Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

işte deniz feneri


Misafir diktas

Önerilen İletiler

İçinden iki-üç tane hırsız çıktı diye yıllardır yüzbinlerce insana yardım eli uzatan bir derneği nasılda bir kalemde silmişler vaybe,

mevzu bahis Denizfeneri olunca ellerine çok büyük koz geçtiğini sananlar kurulduğu günden beri yolsuzluk iddiaları ile çalkalanan Kızılay için neden tek kelime etmezler..

Dar zihniyetlerin her zamanki siyasi yaklaşımları :)

 

bir söz vardır bir ara imzamda kullanıyordum "iyiyi yap iki kere sesini duy sessizliğin,kötüyü yap bir kere kalmaz hiç bir söz işitmediğin"

 

UĞUR ARSLAN’DAN DENİZ FENERİ AÇIKLAMASI

 

DERİN BİR IZDIRAP İÇERİSİNDEYİM

 

Bundan 11 yıl önce insanlık adına doğru, düzgün ve dürüst bir adım atmıştım. Yapmaya başladığım tv programının adı ‘Deniz Feneri’ydi. Bir yıl içinde Deniz Feneriyle aynı adı taşıyan bir yardımlaşma derneği oldu. 1998 yılında kurulan bu derneğin 2002 yılına kadar başkanlığını yaptım. Ayrıldıktan sonra Nisan 2008’e kadar sözleşmem icabı sadece sunuculuğuna devam ettim.

 

Ben işin başında, insanlık adına doğru bir adım atmıştım; gerisi insanlığa kalmıştı.

 

Şimdi yıllar önce böyle bir işe başladığıma pişman olup olmadığımı sorarsanız, bu işe başladığıma kesinlikle pişman değilim. 11 yıl bu ülkenin dağını-taşını, köyünü-bucağını gezip yüz binlerce kişinin duasını duydum. Gözlerimin önünde yüz binlerce kişinin karnı doydu, binlerce kişi ev-bark, iş-güç ya da sıhhat sahibi oldu. Yine her şey tv ekranlarında yüz binlerce seyircinin gözü önünde cereyan ediyordu. Şahit olduğum her iyilik gerçekti, doğruydu ve belgelenmişti. Ama bir de mutlak gerçek vardı ; “hiçbir iyilik cezasız kalmazdı”.

 

Son günlerde, Almanya’da kurulmuş olan “Almanya Deniz Feneri e.v” isimli derneğin iki yöneticisi için görülmekte olan davanın iddianamesine dayanarak, henüz dava sonuçlanmadan, neredeyse tüm Deniz Feneri camiasını kapsayan acımasız idialar içeren haber ve yazılar nedeniyle derin bir ızdırap içerisindeyim.

 

Davanın sonucu ne olursa olsun, sadece Türkiye’de değil dünyada 40 kadar ülkeye ismini yazdırmış olan Deniz Feneri’nin tamamıyla yeryüzünden silinme çabasının; insanlık dışı, acımasızca, kin ve nefret dolu bir teşebbüs olduğu kanaatindeyim. Şu an beni şahsen başımıza gelmiş veya gelecek olan üzücü tutumlar değil, şayet Deniz Feneri yeryüzünden silindiği takdirde, şu an hala bu organizasyondan yardım alan, karnı doyan, barınma ve sağlık yardımı alan yüz binlerin halinin daha sonra ne olacağı düşüncesi beni inanılmaz bir üzüntü denizinin içine çekmektedir.

 

Başımıza gelmesi imkânsız diye düşündüğümüz şeyleri yaşamaktan ibarettir hayat. Bu gün benim hakkımda kim ne düşünür veya söylerse söylesin, ben sahip olduğum iki evladıma, bir “utanç hikâyesi” değil, bir “insanlık efsanesi” miras bıraktığıma eminim. Fakat ısrarla bana da asılsız bir utanç yaftası yakıştırmaya çalışanlar bilmelidir ki; “kimse bu dünyada yaptığını yaşamadıkça can vermez”. alıntı

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 191
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bana kalırsa siyasi yaklaşım, mahkeme kararıyla, sanıkların itiraflarıyla hırsızlık ortada iken. Ateşli bir şekilde savunmak.

 

Deniz Feneri'ni siyasi camia içerisinde bir yere koysak. Tabiki islamcı cami içinde diyebiliriz. Davanın açıldığı günden itibaren islamcı basın önce sessizlik şeklinde bir tepki verdi. Öncelikle orada sınıfta kaldılar. Gazetecilik anlamında. Almanya ve Türkiye bu konuyla çalkalanırken islamcı gazeteler iddialara yer bile vermedi. Hemen hemen hepsi, orta sayfadan ve gazetecilik açısında 0 olarak sadece suçlananların savunmasına yer verdi.

 

İlerleyen günlerde ilk önce Zaman gazetesi tavrını değiştirdi ve daha mahkeme sonuçlanmadan kanal 7 ve deniz fenerini topa tutmaya başladı. Mahkeme sonuçlandıktan sonra o cenahta hala ısrarla "masumiyet, iftira " gibi argümanların arkasına saklanan sadece kanal 7 kaldı.

 

Onun yaptığıda ya suheda arkadaşımızın alıntıladığı gibi arabesk edebiyattan ibaret savunma. Ya da mahkemede kuzu gibi suçunu itiraf edip anlaşma isteyen adamın. Ceza aldıktan sonra ben masumum, iftira attılar şeklindeki açıklamaları.

 

En gülüncüde Almanya'daki dernekle alakamız yok isim benzerliği şeklindeki savunma. Yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen adamlar. İş patlak verince birisi öbürüyle alakası olmadığını, diğeri öbürünün kendisini kandırdığını söylemeye başlıyor. Ama dava açılana kadar bakıyoruz. Maşallah hepsi çeşitli şirketlerde ortaklar.

 

Yoksul insanlara yardım amacıyla toplanan paradan, Mahkemenin şüphe ve ihbarlardan sonra Almanya'da tespit edebildiği tutar sadece onaltımilyon euro. onaltımilyon euro tutarındaki bir paranın cebe atılması "içinden birkaç tane hırsız çıkmış" şeklinde değerlendirilecek bir durum değildir. En kaba tabirle "bu kadar parayı adama birbaşına yedirmezler". Alman mahkemesinin iddianamesi ve kararında bu suçun organize ve derneğin tüm yönetiminin bilgisi dahilinde gerçekleştirildiğini ortaya koyar bir biçimde. "koskoca" bir derneğin yönetiminin yaptığı hırsızlıkta "koskoca".

 

Alman yargısı, işlenen suçun kendilerinin sınırları ve yetkileri dahilinde bulunan faillerini yargılayıp cezasını verdiler. Gerek soruşturmada ortaya çıkarılan belgeler, gerekse faillerin itiraflarından paranın Türkiye'ye gönderildiği ve Kanal 7 de dahil bir çok holdingin sahibi olan kimselere teslim edildiği sonuçlanan bu davada ortaya çıkan gerçekler. Alman mahkemesi Almanya'daki sanıklara ceza verdi. Ve Türkiye'yi "asıl failler Türkiye'de" diyerek uyardı. Bunun üzerine yanılmıyorsam İstanbul'da soruşturma başlatıldı.

 

Bu yolsuzluk, hücümla, arabesk edebiyatla, Allah kitap arkasına saklanmakla, saldırmakla unutturulabilecek bir yolsuzluk değil.

 

Aç, yoksul insanların üstünden servet sahibi olan hırsızları, ideolojik gerekçelerle ateşli bir şekilde savunmakda anlamsız. Keza, daha önce bir çok konuda bunu yapan camia bile bu kez yalnız bıraktı onları.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Aslında üzülünmesi gereken konu, birilerinin fenerle yatıp fenerle kalkması değildir..

 

Yada birilerinin kozu ele aldık diye sevinmesine kızmakta değildir...

 

Hadi dürüst olalım. Yıllarca olup biten ve tamı tamına 40 MİLYAR DOLAR ı bulan gurbetçi sömürüsüde hakmı yani?...

 

Denir Feneri 1 kişinin hayallerini gerçekleştirdiği bir yer olabilir. Hatta O bir kişi evine ekmeğini bu çalışma sayesinde de yapmış olabilir...

 

Ama tüm MÜSLÜMANların ve müslüman geçinenlerin; 10 alınanın 1 ini ihtiyacı olana verip, 9 unu cepe atmaları hakmıdır? Yada bunun tam tersi bile olsa, bu zihniyeti savunmak hakmıdır...

 

Birilerinin tefe koyması sizi üzmesin arkadaşım; BİZ NEDEN GERÇEKETEN DÜRÜST İŞLER YAPMIYORUZ, MÜSLÜMANA BU YAKIŞIYORMU? üzsün!!!

 

Saygılarımla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hatırladıgım kadarıyla Kızılay ıle ılgılı gereken tartısmalar yapılmıstı yanı kımse es gecmedı Kızılayı.Ama anlasılır gını degıl ne alaka sımdı Kızılayla Denız fenerı?yanı elestırmeyelımmı Denız fenerınını kızıstıgı günlerde anıden degıstırılen gündeme ne demelı.Pekı o Denız fenerıne öncülük yapan basbakan neden kızdı köpürdü medyaya degıl muhalıf medyaya verdı verıstırdı.Ben Türk milletı adına utandım o adamın konusmalarından,Türkıye böyle ne ıdügü belırsız bır Basbakanı haketmedı.Kendını Kasımpasa Kulaksızda sandı heralde meydenıda bos buldu.Zaten sahte kabadayılar öyledır meydanı bos bulunca herkes kactı saklandı sanırmıs.

Adı ne olursa olsun eger ınsanların duygularını sömürerek paraları yardım adı altında gaspedılıyorsa buna karsı durulması bır ınsanlık borcudur.

 

saygılarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Halk arasında meşhur bir söz vardır;

"Allah şaşırtmasın" derler.

...

 

Bakınız ;

Adalet Bakanı Şahin şöyle buyurmuş:

“Buna sevinilmez!”

Nedir sevinilmeyecek olan? :

“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının suç işlemesi ve hüküm giymeleri.”

Hangi suçu işlemişler ve hüküm giymişler?

İnsanların en kutsal duygusu olan, yardımlaşma duygusunu istismar ederek, kötüye kullanarak, dolandırarak...

Yavuz hırsız ve evsahibi adeta.

 

 

Selefi, şimdiki Devlet Bakanı ve hükümet sözcüsü Cemil Çiçek hiç de öyle dememiş ama;

“İşlenen her suç Türkiye için lekedir, ayıptır!”

 

Bu söze ne buyuracaksınız?

 

Haklıyım değil mi? Allah şaşırtmasın demekle. Böyle acayip tezat yorumlar çıkar sonra ortaya.

 

Allah şaşırtmasın.

 

 

Dün, NTV canlı yayınında 'Başbakan arkamda' diyen RTÜK Başkan'ı Zahit Akman'a Dengir Mir Mehmet Fırat'tan şok edici yanıt :

 

 

 

Balçiçek Pamir- Başından beri Zahit Akman'a destek vermeyen, sahip çıkmayan bir kaç kişiden birisiniz.

