçbir şey eksik bırakmadık, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, emin olmadığınız bilginin ardı sıra gitmeyin, diyen Rabbin ikazlarını nasıl unuturuz? Bizlere öğretilen ama Kur’an ın hiç bahsetmediği bu bilgilerden ne kadar eminsiniz? Bu soruyu kendimize hiç sorduk mu? Bence iş işten geçmeden, bu soruyu kendimize soralım. Arefe günü konusu üzerinde daha iyi düşebilmemiz için, önce günümüzde bu gün hakkında, bakalım bizlere neler anlatılıyor. (Arefe, Zilhicce ayının dokuzuncu günüdür. Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bu ayın ilk on günü hakkında büyük müjde ve teşviklerde bulunmuşlardır. Bu teşviklerde Kurban Bayramı arefesinin ayrı bir yeri vardır. Çünkü insanlara gönderilen İlahi hükümlerin artık tamamlandığını bildiren "Bugün dininizi tamamladım" (1) mealindeki âyet-i kerime bugünde nazil olmuştur.) Önce yukarıdaki bilgiler üzerinde düşünelim. Kurban Bayramı bildiğiniz gibi Kur’an ın emri ile değil, peygamberimizin ümmetine bir hediyesidir. Tıpkı Ramazan bayramı gibi. Allah Kurban kesin der, ama hacca gittiğimizde kesmemizi emreder. Elbette Allah için, istediğimiz zamanda Kurban kesebiliriz. Oruç tutun der, ama bayram yapın demez. Bu durumda Allah emri olmayan, Kurban bayramının bir gün öncesine verilen isim olan Arefe günü, sizce Allah katında çok önemi olan bir gün olabilir mi? Eğer olsaydı bizlere Rabbim bildirmez miydi Kur’an da? Elbette bildirirdi. Bizlere gönderilen İlahi hükümlerin artık tamamlandığını bildiren ( Bugün dininiz tamamlandı) ayeti bugünde nazil olduğunu rivayet etmeleri, acaba bu günü kutsallaştırır mı? Bizler çok özel günleri, kendi nefsimizce edinip, birde o günlere çok özel kutsallıklar yükleyerek neler söylüyoruz. İsterseniz bu gün üzerine yüklediğimiz, kutsal değerlerden bazı örnekler verelim. Arefe ne güzel gündür. O gün rahmet kapıları açılır. Arefe gününe hürmet edin! Arefe, Allah’ın kıymet verdiği bir gündür. (Hürmet etmek, günah işlememekle olur.) (Duanın faziletlisi, Arefe günü yapılanıdır.) Arefe gecesi ibadet eden, Cehennemden azat olunur. (Arefe günü oruç tutana, Âdem aleyhisselamdan, Sur’a üfürülünceye kadar yaşamış bütün insanların sayısının iki katı kadar sevap yazılır.) (Arefe günü tutulan oruç, bin gün [nafile] oruca bedeldir.) (Arefe gününden üstün bir gün yoktur. O gün Allahü teâlâ, yeryüzündekilerle iftihar ederek göktekilere, “Ey gök ehli, kullarıma bakın, rahmetime kavuşmak ve azabımdan kaçmak için uzak yerlerden geldiler…” buyurur. Arefe günü Cehennemden o kadar çok kul azat edilir ki, başka günlerde bu kadar azat olmaz.) (Arefe günü tutulan oruç, geçmiş ve gelecek yılın günahlarına kefaret olur.) [Müslim] [Yani Arefe günü tutulan oruç, geçmiş ve gelecek bir senede yapılan tevbelerin kabul olmasına yarar.] (Arefe günü [besmeleyle] bin İhlâs okuyanın günahları affolup duası kabul olur.) [Ebu-ş-şeyh] Ne dersiniz, bu kadar önemli bir gün, gerçekten Rabbin katında olsaydı, bizlere her şeyden nice örnekler verdik ki anlayasınız dediği Kur’an da, açıklamaz mıydı Allah bizlere? Hatırlayınız bizler buna benzer bir günü, geceyi daha Allah özellikle belirtmediği halde, yine kendi nefsimizce, yukarıda saydığımız hükümlerin benzerlerini de yükleyip, o geceyi tespit etmemiş miydik? Hatırladınız değil mi? Kur’an ın ilk indirilmeye başlandığı gün, yani Kadir gecesi. Hâlbuki Allah bu geceyi özellikle hangi gece olduğunu söylememiş, ama bir Ramazan ayında indirilmeye başlandığı bilgisini vermişti. Ama bizler nefsimizin verdiği hırsla, illaki o günün hangi gün olduğunu öğrenme çabasına girmişiz. Bu gecenin hangi gece olduğunu, peygamberimizden bile öğrenemediğimizde, yani peygamberimiz, biliyordum ama Allah bana unutturdu dediği halde, yinede inatla peşini bırakmayıp, Ramazanda bir geceyi, Kadir gecesi ilan etmişiz. Hâlbuki Allah Ramazanın her gecesini, aynı hassasiyetle, huşuyla geçirmemizi istemesine rağmen, bu nefsimize zor geldiğinden olsa gerek, bizler bu güzelliği, mağfireti, bir geceye indirme gafletinde bulunmuşuz. Dikkat ederseniz, Kur’an ın ilk indirilmeye başlandığı ve Allah ın öneminden bahsettiği o geceyi öğrenme çabamız hiç bitmemiş. Bizler işin kolayına kaçıp, illa o geceyi öğrenip, diğer günlerde yaptığımız günahları affettirmenin yollarını aramışız sürekli. Nefsimizin bu zayıf yanı, Kur’an ayetlerinin indirilişinin sonunda da, aynı yolu ve yöntemi ne yazık ki kullanmış. Allah artık bu din kemale ermiştir, yani dininizi tamamladım dediği ayet indirildiği gün de, eğer bu gün söyledikleri gün ise, çünkü Allah bugünün hangi gün olduğunu, Kur’an da asla bahsetmemiştir ve bizlere bildirmemiştir. Allah bu bilgiyi vermediğine göre, bizlerin bu yola meyletmemiz ne kadar doğru olur? Allah ne Kur’an ın indirilmeye başlandığı gün, nede Kur’an ın tamamlandığı günden asla bahsetmemiş ve bizlere bildirmemiştir. Arefe günü oruç tutan, BİN gün oruç tutmuş gibi olacağını, o gün yapılan duaların daha faziletli olduğunu ve buna benzer birçok hüküm bazından verilen görüşlerin doğruluğunu nasıl anlayacağız? Allah sorumlu olduğumuz Kur’an da tek kelime dahi bahsetmediyse, nasıl olurda bizler bunlara inanıp ta, inancımızı bu bilgilere göre yön verirde yaşarız? İşte bizler İslam ı ne yazık ki böyle yaşıyoruz. Bu hataya benzer o kadar çok yanlışlar yapıyoruz ki. Kur’an dan delili, kanıtı olmadan, rivayetlere dayanan bir inanç yaratmışız kendimize. Allah ın bu konudaki ikazlarına kulaklarımızı tıkamış yaşayıp gidiyoruz. Sizce yürüdüğümüz bu yol, Allah a ulaşır mı? Allah özellikle Kur’an da, hiçbir gece ya da gün belirterek, o güne özelikle bir kutsallık vermemiştir. Kur’an ın indirilişi konusundan da bahsederken, Ramazan ayı içinde bir gece olarak bahsetmesi, aslında bizlerin Ramazanın her gecesi, Kadir gecesini aramamız içindir. İslam toplumlarının kullandığı takvim, Hicri takvimdir ve aylar sabit değildir. Böylece Ramazan ayıda her mevsime gelecek şekilde dolaşır. Allah Ramazan ayında Kur’an ın indirildiğini söylediği halde, hangi mevsime denk gelen Ramazan ayında olduğunu dahi özelikle belirtmemiştir, bugünde bu bilinmez. Böylece bizlerin ömrümüzün 32 yılı içinde, tüm Ramazan aylarının her gecesinde aynı huşu yu, gayreti göstermemizi sağlamıştır Allah. Bizler bu inceliği, mantığı düşünmek, anlamak işimize zor geldiğinden, kendimizce işin kolayına kaçıp, önemli geceler edinmenin yollarını aramışız her zaman. Bunu yaparken de, peygamberimizin ismini kullanmışız. Bu nefsimize daha kolay gelmiş, çünkü öyle büyük günahlar işlemişiz ki Allah ın affetmeyeceği, bu günahlardan da kurtulmanın yollarını aramış durmuşuz. Hatırlayınız Rabbim ne diyor ve uyarıyordu bizleri? Emin olmadığınız bilginin ardı sıra gitmeyin, sizleri sorumlu tutarım diyordu. Sizce en emin yol Kur’an değil midir? Kur’an ın hiç bahsetmediği rivayetlere inanmak, sizce emin bir yol mudur? Kur’an ın vermediği hükümlerden bahsedenlere Allah, şahitlerini getirsinler diye ikaz ediyordu bir ayetinde. Hemen şu soruyu soralım kendimize. Kur’an ın tek kelime bile bahsetmediği, açıklık getirmediği, AREFE günü ve bu güne yüklediğimiz onca kutsallığı, kimler haber verdi bizlere? Doğruluğu hakkında emin misiniz? Allah hesap günü, bu rivayetlere inananlara, şahitlerinizi getirin bakalım derse, ne cevap vereceklerini iyice düşündük mü? Peygamberimiz şahidimizdir diyenlere, şunu hatırlatmak isterim. Allah elçisine, kullarını Kur’an ile uyarma görevi vermiştir. Hatta bir ayetinde, eğer bizim söylemediğimiz sözleri, bunlarda Allah katındandır deyip sizlere anlatsaydı,onun şah damarını keserdik diyerek, çok net hükmünü de vermiştir. Bu durumda peygamberimizi şahit gösterenler, çok dikkatle düşünmelidir, çünkü O örnek insan birçok hadisinde, bizleri Kur’an a yönlendirmiştir. Kendi sözlerinin saptırılacağını, değiştirileceğini bildiğinden, benim adıma söylenecek sözleri, Kur’an ile karşılaştırın ki yanılmayasınız uyarısının yapmıştır bizlere. Böylece büyük yanlışlara açılan kapıyı da, peygamberimiz kapatmıştır. Hesabın görüleceği gün, peygamberimizin de şahitliğinde, eğer Allah bu bilgileri nereden aldınız da inandınız diye sorduğunda, tüm bu bilgilere inananlar, acaba peygamberimizden aldık dediklerinde, peygamberimizin vereceği cevabı hiç düşünüyorlar mı? Sanırım hatırlatacağım ayet üzerinde iyi düşünmeyenler, yanlış yapmaya devam edeceklerdir. Bakın hesap günü peygamberimiz ne söyleyecekmiş. Bunu dahi Allah bizlere, şimdiden hatırlatıyorsa, bu ayeti anlamaya çalışmayanlar, beşerin sözlerine bu inanılmaz ayeti feda edenlerin, mahşer günü sizce halleri nice olur dostlar? Yorum ve karar sizlerin. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Bu konuda söylenecek anlatılacak ve AREFE gününe atfedilerek yaptığımız o kadar büyük yanlışlar var ki, doğrusu anlatmakla bitmez. Bizlere düşen din ve iman adına anlatılanları, Kur’an süzgecinden geçirmek olmalıdır. Sizlere Rabbin bir ayetini hatırlatmak istiyorum. Düşünene, aklını kullanana büyük dersler var. Araf 33: De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi HARAM kılmıştır. Allah yukarıdaki ayette konumuz ile ilgili, çok dikkat çekici iki cümle ile bizleri uyarıyor. Hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi HARAM kılmıştır. İşte bizlerin yaptığı büyük yanlış. Allah, hakkında Kur’an da hiçbir delil indirmediğimiz şeyleri konuşmanızı, inanmanızı HARAM kılıyorum diyor, fakat bizler nelere iman ediyoruz. Daha açıkçası her gün, haramı tıka basa yediğimizin, farkında bile değiliz. Bugün İslam âleminin büyük bir bölümü, çok büyük yanlışların ardı sıra giderek, Rabbin halis dininden sapmaktadır. Kurtuluşumuzu, Kur’an ın ipine sarılmakta aramalıyız. Ona sarılan ve onun onayını almadan hiçbir bilginin ardı sıra gitmeyen, kurtuluşa erecektir. Bunu söyleyen Allah ve elçisidir. Şunu asla unutmayalım. Allah bizleri Kur’an dan sorumlu tutacağını söyleyip, Kur’an ın ipine sarılmamızı emrediyorsa, Allah sözünü tutandır. Allah a ulaşmak isteyen, onun halis kulu olma çabasıyla çırpınan, onun rehberliği ve ışığından asla ayrılmayandır. Çünkü peygamberimizde yalnız ve yalnız Kur’an ı hayatına geçirmiş ve onun ışığında yaşamıştır. Peygamberimizin sünnetini takip etmek isteyen, Kur’an ın emrinden asla ayrılmamalıdır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
NİSA SURESİ 78-79. AYETLERİN, DİKKATİMİZİ ÇEKTİĞİ KONULARI.
Bir kardeşimiz sorduğu bir soruda, Nisa suresi 78 ve 79. ayetlerin, birbirinin tam zıttını söylüyor dedikten sonra, ayette önce iyilik de kötülük de Allah'tandır diye geçiyor, sonra kötülük nefsinden, iyilik Allah'tan diyor ve bu ayetlerin kafasını karıştırdığından bahsediyor. Arkadaşımız bir örnek vermiş. Yolda saldırıya uğrayan bir adamın hiç günahı yokken, kendi ettiğini bulmuş olması anlamsız geliyor. Gelin önce ayetleri yazalım ve daha sonra birlikte Kur’an bütünlüğünde, ayetler üzerinde düşünelim. Allah bu iki ayette bizlere, acaba neler anlatmak istiyor ve dikkatimizi çekiyor. Nisa 78: Her nerede olursanız (olun), ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: 'Bu, Allah'tandır' derler; onlara bir kötülük dokunsa: 'Bu sendendir' derler. De ki: 'Tümü Allah'tandır.' Fakat ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya çalışmıyorlar? 79. Sana iyilikten her ne gelirse Allah'tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahit olarak Allah yeter. İlk ayette de dikkat ederseniz, verilen bir örnek var. Burada insanların başlarına gelen güzel şeyler, Allah ile bağlantı kuruluyor ve Allah a nispet ediliyor. Kötü bir şey başlarına geldiğinde ise, bu kötülüğün kendisine düşman, sevmedikleri kişilerin üzerine atılarak, bu senin yüzünden başımıza gelmiştir deniyor. Dikkat ediniz burada, iki kişinin herhangi bir kavgası yok. Kavganın sonucunda meydana gelen, bir kötülük söz konusu değil. Kişilerin kendi başlarına gelen musibetlere, nefislerini tatmin için kanıt, delil arama çabasını görüyoruz. Örneğin Müslümanlığı kabul etmek istemeyenler, peygamberimize karşı olanlar, başlarına gelen her üzücü olayı peygamberimizin üzerine atıp, tüm bunlar senin yüzünden başımıza geldi demişlerdir. Hâlbuki başlarına gelen tüm musibetler, nefislerinin onları yanıltması ile yaptıklarının karşılığında, Allah tan onlara gelmişti. İşte bunu kabul etmek istemeyenlere, bu ayetler uyarıdır. Elbette bugün bizler bu ayetlerden çok şeyler öğrenmeliyiz ve ders almalıyız. Çünkü aynı hataları bizlerde günümüzde, farkında olmadan o kadar çok yapıyoruz ki. Başımıza gelem onca musibetleri, Allahtan bilmeyip, kendimizce kanıtlar, deliller üretmemiz düşündürücüdür. İslam âleminin günümüzdeki acıklı halini düşündüğünüzde, sanırım ne demek istediğimi anlayacaksınız. Dikkat ederseniz ayetin sonunda Allah, fakat ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya çalışmıyorlar diyerek, ayetler üzerinde, Kur’an bütünlüğünde düşünmedikleri uyarısını yapıyor. Tıpkı bugün, günümüzde olduğu gibi. Devamındaki ayette ise Allah, bu konuya açıklık getiriyor ve başınıza gelen her şey benim kontrolümde gelişiyor, fakat benden gelen iyilik sizlere ödüldür. Musibetler, cezalar gelmiş ise, sizlerin kendi nefsinizden, yaptıklarınızın sonucu yanlışların karşılığıdır, diyerek izah ediyor. Çünkü Allah bu ayetlerde bizlerin dikkatini çekerek, yaptıklarınızı takip ediyorum ve gereken mükâfatı da, cezayı da ben veriyorum, yani tek hâkim, hükmeden, karar veren benim, anlayışını izah etmeye çalışıyor bizlere. Hatırlayınız Allah Kur’an da, biz sizleri iyiliklerle, zorluklarla, acılarla imtihan ederiz diyordu. Acaba Allah ın yaptığı imtihan hangi ölçülerde ve bizlerin yaptığı hangi olayların neticesinde oluşuyor? İşte tüm bunlar bilemediğimiz, detay verilmeyen, kendi nefsimizde de, çok fazla değerlendirme imkânımız olmayan konulardır. Arkadaşımızın verdiği örnekte; (yolda saldırıya uğrayan bir adamın hiç günahı yokken, kendi ettiğini bulmuş olması anlamsız geliyor.) Verilen örnek, bizlerin yaşamında ki imtihanlarımızdır. Bu konuyla bahsedilen ayetlerin ilgisi yoktur. Ayette anlatılmak istenen iyiliğin, güzelliğin Allah a nispet edilip cezayı, başımıza gelen musibetleri, başka kişilerin üzerine atılmaya çalışılması yanlışlığının izahıdır. Bazı olaylar vardır, sebep sonuç ilişkisini bizler kuramadığımızdan, doğru yargıda bulunamayız. Öyle üzücü olaylarla karşılaşmışızdır ki, daha sonra o olayın olduğuna sevindiğimiz bile olur. Bizlerin değer yargısı sınırlıdır. Geleceği bilemediğimiz, göremediğimiz için, çok yanlış değerlendirmeler yapabiliriz. Allah bir ayetinde; Bazı şeyler vardır sizlere hayır gibi görünür, ama sizler için şerdir der. Yine sizlere şer gibi görünen olaylar, bakarsınız sizler için hayır getirir, bunu bilemezsiniz diye bizleri uyarır. İşte tüm bunların ışığında, bir bütün olarak bunları değerlendirmeliyiz. Allah tan bizlere hayır ya da şer gelmiş ise, bizlerin yaptıkları sonucunda bizlere ulaşan hükümlerdir. Örnek verelim yaşamımızdan. Kanun koyucu yani Anayasa, toplumda yaşayan her ferdin eşit haklara sahip olduğunu söyler ve yapılan her suçun kararını ben veririm der. Yani işlenen her suçun hükmünü, mahkemede yargılayıp hâkimler verir. Ama neye göre verir, işte burası önemli. Yaptıklarımıza göre elbette. İşte bizleri Yaratan Rabbimizde, aynen böyle söylüyor. Aranızda yaptığınız her şeyin hükmünü ben veririm diyor. Yalnız güzeli, iyiliği benden bilip, şerri, musibetleri başkasından bilmeyin diyerek, GERÇEK HÂKİMİN BİZZAT KENDİSİ OLDUĞUNU ANLATIYOR AYETLERİNDE BİZLERE. Sonuç olarak Allah, güzel şeyler yapana mükâfat veririm, ödüllendiririm, kendi nefsine hâkim olamayan, gönderdiğim rehberden uzak yaşayıp suç işleyip kötülükler yapanda, kendi yaptıklarının cezasını görür diyerek, herkesin kendi yaptıklarından, hem bu Dünyada hem de mahşerde, karşılığını göreceğini, hesap vereceğini anlatır bizlere. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Bizleri yönetenlerin demokrasi anlayışı.
Sayın Başbakanımız her zaman ki gibi yine, çok tartışılacak sözler söyledi. Fakat basın ne konuştu, tartıştı nede tenkit etti. Bende bekledim ki, bu sözler basında toplum önünde tartışılsın ve halkımız bu mantık ve fikir üzerinde düşünerek, bizleri yönetenler hakkında bilgi sahibi olsunlar. Peki, ne söylemişti Sayın Başbakanımız? Hatırlayalım. (Sınırları aşan her girişim yetki gaspıdır. Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz). Bu sözleri önce kime söylediğini hatırlayalım. Başbakanımıza makam olarak bağlı bir kurumda, savcıya göre yapılan, bazı kanun dışı izlenimi veren işler olmalı ki, özel görevli bir savcı, onların ifadelerini almak istemişti. Sayın Başbakanımızda, bunu savcının yapamayacağını, yani ifadelerini benim iznim olmadan alamazsın diyerek, itiraz etmiş ve bu sözleri söylemişti. Demokraside çok önemli üç kural vardır. Bunlardan eğer bir tanesi uygulanmıyor ya da engelleniyorsa, o ülkede demokrasiden asla söz edilemez. Gelin şimdi bu olmazsa olmazlara bakalım ve Sayın Başbakanımızın sözlerinin, acaba Demokrasiye ne denli uyup uymadığını anlamaya çalışalım. Kuvvetler ayrılığı, Demokrasinin temel prensibidir. Yasama, yürütme ve yargı. Bu üç güç erk bir makamın elinde olursa, bunun adına demokrasi diyemeyiz. Tüm otoriter ve monarşi yönetimlerde, bu üç güç bir makamın elindedir. Şimdide bu üç güç nelerdir onları hatırlayalım. Yasama yani kanun yapıcı meclis, halkın seçtiği milletvekillerinden oluşur. Her milletvekili özgürce düşüncelerini söyler, konuşur ve oyunu da özgürce TBMM kullanarak, kanunların çıkmasını sağlar. Bir başka deyişle yargı, yasamanın koyduğu kuralı, kanunu uygulayandır. Çok önemli bir farkla. Yasama ve yargı birbirine bağlı değil, bağımsız olmalıdır. Bu durumda İcra yani yürütme makamının da görevi, yasamanın koyduğu kanun ve kurallara göre, devleti yönetmektir. Bahsettiğimiz bu üç güç, bir birinden farklı ve bağımsız olması gerekir ki, gerçek demokrasinin olmazsa olmaz kuralı işleyebilsin. Buradan da anlıyoruz ki, yürütme ve yargı yasamanın koyduğu kanunlara göre hareket eder. Şimdi gelelim bu üç gücün bağımsızlığına. Gerçekten ülkemizde bağımsız mı? Yasama yani kanun koyucu özelliğine sahip meclis üyeleri, gerçekten bağımsız mı? Bu soruma içinizden güldüğünüzü tahmin ediyorum. Çünkü bu ülkenin meclisindeki partilerin temsilcileri, eğer parti olarak şu konuda, gurup kararı aldık, hiçbir milletvekili bunun aksine oy kullanamaz diyorsa, bu ülkenin meclisinin, yani yasama organının bağımsız olduğunu hiç kimse söyleyemez. Gelelim yargıya. Yargı kanunlarla belirlenmiş, yasamanın koyduğu kurallara göre hareket eden bir güçtür. Bu makamda görev yapan kişiler eğer kendi içinde bağımsız değilse, dışarıdan müdahaleler varsa, elbette bağımlı olan yargı ile demokrasiden söz edilemez. Şimdide yargının konumuna bakalım ülkemizde. Yargıyı her zaman ele geçirmek isteyen yürütme makamı, günümüzde sanırım çok daha başarılı olmuş olmalı ki, Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz diyebiliyor. Çünkü icra yani hükümet, yargının dizginlerini öyle eline geçirmiş ki, yargıyı yöneten üst makamı, terfilerini, atamalarını yaparak, onları da bizzat kendi makamına yani adalet bakanlığına bağlamıştır. Bu durumda Demokrasinin üç sacayağı tabir edilen güç, tek bir ayağın üzerinde toplanmıştır. Elbette tek ayakta, sizce bu demokrasi ne kadar ayakta kalabilir? Şimdi de gelelim Sayın Başbakanımızın söylediği sözlere. Ne demişti tekrar hatırlayalım. (Sınırları aşan her girişim yetki gaspıdır. Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz). Özel yetkilerle donatılmış bir savcı, eğer sınırlarını aşarak Başbakanımıza bağlı bir makamda görevli kişilerin ifadesini almak isteyerek, sınırları aşmış ise, acaba alelacele çıkartılan bir kanun neyin nesi olabilir? Demek ki kanunsuz değil? Sınırları aşma da yok. Yılların savcısı, hiç böyle bir hata yapar mı? Yapmadığı da açıkça görülüyor. Lütfen bunu dikkatle düşünmenizi rica ediyorum. Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz sözünü, sizler nasıl anladınız? Konu itibariyle, MİT in Başkanı halkın seçimi ile gelmedi, tam tersine atanmış bir görevli. Demek ki burada bahsedilen, bizzat hükümetin ta kendisi. Bu durumda seçilenler, neden yargının kulu durumuna düşsün ki? Hükümet kanunsuz bir şey yaptırmayacağına göre, MİT in yaptıklarının gizlice sorgulanmasının ne zararı olabilir? Genelkurmayın gizli odası gayet sessizce sorgulandı, hiç kimsede ses çıkarmadı. Gizli bilgiler savcı tarafından görüldü. Aynı şeyler MİT için yapılsaydı ne sakıncası olabilirdi? Devletimizin savcısına güvenmiyor muyuz? Asker güvendi ve gösterdi, çünkü saklayacağı hiç bir şey yoktu. Yoksa günümüz kanunlarına uymayan bir iş mi yapıldı MİT teşkilatında? İşte tüm bunları bilmek sanırım hakkımız. Genelkurmayda Sayın Başbakanımıza bağlı değil miydi? Başbakanımız, acaba devletin bir memuru olan, adaletin temsilcisi savcıya hesap veremeyeceğini, seçilmişlerin bir adalet görevlisinden, daha üstün olduğunu mu anlatmaya çalışıyor? İşte demokrasi anlayışı. İşte demokrasi anlayışının dışa yansımaları. Hani dokunulmayacak kimse kalmayacaktı? Adaletten korkmayın sözleri, yoksa karşısındaki insanlar için söylenmiş sözler miydi? Başka partilerden seçilen bazı SEÇİLMİŞLER, Sayın Başbakanımızın tabiriyle, ATANMIŞLARA KUL EDİLDİĞİ İÇİN Mİ Hapisteler yoksa? Bu sözler üzücü ve düşündürücüdür. Birilerine atanmışlar diyerek, seçilmişlerin adaletten üstün görüntü vermesi, bizleri yönetenlerin, nasıl bir adalet anlayışına sahip olduğunu göstermektedir. Ülkemiz yakın geçmişte, diğer partilerin yönetiminde de, yarım aksak işleyen demokrasi anlayışı, günümüzde ne yazık ki bu gün, can çekişen bir hal almıştır. Beşerin seçimi fanidir bir gün sonu gelir. Asıl olan Rabbin katında seçilmişlerden olmaktır. Yok aslında birbirimizden üstünlüğümüz, asıl üstünlük Rahman katındadır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ARAF 170. AYETİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ.
