Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

tülvent

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.806
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    81

tülvent tarafından postalanan herşey

  1. Biri bana bu bakışı anlatabilir mi? Kaç kişide yakalmış olabilirsiniz? Hani ''HAYVAN'' deyip geçiyoruz da...
  2. Manifatura ve Tuhafiyeler Neden bilmiyorum, gecenin bir vakti durup dururken manifaturacılar geldi aklıma, içimi ısıtan tuhaf bir duygu ile yer etmiş manifaturacı alışverişleri zihnimde. Özellikle düğün bayram vs zamanları ya da okullar açılmadan önce, Samsun’un Mecidiye caddesine inerdik annemle kumaş almaya. Annemin belli başlı kumaşçıları vardı, yıllardır alışveriş yaptığı, o nedenle hatırı sayılır bir müşteriydi, ''abla hoş geldin'' diye ayakta karşılarlardı. Manifaturacıdan kumaş almanın mutlulukla acaip bir ilgisi vardı benim için o vakitler. Hazır giyim yok değildi ve annem pek meraklı olduğu için oralardan da alırdık, ama manifaturacıları hatırlıyorum işte! Kendine has bir kokusu olurdu o dükkanların, ahşap ve kumaşla karışık bir koku ve bazıları ise naftalin kokardı Genelde dükkanın sahibi kasada oturur, genç tezgahtarlar, kumaşları çıkarırlardı ahşap tezgahın üstüne, ''jorjet'' diye bir şey vardı mesela, çocuklar için değil elbet, anneler kendilerine etek ceket diktirmek için alırlardı. Kışlık kumaşlar arasında jorjet pahalı ve kıymetli olan bir kumaştı. Ben fistoyu severdim mesela, ismi hoşuma giderdi, nitekim çocukların seveceği bir sözcük fisto; fıstığı çağrıştırdığı için olsa gerek, zaten de genelde çocuk elbiselerinde kullanılan bir malzemeydi. Manifatura kelimesini de severdim aslında, söylemesi zordu, ama kolayına kaçıp kumaşçı demek yerine manifaturacı demeyi seçerdim, ''Bahar Manifatura''… Yalnız bunları yazdıktan sonra aklıma geldi, kumaşçılara mefruşat mı denirdi yoksa? O da çocuklar için zor kelimelerden biriydi, meşrubatla karışırdı, o nedenle mefruşat denince aklıma hep Dimes marka düğünlerde dağıtılan vişne suyu gelir hala.. Annem dükkan sahiplerini tanırdı genelde, oğullarını kızlarını bilirdi, her defasında aynı diyaloglar tekrarlanırdı, ''ne kadar metresi… ooo çok pahalıymış, yenge hanım çift en ama şahane kumaş, hiç ikram yapmayacak mısınız, e yaparız bir şeyler, yenge çay içer misin…'' Annem pek çay içmezdi alışverişlerde, bende de oradan kalma alışkanlık olsa gerek ''çay içer misiniz?'' dendiğinde pek içmem hala… Manifaturacı dükkanlarında yürümeyi, adımlarımın ahşap zeminde çıkarttığı sesi severdim, kumaşçının kumaş topunu raftan indirip, tezgahın üstünde havalandırarak yaydığı an havaya karışan kumaş kokusunu, tahta metrenin tahta tezgaha çarptığı anda çıkarttığı sesi ve tezgahtarın bir hamlede kumaşı kesmesini, 3 tarafı kumaş toplarıyla çevrili, küçük ahşap taburelerde oturulan o dükkanların insana huzur veren bir tarafı vardı sanki, bir kış ikindisi, sobanın üstünde kaynayan çayın ve ikindi ezanının sesi gibi bir huzur. Ambalaj sektörü çok fazla gelişmemişti o zamanlar kumaşın beyaz üstüne turuncu çiçek desenleri olan bir ambalaj kağıdına sarıldığı kalmış aklımda. Sonra manifaturacıdan çıktıktan sonra dikilecek elbise için tuhafiyeye uğrayıp kumaşa uygun düğme fermuar vs seçilirdi, düğme deyip geçmeyin önemli bir müessese idi, tuhafiyeci kumaşa bakıp, abla ona şu gider diye uygun düğme çıkarırdı, annem her şeyi beğenmezdi. Bazen