 

Dengir Fırat- Evet. ben hiç bir zaman suçlunun ve suçun yanında olmam.

 

Balçiçek Pamir- Zahit Akman'ın suçlu olduğunu mu düşünüyorsunuz?

 

Dengir Fırat- Onu bilemem.

 

Balçiçek Pamir- Zahit Akman istifa etmemesine gerekçe olarak Başbakan'ın arkasında olduğunu söylüyor.

 

Dengir Fırat- Sayın Başbakan'ın öyle bir söylemi olduğunu zannetmiyorum...

 

Gemiyi en önce kaptan terk etmiş. İlk kaçması gereken fareler güvertede oraya buraya saldırıyor. Yolculardan biri de çıkmış kurtarma ekiplerine karşı "bir kaç hırsızın işini ne kadar da büyüttünüz" diye huysuzlanıyor. Komedi! Resmen komedi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

CÜNEYT ARCAYÜREK

 

Ülkenin huzurunu, toplumsal barışı ilgilendiren hemen her önemli tartışmada taraflara gereken uyarıyı yapmıyor.

 

Bekliyor. Ne zaman ki hükümet başkanı konuyla ilgili görüşünü açıklar, o zaman onun koşutunda derde şifa olmayacak bir şeyler söylüyor.

 

Yüzünde yapmacık bir gülümseme… İşine geldi mi siyasetçi kimliğini sergiliyor. AKP’nin izlediği yoldan ay-rılmamaya özen gösteriyor.

 

Bu tutumuyla tarafsız, ülke sorunlarına duyarlı bir cumhurbaşkanı portresi çizdiğini sanıyor.

 

Çankaya’daki; RTE’nin, Müslümanın parasını dolandırarak dinci siyaset yapan yayın organlarına yatıran Müslüman Deniz Feneri olayını örtmek için Doğan grubuna saldırmasını basit bir medya-iktidar kavgası gibi görüyor.

 

Tarafsız bir konumda olduğunu anımsatarak, daha doğrusu tarafsızlık kimliğinin arkasına sığınarak “Olay kurumlar arası olsaydı müdahale ederdim, ama?…” diye bir mazeret üretiyor.

 

RTE’nin Doğan grubuna karşı başlattığı ve haftalarca sürdürdüğü saldırıların basın bağımsızlığına, yayın özgürlüğüne yönelik bir saldırı olmadığına inandığını ifadeden çekinmeyen bir cumhurbaşkanı var başımızda!

 

RTE-Doğan kavgasını irdelemekten kaçınırken söylediği şu sudan yoruma bakınız; “Bayram barıştırır!”

 

Gizli açık faşizan inançlarla yoğurulan kafalar yönetiyor ülkeyi.

 

***

 

RTE-Doğan kavgasını yorumlarken Çankaya’daki, basın özgürlüğüne yönelik saldırıların ülkenin temeline konulan bir dinamit olduğunu irdeleyen bir iki cümle söyleyemez miydi?

 

Anayasa, evet cumhurbaşkanlarına kurumlar arasında uyumu sağlamayı emrediyor.

 

Ama aynı anayasa, demokrasinin belli başlı temellerinden olan basın özgürlüğünün korunmasını da emrediyor.

 

Üstelik Çankaya’daki, siyasal gerginlikleri Çankaya Köşkü’nde iktidar ve muhalefet partisi liderlerinin katılacağı Kayseri mantısı sunduğu öğle yemekleriyle ortadan kaldıracağını sanıyor.

 

Batılı bir siyaset adamı olduğunu uçağa binerken eşinin şemsiyesini tutarak kanıtlayan doğulu bir erkek!

 

Sorunları irdelemekten kaçan, bir AKP’li olduğunu hiçbir zaman unutmadığını sözleriyle, hareketleriyle belgeleyen dinci bir cumhurbaşkanı.

 

***

 

Deniz Feneri sorunu Türkiye’yi ayağa kaldırmış; Müslümanı Müslümanlıkla dolandıran dernekler türemiş. Bu dernekleri yöneten, toplanan milyonlarca Avro’yu dinci siyaset yapan Kanal 7’ye aktaran adamların hemen hepsi AKP’ye kafa itibarıyla bağlı kişiler ve başlarında Zekeriya Karaman, “kardeşi” RTE’nin akrabası.

 

Alman yargıç, Deniz Feneri dolandırıcılığında dört isim söylüyor. Biri de RTÜK Başkanı Zahid Akman.

 

Çankaya’daki, Deniz Feneri dolandırıcılığı ile veya Zahid Akman’ın ortaya dökülen kirli çamaşırlarıyla ilgili soruları yanıtlamak istemiyor.

 

Bu memlekette yargı varmış, ilgilenecek kurumlar varmış!

 

***

 

Var olmasına var da bu kurumları dikkate alan, örneğin adı Fener’in dışında pek çok olaya karışan Zahid Akman’ı istifaya çağıran -Meclis Başkanı dışında- hükümetten ve iktidar partisinden tek bir AKP’li yok orta yerde.

 

Deniz Feneri olayının Türkiye şubesi henüz yargıya intikal etmedi.

 

Böyle ulusal vicdanı sızlatan uluslararası dolandırıcılık olayı karşısında Çankaya’dakinin hükümeti, yargıyı göreve çağırması gerekmez mi?

 

Hayır, gerekmiyor. Çankaya’daki, gündemdışı konularda yüksek fikirlerini söyleyerek görevini yerine getirdiğini düşünüyor. Kamuoyunun yuttuğu sanısıyla herhalde ıstakozlu makarnayı özleyen eşi Hayrünnisa Hanım’la ABD’ye giderken görev süresi yedi yıldan beş yıla inerse yeniden aday olup olmayacağını uçakta gazetecilerle tartışıyor.

 

Kurtuluşun yolu bir buçuk yıl öncesine kadar birdi; şimdi ikiye çıktı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kanal 7'deki yoğun reklam kampanyasıyla ikna edilen ve "henüz inşaat ortada yokken konut teşvik primi almak" isteyen Almanya'daki gurbetçileri Hürriyet'in 5 yıl önce "Para yatırmayın" diye uyardığı ortaya çıktı.

 

Zahid Akman ve arkadaşlarınca kurulan kooperatif milyonlarca Euro teşviki çekip bir ev bile yapmadan batınca Alman devleti verdiği teşvikleri üyelerden geri istedi. Üyelerin kooperatif aidatları da yandı, toplanan paraların akıbeti ise meçhul.

 

ALMANYA'da Abdullah Özer, Zahid Akman, Yasin Özcan ve Mehmet Gürhan'ın birlikte kurduğu ve iflasını ilan edip binden fazla üyesini Alman Maliyesi'nin icra kararlarıyla karşı karşıya bırakan kooperatife karşı Avrupa Hürriyet tam 5 yıl önce halkı uyarmıştı. Kooperatif sorumlularının "Fırsatı kaçırmayın" diye kandırdığı bin kadar gurbetçi, şimdi Alman Maliyesi'yle karşı karşıya kaldı. Ödedikleri aidatları iflas eden kooperatifte kaybeden OFWG'zedeler şimdi kendi adlarına çekilen milyonlarca euro krediyi de Alman devletine geri ödemek zorunda.

 

Almanya'da Deniz Feneri Derneği e.V davasıyla birlikte su yüzüne çıkan ve sorumluları hakkında ayrı bir soruşturma yürütülen OFWG (Offenbacher und Frankfurter Wohnungsbaugesellschaft) isimli kooperatif için Hürriyet, 28 Haziran 2003 tarihli "Tuzağa düşmeyin" başlıklı haberiyle kamuoyunu bilgilendirmişti. Hürriyet, kooperatiflerin vatandaşlar adına aldığı konut teşvik primlerini uygun şekilde kullanmadığının tespit edilmesi halinde paranın vatandaşlardan geri alınacağına dikkat çekmişti.

 

Reklamlarla ikna ettiler

 

Kanal 7'de çıkan yoğun reklam kampanyasıyla, bir gazetenin "Teşvik fırsatını kaçırmayın" başlığıyla verdiği "özel" haberleri, binin üzerinde vatandaşı ikna etmiş ve vatandaşlar, "konut satın almadan teşviği kapma" hayalini kurmuştu. 1 Ocak 2003 tarihinden itibaren konut teşvik priminin kaldırılması kararından sonra Abdullah Özer, Zahid Akman, Yasin Özcan ve Mehmet Gürhan'ın kurduğu OFWG, vatandaşlara, "Teşvik fırsatını kaçırmayın" demiş ve böylece vatandaşları kooperatife üye yapmıştı.

 

Tek ev yapmadan iflas

 

Bu sistemde vatandaşlar kooperatife üye oldukları için, henüz inşaat ortada yokken bile devletten Konut Teşvik Primi alabiliyorlar. Ancak şirketin iflas etmesi, paranın amaç dışı kullanılması veya inşaatın yapılmaması halinde devlet, parayı, Konut Teşvik Primi'ni ödediği vatandaşlardan geri istiyor. OFWG'de 2007'de tek bir ev bile yapmadan iflasını verdi. Her ay ödedikleri kooperatif üyeliği aidatlarını kaptıran vatandaşlar ayrıca Alman devletinden kendi adına alınan teşvik primini de geri ödemekle karşı karşıya kaldılar. Bir süre önce Alman maliyesinden konut teşvik primini alan vatandaşlara "Aldığın primi geri öde" mektupları gelmişti. Vatandaşlara "teşvik için son fırsat" diye yaklaşan sözde kooperatifin topladığı paraları nereye kullandığı ise belli değil.

 

Hürriyet yazmıştı

 

HÜRRİYET'in beş yıl önceki İsmail Erel imzalı haberinde özetle şu uyarılar yer almıştı: "Konut Teşvik Primi'nin (Eigenheimzulage) kaldırılması bazı uyanıkları harekete geçirdi. 'Aman vatandaş. Hakkın yanmadan gel ev satalım' gibi uyarılarla vatandaşa yaklaşan uyanıkların asıl hedefi, vatandaşa para kazandırmak değil, aradan sıyrılıp çok riskli bir iş üzerinden para kazanmak.

 

Kooperatif üyeliğinin çok riskli olduğuna dikkat çekilirken, Almanya'nın önde gelen bağımsız finans kuruluşları da, 'Bazen bir arsayı gösterip, 'İşte buraya konut dikeceğiz' diyor ve sonra da paralarla kaçıyorlar' uyarısını yapıyor. İşte sorun da o zaman başlıyor. Çünkü devlet, kooperatifin artık teşvik edilemeyeceğini gördüğü anda, o zamana kadar ödenen tüm teşviklerin iadesini talep ediyor."

 

Maketli savunma

 

OFWG'nin Başkanı Abdullah Özer, Hürriyet muhabiri Gülay Durgut'a, "Üyelerimizle bir sorunumuz yok. Kooperatiften çıkmak isteyen çıkar, yolumuza devam ediyoruz" demiş ve maketi göstermişti.