Değerli din kardeşlerim. Bizler eğer yaşadığımız din adına, yaptığımız büyük yanlışların bugün farkında olsaydık, sanırım vicdanımızın acısıyla, ne yapacağını bilemez bir durumun içinde bulurduk kendimizi. Sizlere bir örnek vermek istiyorum. Bakın Allah bizlere, rehber olsun diye gönderdim dediği Kur’an da ne söylüyor. Araf 170: Kitab'a sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz. Allah kitaba sımsıkı sarılanlar derken, acaba hangi kitaptan bahsediyor? İçinizden bazıları bu satırları okurken, böyle sorumu olur, elbette Kur’an dan bahsediyor diyenler çıkacaktır. Elbette Kur’an dan bahsediyor. Allah Kur’an a sarılmamızı özellikle isterken, peki bizler Kur’an a mı sarılıyoruz? Ne yazık ki sarıldığımızı zannediyoruz. Birileri öyle sanmamızı istiyor. Bizlerde onların hazırladıkları tuzaklara ne yazık ki düşüyoruz. Allah Kur’an ayetlerinde birçok kez akla, düşünmeye yönlendirir bizleri ve derki, düşünmeyenleri pislik içinde bırakırım. Sanırım bizler bu üzücü durumun içinde olduğumuzun, farkında bile değiliz. Çünkü bizlerin düşünme hakkımızı, gücümüzü elimizden almışlarda ondan. Siz Kur’an dan anlayamazsınız diyenlerin, bizlerden sakladıkları çok şeyler olduğunu unutmayalım. Allah sarılmamız gereken rehberin, Kur’an olduğunu yüzlerce kez söyledikten sonra, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye de çok açık belirtmiştir. Peki, bizler bugün İslam ı yaşarken, Kur’an a yaptığımız saygısızlığın farkında mıyız? Allah bizlere gönderdiği Kur’an ın, muhkem ayetlerini bizlerin anlaması adına, yemin ederek kolaylaştırdığını söylüyor. Bizlerin sorumlu olduğu, her konudan örnekleri, değişik ifadelerle verdiğini de belirtiyor. Hüküm yalnız Allah ın diyerek de, yanlış yollara, hurafelere, bilgilere inanç kapısını da bu şekilde kapatıyor. Peki, bizler beşerin yazdığı kitaplara dahi yapmadığımız bu saygısızlığı yaparak, Allah ın kitabı Kur’an a neler söylüyoruz? Bu ve buna benzer birçok ayet var Kur’an da. Birçok kez aynı konuyu yazmış ve din kardeşlerime hatırlatmışımdır. Çok önem arz eden bu yaptığımız yanlışı, yüzlerce kez gündemde tutsak azdır. Çünkü hala yaptığımız yanlışın, zerre kadar farkında bile değiliz. İsterseniz Kur’an a yaptığımız saygısızlığı, tekrar hatırlayalım üzerinde düşünelim. — İslam ı doğru ve tam anlamak istiyorsak, Kur’an tek başına yeterli değildir. — Dinimizi öğrenmemiz için, fıkıh kitaplarına müracaat etmeliyiz. — Kur’an özet bilgiler içerir, her şey Kur’an da yazmaz. — Kur’an ı herkes anlayamaz. — Kur’an ı veli insanlar doğru anlar, bizlerde onlardan öğrenmeliyiz. İşte Kur’an ın devre dışı bırakılarak, toplumun bir meçhule doğru gidişinin acıklı sözleridir bunlar. Siz eğer Kur’an ın muhkem ayetlerini, okuduğunuzda anlayamayacağınıza inandırılmışsanız, onu elinize alıp anlayarak okumaya çalışır mısınız? Anlamını bilmesen de oku, Allah sana sevap yazar zihniyeti, Kur’an ın ilk emri OKU ayetine uyan bir düşünce olabilir mi? Anlamını bilmeden okumak, Allah ın yüzlerce ayetinde bizlere önerdiği düşün, aklını kullan emirleri ile hiç bağdaşıyor mu? Bu Dünyada, beşeri bir yazarın kitabına bile yakıştıramayacağımız sözleri, ne yazık ki bizler Allah ın kitabına yakıştırabiliyoruz. Tabi cezamızı da çekiyoruz, ama farkında bile değiliz. Rabbim bizleri affetsin. Araf 170. ayetin sonunda, kitaba sarılanları, yani Kur’an a sarılanların Allah, çabalarını boşa çıkarmayacağından bahsediyor. Peki, Kur’an a bu dendi yakışıksız sözleri söyleyenlerin ve bunlara inananların çabaları, sizce karşılık bulur mu Allah katında? İşte bu konuda, yorum yapmak bile istemiyorum. Bizlere düşen beşerin ipine değil, Allah ın ipine sarılmak olmalıdır. Mahşer günü Rabbin huzurunda, peygamberimizin şahitliğinde, bu Dünyada yaptıklarından pişman olmak istemeyen, aklını başına toplayarak, Rahmanın imtihan olduğumuzu söylediği FURKAN a sıkı sıkı sarılarak, ona gereken saygıyı göstermelidir. Allah ın sözlerine inanan, kurtuluşa erecektir. Beşerin Kur’an a uymayan rivayetlerine aldanan ise, hüsrana uğrayacaktır. Şunu asla unutmayalım. Allah kullarını imtihan edeceği kitabı, zor anlaşılır olarak gönderip, kullarını zora sokarak, daha sonrada bu kitaptan hesap sormaz. Allah Kur’an da birçok kez yemin ederek, bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa, bunun tersini söylemek, Allah ın adaletine saygısızlıktır, lütfen bunu da unutmayalım. Dilerim Rabbimden aklını kullanan, Kur’an ı rehber alan, gönlünü Kur’an ışığıyla aydınlatan kullarından oluruz. Onun nuruyla aydınlanan, gönül gözlerine ne mutlu. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Adalet bir gün hepimize lazım olacaktır.
Ülkemizde yapılan adaletsizlikler öyle bir ayyuka çıktı ki, yapılanların anormalliğini fark eden bile yok. Adalet anlayışını, kendilerine göre uygulamaya koymaktan çekinmeyenler, acaba Allah korkusunu da mı hatırlarına getirmiyorlar. Dindar görüntüsüyle toplumun karşısına çıkarak, dine zarar verenler, elbet bir gün Allah a hesabını vereceklerdir. Çok yakın geçmişte, işlerine geldiği konularda, adalete güvenin, korkmayın adaletten diyenler, dokunulamayacak kimse yoktur, herkes adalet karşısında hesap vermelidir sözleri, hala kulaklarımızda çınlıyor. Acaba bu sözler, bu adalet anlayışı, bu sözleri söyleyenleri bağlamıyor mu? Yoksa yalnız karşısındaki toplumlara, reva gördükleri bir adalet anlayışımıydı? Ülkemiz ciddi bir imtihandan geçiyor. Hiç kimse kanunsuzluklarla adaleti sağlamaya çalışmasın. Geçmişte yapılanları ne derece kınıyorsak, bugün yapılanlarında hep birlikte karşısında dimdik durmalıyız. Daha dün silahlı kuvvetlerin gizli kozmik bürolarına, bahaneler yaratılıp savcının, hâkimin girmesine izin verenler ve seslerini çıkarmayıp sessiz kalanlar, acaba bugün kendi emirlerinde olan makamların sorgulanmalarına, neden karşı çıkıyorlar? Gizlenen bir şeyler mi var yoksa? Kendi emirleri altındaki insanların yargılanmaması, sorgulanmaması adına kanunlar çıkarmaya çalışanlar, adaletten, dinden, imandan söz etmesi düşündürücüdür. Daha da düşündürücü olanı, büyük bir kesim toplumun, olayları film seyreder gibi, sessizce seyretmesi ise üzücüdür. Genelkurmayın gizli belgelerinin deşifre olması ne denli yanlış ise, bugünde ülkemizin gizli istihbaratının alenen her şeyinin ortaya dökülmesi de elbette yanlıştır. Genelkurmayın kozmik evraklarının soruşturmasında, silahlı kuvvetlere, tek bir suç dahi isnat edilmediyse, hatta dedikodusu dahi çıkmadıysa, Sayın Başbakanımıza bağlı olan, MİT teşkilatının yaptıkları adına ortaya dökülen söylentiler, dedikodular çok ama çok düşündürücüdür. Doğrusu bu söylentilerden bahsetmek bile istemiyorum. Bir vatandaş olarak bu söylentilerin doğruluğunun, ya da yanlışlığının araştırılıp, toplum olarak adalete hesap vermesini bekliyoruz. Hâkimlere, Savcılara yani adalete güvenmemizi isteyenler, kendileri aynı durumla karşı karşıya kaldıklarında, birden söylediklerini unutuverdiler. Savcı görevini kötüye kullandı çıkışını yapan siyaset, sonuç verdi ve savcı hemen görevden alındı. Savcının görevini kötüye kullandığını söyleyerek kendisini hâkim, savcı yerine koyanları, Allah a havale ediyorum. Adalet i birilerine hatırlatıp kendilerini temize çıkaranlar, Arapça men Dakka dukka, yani EDEN BULUR diyenler, sanırım önce bu sözün anlamını, kendisi çok iyi düşünmelidir. Başkasına reva gördüğümüz adalet, bir gün mutlaka geriye dönecektir, bunu da unutmayalım. Ya aynı yanlışı, görevi kötüye kullanma hatasını, Sayın Başbakanımızın savcılığını üslendiği davada da, Savcı ve hâkimler görevini kötüye kullandıysa ne olacak? Yoksa kötüye kullanmadığının garantisini, bugünkü siyasi otorite mi verdi? İtiraz edilip, reddi hâkim isteyenlerin hiç mi bu ülkede, hakkı hukuku yoktu da, hemen reddedildi istekleri. Elbette hâkimlerde, savcılarda insandır, hata yapar bunda hiç şüphe yok. Hatta MİT konusunda da belki de hatalı bir durum söz konusu da olabilir. Ama bu ihtimali yalnız kendimiz için değil, herkes için düşünmeli ve dikkate almalıyız. İşte adaleti bana, sana göre diye ayıranlar, açtıkları adaletsizlik çukuruna, bir gün mutlaka düşeceklerdir. Bu örnekler Allah ın birer ibretidir, anlayana anlamak isteyene elbette. Toplumun karşısına çıkıp, gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar diyerek kendimizi temize çıkarmakla, demek ki ne her şey görülebiliyor, nede duyulabiliyormuş. Görebilmek, duyabilmek, hissedebilmek istiyorsak, nefsimize, rivayetlere, kanıtsız bilgilere değil, Allah ın bizlere rehber olsun diye gönderdiği nuruyla önce nurlanmalıyız. Hakkı batıl ile kirletirsek, hakkın gözüyle asla göremeyeceğimizi, duyamayacağımızı ve hissedemeyeceğimizi bilmeliyiz. Önemli olan söylemek değil, ne söylediğinin farkında olmak, onu uygulamak hayata geçirmektir. Beşerin adaleti elbette uzun süre şaşabilir, ama Allah ın adaletinden asla kimse kaçamaz. Kendisi için istemediğini, başkası içinde istemeyeceksin inancı, İslam ın temel felsefesidir. Bunu uygulamayanlar, uygulamaktan kaçanlar, İslam dairesi içinde yerini, asla alamayacaklardır. Ben Müslüman ım diyen, adalet anlayışını kendine göre esnetip, nefsine uydurmaz. Ben Müslüman ım diyen, düşmanına dahi adaletli davranır. Bakın Allah adalet konusunda nasıl uyarıyor bizleri. Maide 8: Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. İşte Allah ın önerdiği adalet anlayışı, işte bizleri yönetenlerin adaleti. Sizce bugün bizleri yönetenlerin adaleti, ayette bahsedilen, Allah tan sakınanların adaletine uyuyor mu? Yorum sizlerin. Rabbim yardımcımız olsun. Ülkemizin düşmanlarını sevindirdiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Birbirimize olan düşmanlığımız, kin ve nefretimiz, bizleri Allah ın doğru yolundan saptırıyor. Bir ülkenin gizli kalması gereken değerleri, eğer ortalıkta pis kokularla sergileniyorsa, önce aklımızı başımıza alıp, iyice düşünmemiz gerektiğini hatırlamalıyız. Daha sonrada bizleri yönetenlerin amaçlarını da dikkatle sorgulamalıyız ve düşünmeliyiz. Eğer bunu yapamıyorsak, düşünme melekemizi kullanamıyorsak toplum olarak, Allah bizleri ayetinde de belirttiği gibi, daha çok pislik içinde bırakacak ve namerde muhtaç edecektir. Unutmayalım, hepimiz bu Dünyada misafiriz. Bir gün emaneti teslim edip, Allah ın huzuruna gideceğiz. Uzak gibi görülen, sorgu suale çekileceğimiz o gün, bizlere o kadar çok yakın ki, ah bir farkında olabilsek. Yaşam hırsı gözlerimizi bürümüş. Adaletten uzak bir toplum olmanın, acısını çekiyoruz. Yaptığımız yanlışlar, edindiğimiz yanlış rehberler, gözlerimize perde oluşturdu, gerçekleri göremez olduk ve bugün bizleri bu hale getirdi. Nefretimizin ve kinimizin esiri olmuş bir toplum haline gelen bizler, eğer yaptığımız yanlışlığın farkına varmadan, aynı hatalara devam edersek, bir gün Rabbin hışmından kurtulamayacağımızı, Allah ın Kur’an da, geçmiş kavimlere verdiği cezaları hatırlayarak, kendimize gelelim. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
YARADAN I HİSSEDEBİLMEK.
Bazı ateist sitelerde okuduklarım, aşağıdaki yazımı yazmama neden oldu. Bu sitede yazılan yazıların genel anlamda konusu, Allah ın varlığını inkâr eden ve Allah ın gönderdiği kitapları da yalanlayan, konuları içeriyordu. Elbette hiç kimseye, sen neden buna inanıyorsun diyemeyiz. Yani hiç kimsenin imtihanına, direk zorla müdahale etme yetkisini Allah, hiç kimseye vermemiştir. Ama bu düşüncede olanları da, yaşamın gerçeklerine davet etmek, gönül gözlerini açmak adına çaba harcamak, onların bir nebze olsun düşünmelerini sağlamak, elbette biz iman edenlerin görevidir. Çünkü daha sonra iman edip, belki de bizlerden daha çok Allah katında, takvaca üstün olup olmayacağını, bizler bilemeyiz, Allah bilir. Tabi zorlamadan, kırmadan, saygısızca davranmadan, kendimizi temize çıkarmadan, Kur’an a davet etmeliyiz. Bizler peygamberimizin ümmeti olduğumuzu söylüyorsak, peygamberimizin İslam a davetindeki nazik ve saygılı üslubunu asla unutmamalı, bizler gibi düşünmeyenleri hor görüp, saygısız tavır içine girmemeliyiz. Çünkü herkes, kendi yaptıklarından sorumludur. Dünyada aklını kullanabilen, özgür yaratılmış tek varlık insan olduğuna göre, söyledikleri ve inandıklarından da özgürdür. Elbette şunu unutmamak şartıyla, söylenen ve yapılan her şeyin bir hesabı, sorumluluğu olduğu gerçeği. Sitedeki yazılarda da dikkatimi çeken bir konu, insanoğlunun yaratıldığı ilk çağlarından beri, dine ya da bir inanca yöneldiğinden bahsediliyor. Bu çok doğru bir tespittir. Peki neden? İşte bu sorunun doğru cevabını bulabilirsek, dine ya da Yaradan a neden ihtiyaç duyulabileceğini de anlamış oluruz. Eğer işin kolayına kaçarda, ben görmediğim bir şeye inanmam der geçersek, gerçeklerden kaçmış ve doğruyu bulma korkusuyla hareket etmiş oluruz. Buda bizi yanlışa götürecektir. Sizlere bu yazımda, Allah ın varlığını kanıtlamaya çalışmayacağım. Çünkü özgürce düşünen, doğruları arama çabasında olan, iyi bir gözlemci nefsini, vicdanını, ruhunu eğitimden geçiren, onun varlığını zaten apaçık görecektir. Tabiatın eşsiz güzelliklerini yaratan Allah, elbette isteyene, niyetinde samimi, ciddi olana kendisini tanıtacaktır. Peki, yalnız düşünmek yeter mi? Bazen öyle olaylarla karşılaşırız ki, aklımızın daha önce onay verdikleri ile bu karşılaştığımız olayı çözmek bizleri yanıltabilir. Peki, bu durumda karar vermemizde yardımcı etkenler neler olabilir? Hatırlayınız hâkimlere yargılama yaparken, yürürlükte olan kanunlara göre karar verme yetkisi verilir. Birde çok dikkat çekici bir yetki verilmiştir. VİCDANİ KANAATİ. İşte görünmeyen, elle tutulmayan, hatta hiçbir kanunla sınırlandırılmamış, çok önemli insani bir unsur. Demek ki nefsimiz, vicdanımızda bizler için çok önemliymiş, ama gözle görülmez hissedilir, duygusaldır. Aklın birlikte hareket ettiği, çok önemli unsurlarıdır bunlar. Akıl gücünü bilimden alır, Kur’an da birçok ayetin sonunda, akla düşünmeye yönlendirir Allah bizleri. Yani ilim tahsil etmemizi Allah özellikle önerir. Ya nefis, vicdanımız, gücünü, eğitimini nereden alır? İşte bu soruya vereceğimiz cevap çok önemlidir. Bunları eğitecek beşeri bir ilim, tek başına bulamayız. Bu duygu ve düşünceleri eğitmeden serbest bırakırsanız, doğru bir kaynaktan eğitmezseniz, bu insanların da büyük yanlışlar yapması kaçınılmaz olur. İşte din ve Allah inancı burada çok önemli bir etkendir. Hastalara doktorlar psikolojik telkinde bulunur. İşte bu görünmeyen, elle tutulmayan tedavi şeklinin ana kaynağı da din ve Allah sevgisidir. Tabi inanana, kabul edene ancak yardımcı olur. Bir robotu düşünün, ona gereken program yüklenebilir, bunun sınırlarını hayal bile edemeyiz. Bu program aklın yerini de tutabilir. Bu durumda insan ile aynı seviyede tutabilir miyiz? Asla, çünkü onun ruhu, nefsi, vicdanı yoktur da ondan. İşte gözle görünmeyen ama bir eğitimden geçirilmesi gereken, çok önemli insani unsurlardır bunlar. İnsanoğlu var oluşundan beri, bir inanma içgüdüsüne sahipse eğer, bu içgüdü yaradılışımızda, benliğimizin bir köşesinde var demektir. Onu inkâr etmekle ancak, kendimizi kandırmış, bu duyguyu ortaya çıkarmak yerine, bastırmış oluruz. Bir başka deyişle, Allah inancı ruhumuza daha doğuşta yerleştirilmiştir. Onu ortaya çıkarmak, insanın kendisine kalmış bir becerisidir, imtihanımızın en önemli dönüm noktasıdır. Bizleri yaratan öyle bir yapıda yaratmış ki bizleri, aynı insanı isterseniz bir canavara, katile dönüştürebileceğiniz gibi, istediğimizde tam tersine topluma yararlı, çevresine faydalı bir insana da dönüştürebilirsiniz. Hatırlayınız öyle insanlar duyarız, ilim tahsil etmiş, çok önemli makamlara gelmiş, fakat bir bakarsınız bu kişilerden bazıları, kendisine hâkim olamadıkları ya da nefsinin esiri olmalarından dolayı bir cana kıymakla, normal şartlarda işlenmeyecek suçları işlediklerini görürüz. Demek ki akıl ve beşeri eğitim tek başına bazen yeterli olmuyormuş. Peki, bu farklılık nereden kaynaklanıyor? Aynı kişiye aynı aklı verdiğimiz halde, birbirinden çok farklı iki yapıya dönüşmesinin nedeni ne olabilir? İşte bu farklılığı yaratan, nefsimizdir, duygularımızdır, vicdanımızdır. Eğer nefis, vicdan ve akıl birlikte mantık yürütüp, yaptıklarından ve yapacaklarından sorumlu olduğu bilincini almış ise, o insanın asla kötü bir şeyler yapması mümkün olamaz. Çünkü akıl, vicdan ve nefis birlikte çalışarak, gerektiğinde bizlere fren görevi yapar. Hesap verme düşüncesi, insana sorumluluk bilinci yükler. İşte din ve Allah ın varlığı da, bu görevi üstlenmektedir. Daha açıkçası din ve Allah bilinci, yaşama düzen getirir ve toplumun huzurlu yaşamasına en büyük etkendir. Allah ı unutmuş toplumlar da, hesap verme düşüncesi de olmadığından, düzen bozulur, huzur ve mutluluk asla sağlanamaz. Bir fabrikayı düşünün. Size deseler ki, çalıştığınız bu fabrikanın sahibi artık yok, kafanıza göre takılın. Hemen ne düşünürüz? Çok iyi, bizi hiç kimse işten atamaz artık deriz. Daha kim bilir, neler neler gelir aklınıza. İşte bu düşünce ile hareket eden fabrikanın işçileri, o fabrikanın sağlıklı çalışmasını, kaliteli malzemeler üretmesini, asla sağlayamaz. Çünkü fabrikada, ne disiplin kalır nede düzen. Peki, bu durumda bizler, acaba bu evrende hesap vermeden, hiçbir sorumluluğumuz, görevimiz olmadan yaşadığımızı düşünebilir miyiz? Bizler sahipsiz olabilir miyiz? Eğer evet düşünebiliriz, sahibimizde yoktur diyorsanız, sahibi olmayan fabrikanın durumuna düşmüş oluruz. Dünyanın yaradılışına, tabiata, zamanın akışına baktığınızda, her şey bir düzen ve plan dâhilinde devam etmekte olduğunu görürüz. İnsanlar bu düzene, kurallara dâhil değil midir sizce? Onun bu yaşam, düzen içinde hiçbir kuralı, sorumlulukları yok mudur? Arı yaratıldığından beri, bal üretmeye devam ediyor. Bir günde kalkıp, yeter artık bu insanlar için çalıştığım dememiş. Hayvanlar sütünü kesmemiş, deniz balıksız kalmamış, güneş bir günde ben dinleneyim diyerek, doğmazlık yapmamış. Ağaçlar çiçek açmış, meyvesini binlerce yıldır devamlı vermiş durmuş, biz insanlar için. Dikkat ederseniz, hiçbirisinin özgür iradesi yok, Yaradan ın emriyle söyleneni devamlı yapmışlar ve yapmaya devam ediyorlar. Acaba eksiksiz işleyen, tüm bu düzen tesadüf eseri olabilir mi? Bu muazzam düzenin, sahipsiz olabileceğini düşünmemiz ne kadar mantılı olabilir? Peki, biz insanlara ne oluyor da, bizlere itirazsız durmadan hizmet eden bu kâinata ve yaratıcısına, bizlerin bir sorumluluğu yok, bizler istediğimizi yaparız diyebiliyoruz? Yaşadığımız hayatta, karşılıksız hiç bir şeyin olmadığı bilincinde olan bizler, acaba bizlerin bir yaratıcısının olmadığını ve ona bizlere sunduğu güzelliklerin karşılığı olarak, hiçbir borcumuzun olamayacağını söylememiz, düşünmemiz aklımıza, vicdanımıza sığıyor mu? Anne ve babanın dahi, evladından bir beklentisi varsa, nasıl olurda onca güzelliği, nimeti bizlere sunan malın, mülkün sahibine, bir sorumluluğumuz olamaz? Onu nasıl görmezden geliriz? Bunu hiç düşünüyor muyuz? Biz insanların dışında, bu Dünyada canlı cansız her varlığın bir görevi, sorumluluğu olacakta, biz özgür yaratılmışların mı hiçbir sorumluluğu, görevi olmayacak? Bu sizce mantıklımı? Bize sunulan bir hizmet varsa bu âlemde, bununda bir karşılığı olması gerekir. Tüm canlılar bizler için sorgusuzca üretiyorsa, bu hizmeti bizlere sunan makamında, bir beklentisi elbette olacaktır. Elbette bir sorumluluğumuz olmalı. Bu sorumluluğu ancak, nefis terbiyesi ile öğrenebiliriz. Bazı şeyleri ilk baktığımız da göremeyebiliriz, göz yanıltıcıdır. Bakmakla görmek arasında ki farkı anlamak isteyen, gözleri ile görmeye çalıştığı arasındaki engeli, önce kaldırmasını öğrenmelidir. Ben Allah ı göremiyorum, onun için görmediğime inanmam diyen, görmediği halde kabul ettiği bilimsel gerçekleri hatırlamalıdır. Yaradan ı inkâr edenler, görmediği halde, her an aldığı nefes, (hava) ile yaşayanlar, belki yaşamını idame ettirebilirler. Ruhunu, nefsini, vicdanını eğitemeyen, gönül gözleri ile gerçekleri asla göremezler. Allah ı inkâr ederek ancak ruhlarını, nefislerini öldürmüş olurlar. Nefsi, ruhu ölen bir insan, yaşayan bir ölüden farklı değildir. Allah bu Dünyada insan dışında, yarattığı hiçbir varlığa özgür irade ve geliştirebileceği bir akıl vermemiştir. Onun içindir ki insan dışında hiçbir varlık, hesapta vermeyecektir. Biz insanlar sonsuz bir özgürlüğe sahipsek, bununda bir hesabı olacağını unutmamalıyız. Allah sizleri bir imtihan için gönderdim diyor da, tüm nimetleri bizlere sınırsız sunuyorsa, gelin o imtihanın ne olduğunu önce öğrenmeye çalışalım. Sorumsuzluk, hesapsızlık bizleri doğruya değil, yanlışa götürür. Onun içindir ki gelin ne hurafelere, nede yalan yanlışlara, kulaktan dolma şeylere değil, Allah ın sizlere rehber olsun diye gönderdim dediği KUR’AN ın çevresinde toplanalım. Onu iyi niyetle okuyalım, üzerinde düşünelim, çünkü Allah ta düşünmemizi ve öyle itaat etmemizi istiyor bizlerden. Bizlere gönderilen rehberde, Rabbin ilk emri OKU emriyse, gelin Kur’an ı anlayarak bilerek, hiçbir etki altında kalmadan okuyalım. Bakın o zaman nasıl güneşin daha parlak doğduğunu, ayın parlaklığıyla gecelerin nasıl daha aydınlık, huzurlu olduğunu göreceksiniz. Allah ı gözlerimizle görmeye çalışmayalım. Onu hissedelim, duyalım. O her an damarlarımızda, kalbimizde ve ruhumuzdadır. Çünkü insan, Allah tan bir parçadır. Dilerim Rabbimden tüm insanlığın, gözleri ile görmeye çalıştıkları arasındaki perdenin kalkması adına, çaba göstermesidir. Bunu yapabilmek içinde, vicdanımızı ve nefsimizi Allah ın rehberi ile nurlandırmalıyız. Bu nuru alana, Rahman ı gönülden hissedebilene ne mutlu. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
DİNDAR GENÇLİK YETİŞTİRMEK....