düğme almak kumaş almaktan daha uzun sürerdi, aynı renk iplik alınırdı tabi. Bir de ''ekstrafor'' diye bir şey vardı mesela, hala ne işe yaradığını pek anlamış değilim. Bundan sonrası artık eldeki malzemeden, komşularla arada sürekli el değiştiren, bugün olsa 2. El piyasası kurulabilecek kadar kıymetli ''Burda Dergisi'' nden çıkartılan kalıplara göre kıyafetin dikilmesi işiydi, kumaşı sabunla çizerken ve biçmeye başlarken, çabuk bitsin diye kapıdan koşarak girme ritüeli ve bir de iğneye iplik geçirme işi tüm çocukluğum boyunca ifa ettiğim iki asli görevdi. Her şeyin pek az olduğu zamanlardı. Dolayısıyla paranız olsa da tüketecek şeyler sınırlıydı, o nedenle evlerde üretim çoktu. Kumaş alıp dikmek, doğum günlerimizde bir tanesi kek kalıbında, bir tanesi sefer tasında pişirilmek suretiyle pastanelerdeki iki katlı pasta havası verilen yaş pastalar pişirmek, eski perde güpüründen elbise yakası yapmak gibi marifetleri vardı o zaman annelerimizin. Bir de manifaturacı ve tuhafiyeci dükkanları işte, şimdi hala var mıdır bilmiyorum, varsa da hala öyle ahşapla karışık kumaş mı kokuyorlardır onu da bilmiyorum. Ama yazın başladığı günlerde annem pazardan döndüğünde alınan ilk domatesin kokusu gibi, o manifaturacı dükkanlarının kokusu da öyle burnumda hala, mutlu olduğumuz uzak bir geçmişi hatırlatıyor o koku her aklıma geldiğinde… Hürrem Sönmez
  3. Sahibinin Hayatını Kurtaran Sokak Kedisi Bu kedinin adı Bob Onun bir facebook hesabı var ve tam 36 bin kişi Bob’u takip ediyor. Sayfasında bir fan grubu, fotoğrafları, albümleri ve sokak kedilerine hediye göndermek için linkleri yer alıyor. Twitter sayfasında ise neredeyse 23 bin takipçisi var. Aşağıda bir kedi ve adamın fotoğrafını göreceksiniz. Fotoğrafların çekildiği yer Londra’nın Covent Garden Bölgesi. Arnavut kaldırımlı, zenginlerin yaşadığı bölgede parlak öğleden sonraları yaşanır ve sokaklar hınca hınç bir yerlere yetişmeye çalışan insanlarla doludur. Tüm bunların ortasında boynuna atkı dolanmış bir kedi, çoğunlukla kutsal bir havayla gülümseyen James Bowen’in yanında durur. Artık hayli yıpranmış gitarıyla güzel bir parça çalar Bowen ve eğer gelen bahşiş iyiyse kedisi Bob’a eğilir ve “Çak hadi” der. Bob’un minik patileri bilir bunun anlamını. Evlatlık sokak kedisi Bob, sahibine binlerce dolar kazandırdı şimdiye kadar. Nasıl mı? James Bowen bundan 5.5 yıl önce, uyuşturucu kullanan evsizlerden biriydi. Kuzey Londra Tottenham’da lojmanların arasındaki merdiven boşluklarında yaşıyordu. Uyuşturucu alıp ölüme yattığı günlerden birinde acılı bir inleme sesi duydu. Ayağa kalkma gücünü bulduğunda sadece bir kaç adım atmıştı ki yeniden yere kapaklanıverdi. Yanında başka bir kedi tarafından saldırıya uğramış minik bir kedi yatıyordu. Yaralanmıştı, kan kaybediyordu. Bowen kendini toparladı. Kediyi kucaklayıp, gördüğü herkese sahibi olup, olmadığını sordu önce. Yoktu. Cebinde uyuşturucu almak için sakladığı son parayı kediyi tedavi ettirmek için kullandı. Bowen ve Bob bir daha hiç ayrılmadı. Bob’un yaralarını sardıkça kendini de kurtardı Bowen. Bob’a iyi bakabilmek için sokaklarda şarkı söylemeye başladı. Gelen her bahşiş onlara yatacak bir yer, yemek anlamına geliyordu. Tüm bunlar olurken, Bob’un ünü yayılıyordu. Bowen’e verdiği tepkiler, patisiyle her seferinde “çak” yapışı Youtube’a yükleniyor izleyenler çığ gibi büyüyordu. Bazen, mucizelere bile sebep olur onlar!