 

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9971177....29&sz=50148

 

Bu gibi kisiler, hak ettiklerini yasiyorlar diyecegim ama dilim varmiyor. Insan bukadarmi ***** olur? Faiz haramdir safsatalariyla,kar payi verecegiz diye aldatilan insanlarin cehaletine anlam veremiyorum. Kar payi yada faiz arasinda negibi bir degisiklik oldugunu o kisilere sorsak, hicbiri olumlu bir yanit veremezler.Durum buyken; 3 cocuktan fazlasini yapin diyen bir basbakanin hedefleride belirlenmis oluyor. Enaz 3 cocuk yapinki, o cocuklarin kuran kurslarinda beyinlerini yikamak usuluyle, yeni ayak takimi yetistirelim mantigi. Hani demisti ya basbakanimiz. "Ayaklar bas olunca kiyamet kopar" diye. Iste o kiyamet kopmasin diye Türk insaninin ***** kalmasi, yönetenlerin sömürülerine ses cikarmamasi asil konu olmali.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu gibi kisiler, hak ettiklerini yasiyorlar diyecegim ama dilim varmiyor. Insan bukadarmi cahil olur? Faiz haramdir safsatalariyla,kar payi verecegiz diye aldatilan insanlarin cehaletine anlam veremiyorum. Kar payi yada faiz arasinda negibi bir degisiklik oldugunu o kisilere sorsak, hicbiri olumlu bir yanit veremezler.Durum buyken; 3 cocuktan fazlasini yapin diyen bir basbakanin hedefleride belirlenmis oluyor. Enaz 3 cocuk yapinki, o cocuklarin kuran kurslarinda beyinlerini yikamak usuluyle, yeni ayak takimi yetistirelim mantigi. Hani demisti ya basbakanimiz. "Ayaklar bas olunca kiyamet kopar" diye. Iste o kiyamet kopmasin diye Türk insaninin cahil kalmasi, yönetenlerin sömürülerine ses cikarmamasi asil konu olmali.

 

Bence çok rahat bir şekilde "hakettiklerini yaşıyorlar" diyebilirsin...

 

Alman Devleti, mevduata %0.5 faiz veriyordu. Türkiye Devleti %1.5 faiz veriyordu. O dönem özel bankalarımız da %3.25 faiz veriyordu... Aç gözlülük ettiler. Kalktılar %25 "kar payı" adı altındaki faizin peşine düştüler. Yetmedi, Almanya bankalarından kredi çekip yine organizayonlara verdiler. Amaçları, %25 faizi cukka ederken, diğer yandan Cumhuriyetin yıkılması için güçlü olması gereken islami sermayeye destek vermekti..

 

Hey hat... İşte ilahi adalet... işte Cenab-ı Hakkın adaleti. Aç gözlünün defterini öyle bir dürdü ki "İslam adına bir haltlar yemeye kalkışmayın" dedi. Eğer anlayan olduysa... Allahın elide var, parmağıda var, adamın gözünü de çıkarıverir...

 

Zira "paranın dini imanı olmaz" şiarında olan insanlarda ne iman, ne vicdan ne de adalet var olamaz... Bazı insanlar, emekle para kazanır. Bazıları komisyonla. Bazıları kaçakçılıkla, uyuşturucuyla, kumarla kazanır... Ahlaklı evlat, helal yolla, alın teriyle kazanılmış para ile yetişir.... Demekki neymiş, paranın dini imanı varmış...

 

Paranın dini imanı olmadığında karşımıza böyle ne idüğü belirsiz bir guruh çıkıverir.... ki haram haramı doğurmaya başlar!! Başımıza gelen de bundadır...

 

Öğretmen parayla not verir öğrenci kayırırsa...

Polis rüşvet alır suça göz yumarsa...

İşçi vazifesini ağırdan alır, aldığı maaşı hakedecek düzeyde çalışmazsa...

Memur mesaisini layık-i veçh ile yapmazsa...

Esnaf, tüccar, sanayici vergi kaçırır yani devletten çalarsa...

Bürokratlar, seçilmişler devlet malını, parasını, halkın vicdanını sömürürse....

 

Ve kazanılan tüm bu paraları evlatlarına yedirirlerse!!! Türkiye tablosuna baktığımızda başka birşey görmemiz zaten mümkün olamazdı!

 

BİZ BU HALE GELMEYİ HAKETTİK!!! ZİRA HARAM HARAMI, GÖZ YUMULAN SUÇ DAHA BÜYÜK SUÇLARI DOĞURDU.

 

Osmanlı, rüşvet yiyen memurunu ve ailesini top yekün sürermiş! "Artık haram yediler, onlardan hiç bir hayır gelmez!" diye..

 

Saygılarımla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

RTÜK Başkanı Akman'ın '41 bin YTL' dediği hisseler için Armada açıklama yaptı: 'Şirketlerinin toplam payı 905 bin 597 YTL'. Akman, bunun üzerine rakamı değiştirdi

 

ANKARA - Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Zahid Akman, bu kez kendi açıklamasıyla ters düştü. Önceki gün Armada'da şahsına düşen yüzde 1.07 pay için 2003 yılında 41 bin YTL ödediğini söyleyen Akman, dün Armada Alışveriş Merkezi Genel Müdürü Yıldır Ertem'in, Akman'ın ortağı olduğu Hayat Yapı'nın kendilerinden 905 bin 597 YTL karşılığı hisse satın aldığını açıklamasının ardından "Yanlış anlaşıldım" diyerek farklı rakam verdi. Ertem'in açıklamasına göre, Akman'ın payına düşen hisseler için ödenen para 292 bin 55 YTL'yi buluyor.

 

Hakkındaki iddialarla ilgili sürekli çelişkili açıklamalarda bulunan Zahid Akman'ı bu kez de ortağı olduğu Armada'nın genel müdürü yalanladı. Akman önceki gün NTV ekranında Murat Akgün'ün sorularını yanıtlarken, Armada'ya ortak olurken 41 bin YTL yatırdığını söyledi.

 

Söz Armada'da

Ancak Armada Alışveriş Merkezi Genel Müdürü Yıldır Ertem, dün konuyla ilgili bir yazılı açıklama yaparak, Akman'ı düzeltti. Ertem, Armada Alışveriş Merkezine halen 31 gerçek ve iki tüzelkişinin ortak olduğunu belirterek, şu bilgileri verdi:

 

"Son dönemde medyada adı geçen hissedarlarımızdan Hayat Yapı Ticaret ve Yatırım Ltd. Şirketi'ni temsilen Turgut Akman (Zahid Akman'ın kardeşi), yatırımcı ortaklarımızdan 511 bin 27 YTL değerinde, yatırımcı şirketimizden 394 bin 560 YTL olmak üzere toplam 905 bin 597 YTL karşılığı yüzde 3.3'e ulaşacak şekilde hisse satın almıştır. Bu satın almanın gerçekleştiği 2003 yılında Hayat Yapı Ticaret ve Yatırım Ltd. Şti'nin ortakları Turgut Akman, Hamide Ceylan ve Mehmet Habib Karaman'dan oluşmaktadır.

 

Alışveriş merkezimiz ile ilgili yukarıda belirttiğimiz tüm bilgiler resmi kayıtlarda mevcuttur."

 

Armada Alışveriş Merkezi Genel Müdürü Ertem'in açıklamasının ardından avukatı Ali Yıldız aracılığıyla akşam saatlerinde yeni bir açıklama yapan Zahid Akman, önceki gün televizyonda söylediği, Armada'ya 41 bin YTL'ye ortak olduğuna ilişkin sözlerinin yanlış anlaşıldığını savundu. Akman adına açıklama yapan Ali Yıldız, şu ifadelere yer verdi:

 

"Müvekkilim bu hisseleri 26 Ağustos 2003 tarihinde arsa değeri üzerinden birikimini ortaya koyarak satın almıştır. Müvekkilimin paydaşı olduğu Hayat Yapı Ticaret ve Yatırım Limited Şirketi'nin, şirket olarak tüm hisseler için ödediği toplam tutar yüzde 3.3 paya karşılık olarak 905 bin 597 YTL'dir. Bu husustaki bir yanlış anlaşılmaya ve haksız yorumlara sebep olmamak için bilgi verme gereği doğmuştur."

 

Niye 41 bin dedi?

Akman'ın, Armada'nın yüzde 3.3 hissesini elinde bulunduran Hayat Yapı'daki hisseleri yüzde 32.25'i buluyor. Bu durumda Akman'ın 905 bin 597 YTL'den payına 292 bin 55 YTL düşüyor. Oysa Akman NTV'de önceki gün elinde bir tapu belgesi sallayarak Armada için 41 bin YTL ödediğini ileri sürdü. Şimdi kamuoyu Akman'ın önce 41 bin YTL'ye aldığını belirtip, Armada Genel Müdürü'nün açıklaması üzerine de neden kendini tekzip etmek zorunda kaldığını merak ediyor.

 

'Ucuzluk' ortaya çıkacaktı

Akman'ın başkentteki ünlü alışveriş merkezi Armada'nın yüzde 1.07 hissesine beş yıl önce 41 bin YTL (yaklaşık 25 bin dolar) ödeyerek sahip olduğu ifadesinin gerçek kabul edilmesi durumunda, "Piyasa değeri 350-450 milyon dolar olarak hesaplanan bir şirketin yüzde 1.07'sini kim kime neden 41 bin YTL'ye verir?" sorusu sorulacaktı. Dün yapılan açıklamalarla bu sorunun önü kesilmiş oldu. (Radikal)

 

'Çocuklarımın geleceğini hazırlıyorum'

Zahid Akman, önceki gün NTV'ye konuşurken, RTÜK Üyesi ve Başkanı olduktan sonra ortak veya yönetici olduğu bir kısım şirketlerden hemen ayrıldığını, bir kısmının da zaman aldığını söyleyip, "Şu anda iki ortaklığım var, ikisi de yatırım ortaklığıdır. Birlikte bir gayrimenkul alınmıştır, gayrimenkul adına yapılan şirket faaliyetidir ve limited şirketidir. Bu zaten benim mal beyanımda da ilk günden belirtilmiştir" demişti.

 

Armada'da '7 milyon dolarlık hisse'si olduğuyla ilgili haberlerin hatırlatılması üzerine Akman, tapuyu göstererek, hissenin 2003 yılında alındığını, değer olarak '41 milyar lira' göründüğünü açıklamıştı. Akman, Hayat şirketindeki hissesinin de yüzde 1'e denk geldiğini söylerken gayrimenkulden kira almanın ticari faaliyet olmadığını şu sözlerle savunmuştu: "Beş çocuk babasıyım, haysiyetli, şerefli bir insanım, alnımın teriyle, bileğimin hakkıyla, kuruşu kuruşuna hesabını vererek bu parayı kazandım. Çocuklarımın geleceğini hazırlıyorum."

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Allah şaşırtmasın.

 

 

Dün, NTV canlı yayınında 'Başbakan arkamda' diyen RTÜK Başkan'ı Zahit Akman'a Dengir Mir Mehmet Fırat'tan şok edici yanıt :

 

 

 

Balçiçek Pamir- Başından beri Zahit Akman'a destek vermeyen, sahip çıkmayan bir kaç kişiden birisiniz.

 

Dengir Fırat- Evet. ben hiç bir zaman suçlunun ve suçun yanında olmam.

