tülvent tarafından postalanan herşey
-
Türkiye' de Kadın Olmak Zor İki Gözüm
Kadın da neymiş, yasaklayın gitsin!!! Ve değişmeyen gündemimiz kadın, dünyaya bir türlü sığdıramadığınız sabanla aldığınız güçle hep kaybetmeye mahkum ettirdiğiniz o varlıklar, görünür oldukça rahatsız olduğunuz ve bu günlerde elinizi, dilinizi, sapkın fikirlerinizin bilinç üstüne yansımalarını bedenine yönelttiğiniz o insanlar. Üst üste yaptığınız açıklamalarınızla kadını toplumsal gözünüzün sınırlarına hapsetme çabanızı gözümüze soktunuz, en iyisi yasaklayın, kadın da neymiş, yasaklayın ki gözünüze görünmeyelim ataerkil düzeninizde erkek erkeğe muhabbetlerinizle, cinsiyetçi küfürlerinizle dünya size kalsın biz de rahat edelim siz de rahat edin! Son günlerde muktedirler tarafından yapılan açıklamalarla kadının nasıl iktidar mekanizmasının denetimine hapsedilmeye çalışıldığına tanıklık ediyoruz… “Kızlı” “erkekli” diye başlayan cümlelerin asıl hedefinin kadın olduğu şüphe götürmez bir gerçek. Özellikle dün üst üste medyaya yansıyan haberler bu durumun artık çığırından çıktığının göstergesi, “Sayın” başbakanın “kadın kadındır, erkek erkek bunların eşit olması mümkün mü?” dediği gün aslında iktidarın kadına bakışı çok net ortaya çıkmıştı. Son günlerde yaşananlar sadece bunun yansıması, iktidar tahakkümünün ülkedeki diğer muktedirlerde açığa çıkması. Bakın neler söylediler: Kızlı Erkekli Aynı Merdiveni Kullanıyorlar! Trabzon Milli Eğitim İl Müdürü Tamer Kırbaç'ın "Erkek öğrenciler ile kız öğrenciler aynı merdivenleri kullanarak uyumaya gitmeleri iki yıldır beni rahatsız ediyor" diyerek açtı lafı burada aslında “erkek” yalnızca cinsiyetsiz bir figürdü, asıl hedef kadındı. Çünkü erkekler istediği merdivenden istediği gibi yürüyebilirdi ancak kadın ve erkeğin yan yana yürümesi sorundu. Zaten kadının o okulun merdivende bulunmasıydı asıl sorunun başlangıcı çünkü kadının sosyal yaşamda yeri yoktu bu düşüncedekiler için. Çünkü iktidarın artık tartışma götürmez bir şekilde kabul etmemiz gereken nihai hedefi kadını kapatmak, onu ailenin, devletin, iktidarın oynayıp biçimleyebileceği bir nesne haline getirmek, toplumun dışına itip, yalnızca kendi koyduğu kuralların hizmetine sunmak. Haremlik Selamlık Yemekhane! YURTKUR'a bağlı Kırklareli'ndeki devlet yurtlarında kız ve erkek öğrencilerin ortak sosyal alanlarını ayıran ve birbirlerini göremeyecekleri yeni bir düzenleme yapıldı. Her ne kadar YURTKUR düzenlemeden haberimiz yok dese de bunun olmamış olabileceğine inanmak zor. Kadın ve erkeği ortak bir alanda buluşturmamayı hedefleyen bu uygulamanın da asıl amacının kadın olduğu ortada. Kadınının namus bekçiliğine soyunan bu iktidar zihniyetinin, genel ahlakının, kadını tüm sosyal ortamlardan uzaklaştırıp, kenara itmenin bir başka göstergesi. Aklınız almıyor değil mi? kadının ve erkeğin yan yana gelmesinin sorun olmasını, bana göre tek bir açıklaması var bastırılmış cinsellik. Nasıl bir algıları varsa “kadın” ve “erkek” diyince akıllarına gelen tek şey bu, ne diyelim Freud haklıymış ya başka söze gerek yok… Yataklı Vagonlardan Rahatsızım! "Gençlik Treni" projesinde kız-erkek ayrımı yaptıklarını anlatan Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, "Çocuklar geceyi trende geçiriyor, yataklı tren olmasından dolayı. 200 kişilik, kompartımanlar arası geçişin müsait olduğu bir trende güvenliği sağlayamam" evet evet doğru anladınız sorun yine kadının ve erkeğin bir aradalığı ve üstelik bahsedilenler henüz çocuk yaşta... Bakanı asıl rahatsız edenin ne olduğunun üzerinde durmaya gerek yok! Kendisi buna gerekçe olarak güvenlik diyor, çünkü kadınlar ve erkekler ya da kızlar ve oğlanlar bir araya gelince çok ayıp şeyler oluyor, maazallah bir göz göze gelme, yanlışlıkla ele dokunma, hatta öpüşme falan olursa toplumsal ahlakımızın normları zarar görür, genel ahlakımız harap bitap düşer ve daha pek çok güvenliksiz durum yaratabilir, elbette “bakanımız” güvenliği sağlamak zorundadır. Daha çocukken kadını ve erkeği birbirine yasaklamalıdır. Çünkü kendisi kadının ahlak bekçiliğini iktidarının bakış açısından almıştır ve bu onun en asil görevidir. Bütün bu bahsettiklerim yalnızca bir gün içinde haberlere yansıyanlar, öncesinde kadına hem doğur deyip sonra da hamile iken sokağa çıkarsan terbiyesizsin denmesi de var, Ak Gençlik’ in kadın hamileyken dışarı çıkarsa cinsellik yaşadığı belli oluyor demişliği de.. Evet zaten kadınlar cinsellik falan yaşamaz, o da ne ayıp oysa binlerce yıl önce hani biz çok eskiden tanrıçayken Kibele vardı, bolluğun, bereketin, doğurganlığın, cinselliğin simgesiydi… Ama o binlerce yıl önce de kaldı şimdi kadın erkekli kızlı kampa katılıp, hatta aynı denize bile giriyor, ayıp üstüne ayıp, günah üstüne günah işliyor, zaten yasak elmayı yiyip Adem’ i de baştan çıkaran, erkeği kötü yapan o, yahu düşündüm de gelin beni dinleyin yasaklayın gitsin, toplumun, huzura, güvenliğe ve kadınsızlığa ihtiyacı var ne de olsa iktidarınızın denetimine hapsedemediğiniz kadın sizden değildir. Emek Erez
-
Türkiye' de Kadın Olmak Zor İki Gözüm