  4. irinçköl, bu en sevdiğim reklamdııııııııı
  5. Bildiğimiz öldürme yöntemlerinin hepsi kürk'e zarar verdiğinden kürk yapımı esnasında hayvanlar öldürülmez. Verilebilecek en az zararlar hesaplanarak hayvanın derisi canlı canlı bedeninden ayrılır. Bu iş için üretilen hayvanlara yaklaşım son derece vahşice ve insanlık dışıdır.
  6. Amaç, Kadını Eve Hapsetmek 05 Kasım 2013 Salı Ali Bulaç, ilahiyat kökenli bir sosyologdur. 1 Mayıs 2010 tarihli Zaman’da şu satırları yazdı: “Küçük yaştaki çocuğu sabahın erken saatinde kreşe yetiştirmeye çalışan, akşama kadar müşterilerle,kendini bilir bilmez insanlarla boğuşan,saatlerce trafiğe takılan,alelacele kendini eve atıp yemek yetiştirmeye çalışan bir kadın mı daha avantajlı, yoksa yavrusu kucağında büyüyen, evini geniş vakitte düzene koyup kalan bol zamanda hayır faaliyetlerine katılan, medeni-sivil etkinliklere katılan kadın mı?” Bulaç, 2011 sonunda yazdığı 4 makaleyle modernizmin kadın algısını ve devletin kadın istihdam politikasını eleştirdi. Özeti şuydu: “Kadını evden çıkarıp iş dünyasına katmak, onu sömürmek isteyen küresel piyasa ekonomisinin bir tuzağıdır. Oysa bizim örfümüzde kadının asli yeri evidir. Yuvayı dişi kuş yapar.” 2013 Ocak ayında dozu artırdı: “Kadının birinci görevi annelik ve ev hanımlığıdır. Kadınlar çalıştığı için, erkekler cinayete sürükleniyor.” *** Bulaç’ın görüşleri, nihayet devlet katında benimsenmişe benziyor. Peşi peşine gündeme sürülen bir dizi demeç ve paketle, kadına “Erken evlen-hemen doğur evinde otur” denmeye başlandı: ●Başbakan, dün, kız-erkek aynı evde kalan üniversite öğrencilerine müdahale sinyali verdi. “Evlenmeden olmaz” diyor. ● Uludere katliamına benzettiği kürtaja karşı bir yasa tasarlıyor. ● Israrla kadınlardan 3-4 çocuk istiyor. ● Gençlik ve Spor Bakanlığı, evlenen öğrencilerin öğrenim kredisi borçlarının silineceğini, yurtta parasız kalabileceğini açıklıyor. ●Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 18-24 yaş arası evlenenlere 10 bin lira teşvik kredisi vaat ediyor. ●“Çocuk teşvik paketi”yle doğum izni 16 haftadan 18 haftaya çıkarılıyor. 3 çocuklu kadına 1 yıl yarım gün çalışma hakkı getiriliyor. 3 çocuklu asgari ücretlinin vergi yükü sıfırlanıyor. *** Bulaç’ın görüşleriyle hükümetin politikalarını birlikte değerlendirince niyet, gayet net görülüyor: Gençler, erkenden başgöz edilecek. Kürtaj yasaklanırken, doğum ödüllendirilerek genç annelik ve çok çocukluluk teşvik edilecek. İşveren, sürekli doğurup izin almalarından bıkıp kadınları istihdam etmeyecek. “Dişi kuş” işi bırakacak, yuvasına dönüp “minik kuş”larını besleyecek. *** Tarih kitapları bu politikayı iyi tanıyor: 1930’lar İtalyası’nda Mussolini, “Her ailenin en az 4 çocuğu olmalı” diyordu. Almanya’da Hitler, “Kadın, erkek dünyasına girmemeli. Onun kutsal görevi, Alman halkına çocuklar hediye etmektir” görüşündeydi. İlkin “Aile Yasası”nı çıkardı. Kredi sistemiyle evliliği teşvik etti. Kürtajı ağır cezalık suç haline getirirken her aileden en az 4 çocuk istedi. Ailelere, her yeni çocukta artan para yardımı yapıldı. 4 çocuk yapan çiftlere ev hediye edildi. 8 çocuk doğuran kadınlara altın madalya takıldı. “Yeni millet”in ideal kadını, çocuğunu emziren bir anne olarak resmediliyordu. Ancak savaş patlayınca bütün bu politikalar çöpe gitti: Çünkü fabrikada çalışacak, cephede savaşacak kadına ihtiyaç vardı. *** Erdoğan, sık sık eleştirdiği 1930’lar faşizminin diliyle konuşuyor, ama insanlık, o dilin dünyayı nasıl bir faciaya sürüklediğini biliyor. Kadın da, “cennet” olarak tarif edilen evde, kendisini nasıl bir erkek şiddetinin beklediğini görüyor artık... Hiçbir rüşvet, bağımsızlığını kazanmış kadını yeniden eve tıkıp kuluçkaya yatırmaya yetmez. C. DÜNDAR
  7. Ya, MACUN... irinçköl Macuncu amca, küçük seyyar arabasıyla göründü mü, tüm çocuklar üşüşüverirdik çevresine. Tahta parçasını döndürerek dolardı o rengarenk renkte macunları; üzerinde genellikle beyaz önlük, başında beyaz şapka olan... Renkleri nasıl da cezbediciydi macunların. Bir bardağın içinde hazır bekleyen limon suyuna batırırken, sabrımızın sonu da gelmiş olurdu, bir an önce o nefis tada kavuşmak için.