 

Balçiçek Pamir- Zahit Akman'ın suçlu olduğunu mu düşünüyorsunuz?

 

Dengir Fırat- Onu bilemem.

 

Balçiçek Pamir- Zahit Akman istifa etmemesine gerekçe olarak Başbakan'ın arkasında olduğunu söylüyor.

 

Dengir Fırat- Sayın Başbakan'ın öyle bir söylemi olduğunu zannetmiyorum...

 

Gemiyi en önce kaptan terk etmiş. İlk kaçması gereken fareler güvertede oraya buraya saldırıyor. Yolculardan biri de çıkmış kurtarma ekiplerine karşı "bir kaç hırsızın işini ne kadar da büyüttünüz" diye huysuzlanıyor. Komedi! Resmen komedi.

 

Yaman adam Zahid.

 

Bu alıntının dışında, aynı canlı yayında (NTV'deki) Armada Alışveriş Merkezi'ndeki hissesini 41bin YTL'ye aldığını da söylemişti değil mi?

Avukatı Ali Yıldız programdan hemen sonra rakamı düzeltti, 905.597YTL olarak :)

Küçük fark tabi.

 

Pekiiiiii, yine aynı programda Doğan Yayın Grubu için 11 tane tekzip kararı çıkarttığını, ancak bunların hiçbirinin yayınlanmadığını da söylemedi mi?

Dikkatli dinlemişsiniz, söyledi.

Grubun hukuki işlerini yapan Bayraktar Hukuk Bürosu'nun açıklaması nedir peki?

"Kendilerine ulaşan hiçbir tekzip yok" Tıklayınız

 

Yaman adam Zahid. İzlemeye devam edelim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Düne kadar Almanya'daki dernekle bizim bir alakamız yok. Yalan, küffar, iftira, Allah Korkusu olmayanların işi diyen Kanal 7'nin patronu Zekeriya Karaman'ın, 22 Temmuz Seçimlerinde AKP'den aday adayı olan İstanbul 10. Noteri İsmet Büyükkılıç'a Mehmet Gürhan adına kendisine sahte Vekaletname hazırlattığıda ortaya çıktı.

 

Ve arkadaşlar "Dürüst ve doğru habercilik" in temsilcisi olan Zaman , Yenişafak gibi gazetelerin sitelerine baktım. Demekki dürüst ve doğru habercilik için böyle bir olayın haberi değeri yokmuş. Günlerce Almanya'daki deniz feneri davasını haber yapmayan. Sadece iç sayfalarından Zahit Akman'ın kendini savunduğunu açıklamalara yer veren Yenişafak'tan zaten öyle bir beklentim yoktuda. Yolsuzluk ortaya çıktıktan bir kaç gün sonra sessizliğini bozan Zaman'a baktım. Ondada yok.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Düne kadar Almanya'daki dernekle bizim bir alakamız yok. Yalan, küffar, iftira, Allah Korkusu olmayanların işi diyen Kanal 7'nin patronu Zekeriya Karaman'ın, 22 Temmuz Seçimlerinde AKP'den aday adayı olan İstanbul 10. Noteri İsmet Büyükkılıç'a Mehmet Gürhan adına kendisine sahte Vekaletname hazırlattığıda ortaya çıktı.

 

Ve arkadaşlar "Dürüst ve doğru habercilik" in temsilcisi olan Zaman , Yenişafak gibi gazetelerin sitelerine baktım. Demekki dürüst ve doğru habercilik için böyle bir olayın haberi değeri yokmuş. Günlerce Almanya'daki deniz feneri davasını haber yapmayan. Sadece iç sayfalarından Zahit Akman'ın kendini savunduğunu açıklamalara yer veren Yenişafak'tan zaten öyle bir beklentim yoktuda. Yolsuzluk ortaya çıktıktan bir kaç gün sonra sessizliğini bozan Zaman'a baktım. Ondada yok.

 

Paylaşımın için teşekkürler...

 

Sanırım "para" kaynaklarını kendi elleriyle deşifre etmekten kaçınmışlar! Masumane birşey yani.. :D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Düne kadar Almanya'daki dernekle bizim bir alakamız yok. Yalan, küffar, iftira, Allah Korkusu olmayanların işi diyen Kanal 7'nin patronu Zekeriya Karaman'ın, 22 Temmuz Seçimlerinde AKP'den aday adayı olan İstanbul 10. Noteri İsmet Büyükkılıç'a Mehmet Gürhan adına kendisine sahte Vekaletname hazırlattığıda ortaya çıktı.

 

Ve arkadaşlar "Dürüst ve doğru habercilik" in temsilcisi olan Zaman , Yenişafak gibi gazetelerin sitelerine baktım. Demekki dürüst ve doğru habercilik için böyle bir olayın haberi değeri yokmuş. Günlerce Almanya'daki deniz feneri davasını haber yapmayan. Sadece iç sayfalarından Zahit Akman'ın kendini savunduğunu açıklamalara yer veren Yenişafak'tan zaten öyle bir beklentim yoktuda. Yolsuzluk ortaya çıktıktan bir kaç gün sonra sessizliğini bozan Zaman'a baktım. Ondada yok.

 

 

Almanyada hapiste olan biri, Türkiyede yasayan birine ünlü noterlerimizden biri tarafindan vekalet veriliyor, o noterinde akp den aday adayi oldugu belgeleniyor. Yolsuzluklarin üzerine gittigini savunan akp, yolsuzluklarin yönünü degistirdigini nekadar daha gizleyebilecektir? Alman hapishanelerini,Türkiyedeki gibi sandilar anlasilan.

 

ÖNEMLI NOT : Bugün kanallar arasinda dolasirken, kanal 7 avrupanin reklamlarinda yeni bir soygun reklami daha yayinlaniyordu. Ayni denizfeneri reklamlarini animsatti bana. IHH diye lanse edilen bu kurulus bana, denizfenerini animsatti. Vatandaslarimizin, bu oyunlara gelmemelerini tavsiye ederim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Itiraf haberini birde alman gazetesinden okuyalim.tayyip neden dogana yükleniyer ve cok fazla zirvaliyor?herkes sadece tayyip yanlisi gazeteyi okuyan bilincsiz degilki.yani bu durumu bilmeliydi tayyip.

 

Türkischer Sozialverein

Spendensammler gestehen Betrug

 

Millionen sind in die eigene Tasche gewandert

Mit Geständnissen hat am Montag der Prozess gegen drei ehemalige Funktionäre des türkischen Sozialvereins "Deniz Feneri" begonnen. Die Männer gaben zu, mehrere Millionen Euro Spendengelder abgezweigt zu haben.

http://www.hr-online.de/website/rubriken/n...23514&tl=rs

 

Betrugsverfahren

Türkische Spendensammler: Haben Gelder abgezweigt

{7516D3C7-667E-4C1C-8203-8B7CAB6FB385}File1_4.jpg

Der Sitz des Landgerichts Frankfurt, in dem gegen die früheren Vereinsfunktionäre verhandelt wird[/color][/i]

http://www.faz.net/s/Rub77CAECAE94D7431F9E...n~Scontent.html

 

 

 

 

Alman Sol Parti Milletvekili Hakkı Keskin'den hükümete uyarı..

http://www.milliyet.com.tr/Dunya/SonDakika...i...&ver=74

birde orjinal kaynaktan okuyun.

http://www.keskin.de/bundestag/medienauftritte/1935020.html

 

„Deniz Feneri“ benzeri soygunlara yasal önlemlerle artık izin verilmemeli ve sorumlular ağır cezalara çarptırılmalıdır !

Frankfurt`da görülmekte olan Deniz Feneri“ skandal davasına ilişkin görüşlerimi mahkeme sonuçlandıktan sonra kamuoyuyla paylaşmayı düşünüyordum. Ancak „Deniz Feneri“ davasında tutuklu bazı yetkililer suçlarını kabul ederek, yaptıkları rezaletlerle ilgili mahkemeye açıklamalarda bulundular. Ne var ki sorgulamada henüz perde arkasında ortaya çıkmamış bazı gerçeklerin saklandığı kuşkusu var.

 

Mafya metodlarıyla çalışan kuruluşlarda anlaşmalı bir yöntemle suç bazı kişiler tarafından üzerlenilerek, ortaya çıkmasından kuşku duyulan bazı gerçekler ve sorumluları saklanmaya çalışılır. Acaba böyle bir durum bu davada da söz konusumudur, bunun mahkemece iyiden iyiye irdelenmesi gerekir.

 

Bu skandal davayı büyük bir dikkatle ve son derece hayret ve öfkeyle izliyorum.

 

Almanyalı Türklerden toplanan zekat, kurban ve muhtaca yardım amaçlı 41 milyon Euronun çok büyük bir kısmı, „Deniz Feneri“ yetkililerinin kendi şirketlerine ve cebine aktarılmıştır. Bunu Deniz Feneri tutukluları mahkemede kabul ediyor ve açıklıyorlar.

 

Bilindiği gibi yurt dışındaki yüzbinlerce Türkten „yeşil sermaye“ denen firmalar tarafından tahminlere göre 30-35 Milyar Euro toplanmış, sonrada bu firmalar iflas etti gerekçesiyle yüzbinlerce insanımızın alın terleriyle kazandıkları paraları gaspedilmişti. Bu paralar toplanırken de dini motifler kullanılmış, faiz haram olduğu için kendilerine yüzde 25 i aşan kar verileceği vaidlerinde bulunulmuştu. Bu şirket yetkilileri, paraları vatandaşlarımızdan toplarken, çoğu kez bazı camileri ve yetkililerini de inandırıcı araç olarak kullanmışlardı. Yüzbinlerce insan madur edilmiş, bazılarının aileleri bu nedenle çökmüş ve hatta intihar edenler bile olmuştu. Bu büyük sahtekarlık olayı henüz sonuçlanmış değildir. Bu konuda Türkiye siyasi yetkilileri bu soyguncu firmaların üzerine kararlılıkla gitmeli ve madur olan yüzbinlerce insanımızın hakları aranmalıdır.

 

Yüzbinlerce insanın emeklerinin, dini inançları araç olarak kullanılarak gasp edilmesi çok önemli bir gerçeğin doğruluğunu tekrar tekrar ortaya koyuyor. Din siyasetin, ticaretin ve ekonomik çıkarların aracı olarak asla kullanılmamalıdır. İşte Laikliğin gerçek anlamı budur. Dini ve dini inaçları siyasete, ticarete ve kişisel çıkarlara sokmamak. Laikliğe karşı çıkanların bir amacıda, islam dinini kendi çıkarları için kullanarak, haksız kazanç sağlayabilmeleridir. Artık bu gerçeğin Türk toplumu tarafından anlaşılması gerekmektedir. Artık din tüccarlarına, insanları Allah ve Peygamberle aldatanlara yasal yollardan dur denmesi ve bunların insanımızı tekrar tekrar aldatmalarına olanak verilmemesi gerekmektedir.

 

Türkiye`deki yargı kurumlarını ve hükümeti, „Deniz Feneri“ ve „Yeşil Sermaye“ yoluyla insanlarımızın paralarını gasp edenlerin üzerine kararlılıkla gitmeye çağırıyorum. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının haklarını korumak hükümetin en önemli görevlerindendir.