Tek Suçlu Bebeğini Bırakıp “tatile giden” Kadın mı? Kaç gündür gündemi meşgul eden öğretmen M. D.’nin dokuz günlük bayram tatiline bebeğini bırakıp gitmesi muhabbetinde her zaman olduğu gibi toplumsal ön yargı, genel ahlaki namus gibi kavramlar devrede… Elbette yapılanın makul karşılanacak hiçbir yanı yok, iki aylık bir bebeğin ölmesi, annesinin onu bırakıp tatile çıkması v. s. Düşündüğünüzde akıl almaz bir olay ama bu olayın görünmeyen, üzerinde durulmayan bir çok noktası olduğu kesin… Aslında bütün değer yargılarımızla “cani” ilan etiğimiz M. D. için ilk sormamız gereken soruyu kaçırmış gibi görünüyoruz… Neden bir kadın iki aylık bebeğini bırakıp tatile çıkar? Neredeyse bütün gazetelerin “kan dondurucu”, “korkunç” olarak nitelediği M. D.’nin ifadesinde bunun sebepleri o kadar açık ki, şöyle diyor M. D ifadesinde; “İlk evliliğimi sorunlu bitirdikten sonra ailem yeniden evlenmeme karşı çıkıyordu. Polis olan sevgilimle yaşadığımız cinsel birliktelikten sonra hamile kaldım. Hamile olduğumu çok geç öğrendim. Uzun süre bebeği doğurup doğurmamak arasında kaldım. Aileme durumu nasıl anlatacağımı düşündüm. Çok korkuyordum. Buna rağmen oğlumu dünyaya getirmeye karar verdim. Uzun süre Hatay’da yaşayan ailemin yanına gitmemek için mazeret uydurdum. Karnım iyice büyüdükten sonra adeta eve kapandım. Doğum sonrası bebeğime sorunsuz baktım. Ailem, özellikle annem uzun bayram tatilini Hatay’da geçirmem için bana sürekli baskı yapıyordu. Bebeğimi kimseye bırakamayacağıma karar verdim. ‘Birkaç gün Hatay’da kalıp hemen eve dönerim’ diye düşündüm.” Bebeğini tüm toplumsal baskılara rağmen doğurmaya karar veren bir kadından bahsediyoruz bu nedenle dokuz ay eve kapanan, kimseyle görüşemeyen bir kadından… Peki M. D. Çocuğunu bırakmasaydı ne olurdu? Yine M. D.’nin ifadesine baş vuralım; “Beni öldürebilirlerdi, Hatay’a gideceğim gün oğluma iki biberon mama yaptım. Mamayı birkaç saat arayla yedirdim. Altını değiştirip beşiğine bıraktım. Üşümesin diye üstünü iyice örttüm. Evden çıkarken uyuyordu. Karnı acıksa dahi ağlar ağlar yeniden uyur diye düşündüm. Sonuçta ailemin yanına oğlumla gitseydim beni öldürebilirlerdi. Bebeği evde bırakmayı göze almak zorundaydım. Kapıyı kilitledikten sonra evden çıktım. Bebeğime bir şey olmaması için dua ettim.” Olamaz mıydı? Her gün töre, namus, ahlak söylemi adı altında birçok kadın öldürülmüyor mu? Evet M. D. Bebeğini bırakmasaydı ölebilirdi. Ha şimdi şöyle bir soru sorabilirsiniz, kendini korumak için bebeğine kıyması mı gerekirdi? Elbette hayır zaten M. D’nin ifadesinden çok açık anlaşıldığı gibi o bebeğine kıymadı… Gerçekte bebeğine kıymak istese doğmadan da başka bir çözüm bulabilirdi, eve döner dönmez mama yapmaz, onu hastaneye götürmezdi. Devamlı okuduğumuz üçüncü sayfa haberleri gibi bir çöp konteynerına bırakabilir ya da yok etmenin yollarını düşünebilirdi. M. D’nin ifadesinin dışında apartman görevlisinin bile bebekten haberdar olmaması aslında çok şey anlatıyor, gizlice bebeğini yaşatmaya çalışan bir kadının dramı aslında özellikle üzerinde durulması gereken… Haber bültenlerinde konu ile ilgili öğretmenlik yaptığı okuldaki öğrenci velileriyle yapılan röportajları izledik kaç gündür, endişeli aile profilleri gördük. Peki bu aileler “gayri meşru” çocuğu olduğunu bilseler nasıl davranırlardı M. D öğretmene, okuldaki diğer çalışanlar doğal karşılarlar mıydı durumu? Elbette hayır toplumsalın “normali” olmayan bir durum içindeyseniz zaten “anormal” olacağınızı unutmayın… Peki bütün bunlar neden? Bir kadının bunca acıyı yaşamasına sebep olan şey ne? Cevap çok açık, kürtajın yasaklanmasına çalışıldığı, cinsel ilişki sonrası gebeliği önleyici ertesi gün hapının satışının durdurulması için düzenlemelerin yapıldığı, ihbar hatlarıyla kızınız hamile ispiyonculuğunun yapılmasının planlandığı bir coğrafyada yaşıyoruz biz, bütün bunları geçin iktidarın neredeyse kadının kadınlığını yasaklama noktasına geldiği politikaları konuşuyoruz her gün… Ben çok düşündüm varın gerisini siz düşünün M. D mi suçlu onu bu çaresizliğe iten genel ahlakınız, ön yargılarınız, iktidar politikalarınız mı? Ve onu bu kadar suçlarken bebeğin babasından hiç bahsetmeyen vicdanınız mı? Bu öykünün iki kurbanı var iki aylık adını bile bilmediğimiz bir bebek ve onu ölüme terk etmek zorunda kalan, yaşadığı baskıyla dengesini kaybetmiş bir kadın… Kısaca bir insanı “cani”, “katil”, “canavar” ilan etmeden önce biraz kafa yoralım yaşananlar üzerine çünkü hiçbir insan bu sıfatlarla doğmaz, onu cani yapan genel ahlak anlayışları, ekonomik sebepler, toplumsal değerler ve ön yargılar olabilir… Emek Erez
-
Türkiye' de Kadın Olmak Zor İki Gözüm
Bizim devlet kadından korkuyor Evet aslında tam benlikti. Yani bu memlekette çoluk çocuğun eğitiminden sorumlu bir Bakanlık çıkacak ve böyle gayet kurumsal kurumsal, öğrenci velilerine eğitim amaçlı kısa mesajlar çekecek.. ve ben susacağım, öyle mi? Eğitimin neresinde SMS yoluyla veli tacizi vardır diye zinhar aklımdan geçirmeyeceğim ve bu kibrinden yanına yaklaşılmayan "ben bildirimci" uygulamayla kafa bulmayacağım? Olacak şey değil. Daha şenliklisi de şu: Memlekette Sünni Müslümanların din iman işlerinden sorumlu bir kurumun -her ne kadar bütçeden aldıkları devasa pay, başka mezheplere inanlardan, başka dinlere iman edenlerden ya da külliyen inançsızlardan veya dinsizlerden de gelse- işte bu kurumun başındaki zat çıkacak ortaya ve diyecek ki dünya aleme seslenerek: "Kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza önce insanlığa karşı cinayetleri önleyin." Aman da aman. Hakikaten tam benlik. Duramam, dayanamam. Yok canım, olacak şey değil. Olacak şey değil ama bir de neresinden başlayacağımı bileydim iyiydi. Velilere içeriği ne olursa olsun mesaj yollanmasından mı, yolladıkları mesajın akıllara zarar içeriğinden mi, hangisinden başlasam? SMS şöyle bi şey: "Anne-baba'nın kontrol çabaları erkeklerin problemli davranış göstermelerine neden olur. Kızlarda ise problemli davranışlar azalır." Türkçe meali: Kızını dövmeyen dizini döver anacım. Oğlanı ise serbest bıracan, kaçar gider vallaha. Erkeğe baskı işlemez, biz zaten yeterince yapıyoruz o işi, daha da yapacaz evvelallah. Siz şimdiden darlamayın delikanlıları. Amma kız öyle serbest bırakmaya gelmeez! Takacaksın boynuna tasmayı, zincirini de uzun bırakmayacaksın. Çeektin mi gelecek geriiyee.. Meal yarı yolda düzey engeline takıldı, tepe