Başbakanımız bir konuşmasında, dindar bir gençlik yetiştirme çabasında olduklarını söyledi. Bu sözlerine, hiç ama hiç şaşırmadım. Çünkü bu makama onu getiren, elinde ki inanç, din silahıydı da ondan. Onu tekrar gerekli gördüğünde kullanmasını, yadırgamadım doğrusu. Evet, Başbakanımız dindar bir gençlik yetiştirme çabasında olduğuna göre, acaba kime, kimlere göre, hangi ölçüde dindar bir gençlik yetiştirmek istiyor diye sormak, bu durumda hakkımız olmalı. Allah din ve iman konusunda, bizlerin Kur’an da çok dikkatimizi çekerek, kimin takvaca üstün olduğunu, yani daha çok imanlı, dindar olduğunu, yalnız ben bilirim der ve sakın kendinizi temize çıkarıp, karşınızdaki insanları küçümsemenin yanlışlığını yapmayın diye de bizleri uyarır. Başbakanımız konuşmasında, kendisinin dindar bir gençlik, yetiştireceğini söyleyip, muhalefet partisine seslenerek, siz ateist bir toplum yetiştirebilirsiniz, türünden bir yaklaşım, Kur’an ehli bir kişiye ben doğrusu yakıştıramadım. Dinde sakın bölünmeyin diyen Rahmana inatla, bölünmüş parçalanmış ve birbirine adeta düşman olan bir nesil, acaba nasıl bir dindarlık anlayışı, zihniyetiyle yetiştirilirse, daha dindar olur sizce? İşte kendimize sormamız gereken önemli soru. Bu durumda Sayın Başbakanımız, acaba dindar yetiştirmek istediği genç nesli, hangi zihniyete göre yetiştirip, daha sonrada bakın size, dindar bir genç nesil yetiştirdik diyecek? Acaba dindar yetiştirilmek istenen bu nesil, hangi cemaatlerde yetiştirilecek? Hangi tarikatın dini anlayışı ile daha dindar bir nesil olacaklar? Sayın Başbakanımızı bizler hükümet yaparken, gençlerimizin işsizliğine çare bulması, adaletli bir ortam hazırlaması için mi seçtik, yoksa kendi itikatları ve inançları doğrultusunda, kendince daha dindar bir toplum mu yaratmasını istedik? Halkın gerçek sorunlarına dermen olamayanların, kendilerine buldukları uğraş, doğrusu düşündürücüdür. Sayın Başbakanım, lütfen benim inancıma, benim dindarlık anlayışıma müdahale etmeyiniz. Ben evlatlarımı sizin düşünce yapınıza, inancınıza, itikat anlayışınıza göre değil, kendi inancıma ve Allah ın rehberinden aldığım hüküm ve emirler doğrultusunda yaşamaları konusunda, Allah ın izniyle eğitmesini çok iyi bilirim. Benim ve evlatlarımın, Allah a karşı imtihanına lütfen müdahale etmeyiniz. Sizin dindarlık anlayışınızı topluma, zorla kabul ettirip, işte dindar genç, toplum böyle olur mantığıyla, bu ülkeyi huzura değil, huzursuzluklara sürüklersiniz. Hiçbir medeni ülkenin Başbakanından, kendi dini inançları ve itikatları doğrultusunda bir toplum yetiştireceğim diye, bir tek söz duymadım. Sanırım bizden başkada bir örnek de yoktur. Çünkü her ülkede farklı dini inançlar vardır. Ülkeyi yönetenlerin görevi, her inancın özgürce yaşanmasını sağlamaktır. Bu ve buna benzer konularla ilgilenen, toplumsal örgütler, dernekler, kuruluşlar vardır. İsteyen istediği doğrultuda inancını yaşar ve kendi doğrularında, Allaha karşı imtihanını verir. Dindar bir genç nesil yetiştirmek isteniyorsa, önce amaca ulaşmak için her şey mubahtır zihniyetinin yanlışlığı, bu genç nesle öğretilmelidir. Çünkü bizler ana ve babalarımızdan bunu öğrendik. Ya şimdiki bir kısım gençlik ne halde dersiniz? Çünkü her şeyin bir kuralı vardır. Eğer oyunu kuralına göre oynamazsanız, sonunda mutlaka hüsrana uğrarsınız bilinci verilmelidir gençliğe. Kur’an eğitimi alan, yalana sığınarak amacına ulaşmaz. İnançlı bir nesil yaratmak istiyorsak, kula kulluk etmenin günahı, Allah tan başka yardım istenecek bir makamın olmadığı bilinci, aşılanmalıdır önce topluma. Dindar bir nesil istiyorsak, önce körü körüne itaat etmeyen, aklını kullanmasını bilen, özgür bir gençlik yetiştirmeliyiz. Dindar bir nesil baskıyla yetiştirilmez. Dindar bir nesil, kendisini yönetecekleri kendi iradesi ile seçen toplumlardır. Çünkü Allah sizleri yönetecekleri ehil insanlardan, özgür iradenizle seçin emrini vermiştir. Ya günümüzde ki içler acısı halimiz, nasıl diye bir düşünün isterseniz. İşte o zaman bizlerin neleri rehber aldığımız ve o neslin ne derece dindar olacağı ortaya çıkacaktır. Ülkeleri yönetmek zor iştir. Çünkü milyonlarca insanın vebali söz konusudur. Adaletle hükmetmeyenler, kendi adaletlerini yaratanlar, bir gün hesabını Rabbim e vereceklerdir. Dindar bir nesil yetiştirmek istiyorsak, dinin içinde ki hurafeleri ve dine zarar veren yanlışları önce temizlemeliyiz. Arı, duru Allah ın kitabına sarılan ancak, dindar bir toplum yetiştirebilir. Sayın Başbakanım, lütfen benim dindarlık anlayışıma müdahale etmeyiniz. Dindarlık kıstası, ölçüsü, değerlendirmesi sizin ya da herhangi bir beşerin yetki ve salahiyetin de değildir. Bu yetki ve ölçünün tek makamı Allah tır. Size düşen, sizin göreviniz, bizlere adaletli bir yaşam ortamı hazırlamak ve her inancın yaşanacağı özgür ortamı sağlamak olmalıdır. Dindar bir geçlik yetiştirmeye çalışanlar, önce kendisi dindar olup olmadığını iyi sorgulamalıdırlar. Birisi sizlere sorsa ve dese ki, siz Allah indinde dindar bir insan mısınız dese, acaba sizler ne cevap verirsiniz? İçimizde ben Allah ın emirlerine harfiyen uyan, çok dindar bir kişiyim diyebilecek birisi var mı? İşte bu soruya kendisini temize çıkarıp ta, ben dindarım diyenler, sizce Allah katında ki gerçek dindar insanlar olabilir mi? Yorum sizlerin. Birilerinin itikat ve inançlarına göre dindar olmak yerine, Allah ın Kur’an da verdiği kıstaslara göre dindar olmayı, Rabbim cümlemize nasip etsin inşallah. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ADALETSİZLİKTE BİZLERİ BİRİNCİ YAPANLAR UTANSIN.
Son on yıldır bizleri yönetenlerin adalet anlayışı, o kadar belirginleşti ve su yüzüne çıktı ki, AİHM adaletsizlikten yakınan ülkelerin başında, Türkiye nin geldiğini açıkladı. Hatırlarsanız seçimler sonucunda, artık DİNDAR Başbakanımız ve daha sonrada, dindar Cumhurbaşkanımız oldu demişlerdi. Bizleri yönetenlere oy veren vatandaşlarımız, madem dindar bir Başbakanımız oldu, artık haklı olarak, adaletli bir düzenin kurulacağı sevincini yaşamışlardı. DİNDAR liderlerimizin olduğunu söyleme cesaretini kendisinde görenlerin, acaba dindarlık anlayışını, ölçüsünü, yetkisini kimlerden almış olabilirler? Kime göre daha dindar, bu sorunun cevabını verebilecek var mı aramızda? Allah kimin takvaca üstün olduğunu yalnız ben bilirim der ve sakın kendinizi temize çıkartıp, karşınızdaki kişilere kötü sözlerle itham etmeyin diye de, bizleri uyarır. Elbette dindarlık ölçüsü Allah a, Kur’an a göre değil de, kendi zihniyet, inanç ve anlayışlarına göre ise, onlara söyleyecek sözümüz zaten olamaz. Elbette DİNDARLIK payesini birileri, hakkı olmadan bir başkasına verebilir, ama yalnız Allah ın yetkisinde olan bir hükmü, kendi yetkisine alarak, gasp ederek, haksızca birilerine vermeye kalkışması, ancak kendilerini kandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Yaramadığını da zaten, yavaş yavak görüyoruz. Tüm bu üzüntümü, ızdırabımı neden gündeme getirdim diye sorabilirsiniz. Söyleyeyim, çünkü dindarlık kisvesi, maskesi altında, dinimize, inancımıza yapılan saygısızlığın, artık halkımız tarafından fark edilip, İslam dininin oyuncak olmaktan kurtarılmasıdır amacım. Geçen gün okuduğum bir haber, artık bizleri din ile Allah ile aldatanların foyasının, yavaş yavaş ortaya çıktığını göstermektedir. Güneş balçıkla sıvanmaz. Allah adını kullanıp ta, yanlış siyaset yapmanın ahı ise, asla karşılıksız kalmaz. Bakın AİHM nasıl bir açıklama yaptı ve Türkiye yi on yıldır yönetenlerin, kendi dindarlık anlayışı ile Türkiye yi nerelere getirdiğinin, karnesini açıkladı. Önce hatırlatmak isterim. Avrupa insan hakları mahkemesi, her ülkenin kendi adalet sisteminde ki eksikler, hatalar nedeniyle, haksızlıklara uğramış vatandaşların, hak aradıkları bir mahkemedir. Acaba sizce dindar yöneticilerimizin olduğu ülkemizde, adalet ne âlemde? Her şey adaletli işliyor da, bu mahkemelere başvuran Türk sayısı çok az mıdır sizce? Öyle olmalı değil mi? Bakın AİHM nasıl bir açıklama yaptı, sanırım bu sözlerden sonra söylenecek çok fazla söz olmasa gerek. (AİHM’ de geçen yıl en fazla mahkûmiyet kararı verilen ülkeler sıralamasında Türkiye birinci oldu; kararlar en çok adil yargılanma ve etkin soruşturma hakkının ihlali, yargılama süresinin uzunluğu, kötü muamele ve etkin soruşturma eksikliğinden verildi. AİHM'in 2011 kararları arasında Türkiye, hakkında en çok mahkûmiyet kararı verilen ülke oldu. Türkiye, geçen yıl 159 davada, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) en az bir maddesini ihlalden dolayı AİHM'de mahkûm edildi. Türkiye'nin mahkûm edildiği davaların önemli bir kısmını, yargılama süresinin uzunluğu, adil yargılama hakkının ihlali, kötü muamelenin yasaklanması, etkili soruşturma hakkının ihlali ile mal ve mülkiyet hakkının korunmasıyla ilgili şikâyetler oluşturuyor.) İşte bizleri yöneten dindarlık zihniyetinin adalet anlayışı. Bu dindarlık anlayışı, bizlerin dinimiz olan İslam ın şeriatı, dindarlık anlayışı asla olamaz. Olsa olsa, kendi itikatlarının, şeriatların, adalet anlayışı olabilir. Kur’an a iman eden bir Müslüman, hiçbir etki altında kalmadan, Peygamberimizin şaşmaz adaletinin örnekleri ile hareket ederek, karıncayı dahi incitmeyen zihniyeti ile hareket eder ve öyle yaşar. İşte peygamberimizin sünnetini yaşadığını söyleyenler, lafta değil özde onun adaletini örnek alanlardır. Karşısındaki bir insanı dindar, dindar olmayan diye ayırıp, kendisinden olmayana, kendisi gibi düşünmeyene, adaletsizliği reva gören bir anlayış, asla dinimizin öğretisi olamaz. Hele hele amacına ulaşmak için, her şey mubahtır diyen bir anlayış, düşünce hiçbir ehli kitabın öğretisi değildir. Bizleri Avrupa ülkelerinin adaletinin çok gerisinde bırakıp, adaleti onlardan arayan bir toplum haline getirenler utanmalıdır. Bunları yapanların, hem Türk toplumuna, hem de dinimize büyük zararlar verdiğini unutmamalıyız. Geçmişte adaleti Avrupa ya Dünyaya öğreten atalarımızın kemiklerini sızlatanlar, bugün adaleti bizleri yönetenlerden değil de onlardan aramamız, bizleri yönetenlerin ne denli adaletli yönetim sergilediklerinin göstergesidir. Bu adalet anlayışı ile mi İslam ı tüm âleme anlatacağız ve sevdirip onları dinimize davet edeceğiz? Toplumuna adaletsiz davranan, hakkını Hıristiyan yargısında arayan, halkını kendisinden olan, olmayan diye ayıran bir Müslüman toplum olarak, Dünyaya nasıl örnek bir İslam toplumu olduğumuzu anlatabiliriz? İşte Kur’an ın şeriatından uzaklaşıp, beşerin şeriatını yaratırsak kendi nefsimizde, toplum olarak ne huzuru, nede adaleti asla bulamayız. Beşerin adaletini, şeriatını değil, Allah ın adaletini, şeriatını benimseyelim, yoksa Allah ile aldatanlardan asla kurtulamayız. Bizim dinimiz hakkı ve adaletle hükmetmeyi emreder. Allah bizlere verdiği örnek ayetlerinde nasıl bir adalet anlayışı içinde olmamız gerektiğini, bakın nasıl anlatıyor. Maide suresi 8. ayetinde: (Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır…) Allah işte böyle örnekler veriyor bizlere. Adaletsiz şahitlik yapmayın, iftira atmayın. Bir topluma duyduğunuz kin, sizi adaletten sakın ayırmasın diyorsa bizlere ve bu söylediklerini yapanların, ancak Allah korkusu olanlar tarafından uygulanacağını da belirtiyorsa, sizce ülkemizin durumu, gerçekten Allah tan korkanların, yani dindar olanların durumuyla benzeşiyor mu? Yine Allah Kur’an da Nisa suresi 135. ayetinde, verdiği örneğinde bakın nasıl uyarıyor bizleri. (Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa, Allah için şahitlik eden kimseler olun.) Ne dersiniz, Allah ın bizlere önerdiği adalet anlayışının kırıntısı, bizleri yöneten dindar yöneticilerimizde var mı dersiniz? Karar ve yorum sizlerin. Böyle devam ederse, AİHM ni ülkemiz vatandaşları, çok daha fazla rahatsız edeceğe benziyor. Yani onlara çok daha işimiz düşecek, ne kadar acı değil mi? Adaleti bizleri yönetenlerden değil de, dinimize düşman olanlardan aramamız, ne kadar üzücü. Sanırım Rabbimin sıkı bir imtihanından geçiyoruz. İnşallah toplum olarak, bu acı gerçeğin farkına varırız. Benim AİHM ne tavsiyem, mahkemenin merkezinin ülkemize taşınmasıdır. Çünkü adaletsizlikte birincilik bizim olduğuna göre, onları misafir etmekte bizim hakkımız olmalı. Kimin neye daha fazla ihtiyacı varsa, en yakınında onu istemesi çok doğaldır. Muhtaç edenler utansın. Gülerim ağlanacak halimize, ararız adaleti adaletsizler elinde. Allah yardımcımız olsun. Neye layık isek Allah onu verecektir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BATIL LOHUSA İNANCI VE ASIL KAYNAĞI.
İslam toplumuna Yahudiler ve Hıristiyanlar, kendi inançlarını öyle bir sokmuşlar ki, hiçbir şeyin farkında bile değiliz. Bunun en büyük nedeni ise elbette, inancımızı yaşarken, Kur’an ı ve aklı devre dışı bırakmamız, rivayet ağırlıklı bir inanç yaşamamız, büyük etken olmuştur. Bizler Allah ın ayetlerini anlayarak okumadığımız için, Kur’an ın nuru ile buluşamıyor, onun aydınlığından istifade edememenin acısını da, elbette çekiyoruz. Çünkü Kur’an ile aramıza engeller koymuşuz. Sizlere inancımıza sokulan, hurafe bir geleneğimizi hatırlatmak istiyorum önce. Bir kadın yeni doğum yaptığında, yani loğusa döneminde 40 gün yalnız bırakılmayacağına inanılır. Loğusa kadına kötü ruhların, karabasan adı verilen yaratıkların zarar vereceği anlatılır. Buna toplumlarda farklı isimlerde verilir. Yine batıl inançlar arasında, akşamları özellikle yeni doğan çocuk bezleri dışarıya asılmaz, ya da tam tersine, gündüz dışarı asılmaz şeklinde inançlar vardır. Her bölgede değişik itikatlar olup, bir kısmında ise, loğusa kadının ve çocuğun yanına Kur’an, bıçak, türü şeylerde konmasıdır. Peki, nedir bunun aslı hiç düşündünüz ya da araştırdınız mı? Önce olaya bilimsel açıdan bakalım kısaca. Gerçektende loğusa kadın ve yeni doğmuş bir çocuğu, belirli bir zaman yalnız bırakmamak, tıbbi açıdan gereklidir. Kadının doğum sonrası oluşacak psikolojik durumları, ya da tıbbi açıdan, ani çıkacak rahatsızlıklara karşı bir sigortadır, loğusa kadının yalnız bırakılmaması. Şimdide yazımızın başında bahsettiğim, geleneklerimize girmiş olan, asıl konuya bir göz atalım. Kötü ruhlardan korumak, loğusa kadına zarar verecek bir görünmezden bahsedilmesi, loğusa kadının yanına konan kesici aletler, akşam olduğunda bebeğin bezlerinin dışarıya asılmaması, ya da tam tersine gündüz asılmaması itikatları, nereden geliyor ve ne anlam taşıyor? Ne yazık ki bu batıl inanç, Yahudi ve Hıristiyanların, tıpkı bizlerde olduğu gibi, Allah ın hiçbir ehli kitabında yazmadığı halde, inanılan hurafe itikatlardan girmiştir bizlere de. Bu konuda birbirinden çok farklı hurafe inançlar anlatılır. Bu inanışlara birçok kaynakta gösterilir. Fakat asıl nedeni, aşağıda inanılan hurafe bir dini inanıştan kaynaklanmaktadır. Lütfen dikkatle okuyalım. (Lilith Musevilik ve Hıristiyanlık inançlarında Âdem'in ilk eşidir. Tevrat’ın ilk bölümü olan Yaradılış bölümünün 1. Babı’nda Âdem ile beraber bir dişi yaratıldığından, 2. Bölümde ise Âdem'in kaburga kemiğinden bir dişi yaratıldığı yazılıdır. Tevrat'ta açıkça yer almamasına rağmen; birçok Musevi dini kaynağı 2. Bölümde sözü geçen dişinin Âdem'in 2. karısı olduğu, birinci bölümdekinin ise ilk karısı olan Lilith olduğuna inanırlar. İnanışa göre Lilith, Âdem ile aynı zamanda ve aynı anda yaratıldıklarından Âdemin kendisine eşit olduğu görüşündedir. (Tarihin ilk Feministi) bu sebeple de Âdem'e tabi olmayı şiddetle reddeder Tanrı'ya asi olur ve cennetten uzaklaştırılır. Bundan sonra Tanrı Âdem'in kaburga kemiğinden Havva'yı yaratır, Havva sonuçta erkeğinin bir parçasından yaratıldığından ona tabi olur. Âdem ile Havva ilk günahı işleyip cennetten kovulduktan sonra, çocukları olur Lilith bunu kıskanır ve bundan sonra âdem oğullarından doğacak her bebeği öldürmeye yemin eder. İnanışa göre kötü bir ifrit haline gelen Lilith gece hava karanlıktan sonra yeni doğum yapmış evlere girerek lohusa kadınların bebeklerini boğmaktadır. Bu sebeple günümüzde bazı Museviler arasında bir adet olarak, Lohusa kadın akşamları evde yalnız bırakılmaz ve akşamları çamaşır ipinde çocuk bezi bırakılmaz, çünkü bunları gören Lilith'in o evde çocuk olduğunu anlamasından endişe edilir.) İşte Yahudi nin, Hıristiyan’ın batıl inancı, böyle içimize girmişte, bizler farkında bile değiliz. Bunlar ne ki, daha o kadar batıl inanç var ki inancımıza giren, çıkar çıkarabilirsen. O kadar kanıksanmış, kabullenilmiş ki batıl ve hurafe inançlar, Rabbim affetsin ama Allah ın ayetleri ne yazık ki göz ardı edilmiş, görmezden gelinmiş. Allah ın rehberinden sapan bizler, beşerin yarattığı hurafe bir inancın peşi sıra, hiç düşünmeden koşup duruyoruz, hiç sorgulamadan. Allah ın, sizlere rehber olsun diye gönderdim dediği rehbere, FURKAN a danışmadan yaşayıp gidiyoruz. Çünkü rivayetler Kur’an ın önüne geçmiş. Dinimizi Kur’an a göre değil, rivayetlere göre yaşar olmuşuz. Rivayetleri Kur’an a göre anlamak yerine, Kur’an ı rivayetlere göre anlamanın yolunu seçmişiz. Elbette bu yolu izlediğimiz içinde, bizden önceki cahiliye dönemin düştükleri hatalarına, düşmekten de kurtulamıyoruz. Peygamberimizin ümmeti olduğunu iddia eden büyük bir çoğunluk, Kur’an ı ne yazık ki devre dışı bıraktı. Sanırım mahşer günü, peygamberimizin söyleyeceği o üzücü sözler gerçek oldu. Rabbim yardımcımız olsun. İşimiz çok ama çok zor. Furkan 30: Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ÇOK EŞLİLİK VE KUR'AN IN ÖNERİSİ.
Bizler Kur’an ı anlamaya çalışırken, eğer nefsimizin esiri olarak, beşeri itikatlarımıza delil aramak adına bakıyorsak, ondan doğru bilgiyi almamızda asla mümkün olmayacaktır. Çünkü Allah bizlere, niyetlerimize göre cevap verecektir. Kur’an da Nisa suresi 3. ayette geçen, bazı kelimeler öne sürülerek, Allah bir erkeğin dört eşe kadar evlenmesine izin veriyor denmektedir. Gerçekten Allah, birden fazla eşle evlenmemizi öneriyor mu, yoksa zaten Kur’an ın indirildiği dönemde yaygın olan çok eşliliği, Allah indirdiği ayetleriyle, düzene mi sokmaya çalışıyor? Gelin bu konuyu Kur’an bütünlüğünde, ayetler üzerinde düşünerek anlamaya çalışalım. Nisa suresi 3. ayeti daha iyi anlayabilmemiz için, bir önceki ayeti de yazalım ki, ayetler özellikle kimlerden ve ne maksatla bahsedildiği daha iyi anlaşılsın. Nisa 2. Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır. Nisa 3. Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın.Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o takdirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. Nisa 2 ve 3. ayete baktığınızda, ilk önce bahsedilen konu yetimler ve bu yetimlerin ailelerinden kalan malları ile ilgili açıklamalar yapılıyor. Dikkat ederseniz, belki savaşlardan belki de başka nedenlerden dolayı, anne ve babalarını kaybetmiş ve onları koruma altına alan kişilerin durumlarından bahsediliyor, ayetlerin ilk bölümü. Sakın yetimlerin mallarını, kendi mallarınıza katmayın diyor Allah. Onların malları için onlarla evlenmeye kalkarda, adaletsiz bir durum yaratırsanız, bu yanlış bir yol olur diyor bizlere. Adaleti koruyamama şüphesi varsa eğer, yetimlerle değil, size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın.Bu sözleri söyledikten sonrada bakın ne diyor Rabbim. Eğer adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o takdirde bir tane alın. Şimdi bu durumda siz nasıl bir mantık yürütürsünüz ve bu ayetten ne anlarsınız? Allah birden fazla evliliği yasaklamıyor bu açık. Eğer birden bire yasaklamış olsa, toplumun neredeyse tamamının böyle bir evlilik yaptığı ortamda, sizce bu yasak nasıl karşılanırdı toplum tarafından? İşte Kur’an ın güzelliği ve toplumu ikna ile eğitim şekli. Ayette özellikle yetimlerin mallarının korunmasından bahsediyor ve üzerinde dikkatle duruyor. Toplumun geleneklerinden olan, birden fazla evlilik konusunu düzene sokmak için, birden fazla evliliği yasaklamadan, fakat topluma en doğru evliliğin önerisini yaparak, en adaletli evlilik yoluna doğru yönlendiriyor. Evlilikte adaleti ön planda tutmamızı söylüyor. Allah ın Önerisi de çok açık, adaletin olduğu tek eşli evlilik. Allah Nisa suresi 129. ayetinde bizleri birden fazla evlilik için, bakın nasıl uyarıyordu ayeti hatırlayalım. (Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz.) Allah bunu söylerken, acaba bizlere ne anlatmak istiyor, işte burası önemli. Bizler eğer nefsimizin etkisiyle, Kur’an dan delil arıyorsak, buluruz ve deriz ki, bakın Allah çok eşliliği yasaklamamış. Doğrudur yasaklamamıştır, ama Allah bu konuda bizlere en güzel yolu göstermiş ve önerisini de yapmıştır. Allah ın önerisi adaletin sağlanabildiği, tek eşliliktir. Sizce bizler adaletin asla sağlanamayacağı, bir evlilik yaparak mı mutluluğu huzuru buluruz, yoksa adaletin sağlanabileceği tek eşliliği seçerek mi huzurlu ve mutlu bir yuva kurarız? Elbette Allah seçimi bizlere bırakmıştır, ama doğru yolu göstererek. Örneğin nisa suresi 3. ayetin sonunda, tek eşle evlenin dedikten sonra, o devrin bir gerçeği olan, bir öneride daha bulunuyor Allah, şimdide ona bakalım. (veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. ) Dikkat ederseniz Allah ayette, adaletin sağlanması için tek eşliliği önerdikten sonra, sahip olduğumuz cariyelerden bahsediyor. Peki, şimdi cariye diye bir şey var mı? Madem Allah birden fazla evliği yasaklamamış ve Kur’an da var, ben de diyorum ki cariyede geçiyor, bende cariye almak istiyorum. Diyebilir miyiz? Daha da dikkat çekici olanı, ayetin sonunda Allah ın önerdiği güzelliğe bakar mısınız ne diyor Rahman bizlere. Tabi gören gözler, duyan kulaklar için. (Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. ) Bakar mısınız lütfen Allah ın önerisine. Neymiş daha uygun olanı? Tek eşle evlenmek sizler için daha uygundur dediği halde bizler, hala nefsimizin etkisiyle nelerin peşinde gidiyoruz ve neler söylüyoruz. Allah çok eşliliği yasaklamamıştır, çünkü çok eşlilik gerektiğinde lüzumu olduğunda, kullanılması gereken bir ruhsattır, izindir. Dünya ülkelerinde savaşlar ve hastalıklar sonucunda, kadın erkek dengesinin bozulması durumlarında, kadının korunması adına, zaten ülkeleri yönetenler tarafından, birden fazla evlilik bazen özendirilmiş ve uygulanmıştır. Allah Kur’an ın indirildiği devirde yanlış olan, toplumun alışık olduğu birçok konuyu birden yasaklamamış, indirdiği ayetlerle, öneriler ve tavsiyelerle, zamana yayarak kalkmasını sağlamıştır. Örneğin kölelik, cariyelik gibi. Bugün diyebilir miyiz Kur’an da kölelik, cariyelik geçiyor, Allah yasaklamamış, hatta onlarla ilgili birçok hüküm de var Kur’an da. Kölelik, cariyelik geri gelmelidir, diyen var mı aramızda? Çok eşliliğin Kur’an da yeri var, onun için serbesttir diyenlere sormak istediğim bir soru var. Kölelik ve cariyelikte Kur’an da geçiyor ve yasaklanmıyor. Hatta kanunlarla düzene sokuluyor. Acaba çok eşliliği savunanlar, geri gelmesini isteyenler, kölelik ve cariyeliğinde serbest bırakılmasını isteyebiliyorlar mı? Eğer bunu söyleyemiyorlarsa, şunu dikkatle tekrar düşünmelidirler. Allah Kur’an ın indiği devrin gerçekleri olan, çok eşlilik, kölelik ve cariyelik konusunu, zamana yayarak indirdiği ayetleriyle, en güzel yaşamın tavsiyelerini yaparak, bizleri Kur’an ile imtihanımızla baş başa bırakmıştır. Allah ın rehberine, onun tavsiyelerine uyan toplumlar mutluluğu bulmuşlardır. Kur’an ı yeterli görmeyen, orada her şeyin olmadığını söyleyerek, beşerin rehberliğiyle, hakkı batılla karıştıranların ne halde olduğunun örneklerini, ne yazık ki üzülerek izlemekteyiz. Kur’an bizlere en güzel yol ve yöntemleri, önümüze sunmuştur ve imtihanda olduğumuzu hatırlatarak, doğru yaşamanın şifrelerini vermiştir. Bizlere düşen o basit şifreleri, nefsimizin ve beşeri ihtiraslarımızın etkisi altında kalmadan, Allah ın rehberinden bulup çıkarmak olmalıdır. Elbette buda imtihanımızın en önemli bölümü olsa gerek. Tekrar hatırlatmak istiyorum, Rabbin önerisini. Allah tek eşlilik konusunda şu cümleyi bizlere söylediyse, sizce bu konuda ki son nokta ne olmalıdır? Karar ve seçim sizlerin. (Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. ) Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
YENİ DÜZENİN AYAK SESLERİ DUYULMAYA BAŞLADI.