  8. “Mister Spak’ı tanımayan olabilir mi bilmiyorum, ama yinede kısaca bilgi zerk edelim. 1960' larda Amerika’ da çekilen ve bizim ülkemizin televizyon aletine kavuştuktan sonra, 1980′ li yıllarda, insanları uzay, bilim kurgu, ve hayal gücü hakkında bilgi zerreciklerine kavuşturan efsane dizi UZAY YOLU ‘nun YARI UZAYLI YARI İNSAN 2. karakteridir. Leonard Nimoy abimizin oynadığı karakterdir. Nasılda yaşlanmış bir zamanların Spak’ı . Mahallede çocuklar ''ben Mistır Spak olucam, sen Kaptan Körk ol işte! '' şeklinde kavgalar ederlerdi … Hadi bunları hiç duymadınız '' IŞINLA BİZİ SIKATİ '' desem... Spock veya Mr. Spock, Uzay Yolu: Orijinal Seri’in baş karakterlerinden biridir. Spock en bilinen televizyon kahramanlarından biridir. Yıldız Filosu’nda çok çeşitli görevler almış olmasına rağmen en çok Kaptan Kirk’ün yanında Atılgan’ın ikinci kaptanı olması ile bilinir. Spock’ın çekiciliği, teknik konularda uzmanlığı ve aynı zamanda tevazu sahibi bir kişi olmasında yatar. Volkan tarafının mantığı ile insan tarafının duygusallığı arasındaki bocalama karakterin merkezidir. Aktör Leonard Nimoy tarafından canlandırılmıştır. STAR TREK – UZAY YOLU : İnsanların galakside diğer bilinçli canlılarla birleşerek Birleşik Gezegenler Federasyonu’nu kurdukları, kurgusal bir 3. Dünya Savaşı sonrası bir geleceği tasvir eder. Evrende yalnız olmadıklarını anlayınca insanlık götü açık koşturmaya başlarlar. Kahramanlar genelde fedakardır, ama zaman zaman sonuç almak için başka yollara baş vurabilirler. 1960‘larda Orijinal Seri’de ve diğer seriler de olduğu gibi hikâyelerdeki çatışmalar ve politik boyutlar günümüz olaylarını yansıtırlar. Dizilerdeki emperyalizm, sınıf kavgası, ırkçılık, insan hakları ve teknolojinin etkileri gibi konular ilk yayınladıkları zaman olduğu gibi bugünde yankılanmaktadırlar. Beyinsalatası
  9. hazır sütün, kutu yoğurtların, hazır piliçlerin olmadığı yıllardan geliyor. Meysu meyve suları, 1 litrelik cam coca cola şişesi, 1 litrelik cam pepsi şişesi, eski yeni rakı şişesi, birinci sigarası, ikinci sigarası, üçüncü sigarası, silahlı kuvvetler sigarası, eski fay deterjan, eski cif deterjan, eski omo deterjan kutusu, alo detarjan, tursil deterjan, seksenli yılların unutulmazı ülker çokomel, tadelle çikolatası, arko talk pudrası …vs
  10. irinçköl Yaaaa, ne güzeldiiiiii... Alttaki videoyu niye göremiyorum, sorun ben de mi?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.