sersemi oldu. Lakin, hata bende değil. Koskoca Bakanlık velilere (veli derken, yani bu insanlar reşit, hakları, sorumlulukları ve ödevleri olan yetişkin vatandaşlar) bu insanlara bu memlekette bir Bakanlık, çocuklarını nasıl yetiştirmeleri gerektiğini SMS yoluyla tebliğ ediyor. Şimdi bunun neresinden tutarsın, neresini ciddiye alırsın, ne dersin? Bu kadar cinsiyetçi, bu kadar tepeden bakar, bu kadar kibirden beyni dönmüş, bu kadar toplum mühendisliğinin ziftli dibine vurmuş, bu kadar APTALCA bir işin, neresine delleneceksin? Bizim devlet kadından korkuyor. Kadından, genç kadından, kız çocuklarından bile korkuyor. Bunun başka bir açıklaması yok. Ellerinde dillerinde akıllarında ve gönüllerinde zincirlerle geziyorlar. O zincirin her bir halkası bir kadın hakkının boynunda. Her bir halkası kadını boğuyor, kadını öldürüyor. Hem zaten bu kafanın kadına bakışının "problemli" izlerini her amellerinde görmek mümkün. Diyanet'in Birleşmiş Milletler'e atarlanmasının tashih kabul etmez meali de aynı minvalde. Neymiş efendim, kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza önce insanlığa karşı cinayetleri önleyin'miş. Hele hele. Zaten bu kadın denilen canlı, ayrı bi tür. Bağzı memleketlerde erkekle bir tutulup, insanlık ailesinin bi parçası olarak kabul görse de, bu aslında nasıl yalan nasıl dolan, anlatılır gibi değil! Kadının insandan saymak da neyin nesi? Ne güzel demiş şair: "Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen." Buyrun bakalım buna ne diyeceksiniz? Hem insanlık derken de öyle aklınıza bütün insanlar gelmesin. Nerede o bolluk? Dimiz de dinimiz.. anladın sen onu. Şimdi benim Diyanet ve Velilere SMS yollama Bakanlığı'ndan ricalarım olacak bi kadın canlısı olarak. Kadınlarla ilgili her yeni durum tespiti ve/veya had bildirme faaliyeti tarafımıza hemen bildirilsin. İnsanlık ailesine kabulümüz bi gün mümkün olacak mı, yoksa yine sofradaki yerimiz öküzden sonra gelene mi döndü bi tür fabrika ayarlarına döner gibi? Hangi şartlar altında katlimiz vacip? Son tahrik kriterleri nedir? Nefes almak misal? Öyle içli içli nefes alınca erkekler tahrik olur mu? Bir de büyüklerimizden ricam olacak, hangi suça kaç bıçak darbesi alıyoruz? Lütfen bunu da bi liste olarak açıklasınlar. SMS de olur. Babalara, kocalara abilere dayılara ve mahalle delikanlılarına kısa mesaj olarak yollasın devletimiz bunları. Onlar bize uygulamalı anlatır. Son bi şey daha: Evet yahu, korkun bizden. Korkun! Dila Karam
-
Türkiye' de Kadın Olmak Zor İki Gözüm
Kadınları öldürebilirsiniz, yeter ki geçerli bir nedeniniz olsun! Adam baltayı alıp bir gün önce boşandığı eşinin kafasına geçiriyor, kadını öldürüyor ve mahkeme "şiddetli elemin sonucu" katil olduğuna karar vererek cezasını indiriyor. Ağırlaştırılmış müebbet alacağına, ine ine on yedi yılı buluyor alacağı ceza. Mahkeme özet geçmiş: Kadınları öldürebilirsiniz, geçerli bi nedeniniz olsun yeter ki. Buradaki geçerli neden, öldürülen kadının, eşinin ağabeyi ile birlikte olması. İki yıl kadar abinin tecavüzüne uğramış kadın. "Rızası var" eşiğinde abi temize çekilmiş haberden anladığım kadarıyla. Adam eşine boşanma davası açmış, boşanmışlar ve ertesi gün şiddetli elem yapacağını yapmış, balta ile kadın öldürülmüş. Adamda pek bi suç yok aslında. Suç baltada. İşin aslını bilmiyorum, merak ettiğim de söylenemez. Çünkü kadın, keyfi öyle istediği için eşini aldatmış olabilir. Eşin ağabeyi yanına yaklaşmak istemeyeceğimiz tıynette bi tip olabilir. Bunlar tencere kapak gibi birbirlerini de bulmuş olabilirler. Tüm bu tantananın toplamı bir adet boşanma eder. Ne eksik ne fazla. Eşlerin birbirini aldatması gayet geçerli bir boşanma nedenidir, şiddetli elem nedeni de olabilir ve hatta evet cinayet nedeni de olabilir. Ancak eğer verilen cezanın af nedeni olursa, işte o zaman bütün topluma şu mesajı vermiş olursunuz: Kadınları öldürebilirsiniz, yeter ki geçerli bir nedeniniz olsun. Aslında merak ettiğim bi şey var: O balta neden sadece kadının kafasına indi? Ağabey eğer iki yıl boyunca kardeşinin eşine tecavüz ettiyse, neden cezasız kaldı? Yok tecavüz değildi, rıza vardı deniyorsa, bu durumda aynı rızayı gösteren kadın öldürülüyor da, ağabey neden bağışlanıyor? Kadınları öldürmeye programlı ahlak ve namus anlayışı en çok nerede su koyuveriyor? Bu leş anlayışın kaç ayrı yüzü var böyle? Erkek yapınca aklama paklamaya ayarlı, kadın yapınca baltaları bileten kaç farklı ama aynı utanmazlığa sahip yüzü var? Ve ayrıca, şu söylediğimden ''erkekler de öldürülsün madem'' dediğimi alıp çıkarabilecek kaç şahane zeka var? Mahkemenin kararında öldürme eyleminin "eşten kaynaklı" olduğu belirtilmiş. Okurken öyle bi hava hissettim ki, sanki adama verilen on yedi yıllık cezaya üzülmüşler. Yazık la demişler sanki, bak görüyo musun gitti adamın gençliği demişler. Karısı kendini baltayla öldürtmüş adama demişler, kafasına geçsin diye o balta bilmemiş ki daha ne yapsın demişler. Yazık değil mi şimdi bu adama diye içlenmişler, bari şiddetli elem diyelim, ne bileyim iyi hal diyelim, eşi yüzünden düştü bu hallere diyelim de indirebildiğimiz kadar indirelim cezayı demişler sanki. Bu coğrafyanın kadınlarına dedikleri de şu aslında: Medeni toplumlarda ancak boşanma nedeni kabul edilen şeyler burada sizin için ölüm nedenidir. Bizim o kadar güzel, o kadar muhteşem bi ahlakımız ve namus anlayışımız var ki, sokaktan eve, okuldan işe, karakoldan mahkemeye, köyden şehire, her yerde ve her zaman kadını ezmeye, sindirmeye ve gerekiyorsa öldürmeye programlıdır. Aman ne var canım alt tarafı ölürsünüz. Herkes ölecek zaten bir gün. Karamsar olmaya ne gerek var değil mi? Dila Karam
-
Türkiye' de Kadın Olmak Zor İki Gözüm