Ülkemizde bir şeyler oluyor, sessiz ve derinden. Toplum yaratılmak istenen, çok farklı bir düzene hazırlanıyor. Birileri öyle güzel planlar yapmış ve bu görevlerini uygulamaya başlamışlar ki, adeta yılanın zehrini akıtırcasına, sinsi ve acımasızca bunu uyguluyorlar. İşin üzücü tarafı da yapılanları, İslam a ve Kur’an a bağlayarak, toplum adeta Allah ile Kur’an ile aldatılmaktadır. Cumhuriyet döneminin değerleri yıkılıp, adeta kendi inançları doğrultusunda, toplumu yönlendirmeye çalışanlar, bizim inancımız en doğrusudur edasıyla, Allah ile kulunun arasına girenler, bugün çok kötü ve sonucu toplumda acı yararlar açacak, bir planın içindedirler. Kur’an ı rehber almak yerine, beşerin hurafe inançlarını rehber alanlar, Kur’an ı anlamak yerine, ona kendi nefislerini tatmin edecek şeylere delil aramak için bakanlar, yani Kur’an ı kendilerine uyduranlar, elbette Kur’an dan doğru cevabı alamayacaklardır. Allah Kur’an da iman ettiklerini söyleyen Bedevi Arapların, iman ettik sözlerini kabul etmeyen, gerçek iman etmenin sözle değil kalple ve söylenenlere boyun eğerek, teslim olmakla olacağını anlatmıştır bizlere. Çok daha önemlisi gerçek iman edenlerin, bakın Tevbe suresi 97. ayetinde, nelere dikkat etmesi gerektiğini söylüyor. (Elçisine indirdiği şeylerin sınırlarını tanımak.) Peygamberimizin devrinde, Allah ın elçisine indirdiği Kur’an ın sınırlarını zorlayan ve atalarının inançlarından da vazgeçmeyen, Bedevi Araplardı. Ya bugün aynı hataları yaparak, Kur’an ın sınırlarını aşan, zorlayan yalnız Kur’an yetmez, orada her şey yoktur diyenler, acaba Rabbin katında gerçek iman etmiş olanlar diyebilir miyiz? Onun cevabını elbette huzurda göreceğiz. Allah ın ayetlerinin ne anlattığını anlamak için değil de, beşerin hurafelerine delil aramak için bakanların, kurmak istedikleri düzende, elbette adaletli olmayacaktır. Bizleri Allah ile aldatmaya devam edenler, Allah ın sınırlarını zorlayanlar ve ihlal edenler, bugün kalkmışlar çok eşliliği topluma kabul ettirme arayışına girmişler. Birde sıkılmadan buna karşı gelmek, Kur’an a karşı gelmektir diyerek, Kur’an a iftira atmaktadırlar. Sibel Üresin isminde bir bayana, AKP nin bazı belediyelerinde özel görevler verilerek, bu toplum da kurmak istedikleri düzenin tohumları, ekilmek istenmektedir. İşin daha da vahimi bu bayan, aileden sorumlu danışmanlık görevi yapmaktadır, AKP belediyelerine. Televizyondan konuşmalarını izledim ve bu bayanın, söylediklerine bir erkek olarak gözlerim, tabiri caizse, fal taşı gibi açık kaldı. Bu devirde böyle bir zihniyetin, düşüncenin olabileceğini hayal bile edemeyenler, inşallah doğabilecek tehlikenin farkına varabilmişlerdir. Bahsettiğimiz aileden sorumlu bayan, bakın kadınlarımıza nasıl tavsiyelerde bulunuyor ve onları nasıl eğitiyor. Bir evli erkek, beğendiği başka kadınla nikâhsız fuhuş yapacağına, onu eş olarak alıp, fuhuştan kurtulur diyebilmektedir. Buna erkeğin eşinin, izin vermesi gerektiğini, vermediği takdirde, kocasını fuhşa sürükleyeceğini söylemekte bir sakınca görmeyen bir kadına ve zihniyete, söyleyecek söz bulamıyorum. İşte kurulmak istenen düzen ve ayak sesleri. Kendisinden örnek veren bu bayan, kocam isterse onu evlendiririm, dedikten sonra, bu tür kişilerin topluma dayatmaya çalıştığı fikrin, ne derece bu toplumu nerelere götüreceğini tahmin etmek, zor olmasa gerek. Rabbim bizleri bu zihniyetten korusun. Erkek olsam çok eşli olurdum diyen bu bayan, acaba bu topluma nasıl bir düzen getirmenin ayak seslenirini dinletiyor bizlere? Hani nerede kadınlarımız, bu şahsa verecek cevapları yok mu? İşte bunun farkına varamayan toplumumuz, uykusunda ninni dinler gibi uyumaya devam ediyorsa, uyandığında olacaklardan mesul tutulacaklarını bilmelidir. Bu Bayan AKP nin belediyelerinde kadın ve aile danışmanı olduğuna göre, elbette onların zihniyetini anlatıyor. Hiçbir AKP li bu bayanın sözleri bizi bağlamaz, bizim düşüncelerimiz değil diyemez. Çünkü bu düşüncelere karşı çıkan, bu görevde bu şahsı tutmazdı. Nefislerinin esiri olanlar, Allah ın imtihanından geçmek yerine, imtihan sorularını kendileri hazırlamaya çalışan ve sonunda yakalanıp ceza görenlere benzerler. Allah kadını ve erkeği eşit görmüş ve her iki cinsin birbirilerine karşı sorumlu olduğundan bahseder bizlere. O halde nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın, diye de öğüt verir bizlere. Kur’an indirilmeye başladığında, kölelik ve çok eşlilik toplumda çok yerleşmiş bir gerçekti. Kur’an, tabiat kanunlarının bile karşı çıktığı, bu iki yaşam şeklini hemen kaldırmamış, fakat yavaş yavaş indirdiği ayetlerle vazgeçirilmesini, kaldırılmasını sağlamıştır. Lütfen şöyle bir düşünün, öyle hayvanlar vardır ki, esareti, yani bizim değimimizle köleliği asla kabul etmezler. Yine öyle hayvanlar vardır ki, ölene kadar yalnız tek bir eş ile yaşar çoğalırlar. Bunlarda sizce ibret alacağımız dersler yok mudur dersiniz? Allah çok eşliliği anlatırken, istediğiniz kadar çaba gösterin, adaletini aralarında sağlayamazsınız demiş ve bu durumda bir tanesi ile yetinin diyerek son noktayı koymuştur. Madem çok eşlilikte istesek de adalet sağlanamıyor, sizce Allah adaletin sağlanamadığı bir evliliği, bizlere önerir mi? Nefsine yenik düşenler, ama peygamberimiz çok eşliydi diyerek, adeta kendilerini peygamberimizle eş tutma yarışına, hatasına düşmüşlerdir. Örneğin kölelik konusunda Kur’an, kölelik haramdır, yasaktır dememiş ama verdiği Kur’an eğitimiyle, hatta bazı konularda koyduğu hükümlerde, köle azat etme yarışıyla, köleliğin Kur’an a, İslam a uymayan bir yöntem olduğunu anlatmıştır. Tabi anlayana anlamak isteyene. Birde Kur’an ile arasına yüksek duvarlar örmeyene. Bugün şöyle diyebilir miyiz? Kur’an köleliği yasaklayan bir hüküm koymamıştır, onun için kölelik geri gelmelidir, çünkü Kur’an da kölelik geçer, hatta onlarla ilgili birçok hükümde vardır Kur’an da, diyebilir miyiz? Elbette hayır. İşte çok eşlilikte aynen böyledir. Allah yasak getirmeden, toplumu ikna ederek, bu yanlıştan vazgeçirilmesini sağlamıştır. Çok eşlilikte adaletin sağlanamayacağını söyleyen Allah, acaba adaletsiz bir aile Kurmanın, tavsiyesini verir mi sizce bizlere? Savaşlar ya da afetler sonucunda, kadın erkek dengesinin bozulması durumunda, zamanla birçok toplumlarda bu yola başvurulmuş, bir erkeğin birkaç kadınla evlenmeleri, özelikle devletler tarafından teşvik edilmiştir. Fakat bu zaruri bir neden sonucunda olmuştur. Nefsi arzuların etkisinden değil. İşte bugün bizleri yönetenlerin, bizleri getirmek istedikleri nokta. Sayın Sibel Üresin AKP nin fikri ve inanç doğrultusunda görevini yapmakta ve toplumu bu yanlışa hazır hale getirmeye çalışmaktadır. Daha açıkçası toplumun nabzını yoklamaktadır. Kadınlarımızın bir kısmı, Kur’an ı öğrenme çabası ile çırpınıyorlar, fakat büyük bir bölümü ise ne yazık ki söylenenlerle, anlatılanlarla yetiniyorlar. Bunlar Kur’an dan dır dediklerinde, Allah ın rehberini anlayarak okuma, ona danışma gereği bile duymuyorlar. Camilerde Kur an kurslarında, kadınlarımıza Kur’an ı anlamadan okutup, ayetler üzerinde düşünme imkânı sağlamıyorlar, bundan mahrum bırakılıyorlar. Düşünmeyen aklını kullanmayan, hakkını aramayan, elbette doğruya, güzele de ulaşamayacaktır. Sanırım toplum olarak, bazı şeyleri yaşamadan, gerçekleri fark edemeyeceğiz. Bu yanlışlar, acılar yaşanacak gibi görünüyor toplum olarak. Belki de yaşanması gerekli kim bilir, toplum olarak ders almak için. Çünkü yakın geçmişimizde de yapılan yanlışlardan dersler alamadık. Geçmişinden dersler alamayanlar, bir başka yanlışı da yaşamaktan kurtulamazlar. Ama yaptığımız bu yanlıştan geri dönüşümüz, acaba kolay olacak mı? Onu da hep birlikte, ömrümüz yettiğince göreceğiz. Allah neye layık isek onu verecektir. Rabbim bizlerin yardımcısı olsun. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
GERÇEK İMAN ADINA ÇABA HARCAMAK....
Yazdığım Bir yazıma bir kardeşimizin verdiği tenkit, uyarıcı cevaplar, beni dikkatle bu konuda düşünmeye yönlendirdi. Tenkitleri ve uyarıları her zaman ciddiye almalıyız. Çünkü hepimiz beşeriz, her zaman hata yapabiliriz. Gelin birlikte bir din kardeşimizin, bana yaptığı uyarılar üzerinde düşünelim. Gerçekten bu uyarılar, rehberimiz Kur’an ın önerdiği doğrultuda mı, yoksa? İşte o yok sanın, cevabını birlikte arayalım, tabi yine elimizde Allah ın rehberi olmak şartıyla. Bakın kardeşimiz bana nasıl bir uyarıda bulunmuş. (Şimdi böyle bir Sahih Hadisi şerifi inkâr etmek Ayeti Kerim'eyi inkar etmek gibidir. Çünkü Ayet'i Kerime'yide Allah c.c. bildirmiştir, Efendimiz s.a.v.'in mübarek ağzından çıkan Hadis'i Şerifler'ide Allah c.c. bildirmiştir. Sizin ben Kur'an da yazılana inanırım, "Hadis'te yazanlar doğru olmayabilir" şeklindeki düşünceniz, "Allah'a inanırım Peygamberine inanmam demeniz kadar saçmadır. Ehli sünnet vel cemaat itikadına göre de Mütavatir Hadislerin (kesinlikle Efendimiz sav. Tarafından söylendiği) inkârı durumunda Ayet'i inkar etmesi gibi olacağını bu durumda da mürted yani kafir olacağını hatırlatırım. ) Yukarıdaki sözlerin üzerinde düşünelim şimdide. Peygamberimize atfedilen hadisi şeriflerin, tamamının doğru olduğunu hiç şüphelenmeden kabul etmemiz, doğru bir inanç yöntemi olabilir mi, İslam dininde? Bu konuda dikkatli olmanın, gerektiğinde bu yolla yanlış bilgilerin bizlere ulaşabileceğini söylemek, bizleri dinden mi çıkartır, yoksa dinden çıkmamızı mı engeller? Diyanet yakın geçmişte, yüzlerce hadisin hurafe olduğunu ve dine nifak sokmak için, din düşmanları tarafından içimize sokulduğunu söyleyip, inanmamızın yanlış olacağını söylemişti hatırlarsanız. Peki, peygamberimiz bizleri bu konuda nasıl uyarmıştır, şimdide yine onun bazı hadislerini hatırlayalım ve her zaman din kardeşlerimize, bıkmadan usanmadan hatırlatalım. Benden sonra, benim adıma söylenecek çok söz duyacaksınız, Bu sözleri KURAN İLE KARŞILAŞTIRINIZ ki, benim sözüm olup olmadığı hakkında delalete düşmeyesiniz. Her kim ki, ben söylemediğim halde bu sözü peygamber söyledi dese BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Yukarıdaki hadislere baktığımızda, peygamberimizin bizleri bu konuda uyardığını görüyoruz. Demek ki peygamberimizin adını kullanarak, Müslümanların aldatılacağını özellikle söylüyor Allah ın elçisi. Ayrıca kendi sözü olup olmadığını anlamamız içinde, bizlere çok güzel ve garantili bir yol öneriyor. KUR’AN İLE KARŞILAŞTIRINIZ. Bundan daha güzel yol ve yöntem sizce olabilir mi? Demek ki peygamberimiz Kur’an dışından hiçbir bilgiyi topluma anlatmamış, tebliğ etmemiş bu çok net anlaşılıyor bu sözünden. Şimdide şöyle düşünelim. Acaba Allah bizlere söylendiği gibi, elçisine Kur’an dışından da hükümler iletmiş midir? Eğer böyle bir şey olsaydı, peygamberimiz benim sözüm olup olmadığını, Kur’an ile karşılaştırınız der miydi? Allah Kur’an da, sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyorsa, Kur’an dışından da bir bilgi elçisine göndermesi ve bizlerin sorumlu olması mümkün olamaz. Bu düşünce Kur’an ın yüzlerce ayetine ters düşer. Arkadaşımızın ayrım yapmadan tüm hadislerle, Kur’an ayetlerini karşılaştırarak, ikisini de aynı kefeye koyması büyük hata olduğu gibi, bizlerin doğru yolda, Allah ın yolundan sapmamıza neden olur. Çünkü Kur’an ın koruyucusu bizzat Allah benim diyor. Peki, yüzlerce yıl öncesinden, rivayet yoluyla gelen hadislerin hiç değişmeden, korunarak bizlere ulaştığına inanmamız doğru olur mu? Elbette karar sizlerin. Kur’an ayetleri ile bizler hiçbir bilgiyi eş tutamayız. Peygamberimiz de yalnız Kur’an a uymuş ve onu hayatına geçirmiştir. Bizlerde peygamberimizin yolunu izlediğimizi söylüyorsak, aynı yolun yolcusu olmalıyız. Bu konuda ne yazık ki en güvenmemiz gereken kişiler bile, toplumu büyük yanlışlara yöneltmektedir. Şahit olduğum bir anımı sizlere nakletmek istiyorum, bu örneği birçok çek verdim. Bir Cuma hutbesinde müftü aynen şöyle söylüyordu. ( Hadislerde Kur’an ayetleri gibidir. Eğer bir tanesine inanmazsanız, Kur’an a inanmamış gibi sayılırsınız, yani gerçek iman etmemiş olursunuz.) İşte dini anlatan çok önemli şahsın, topluma söyledikleri. İlginçtir bağlı olduğu Diyanet İşleri başkanlığı, yüzlerce hadis hurafe diyerek, inanılmasının yanlış olacağını söylemişti yakın geçmişte. Tabi Diyanet öyle bir kurum ki, başkanları değiştikçe, söylemleri de değişiyor, sanki HÂŞÂ din değişmiş gibi. Dün söylediğinden bugün vazgeçebiliyor. Kur’an ın emrinde olmayıp, siyasetin, tarikat ve cemaatlerin emrinde olmak bu olsa gerek. Allah ın ayetleri ile yüzlerce yıl öncesinden rivayetler yoluyla gelen bilgileri, Kur’an süzgecinden geçirmeden, aynı tutmak bizleri şirk batağına sürükler. Bakın Allah bu konuda bizleri nasıl uyarıyor ve dikkatimizi çekiyor. İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır Bakara 42: Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Yukarıdaki Rabbin iki ayeti üzerinde düşünelim. Allah, hakkında emin olmadığın şeylerin peşine düşme sakın diye uyarıyor. Daha sonrada, emin olmadığınız bir bilginin ardı sıra giderseniz, bunun hesabını sorarım diyor. Diğer ayette de, hakkı batılla ile karıştırmayın diye uyarıda bulunuyor. Hadislerin tamamı, rivayetler kanalıyla bizlere ulaşmıştır. Hatırlayınız hepsi bir rivayete göre diye başlar. Rivayet emin olmadığımız, ama içinde doğru bilgininde olabileceği sözlerdir. İşte bizlere düşen, bu konuda dikkatli olmak ve hangi sözün peygamberimize ait olup olmadığını çok iyi anlamak için, Kur’an ile karşılaştırma yapmak olmalıdır. Bu durumda emin olduğumuz bilgi hangisidir, önce onu düşünelim. Elbette Allah ın koruması altındaki KUR’AN. Onun dışından gelen bilgilere, tıpkı Kur’an gibi emin olabilir miyiz? Asla olamayız, bunun uyarısını da zaten Allah yapıyor. Bizler için hak olan Allahın emri ve hükümleri nerede yazıyordu? KUR’AN da. Zaten peygamberimizde yalnız Kur’an a inanmış ve onun ile bizleri uyarmamış mıydı? Bakın Allah Enam suresi 19. ayette, peygamberimizin bizleri neyle uyardığını söylüyor. (Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım.) Yine Allah ayetinde; Araf 3: (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Nahl 89: O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. Bakın Allah, çok açık ve net ne söylüyor bizlere. Rabbinizden size indirilene uyun. Ondan başka velilerin sözlerine kanmayın. Bu durumda Rabbimizden indirilen Kur’an dan başka hüküm veren, bizleri bağlayıcı olan, bir kitabın olduğuna inanmak, doğru olur mu? Allah Kur’an ı bizlere, her şey için açıklama ve bizler için bir hidayet, rahmet ve MÜJDE olsun diye indirdiğini söylediği halde, bizlerin hala başka hidayetler aramamız, Allaha saygısızlık olmaz mı? Peygamberimizin ben size Kur’an ile hükmetme görevi aldım, bunun dışında sizlere ilettiğim hiç bir şey yoktur dediği halde, bizler hala bunları anlamazlıktan geliyorsak, yapacak hiç bir şey yok demektir. Hatırlayınız Allah elçisine verdiği yetki ve sorumluluğu bizlere anlatırken, bakın elçisinin ona vah yettiğimiz Kur’an dışından bazı sözleri, bunlarda Allah katındandır diyerek bazı hükümleri, bizlere iletebileceğini acaba söylüyor mu? Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Sanırım bizler bugün günümüzde, Rabbin bu ayetinden hiç ders almıyoruz. Daha açıkçası görmezden, anlamazlıktan geliyoruz. Çok ilginçtir, bizlere Kur’an ın hüküm vermediği, bunlarda peygamberimizin hükümleridir diyenler, sanırım aşağıdaki ayeti de görmezden geliyorlar. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Aklını kullanamayanı, pislik içinde bırakırım diyen Rabbim e şükürler olsun. Ayetlerini o kadar açık ve net indirdiği halde, hala Allah ın sözlerine kulak asmayıp, beşerin sözlerine kulak kesilenler, şunu sakın unutmasınlar. Allah bizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyorsa, onun dışından bilgilerden, hükümlerden sorumlu tutmayacaktır. Çünkü Rabbim sözünde durandır. Allah elçisinin yetki ve sorumluluğunu, çok açık ve net bakın ayetlerinde nasılda açıklamış. Hala bu ayetleri görmezden gelenlere, ayetleri hatırlattığımızda, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek ona saygısızlık yapanlara, sözüm meclisten dışarı. Yetkiyi Allah verir, bizlere düşen ona iman etmek olmalıdır. Beşerin sözlerini doğrulamak için, Kur’an da bir kelimenin ardına saklanıp, Rabbin hiç bahsetmediği hükümleri, o kelimeye yüklemekle, Rabbin doğrularından sapacaklarını hatırlatırım. Bakın Rabbim, elçisine verdiği görev ve sorumluluğu nasıl apaçık anlatıyor. Ankebut 18: Eğer siz yalanlarsanız, bilin ki, sizden önce bir takım milletler de yalanlamışlardı. Peygamberin görevi ise açık bir tebliğden ibarettir. Ankebut 50: "Ona Rabbinden (başkaca) mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. Neml 92: "Ve Kur'an'ı okumam (emredildi). Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım. Kehf 56: Biz elçileri, müjde vericiler ve uyarıcılar olmak dışında (başka bir amaçla) göndermeyiz. İnkâr edenler ise, hakkı batıl ile geçersiz kılmak için mücadele ediyorlar. Onlar benim ayetlerimi ve uyarıldıklarını (azabı) alay konusu edindiler. Enam 48: Biz elçileri müjde vericiler ve uyarıp-korkutucular olmaktan başka (bir nedenle) göndermiyoruz. Şu halde kim iman ederse ve (davranışlarını) düzeltirse, artık onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Ne dersiniz Allah yukarıdaki ayetlerde, elçisine verdiği görevin tanımını çok açık ve net yapmıyor mu? Sanırım açıklamaya gerek dahi yok. Bakın Ahzap suresi 2. ayette elçisine ne diyor. Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Peygamberimizin uyduğu yalnız Kur’an ise, nasıl olurda bizlerin Kur’an dışından da hükümlere iman etmemizi isteyenlere inanırız, bunu lütfen dikkatle düşünelim. Kur’an a uyan, Allah ın resulüne uymuş ve onun gerçek ümmeti olmuş demektir. Elimizde imtihan olduğumuz Kur’an apaçık duruyorsa, ona uymayan onun onayından geçmeyen, hiçbir bilgi ve peygamberimizden rivayet edilen hiçbir hadis, doğru olamaz. Çünkü peygamberimiz bizleri uyarmış ve benim sözlerim olduğunu anlamanız için, Kur’an ile karşılaştırınız demiştir. Peygamberimiz bizler için bir örnekti. O örnek insan, Kur’an ın onay vermediği tek bir kelimeyi dahi söylemeyeceğini düşünemeyen, onun gerçek ümmeti de olamayacağını bilmelidir. Peygamberimizin ümmeti olduğunu söyleyen, her Müslüman bunu dikkatle, itinayla uygulamalıdır. Bizlere düşen tıpkı peygamberimizin yaptığı gibi, Kur’an ın ipine sarılmak olmalıdır. Kur’an ayetleri üzerinde düşünmeyen, onu anlayarak okumayan, aklını kullanmayıp çaba göstermeyen, Allah ın halis kulları da olamayacağını, Kur’an apaçık belirtiyor. En garantili yol ve yöntemi Allah, Kur’an ın ipine sarılmak tır diye açıklıyorsa, elçisine de kullarıma yalnız Kur’an ile hükmet diyorsa, sizce bizler bu hükmün dışına çıkarak, Kur’an ın sınırlarını zorlayarak, emin olamadığımız bilgilerinde ardı sıra giderek, imanımızı tehlikeye atmış olmuyor muyuz? Yorum ve karar sizlerin. Çünkü her beşer, kendi imtihanından sorumludur. Rabbim cümlemizi Allah ın ipine sarılan, hakla batılı ayırmak için çaba harcayan kulları arasına, bizleri de alması dileklerimle. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KIYAMET ALAMETLERİ VE HZ. İSA NIN GELECEĞİ KONUSU.