 

Almanyalı Türkleri, tüm bu skandallara ve aldatmalara karşın hala utanmadan yine dini duyguları kullanarak para toplayan ve bunun için televizyonlara ilan veren kuruluşlara artık alın terlerini kaptırmamaya çağırıyorum. Zekat, kurban parası ve yardım verilebilecek güvenli kurumların başında Kızılayın bulunduğu unutulmamalıdır.

 

Hakkı Keskin

http://www.keskin.de/bundestag/medienauftritte/1935020.html

 

DENİZ FENERİ SKANDALI KARARTILMSIN

 

FRANKFURT Yerel Mahkemesi'nde süren ‘Deniz Feneri' davası ile ilgili konuşan Sol Parti Federal Milletvekili ve Türk-Alman Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanvekili Sevim Dağdelen, davanın en küçük bir soru işaretine yer vermeden sonuçlandırılarak, skandalın aydınlığa kavuşturulmasını beklediğini söyledi.

Sevim Dağdelen, yaptığı yazılı açıklamada ‘Deniz Feneri skandalı'nın, insanların dini inanç ve duygularını sömürerek ceplerini doldurmak isteyenlerin hazırladığı tezgahlar zincirinin son halkası olduğunu öne sürdü. Dağdelen yaptığı açıklamada şöyle dedi:

“Frankfurt Yerel Mahkemesi’nde süren davada bugüne dek gün ışığına çıkan gerçekler, dini inanç sömürüsüyle dolandırıcılık yapanların engellenebilmesi için gerekli adımların atılmadığını da gözler önüne sermektedir.

İslami holdingler olarak bilinen ‘yeşil sermaye' kuruluşlarınca milyarlarca Euro tutarında dolandırılan yüz binlerce Türkiye kökenli göçmen bu mağduriyetiyle baş başa bırakıldı. Bugün Deniz Feneri skandalında bir yanda Alman hükümetinin gösterdiği sessizlik de, diğer yanda Türk hükümetinin dolandırıcıları savunma anlamına gelen yaklaşımı da, yeni skandallara zemin hazırlamaktadır. Federal Hükümet, İslami holding soygununda sergilediği ‘Soyan da soyulan da Türkiye kökenli, mesele beni ne ilgilendirir?' şeklinde yorumlanabilecek tavrını terk etmelidir. 16/4836 nolu ve 27.03.2007 tarihli soru önergeme verdiği yanıt, bu tavrın somut ifadesi olmuştu. Hükümet geçtiğimiz soygunlarda zarara uğrayanların tazminatlarını alabilmeleri ve yeni soygunların engellenmesi için yükümlülüklerini yerine getirmeli, denetleme görevi karşısındaki duyarsızlığına son vermelidir. Frankfurt Eyalet Mahkemesi savcısının ‘Türk hükümeti Deniz Feneri için siyasi baskı yaptı' iddiası da yolsuzluğun kendisi kadar büyük bir skandaldır. Yargı üzerinde baskı kurmaya hizmet eden her türlü çabadan vazgeçilmelidir. Sanıklar, 18 milyon Euro tutarındaki bağışın AKP çevrelerine verildiğini söylemektedir. Ucu nereye varırsa varsın, sanıkların bu ifadelerinin üzerine gidilmeli, skandal tümüyle aydınlatılmalı, sorumlular cezalandırılmalıdır.

 

 

 

 

dogan‘a “inanmayin” diyor tayyip.ama dogan hakli cikti.

tayyip’ciler, yabanci basini takip eder mi hic??yoksa haberleri yalakci tayyip basindan mi alirlar hep?deniz feneri davasinda erdogan’a inanmak icin lümpen cahil olmak gerekir sanirim.

Zahid Akman'a soruşturma

17 Eylül 2008

Ali VARLI / BERLİN

Zahid Akman'a soruşturma

DENİZ Deniz Feneri davası iddianamesinde birçok kez adı geçen RTÜK Başkanı Zahid Akman hakkında, Frankfurt Savcılığı başka bir suçtan şüpheli olduğu gerekçesiyle soruşturma başlattı.a

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9923498....29&sz=15039

 

Höchster türkischer Medienwächter im Visier deutscher Fahnder

 

Mehr als tausend betrogene türkische Kleinanleger - jetzt ermittelt die Staatsanwaltschaft Frankfurt am Main gegen Aykut Zahid Akman, den Vorsitzenden des Obersten Rundfunk- und Fernsehrates der Türkei. Dem Erdogan-Vertrauten werden Betrug und Insolvenzverschleppung vorgeworfen.

 

http://www.spiegel.de/politik/ausland/0,1518,578528,00.html

 

 

akparti lilere sunu sormak istiyorum;

yalan olan nedir?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ÖNEMLI NOT :

Bugün kanallar arasinda dolasirken, kanal 7 avrupanin reklamlarinda yeni bir soygun reklami daha yayinlaniyordu.

Ayni denizfeneri reklamlarini animsatti bana.

IHH diye lanse edilen bu kurulus bana, denizfenerini animsatti.

Vatandaslarimizin, bu oyunlara gelmemelerini tavsiye ederim.

fft22_mf54537.Jpeg

fft22_mf54538.Jpeg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Deniz Feneri; Hani nerede "Dindar Cumhurbaskani?"

 

 

 

 

 

MHP Grup Baskanvekili Oktay Vural, Basbakan Recep Tayyip Erdogan’in, Almanya’da, bir yardim derneginde ortaya cikan usulsuzluklerin uzerine gitmesi gerekirken, olayi carpittigini, gercegi saklamaya calistigini belirterek, “İnanc hortumculari ile inanc tefecileri, beraber yurudukleri bu yolda derin isbirligi icindeler” dedi.

Vural, “Basbakan, kendisine ve partisine uzanan izlerin ustunu ortmek icin korkudan karanlikta islik calmaya devam etmektedir” dedi.

 

***

 

Sahi, her konuda İslâmi kurallara riayet etmeye calisan, turban meselesini kullanarak iktidar olan, son olarak icki tartismasi baslatan Tayyip Erdogan, neden Kur’an’da “haddi asan suclar” olarak gosterilen hirsizlik, yolsuzluk, dolandiricilik gibi bir konuda sorusturma dahi actirmiyor, olayi duyuranlari sucluyor?

Ustelik, Muslumanlarin zekât vermek niyetini istismar ederek topladiklari paralari, kisisel cikarlari icin harcayan insanlar soz konusudur. Yani suc, ayni zamanda İslâm’a karsi da islenmistir!

Hani “Dindar Cumhurbaskani”miz?

Nicin, İslâmiyeti kullanarak hirsizlik yapanlara karsi tek kelime bile etmiyor? Nicin, hirsizlara karsi kendisine bagli kurullari calistirmiyor?

 

***

 

Hz. Ayse’nin bildirdigi iddia olunan ve hemen butun Muslumanlarin dinlerini ana-babadan veya ogretmenden, hocadan ogrenirken duydugu, bir olay vardir hani! Soyle nakledilir:

“Mahzum kabilesine mensup, hirsizlik yapan bir kadinin durumu Kureys’i uzdu. ‘Onun hakkinda Rasulullah ile kim konusur’ denildi. ‘Buna Rasûlullah’in cok sevdigi Usâme b. Zeyd’den baska kim cesaret edebilir?’ dediler. Usâme Rasulullah ile konustu. Bunun uzerine Rasûlullah, ‘Ya Usame! Allah’in hadlerinden bir hadde sefaat mi ediyorsun?’ buyurdu. Sonra kalkip halka hitaben soyle dedi: ‘Suphesiz sizden oncekiler, iclerinde itibarli birisi hirsizlik yaptigi zaman birakiverdikleri, zayif birisi hirsizlik yaptiginda ise kendisine had uyguladiklari icin helâk oldular. Allah’a yemin ederim ki eger Muhammed’in kizi Fatima bile hirsizlik yapsa elini keserim.’”

 

***

 

Elbette simdi biz, kimsenin ellerinin kesilmesini istemiyoruz! Ancak bu tur hirsizlarin Muslumanlarin yakasini birakmasi icin o kirli ellerinin en azindan kelepcelenmesi gerekiyor!

Dolayisiyla “Dindar Cumhurbaskani”ndan da dindar Basbakan’dan da su mubarek Ramazan gunlerinde, hirsizlik yapanlar, siyaseten en yakinlari bile olsa onlari mahkemelere teslim etmelerini bekliyoruz.

Zaten bir Musluman, Kuran ahlâki ile ahlâklanmis olsa, kendi etnik kokeni, tarikati, mezhebi, partisi, hemserisi, akrabasi, anne-babasi, kardesleri veya cocuklari bir yana, kendisini bile kayiramaz.

Adalet kendini bile kayirmamaktir:

“Ey iman edenler! Haktan yana olup, adaleti sapasaglam ayakta tutun, Allah icin sahitler olun. İsterse kendinizin veya ana-babanizin ya da yakinlarinizin aleyhine olsun, isterse onlar zengin veya fakir bulunsun. Allah onlari korumada herhalde sizden ondedir. Artik hak ve adalette hevese uymayin. Eger dilinizi buker veya yuz cevirirseniz, Allah yaptiklarinizdan haberdardir.” (Nisa-135)

 

***

 

İste Kur’ân’i hakkiyla okuyan, dusunen ve anlayan bir insan bu ayete gore yasarsa emaneti ehline verir, insanlar arasinda hukmederse adaletle hukmeder.

Hukuk devleti, kendini bile kayirmayacak adalet anlayisina sahip insanlik ordusu ile gerceklesir, hirsizlar ordusu gibi ulkeyi talan edenlerle degil.

 

 

 

 

 

Arslan BULUT

 

Yenicag / 12.09.2008

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Türkiye'nin yakından takip ettiği Almanya'daki Deniz Feneri Derneği davasının Alman hakimi Johann Müller ve "Mahkumlar Almanya'da, ama asıl failler Türkiye'de" görüşünü bildiren savcı Kristin Lötz, CNN TÜRK'e konuştu.

 

Savcı, dosyada yeni adımların sinyalini verirken, hakim, bundan sonraki süreçte inisiyatifin adalet bakanlıklarında olduğuna dikkat çekti.

 

 

 

Talimatları Türkiye'den Kanal7 yöneticisi Karaman'ın verdiğini iddia eden Müller, bu kanıya nasıl vardığını CNN TÜRK'e açıkladı:

 

"Karaman gayriresmi muhasebe kayıtlarında Türkiye`ye gönderilen paraların alıcısı olarak geçiyor. Karaman, Deniz Feneri e.V Derneği'nin paralarıyla Almanya'da kurulan şirketlerde ortak ve yönetici olarak geçiyor. Mahkemede itirafta bulunan iki sanık da Karaman'ı yolsuzluğun Türkiye ayağından sorumlu kişi olarak gösterdi."

 

 

 

Almanya'daki Deniz Feneri Derneği davasının 17 Eylül'deki duruşmasında yargıç Johann Müller, üç sanığın da dolandırıcılık suçundan mahkum olduklarını açıklamıştı.