Sen de benim kadar korkuyor musun kadın? "Cinsel açlığın yaygın ve kadına ulaşmanın zor olduğu durumlarda, sürekli olarak uyarılan erkek, -haram gibi normlara sahip değilse- fırsatını bulduğunda kendisini uyaran -tahrik eden- kadına yönelir, rıza ile karşılık bulamazsa duruma göre saldırır. " Hatırladınız mı bu sözleri? Tecavüzlere "duruma göre" açıklaması getiren bu müthiş kelamın sahibi Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç. 21 Şubat 2011'de yazmış, üzerinden neredeyse iki yıl geçmiş ama öyle anlaşılıyor ki milletçe nasibimizi alamamışız. Alamamışız çünkü, geçen iki yıl içinde yine kadınlara tecavüz edilmiş, yine kadınlar dövülmüş sövülmüş öldürülmüş. Keşke kadınlar tecavüze uğramalarının nedenini okuyup anlasalarmış. Yine de çok geç kalmış sayılmazlar. Tamam başlarına gelenler hiç de hoş şeyler değil ama.. şöyle bi düşünecek olursak, zaten tecavüze uğramalarının nedeni de, kendileri. Tahrik ediyorlar erkekleri, sonra yok efendim adamın biri tecavüz etti bana falan filan. O kadar da büyütülecek bi şey değil sonuçta. Hem şimdi devlet katından ciddi bir destek görmeleri de söz konusu. Hani olur da tecavüz sonrası bir hamilelik durumu olursa, aman sakın ha kürtaj olmayın, doğurun, devlet bakar çocuğa diye. Her neyse, demem o ki madem tecavüze sebebiyet veriyorsun, sonuçlarına da katlanacaksın. İşte anlatmış Ali Bulaç nedenlerini bir bir. Oku düşün uygula neticelendir hemşire. Hayır diyelim ki yeterince ibret alamadın, bak sana bir şans daha vermiş Ali Bulaç. Hem bu seferki şans öyle elinin tersiyle itebileceğin bi şey değil. Değil çünkü, artık öldürülüyorsun be güzelim? Yani hiç düşündün mü, ne halt yiyorsun da kocan seni kesiyor? Ne yanlış yapıyorsun da, yaradılışı mütamadiyen error veren erkek milletinin iyice şaftı kayıyor, elini kana buluyor, durduk yere günaha giriyor senin yüzünden? Hım? Bak ne diyor Ali Bulaç, 14 Ocak 2013 tarihli yazısında. Aç gözünü gönlünü, iyi oku: "Bence prensip olarak –dinî öğretinin tamamından ve beşeriyetin her bölgesinde ve din havzasında gözlenen örfünden anladığım kadarıyla- kadının birinci görevi annelik ve ev hanımlığıdır." Birinci vazifen: Annelik ve ev hanımlığı. Senin gelecek planlarına el koyduk şekerim. Sana hayal kurmayı bile yasakladık, çünkü senin birinci vazifen annelik ve ev hanımlığı. Sana sınırlar çizdik, menziller tespit ettik. Dini öğretinin tamamından anladık bunu. Beşeriyet dedik, din havzası dedik mevzuya derinlik kattık.. ama sen kafanı yorma bunlarla, bilmen gereken son derece basit bi şey: Bir kadın olarak ilk vazifen çocuk doğurmak, ev işi yapmak. Buraya kadar tamamsa devam ediyorum, azami dikkat: "Zaruret varsa iş piyasasında öncelikle onun emeğini hak edecek kadar ücretle istihdam edilmesi gerekir." Şimdi burada önemle üzerinde durulacak nokta, "zaruret varsa" noktası. Bu nokta mühim. Çünkü, misal, hanımlarımız hastalanıyorlar maalesef. Diyelim sen bi kadın olarak hastalandın, doktora gitmen gerekti. Ne yapacaksın? Elin namahrem erkeğine muayene olacak halin yok değil mi? İşte zaruret noktası bu oluyor. Mecburen içinizden birileri fedakarlık yapacak, okuyacak, doktor olacak. Hemşire olacak, hasta bakıcı olacak, öğretmen olacak. Böyle zorunlu istisnaları bir yana bırakıp, ibret alınası yazının başka bir bölümüne geçelim: "Liberal kapitalist piyasa ise kadını farklı çerçevede evin dışına çıkmaya zorluyor; anneliği ve ev hanımlığını itibarsızlaştırıyor; pozitif ayrımcılıkla kadın yuva kurmuyor; erkekler bu şekilde kışkırtılmış kadınlarla evlenmek istemiyor; sonuçta olan yine kadına oluyor." Of off. Bak ne güzel açıklamış. Ne kadar faydalı şeyler söylemiş. Keşke bu sefer okuyup anlasan da canın kurtulsa be kadın. Aslında hata tam olarak sende değil, seni pozitif pozitif kışkırtanda. Buyur oku meslek sahibi ol, emeğinle çalış kazan, ayaklarının üzerinde dur diye seni kışkırtıp piyasaya sürenler utansın. Yaptıkları kötülüklerin farkında mı onlar? Al işte ne oluyor sonunda? Evde kalıyorsun! Kimse senin gibi kışkırmış bi kadınla evlenmek istemiyor. Kimse seni evinin hanımı, çocuklarının anası yapmak istemiyor. Güme gidiyor birinci vazife.. peh! Bu arada.. "kışkırtılmış kadınlar" diye okuyunca aklıma ne geldi. Erdal Atabek yazmıştı zamanında "Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık" diye bir kitap. Ama tabii o mevzuyu külliyen yanlış anlamış meğer, şimdi bunu öğrenmiş olduk. Bu vesileyle seslenmiş olalım, açsın okusun Ali Bulaç külliyatını, kadın kısmına doğru telkinlerde bulunsun. Gelelim adeta kadınlar için köprüden önceki son çıkış gibi olan yazının devamına: "Erkeğin fıtrî rolünü kaybetmesi onu kadına karşı acımasız şiddete, vahşi cinayetlere sürüklüyor, sonunda kadın devlete sığınıp kendini devletleştiriyor. Şimdi devlet her eve polis tayin edecek hale geldi." Duydun mu? Bak diyor ki, erkeğin fıtri rolü kayboluyor, fıttırıyor sonunda. Kafayı kırıp vahşi cinayetlere sürükleniyor. E peki kim yapıyor bunu? Sen yapıyorsun! Sen! Kadın!!! Hayır bir de delirttiğin adam seni kıtır kıtır kesmesin diye devlete sığınıp devletleşiyormuşsun? Yani bu nası bi şey oluyor tam anlayamadım ama yapma sen en iyisi. Devlete sığınma. Ne gereği var? Yahu bak sayende devlet neredeyse her eve polis dikecek hale gelmiş. Yazık değil mi bu devletin kıt imkanlarına? Yani bu devlet hangi birinizin başına polis tayin edecek? Şiddet gören kadına sıra gelene kadar.. o hoo.. daha kimler kimler var. Şimdi çok önemli bir bölüme geldik, ibretini sağlam al: "Madem bizim kadınlar da bu modern tecrübeyi yaşamakta çok kararlı, yemekte oldukları 'acı meyve'nin sonucunu beklemekten başka çare yok." Unut her şeyi, git bir daha oku.. Gel şimdi, konuşalım biraz. "Madem bizim kadınlar da.." demiş Ali Bulaç. Yani demek ki bizden olmayan başka kadınlar bu "modern