Kur’an ı tercüme edenler gerçekten büyük vebal altında oldukları gibi, kendi inançlarına alet edenlerin de sonunu, tahmin bile edemiyorum. Zuhruf suresi 61. ayette geçen (O) işaret zamirinden, o kadar çok anlamlar çıkartılıp, Allah ın bahsetmediği hükümleri vererek, ne yazık ki büyük hatalara toplum sürüklenmektedir. Allah ben ayetlerimi açık anlaşılır gönderdim diyorsa, eğer Hz. İsa tekrar gelecek olsaydı, bunu da bizlere açıkça söylerdi. Gelelim bahse konu ayete. Sizlere daha farklı meallerden bu sefer yazmak istiyorum aynı ayeti. Sanırım içinde bulunduğumuz büyük hatayı daha iyi anlayacaksınız. Muhammed ESED : Zuhruf 61: Bakın, bu [ilahî kelâm] Son Saati[n geleceğini] bildiren bir araçtır; o halde (Son Saat) hakkında hiçbir şüpheye kapılmayın ve Bana uyun: dosdoğru yol [yalnız] budur Diyanet İşleri Başkanlığı yeni.: Zuhruf 61: Şüphesiz o Kıyametin (kopacağının) bir bilgisidir. Artık onun hakkında asla şüphe etmeyin, bana uyun, bu doğru bir yoldur. Elmalı meali orijinal. Zuhruf 61: Ve hakkıkat o, saat için bir ılimdir, onun için sakın o saatin geleceğinde şekk etmeyin de bana tabi' olun, işte bu yegâne doğru yoldur Dikkat ederseniz Elmalı nın Türkçeye çevrilmiş mealinde parantez içinde İsa yazıyordu. Fakat orijinalin de asla böyle bir şey olmadığı gibi, bu anlama gelecek bir bilgide yok. O işareti, Kur’an ı işaret ediyor ve bu mesaj bu ilahi kitapta son saatin bir gün geleceğini bildiriyor bizlere diyerek, bu saatin geleceği ile ilgili şüpheye düşmememize açıklık getiriyor Rabbim. Diyanetin yeni meali de bu anlamı vermiş. Kıyametin kopacağının bilgisidir diyor. Yani Allah ın kitabında bu bilgi vardır, onun için sakın kuşkuya düşmeyin diyor. Sizce bu bilgi Kur’an dan başka ne olabilir? Rabbim cümlemize yardımcı olsun, işimiz çok zor. Zorlu bir imtihandan geçiyoruz. Karşımızda öyle insanlar var ki, Allah ın kitabını kendilerine uydurmak için çaba gösteriyorlar. Hâlbuki bizlere düşen, Kur’an ı kendimize uydurmak değil, Kur’an a bizlerin uymasıdır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KIYAMET ALAMETLERİ VE HZ. İSA NIN GELECEĞİ KONUSU.
Bugün Kur’an dan birlikte araştıracağımız konu, günümüzde çok konuşulan kıyamet alametleri konusu olacaktır. Kur’an bu konuda bizlere hangi bilgileri verir? Ayrıca bu konuda bizlere rivayetler yoluyla ulaşan diğer bilgiler nelerdir, onları da Kur’an ile karşılaştırıp, doğruluğunu araştıralım. Bu yazıyı yazmama sebep olan Zühruf suresi 61. ayeti önce hatırlatmak istiyorum. Bizler Allahın açıkça söylemediği sözlere ilaveler yaptığımızda, kendi düşünce ve fikirlerimizi ilave ettiğimizde, bakın güzelim İslam dini ne hale geliyor, önce Diyanet İşleri Başkanlığının mealini alalım, daha sonrada diğer meallerden örnekler verelim ki, konu daha iyi anlaşılsın. Diyanet İşleri başkanlığı:Zühruf 61:Biliniz ki o kıyamete ait bir bilgidir. Sakın ondan şüphe etmeyiniz ve bana tabi olunuz. Bu dosdoğru yoldur. Ali Bulaç:Zühruf 61: Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. Yaşar Nuri Öztürk:Zühruf 61: Hiç kuşkusuz o, kıyamet saati için bir bilgidir. O halde sakın o saat hakkında şüpheye düşmeyin; bana uyun. Dosdoğru yol budur. Elmalı Hamdi: Zühruf 61: Gerçekten o (İsa) saat için bir ilimdir (kıyametin yaklaştığım gösteren bir bilgidir). Onun için sakın kıyametin geleceğinden şüpheye düşmeyin de bana uyun, işte tek doğru yol ancak budur. Yukarıdaki aynı ayetin değişik meallerdeki verilişini sizlerle paylaştım. Elmalı Hamdi Yazır ın verdiği mealde, dikkat ederseniz o zamirinden Hz. İsa dan bahsediyor diyerek, parantez içine düşüncesini de belirtmiş. (Elmalının orijinal mealinde parantez içinde ki İsa kısmı kesinlikle yoktur daha sonraki Türkçeleştirme yapanların maharetidir bilginize) Bu şekilde birkaç meal var onu da belirtmeliyim. İşte Kur’an ın Türkçe mealini yazarken, parantez içine kendi düşüncelerimizi de yazmamız, bizleri nasıl yanlışlara götürebiliyor, onu da burada bir kez daha görme şansımız olacak. Allah yanıltmasın inşallah. Bu ayette anlatılmak istenen, kıyametin hak olduğu Kur’an da bilgilerin verildiğini anlatarak, müşriklere ve inananlara bir kez daha şüpheye düşmeden, buna inanmaları hatırlatılmaktadır. Hıristiyanlar kendi inançlarına göre, kıyamet kopmadan Hz. İsa nın geleceğini ve tüm insanlığı kurtaracağına inanırlar. İşte bu inanç ne yazık ki yukarıdaki ayeti açıklarken, Allah ın Kur’an da asla söz etmediği, hiç bahsetmediği, açıklamadığı halde bu şekilde yazılıp anlatılarak, bizlerin yani İslam’ın da içine girmiştir. Günümüzdeki birçok tarikatlar ve cemaatler Hz. İsanın geleceğine inanırlar. Ayette geçen (O) zamirinden Hz. İsa yı kastediyor, düşüncesine kapılmalarının nedeni, bu ayetten birkaç ayet öncesinde Hz. İsa dan bahsederek ondan örnekler vermesi olarak açıklanıyor, gerçekten yanılgıya sebep bu olsa gerek. Bahsettiğimiz ayetten iki ayet sonra gelen 63. ayete bakalım şimdide. Zühruf 63:İsa, açık delillerle geldiği zaman demişti ki: Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Hz. İsa topluma hitap ederken, sizlere açık delillerle, yani ayetlerle geldim diyor. Sizlere hikmet i ilmi, getirdim diyor. Bu bilgiler sizin ayrılığa düştüğünüz konularda açıklama yapacak ve sizleri bilgilendirecektir, açıklamasını yapıyor. Bundan dolayı da kendisine itaat edilmesini istiyor. Lütfen çok iyi düşünelim, bu ayet ve öncesindeki ayetleri okuduğunuzda sizler, kıyamet kopmadan Hz. İsa nın geleceğini Allah söylüyor diyebilir misiniz? Bunumu anladınız Rabbin sözlerinden? Elbette hayır, bunu anlamak için kâhin olmak gerekir. Buda zaten İslam ın kabul etmediği bir konudur, ayrıca Kur’an ın ayetleri indirme şekline de, tamamen ters düşer. Allah ne diyordu hatırlayalım ayetler için? Biz her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız. Biz ayetlerimiz açık, anlaşılır bir şekilde indirdik. Bu konuyu Diyanet İşleri başkanlığına sorduğumda, çok şükür Hz. İsa nın tekrar geleceğini kabul etmediği gibi, Kur’an ın bu bilgiye onay vermediği konusunda bir cevap aldım. Diyanet İşleri Başkanlığı Hz. İsanın kıyamet alameti olarak geleceğini kesinlikle kabul etmiyor. Çok doğru çünkü bunu kabul etmek, Kur’an ın birçok ayetlerine ters düşer. Tabi Diyanetin sağı solu belli olmaz, birisi çıkıp tam tersini söyleyebilir. Başkanlar değişince, bu ülkede dininin bile değiştiği örneklerini çok gördük. İşte bizler İslam ı böyle öğreniyor ve yaşıyoruz, Rabbim yardımcımız olsun. Gerçektende buna inanmakla, bakın nelere inanmamış ya da gözden kaçırmış oluyoruz, şimdide Kur’an dan birlikte araştıralım. Ahzap 40: Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; O, Allah'ın resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi gereğince biliyor. Eğer kıyamet kopmadan Hz. İsa gelecektir sözlerine inanırsak, bunu kabul edersek, bu ayete iman etmiyoruz demektir. Önce bunu aklımızdan hiç çıkarmayalım. Çünkü Açıkça peygamberimizden sonra hiçbir peygamber, hangi konuda olursa olsun gelmeyecek diyerek, bizlere Allah ın ayetini tebliğ etmedi mi? Şimdide kıyamet bizlere nasıl gelecek, bu konuda Kur’an dan bilgilere bakalım, acaba bizlere nasıl bir açıklama yapıyor? Şimdi yazacağım ayet üzerinde, biraz düşündüğümüzde aslında her şey anlaşılıyor sanırım. (Araf 187: Ne zaman gelip çatacak diye kıyamet saatini soruyorlar sana. De ki: "Ona ilişkin bilgi Rabbim katındadır. Onu, vakti geldiğinde belirginleştirecek olan yalnız O'dur. Göklere de yere de ağır gelmiştir o. O size ansızın gelecektir, başka değil." Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.) Şimdi bu ayet üzerinde biraz düşünelim. Peygamberimize kıyamet hakkında sorular sorulunca, Rabbim açıklama yapıyor ve onun vaktini yalnız ben bilirim diyor. Vakti geldiğinde onu gerçekleştirecek Allah tır dedikten sonra, aslında çok önemli bir açıklama yapıyor, bu açıklamaları daha sonra yazacağım ayetlerde de üstüne basa basa söylüyor Rabbim. ( O size ansızın gelecektir.) Evet, en önemli ve üzerinde durmamız gereken konu sanırım bu olsa gerek. Kıyametin ansızın, habersiz geleceği. Ayetin devamında da çok ilginç ve düşünmemiz gereken sözler var. Allah, sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar diyor ve peygamberimizin de bu konuda asla bir bilgisi olmadığını belirtiyor Rahman bizlere. Tam burada şunları düşünmemiz gerektiği kanısındayım, Kur’an da hiç bahsedilmeyen, açıklanmayan birçok kıyamet alametlerinin doğruluğu, sizce ne kadar geçerlidir? Bu sözler Kur’an da hiç bahsedilmeyen, peygamberimizin kıyamet alametleri ile ilgili sözleridir diyenler, ne kadar haklı olabilir dersiniz? Yorum sizlerin. Eğer Hz. İsa kıyametten önce gelecek olsaydı, kıyametin ansızın kopacağı, ayetleriyle uyuşuyor olur muydu? Böyle bir bilgi olsaydı, Rabbim her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim dediği halde, bizlere bunu da açıklamaz mıydı? Kur’an kıyamet konusunda, bakalım daha neler söylüyor bizlere. (Lokman 34: O kıyamet saatine ilişkin bilgi Allah katındadır. Yağmuru O yağdırır. O, rahimlerde olanı da bilir. Hiçbir benlik yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Allah Alîm'dir, Habîr'dir.) Dikkat ederseniz ayette (O) zamirini kullanıyor ve burada da anlatılmak istenen kıyamet zamanının vaktini hatırlatılmasıdır. Yukarıda yazdığımız Zühruf 61. ayette de Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir.Sözlerinden Kur’an ın bizlere açıkladığı, o anın geleceğini hem iman edenlere, hem de müşriklere açıklamaktadır. Allah Zühruf 61. ayette eğer söylenildiği gibi Hz. İsa’dan bahsetmiş olsaydı ve bunun kıyamet alametleri olduğunu bizlere anlatıyor olsaydı, açıkça söylerdi. Bakın Allah ben ayetlerimi nasıl açıklarım diyor lütfen dikkat edelim ve hatırlayalım. Allah ın Kur’an da açıklamadığı, kıyametten önce Hz. İsa nın geleceğine inandığımızda, şimdi yazacağım ayetlere iman etmemiş oluruz, bunu da unutmayalım. Kehf Sur54. ayet; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. İsra suresi 89. ayet; Yemin olsun, biz bu Kuran'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler. Nisa Suresi 174. ayet; Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik. 175. ayet; Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır. Şimdi lütfen düşünelim, Allah her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduğunu söylüyor. Her benzetmeden nice örnekleri sıraladık açıklamasını yapıyor, ama bizler Rabbin hiç bahsetmediği, sözünü bile kullanmadığı halde (O) işaret zamirinden, ayetten Allah Hz. İsa dan bahsediyor aslında diyerek, işin içinden çıkabiliyoruz. Birde kendimizce hüküm verip, Hz. İsa kıyametten önce gelip, bizleri uyaracak, diyebiliyoruz. Hani her benzetmeden değişik örnekler vardı, neden Allah kıyamet alametlerin den bahsederken Hz. İsa gelecek demediği halde, bizler aslında Allah bundan bahsediyor diyerek, kendi düşüncelerimizi, inançlarımızı Kur’ana ilave yapıyoruz? Hiç korku duymadan, söylenmeyen, açıklanmayan bir sözün ardına nasıl düşüp, ona iman edebiliyoruz, doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum. Bunu söyleyen ve savunan Hıristiyanlardır, hala uyumaya devam mı edeceğiz? En son peygamberimiz dururken, neden ondan önceki peygamber gelsin diye demi düşünemiyoruz? Aklımız, beynimiz bu kadar mı uyuştu bizlerin? Hani Allah ne diyordu bizlere; ( Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik.) Bakın bu ayete eğer iman ediyorsak, Zühruf 61. ayette geçen (O) işaret zamirine asla, Allah ın söz etmediği bir anlam yükleyerek, burada aslında Hz. İsa dan bahsediyor diyemeyiz. Kur’ana danışmaya devam edelim, acaba kıyametin kopuşu hakkında daha neler söylüyor Rahman. Hac 55: İnkâr edenler ise kıyamet ansızın başlarına patlayıncaya kadar yahut kısır bir günün azabı kendilerine gelip çatıncaya kadar, o Kuran'dan yana kuşku içinde olmaya devam edecekler. Zühruf 66: Hiç farkında olmadıkları bir sırada o saatin birdenbire kendilerine gelmesinden başka neyi bekliyorlar. Bu ayetler ve onlarca ayet, kıyametin ansızın geleceğini açıklıyor bizlere. Şimdide bu ayetlerle Hz. İsa nın geleceğini söyleyen ve inananlara şu soruyu soralım. Rahman hiç farkında olmadığımız bir anda geleceğini söylediği kıyametin, nasıl olurda Hz. İsa’yı tekrar gönderip, insanlara büyük bir zaman verip hepsinin iman etmesini sağlar? Hani ansızın başlarına patlayacaktı, hani hiç farkında bile olmayacaktık? Tekrar şu soruyu soralım buna inananlara; Acaba Hz. İsa geldiğinde onu nasıl tanıyacağız? Madem gelecek Allah onu nasıl tanıyacağımızın işaretini de vermeli değil mi bizlere Kur’an da? Nasıl emin olacağız onun olduğuna? Hatırlayın Papaya kurşun sıkan Ağca ne dedi? Ben İsa Mesih im demedi mi? Hatta birçok Hıristiyan bile inandı buna. Sormak isterim Hz. İsa nın geleceğine inananlar, acaba buna inandı mı? Yaksa akıllarından acaba diye bir sorumu geçti? Öyle hesaplar yapılıyor ki, peygamberimizin sözleri diye aktarılanların içinde, Onun gelişinin 1500. yıllarında, Hz. İsa ve deccalın geleceğini söyleyenler, bu tarihin bu yüzyılda gerçekleşeceğine inananlar var aramızda. Peygamberimizden bu yana yaklaşık 1400 yıl geçti, o zaman bu önümüzdeki yüzyılda hem deccal gelecek, hem de Hz. İsa gelecek ve kıyamet kopacak diyorlar ve inanıyorlar. Araf 187. ayette ne diyordu hatırlayalım Rabbim. (." Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.) Şimdide bu sözler üzerinde tekrar düşünelim. Allah bu bilginin kimsede olmadığını söylemesine rağmen, günümüzde uydurulan ve Kur’an ın hiç bahsetmediği, kıyamet alametlerini hatırlayalım. Öyle şeyler uyduruluyor ki, peygamberimizin Hz. İsa nın geleceğini söylediğini söylemekte, hiçbir kusur görmüyorlar. Hâlbuki Peygamberimiz kendisinin en son peygamber olduğunu bizlere bildirmemiş miydi Kur’an da? Kur’anın hiç bahsetmediği deccal konusuna gelelim şimdide. Bundan Kur’an asla bahsetmez, ama peygamberimizin hadisidir diye, bizlere çok detaylı anlatırlar bu konuyu. Bakın deccal konusunu Diyanet İşleri başkanlığına sordum ve nasıl bir cevap aldım aynen aktarıyorum. (DECCÂL: Kıyamete yakın bir dönemde çıkıp İslâm dinini ve ümmetini ifsad edip kötülüklere sürükleyecek olan ve aynı zamanda kıyametin alametlerinden sayılan biri. Deccâl'in çıkması haktır. Deccâl, belli bir şahıs olup, Cenâb-ı Allah onunla, kullarını imtihan edecektir. Deccâl olsun, diğer kıyamet alâmetleri olsun bizim için gaybdır. Bunlar hakkında bilgi edinmemiz ancak nakil (Kur'ân ve hadis)le mümkün olur. Akılla verilebilecek bilgilerin isabet etmeme ihtimali büyüktür. Öteden beri kıyâmet alâmetleriyle ilgili olarak çok te'vîller yapılagelmiştir. Herhangi bir dayanağı olmayan bu te'villerin geçerliliği de yoktur. Ayrıca bunlar, akılla ulaşılamayacak bilgiler olduğundan, yapılacak te'viller, halkı yanlış bilgilendirme vebâline sevk edecektir. Aynı yanılgı ve vebâl bunun için de söz konusudur. Hz. Peygamber de ümmetini Deccâl'e karşı uyarmıştır. Zira Deccâl, bazı harikalar gösterecek ve tanrı olduğunu iddia edecektir. İmansızlarla, bazı zayıf imanlılar, ona kanacaktır. İmanı kuvvetli olanlar ise kanmayacaklardır. Dünya, imtihan yeridir. İnsanlar bu dünyada imtihana tabi tutulmaktadırlar. Deccâl da bir imtihan vesilesidir. Allah'ın kendisine verdiği güçle birtakım hârikalar gösterecektir. Deccâl'in göstereceği harikalara "istidrâc" denir. İstidrâc, "inançsız ve şerîr kimselerin arzularına uygun olarak gösterdikleri hârikalara" denir.) Yukarıdaki yazı Diyanetin bana verdiği cevap, dikkat ederseniz bu konuyla ilgili Kur’an dan tek bir bilgi yok. Bu konuda fazla bir şey yazmak istemiyorum, ama doğrusu Dini bizlere anlatmakta görevli bir makamın şu sözleri beni çok üzdü. ( Deccâl'in çıkması haktır.) Bir insanın dinde HAK olduğunu söylemesi için, Kur’an ın yani Rahman ın emretmiş olması gerekir. Ama düşünebiliyor musunuz, Allah bahsetmediği halde, buna HAK tır iman etmemiz gerekir denebiliyor. Diyanet bu, sağı solu belli olmuyor demekten başka, elimden bir şey gelmiyor. Peygamberimizin deccala karşı bizi uyardığını söyleyen Diyanete, şunu sormak isterim. Acaba Yüceler Yücesi Rabbim, bizi deccala karşı uyarmadı da, bu görevi peygamberimize mi bıraktı dersiniz? Hani Kur an bizim için rehberdi, hani her şeyden nice örnekler vardı orada. Bakın sözler Kur’an ın süzgecinden nasılda geçmiyor. İşte İslam ın günümüzdeki durumuna acı bir örnek. Buna benzer o kadar dine ilaveler var ki. Deccalın belirli bir şahıs olduğunu söylüyorlar ve bizleri Rabbin imtihan edeceğini belirtiyor. Allah bunu her zaman yaptığını ve yapacağını zaten Kur’an da söylemiyor mu? Yine yazıda bu bilgilerin gaibi bilgiler olduğunu söylüyor ve bu bilgileri ancak Kur’an ve hadislerden öğrenileceği açıklamasını yapıyor. Şimdi sormak isterim bunu yazanlara, Kur’an bilgisi tamam bu konuda hiçbir sorun yok, ama Kur’an ın onay vermediği, hadis bilgileri kesin doğru diyebilir miyiz? Eğer cevap, evet hadis bilgilerine kesinlikle güvenebiliriz ise, neden birkaç yılda bir yüzlerce hadisin hurafe olduğunu ilan edip İslam dininden çıkarıyor Diyanet İşleri Başkanlığı? Şuanda iman ettiğimiz hadisleri daha sonra hurafe diye çıkarmayacaklarına kimler garanti verebilir, var mı garanti verecek beşer aramızda? İşte Allah ın kitabını rehber almadığımızda, sonuç nerelere gidiyor. Şimdide sizlere bazı ayet örnekleri vermek istiyorum. Bakın peygamberimize kıyametin ne zaman kopacağını soranlara, Rahman ın cevabı nasıl olmuş. (Ahzap 63: İnsanlar sana kıyametin saatinden soruyorlar. De ki: "Ona ilişkin bilgi Allah katındadır." Ne bilirsin, belki de o saat yakındır.) (Şura 17: Gerçeğe ilişkin Kitap'ı ve adalet ölçüsünü indiren o Allah'tır. Nereden bileceksin, belki de kıyamet saati çok yakındır.) Bu iki ayeti düşünelim şimdi de. Yazımızın başında verdiğimiz ve Hz. İsa nın kıyamet kopmadan geleceğini işaret ettiğini söylediklerinin, doğru olmadığı bu iki ayetten bile anlaşılmıyor mu sizce? Dikkat ediniz lütfen Allah, peygamberimiz yaşıyorken dahi kıyametin belki de kopabileceğini söylüyor. Eğer Kıyamet kopmadan Hz. İsa gelecek ise peygamberimizin durumu ne olacaktır, buda asla mümkün olamaz. Bunu kabul etmek Kur an ın ayetlerine tamamen ters düşer. Bakın kıyamet konusunda peygamberimizin ne demesini istiyor Rabbim. (Tur 31: De ki: "Bekleyin! Doğrusu sizinle beraber ben de bekleyenlerdenim.) Demek ki bu konuda peygamberimizin de hiçbir bilgisi yok, hatta belki de kıyamet kopabilir, diye o dahi bekliyor. Şimdide Diyanetin deccal konusunda bizlere hadisler yoluyla gelen bilgilere bakalım. Allah belki de kıyametin yakında kopacağını söyleyen ayetlerini okudunuz, bu durumda peygamberimiz yaşarken de kıyamet kopabileceği anlatılıyor. Bu durumda peygamberimiz acaba deccalın geleceğini söyler miydi? Elçisi yaşarken böyle birinin çıkıp insanları kandırmaya çalışmasını söyler mi sizce? Zaten o devirde iman etmeyen, binlerce insan ile mücadele ediyor, hatta savaşıyordu Peygamberimiz. Bunlardan iyi deccal mı olur. Bakın tüm bu sözlerde Kur’an süzgecinden geçmiyor. Şimdide Kur’anın kıyamet alametleri olarak bahsettiği bazı konulara bakalım. ( Duhan 10: Artık sen göğün açıkça izlenen bir duman getireceği günü gözle.) (Hac 1: Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet saatinin zelzelesi gerçekten çok büyük bir şeydir.) (Abese 33: . Kulakları sağır eden o ses geldiğinde,) (Tur 9: O gün gök bir çalkanışla çalkanır. 10: Ve dağlar bir yürüyüşle yürür.11: Vay hallerine o gün, yalanlayanların.) (Kamer 1: Saat yaklaştı, Ay yarıldı.) (Enbiya 96: Ye'cûc ve Me'cûc'ün önü açıldığı zaman onlar, her tepeden akın ederler. 97: Hak olan vaat yaklaşmıştır. İnkâr edenlerin gözleri birden donup kalmıştır. "Vay başımıza! Biz bundan ****** bulunuyorduk. Hayır, biz zalimlerdik!" derler.) Yukarıdaki ayetler dikkat ederseniz, kıyametin kopmasına çok yakın anların belirtileri anlatılıyor. Gökyüzünde dumanın belirmesi, tozu dumana atacak bir olayın belirtisidir. O an büyük depremlerin olacağı, kulakları sağır eden sesin oluşacağı, göğün ve yerin çalkalanması, dağların bile hareketlendiği, ayın yarıldığı bir an tasvir edilmektedir. Enbiya suresinde geçen yecüc, mecüc konusu ise Kur’an da bir başka ayetinde, düzen bozucu bir kavimden bahsedilerek örnek verilir. Buradan kıyamet zamanın da böyle bir toplumun dünyaya bozgunculuk yaratacağı anlatılıyor. Dikkat ederseniz bu konuda detaylı bir açıklama verilmiyor. Kur’an ın verdiği kıyamet alametlerine baktığınızda, verilen işaretlerin çok kısa bir zaman da belireceği ve ansızın geleceği ayetlerde açıklanmıştır. En son verdiğim ayet örneği ise üstü kapalı bir uyarı niteliğinde bana göre. Dünya üzerinde düzeni bozacak, toplumlara zarar verecek ve saldıracak, insanlığı çığırından çıkaracak inançsız bir toplumun hükümranlığından bahsediyor. Böyle bir toplumun daha önce yaşadığı ve onlardan nasıl kurtulmaya çalışıldığı anlatılır Kur’an da. Bu toplumun kim olduğu konusunda birçok düşünce var, doğrusunu Allah bilir. Bizlere düşen uyanık olmak ve bizleri yönetenleri ehil insanlardan seçmektir. Rahmanın vaat ettiği o an mutlaka gelecektir. Bizler o vakit yaşamıyor olabiliriz. Şunu unutmayalım ki, o an geldiğinde mahşerin hazırlıkları da başlamış demektir, yani bizlerinde hesaba çekileceği andır o an. Dilerim hesabı verebilenler arasında oluruz. Yine dilerim Hesabın sorulacağı Kur’an a sarılan, onun nuruyla nurlanıp, hakka batıl karıştırmayan, kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
HUCURAT 14. AYET VE ALINACAK ÇOK BÜYÜK DERSLER.