 

 

 

Almanya Deniz Feneri'nin toplam 41 milyon euro bağış topladığını; Türkiye'ye giden toplam miktarın 17 milyon euro olduğunu, bunun 8 milyonunun Türkiye Deniz Feneri'ne gittiğini, geri kalan kısmın çeşitli yerlerde kullanıldığını ifade etmişti.

 

 

 

Gerekçeli kararda olayın Türkiye boyutuna da değinen Müller, Mehmet Gürhan'ın dernekte yönetici olmasına karşın büyük oranda Türkiye'den yönlendirildiği ve karar vermede tek yetkilinin kendisi olmadığını, Türkiye'de Zekeriye Karaman'ın ön plana çıktığını vurguladı.

 

 

 

Buraya kadar olan kısım alıntıydı. Buyrun orjinali burada.

 

 

 

Pekiii,

 

Alman savcı Lötz ne demişti? İnsiyatif bundan sonra “adalet bakanlıklarında” demişti değil mi?

 

Dönelim hatırlayalım adalet bakanımız konu ile ilgili ne söylemiş :

 

Adalet Bakanı Şahin, “Falan ülkede, falan dernek yöneticileri suistimal yapmış. Bunun sorumlusu da sizsiniz diyorlar. Bana ne ya. Bana ne. Almanya’daki bir derneğin yöneticileri yanlış yapmışlarsa, yargılanmışlarsa, benim iktidarımdan buna ne?” demiş.

Şimdi bu sözlerin üzerine bir savcı arıyoruz, adalet bakanını ciddiye almayacak birisi olacak, haritadan yer beğenirken deniz kenarından uzakta rakımı yüksek biryerleri seçmekte endişe etmeyecek, tepeden gelecek siyasi ve tabandan gelecek şahsi tehditleri önemsemeyecek, dürüst, ilkeli, memleketini seven, muhtemel badem bıyıklarını soruşturma sürecinde kesebilecek, Adem’den olma Havva’dan doğma, en az 2,5metre boyunda, 200kiloyu sektirmeden kaldırabilecek, kurşun-bomba geçirmez yiğit birisidir aradığımız.

Var mı tanıdığınız bildiğiniz? Duyamadım ne yapalım, adalet bakanına mı soralım?

Bana ne savcınızdan demez mi şimdi?

Ayıp etmeyin adama, susun oturun.

Kış geliyor malum, kömür makarnaya yer açın kilerde. Bundan fazlasından size ne?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Uctu uctu kus uctu vee gözden kayboldu..

 

Arkadaslar farkındamısınız bılmıyorum ama hanı nerede DENIZ FENERI?Ben göremıyorum artık ısıkları kapattılar karanlıkta sessızlıge büründüler!

Hle sımdı bırde AKTÜTÜN ve 17 SEHIT varya ınanın artık öldü bıllah DENIZ FENERI duyulmaz.AKP özellıkle ERDOGAN VE GÜL,Kanal 7 zekerıya kahraman ve Erdoganın adamı Zahıt(Aykut)Rtük pardon Akman Aktütün gıbı bır güncel olay ınanınkı bulamazdılar aramayla PKK hallettı o işi ve Denız fenerını unutturdu.Aykut,Zahıd Akmanın asıl ısmıdır.Zahıd adı baglı oldugu tarıkatın sefıyle ılgılı bır ad.Cok müslüman oldukları ıcın adınıda Zahıd olarak degıstırmıs mübarek.

 

Televızyon kanallarındada Denız fenerı gecmıyor artık.Valla helal olsun bunlara!

Cumhurbaskanı Gül ne demıstı hatırlayalım;*Böyle tahrıklerle Türk mılletının yardımlasma alıskanlıgını ortadan kaldırmayalım*yanı acıkcası mılleti uyandırmayın demek ıstedı Gül.

 

 

saygılarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Bu haber nedense hiçbir haber kanalında ve gazetede yer almıyor?!‏

 

Deniz Feneri soruşturmasını sürdüren Alman Savcı Doris Möeller Scheu: 'Uluslararası hukuksal yaptırımlardan faydalanarak Recep Tayip Erdoğan'ın ifadesinin alınmasını talep edeceğiz'

 

BURAK ERDOĞAN'IN KURYELİĞİ ÜZERİNDE DURULUYOR

 

Savcılık, izleme sırasında Tayyip Erdoğan'ın oğlu Burak Erdoğan'ın aynı binadaki Deniz Feneri ve Kanal 7'ye sık sık gittiğini saptadı. Bu saptama, Burak Erdoğan'la ilgili kurye kuşkusunun kamuoyuna yansımasına neden oldu. Frankfurt Savcılığı, kara para aklama ve dolandırıcılık suçlamalarıyla açtığı soruşturmayla ilgili Türk makamlarından bazı talepleri içeren bir dosyayı Ankara'ya gönderdi. Dışişleri Bakanlığı'na iletilen dosya Adalet Bakanlığı'nca incelendikten sonra Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK)'a devredildi. Dosya MASAK'ta yıllardır bekletiliyor.

 

İÇ İÇE İLİŞKİLER

 

Frankfurt'ta kapılar kırılarak girilen binada çok sayıda belgeye el konulmuştu. Operasyonun nedeni Deniz Feneri Derneği'nin topladığı 16 milyon Euro'nun 8 milyon Eurosunu Kanal 7'nin Avrupa bürosuna aktarmasıydı. Frankfurt Savcılığı'nın baskında gözaltına aldığı dört zanlıdan üçünün, hem Deniz Feneri Derneği'nde hem de paraların aktarıldığı Kanal 7 ve YİMPAŞ Grubu şirketlerinde yöneticilik yaptığı açıklandı.

 

Kanal 7, 1995 yılında, Almanya'da Media 7 GmbH adıyla bir şirket kurdu. Gurbetçileri dolandıran Yimpaş'tan Media 7'ye, Media 7'den de Kanal 7'ye yüz binlerce dolar aktarıldı. Paralarını Yimpaş'a ve patronu Dursun Uyar'a kaptıran gurbetçiler perişan olurken, onların paraları ile Media7 ve Kanal 7 palazlandı. Bu operasyonda görev yapan isimler daha sonra Deniz Feneri Derneği'nin Avrupa merkezinde bir araya geldiler.

 

Gurbetçi paralarını hortumlayan Yimpaş'ın ortak olduğu Media 7 daha sonra iflas ettiğini açıkladı. O dönemde şirketin başında son operasyonda tutuklanan Mehmet Gürhan ve arkadaşları vardı. Bu isimler aynı zamanda Kanal 7'nin de yönetiminde görev yaptılar. Hortumlanan paralar Kanal 7'ye akıyordu. Media 7 iflas edince yerine Euro 7 kuruldu.

 

Mehmet Gürhan Euro 7'nin de ortağı. Mehmet Gürhan son operasyonda Deniz Feneri'nin topladığı yardım paralarını Euro 7'ye aktardığı için tutuklandı. Aslında Almanya'da başlatılan operasyonunun Türkiye'ye uzanan ilişkiler zincirinde hep aynı isimler ve bu isimlere ait şirketler var.

 

BURAK ERDOĞAN SIK SIK GİDİP GELİYORDU

 

Ön soruşturması yapılan davada Deniz Feneri Avrupa Başkanı ve Kanal 7 Avrupa Genel Müdürü Mehmet Gürhan'ın ve muhasebe sorumlusu Firdevsi Ermiş'in de ifadeleri alındı.

 

Önceleri taksicilik yapan Mehmet Gürhan'ın Frankfurt'ta 17 taksiden olusan taksi filosunu nasıl elde ettiği ve Frankfurt yakınlarındaki Dietzenbach kasabasındaki daire ve villa gibi gayrimenkullerin kaynağı soruldu. Frankfurt savcısının yaptığı araştırmaya göre Tayyip Erdoğan'ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan'ın da çeşitli zamanlarda Frankfurt Deniz Feneri ve Kanal 7'ye gelip gittiği belirlendi. Savcılık, araştırmanın en az bir yıl süreceğini, iki kamyon dolusu dosyanın incelenmesinin zaman alacağını, açıkladı.

 

Ayrıca İzmir limanında bulunan Atlas isimli gemiye el konulabileceğini, bunun için de Frankfurt savcılığı nezdinde ön çalışmaların tamamlandığını belirten savcılık, ileriki günlerde bir grup Alman avukatın, Ankara'daki Alman Büyükelçiliği ile işbirliği yaparak, gemiye el konulması için hareket edilecek.

 

KOSOVA'DA ARAŞTIRMA

 

Federal Kriminal Dairesi Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya ve İngiltere'nin yanı sıra Kosova, Türkiye ve Endonezya'da topladığı bilgilerle makbuzları karşılaştırdı.

 

Savcılık, Kosova'dan gelen ilk makbuzlarla Deniz Feneri'nin kayıtlarında yer alan; Kosova'da fakir köylere dağıtıldığı ileri sürülen yardımlara ilişkin makbuzların ilk karşılaştırmasında söz konusu Deniz Feneri'nin hibe ettiği miktarlar ve kişilerin hayal ürünü olduğunun belirlendiğini açıkladı.

Alman ve Kosova polisinin işbirliğiyle Deniz Feneri'nin makbuzlarda verdiği adres ve köylere gidildi. Buna göre 28 köyün muhtarı ile yapılan görüşmelerde söz konusu makbuzlarda yer alan bu isimlere ait kayıtlar bulunamadı. Kosova'daki muhtarlar, Alman İnterpol yetkililerine, 'Hayatımızda ne Deniz Feneri duyduk, ne de sözü edilen kişiler köylerimizde var' dediler. Alman polisi, Kosova'nın yanı sıra Pakistan'da da araştırmalarını sürdürüyor. Pakistan'daki araştırmalarda Deniz Feneri'nin kayıtlarında yer alan üniversite yapımı işi de uydurma çıktı. Konu edilen üniversite ile ilgili hiçbir şeye rastlanamadı.

 

Fatih'te muhtarların düzenledikleri sahte yardıma muhtaç kişiler ve yardım edildiği şeklindeki belgeler ayni zamanda araştırmanın diğer bir kanadını oluşturuyor.

 

AKP'DEN ADAY OLACAKTI

 

Mehmet Gürhan'ın Almanya'daki bütün hesaplarına el konulduğunu, bütün mal varlığının satışının durdurulduğunu belirten savcı Doris Möeller-Scheü şöyle diyor:

 

'Mehmet Gürhan aldığımız bilgilere göre Türkiye'de Temmuz ayında yapılacak seçimlerde AKP'den milletvekilliğine aday gösterilecekti. İncelediğimizde şahsın, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmelerini Ankara'ya giderek bizzat gerçekleştirdiğini tespit ettik. Erdoğan ailesi ile sıkı ilişkilerde olan Mehmet Gürhan'ın İzmir limanında demirleyen ve İtalya'dan Türkiye'ye gurbetçi taşımak için alınan geminin Deniz Feneri'ne yapılan bağışlarla alındığını tespit ettik. Ayrıca uluslararası hukuksal yaptırımlardan faydalanarak Recep Tayyip Erdoğan'ın ifadesinin alınmasını talep edeceğiz.