tecrübeyi" yaşamışlar zamanında, o "acı meyve"yi yemişler afiyetle.. ee ne olmuş peki? Diyelim misal modern batılı kadın tecrübesini yaşamış ve modern batılı erkek tarafından elli yerinden bıçaklanmış mı? Ne olmuş o kadınlara? Ne gelmiş o meslek sahibi modern ve bizden olmayan başka kadınların başına da, şimdi bizim kadınlar da yaşayacak bu tecrübeyi ve görecek gününü? Sen yine ibretini al bu yazıdan, al. Sen bizdensin çünkü. "Bizim kadınlar" demiş bak ne güzel. Nasıl, sen de benim gibi hissediyor musun o tahakküm sosuna bodoslama bulanmış sahiplenmeyi? Sen de benim kadar korkuyor musun kadın? Yaşam hakkı ve alanı diye bize dayatılan şu kümes ortamından sen de benim kadar korkuyor musun? Attığın adımdan, sesinden soluğundan, aldığın nefesten bile korkuyor musun? Acı meyveyi yemişiz kardeşim, sen de benim gibi şu "beklenen" sonuçlardan korkuyor musun? Dila Karam
-
Twitter Muhabbetleri
- ATATÜRK' ün Köy Planı
Atatürk’ün SOSYAL FABRİKA PROJESİ dışındaki “akıllı projelerinden” biri de İDEAL CUMHURİYET KÖYÜ PROJESİ’dir. “Köylü milletin efendisidir” diyen Atatürk, Türkiye’nin “tabandan kalkınması” için 1937 yılında İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’ni hazırlamıştır. Atatürk’ün üzerinde çalışarak uygulanmasını istediği bu proje, Afet İnan’ın “Devletçilik İlkesi” ve “Cumhuriyetin Ellinci Yılı İçin Köylerimiz” adlı kitaplarında yer almıştır. Afet İnan, aslını TTK’ya bağışladığı, Atatürk’ün “İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi”nin belgesini, Trakya Umumi Müfettişi General Kazım Dirik’ten aldığını ve Atatürk’ün bu projeyi onaylayıp geliştirerek uygulanmasını istediğini belirtmiştir. Afet İnan, Cumhuriyet’in 50 yılı nedeniyle 1970’lerde tekrar gündeme gelen projenin hayata geçirilmesi için Bayındırlık Bakanlığı ve valilere mektuplar göndermiştir. 70’li yıllarda bu projenin hayata geçirilmesi için “çalışma atölyeleri” bile kuran Afet İnan, finansman sorununun çözülmesi için Meclis’e yasa tasarısı sunulmasına da önayak olmuştur. Ancak proje bir türlü hayata geçirilememiştir. İşte bir zamanlar Başbakan Bülent Ecevit’in “Köykent” ve MHP’nin ‘Tarımkent” projelerinin esin kaynağı Atatürk’ün bu ‘İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’dir. Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nin amacı “çağdaş” ve “çevreci” bir köy yaratmaktır. İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi, daire yerleşim planına sahiptir. Daire planın tam merkezindeki küçük dairenin etrafına, gittikçe genişleyen dört daire eklenmiştir. Plan, bu yönüyle ilk bakışta bir “dart tahtasını” andırmaktadır. Merkezden çevreye doğru helezonik bir biçimde gittikçe genişleyen dört parçalı köy planı, merkezden dışa doğru 6 yolla bölünmüştür. Aslı Türk Tarih Kurumu’nda muhafaza edilen “İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi”nde okul, cami, köy konağı, sağlık ocağı, otel–han, çocuk bahçesi ve fabrika dahil toplam 43 yapı bulunmaktadır. Plana göre köyün orta yerine yapılacak ‘anıt’ın etrafında sosyal tesisler, terzi, bakkal, berber gibi mekanlar yer alacaktır. Planın tam merkezinde bir “anıt” vardır. Merkezin hemen sağına “Köy Meydanı” yerleştirilmiştir. Köy Meydanı’nda ise “Köy Parkı” ve “Çocuk Bahçesi” vardır. Köy Parkının ve Çocuk Bahçesinin çevresinde ise oyun yeri, telefon, itfaiye, çeşme, havuz ve tuvalet göze çarpmaktadır. Planın sağında, en dış çemberden dışa doğru açılan alanda çok geniş bir koruluk vardır. Koruluğun sonundaki çayın kenarında kuzeyde değirmenler, güneyde ise “yaş ve kuru yonca ile hayvan pancar tarlası” görülmektedir. Planın sağ üst köşesinde “Hayan Mezarlığı” , sol üst köşesinde ise “Asi mezarlık” vardır. Planın yine sol üst köşesinde “Kireç ve taş ocakları”na yer verilmiştir. Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü’nde yer alan kurumlar, yapılar ve alanlar şunlardır: 1. Okul ve Tatbikat Bahçesi, 2. Öğretmen Evi, 3. Halk Odası (CHP Kurağı) 4. Köy Konağı, 5. Konuk Odası, 6. Okuma Odası, 7. Konferans Salonu, 8. Otel Han, 9. Çocuk Bahçesi, 10. Köy Parkı, 11. Telefon Santralı ve Köy Söndürgesi, 12. Radyolu Köy Gazinosu 13. Ebe ve Sağlık Kurucusu, 14. Tarımbaşı, 15. Hayvan Sağlık Kurucusu, 16. Sosyal Kurumlar, 17. Ziraat ve Et İşleri Müzesi, 18. Gençler Kulübü, 19. Hamam, 20. Etüv Makinesi (Buğu s.) 21. Köy Yunak Yeri, 22. Cami, 23. Revir, 24. Kooperatifler 25. Köy Dükkanları, 26. Spor Alanı, 27. Damızlık Tavuk, Tavşan ve Arı İstasyonları, 28. Damızlık Ahır (Aygır ve Boğa) 29. Kanara, 30. Mandıra, 31. Değirmenler, 32. Fabrika, 33. Asri Mezarlık, 34. Hayvan Mezarlığı, 35. Kireç, Taş, Tuğla ve Kiremit Ocakları, 36. Yonca ve Hayvan Pancar Tarlası, 37. Koruluk, 38. Köy Gübreliği 39. Fenni Ağıl, 40. Pazar Yeri ve Köy Zahire Locası, 41. Aşım Durağı, 42. Panayır Yeri, 43. Selektör Binası İşte Atatürk’ün, 1937 tarihli “İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi” Uygulandığı halde aşiret, tarikat eksenli “feodal yapıyı” yok ederek, kalkınmayı ve aydınlanmayı “tabandan”, “köyden” başlatacak; merkezinde “insan”,”hayvan” ve “doğa” olan bir “akıllı proje”! Hayvan mezarlığıyla, geniş yeşil alanlarıyla, koruluklarıyla, yaş ve kuru yonca, hayvan pancar tarlasıyla, tavuk, tavşan, arı, aygır ve boğa istasyonlarıyla, hayvan sağlığını koruma merkeziyle dört dörtlük gerçek bir “çevreci” proje… Bugün, Türkiye’nin kurtuluşunu, HES’lerde, “çılgın kanal projelerde” görenlerin “çevreye” verdikleri önemle, “İdeal Cumhuriyet Köyü”nün mimarı Atatürk’ün “çevreye” verdiği önemi şöyle bir karşılaştırın bakalım ne sonuç çıkacak!... İşte Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi- ATATÜRK' ün Köy Planı