Kur’an ayetleri gerçekten çok düşündürücü ve ibret vericidir, elbette aklını kullanana, ibret alana. Çünkü Allah onlarca ayetinde, bizleri düşünmeye ve aklımızı kullanmaya yöneltmektedir. Sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayet, Hucurat suresi 14. ayet olacaktır. Gerçekten bu ayet, Kur an ışığında düşünene, büyük dersler verdiği gibi, günümüzde yaptığımız yanlışlara da işaret etmektedir. Önce ayeti yazalım, daha sonra Kur’an ışığında, üzerinde birlikte düşünelim. Hucurat 14: Bedeviler: "İman ettik." dediler. De ki: "Siz iman etmediniz. Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir. Yukarıda yazdığım ayette geçen, Bedevi Arapların Kur’an da geçen özelliğini de, önce sizlere hatırlatmak istiyorum. Bakın Tevbe suresi 97. ayetinde Rabbim, bu Araplardan nasıl söz ediyor. Tevbe 97: Bedevi Araplar, küfür ve iki yüzlülükçe daha yaman ve Allah'ın, Elçisine indirdiği şeylerin sınırlarını tanımamağa daha müsaittirler. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Çok dikkat çekici bir özelliklerinden bahsediliyor, Bedevi Arapların. Küfür ve iki yüzlülükte daha yaman olduğunu söyledikten sonra, daha da düşündürücü bir özelliklerinden bahsediyor. Elçisine indirdiği şeylerin sınırlarını tanımamağa daha müsait olduklarını söylüyor. İşte üzerinde dikkatle düşünmemiz gereken asıl konu burası sanırım. Bedevi Araplar dikkat ediniz, Hucurat 14. ayette biz iman ettik demişlerdi. Yani onlarda bu dini kabul ettiklerini söylüyorlar. Ama inat ettikleri bir konu var. Oda Elçisine indirilen, KUR’AN ın sınırlarına itirazları var. Demek ki Kur’an ın çizdiği bir sınır var. Bu sınırı aşanı Allah gerçek iman etmiş saymıyor. Bu sözleri birde günümüzde yaptığımız yanlışlarla, Allahın kitabının sınırlarını, kendi nefsimizce nasıl aştığımızı karşılaştırdığımızda, sanırım o devrin Bedevi Araplarına çok fazla söyleyecek söz dahi, belki de bulamayız. Şimdi Hucurat suresi 14. ayeti, bu inanç doğrultusunda anlamaya çalışalım. Kur’an ın sınırlarını tanımak sözünden ne anlamalıyız? Önce bunu tespit etmeliyiz. Bedevi Araplar iman ettiklerini söylüyorlar, ama atalarından gelen birçok inançtan da vazgeçmek istemiyorlar bu anlaşılıyor. Hatırlayınız bu ve buna benzer toplumların, Kur’an ı yeterli görmez ve atalarının inançlarından vazgeçmeyen tavırlarına karşılık Allah, bakın nasıl ayetler indirmişti. Araf sur.185. ayet: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar. Ankebut 51:Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Hucurat suresi 14. ayetinde bedevi Araplar, inatla Kur’an ı yeterli görmedikleri gibi, onun sınırlarının dışına da çıkmayı istemekteydiler. Hâlbuki Allah birçok ayetinde elçisine, kullarıma Kur’an ile hükmet emrini vermiş, onun dışına çıkamayacağına dair birçok hükmü de indirmiştir. Onun içindir ki Allah, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye, kesin hükmünü de vermiştir. Allah Bedevi Arapların, iman ettik sözünü yeterli bulmuyor. Çünkü iman etmek, sözle değil kalple gönülden yapılması gerektiğini belirtiyor. Allah iman ettik sözünü yeterli görmeyip, Müslüman olduk yani boyun eğdik denmesini istiyor. İşte asıl üzerinde düşünmemiz gereken, bir başka noktada burası sanırım. Peki, neye boyun eğilmesini istiyor Allah? Ya da Bedevi Arapların yaptığı yanlış neler de siz iman etmediniz diyor Rabbim? Bedevilerin Kur’an ın sınırlarını zorlayarak, onun dışına çıkması ne anlama geliyor? Sanırım ayetin anlatmak istediği önemli konuda burası. İman ettik diyen Bedevi Araplar, ne yazık ki kendilerini yalnız Kur’an a verip, onun hükümlerine kendilerini teslim etmedikleri içindir ki, imanları kalplerine yerleşememiş ve onun nuruyla nurlanamamışlardı. Çünkü hakka batıl karıştırıyorlardı da ondan. Rahman siz iman ettik diyorsunuz, ama aslında iman etmediniz diyordu onlara. Ayetin devamında; Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez diyerek, Allah ın resulüne indirdiği kitaba itaat edilmesini ve bu kitabın sınırlarını tanımalarını istiyor. Çünkü sınırları çizen, belirleyen yalnız Allah tır. Peygamberimizde yalnız Kur’an ı tebliğ edip, eskiden kalan atalarının hurafe inançlarından, onları vazgeçirmeye çalışıyordu. Direnmede bu konuda oluyor, onlara da inanmaya devam etmek istiyorlardı. Bu ayet bizlerin günümüzde yaptığı, çok büyük yanlışların dikkatini çekiyor. Peygamberimiz devrinde, Kur’an ın sınırlarını zorlayanlara Rabbin ikazı neyse, bugünde Kur’an ın sınırlarını aşanlara, onun sınırlarını genişletip, ilaveler eklemeler yaparak, atalarının inançlarını ilave edip, bunlarda Allah katındandır diyenleri, dün Allah nasıl ikaz ediyorsa, bugünde aynı uyarıların geçerli olduğunu unutmamalıyız. İman ettim demekle olmadığını, gerçek iman edenin Kur’an ın sınırlarını aşmaması gerektiğini, Allah bizlere anlatıyor. Dilerim Rabbimden, sözde iman ettik diyenlerden değil, Müslüman olduk dedikten sonra, Kur’an ın hükümlerini tebliğ alıp, boyun eğdik diyenlerden oluruz. Yine dilerim Kur’an ın sınırlarını bilen, onun sınırlarını zorlamayan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
HADİS YAZIMI VE PEYGAMBERİMİZİN BU KONUDA Kİ TAVRI.
Bir televizyon kanalında, sanırım Diyanet görevlisi bir kişi hadisler ve Kur’an konusunda konuşma yapıyordu, ilgiyle izledim. Sizlere bahsetmek istediğim konu hakkında, yaptığı konuşmayı özet olarak anlatmak istiyorum. Daha sonrada üzerinde birlikte düşünelim. Peygamberimizin ilk zamanlar, hadis yazımını kesinlikle yasakladığını anlatıyor ve nedeni olarak da Kur’an ile karışma tehlikesi olabileceği söyleniyordu. Devamında ise Kur’an ın bazı ayetlerinin açıkça anlaşılamayacağı, anlatmak istediği konuların açık olmadığı ayetlerin olduğu söylenerek, peygamberimizin hadislerine, bunun için mutlaka ihtiyaç duyulduğunu söylüyordu. Bir ayeti örnek verip, Rahman elçisine kitabı ve hikmeti verdi sözünden, ona Kur’anı açıklama, anlama gücünü ve bilgisini verdi diyerek, konuyu pekiştirmişti. Peygamberimizin son zamanlarında ise etrafındaki sahabeleri, Allahın elçisine tekrar müracaat ederek, bu hadislerin yazılmasına izin istediği, sahabelerin anlamları anlaşılamayacak ayetlerin, bizden sonrakilere ulaşmasında tehlikeler görüleceği ve bizlerinde ezberinden gideceğini öne sürülerek izin istendiğinde, Peygamberimizin hadislerin yazılmasına, peygamberliğinin son zamanlarda izin verdiğini anlatılıyordu. Şimdide yukarıdaki fikri, düşünceyi, inanışı birlikte Kur’an rehberliğinde düşünelim. Peygamberimiz hadis yazımını, ilk önce yasaklamasının nedeni olarak, Kur’an ile karıştırılmasın diye yasaklamıştı, fikri üzerinde duralım. Peki, madem Kur’an ın muhkem ayetleri açık değil, anlaşılması zor ve anlamları kapalı, neden karışsın anlaşılır sözle, anlaşılmayan söz? Siz olsanız anlamadığınız, açıklayamadığınız bir bilgi ile açıklanmış ve anlatılmış, izah edilmiş bir sözü, bilgiyi karıştırır mısınız? Madem anlaşılması zor bir ayet indi, neden Rabbim elçisine bunu insanlara anlayacağı şekilde Kur’an da yaz demedi? Şöyle de düşünebiliriz, Allah madem sizlere rehber olsun diye indirdim diyor Kur’an ı, neden muhkem ayetlerin bir kısmı anlaşılması zor? Rehber olması için, kolay anlaşılır olması gerekmez mi? Kur’an ın başka bir ayetinde ise, sizlere yemin olsun kolay anlaşılan bir kitap, rehber gönderdim dediği halde, zor anlaşılan ayetlerin olacağını söylememiz, Kur’an a ne derece uyar? Bakın bu düşünce, Kur’an ın yüzlerce ayetine dahi ters düşüyor. Şöyle düşünelim, çünkü böyle düşünen ve savunanlarda var. Kur’an a ilgi azalmasın, yalnız Kur’an a yönelin sin diye yasakladı hadis yazımını peygamberimiz, diyen bir fikirde var. Eğer Kur’an anlaşılması zor bir kitap ise, Allahın ayetleri açık ve anlaşılır değilse, ilginin olmasını nasıl düşünebiliriz? Hiç kimse anlamadığı, ya da açıklayamadığı bir şeye çok fazla ilgi duymaz, hatta ondan çekinir, yanlış anlarım diye. Eğer ilk önce yasaklamasının nedeni ilginin azalmaması ise, daha sonra izin vermesi ilgiyi azaltmaz mı? Açıklanan ve anlaşılır hangi kitapsa, ona yönelir insanlar. Bakın söylenenler, akla ve mantığa uymuyor. Allah Kur’an da bazı ayetlerde elçisine, ayetleri kullarına açıklasın, anlatsın sözünden, o günkü topluma kabul ettirmek, ikna etmek için çaba göstersin ve eski geleneklerinden vazgeçirmek için uğraş versin, hatta hükmü kaldırılan ayetlerin nedenlerini anlatsın diye, ona ilim verdim, hikmet verdim diye aslında anlamak gerekmez mi bu ayetleri? Peygamberimizin daha yaşadığı dönemde, sözlerini naklederken yapılan yanlışları, ilaveleri gördüğünden, bunun devam etmesi halinde, ümmetinin Kur’an dan sapacağını çok iyi gördüğündendir ki, hadis yazımını ve naklini yasaklamıştır. Bu gerçeği gören Allah ın elçisi, daha sonra hadis naklini ve yazımını serbest bırakır mı hiç? Kur’an dan bazı örnekler vermek istiyorum sizlere, acaba Allah ın bu sözlerinden sizler, Kur’an ın zor anlaşılır bir kitap mı olduğunu anladınız? Kamer 17. Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer 22 Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Nahl 89; Gün olur, her ümmet için kendi aleyhlerine kendi içlerinden bir tanık çıkarırız. Seni de şu insanlar hakkında tanık olarak getireceğiz. Sana bu Kitap'ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun. Nisa 174; Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik. 175. ayet; Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır. İsra 89; Yemin olsun, biz bu Kur’an da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler. Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kur’an'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. Şimdi sormak istiyorum sizlere, yukarıdaki ayetleri okuduğunuzda, Kur’an ın zor anlaşılan bir kitap olduğunu mu anladınız? Rabbin yemin billâh bu kitabı öğüt alasınız diye kolaylaştırdım ayetine, acaba iman etmiyor mu bu sözleri söyleyenler? Bu kitabı indirdik ki, her şey için açıklayıcı ve sizlere bir kılavuz olsun diyor Allah. Rabbinden apaçık ve çok parlak bir kanıt gelmiş, açık seçik her şeyi gösteren bir ışık gönderdik, her benzetmeden nice örnekler verdik, her türlü örneği değişik ifadelerle anlattık sözlerini hiç mi görmüyorlar da, Kur’anı anlamak ve açıklamak çok zordur diyebiliyor ve buna inanabiliyoruz. Şimdide peygamberimiz son dönemlerde, sahabelerinin isteği üzerine bizler ezberimizde unutabiliriz, bizden sonrakiler birçok ayeti okuduklarında anlayamayacaklar, onun için hadisleri yazmamıza izin ver, ey Allahın resulü dedikleri sözleri düşünelim. İşin ilginci sahabelerin akıl ettiği bu anlayışı, bu düşünceyi acaba peygamberimiz akıl edemedi ve neredeyse Kur’an ın doğru anlaşılmasını, ileri çağlara doğru aktarmayı hesaplayamadı da, çevresindeki sahabeler mi hatırlattı peygamberimize dersiniz? Ne dersiniz Rabbim peygamberimize Kur’an ile birlikte verdiği hikmet( ilim) hiç hesaba katılmadan bu sözleri söylediğimizde, bu sözlerin peygamberimize saygısızlık olacağının farkında bile değil miyiz? Peygamberimizin Kur’an ile karışmasını engellemek, ya da Kur’an a ilginin azalmasını yok etmek için, hadis yazımını yasakladığına inandığımızda, acaba daha sonra izin vermesi ile ilk yasakladığını söyledikleri sözler, çelişmez mi? Madem okunduğunda bizler Kur’anı anlayamayız, neden okuyalım Kur’anı? Yazılan hadisleri okuyup işi garantiye almak varken, yanlış anlama riskine neden girelim? İşte böyle düşünmemizi isteyenler, emellerine ne yazık ki ulaştılar. Artık böylece ilk başvuracağımız kitap, hadis külliyatı oldu, Kur’an değil, çünkü o anlaşılması zor bir kitap ilan edildi. Rabbim affetsin bizleri. Daha sonra peygamberimizin izin verdiğini söylemek, peygamberimize apaçık bir iftiradır. Bu yolla da ne yazık ki Kur’an, devre dışı kalmıştır. Kur’an a ilginin azalması ve Allahın sözleriyle karıştırılmasından korkan ve hadis yazımını yasaklayan Başöğretmenimiz Allahın elçisi Hz. Muhammet asla daha sonra serbest bırakıp, insanları Kur’an dan uzaklaştırmaz. Bu sözleri söylemek, hiçbir aklın onayından geçmez. Bakın peygamberimizden size söylediklerimi doğrulayan birkaç hadis nakledeyim. Benden sonra, benim adıma söylenecek çok söz duyacaksınız, Bu sözleri KURAN İLE KARŞILAŞTIRINIZ ki, benim sözüm olup olmadığı hakkında delalete düşmeyesiniz. Her kim ki, ben söylemediğim halde bu sözü peygamber söyledi dese BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN. Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi. Tirmizi, Es Sunan, K. İlm 11 Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” El Hatib, Takyid 33 Sizce yukarıdaki sözleri söyleyen Allahın resulü, daha sonra izin verir mi? Bizler hadislere çok dikkatle yaklaşmalı ve tıpkı peygamberimizin söylediği gibi, çok dikkatli olmalıyız. Söylenen her peygamber sözüdür dediklerini, Kur’an süzgecinden geçirmeliyiz. Allah bu Kur’anı ben koruyorum diyor, ya bizlere ulaşan rivayet hadislerin doğruluğunu kim ya da kimler koruyor? Bunu da lütfen düşünelim. Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum, bu kitaptan hesaba çekeceğim dedikten sonra, bu kitabı anlaşılması zor gönderip, Kur’an dışından da hesaba çeker mi dersiniz bizleri? Bu düşünceyi, adaleti nasıl olurda Rabbim e layık görürüz, bunu da hesaba katalım ve yaptığımız saygısızlığın farkında olalım. Elbette bizler için peygamberimiz örnektir ve onun sünneti Kur’an ın hayatına geçirilmiş halidir. Bizler bunları öğrenmeli ve onun yaşamından istifade etmeliyiz. Fakat bizlerin yapacağı en önemli konu, onun adına sarf edilen sözleri(hadisleri) yine Kur’an ile tasnif edip, süzgecinden geçirip öyle almalıyız. Böylece peygamberimizin gerçek ümmeti olduğunu da, bu yolla göstermeliyiz. Çünkü peygamberimiz mahşer günü; Benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar diyecekse, bizlere düşen elimizden geldiğince Kur’an ı yanı başımızdan eksik etmeden, onun onayından geçmeyen hiçbir bilgiyi de kabul etmeyerek, onun ardı sıra gittiğimizi göstermeliyiz. Peygamberimizin sağlığında hadis yazımını yasakladıktan sonra, daha sonra izin vermiştir düşüncesini savunanlara, aşağıdaki bilgiler, hadisler sanırım ders olacaktır. Eğer peygamberimiz hadis yazımını kaldırmış olsaydı, onun en yakınındakiler aşağıdaki sözleri söyler miydi, bunun yorumunu ve kararını da sizlere bırakıyorum. Dilerim Rabbimden, Kur’an ı anlamaya çalışmak adına çaba gösteren, kullarından oluruz. Birilerinin sözlerini doğrulamaya çalışmak yerine, gelin KUR’ANI ANLAMAYA ÇALIŞALIM. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK DÖRT HALİFENİN BU KONUDAKİ ÇABALARI; .Hz. Ebu Bekir’in aldığı önlemler: Hz. Ebu Bekir, peygamberin vefatından sonra Müslümanları toplayarak şöyle demişti: “Sizler, Peygamberden hadis rivayet ediyorsunuz ve bu hadislerde ihtilafa düşüyorsunuz. Sizden sonrakiler ise daha fazla ihtilaf edecektir. Peygamberden hiçbir şey tahdis etmeyin. Size bir soru soran olursa, “Bilgimizle sizin aranızda Allah’ın kitabı var” deyin ve onun helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kılın” [Zehebi, “Teskiretu’l Huffaz, I, 2-3] Hz. Ebu Bekir vefat ettiği gece bir hayli huzursuz olmuş ve uyuyamamış, bunun sebebini soran kızı Hz. Aişe’ye sebebinin hadisler olduğunu söylemiş, sabah olunca da evde mevcut olan bütün yazılı hadisleri getirtip yaktırmış. [Zehebi, I, 5] Hz.Ömer’ın aldığı önlemler: Hz. Ömer diğer şehirlerdeki sahabelere mektuplar yazarak ellerinde yazılı bulunan hadis mecmualarını yok etmelerini istedi. [İbn Abdilberr, 108] Hadisler Ömer döneminde çoğalmıştı. Ömer halktan beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunların yakılmasını emrederek şunu söyledi: Kitap Ehli’nin Mişna’sı gibi Müslümanların Mişnası’dır bunlar. [İbn Sad/Tabakat 5/140] Hz. Ömer Irak’a yolcuğa giden arkadaşlarına şöyle demişti: “Siz öyle bir ülkeye gidiyorsunuz ki halkı arı uğultusu gibi Kur-an okur. Hadislerle onları meşgul etmeyiniz ve yollarını saptırmayınız. [Hanbel, Kitabul Ilel 1/62-63] Hz. Ömer şöyle der. “Ancak sizden önceki kavimleri hatırladım, onlar da kitaplar yazmışlardı ve Allah’ın Kitabı’nı bırakarak onlara sarılmışlardı. Allah’ın Kitabi’nı asla başka bir şeyle değiştirmem” başka bir rivayette “Ben yemin ederim ki, Allah’ın Kitab’nı hiçbir şeyle gölgelemem. ” [El Hatip, Takyıdull İlm Sayfa 50; İbn Sad, Tabakat, 3/206] . Hz.Osman’ın aldığı önlemler. Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden ötürü Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı Kırede dağlarına göndermekle tehdit etmiştir. [Tahzırul Havas 10b. ] Hz.Ali’nin aldığı önlemler: Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre o yanında yazılı sahifeler bulunan kimseleri, bunlara müracaat etmekten sakındırmış ve “Sizden önceki insanlar, Rabb’lerinin Kitabını terk ederek âlimlerinin sözlerine uydukları için helak olmuşlardır” demiştir. [İbn Abdilberr, 108] Ayşe annemizin mücadelesi •İbn Abbas’ın Allah’ın görülmesi hakkındaki rivayetine karşı çıkması. (Zerkeşi, IV Fasıl, 6. hadis) •İbn. Ömer’ın “ailesinin ağlamasıyla ölünün azap çekeceğini” rivayetine karşı çıkması. (Zerkeşi, II. Fazıl, Hz. Ömer, 1. hadis) •Ebu Hureyre’nin “Uğursuzluk üç şeydedir” rivayetine karşı çıkması. (Zerkeşi, VII Fasıl, Ebu Hureyre, 2. hadis) •İbn Ömer’ın ölülerin işiteceğine dair rivayete karşı çıkması (Zerkeşi, V. Fasın, İbn Ömer, 10. hadis) Hadis rivayet eden sahabelerin bundan vazgeçmeleri: Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı? ” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı” cevabını verdi. [buhari, K. Fezailul Kur-an 16; Müslim K. Fezailus Sahabe 30, 31; Ebu Davud K. Fiten 1, Tırmızı K. Fiten 43] İbn Mesud elinde bir hadis sayfasıyla geldi. Sonra su isteyerek sayfaları sildi, sayfanın yakılmasını emretti ve şunu söyledi: “Allah kime bir hadis sayfasının yerini bildirirse ve o da beni bundan haberdar etmezse Allah’a yemin ederim ki, Hindistan’da dahi olsa onu arar bulur ve yok ederim. [Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, s. 27] Oluşturulan notların yakılması/imha edilmesine dair: Ebu Musa el Eşari’nin bir taraftarı, teşvik üzerine hocasının hadislerini yazmış; ancak o bunu öğrenince hepsini imha ettirmiş. [İbn Sad, IV, 112] Ubeyde b. Kays, kitaplarının yakılmasına veya başka türlü imha edilmesine, vasiyetinde yer vermişti. [İbn Hanble, Ilel, I. 104] Ömer, Şam’a geldiğinde Zeyd b. Sabit’in diyete dair sahifesini sorup getirtti ve onu parçaladı. [İbn Hanbel, Ilel, I, 206]
-
Dün söylediğini bugün unutanlar.
Bizleri bugün yönetenlerin politika eğitimlerini, tecrübesini bu ülkeyi yöneten, kendisinden önceki liderlerden aldığı anlaşılıyor. Çünkü bu ülke yöneticileri dün dündür, bugün bugündür sloganıyla bizleri yönetmiyorlar mıydı? Eğitimini iyi almış bir öğrenci misali, Sayın Başbakanımızın dün söylediğinin, bugün tam tersini söylemesi, yapması ne toplumda nede basında hiçbir tepki almıyor, yadırganmıyor adeta. Sanırım geçmişte bizleri yöneten liderler, bu toplumu, istedikleri gibi yönetmeye alıştırmış. Tabi ondan sonra gelecek liderlerde, toplumun alıştığı davranışlara göre hareket etmesi çok normaldir. Bunun için Sayın Başbakanımızı ben şahsen kınamıyorum. Çünkü bu toplum böyle davranışları, düşünmeden seçtiği liderlerle, hak ediyor da ondan. Tüm bu sözleri neden söylediğime gelince. Bugünlerde günün konusu olan bedelli askerlik, neredeyse şekillendi kanun çıktı gibi diyebiliriz. İşte sizlere Başbakanımızın bu konu ile ilgili çok uzaktan değil, seçim öncesinde, bedelli askerlik ile ilgili topluma açıklamasını, (Başbakan'ın seçim öncesi bedelli açıklaması) başlığı altında, internet ten sorgulatıp izleyebilirsiniz. Bakın Sayın Başbakanımız seçim öncesi, Türk halkına bedelli askerlik konusunda, neler söylemiş nasıl bir söz vermiş. Tabi bu sözleri, birde geçenler de aynı konu ile ilgili, yaptığı açıklamasıyla karşılaştırmanız gerekecek. (Böyle bir sorumluluğun altınaTayyipErdoğan olarak giremem. Çünkü parası olan var, parası olmayan var. Parası olan bastıracak parayı, askerlikten kurtulacak, eeee parası olmayan da gidecek askerliği yapacak. Kimlerle görüştüysem ben, kenar köşedeki izbe yerlerdeki vatandaşım, Onlar hiç bu işe sıcak bakmıyor. E biz yola çıkarken, kimsesizlerin kimi olarak çıktık. O zaman sormamız lazım, ona göre de adımımızı atmamız lazım. ) Bu sözler Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan a aittir. Buna benzer birçok konuda ve aradan çok fazla zaman geçmemesine rağmen, her söylediğinin tam tersini söylemedi mi Sayın Başbakanımız? Doğrusu buna çok üzülüyorum. Çünkü kaptanına güvenemeyen bir gemide yol almak, tüm yolcuların korku içinde olmasına neden olurda ondan. Bu gemide bende bir yolcu olduğuma göre, tedirgin olmakta haklıyım sanırım. Tabi insan sormadan geçemiyor. Seçimden önce söylediği bu doğrular, gerçekler, güzel düşünceler, ne oldu da birden değişti? Böyle bir sorumluluğun altına giremem diyen Başbakanımız ne değişti de, böyle bir sorumluluğun altına girdi. Ülkemizde akan kan mı durdu? Artık şehit haberlerini, çok şükür duymuyoruz diyebiliyor muyuz? Parası olan bastırıp parayı askerlikten kurtulacakta, olmayan gidip askerlik yapacak öylemi, serzenişi birden neden değişti? Yoksa seçim öncesi söylenenlere siz bakmayın mı demeliyiz? Oy alabilmek için her yol denenmelimi? Amaca ulaşmak için, her şey mubah mı bu yolda yoksa? Sayın Başbakanımız seçim öncesinde, kenar köşedeki, izbe yerlerdeki vatandaşlarımızla görüştüğünde, hiçbirisi bu işe sıcak bakmadığını söylüyordu. Peki, şimdi bu vatandaşlarımızın fikrimi değişti? Yoksa oyumuzu aldık, onlarda kim oluyor zihniyeti hiç değişmeyecek mi? Sayın Başbakanımız yola çıkarken, kimsesizlerin sahibi olarak yola çıktığını söylüyordu. Ne oldu yoksa artık sahipler el mi değiştirdi de, onları düşünen onlara soran bile yok. Bedelli askerlik, inadına o kadar yüksek bir ücretle belirlendi ki, bırakın köşe bucak halkın istifadesini, normal gelirli vatandaşlar bile istifade edemiyor. Yani yine piyango zengine çıktı, yine adaletin topuzu zenginden taraf vuruyor. Hayırlısı olsun diyelim. Çünkü elden başka bir şey gelmiyor. Toplum olarak sanırım bizlerin yaptığı bir yanlışlık var, önce onu tespit etmeliyiz. Eğer doğru tespitte bulunup, yarayı doğru ilaçla tedavi etmediğimiz takdirde, daha çok kendimiz söyler, kendimiz dinleriz. Çünkü düşünmeyi unutan, aklını kullanamayan toplumları Rabbim, pislik içinde bırakırım diyorsa, bizlere düşen aklını kullanabilen bir toplum olmak olmalıdır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İSLAM DİNİNDE BÖLÜNMEYE GİDEN YOLLAR VE NEDENLERİ.