 

'1992 yılında 2000 Mark karşılığı taksi şoförlüğü yapan Gürhan'ın 1,5 milyon Euro değerindeki filosuna nasıl sahip olduğunu, bir villa ve 4 daireden oluşan 4,5 milyon Euro'luk mülkiyeti nasıl ve hangi parayla aldığını Gürhan'dan sorduk. Gürhan gibi avukatları da çelişkili açıklamalarda bulundular.'

 

BURAK ERDOĞAN'IN KURYELİĞİ ÜZERİNDE DURULUYOR

 

Frankfurt Savcılığı'nın 2007 yılının Nisan ayında başlattığı soruşturmada, en çok Mehmet Gürhan ile Türkiye arasındaki para trafiği üzerinde duruluyor. Buna göre Deniz Feneri Almanya'dan Türkiye'deki bazı banka hesaplarına yüklü miktarlarda paralar transfer ediliyor. Para transferlerinde üst düzey bir bürokratın Ziraat Bankası hesaplarının kullanıldığı, savcılık tarafından belirleniyor. Bu konu, Ankara'ya gönderilen ve şu anda MASAK'ta bulunan dosyaya da yansıtılıyor.

 

Alman savcılığı, bu para hareketlerinin yaşandığı dönemde bir başka noktaya dikkat çekiyor. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan, tam da bu dönemde Deniz Feneri ve Kanal 7 Almanya'nın bulunduğu binaya sık sık gidip geliyor. Savcılığın bu ziyaretleri önemsemesi ve para transferleriyle aynı döneme denk geldiğine dikkat çekmesi, gazetecilerin de dikkatini çekiyor. Akşam ve Güneş gazeteleri internet siteleri gibi bazı yayın organlarında, 'Burak Erdoğan kurye mi?' soruları ortaya atılıyor. Burak Erdoğan'ın Başbakan'ın oğlu olarak VIP salonlarını kullanması, üstünün veya eşyalarının aranmaması gibi özellikler de bu soruların dayanağı olarak değerlendiriliyor.

 

(Alıntıdır)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ÇALIŞMA ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Deniz Feneri konusunda suçlu olanların cezalarını çekmesi gerektiğini belirterek, "Ancak Deniz Feneri konusunda suçluları aramak ana muhalefet partisinin işi değildir. Bu iş yargının işidir" dedi. (*)

 

Size ne! demeye getiriyor. Size ne yahu?

 

Adalet bakanı ne demişti?

 

Bana ne! dememiş miydi?

 

Devam edelim Çelik'in sözlerine.

 

Bir sinema salonunda AKP'nin Yozgat'ın Sorgun İlçe kongresine katılan Faruk Çelik, küresel kriz konusuna da değinerek, fazla uzun sürmemesi halinde Türkiye'nin küresel krizden etkilenmeyeceğini belirterek, "Küresel krizin çok uzun sürmemesi halinde bir sorun yaşayacağımız düşüncesinde değilim. Umuyor diliyorum ki biran önce biter. Bitmediği taktirde bunun bir faturası olacaktır" dedi.

 

Borsa dibe vurmuş, dolar euro zıplamış gitmiş, elektriğe-suya-doğalgaza-akaryakıta gelen zamlar birbirine tur bindirmiş, maaş zamları enflasyon rakamlarının altında kaybolmuş, Merkez Bankası enflasyon tahmini %100 sapmış ve Çelik çıkmış böyle diyor.

Alışın arkadaşlar alışın.

Niye böyle? diye sormak mı istiyorsunuz?

Cevabınız hazır;

Size neeeeeeeeeeeee!!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yolsuzluk Olayları

"Sıra Bizde"ci

Dinciler ve "Sol"cular

 

 

 

 

 

 

 

 

"Öyleyse kapitalizm demokrasiyle nasıl uzlaşabilir? Sermayenin mutlak kudretini dolaylı yoldan yürüterek. Bunun iki ekonomik yolu vardır: 1) Doğrudan rüşvet; 2) hükümet ile hisse senetleri borsası arasında ittifak. (Bu bizim tezlerimizde ifade edilmiştir – burjuva sistemde mali-sermaye 'herhangi bir hükümete ve herhangi bir memura dilediği gibi rüşvet vererek satın alabilir!')

Bir kez meta üretimi, burjuvazi ve para gücü egemen olunca, hangi hükümet, hangi demokrasi olursa olsun, (doğrudan ya da hisse senetleri borsası yoluyla) rüşvete 'ulaşabilir'." (Lenin)

 

 

 

Her şeyin bir geçmişi, bir tarihi vardır. Hiç bir şey yoktan var olmaz, varken yok olmaz. Yolsuzluk olayları da bu "her şey"den birisidir.

Bugün Deniz Feneri, "Dişli" olayı, Dengir Mir Fırat'ın "hayali ihracatı" ve "nüfuz kullanımı", AKP'li belediyelerin irili ufaklı sayısız rüşvet ve suiistimal olayları AKP'yi kuşatırken, AKP de "tencere dibin kara, seninkisi benden kara" düzeni içinde ve Tayyip Er-doğan'ın sözüyle "komünist yöntemle", yani "çamur at izi kalsın"[1*] yöntemiyle CHP'ye yönelik karşı saldırısı gündemin ilk sırasına yükseldi.

Böylece "yolsuzluk olayları", bir kez daha alenen ve kamuoyunun gözleri önünde tartışılan bir konu haline gelirken, halkın genel bilgisi ve kanısı içinde "şimdi sıra bizde" mantığının dincisinden "sol"cusuna, her türden ve cinsten "kamu görevlisi"ne egemen olduğu ve bunun da kimseyi fazlaca şaşırtmadığı (bir kez daha) açığa çıkmıştır.

Yakın tarihe bakıldığında, bir siyasal iktidarın sonuna gelindiğinde "yolsuzluk dos-yaları"nın ayyuka çıktığı görülür. Her "yolsuzluk dosyası"nın, bir başkasının "yolsuzluğun hesabını soracağız" sloganıyla açıldığı ve ardından "şimdi sıra bizde" mantığı içinde "hesap soracak" olanların ilk başta yolsuzluk yapmaya başladıkları da tarih kadar eskidir.

1980 sonrası Türkiye'sinde "rüşvet", Turgut Özal'ın ünlü "benim memurum işini bilir" sözleriyle meşruluk kazanmıştır. Böylece Özal'ın "orta direği" kamu görevlileri (legalist ve neo-liberal solun söylemiyle "kamu emekçileri") kütlesi, bir bütün olarak "yasal rüşvet yiyiciler" tabakasını oluşturur hale gelmişlerdir.

Aynı şekilde Özal'ın "transformasyon" adını verdiği, devşirmecilik yöntemiyle, oligarşi için yeni beyinleri "sol"dan sağlama operasyonu, asıl olarak rüşvete dayandırılmıştır. Kültürel etkinliklerin "sponsorluğu"; "temiz vakıflar"dan alınan "proje fonları"; "solcu" öğretim üyelerine "vakıf üniversite-leri"nde yüksek maaşlı kürsüler tahsis edilmesi; ücretli seminer, panel ve sempozyum düzenlemeleri ve "sosyal-demokrat" belediyelerin "kültür şenlikleri", bu yeniçeri devşirme yönteminin araçları olmuştur. Eski "solcular", tüm değerleri, kendilerine sağlanan bu ve benzeri olanaklar karşılığında satışa çıkarmışlardır. Bu satışın teorisyenliğini yapanlardan Murat Belge'nin deyişi ile, "soyut bir gelecek için, somut bugünden vazgeçilemez" felsefesi, hemen hemen tüm sol unsurları etkilemiştir.

Dinciler, yani şeriatçı kesim ise, "sol"un satın alınmışlığından çok daha önce, onlarca yıl öncesinden satın alınmışlardır. Menderes döneminde tarikatlara (nakşibentler, nurcular vb.) sağlanan "kolaylıklar", her türlü "vergiden muaf" cami avlularında toplanan yardımlar, birbiri ardına açılan kuran kurslarından sağlanan gelirler, "dinci" kesimin satın alınmasında kullanılan araçlar olmuştur.

Tüm zamanlarda emperyalizmin ve oligarşinin "komünizme karşı mücadele"de en "temel" ve en "kararlı" müttefiki olarak ortaya çıkan şeriatçılar, I. ve II. MC hükümetleriyle "resmen" iktidar olmanın nimetlerinden yararlanırken, 12 Eylül döneminde Faysal Finans, El Baraka Türk, Rabıta vb. Suudi sermayesiyle desteklenmişlerdir.

Amerikan emperyalizminin "yeşil kuşak" stratejisinin bir parçası olarak şeriatçıların Avrupa'daki, özellikle de Almanya'daki yasadışı faaliyetlerinin görmezlikten gelinerek, buralardaki Türkiyeli "dini bütün" işçilerden toplanılan bağışlar şeriatçı kesimlerin sürekli finans kaynağı haline getirilmiştir.

Onlarca yılda devrimci mücadelenin yarattığı ve bir çırpıda "para"ya tedavül edilen değerler, "dinciler"in yüzyıllardır süregiden "allah korkusu olduğu için yemez"ler önyargısıyla karşı karşıya gelmiştir.

Tarihi bir kez daha anımsayalım:

Bugün artık bilinmeyen ve unutulmuş olan 1989 yerel seçimlerinden, 12 Eylül askeri darbesinin dokuzuncu yılında, Erdal İnönü'lü SHP birinci parti olarak çıkarken, oyların %32,8'ini almış, Ankara, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere 652 belediye başkanlığını kazanmıştır. Aynı seçimde Özal'ın ANAP'ı %23,7, Demirel'in DYP'si %23,4 oy almışlardır.[2*]

12 Eylül askeri darbesiyle yok edildiği, silindiği, bir daha ayağa kalkamaz hale getirildiği düşünülen "sol", nasıl olmuşsa olmuş, oyların %39,3'ünü almayı başarmıştır. "Karaoğlan" Ecevit'in 1977 genel seçimlerindeki %41,3 oy oranıyla elde ettiği "büyük za-fer"den sonra, "sol" tarihinin en yüksek oy oranına ulaşmıştır.

Olanlar da bundan sonra olmuştur.

O güne kadar Turgut Özal tarafından tek tek satın alınan "solcu aydınlar", 1989 yerel seçim zaferiyle birlikte topyekün satınalınabilir hale gelmişlerdir. Artık "hakça bölü-şüm"den söz eden "sol" zihniyet, "şimdiye kadar onlar yedi, şimdi sıra bizde"ye dönüştürülmüştür. İlk büyük yolsuzluk olayı da 1993 yılındaki "İSKİ skandalı"yla[3*] ortaya çıkmıştır.

Seçimlerde oy karşılığı ayakkabıdan tencereye kadar bir yığın rüşvetin dağıtıldığı bir ülkede, ister istemez "her şeyin mubah" olması, rüşvetin adının "bahşiş"e dönüştürülmesi doğaldır. Bu doğallık içinde, "sol", "yiyiciler sınıfı"na adını yazdırırken, "benim memurum işini bilir"in ürünü olan rüşveti olağan maaş gibi gören "kamu emekçileri" ile aralarındaki "kan uyuşmazlığı" da sona ermiştir.