ATATÜRK'ÜN KÖY PLANI : İçinde hayvan mezarlığı, asri mezarlık, öğretmen evi, okuma odası, gençler kulübü, sosyal kurumlar, fabrikalar, köy gazinosu , damızlık ahırları olan bir köy düşünün. Hayvanlar için bile mezarlık olması gerektiğini düşünen bir duyarlı deha, olağan üstü bir varlık ve bizim en büyük şansımız ATATÜRK... Bu planı bulup kamuoyuyla paylaşan Aysel Finnegan bakın neler demiş... *** '' Arkadaşlar, Hani filmlerde seyrederiz, kayıp bir hazine vardır ve uzunca süren bir serüven ve iz kovalamadan sonra bir gün ortaya çıkar... İşte onun gibi bir şey yaşadım kısa bir süre önce. Dr. TAHİR TAMER KUMKALE 'nin ATATÜRK'ÜN EKONOMİ MUCİZESİ adlı kitabının içinden çıkan bir kroki bana inanılmaz duygular yaşattı. Ben bu krokiyi görünce adeta şok oldum. Uzunca bir süre inceledim, tek tek yazıları okudum, inanamadım ! Bu bizim kurtuluşumuz, işte Türkiye'nin aradığı çıkış yolu bu ! Hazine bulmuş gibi sevindim. Önce hayran kaldım, sonra duygulandım; sonra 72 yıllık kayıp için kahroldum. Kayıp yıllara ve sorumlularına kızdım, öfkelendim. Bu kadar güzel bir proje , hem de 1937 yılında tasarlanmış, üstelik Mustafa Kemal Atatürk tarafından. Ölümünden hemen bir yıl önce bize bırakılan paha biçilmez bir miras. Bir kurtuluş planı... Neden uygulanmadı ve bu gerçek neden bizden saklandı? Lütfen inceleyin ve tanıdığınız herkese bu değerli bilgiyi aktarın. Sevgilerimle Aysel Finnegan. ''- Twitter Muhabbetleri
"Kızlar ve erkekler bir arada kalabiliyorsa sonunda kaybeden çoğu zaman kızlar oluyor.", Bülent Arınç, 2013. Sonra kendi kendime kaldığımda anladım; meğerse ne kadar da çok senmişim. Yüreğinin götürdüğü yere gidersen , beni elinle koymuş gibi bulursun. .. Ah be "istanbul" sen değilmisin bir boğaz uğruna koca sehri ayiran kimbilir ne sevdaların ahı var üzerindeki kavusmuyor iki yakan..! 2 yılda gele gele 'kürtaj cinayettir'den 'sevişmek terördür'e geldik. Başbuğ: “Bizleri yıkamayacaklar“ En büyük facia, baskının, takva ve kutsallık elbisesini giydiği zamandır. - Ali ŞERİATİ Evime hırsız girer diye çok korkuyorum. Calabilecegi hiç değerli bi eşya yok çünkü.. Düşünsene utanç verici bi durum bu.. Seni ne zaman uyurken hayal etsem; affediyorum. Pardon Y_Akdogan Türbanın artık pirim yapmayacağını öngördünüz için mi yeni istismar alanı olarak kız erkek ilişkilerini gündeme aldınız.! İmamınGülü✌ Diyarbakır Yenişehir'de yıllardır asılı bulunan 'Ne mutlu Türk'üm diyene' yazılı tabela valilik kararıyla kaldırıldı. Ne güzel özgürleştik Kadri Gürsel Arafat'ın cesedinde normalin 18 katı polonium-210 tespit edildi. Filistin liderinin zehirlenerek öldürüldüğü en kuvvetli ihtimal. (BBC)- İlker Başbuğ tutuklandı
Ergenekon davasında müebbet hapis cezası verilen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, kara propaganda ile asker ve aydınlara ceza yağdırıldığını söyledi. İlker Başbuğ, "Mustafa Kemal'in askerlerini yıkamazlar" dedi. "İftira atsalar da, haksızlık ve eziyet etseler de, bizleri yıkamayacaklar. Çünkü, bir şeyi unutuyorlar: Bizler 'ebedi başkomutanımız' Mustafa Kemal Atatürk 'e gerçekten yürekten inanan ve bağlı olan generalleriz, amiralleriz, subaylarız, astsubaylarız!" Başbuğ, Ergenekon kararlarında Danıştay cinayeti azmettiricisi olarak hüküm giyen Osman Yıldırım'ın beraat etmesine, asker ve aydınlara ise ceza yağdırılmasına dikkat çekti. Anketlerde ortaya çıkan tabloyu hatırlatan Başbuğ, Türk halkının yüzde 70'inin Ergenekon davasına inanmadığını ve genelkurmay başkanını terör örgütü yöneticisi olarak görmediğini vurguladı. Başbuğ, Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademelerinde yer alabilecek nitelikteki komutanların da Balyoz davası komutanlar ordudan uzaklaştırıldığını söyledi. ulusalkanal- ÖPÜCÜK, sonsuzluktur cünkü burada 2”nin böleni yoktur...
- ÖPÜCÜK, sonsuzluktur cünkü burada 2”nin böleni yoktur...
- ÖPÜCÜK, sonsuzluktur cünkü burada 2”nin böleni yoktur...
- ÖPÜCÜK, sonsuzluktur cünkü burada 2”nin böleni yoktur...
- Bayanlara Yardımcı Püf Noktaları
EV HANIMLARI İÇİN '' ÖNEMLİ PÜF'' ler * Kesilmiş ve açık havada kalmış soğan zararlıdır.Kullanmadığınız soğan parçalarını saklamayın. * Büyük miktarda patatesiniz var ise torbanın içerisine bir adet elma koyun. 8 hafta boyunca filizlenmesini ve büzüşmesini önler. * Yeni bir tava satın aldığınızda ilk önce içinde bir miktar sirke kaynatın.Bu işlem ilerde kızartmalarınızın tavaya yapışmasını önleyecektir. * Cevizle dost olun. İçindeki yağ beyin hücreleri için çok yararlıdır. Kan şekerini düşürdüğü için şeker hastalarına da uzmanlar tarafından tavsiye edilir. * Duvarınıza çivi çakacağınız zaman işaretlediğiniz yerin üzerine çapraz bant yapıştırın. Çiviyi öyle çakın. Böylece duvarın alçısını çatlatmamış olacaksınız. * Kızartma yağını bir kaç kez kullanabilirsiniz. Kullanılır durumda olup olmadığını anlamak için kızgın yağın içerisine bir dilim ekmek atın.Ekmekte kara lekeler oluşmuyorsa kullanabilirsiniz. * Cevizlerin kabuklarını kolayca açabilmek için onları bir gece tuzlu suyun içerisinde bekletin.Böylece içleri de dağılmayacaktır. * Unlarınızın böceklenmemesi için, un kavanozunun içerisine bir adet defne yaprağı koyun. * Fırında patates yapmadan önce,10-15 dakika haşlayın ve çatal ile delin.Daha kolay pişecektir. * Kullanılmış limon kabuklarını rendeleyip şeker ile karıştırın.Kavanozun içerisinde buzdolabında uzun bir süre saklayabilirsiniz.Böylece pasta yaparken elinizin altında hazır bulunur. * Kabarık bir omlet yapmak istiyorsanız,bir çorba kaşığı suyun içerisine bir çay kaşığı mısır unu karıştırın. Hazırladığınız karışımı yumurtaya ilave edin.Böylece kabarık bir omlet yapmış olacaksınız. * Sarımsaklarınızı her zaman elinizin altında hazır bulundurmak istiyorsaniz kabuklarını soyduktan sonra bir kavanoza doldurup üzerine zeytinyağı koyarak muhafaza edebilirsiniz.Ayrıca bu yağ yemeklerinize, salatalarınıza ayrı bir lezzet katacaktır. *Peyniri kolay rendelemek için,15 dakika buzlukta bekletin. pufnoktalarii_450 * Bisküvileriniz yumuşamışsa onları birkaç dakika fırınlayın. * Çekmeceleri içini boşaltmadan temizlemek istiyorsanız,elektrik süpürgesinin ucuna ince bir çorap geçirin. * Fırında tavuk kızartacağınız zaman üzerine koyduğunuz baharatlardan içine de koyun.Böylece daha lezzetli olur. * Domates salçanız çok ekşi ise içerisine bir havuç rendeleyin.Havuç,salçanızı tatlandıracaktır. * Mantarların daha lezzetli olması için pişirmeden önce üzerlerine biraz tuz ve limon suyu koyun,5 dakika bekletin.Daha sonra pişirin. * Fırında tavuk kızartacağınız zaman bir limonu ikiye bölün,yarısını tavuğun üzerine bastırarak iyice sürün.Diğer yarısını ise tavuğun içerisine yerleştirin.Tavuğunuz nar gibi kızaracaktır. * 2 Çorba kaşığı yoğurdu,sulandırılmış 1 çorba kaşığı salçayı ve birazda zeytinyağını derin bir kabın içerisinde karıştırın.Fırına koymadan önce tavuğun her tarafına sürün.Çok daha lezzetli olacaktır. * Hazırladığınız kekin ortasına malzeme koyacağınız zaman bıçak ile kesmenize gerek yok.Dikiş ipliğini kekin etrafına gerip dikkatlice çektiğiniz zaman düzgün bir şekilde kesildiğini göreceksiniz. *Hazirladığınız kekin,fırında pişirirken çökmemesi için hamuru kalıbı ile birlikte fırına koymadan önce 20 dakika kadar dinlendirin. * Pişirdiğiniz sebzelerin renklerini kaybetmemesi için bir kesme şeker yada limon suyu koyun. * Hazırladığınız omletin tavaya yapışmaması için,önce tavayı ocağa koyup iyice ısıtın sonra yağı döküp kızdırın.Daha sonra karışımı tavaya alın ve ocağın altını kısın. * Çok miktarda alkollü ve alkolsüz kokteyller hazırladığınızda onlardan bir miktarını buz kaplarına yerleştirin.Kokteyllerin içerisine bunları kullanın.Böylece sulanıp tatlarını kaybetmeyeceklerdir. * Kuru soğanları kese kağıdına sardıktan sonra buzdolabının sebze bölümünde muhafaza ederseniz çürüyüp bozulmasını önlemiş olursunuz. * Kızarttığınız tavuğun tekrar ısıttığınızda lezzetini kaybetmesini istemiyorsanız tavuk parçalarını bir süzgece koyun.Tencerenin içerisinde su kaynatın ve süzgeci üzerine oturtun.Buharda ısıtılan tavuk lezzetinden hiçbir şey kaybetmeyecektir. * Satın aldığınız kiviler çok sert ve ham ise bir gece boyunca plastik bir torba içerisinde elma ve armut ile saklayın. * Evde pasta yaparken kullandığınız meyve şekerlemelerinin dibe çökmesini istemiyorsanız hazırladığınız hamura bir miktar mısır unu ilave edin. Meyveler pişerken suları yoğunlaşır ve dibe çökmezler. * Kek kalıbınızın içine hamurunuzu dökmeden önce ortasına bir şerit alüminyum folyo koyun.Böylece kekinizi pişirdikten sonra kolayca çıkartabilirsiniz. * Soğan,sarımsak kesmeden önce parmaklarınıza limon suyu sürerseniz,istemediğiniz kokulardan kurtulmuş olursunuz. * Kızartma kokularının bütün eve yayılmaması için yağın içerisine 1-2 dal maydanoz atın. * Lambalarınızın üzerine kullanmadığınız kokularınızdan veya biraz vanilya sürerseniz,lambalarınızı yaktığınızda mis gibi koku yayılacaktır.(Fazla sürmeyin.)- Yorumsuz
- Yorumsuz
- Satır Araları
72 doğumlu Hüseyin Yanç’ın öyküsü: Dersim'in Şığso Köyü'nde doğdu. Dağlarda devrimci oldu. Şam'da PKK'lı... Elazığ'da itirafçı, Silivri'de Ergenekoncu... "Terörist Başı" Abdullah Öcalan'ın hevaliydi, yıllarca çatıştığı, düşmanı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un "suç ortağı" yaptılar. Dağlarda âşık oldu, sevişti. Çatıştı, ölümü gördü. Pişmanlığı da tanıdı, direnişi de... İnsan sarrafıydı, İstanbul'da çırak çıktı, hep dolandırıldı. Nevşehir cezaevinden tünel kazıp kaçtı. Silivri'den kaçmamaya yemin etti. Bıçak sırtında yaşadı. Hep "ötekilerin" tarafına düştü. Dersim dağlarından, Silivri'nin bulutlarına yükselen gerçek bir yaşamın, Rızgar'ın romanı. Tanıtım Bülteninden- Yorumsuz
- Yorumsuz
- Yorumsuz
- Yorumsuz
- Lütfen ''Hayvan'' Deyip Geçmeyelim!
Yolcular Faytonda iken at yorgunluktan taşıyamıyor ve düşüyor. Yolcular iniyor, fotoğrafta gördüğünüz gibi, hayvanı ayağa kaldırıyorlar, aynı yolcular tekrar faytona biniyor, ve yola devam ediyorlar, ihbarda bulunan bir hayvan hakkı savunucusu dönüşte kontrol ettiğinde, hayvancıkların, faytona bağlı yine yolcu beklerken buluyor. Fayton Sefasının Perde Arkasındaki Dram: Büyükada’da bulunan faytonlara koşulan ATLAR, Hayvanları Koruma Kanununa tamamen aykırı olarak işkence ve vahşete tabi tutulmakta, adeta “insanlık utancının, devlet kurumlarının çaresizliği ve etkisizliğinin” göstergesi olarak, zulm altında yaşamaktadırlar. Hayvanlar 40 derece sıcakta saatlerce bekletilmekte. Yüzlerce fayton yazın günde hiç durmadan koşturuluyor. Sadece iki kere at değiştiriliyor. Koşarken yemek ve su verilmiyor, hayvan şişiyor. Dilleri kesilmekte, kırbaçlanmakta, dövülmekte, bıçaklanmakta, yokuş çıkamayıp düştüklerinde tekmelenmekte, hastalandıklarında ölmeleri için işsiz alanlara terk edilmektedirler. Ulaşım Koordinasyon Merkezi UKOME nin burada yaptığı araştırmada: 1.” Yüksek fayton ücretleri nedeniyle ada halkının ulaşım talepleri yeteri kadar karşılanamadığı, fayton başına 4-5 at kullanılması nedeniyle atların sağlık, bakım ve beslenme ihtiyaçlarının karşılanmadığı, 2. ”At Meydanı’nda düzensiz depolama yapıldığı, faytonların kullandığı yol boyunca yüzde 15′ten yüksek eğimler bulunduğu, bunun da atları zorladığı, 3. “Büyükada’da kayıtli 226 adet faytondan 86′sının firma ya da şahsın birden fazla faytonu bulunduğu ve bu kişilerin sadece 1 fayton bulundurması durumunda 51 adet faytonun açığa çıkacağı“ tespitleri ile durumun vehameti görülmesine rağmen, şimdiye kadar buradaki atlara uygulanan zulme bir müdahalede bulunulmamıştır.- Lütfen ''Hayvan'' Deyip Geçmeyelim!
Elbette, irinçköl! Köpekler, kuşlar için de!- Satır Araları
“ Yolculuk ilginçtir. yaşamın sürekliliği içinde, başlı başına kesitler oluştururlar. dağlardan, deniz kıyılarından, kentlerden, gecelerden geçilir. insanlardan geçilir. irmaklar görülür. insanlar görülür. kalabalık ya da bomboş istasyonlar belirir. sonra herhangi bir ormanla karşılaşırsın. belki birkaç gün önce geçtiğin bir orman. bir kent. ağaçların kızıl kahverengiliğini, yeşilliğini, çıplaklığını algılamış mıydım, diye sorarsın kendi kendine. yol kıyısında bir başına bir çocuk durur. büyük bir siyah şemsiye tutar elinde. yeşil, yün örgüsü bir başlık giymiştir. elinde gene yeşil, çırtlak yeşil bir plastik torba tutuyordur. yanı başında güttüğü iki koyun durur. çocuk, kendini bürüyen yalnızlığın, boşluğun bilincinde değildir. ve diğer dünyaların. her insanın oluşturduğu bir bütün dünyanın. sonra yol ilerler. dünyalara açılan yeni yaşamlardır yolculuklar.” '' sevgi inandırıcı değildir. düşüncelerin bulduğu, düşüncelerin biçimlendirdiği bir durumdur. düşünüldüğü oranda büyür, derinleşir, büyütülür, derinleştirilir. ne denli düşünülürse, o denli büyür.o denli dayanılmaz boyutlara ulaşır, ulaştırılır. gerçekleştirilemez. soyutlaşır . ve hiçbir zaman bitmez. yaşam gibi ölüm gibi...'' ''insan sevgiye biri yanımızda olmadığından acı çekene dek dayanır;oysa gerçek yalnızlık dayanılmaz bir hücredir.'' "ve bana geceler yetmiyor. günler yetmiyor. insan olmak yetmiyor. sözcükler, diller yetmiyor. bir an balkona çıkıyorum. güneşin berlin yapıları gerisinde nasıl batmaya uğraştığını görüyorum. insanlar arabalarını park ediyor. renkli, yeni arabalarını. park ediyorlar ya da hareket ediyorlar. yaşlandıkça insanlarla aramdaki uçurum büyüyor. arabalardaki, uçaklardaki, resmi dairelerdeki, otobüslerdeki, dükkanlardaki, caddelerdeki insanlarla aramdaki uçurum. eşyalarla da öyle. yolculuklara dönüyorum. kentlerden sakladığım resimlere. duramam. artık bundan böyle acıları mutluluk olarak nitelendirmeye karar verdim. yaşamımın en mutlu anlarında da aynı güçle acıyı duymadım mı. ve acıların ötesinde bir beklenti vardı: kendi dünyamın beklentisi. kendi odamda içebileceğim sabah çayının beklentisi..kimse senin kadar güzel, hiç kimse senin kadar canlı gitmedi ölüme. dün uzun süre balkonda oturdum. ağaçların tepeleri görünüyor. bugünlerde yavaş yavaş çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçların. zaman zaman kendimi tüm insanlıktan daha güçlü duyuyorum, ama kendimi aynı anda çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçlar kadar da bırakılmış duyuyorum. özellikle ben'in, ben'i bıraktığı anlarda. ya da ikisi bütünleştiğinde. ve birdenbire, şimdiye dek hiç algılamadığım bir duygu gelip beni buluyor: bırakılmışlığın tadı..duramam.." '' .. ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. aranızda dolaşmak için giyiniyorum. iyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. aranızda dolaşmak için çalışıyorum. istediğimi çalışmama izin verdiğiniz için. içgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. evlerinizle. okullarınızla. iş yerlerinizle. özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim, dirilttiniz. yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. aç kalmayı denedim, serum verdiniz. delirdim, kafama elektrik verdiniz. hiç aile olunmayacak bir insanla bir araya geldim, gene aile olduk. ben bütün bunların dışındayım. şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum. insan çoğu kez her şeyin son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü.,, " her anı ölüdür. şimdi sen de bir anısın. sen de ölüsün. her zaman benimle birlikte olan, birlikte taşıdığım, yaşadığım sözcüklerime dönmem gerek. sözcüklerim olmadan o gökyüzüne nasıl dayanabilirdim. o caddeye, o geceye, gecelere, uykuyla uyanıklık arasında öylesine yatıp uyuyamadığım için sinirlendiğim ve her şeyi düşünüp, kalkıp düşündüklerimi sözcüklere çeviremediğim gecelere. ya da uykunun ölümsü derinliğinde var oluşumuzun küçüklüğünü algıladığım gecelere. bu yaşam, beni ancak içimde esen rüzgârları, içimde seven sevgileri, içimde ölen ölümü, içimden taşmak isteyen yaşamı, sözcüklere dönüştürebildiğim zaman ve sözcükler, o rüzgâra, o ölüme, o sevgiye yaklaşabildiği zaman dolduruyor. başka hiçbir şey. şimdi sen bir anısın. tenin herhangi bir yerde sürdürecek yaşamını.hiçbir sevginin ardından gidemem. sevgi inandırıcı değildir. düşüncelerin bulduğu, düşüncelerin biçimlendirdiği bir durumdur. düşünüldüğü oranda büyür, derinleşir, büyütülür derinleştirilir. ne denli düşünülürse, o denli büyür. o denli dayanılmaz boyutlara ulaşır, ulaştırılır. gerçekleştirilemez. soyutlaşır. ve hiç bir zaman bitmez. yaşam gibi.ölüm gibi." "boş bir caddede yürüme olanağı bile yok. her köşe, her cadde öyle dolu, öyle dolu, öyle dolu ve bu doluluk içinde öyle boş, öyle boş, öyle boş ki..." "sınırları tanıyan, benimseyen bu sınırlara uyum gösteren hiçbir insan, karşı çıkmanın sonundaki bireysel bağımsızlığa erişemeyecek. hem karşı çıkıp, hem de sınırlarda yaşayan insan, yaşamı boyunca çıkmazından sıyrılamayacak. huzursuzluk duyacak, ve ne yaşamdan hoşnut olacak, ne de rahatlıkla ölebilecek. yaşlandıkça ölüm korkusu büyüyecek. başkalarının yanında kendini güçlü göstermeye yeltense de, yalnız kaldığında, hiç değilse kendi kendine yalan söylediğinin bilincine varacak. bu bilince varsa, o bile bir adım. birçoğu yalanı gerçek gibi algılayacak kadar sıyrılmış kişisel özgürlükten. oysa insan hem yaşamı, bize sunulan bu en yüce olguyu, hem de yaşam sonunda sonsuzluğa varmayı hak etmek zorunda. yaşam, bu gelişmeye tüm kapılarını açan bir olgu. gelişigüzel geçip gidilecek bir varoluş değil insan varoluşu. biçimlendirilecek, değiştirilecek, sınırsızlaştırılacak bir her şey." "o susarken, sigara içerken, bakarken, uyurken, severken, solurken. sanki bunalımı bile rahatlatıcı. o varken ya da yokken. teninin bu denli güzelliği sonsuz durgunluktan kaynaklanıyor ve bana bu sonsuz yeryüzünden, yaşamdan ve ölümden daha da sonsuz geliyor. işte bu duygu nedeniyle onunla olmalıyım, onsuz bile olsam. diğer ilişkileri nasılsa ben sahneliyorum" "bir yüksekliğin, bir başıma olduğum bir yüksekliğin en ucundayım. inemiyorum. yaşayamıyorum.ölemiyorum" "şimdi kent merkezinde yüksek bir yapının ikinci katında oturuyorum. buranın mı, türkiye'nin mi daha karmaşık olduğunu düşünüyorum. hemen hemen aynı karmaşıklık. önümde gene bir zafer anıtı... bir ülkenin zaferi, diğer ülkenin yenilgisi. zaferler de yenilgiler de insan ölüleri üzerinden geçiyor." "yaşamın daha doğrusu yaşamın ortasında, tüm özlemlerimin doyumsuz kaldığını nasıl da algılıyorum. ama artık yorulmaksızın aramak yok. aranan yaşantılar arandı. yaşandı. bir kısmı gömüldü. yeniden toprak oldu. canlılıklarını duyduğum, canlılıklarını birlikte bölüştüğüm birtakım insanlar gitti. onlar adına, onları da özlemek, onlar için özlemek, onlar için de sevmek. insan yaşamının mutlak en önemli olgusu sevilen bir insanı özlemek, istemek... onun yanındayken de özlemek, istemek. oysa yaşam genellikle insanın bir başına kalması. uykuda. uykuyu ararken. derin uykuların ötesinde bile zaman zaman düşünde sezinlemiyor mu insan bir başınalığın çaresizliğini?" "bütün yaşama cesaretimi ölülerden alıyorum. anlatılarım da yaşadığım ölülerden. bu kahrolası dünyayı, yaşanır bir dünyaya dönüştürmeyi başarmış ölülerden. dünyanın ihtiyacı olan, her olguyu vermiş, söylemiş, yazmış ölülerden." "tüm duyguların en güzeli duygusuzluk; öyle bir duygusuzluk ki, insanın tüm dünyayı ve insanları kucaklayabileceği duygusuzluğunun duygusu..." "her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama dileği kadar büyük. belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar, ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar. oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı, ama sen, senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an. birisinin teniyle yanyana olmak, kendi var oluşunu unutmak mı, ya da daha derin algılamak mı? her var oluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu." Yaşamın Ucuna Yolculuk - Tezer ÖzlüÖnemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.
Account
Navigation
- ATATÜRK' ün Köy Planı