Günümüzde İslam ı anlatan, hatta gelin gerçek İslam ı sizlere yaşatalım diyen topluluklar, tarikatlar, cemaatler görürüz. Hepside aynı peygambere, aynı kitaba iman ettiği halde, inanılmaz farklılıklar göze çarpar. Bu tarih boyunca da farklı boyutlarda devam etmiş, günümüze kadar gelmiştir. Aslında bu farklılıklar, yalnız İslam dininde değil, diğer ehli kitap dinlerinde de görülmektedir. Peki, nedir bu farklı olanlar ve neden farklı? İşte sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, bu farklılıkların neler olabileceği, nedenleri konusunda olacaktır. Ben bazı konulara sizlerin dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu yazıyı okurken inanıyorum sizlerde, yapılan başka yanlışları hatırlayacaksınız. Çünkü saymakla bitmezde ondan. Önce düşünelim. Allah bizlerden ne istiyor ve bu istediklerini açıkça belirtmiş mi? Burası önemli. Sorumlu olduklarımız tek tek açıklanmış ve apaçık belirlenmiş mi? Gelin önce bu sorumuza, Kur’an dan cevap arayalım. Sanırım tek bir ayet dahi, aklını kullanana yeterli olacaktır. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Allah aslında çok açık bir tebliğde bulunmuş ve demiş ki; Sizlerin sorumlu olduğunuz kitap Kur’an dır. Allaha güvenen, ona dayanan bir insan, bu kadar açık bir hükmü göz ardı ederek yaşıyorsa, sanırım Kur’an ı doğru anlaması ve İslam ı Allah ın emrettiği yolda yaşaması, mümkün olmayacaktır. Şu soruyu kendimize soralım. Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutacağım diye hüküm verdikten sonra, bu kitabın vermediği bir hükümden de, sizce bizleri sorumlu tutar mı?Aklı olana her şey o kadar kolay ki. Onu kullanmayana, sanırım ne yapsak fayda etmeyecektir. Nefsimize sormamız gereken bir başka soru daha. Acaba bizleri imtihan edeceğini apaçık söylediği bir rehber kitap, bizlere gerekli olan her şeyin olmadığı, herkesin anlayamadığı, zor anlaşılan bir kitap olabilir mi? Bu sorulara doğru cevap bulan, yaptığımız yanlışların ana nedenini anlayacaktır. Aynı kitaba inandığımız halde, farklı İslam ı yaşamamız, Allah ın ayetlerine gereği gibi iman etmediğimizden kaynaklanmaktadır. Bakın Allah sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim dediği halde, bizler neler söylüyoruz Allah ın rehberine? İslam ı doğru yaşamak istiyorsanız yalnız Kur’an yetmez. Çünkü Kur’an özet bilgiler verir ve herkes anlayamaz. İslam ı doğru yaşamak isteyen, fıkıh kitaplarından öğrenmelidir. Ne dersiniz, bu düşünce doğru diyebilir miyiz? Allah sizlere rehber olsun diye gönderdim diyor Kur’an ı, fakat biz Rabbin rehberine neleri layık görüyoruz. Aldığımız bir cihazın, kullanma kılavuzuna bile böyle bir saygısızlık yapmayan bizler, nasıl olurda Rabbin katından bizlere, rehber, kılavuz olsun diye indirdiği Kur’an a bu saygısızlığı yaparız, doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum. Ne yazık ki günümüzde, genelde bu soruya verilen cevap, yukarıda yazdığım düşünce doğrultusunda olduğu içindir ki, bizler sayısını dahi bilemediğimiz bir şekilde bölünmüşüz. Bölünmeye de devam ediyoruz. Hâlbuki Allah sakın, dinde bölünmeyin, sizlere kolay anlaşılır, detaylı, aklını kullanana anlayabileceği bir kitap gönderdim, demiyor muydu? Yüce Rabbimi dinleyen bile yok. Kur’an da her şey yoktur diyerek bizleri, beşerin birbirinden çok farklı, fıkıh kitaplarına yönlendirmeleri, bölünmenin ana kaynağını oluşturmuştur. Halbuki Allah bizleri Kur’an dan sorumlu tutmamış mıydı? Sizce Kur’an da her şey açıkça anlatılmış olmasaydı, Rahman böyle bir ayet indirir miydi? Bakın Allah Kur’an için ne söylüyor, bu ayetleri apaçık tebliğ alan bizler, bu rivayetlere inanırsak, elbette kendi nefsimizde yarattığımız bir dine inanmamız kaçınılmaz olacaktır. Enam 38: Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. Nur 34: Yemin olsun ki, size, gerçeği açık-seçik anlatan ayetler, sizden önce gelip geçmiş olanlardan örnekler, korunanlar için de bir öğüt indirdik. Araf 174: İşte ayetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz, olur ki dönerler. Yüce Rahman açıkça, biz bu kitapta hiçbir eksik bırakmadık dediği halde, bizler bu kitapta her şey yoktur diyorsak, gittiğimiz yol sizce Allah a ulaşır mı? Sizlere gerçeği açık seçik ve ayrıntılı verdik dediği halde, bizler bu kitap için hala inatla, özet bilgiler vardır demeye devam edersek, bize öğretilenleri Kur’an da bulamadığımızda, bakın her şey yazmıyormuş Kur’an da diyerek büyük yanlış yaparsak, sonumuz nice olur dostlar? İşte sizlere, yüzlerce farklı İslam yaşanmasına neden olan yol ve yöntemden, bazı örnekler sundum. Bunları söyleyenlere inandığımızda, kendimizce birçok inanç sistemleri yaratırız. Elbette böyle bir yol izlediğimizde, öyle farklılıklar çıkacaktır ki, sonunda bizlerde neye inanacağımızı şaşırmamız, kaçınılmaz olacaktır. Bir arkadaşımız benim bir yazıma verdiği cevapta, bakın neler söylemiş. (Eğer aklınız ile konuları çözümlemeye çalışıyorsanızboşuna kürek sallarsınız. Çünkü Din akıl terazisi ile ölçülmez. Eğer herkes kendi aklına göre İslam dinini yaşamaya çalışırsa, o zaman binlerce ortaya İslam dini ortaya çıkar.) Aslında içinde bulunduğumuz yanlışı, bu sözler çok iyi anlatıyor. Allah Kur’an da bizlere nasıl bir yol yöntem izlememizi emrediyordu? Aklını kullanmayı bırak ta, verdiğim emirlere mi bak diyordu? Yoksa tam tersini yaparak, gönderdiğim ayetler üzerinde düşünün, aklınızı kullanın ve sakın velilerin ardına düşmeden, doğru yolu bulun mu diyordu? İşte aynı kitaba inandığımız halde, belki de birbirinden çok farklı, yüzlerce İslam dini yaratmamızın ana kaynaklarından biriside, bu düşüncenin altında yatıyor. Önemli olan baktığımız pencerenin, doğru pencere olup olmadığıdır. Kur’an penceresinden bakmayıp, edindiğimiz velilerin penceresinden bakan, elbette Rabbin gerçeklerini de göremeyecektir. Gelin bu soruyu Kur’an a soralım. Bakalım Allah aklımızı kullanmadan mı iman etmemizi istiyor, yoksa tam tersine aklımızı özellikle kullanmamız önerisinde mi bulunuyor? Birkaç örnek verelim. —Yunus suresi 100. ayetinde, Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakırımder ve bizleri uyarır. —Aliimran 7. ayetinde Allah, ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar, diyerek düşünmenin önemine işaret eder. —Bakara 197. ayetinde Allah, Ey temiz akıl sahipleri, Benden korkup-sakının uyarısı ile akla atıfta bulunur. _Maide suresi 58. ayetinde Allahın ayetlerini düşünmeyen kullarına seslenişi de düşündürücüdür. Bu davranış, onların düşünemeyen bir toplum olmalarındandır. — Enfal 22. ayetinde, Allah katında en kötü kişilerin bakın kimlerin olduğunu söylüyor. Akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir. Bu ayetlere benzer yüzlerce ayet vardır ki, Rabbim bizleri akılla, düşünerek imanımızı yaşamamızı ister. İşte bu ayetleri görmezden gelip, beşerin sözlerine inananlar, elbette aynı kitaba iman ettiğimiz halde, farklı inançlar yaratıp, peşinden koşacaklardır. Bana cevap veren kardeşimiz, eğer akılla Kur’an ı anlamaya kalkarsak, farklı inançlar, farklı İslam anlayışlarının çıkacağını söylemişti hatırlayınız. Hâlbuki günümüzde, tam tersine bu farklı inançların çıkmasının asıl nedeni, Kur’an ı, İslam ı anlamaya çalışırken, aklımızı kullanmadan iman etmemizden kaynaklandığı, sizce çok açık değil mi? Hastanın tedavisi için, önce doğru teşhis koymak gerekir. Allah velilerin ardına düşmeyin, din ve iman adına veliniz yalnız benim diyen Rabbime kulak vermeyen bizler, elbette kendi nefsimizce edindiğimiz veliler sayesinde, farklı inançlar, dinler yaratmamız kaçınılmaz olacaktır. Bizlerin unuttuğu bir şey var, oda bu Dünyada imtihanda olduğumuz gerçeğidir. Okulda nasıl imtihan olduğumuzda, çok farklı notlar alınıyor ve her öğrenci okul bitiminde çalıştığı, çaba gösterdiği ölçüde başarı sağlıyorsa, bizlerde Allah katında imtihanımızı, bizzat kendimiz yaşamalıyız. Hiç kimse bir diğerinden, kopya çekerek aklını kullanmadan, çaba göstermeden, Allah ın rehberi ile buluşmadan, başarılı olacağını sanmamalıdır. Çünkü kopya çekmeye çalıştığı kişinin verdiği cevaplarının doğru olduğunu bilmeden, bizlerinde aynı hatayı yapma riskimizin olduğunu unutmamalıyız. Geçmişte buna benzer bir örneği hatırlarım. Bir arkadaşımız imtihan notları açıklandıktan sonra şöyle yakınıyordu diğer arkadaşına. Ben seni çalışkan bilirdim. Senin yaptıklarının bende aynısını geçirdim kâğıda. Meğer yanlışmış, senin yüzünden zayıf aldım demişti. Daha sonrada yine aynı arkadaşımız, soruları kitaptan araştırdığında, cevaplarının çok kolay olduğunu, keşke çalışsaydım dediğini hiç unutmuyorum. Bizlerin Yaratıcısı Rahman, bizleri imtihan edeceği kitabı, yemin ederek kolaylaştırdığını söylediği halde, bu kitabı herkes anlayamaz, Kur’an da her şey yoktur, onu veli insanlar anlar diyerek, imtihan olacağımız kitabı ve sorumlu olduğumuz konuları değiştirenlerin peşi sıra gidenler, elbette farklı İslam anlayışı içinde olacaklardır. Sizce bunu yapanların, Rabbin imtihanından geçer not alma şansı ne olabilir? Bu sorunun cevabını Rabbin huzurunda, hep birlikte göreceğiz. Ben bütün yazılarımda, özellikle aynı konu üzerin de durup, dikkatinizi çekmeye çalışıyorum. Oda Kur’an ı anlayarak okumak ve Rabbin ayetlerini bir bütün olarak düşünmeye davet etmektir. Bunu yapanları hiç kimse, Allah ile asla aldatamaz, kandıramaz. Hepimiz Kur’an ın öğrencisi olurda, onun nurundan nasiplenmek adına çaba harcarsak, bir gün Kur’an ın nuruyla gözlerimiz ve gönlümüz parlayacaktır. İşte bundan sonra, yanlış yapmamızda mümkün olmayacaktır. Dilerim Allah ın verdiği aklı kullanan, sorumlu olduğumuz Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılan ve Kur’an ın nuruyla gözleri ve gönlü parlayan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
MUHAMMED SURESİ 2. VE 3. AYETLERİN BİZLERİ UYARISI.
Bizler ne yazık ki inancımızı, imanımızı Rabbin rehberine bizzat müracaat etmek yerine, aracı koyarak bir başkasından İslam ı öğrenmenin, daha doğru olduğuna inandırılmışız. Çünkü bizlerin Rabbin kelamını okuduğumuzda anlayamayacağımız öğretilmiştir. Böyle olunca da Kur’an a müracaat edeceğimiz yerde, bizlere önerilen ve her mezhebin farklı fıkıh kitaplarına yönlendirilerek, İslam ı yaşamamız sağlanmıştır. İşin kötüsü her mezhep kendi fıkhını yarattığı içinde, Rabbin rehberliğinden uzaklaşan bizler, hangi kapıya sığınacağımızın telâşesin de, imanımızı yaşar olmuşuz. Allahın bizleri, Kur’an ın ipine sarılın davetini hatırlatanlara da, sen onca âlimi devre dışımı bırakıyorsun, sen onlardan daha mı akıllısın, türünden sert cevaplar verilmektedir. Hâlbuki unutulan en önemli konu ise Rabbin rehber olsun diye gönderdiği, açık ve anlaşılır olduğunu da özellikle belirttiği halde, Kur’an ı yeterli görmediğimiz gözden kaçmakta, beşerin kitaplarının dini, İslam ı açıklayabileceğini söyleyerek, Kur’an ın yerine koyduğumuz beşerin kitaplarıyla, Rahman a yaptığımız saygısızlığın farkında bile olamıyoruz. Allah ın hadi bir benzerini getirsinler, dediği kitabın açık olmadığını ve herkesin anlayamayacağının söylenmesi, sizce günahların en büyüğü değil de nedir? Rahman sizleri bu kitaptan sorumlu tutacağım dedikten sonra, acaba bizlere yemin ederek kolaylaştırdığını söylediği kitabı, tam tersini yapıp, anlaşılması zor yaparak, bizleri zor anlaşılan bir kitaptan mı hesaba çeker? Birazcık düşündüğümüzde yaptığımız saygısızlığın farkına varmak, sanırım zor olmasa gerek. Yeter ki Rabbin rehberinin ışığından, güneşinden istifade edebilelim. Eğer bu çabamızın önünde, beşerin aydınlatmayan el lambası varsa, asla gerçekleri göstermeyeceğini gözlerimize perde indirip, gönüllerimizi mühürleyeceğini söyleyen Rabbim e artık kulak verelim. Sizlere aşağıda Muhammed Suresi 2 ve 3. ayetleri hatırlatarak, üzerinde düşünmeye davet etmek istiyorum. Aşağıda yazdığım ayetler, peygamberimiz devrinde ona inanan ve inanmamakta ısrar eden toplumun, dikkatini çekmek adına indirilmiştir. Ayetlere çok dikkat edelim ve sözcüklerin üzerinde iyice düşünelim. Önce ayetleri yazalım. Muhammed 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. 3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır. Muhammed suresi 2. ayette Rabbim iman edip yararlı işler yapanların ve çok dikkat edelim, bakın daha sonra ne diyor? (Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların…) Burada özellikle dikkat çekilene dikkat edelim. Rabbin günahlarını affettiği ve hallerini düzelttiği insanların nereye inandığını söylüyor? (hak olarak Muhammed'e indirilene..) Peki, bize böylemi öğrettiler? Kur’anda her şey yoktur, O özet bilgidir demediler mi? Önümüze Kur’an yerine, ciltlerce dolusu beşerin kitaplarını koymadılar mı? Demek ki bize öğretilen ile Rabbin sözleri arasında çok büyük farklar var. Allah hem gönderdiğim kitaba inanın diyecek, ama O kitapta her şey olmayacak ve anlaşılması zor olacak öylemi dostlar? Bu sözlere inanmakla, nasıl büyük bir hata yaptığımızı, sanırım mahşerde hesap günü fark edeceğiz. Çünkü gözlerimiz kapalı, gönüller taş gibi iman eder olmuşuz. Allah bizleri affetsin. Şimdide ayetin devamında, aslında iman etmeyen inkâr edenlere bir sesleniş var. Fakat sanırım buradan bizler günümüzde de çok büyük dersler çıkarmalıyız. Bakın Rabbim ne diyor iman etmeyenlere? (Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır.) Rabbim e şükürler olsun bu kadar açık sözleri de anlayamıyorsak, önce elimizi başımızın arasına koyup çok iyi düşünmeliyiz. Bakın Allah hiç iman etmeyenlerin inandıklarına nasıl işaret ediyor ve ne diyor? (inkâr edenlerin batıla uymaları.) İman edenler için ne diyor burası çok önemli. (inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır) Rabbimden gelen hakkın da Kur’an olduğunu ayetin başından anlıyoruz. Şimdide inkâr edenler ve iman etmeyenler için Rabbim nereye iman ediyorlar diyordu?( inkâr edenlerin batıla uymaları.) Burada bahsedilen batıl ne olabilir sizce? Elbette emin olmadığımız bilgi ve sözler. Emin olunan bilgi ise elbette KUR’AN. Ya da Kur’an ın onayından geçmeyen sözlere de batıl diyebiliriz. Burada bahsedilen batıla inananlar, Allah ı inkâr edenler değil. Allah ın gönderdiği kitapları yeterli görmeyip, hakka batıl katanlardır. Peygamberimizin bizlere Kur’an ile hükmetme görevi aldığı, birçok ayette açıkça belirtilmiştir. Peygamberimiz Kur’an dışına asla çıkmayacağına göre, onun sözüdür diye nakledilen her bilgiyi Kur’an süzgecinden geçirip öyle kabul etmeliyiz. Eğer peygamberimizin ümmeti olduğunu söylüyorsak, onun yolundan gittiğimizi iddia ediyorsak, ona saygı duyuyorsak, bunu mutlaka yapmalıyız. Onun adına uydurulan hurafelere inanmayarak, peygamberimize karşı sevgimizi, saygımızı göstermeliyiz. Bu ayetten çıkarmamız gereken en önemli ders, peygamberimiz devrinde yalnız Kur’an ı yeterli görmeyip iman etmeyerek, atalarından gelen inançlardan vazgeçmeyenlerden bahsedilmektedir. Kur’an da atalarının hurafe inançlarından vazgeçmek istemeyenlere karşı, büyük ikazlarla doludur. Allah hakka batıl karıştırmayın derken, Rabbin ne anlatmak istediğini, lütfen dikkatle düşünelim. Günümüzde Kur’an ın hiç bahsetmediği, hüküm vermediği bir bilgiyi, şüphe etmeden peygamberimizin sözüdür dediklerinde, alıp kabul edersek, sanırım peygamberimizin devrinde hurafelere iman edenlerle, Allah korusun aynı hataya düşmüş olmuyor muyuz? Çünkü bakın bir hadisinde bizleri nasıl uyarıyordu hatırlayalım peygamberimiz. Bu örneği birçok kez verdim yazılarımda, çünkü ders alınacak ve üzerinde dikkatle düşünmemiz gereken bir uyarısıdır bizlere. (Benden sonra, benim adıma söylenecek çok söz duyacaksınız, Bu sözleri KURAN İLE KARŞILAŞTIRINIZ ki, benim sözüm olup olmadığı hakkında delalete düşmeyesiniz. Her kim ki, ben söylemediğim halde bu sözü peygamber söyledi dese BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN.) İşte bizler bu kadar güzel ve asil bir peygamberin takipçileriyiz, şükürler olsun Rabbim e. Sizlere son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. İman etmekte zorlanan insanlara hitaben yazılan bu ayetten, sanırım bizler günümüzde daha çok ders almalıyız. Kur’anı herkez anlayamaz, onu veli insanlar anlar diyenlere de, güzel bir cevabı sanırım Rabbim onlara veriyor. Muhammed 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Rahman iman etmeyen, ya da iman etmekte zorlanan topluma bakın ne diyor? Kur’anın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Demek ki düşündüğünüzde anlaşılması zor bir kitap değil, anlaşılabilecek bir kitapmış. Fakat bizler sanırım Kur’an ı anladığımız dilden hiç okumadığımızdan, bunun farkına bile varamıyoruz. Ya ayetin devamındaki sözlere ne dersiniz? Ben buna yorum yapmak istemiyorum. Kalplerinde mühür olmayanlar hemen Rabbin ne söylediğini anlayacaktır. (Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var?) Dilerim Rabbimden kalpleri mühürlenmeyen, gözlerine perde inmemiş kulları arasına, bizleri de Rabbin alması dileklerimle. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Bedelli Askerlikle İlgili Ne düşünüyorsunuz?
Günümüzün konusu, bedelli askerlik. Tüm dertlerimizi unuttuk, bu konuyu tartışıyoruz. Parasını verip, vatandaşlık görevinden, sorumluluğundan kurtulmanın adaletsizliğini, adaletli göstermenin çabasını üzülerek yanlı, taraflı basında izlemekteyiz. Aynı ülkede yaşayan vatandaşların, eğer eşit haklara sahip olduğunu söylüyor ve bu adaleti savunuyorsak, bu görev ve sorumlulukların bir kısmını para karşılığı yapmaktan kurtulamayız. Tabi eşit haklardan bahseden devleti yönetenler, bu sözlerinde samimi ise, vatandaşları arasında ayrım asla yapmayacaklardır. Ayrım yapanlar eğer zerre kadar inançlı ise, bunun kul hakkına girdiğini bilmelidirler. Elbette bu satırları okuduğunuzda, nefsinizdeki isyanı duyar gibiyim. Eşitsizlik adaletsizliklerle dolu, yaşamınızdaki örnekler geldi aklınıza. Çok haklısınız. Peki, tüm bunların suçunu kimin üzerine atmalıyız diye, bir soru sorduk mu kendimize? Hiç sanmıyorum, çünkü kabahati hiç kendimizde aramayız. Allah sizleri yönetecek insanları, ehil insanlardan seçin diye uyardığı halde, hatırlayalım isterseniz, bizler bu kriteri göz önünde tuttuk mu hiç? Babadan oğula geçen parti liderlerini, bol kepçe dağıtıp devletin kasasını boşaltanları, parti yönetiminde kendilerini öne çıkaran, ben olmazsam bu iş olmaz zihniyetini yaratan liderleri, bu dindar adamdır diyerek, bizleri Allah ile aldatanları seçmedik mi bugüne kadar? Bizlerin yöneticilerimizi seçerken ölçümüz eğer, karizma(büyüleyici özellik) sahibi ağzı laf yapan, güzeli çirkin, çirkini güzel gösterecek kadar beceri sahibi olan insanlar ise, Kusura bakmayın ama, bu hataları yapıyorsak, bunların sunacağı adaletinde, eşit olmasını beklemeyelim lütfen. Daha dün bizleri yönetenler, ben halkıma nasıl anlatırım bedelli askerliği, bu ortamda böyle bir konu gündeme gelmez, diyerek muhalefet partinin önerisine, cevap vermemiş miydi? Dün dündür, bugün bugündür zihniyetine bizler, sanırım çok alıştırılmışız ki, hiç yadırgamıyoruz söylenenleri. İşte muhalefetiyle, hükümetiyle, al birinden vur ötekine. Hiç farkları yok birbirinden. Hiç sızlanmayalım, onları bu koltuklara bizler getirdik. Sonucuna da katlanacağız. Ektiğimizi biçiyoruz. Askerlik toplumun ortak sorumluluğudur. Çünkü birlikte yaşadıkları bir ülkenin korunması, savunulması konusunda ayrıcalık yapılamaz. Ben bu görevi yapmak istemiyorum, ya da benim param var, paramı vereyim, ben yapmayayım siz yapın diyemez. Hak eşitse, sorumluluklarda eşittir. Neyse parası verelim zihniyetine hiçbir düşünce izin vermeyeceği gibi, toplum kurallarına, adalet anlayışına da aykırıdır. İşte bizleri yönetenlerin ısrarla bu yola başvurmaları, onların adaletten, toplum değer yargılarından ne kadar uzak, hakkın adaleti yerine, beşerin adaletini seçerek yaşadıklarını göstermektedir. Artık ne yazık ki her şey, maddiyata döküldü. Dinden imandan bahsedenler, İslam ın adeta havarileri kesilenler, birilerinin deyimiyle dindarlık önderliğini yapanlar, ortaya çıkmış parayla askerlik yapmanın, doğruluğunu savunmak adına, ne diller döküyorlar. İşin düşündürücü yanı, muhalefetinde aynı yanlışa, çanak tutmasıdır. Yazık çok yazık. Ülkemiz de kan dökülmesi, ne yazık ki durdurulamıyor. Kardeşi kardeşe düşürenler, tüm bu acıları kullanıp rant sağlayanlar, elbette çok memnun görünüyorlar, bizlerin bu halinden. Ülkesinin bölünmemesi adına canlarını çekinmeden verenler, acaba parası olmadığı için mi öldüler? Bundan sonra vatanı için, şehit olacak kardeşlerimizin ailelerine, siz fakir olmasaydınız da, bekleyip evladınızı paranızla askerlik yaptırsaydınız mı diyecek, bizleri yönetenler? Bu yaptıklarından sonra, şehit cenazelerine katılacak bizleri yönetenler, o ana babanın yüzüne nasıl bakacaklar, nasıl vatan sağ olsun, başınız sağ olsun diyeceklerini düşünüyorlar mı? Cevabınız duyar gibiyim, ama utancımdan yazamıyorum. İşte bizim ülkemiz, işte bulduğumuz çareler. Yaşadığımız bugünkü aynı ortamda, asla hiçbir ülkenin devlet yöneticileri, halkına ne böyle bir kanun hazırlığında olur, nede böyle bir konu tartışılır. Bizler artık aklımızı bir kenara koymuşuz, çünkü aklın ve mantığın onay vermediği şeylerin peşine düşüyoruz da ondan. Bizleri oyalamaya çalışanlar, asıl gerçeklerin üstünü örterek, toplumu gereksiz şeylerle meşgul edip, asıl amaçlarına ulaşmanın çabası içindeler. Aklını kullanmadan yaşayan toplumların sonlarının, Yaratan bakın nasıl olacağını söylüyordu, tekrar hatırlayalım. Yunus 100:Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır. İşte bizlerde aklımızı kullanmadan yaşamaya devam edersek, varacağımız nokta PİSLİKTEN, acıdan, üzüntüden başka ne olabilir? Rabbim yardımcımız olsun. Dilerim çok geçmeden halkımız, bazı gerçeklerin farkında olur. İşte bizleri yönetenlerin adaleti. Bastır parayı, yapma askerliği. Ya bastıracak parası olmayanlar? Ya parası olmadığından, şehit ya da gazi olanlar? Onlarda elbette susturulacaklar bu adaletsiz düzen içinde. Neyle biliyor musunuz? Yine parayla. Hükümet açıkladı bile, toplanan paraların bir kısmı, şehit ailelerine ve gazilerimize gidecekmiş. Ne güzel adalet (!) Evet, bizlerde yaptıklarımızın karşılığını görüyoruz ve görmeye de devam edeceğiz. Bedelli askere gideceklere müjdeler olsun, beklediklerine değdi doğrusu. Yaşı tutmayanlarda bir dahaki baharı beklesin. Onca parayı rüyasında bile göremeyenlerde, dişini sıksın askerlik yapsın mı demeliyiz? Bu sorunun doğru cevabını, bu akılla gidersek doğru vereceğimizi sanmıyorum. Eeeee bizde bir söz vardır, parası olan düdüğü çalar diye. Yapacak bir şey yok, bu düzeni kuran bizleriz. Böyle atasözleri olan toplumlarda da, ancak böyle kanunlar ve böyle çifte standart yaşam olur.Eğer memnunsak bu adalet anlayışından, bedelli askerlik hepimize hayırlı olsun demekten başka, ne gelir elden. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
VİCDANİ RET KONUSU VE KUR'AN IN BU KONUYA BAKIŞI.