Artık sadece "solcu aydınlar" değil, 12 Eylül öncesinde devrimci mücadeleye şu ya da burasından karışmış olan tüm "solcular" sıraya girmiştir. Dünün "militan solcuları", şimdi belediye zabıtaları, pazarcı tezgahları ihalesi "mafyası", belediyeye ait "çay ocakları" işletmecisi olurlarken, "yönetici militanlar", eğitim ve sınıfsal köken üstünlüklerini de kullanarak belediyelerin imar komisyonlarında "işgüder" haline gelmişlerdir.DİSK'in "yasaklı" olduğu dönemde Türk-İş'i "tek işçi sınıfı sendikası" olarak sola kabul ettirten "militan sol teorisyenler" ise, Türk-İş sendikalarında "eğitim uzmanı", "danışman" statüleriyle kendilerini sürekli maaşa bağlatmışlardır.[4*]

1991 genel seçimlerinde Demirel'in DYP' sinin birinci parti olarak çıkması ve SHP'yle koalisyon hükümeti oluşturmasıyla, "sol" da yerellikten genelliğe sıçrama yapmıştır. 1993 yılındaki "İSKİ skandalı" dönüm noktası olmuştur.

"Sol"cuların "şimdi sıra bizde" diyerek kamu olanaklarını kişisel çıkarlar için kullandıklarının herkes tarafından açıkça bilinir ve görünür hale gelmesiyle, "sol"un "makus talihi" de başlamıştır. O günden bugüne, hiç bir zaman "sol partiler" %39,3'lük oy oranına yaklaşamamışlardır.

Ve "sol"un karşısına, "allah korkusu"yla "yiyici" olmadığı düşünülen "dinci" kesim çıkmıştır. Solun boşalttığı yerler ve yitirdiği tüm değerler "dinci" kesimlerin kazanımları ve "yükselen değerleri" haline gelmiştir. Böylece 1994 yerel seçimlerinde İstanbul belediyesi Tayyip Erdoğan'ın eline geçmiş ve "ılımlı islamcı" yetiştirme ve besleme çiftliği haline gelmiştir.

Halk denilen "garibanlar" ise, "yiyorlar, ama hizmet de veriyorlar" diyerek "sağ par-tiler"in rüşvetçiliğini ve yolsuzluğunu meşrulaştırırken, "sol"un "yiyiciliği"ni lanetlerken, "dinci" kesimlerin rüşvet ve yolsuzluklarını "allah yolunda harcanan paralar" olarak meşrulaştırmıştır.

"Dinciler"in tarikatlara dayanan gizli ve yeminli örgütlülükleri, "kol kırılır, yen içinde kalır" örneğine benzer biçimde rüşvet ve yolsuzlukların bireysel çıkarlar için yapılmasının üstünü örtmüştür.

"İnananlar" ise, yerel ve merkezi iktidar "olanaklarının" kişisel zenginleşme aracı olarak kullanılmasını, "zekatı verildiği sürece", dine uygun ve helal olarak kabul etmiştir. "Sol"un rüşvetten verecek "zekatı" olmadığı için, "haram lokma"yı kursağından geçirdiğinden lanetlenmesi kaçınılmazdır.

Bugün AKP'lilere ilişkin rüşvet ve yolsuzluk olaylarından sadece Deniz Feneri olayı, şeriatçı kesimleri ve "inananları" derinden sarsmıştır. ANAP'tan ya da DYP'den transfer edilmiş şu ya da bu AKP'linin (Dengir Mir Fırat ya da Dişli) rüşvet ve yolsuzluk olaylarına karışması, tarikat çevrelerini hiç bir biçimde etkilememektedir. Onların düşüncesine göre, bu kişiler zaten "ötekiler"dendir, çıkarları gereği AKP'li olmuşlardır. Ama Deniz Feneri, onların öz işleridir, Amerikan emperyalizminin "yeşil kuşak" stratejisinden çok daha önceleri kurdukları "saadet zinci-ri"dir.

Böylece şeriatçı kesimler Deniz Feneri'yle birlikte, "aslan sosyal demokratlar"ın "İSKİ skandalı"yla içine düştükleri kırılma noktasına gelmişlerdir. Tek farkla ki, şeriatçı kesimler "takiyeci" olduklarından, "gavurdan –dinsizden– bir kıl koparmak kârdır"a inandıklarından ve özellikle de sahte belge düzenlemede uzmanlaştıklarından, "aslan sosyal demokratlar" kadar büyük bir yıkım sürecine girmekten kaçınabilme olanağına sahiptirler.

Dünya Bankası tarafından planlanan ve finanse edilen "okul yardımları"nı kolayca kendi "inayetleri" gibi sunabilen "dinciler", aynı rahatlık ve pişkinlik içinde devlet bütçesinden sağlanan kaynaklarla "yoksullara kömür dağıttıklarını" herkese kabul ettirebilmişlerdir. Onların dilinde AKP'li belediyelere ya da bakanlıklara verilen rüşvet, "iftar çadırları"nın kurulmasına hizmet eden "ze-katlar"dır.

Avrupa'da apartmanların bodrum katlarında oluşturulmuş olan camilerden toplanan milyarlarca lira, "inananların inananlara", "islamiyetin güçlendirilmesi" için verdiği "fitre ve zekat"tan başka bir şey değildir.

Ama AKP'nin %47 oyu, sadece şeriatçıların oylarından ibaret değildir. "Medya"nın "merkez sağ seçmen" diye tanımladığı kesimler büyük bir çoğunluğu oluşturmaktadır. Bu nedenle Deniz Feneri kadar Dişli olayı, Dengir Mir Fırat'ın "uyuşturucu baronluğu" bu kesimleri etkilemektedir. Tayyip Erdoğan'ın "hitabet sanatı" olarak tanımladığı "öfke"lenmesine yol açan da bu durumdur.

Tüm pişkinliklerine, tüm takiyeciliklerine ve sahte belge düzenleme yeteneklerine rağmen, "dinciler" de sistemin "adam satın alma"cılığının çarklarına kapılmışlardır.

Şüphesiz, özel mülkiyete dayanan, bireysel çıkarların esas olduğu kapitalizm koşullarında rüşvet ve yolsuzluk, yani kamu olanaklarının ve kamu gücünün bireysel zenginlik için kullanılması, kapitalist sistemin doğal bir olgusudur. Ama "ideoloji" sahipleri, bu sistemin parçası haline geldikleri andan itibaren, tüm inandırıcılıklarını ve inanırlıklarını er ya da geç yitirirler. 1989 sonrasında "sol"un başına gelenler, bugün "din-ciler"in başlarının üzerinde dolaşmaktadır.

Rüşvet ve yolsuzluktan arındırılmış bir sistem kurulmadığı sürece de, rüşvet ve yolsuzluklar bitmeyecektir.

 

 

Alıntı..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Kombassan'dan oyalama taktiği

 

 

Kombassan'ın mağdurlarına gönderdiği ve "Boşuna dava açmayın, mahkeme yoluyla paranızı alamazsınız" diye telkinde bulunduğu mektubu değerlendiren mağdurların avukatı Ünal Taşhan, "Mektup oyalama taktiği" dedi.

 

 

YÜKSEK kar vaadiyle para toplayan Kombassan şirketinin hissedarlarına gönderdiği ve "Boşuna dava açmayın, bir sonuç alamazsınız" şeklinde ifadelere yer verdiği mektubu, "oyalama taktiği olarak" değerlendirildi. Kombassan mağdurlarının avukatı Ünal Taşhan, "Daha önce de, 'Sabredin, paranızı ödeyeceğiz' diye mektuplar gönderilmişti. Şimdi de bu yolla oyalamaya çalışıyorlar" diye konuştu.

 

Zaman aşımı süresi 10 yıl

 

Türk Medeni Hukuku'na göre bu tür davalarda zaman aşımı süresinin 10 yıl olduğunu vurgulayan avukat Taşhan şunları söyledi: "Mektup aslında çok yeni değil. Daha önce de çeşitli mektuplar gönderilmişti. Bu, tamamen bir oylama taktiği. Mektupla mağdurları kandırıp, zaman aşımı süresini geçirtmek istiyorlar. Çünkü mağduriyetin üzerinden 10 yıl geçince dava açmak mümkün olmuyor. Bunu çok iyi biliyorlar."

 

Dava yoluyla paralar alınır

 

Dava açarak Kombassan'a kaptırılan paraları almanın mümkün olduğunu vurgulayan avukat Taşhan, "Biz dava açarak müvekkillerimizin paralarını kurtardık. Bunu kanıtlayabiliriz. 'Boşuna uğraşmayın, Konya'ya da gelmeyin' diyerek yalan söylüyorlar. Biz tüm mağdurlara mutlaka mahkemeye başvurmalarını öneriyoruz" dedi.

 

Dolandırıcılık tescillendi

 

Almanya'da yüksek mahkemelerden Kombassan aleyhine davalar kazandıklarını ve bu işletmenin dolandırıcılık yaptığını, izinsiz halka arzda bulunduğunu mahkemeler tarafından onaylattıklarını ifade eden avukat Ünal Taşhan, şunları söyledi: "Bu davaları Türkiye'de tanıtmaya çalışıyoruz. Türkiye bu mahkeme kararlarını tanımak zorunda. Hatta Konya Mahkemesi Almanya'da alınan ve Kombassan'ı para ödemeye mahkum eden bir kararı tanıdı. Ancak Kombassan bu karara itiraz etti. Dava şu anda Yargıtay'da. Ama Yargıtay genellikle bu tür davları reddediyor. Yani Kombassan büyük olasılıkla itiraz davasını kaybedecek ve müvekkilimizin parasını ödeyecektir."

 

Haşimler değişti yönetim aynı kaldı

 

Kombassan'ın sürekli değişik taktikler denediğini de vurgulayan mağdurların avukatı Taşhan, "Mektupta ilginç bir ayrıntı daha var. Sözde, eski yönetim hatalıymış, o yüzden şirket bu duruma düşmüş. Ama yeni yönetim bu sorunların üstesinden gelecekmiş. Bu da yalan. Çünkü şimdi Haşim Bayram'ın yerine geçen yeni yönetim kurulu başkanı Haşim Şahin de eski yönetimdeydi. Hem de başkan yardımcısıydı. Eski yönetimi suçlayan mektup bu yönüyle de çok gülünç" diye konuştu.

 

100 bin mağdur, milyarlık vurgun

 

Kombassan, yüksek kar payı vaadiyle Avrupa'da 1990'ların başından itibaren para toplamaya başladı. 1995'ten itibaren de sermayesini rekor düzeyde artırdı. 2000 yılında, yüzde 90'ı Avrupa'da, bunların da büyük çoğunluğu Almanya'da olmak üzere 100 binden fazla ortağa ulaştı. TBMM raporuna göre, halen 78 bin civarında kişi Kombassan'da hissedar görünüyor. Kombassan'ın Avrupa'da yaşayan Türkler'den ne kadar para topladığı kesin olarak bilinmese de, avukat Taşhan'ın açıklamalarına göre, bu rakam en az bir milyar Euro.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.