Bugünlerde yine Avrupa birliğine girmeye çalışmanın, bir başka sancısını daha çekiyoruz. Sanırım ne olduğunu anladınız. VİCDANİ RET. Ülkelerin ayakta kalması adına, bazı şeyler vardır ki, bunlar her kişinin vicdanına göre farklı davranılması, kabul edilemez. Örneğin devletin koyduğu vergileri uygun görmeyip, herkes ben bu kadar vergiyi vermek istemiyorum çünkü adaletsiz, diyebiliyor mu? Ama Ülkenin koşulları düzeldikçe elbette vergilerde azalacak, hatta bazıları kalkacaktır. Adaleti sağlamak adına çıkarılan kanunlar için, bu suçun cezası bu olmamalı benim vicdanım el vermiyor dediğimizde, değiştirebiliyor muyuz kanunları? İşte askerlik konusu da aynen böyledir. Ben askerlik yapmak istemiyorum, hiç kimse diyemez. Herkes ülkesini korumak ve kollamakla yükümlüdür. Eğer toplumun koyduğu bir yükümlülükten kaçarsanız, diğer vatandaşlara sağlanan haklarından da yararlanma hakkınız olmaz. Bazı ülkelerin koşullarına gelince. Bu ülkelerde askerlik zorunlu olmayabilir. Çünkü bu toplumların komşuları ya da diğer ülkelerle, düşmanlık adına bir sorunları yok sa, ordularını güçleri nispetinde, profesyonel askerliğe geçirmek, zorunlu askerliği elbette kaldırmak, ya da farklı şartlar yaratmak, normal bir durumdur. Bugün Avrupa ülkelerinin ordularının büyük bölümü, Profesyonel orduya geçmiştir. Ordunun içinde diğer hizmetlerin görülmesi, herhangi bir savaşa ülkelerini savunmak adına hazırlanmak içinde halk, zorunlu olmadıkları halde askerliklerini yapmaktadırlar. Vicdani ret istekleri Avrupa da normal bir vatandaşın başvurduğu bir yol olmayıp, genelde yolunu şaşırmış gençlerin, tatminsiz, eğitimsiz, inançsız nefislerinin bir sonucudur. Vicdani ret ne anlama geliyor ona bakalım. (Vicdani ret, bir bireyin politik görüşleri, ahlaki değerleri veya dinsel inançları doğrultusunda zorunlu askerliği reddetmesidir. En çok karşılaşılan ret sebepleri şunlar: Düşman olsa bile insan öldürmeyi ahlaki bulmamak, Hiyerarşik ve statüsel yapılandırmalarda yer almayı ahlâki bulmamak, Güncel sorunlardan dolayı o ülkenin silahlı birliğinde bulunmayı ideolojik ve dini inanca aykırı bulmak.) Şimdide bu fikrin üzerinde düşünelim. Bir insanın politik görüşleri, insani düşünceleri ya da dini inançları, ülkesini savunmak adına kurulan bir güce katılmaya, karşı olması aklın, mantığın kabul edeceği bir şey midir? Eğer bir insan politik düşüncesini hayata geçirmek istiyorsa, inancını özgürce yaşamak niyetindeyse, başkalarının emperyalizminden kurtulması ve özgür olabilmesi için, güçlü bir orduya ihtiyacı vardır. Dini inançlarına gelince. Bütün ehli kitap dinleri, dinlerini ve inançlarını korumak adına gerektiğinde, savaşmayı emreder. İsterseniz bizler gelin Kur’an a bakalım, acaba Rabbim bu konuda bizlere neler söylüyor ve uyarıyor. Aliimran 200: Ey iman edenler, sabredin ve sabır yarışında düşmanlarınızı geçin, savaş için hazır ve tetikte bulunun ve Allah'tan korkun ki arzularınıza eresiniz. Bakara 244: Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi duyar, her şeyi bilir. Allah ayetinde, tüm iman edenlere seslenerek bakın ne diyor? Düşmanlarınıza karşı savaşabilmek, dininizi ve imanınızı koruyabilmek için, savaşabilecek şekilde hazır ve tetikte olunuz. Sanırım her şey çok açık, Allah her an tetikte olmamız için hazırlıklı olmamızı istiyor. Elbette bu ayet iman edenlere sesleniyor. Eğer bir insan iman etmiyorsa, ondandan aynı davranışı beklemek, doğru olmayacaktır. Bakın savaş konusunda Rahman yine bizleri nasıl uyarıyor. Bakara 216: Hoşunuza gitmemekle birlikte, savaş üzerinize yazılmıştır. Bir şey sizin için hayırlı olduğu halde siz ondan tiksinebilirsiniz. Ve bir şey sizin için şer olduğu halde siz onu sevebilirsiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Orduda görev almaktan kaçan, asker olup ülkesinin özgürlüğü adına nöbet tutmaktan, gerektiğinde savaşmak istemeyenler, korkanlar yukarıdaki Rabbin ayetini de unutmamalıdır. Allah savaşı da bizler için bir imtihan vesilesi yapmışsa, bundan kaçmakla kurtulamayacağımızı da bilmeliyiz. Yine Allah ın rehberliğinden uzak düşüncelere kapılan kardeşlerimize, Rabbin bir uyarısını daha hatırlatmakta, sanırım yarar var. Enfal 16: Her kim böyle bir günde, savaşmak için başka bir yer tutmak yahut başka bir birliğe katılmaya gitmek dışında onlara arkasını dönerse, Allah'tan bir gazaba çarpılmış olur. Varacağı yer cehennemdir onun. Ne kötü varış yeridir o. Rabbim nede güzel açıklıyor, binlerce şükürler olsun. Allah ülkesini, inancını korumak adına saldırıya geçenlere karşı, savaşan kardeşlerinin yanında yer almayıp, onlara arkasını dönerse, bakın varacakları yer neresiymiş, Rabbim ne kadar açık uyarıyor. (Varacağı yer cehennemdir onun. Ne kötü varış yeridir o.) Geçmiş tarihi şöyle bir hatırlayalım isterseniz. Hıristiyanlar Haçlı seferleri ile dinlerini yaymak adına, milyonlarca insanı katletmişlerdi. Bunlara karşı durabilmek için, hazırlıklı olmayan toplumlar kaybetmiş acı ve yokluklar içinde, esaret altına girmişlerdi. Bugünde aynı taktik uygulanmaktadır. İslam dinine karşı haçlı ve Yahudi zihniyeti artık el ele vermiş, içimizde adeta cirit atmaktadırlar. Toplumumuzu dinimizden uzaklaştırmak için, dinler arası diyalog yalanıyla, içimize kadar girdiler. Şimdide inancımıza el attılar. Bizleri yönetenler toplumu inançları ile aldatmakla meşgul iken, Yahudi ve Hıristiyanlarda bizleri yönetenleri aldatmakla meşgul. Bu ortamı onlara sağlayanlara, hakkımızı asla helal etmeyeceğiz, bunu da sakın unutmasınlar. Bizleri Avrupa toplumuna sokmaya çalışan liderlerimizin, bir gün bu topluma çok acı bir hesap verecekleri gerçeği unutulmamalıdır. Çünkü Avrupa topluluğu bir Hıristiyan toplumudur. İşlerine gelmeyen konuları halk oylamasına götürenler, bizlere sormadan bizleri Hıristiyanlara teslim etmeye çalışanlar, elbette bunun hesabını vereceklerdir. Allah Yahudileri ve Hıristiyanları gönül dostu edinmeyin ve onlara güvenmeyin dediği halde, bizleri yönetenler sanki Rabbin hükümlerine inatla karşı çıkarcasına, tersini yapmaları asla affedilecek bir durum değildir. Bizlere dayatmak istedikleri, inançlarımıza aykırı kanunları gündeme getirenlere, bizler eğer gereken derslerini veremiyorsak, sanırım olacaklardan da bizler sorumlu olacağımız bilincinde olmalıyız. Bugün vicdani ret diyerek gençlerimizi ülke savunmasından uzaklaştırmak isteyenler, yarın ülkeniz çok büyük, bölünün parçalanın ondan sonra gelin diyeceklerdir. Bunu zaten söylediler. Şimdi yapılan ortamın buna hazırlanmasıdır. Lütfen uyanık olalım. Uyumaya ülkece devam edersek, inancımızı Kur’an merkezli değil de, beşeri merkezli yaşarsak, unutmayınız Rabbimde bunu yapan kullarını, namerde elbette muhtaç edecektir. Rabbim cümlemizi korusun. Aklını kullanmayan kullarımı, pislik içinde bırakırım diyen Rabbim e kulak verelim ve artık emanet verdiğimiz aklımızı geri alalım, bizzat kendimiz kullanmaya başlayalım. Yoksa emanet verdiğimiz aklı bir gün, geri alma gücünü de kendimizde, bulamayabileceğimizi unutmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
FURKAN 63. AYET VE BİZLERE VERDİĞİ DERSLER.
Değerli din kardeşlerim, bugün sizlere Furkan suresi 63. ayeti hatırlatıp, sizleri üzerinde düşünmeye sevk etmek istiyorum. Önce ayeti yazalım. Furkan 63: Rahman’ın (has) kulları ki, onlar yeryüzünde tevazu ve vakar içinde yürürler ve ne zaman cahiller (kötü niyetli, dar kafalı kimseler) kendilerine laf atacak olsa, (sadece) selâm derler. Allah ayetinde, çok önemli üç konuyu bizlere hatırlatıyor ve üzerinde düşünmemizi istiyor. 1. Allahın gerçek kulları kimlerdir? 2. Rabbin gerçek kulları nasıl davranırlar? 3. Cahiller yani Kötü niyetli, dar kafalı kimlerdir, nasıl davranırlar ve neden? Gelin bu sorular üzerinde düşünelim ve ayetin bizlere neler anlatmak istediğini anlamaya çalışarak, günümüz gerçekleri ile karşılaştıralım. Allah ın gerçek, halis kulları kimler olabilir. İşte bunu Kur’an bütünlüğünde önce düşünmeli ve ona göre davranmalıyız ki, Rabbin halis kulları olabilelim. Yoksa kendimizi kandırmaktan öte gidemeyiz, Allah korusun. Çünkü Allah Kur’an da; O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur der bizlere. — Yunus suresi 100. ayetinde; Allah Akıllarını güzelce kullanmayanları, pislik içinde bırakacağını söylediğine göre, Allahın halis kulu, demek ki aklını en iyi kullanan olmalıdır. Körü körüne iman etmeyen, rehber Kur’an dan asla şaşmayan Rabbin kulu, ancak onun halis kulu olabilir. — Bakara suresi 42. ayetinde Allah, hakkı batıl ile karıştırmayın, dediğine göre, Allah ın halis kulu, hakka yani Kur’an a asla batılı, emin olmadığı bilgiyi, karıştırmayandır. Çünkü Allah bir başka ayetinde, emin olmadığınız bilgilerin ardı sıra gitmeyin, yoksa sorumlu tutarım, diye öğüt vermiyor muydu bizlere? — Allah ın şefaat tümden bana aittir, sakın velilerin ardı sıra gitmeyin ayetlerini tebliğ alan ve asla Allah tan başka şefaatçi veliler edinmeyenler, Rabbin halis kuludur. —Allah ın halis kulları, Kur’an ın haram ettiğinin dışında haramlar edinmeyen, Allahın haram kıldığını haram, üzerinde hüküm vermedikleri tüm temiz şeyleri helal kabul eden, Allahın halis ve gerçek kullarıdır. —Her gün namazlarımızda Allaha söz verdiğimiz, Fatiha suresinde;(Yalnız senden yardım dileriz) sözüne sadık kalıp, Allah tan başka kimseden yardım dilemeyen, Rabbin kulları ancak onun halis kullarıdır. —Allah ayetinde sizlere bir rehber, güneş, gönül gözü gönderdim, onun ipine sarılın tebliğini alan ve onun rehberliğinden başka bir rehber tanımayan kulları ancak, Allah ın halis kullarıdır. — Rabbin hadi bir benzerini getirsinler bakalım, diye meydan okuduğu halde, bunlarda Allah katındandır diye öne sürdükleri kitapların ardı sıra gitmeyen, Rabbin kulları ancak onun halis kullarıdır. —Allah Araf suresi 185. ayetinde Rabbin, O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar, dediği halde, Kur’an dışından asla hükümler aramayan, Kur’an dışından, Kur’an ın onay vermediği hiçbir sözünün, bilginin ardı sıra gitmeyen Rabbin kulları, ancak onun halis kullarıdır. Tüm Kur’an ın uyarılarına uyanlar, elbette Rahmanın sevdiği, kendisine yakın, halis kulları olacaktır. Cümlemize Rabbim nasip etsin inşallah. Gelelim yukarıdaki özelliklere sahip, Allahın halis kulları, yaşamında nasıl davranırlar. İşte bu insanlar hayatında tevazu, yani alçak gönül sahibi insanlardır ve onların yürüyüşlerinden bile anlarsınız diyor Rabbim. Ya karşısındaki insana, yani kendi düşüncesinden olmadığı halde, ona laf atan onu kıskanan, ona bağırıp çağıran, onu kışkırtan, kendisi gibi düşünmediği için, ona elinden gelen hakareti yapan kişilere karşı nasıl davranır diyor, Rabbin halis kulları? Onların söylediklerini duymazdan gelir, onların kışkırtmalarına kapılmaz ve onlara selam verip geçerler diyor ayette Rahman. Yani cevap bile vermez, çünkü o kişiler artık gerçeklerden uzak, gönül gözleri mühürlü insanlardır. Onlara ne yapsan fayda etmeyecektir, ondan dolayı Allahın has kulları, Rabbin verdiği sabırla, sinirlerine hâkim olan, kızmayan, kendisinden emin olan insanlardır diyor. Gerçektende kendisinden ve inancından emin olan insanlar asla sinirlenmezler. Karşısındaki insan kendisi gibi düşünmese bile ona kızmazlar. Çünkü inançlarından emimdirler. Onlar bilirler ki herkesin yaptığı kendi hesabınadır. Peygamberimizi hatırlayınız, Aliimran 159. ayetinde Rabbim elçisine ne diyordu? (Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi.) İşte peygamberimizin ümmeti olduğunu söylüyorsak, bizlerde aynı yol ve yöntemi kullanmalıyız. Bizler gibi düşünmeyen, inanmayanları da, Kur’an ile uyardıktan sonra hala inat edenlere, senin dinin sana, benim dinim bana deyip, selam verip geçmeliyiz. Şimdide üçüncü sırada incelediğimiz, cahiller yani Kötü niyetli insanlar, dar kafalılar kimlerdir, nasıl davranırlar? İşte burası çok önemli. Bu insanlar Allaha iman etmeyenler değil, önce bu tespiti yapalım. Cahil insanlar, Kur’an ın nuruyla nurlanmak yerine, hurafelerin peşi sıra gidenler. Bu cahil, dar kafalı, art niyetli insanlar kimler olabilir, Kur’an bütünlüğünde anlamaya çalışalım. Hatırlarsanız Allah hakka batıl katmayın dediği halde, atalarının inançlarından vazgeçmeyenleri, Allah birçok ayetinde uyarır. Şefaatçi veliler edinmeyin, tek şefaatçi benim dediği halde, hala atalarından gelen rivayetlerin etkisiyle, inançlarını yaşayanlar vardır. Allah helal ve haram konusunda yalnız ben hüküm veririm, haram demediğim halde haramlar edindiğinizin kanıtını getirin, demesine rağmen, inatla haramlar koyanların ardı sıra giderler. Kur’an sizlere yetmiyor mu dediği halde, Kur’an da her şey yoktur derler. Rahmanın sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum dediği halde, ısrarla yalnız Kur’an yetmez diyenler, cahil kişiler değil midir sizce? Verecek o kadar çok örnekler var ki. Düşünene Kur’an dan ibret, saymakla bitmez. Günümüzde ne yazık ki öyle bir toplum var ki, kendisi gibi inanmayanlara asla sabır ve saygı göstermiyorlar. Tehditler, küfürler, saygısızca söz ve davranışlarla, ellerinden gelen engeli çıkarıyorlar. Bazı siteler kendi düşüncesinde olmayan yazıları, anında siliyor ve bir daha o siteye girişi de engelliyorlar. Peki, bu yol ve yöntem Allahın halis kullarının başvuracağı bir yöntem midir? Allah ın halis kullarının, yukarıdaki ayette nasıl davranması gerektiğini, çok açık söylüyor. Ayrıca peygamberimizin tavrı da bizler için büyük bir örnek olduğuna göre, sanırım herkes Rabbin halis kulları olmak için, nasıl davranmalı ve nasıl bir yol izlemeli kendisi bizzat çok iyi düşünmeli ve kararını vermelidir. İnancından emin olan, sinirlerine hâkim olandır. Karşısındakine bağırıp çağırmaz, saygısızca tek bir söz dahi söylemez. Kur’an terbiyesi alan sabırlıdır, tevazu sahibidir. Onun amacı yalnız ve yalnız Kur’an ın ipine sarılıp, Allah ın önerdiği gibi, aklı ile iman edip, yine din kardeşlerini Kur’an ile uyarandır. Kötü sözle bile karşılaşsa, ona yinede selamını verip geçen, Rabbin halis kullarıdır. Dilerim Rabbim den cümlemizi, Kur’an ın ipine sarılan, yalnız Allah ı veli edinen, aklı ile iman edip, orta yolu izleyen kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Dün kafa tutanlar, bugün neden suskun?
Bizleri yönetenler ne yazık ki, bu ülkenin ne çıkarlarını düşünüyor, nede inançlarımızın doğrultusunda bizleri yönetiyorlar. Bizleri seçtiklerimiz değil, apaçık Amerika ve İsrail yönetiyor. Tüm yapılanların anlaşılmaması içinde, görünürde İsrail e diklenen bir görüntü sergileniyor. Daha açıkçası Amerika ve İsrail in yazdığı senaryo, bizleri yönetenler tarafından eksiksiz ve çok başarılı bir şekilde sahneye konuyor. Buna üzülmemek, kahrolmamak elde değil. Komşumuz ve aynı dine mensup din kardeşlerimiz İran ve Suriye ile düşman olduk. Peki neden? Amerika ve İsrail istediği için. Amerika ve İsrail kendi yapamadıklarını bizlere, din kardeşlerimize karşı yaptırıyorlar. Açıkça elleri yanmasın diye, bizi maşa olarak kullanıyorlar. Hani komşularımızla sıfır sorun politikası izleyecektik? Bırakın sıfır sorunu, düşman ettiler komşularımızla, din kardeşlerimizle bizleri. Avrupa, Amerika ve İsrail arkamızdan kıs kıs gülüyorlar. Her nedense hepside, bugünkü hükümetimizi desteliyor ve güveniyorlar, tek söz bile söylemiyorlar. Acaba nedendir dersiniz? Hâlbuki ülkemizde ne adalete güven kaldı, nede toplumda huzur. Daha önceleri, ülkemizde bugün yapılanların yüzde biri yapılmış olsa, hepsi bir ağızdan nasıl bağırıp çağırdıklarını, hatta ülkemizin mahkemelerine milletvekillerini nasıl gönderirlerdi hatırlayınız. Lütfen uyumayalım artık. Yahudi ve Hıristiyan toplumu bizleri yönetenleri göklere çıkarıyorsa, bu işin içinde bir şeyler vardır. Bunu sakın unutmayalım. Filistin’e yardım götüren gemide şehit edilen kardeşlerimiz için, görünürde bağırıp çağıranlar, ölen din kardeşlerimizin üzerinden politika yapanlar, acaba şimdi neredeler? Birkaç gün önce yine ülkemizden ilaç yükleyip, Filistinli kardeşlerimize yardım götüren gemiler, yine İsrail askerleri tarafından durduruldu ve gemi Mısır a ya da kendi limanlarına yönlendirildi. Peki, neden Mısır, çünkü istediği kadar Mısır özgürlük mücadelesi versin, Amerikan ın güdümünden asla kurtulamaz. Çünkü Mısır ordusu, Amerika nın güdümünde de ondan. Amerika hala, Mısır ordusuna her yıl maddi yardımda bulunuyor, milyonlarca dolar vermeye devam ediyorsa, sizce bu ülkede özgürlük meşalesi yanar mı? Hiçbir ülke karşılıksız bir şeyler vermez. Hele bu ülke Amerika ve İsrail ise. Ama basından ses çıkmıyor. Basit birkaç haberin dışında, İsrail in yardım gemisine müdahalesinden bahseden bile yok. O gün bağırıp çağıran Hükümet ve Başbakanımız neredeler acaba? O gün efelenenler, kafa tutanlar, yardım gemilerine refakat ederiz diyenler, bağırıp çağıranları, şimdi göremiyoruz. Neden mi, çünkü derslerini aldılar ve kulakları Amerika tarafından çekildi de ondan. Amerika haksız İsrail ablukasına rağmen, Gazze ye gidecek insani yardım gemilerine, eşlik etmeyeceklerine dair, Türkiye den garanti aldıklarını açıkladı. Amerikan dış işleri bakanlığı, bakın açıklamalarında neler söylüyor. (ABD Dış İşleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, Perşembe günü düzenlemiş olduğu basın açıklamasında, Amerikalı yetkililerin Ankara’yı, şu dönemde böyle bir girişim içerisinde bulunmanın tehlikelerine karşı uyardığını bildirdi. Ve Türkiye yönetiminden insani yardım filosuna eşlik edilmeyeceğine dair teminat alındığı açıklamasında bulundu. Biz Türkiye’ye bu fikrin hatalı bir fikir olduğunu belirttik; onlar ise bu durumda eşlik etmeyeceklerine dair bize garanti verdiler” açıklamasını da sözlerine ekledi.) Tüm bu açıklamalar, tutarsız izlenen politikalar benim onurumu kırıyor. İsrail e kafa tutmakla, boş sözlerle geçiyor vaktimiz, aldatılıyoruz ama farkında bile değiliz. Amerika nın güdümünde, bir o yana, bir bu yana savrulup gidiyoruz. Bu denli bağımlı olmayı doğrusu akılla ve mantıkla açıklayamıyorum. Açıkça Amerika bizleri birilerini kullanarak, hatta kendi ülkesinde barındırarak, apaçık inancımızla Allah ile aldatıyor. Sanırım verilen öyle sözler var ki, itiraz dahi edemiyoruz. Eğer halkın bilmediği bir şeyler varda, daha sonra bunlar meydana çıkarsa, bu halkına ihanettir bunu sakın unutmasınlar. İhaneti de bu toplum asla affetmeyecektir. Artık halkımızın bunun farkına varmasının, zamanı geldi ve geçiyor bile. Verilen sözler nelerdir, onları elbette bilemem, ama bir gün hepsi tek tek ortaya çıkacaktır. Hiç bir şey gizli kalmaz. Hükümetimiz ve bizleri yönetenler sakın şunu unutmasınlar, Amerika tarihinde, hiçbir zaman verdiği sözü tutmamış, işine geldiğinde hemen verdiği sözleri unutmuştur. Amerika nın ülkemiz üzerinde, planlarının gerçekleştirebilmesi için en büyük engel, Türk ordusudur. Şöyle bir düşünün, Amerika nın en değerli müttefikleri, Krallıkla ya da baskı ile yönetilen İslam ülkeleridir? Acaba neden diye düşünen var mı? Çünkü bu ülkelerin yönetimleri, zaten zorla ayakta kalabilmektedir. Ayakta kalabilmesine yardımcı olan Amerika, böylece her istediğini de yaptırabilmektedir. Özgür demokrasi ile yönetilen bir İslam ülkesi Amerika ve İsrail için büyük bir tehlikedir. Kendi önlerinde ki engeli de böylece kaldırmak için, ülkemizdeki demokrasiden özgürlükçü ortamdan kurtulmak istemektedirler. Bunu yapabilmek ve uygulamak için en büyük engel Türk ordusudur. Türk ordusuna yapılan bu saldırının, komplonun ardında kesinlikle Amerika ve İsrail yatmaktadır. Çünkü Türk ordusu Mısır ordusu gibi Amerika nın her dediğine evet dememiştir. Hatta tam tersine, artık Amerikan silahlarına alternatif silahların yapımına, hem ülkemizde başlandığı, hem de Rusya ile ortak silah yapılması düşüncelerinden dolayı, Türk askerinin susturulması, bertaraf edilmesi gerekiyordu. Amerika nın Irakta Türk askerine çuval geçirme olayı da, Türk ordusuna karşı yapılan bir harekettir. Hatırlayınız hükümetimiz tarafından, doğru dürüst gündem konusu bile yapılmadı. Bunu Türk ordusunun asla unutmayacağını bilen Amerika, planlarını Türk ordusunu gözden düşürüp, saf dışı etmek üzerine kurmuştu. İşte bu plan ne yazık ki, bugünkü hükümetinde planlarıyla uyuştuğu için, birlikte düğmeye basılmıştır. Elbette gerçekler, bir gün ortaya er geç çıkacaktır. Hiçbir şey gizli kalmaz. Gerçekler bir gün anlaşılacaktır. Rabbin adaleti bir gün mutlaka, tecelli edecektir. Bu adaletin erken ya da geç tecelli etmesi, Türk halkının erken uyanması, gerçeklerin farkına varması ile doğru orantılıdır. Amerika bugünkü hükümetten alacağını aldıktan sonra, suyu sıkılmış meyve gibi bir kenara atacak ve kendisine yeni piyonlar arayacaktır. Amerika nın ve İsrail in politikası böyledir. Bunun farkında olmayanlar, geçici heveslerle hareket edip, amaca ulaşmak için şeytandan medet umanlar, asla ne huzuru nede başarıyı bulamayacaklarını bilmelidirler. Kendi inançlarını, karşısındaki insanlara dayatma hevesinde olanlar, bunu gerçekleştirmek için, İslam dairesi dışından yardım almaktan çekinmeyenler, toplumu Allah ile aldatanlar, dini kullanıp rant peşinde koşanlar, Allah ile kulunun arasına girip, Allah ın saf katıksız dinini sulandıranlar, asla başarıya ulaşamayacaklardır. İsrail Yahudi dayatmasına karşı olanlar, Amerikan mandasına boyun eğmeyenlerdir. İstiklal harbinde kanlarını döküp, bizlere özgür bir ülke sağlayanların kemiklerini sızlatmak istemiyorsak, Amerika nın güdümünde politika izleyenler, her kim olursa olsun, artık dersini vermeliyiz. Bunun içinde aklımızı başımıza toplayıp, içimizdeki işbirlikçilerin artık farkına varmalıyız. Rabbim cümlemizin yardımcısı olsun. İnşallah toplum olarak, kapadığımız gözlerimizi artık açarız. Birilerinin bizleri inancımızla, nasıl sinsice aldattığını da görebiliriz. Bu ülkeyi bizlere canları, kanları pahasına özgür teslim edenlerin haklarını helal etmesini istiyorsak, bu vatanı ne Amerika nın, nede onun şımarık evladı İsrail in oyuncağı yapmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK