Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GERCEKTE TANRI YOKTUR


Romantik_Sovaylye

Önerilen İletiler

müslümanlık hakkında bişey bilmediğiniz ne kadar da belli oluyor, belki de bilmemek işinize geldiği için araştırıp okuma zahmetinde de bulunmamışsınız smile.png size ne desem boş, bi kere gözünüzü mendille bağlamışsınız, yalnız şunu unutmayın, 

 

islamiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olunmaz, gözünü kapayan yalnızca kendine gece yapar... 

 

 

 

siz tanrı olsaydınız filistinde zulmledenlerin derilerini yenileyip yakmaz mıydınız? 

tanrı kendisine inanmayanların değil, inanmamakta direten, diretmekle kalmayıp zülmedenler için o ateşi hazırlamıştır.. nitekim bazı gaddar  diktatör ve kana susamış insanlara bakınca iyi ki de cehennem var diye düşünebiliyor insan.. eğer böyle insanlara acı*********** merhamet ediyorsanız sizin de onlardan bi farkınız kalmaz o zaman...

 

hayırlı geceler smile.png

Neden? beni zorla güldürmeye çalışıyorsunuz, boşuna zahmet etmeyin,inci hanım,Müslümanlık diye bir şeyin insan icadı bir şey olduğu için bilmeme gerek yok,zaten,asıl bunu bilmeyenlerin bilmesine gerek var,örmek olarak sizin gibilerin bilmesi demek,hayatın akışını, dengelemek demektir. Bunu tanrı istiyor bu çok açık ve nettir. İnci hanım,şunu asla unutmayın,ne güneş ama İslamiyet, o kadar mükemmel bir dinki her şey düşünülmüş,insanlığın köle olması için, hakkını vermek gerek,5 vakit namaz kıl,oruç tut,zekat ver,camiye git,burası perdenin görünen güzel yüzü, şimdi bide arkasına bakalımi perdenin,oruç tutmak son derece zararlı olduğu, bilimse lolarakta ispatlanamış durumda,insan oğlunun,belirli bazı sağlık standartları vardır,günde 19 sat oruç tutmak fiziksel olarak bedene çok fazla zarar verir buda erken yaşlanma ve yıpranma dediğimiz faktörleri ortaya çıkartır,bunlar ispatlanmış durumlardır isterseniz belgeleri size gösterebilirim, bu çok kolay benim için ama siz oruç tutmanın vücüda yararlı olduğuna dair bir kanıt yada belge sunabilirmisiniz?bu imkansız sizde biliyorsunuz?gelelim namaz kılmaya insan icadı olan bu sistem,insan icadıda şöyle başlamıştır.çok eski zamanlarda insanlar doğal tabi afetler karşısında o kadar kormuşlarki, ya bir yerlere saklanmışlar yada olduğu yerde başını eğip garip haraketler yaparak tanrıya korktuğunu anlatmaya çalışarak.şimdiki bu namz düzenini ortaya çıkmıştır,buda ispatlanmış bir durumdur,ya siz inci hanım namazı icat eden kişiyi bana belgelerle sunabilirmisin?

 

bu mümkün değil dah ne olduğunu bilmediğin bir şeye inanıyorsun çok yazık gerçekten,,ben tanrı olsam sadece filistindeki zulmedenleri cezalandırırsam haha en fazla kendime haksızlık etmiş olurum.. ben, koskoca tanrıyım,neden sadece Müslümanlara taviz veeyimki?ha ha,bu gayet doğal üzülmeyin,inci hanım,ben size gerçek yaşamı burada öğreteceğim merak etmeyin.ben,tanrı olsam,ilk önce dinlere inananları cehenneme atarım,bütün kötülüklerin anası ve babası oldukları için, bu çok acık ve nettir,tanrı akılla bilinir,tanrı bir atesti sever ateist onu eleştirse bile sever,çünkü bir ateist sadece gerçeğin peşindedir,ama bir dinci her zaman cinlik ve uyanıklık peşindedir ve bu dinleri çok güzel kullanır,,örnek olarak, üfürükçüler, alimler, fal bakanlar,hep inanlardan ortaya çıkmıştır siz hiçbir ateistin, tanrıyı kullanarak Sermaye yaptığını gördünüzmü? 

 

İnci hanım, zaten istesenizde.göremessiniz?bu örnek bile inananların ne kadar tanrıyı kullanığına dair mükemmel bir örmektir,işlemiyet güneş gibi olsaydı gerçekten gerçekten bir Müslüman hristiyan Musevi,asla kötülük yapamaz,vicdanı asla el vermezdi,ama öylemi gerçekten?ne kadar kötü icat varsa hep karşımıza inanlar çıktı buğüne,, kadar.dinler insnları köle yapmak için mükemmel bir sistemdir,ama dinlerin sonu geldi ,insanlar, farklı bir sisteme doğru hızla ilerliyor,inci hanım sizin gibilerinde nesli çok hızlı bir şekilde tükeniyor.

 

Şimdi diyelimki gerçekten bir sınav var, ve tanrı bizi sınıyor,o zaman bu tanrı ya çok aptal yada çok zeki bir tanrı,sem git koskoca evreni yarat,sonsuz bir zekaya sahip ol zaman hükmet,ama nedense bir sınav yarat ve insanğlunu sına bunu neresi mantıklı ama heryeri mantıksızlık, kokuyor resmen,siz neyi bekliyorsunuz insanoğlunun uyanmasınımı? o zaman intihar edin, yapıcağınız en mantıklı şey olurdu bu hayata inci hanım!herşey ortada sınav yok ,ama tanrı var,her şey tanrının istediği gibi gidiyor, siz tanrıyı iyi diyorsunuz bende kötü bir tanrı var diyorum,hadi şimdi ispatlayında görelim tanrının iyi olduğunu inci hanım ben tanrının kötü bir tanrı olduğunu her şekilde ispatlamaya hazırım..

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu oldukça tuhaf bir savunu, "tanrı var ama kötü." 

 

Kötü bir tanrı varsaymanın dayanağını ve gerekçesini anlamak zor. Bu, iyi bir tanrı varsaymaktan daha zor değil tabii ama...

 

Tanrı iyi mi kötü mü sorunu yerine, tanrı var mı yok mu sorunu olması gerekiyor. Her şeyden sorumlu, tüm suçları ona yükleyeceğimiz bir varlığı neden illa gerekli görüyorsun @@pach of neo? Bunun şeytan varsayımından bir farkı olmuyor. Ya da kötü tanrı Ehriman varsayımından. Aslında kötü kedi Şerafettin'den de...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Neden? beni zorla güldürmeye çalışıyorsunuz, boşuna zahmet etmeyin,inci hanım,Müslümanlık diye bir şeyin insan icadı bir

.

.

.

gibi gidiyor, siz tanrıyı iyi diyorsunuz bende kötü bir tanrı var diyorum,hadi şimdi ispatlayında görelim tanrının iyi olduğunu inci hanım ben tanrının kötü bir tanrı olduğunu her şekilde ispatlamaya hazırım..

 

 

sizi çok iyi anlıyorum, bir yaratıcının varlığını kabul etmedikten sonra elbette ki söz konusu yaratıcı ile alakalı şeyler mantıksız gelecektir. öncelikle mantığınıza, diğer forumda da sorduğum , ama üstüne alakasız sorular eklenerek örtbas edilen şu sorulara cevap veriniz :

 

bir arı,binlerce çiçek özünden istifade ederek meydana getirdiği balı yapar.güneşe göre yönünü tayin eder. sonra mükemmel bir mühendis gibi geometrik şekillerle o balı sanatlı olarak kovana dizer. arıya hangi çiöekte bal olduğunu,  güneşe göre yön tayininin nasıl yapıldığını, o sanatlı bal inşasını nasıl meydana getireceğini kim öğretti?

 

sivrisinek uçmaya başlar başlamaz gelip insanın kanını emmeye kalkar. insanın kanının lezzetini ve faydasını ona kim öğretti? kendisini tehlikede hissettiğinde hemen kanatlanır ve el darbelerinden ustaca kendini korur. sivrisiek havada bu kadar profesyönelce hareket etmeyi hangi pilottan öğrendi ?

 

dünyadaki bütün yılan balıkları bermuda adasının güneyinde yumurtlar ve tekrar geldikleri yere geri dönüp hayatlarını geçirirler. yumurtadan çıkan yılan balıklarına babalarının memleketlerine gitmelerini kim fısıldıyor? pusulasız, ilimsiz olan bu hayvanlar tekrar babalarının memleketine (hindistan, malezya , akdeniz vs.) nasıl gidiyorlar ?

 

tavuk kuluçkaya yatıyor , ilk gün ve yirminci gün hariç yumurtaları çeviriyor, böylece civciv çıkıyor. bilim adamları bu çevirme olayının sıcaklıktan olduğunu zannediyorlardı. keza kuluçka makinelerinde de yumurtalarn her tarafına ısı vererek civciv çıkarmaya çalıştılar. fakat çıkaramadılar. sonradan yapılan araştırmlarda yumurtanın altına protein biriktiğini ve bu proteinin civcive eşit olarak verilebilmesi için yumurtanın çevrilmesi gerektiğini keşfettiler.tavuk bütün bunları hangi kimya labaratuvarında öğrendi? daha sonraki tüm nesillere(tavuklara) bunu kim öğretti ?

 

yabani arılar önce yuva yapıp yumurtalarını bu yuvaya bırakırlar. sonra da çekirgeleri sarhoş edecek kadar zehirleyip o yuvanın önüne koyarak yirmi gün sonra doğacak yavrunun gıda ihtiyacını böylece karşılarlar.arıya çekirgeyi öldürmeyecek kadar zehir vermesini, doğan yavruya anne babasını hiç görmediği halde yumurtlama zamanı geldiğinde aynı işlemi yapmayı kim öğretti ?

 

kartal, atmaca , şahin gibi kuşlar öldürüldüğünde yılanlar, yılanlar öldürüldüğünde kurbağalar, kurbağalar öldürüldüğünde ise sinekler fazlalaşıyor. bütün bunların yaşayışını birbirine bağlayıp hayret verici düzeni kuran kim ?

 

bilindiği gibi yarasalar kördür.onlar ses dalgaları göndererek cisimlere çarpmazlar. insanlar radarı yarasaya bakarak icat etti. radarın mükemmeliyeti karşısında hayrete düşen insan, yarasanın bunu kimden öğendiğini görmesi gerekmez mi?

 

 

 

oruç konusuna gelince,

 

1) Oruç tutmak, fazla yemenin getireceği sağlık problemlerini ortadan kaldırıyor.

 

Fareler üzerinde yapılan deneylerde periyodik olarak yapılmış az beslenmenin farelerin ömrünü uzattığı gösterilmiş. İnsanlar için de aynı şekilde periyodik olarak oruç tutmak fazla yemenin getireceği obezite gibi sağlık problemlerini ortadan kaldıracağı için yaşam süresini kısaltacak faktörleri ortadan kaldırır. Vücut toksinlerden arınır.

 

Faydalı enzimler uyarılıyor

 

Oruç tutarken özellikle yağların yıkılmasıyla ilgili enzim sistemleri adeta antrenman yaparmış gibi uyarılmakta böylece daha hızlı yağ yıkımı yapabilecek hale gelmekte. Enzimlerin, bu aktif ve uyarılmış hali oruç bittikten sonra da bir süre daha devam edebilmektedir.

 

Oruçluyken karaciğer normal zamanda yapmayı bıraktığı veya azalttığı bazı faydalı metabolik aktiviteleri tekrar yapmaya başlar. Bunlardan birkaçı diğer maddelerden glikoz oluşturmak (glukoneogenez), karaciğerde depolanmış bekleyen glikoz depolarını kullanıma sunmak (glikojenoliziz) ve yağ depolarının yıkılarak kullanımını hızlandırmaktır.

 

Başımız ağrıyor ama…

 

Beyin normal zamanlarda sadece glikoz kullanırken oruç dönemlerinde yağların yıkılması sonucu oluşan keton cisimlerini kullanmayı yeniden hatırlar. Birkaç gün süren bu adaptasyon sırasında oruç tutanlarda geçici olarak baş ağrısı olabiliyor.

Kalp damar sistemi düzenli çalışır

 

Oruç esnasında sindirim sistemine daha az kan gider. Böylelikle vücudun diğer kısımlarına daha fazla kan gönderilebilir. Bu esnada kan damarlarına yayılmış olan kolesterol plaklarının uzaklaştırılmasına yardımcı olabilir.

 

Sinir sisteminin dengesini sağlıyor

 

Vücudumuzda birçok sistemin çalışmasını düzenleyen sempatik ve parasempatik otonomik sinir sistemi mevcuttur. Otonomik sinir sistemi bizim bu işi yapmak için hiç düşünmediğimiz ve otomatik olarak yapılan işleri organize ederler. Örneğin kalbimizin çarpması, gözlerimizin uzak veya yakın bir objeye bakarken sürekli netliği kaybetmeden görebilmesi gibi. İki sistemin dengesi bozulunca çarpıntı, terleme ve ishal gibi yakınmalar ortaya çıkabilir. Ancak oruç tutmak da sempatik sistem ve parasempatik sistem arasındaki olması gereken dengeyi sağlayan etkili bir yöntem.

 

Diyabet gelişimini engelliyor

 

Şeker hastalarında (Tip 2) görülen insülin direncinin en iyi tedavilerinden biri egzersiz, diğeri ise alınan besinin azaltılması yani oruç. Oruç döneminde pankreas dinlenir, vücut glikoz kullanımından ziyade yağları ve keton cisimlerini enerji kaynağı olarak tüketmeye zorlanır. Bu durumda glikoz daha az olacağından dolayı, pankreas da yüksek glikozu düzeltmek için daha fazla çalışmak, aşırı miktarda insülin salgılamak zorunda kalmayacaktır.

 

Hipertansiyon ve böbrek fonksiyonlarını düzenler

 

Oruç esnasında böbrekler su kaybını önleyebilmek için tüm gücüyle çalışır. Böylece bu fonksiyonları daha diri kalır. Aynı zamanda vücuttan tuz atılımı devam eder. Bu da tansiyon kontrolünü kolaylaştıracaktır. Tuz ve su kısıtlaması, tansiyonu en kuvvetli şekilde düzelten ve bazen ilaç kullanma ihtiyacını ortadan kaldıran yöntem.

 

 

 

Bağışıklık sistemi hastalıklarına yakalanma riskini azaltır

 

Özellikle ince bağırsaktaki mukoza yüzeyi bir filtre gibi çalışarak vücut için gerekli olan maddeleri alırken daha büyük proteinleri, antijenleri ve bazen daha büyük yapıları vücudun içerisine sokmamaya çalışır. Bu olayın sürekli yaşandığı durumlarda bu mukozal bariyerlerde bozukluklar oluşmaya başlar. Sonuçta da filtre sistemi bozulur. Otoimmün hastalık grubu denilen durumda, immün sistem (bağışıklık sistemi) kontrolsüz bir şekilde çalışarak vücut dokularına zarar verir. Oruç dönemlerinde sindirim sistemi dinlendiği için  sindirim yolundaki filtre yapısı da kendini yeniliyor ve görevini daha kolay yaparak istenmeyen birçok yabancı maddenin vücuda emilmesini ve lüzumsuz şekilde immün sistemi uyarmasını engelliyor.

 

 

 

azıcık biyoloji bilginiz varsa kastettiğim şeyleri çok iyi anlayacaksınız ... saygılar    smile.png

 

(not: biraz uzun oldu, umarım okurken üşenmezsiniz.. okurken lütfen mantığınızı açık tutunuz)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

tamamda bunlar canlı varlıklar üzerin de pat diye olmamış ki binlerce yıl belkide milyonlarca yılda evrimleşmiş ...dediğin gibi her canlının yaşadığı yere bağlı olarak oraya uyum sağlamak için evrimleşmiştir ...o zaman bu kadar güzel şey saymışsın birazda olumsuz olaylardan bahsedelim var mısın ?

 

1.göremeyen yarasanın neden gözü var bundaki mantık ne ?

 

2.erkeklerde göğüs vardır bayan'lardakine nazaran daha ufaktır süt ve benzeri görev olmamasına rağmen neden düz deri değildir ?

 

3.deniz atlarının neden erkekleri doğurur bundaki mantık ne? 

 

4.insanlardan bir çok zeka ve fiziki özürlü doğanlar oluyor mutasyona uğramış gibi neden? 

 

5.neden insanların tüm kan grupları ayrı herkesin bir birine olsa kadın erkek daha mantıklı değil mi bundaki mantık ne?

 

6.bir insanın genin de değişik huylar var ise ve o elinde değilse neden o yaptıkları için suçlanıyor ? ve daha bir çok örnek sayılabilir ...ama uykum geldi 

 

demek ki neymiş inandığın tanrının yaptığı  onca harika işlerde ...madalyonun öteki yüzü de varmış 

 

Bir insanı zeka özürlü yaratıp sonra o deliydi onu cenette ağırlayacağız diyen bir mantık eh nede olsa onlara sorumluluk yok değil mi? ...sonra akıllı olup her türlü cefayı çekmiş ama inançsız olduğu için cehennem de yanan birileri ...demeyecek mi ah be keşke bende zeka özürlü olsaydım cennet garantiydi ve kaçınılmaz son dıt dıt dıt the end  ?@@inci_nur

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sizi çok iyi anlıyorum, bir yaratıcının varlığını kabul etmedikten sonra elbette ki söz konusu yaratıcı ile alakalı şeyler mantıksız gelecektir. öncelikle mantığınıza, diğer forumda da sorduğum , ama üstüne alakasız sorular eklenerek örtbas edilen şu sorulara cevap veriniz :

.

.

.

azıcık biyoloji bilginiz varsa kastettiğim şeyleri çok iyi anlayacaksınız ... saygılar    smile.png

 

(not: biraz uzun oldu, umarım okurken üşenmezsiniz.. okurken lütfen mantığınızı açık tutunuz)

Kutsal kitaplardaki ilkelliğe ve kullanılan hayal gücünün kıtlığına dikkat edin

 

Kutsal kitapların ortak özellikleri, yazıldığı yüzyılların hatalı bilgi ve inançlarıyla örtüşmesidir. Örneğin bugün inanılan dini kitaplara göre, Ay, Güneş, gezegenler ve yıldızlar dünyanın etrafında dönmektedir. Aynı zamanda Dünyanın düz olduğunu iddia eden bu görüşler, Kopernik öncesinin yermerkezci öğretilerini içermektedir. Oysa her şeyi bilen bir tanrı tarafından gönderilen kitapta böyle yanlış bilgilerin bulunması söz konusu bile olamazdı.

 

 Bilim ile dinin çatışma alanı

 Kuran'dan bilim türetmek

.......Kötü olaylara veya kişilere, tepeden hiçbir müdahale edilmediğine dikkat edin

 

Çok gelişmiş bir istihbarat sistemi kurduğunuzu varsayın. Dünya üzerinde meydana gelen tüm cinayet, hırsızlık, tecavüz, işkence, bombalama ve terör eylemlerinin haberini anında aldığınızı düşünün. Birkaç dakika içinde o kadar çok sayıda istenmedik olaya tanıklık edersiniz ki, daha fazla bunları seyretmek dayanılmaz hale gelir.

 

İşte mevcut durum ve tarih boyunca yaşananlar eşliğinde konuyu ele aldığımızda, dünya üzerinde yaşanmış ve yaşanmakta olan olaylara hiçbir üst müdahale gelmediği aşikârdır. Yapılan onca ibadetin ve edilen duaların sonuç vermediği ortadadır.

 

 

Bir dinci ile konuşun

 

Mantıksızlığa bizzat şahit olun. Verdikleri kaçamak yanıtları gözlemleyin. Sohbetin bir süre sonra “Ama tanrının işine akıl sır ermez…” noktasında takıldığına dikkat edin. Kendi aralarındaki tartışmalarını takip edin. Basit bir detay hakkında bile yüzlerce farklı yorum yapmalarını ibretle izleyin.

 

 Dinsel Çiftdüşün

 

 

Tanrının neden insani tavır ve davranışlarda bulunduğunu düşünün

 

Kutsal metinlerde ve hadislerde tanrının bazı hareketleri, şeklen insani hareketlerin benzeri olarak tarif edilmiştir. Peygamberle tokalaşması, tahta oturması gibi tabirler güvenilir dini kaynaklarda yer almıştır. Ancak bunların da ötesinde, sürekli sevilme ve tapılma isteğiyle, önceden belirlenmiş kader kavramıyla birlikte ele alındığında çelişkiler içeren sevap-günah hesabıyla, doyumsuz bir intikam ve cezalandırma hırsı ile hareket etmesi, önyargısız ve tarafsız bakıldığında düşündürücüdür.

 

 

Hastalandığınızda, dua ederek anında iyileşmeyi deneyin

 

Sağlık sigortanız var mı? Ev sigortanız var mı? Arabanızın sigortası var mı? Eğer inançlı bir dindarsanız bunlara hiç gerek yok! Nasıl olsa tanrı sizden yana… Zaten size bir şey olmaz. Eğer olursa da, tanrı öyle istediği için olmuştur, o nedenle tanrıya karşı gelinmez. Hastalanırsanız da iki dua edin geçer. Geçmezse zaten acı çekmeyi hak etmişsinizdir. Hadi geçmiş olsun…

 

 

Peygamberlerin hayatlarındaki doğru olmayan şeyleri düşünün

 

Şüphesiz toplu kıyımlar, işkenceler, kölelik ve bugün bize anormal gelen pek çok örnek verilebilir. Ancak çok bilinen ve eleştirilen bir konu da Muhammed ve (sübyancılık) pedofilidir. Yakın arkadaşı olan ilk halife Ebu Bekir’in öz kızı, Ayşe ile 6 yaşında evlendiği ve 9 yaşındayken de gerdeğe girdiği iddia edilen 55 yaşındaki Muhammed’in bu davranışı maalesef sonraki yüzyıllarda kötü örnek oluşturmuştur. 21. yüzyıl Türkiye’sinde hala bir takım “Dini Bilgiler” kitapları içinde pedofilinin alenen teşvik edilmesi, kendisini koruyamayacak yaştaki kız çocuklarının istismarını kolaylaştırmaktadır. Burada anlaşılması gereken nokta şudur ki, günümüzde hem ahlakdışı hem de yasadışı olan sübyancılığın, 7. yüzyıl için sıradan bir olay olması veya olmaması, önemsizdir. Çünkü son kitapla gelen son peygamber olma iddiasındaki kişinin, sıradan bir 7. yüzyıl erkeği zihniyetinde davranması, zaten kendi iddiası ile çelişmektedir.

 

1 yaşındaki kızla da evlenilir işte sana emredilen gerçek din ama şimdi normal olmayan böyle birşey günümüzde olsa hemen tecavüz vakası sayılırdı ..

 

 

 

Tanrının planına anlam vermeye çalışın

 

Bizim kültürümüzde de bulunan bir başka mantıksızlık da, her işte bir hayır vardır inancıdır. Deprem olsa, sel bassa, en yakın arkadaşımız trafik kazasında ölse, o işte bir hayır vardır… Çünkü bunların hepsi tanrıdan gelmektedir ve tanrının bizim için bir planı vardır. Tamam peki diyelim ki var, o zaman tanrının Hitler ve öldürdüğü milyonlarca insan için de bir planı mı vardı?

 

? Dünya bizim için yaratılmış olmalı

? Her işte bir hayır var mıdır?

? Gelmiş geçmiş en büyük palavra

 

 

 Batıl inançları ve hurafeleri düşünün

 

Tarihteki uyduruk dinlere 3 numarada değinmiştik. Batıl inançlar ve hurafeler ise henüz tarihe karışmamış olan mevcut dinleri ilgilendiren konulardır. Bilimin gelişmesi ve toplumların bilinçlenmesi ile her geçen yüzyıl dinlerin etki alanları daralmaktadır. Bu daralma dinleri kendi içlerinde de değişmeye zorlamıştır. Ortaçağ Avrupa’sında, din adına yapılan ve yaklaşık 300 yıl süren cadı avcılığı dönemi ve sona erişi dehşet verici bir örnektir. Yüzyıllar boyunca uygulanan, sayısız masumun canını alan bir uygulamalar zinciri, daha sonradan hurafe sayılabilmektedir.

 

Bunun sebebi, belli bir noktadan sonra dini uygulamaların bazılarının çağdışı kalması ve bilimle çelişmeye başlamasıdır. Bunun üzerine din adamları, sanki eskiden aynı saçmalıkları topluma benimsetenler kendi meslektaşları değilmiş gibi, bu uygulamaları hurafe sayıp dini bunlardan “temizlemeye” çalışmışlardır. Dinlerin yüzyıllar içinde geçirdiği bu evrimler, aynı dinde çok sayıda farklı mezheplerin mevcudiyeti aslında dinin kendisinin bir hurafe olduğuna dair göstergelerdir.

 

? Batıl inançların psikolojisi

? Boşlukların Tanrısına ibadet

 

 

 Belirsizlikleri ve açmazları düşünün

 

Dinlerin bir diğer dayanağı da belirsizliklerdir. Yani diyelim ki riskli bir ameliyata girmeden önce dua ettiniz ve ameliyatınız çok başarılı geçti. Ameliyat dua ettiğiniz için mi başarılı geçti? Etmeseydiniz ölecek miydiniz?

 

Veya işleriniz yolunda gitmiyorsa, sizi etkileyen doğaüstü bir güç mü var acaba? Cinlere ve şeytanlara, büyülere ve beddualara karşı ne gibi önlemler alırsınız? İnsan kendi hayatını doğaüstü bilinmezlere göre şekillendirmeye başladığı zaman bunun nereye varabileceği belli olmaz. Çünkü onun sınırlarını belirleyen de bir başka doğaüstü inançtır... Üfürükçü hocalar vs. hep bu şekilde kafası karışmış insanları sömürmektedir.

 

? Her sarıklıyı hoca sanmak

? Bertrand Russell: Cincilik ile Tıp

? 2 bin 754 yıllık beddua

 

 

Din bahanesiyle toplanan paraları düşünün

 

Hangi din olursa olsun, tepedeki din adamları -Papa veya her kimse- be kardeşim madem bu kadar mütedeyyin adamlarsınız, iki dua patlatın da ibadethaneniz ihya olsun, bizden neden para dileniyorsunuz?

 

? Diyanete bütçesi az geliyor

? Deniz Feneri Dolandırıcılığı

? İslami ticaret: Kumar oldu nasip

? Kara parayla yapılan cami mübah

? Organize dilenciliğe tepki

? Cami yap köşeyi dön ,,,

 

 

 

Orucun Sağlığa Zararı ve Kökeni

 

Kalp ve damar hastalıklarında kanda bulunan ve düşmesi istenen değerler oruç tutmadan, uygun bir perhiz ile de sağlanabilir. Ve bu çok daha sağlıklı olan yöntemdir. Çünkü özellikle uzun yaz günlerinde tutulan oruç en başta vücudu susuz bıraktığı için çok sakıncalıdır. Vücut yiyeceksizliğe daha uzun süre dayanabilirse de susuzluğa tahammülü daha azdır. Ortalama insanın günlük su ihtiyacı 2 lt. civarındadır. Burda önemli olan bu su miktarının gün içine homojen dağılımının olmuş olmasıdır. Eğer bu günlük miktarı dar bir zaman aralığında tüketmeye kalkarsanız, çoğu idarala dışarı atılır ve faydalanım azalır. Su oranı azalan vücutta toksinleri atma hızı yavaşlar. 

 

Hava sıcaklığı nedeniyle ısınan vücudun normal sıcaklığını koruyabilmesi için su gerekir. Müslüman orucunda su düzensiz şekilde alındığı için (iftar ve sahur arasında) gün içinde ve bilhassa yazın vücudun dengesi bozulur.

 

Oruç vücuda zararlıdır. Mideyi dinlendirdiği iddiası asılsızdır. Çünkü mide zaten akşam yemeği ile kahvaltı arasında (ortalama 12 saat) dinlenmektedir günlük hayatta. Bu da yeterlidir. Eğer akşam 9 dan sonra yemezseniz mide sabaha kadar dinlenir. Oruç tam tersine midenin asit salgısı düzenini bozar. Boş olan midede mide asitleri, mide zarını tahriş eder, gastrit denilen rahatsızlığı tetikler.

 

SAHUR VÜCUT İÇİN ZARARLIDIR

Sahur, vücuda zararlıdır çünkü sabaha karşı yenilen bu yemek uyku metabolizmasını bozar. Gece uykusu, midenin dinlenmesi gereken dönemdir fizyolojik olarak. Uykuyu bölerek yemek ve tekrar uyumak sindirim sistemi için zararlıdır çünkü uykunun amacı vücudu dinlendirmek iken yenilen sahur yemeği sindirim sistemini harekete geçirerek uykudan alınan verimi düşürür. Biliyorsunuz ki doktorlar ve diyetisyenler akşam 9 dan sonra yemeyi önermezler. Nedeni budur.

 

Oruç sırasında kan şekeri düzeyi (glikoz) oldukça düşer. Özellikle bedensel etkinliği yoğun olan meslek sahipleri için örneğin profesyonel sporcular, inşaat işçileri, postacılar için bu durum tehlikelidir. 

 

Oruç ibadeti İslam gelmeden önce de arabistanda Sabii dinine inananlar tarafından yapılıyordu. Muhammed bu geleneği olduğu gibi almış, sadece ufak bir kaç değişiklik yapmıştır. Örneğin İslam öncesinde oruç döneminde gece cinsel ilişki yasak iken, Muhammed, yakın dostu Ömer Hattabın hatrına bu yasağı kaldırmıştır. 

 

İslamcılar, İslam öncesindeki oruç ibadetini İbrahim peygamber döneminden gelen ve bozularak sabii dinine geçen bir gelenek olarak kabul ederlerse de bu konudaki iddialarını destekleyecek hiç bir tarihsel belgeleri yoktur.

 

Arabsitandaki İslam öncesi orucunun kökeninin nerelere kadar uzandığı kesinleşmemişse de Hind Fakirlerinden irana ve oradan arabistana geçmiş olma ihtimali en akla yakın gelenidir. Dediğimiz gibi arabistandaki orucun kökeni nerelere kadar gidyor hiç bir net bulgu yok. Ancak çok net olan tek şey varsa o da İslam öncesinde oruç tutuluyordu. Bunun ötesi spekülasyon yapmaktır, hiç bir bilimsel bulguya dayanmaksızın, doğmatik doğruya dayanır..

 

kusura bakmayın inci hanım biraz uzun olduda. ben tanrı yok demiyorumki bana tanrının mücizelerini anlatıyorsunuz siz beni dinlemiyorsunuz galiba inci hanım,bu saydıklarınızı iyi bir tanrı yaptı diyorsunuz  ama ama sadece diyorsunuz bu çok düşündürücü , hapşu ah pardon biraz grip olmuşum.üstünüze afiyet,,bende diyorumki bunları yapan kötü bir tanrı bu ne kadar,,,mantıksızsa sizin tanrı anlayışınız  o kadar,, mantıksız ve anlamsız. 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 her canlının yaşadığı yere bağlı olarak oraya uyum sağlamak için evrimleşmiştir .......

 

bir sivrisineğin, bir tavuğun, bir arının ve daha nice canlının yaşadığı çevreye uyum sağlaması gerktiğini bilecek kadar zeki olduğunu kabul eden mantığının, saydığım canlılardan daha zeki bir varlığın mevcudiyetini kabul etmemesi açıkçası çok şaşırtıcı...

 

dilini bir düşünür müsün ? bir de kulağını, ikisi de et, ikisi de aynı genetik materyale sahip hücrelerden oluşuyor, ama ne hikmetse biri tat alıyor diğeri duymaya yarıyor.. tat alma sinirleri dile yerleşmesi gerektiğini bilecek kadar zeki, duyma sinyallerini ileten hücreler de hakeza bir o kadar zeki... akılsız ve şuursuz olan hücrelerin bu kadar zeki olduğunu kabul eden mantığını ayakta alkışlamak istiyorum sevgili@@binyamin

 

 

 

tamamda bu.o zaman bu kadar güzel şey saymışsın birazda olumsuz olaylardan bahsedelim var mısın ?

 

1.göremeyen yarasanın neden gözü var bundaki mantık ne ?

 

2.erkeklerde göğüs vardır bayan'lardakine nazaran daha ufaktır süt ve benzeri görev olmamasına rağmen neden düz deri değildir ?

 

3.deniz atlarının neden erkekleri doğurur bundaki mantık ne? 

 

4.insanlardan bir çok zeka ve fiziki özürlü doğanlar oluyor mutasyona uğramış gibi neden? 

 

5.neden insanların tüm kan grupları ayrı herkesin bir birine olsa kadın erkek daha mantıklı değil mi bundaki mantık ne?

 

6.bir insanın genin de değişik huylar var ise ve o elinde değilse neden o yaptıkları için suçlanıyor ? ve daha bir çok örnek sayılabilir ...ama uykum geldi 

 

yine aynı şeyi yapıyorsun, sorduğum sorulara alakasız sorular ekleyerek örtbas etmek herhalde her zaman kullandığın bir taktik. 

 görüyorum ki her yazdığım şeyde bir çelişki bulmaya kendini şartlamışsın, sorduğun sorulara cevap versem bu kez farklı yönden sorular soracaksın, o yüzden, artık sorduğun sorularla ilgilenmiyorum sevgili bünyamin ...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

madem tanrı  sadece  erkek ve kadın yarattı ve üremek için,bir sistem oluşturdu,hayvanları ve bitkileri emrimize verdi,o zaman neden toplar gaylar eşcinseller lesbianlar, var, sanırım tanrı bunları,,es geçmiş galiba,yada kitapları es  geçmiş..neden, milyarlarca gezegen var inci hanım amaçları ne? neden , güneş sisteminde,9 gezegen var amaçları nedir? hadi onu geçtim

 

 

 

sadece dünya hariç diyerlerinde  yaşam olmadığı kanıtlandı,,bunun neresi? mantıklı tabiki mantıksız ,,hadi diyelimki bunlar sadece görüntü bu ne saçma görüntü böyle..koskoca tanrıyı biliyorsun inci hanım ama nedense mars gezegeni hakkında insanoğlu hiçbirşey bilmiyor,,ama tanrıyı biliyoruz ,kurana gerek yok işte asıl mucize bu!!!!!laughing.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kutsal kitaplardaki ilkelliğe ve kullanılan hayal gücünün kıtlığına dikkat edin

 

Kutsal kitapların ortak özellikleri, yazıldığı yüzyılların hatalı bilgi ve inançlarıyla örtüşmesidir. Örneğin bugün inanılan dini kitaplara göre, Ay, Güneş, gezegenler ve yıldızlar dünyanın etrafında dönmektedir. Aynı zamanda Dünyanın düz olduğunu iddia eden bu görüşler, Kopernik öncesinin yermerkezci öğretilerini içermektedir. Oysa her şeyi bilen bir tanrı tarafından gönderilen kitapta böyle yanlış bilgilerin bulunması söz konusu bile olamazdı.

 

 

 

kuranı hiç okumadığın ne kadar da belli , eğer okusaydın şu ayetlere rastlayacak ve bunları yazdığın için komik duruma düşmeyecektin sevgili neo :

 

1. "Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti." (Ra'd, 13/2) ayeti göklerin dağlar sayesinde ayakta duruyor hurafesini ortadan kaldırmıştır.

 

2. Kur'an-ı Kerim'de evrenin yaratılışı şöyle açıklanır: " O gökleri ve yeri yoktan var edendir." (En'am, 6/101) bu ayet şimdiki ilim dünyasının ulaştığı son nokta olan -tüm evrenin zaman ve mekan boyutlarıyla bir sıfırdan, büyük bir patlamayla ortaya çıktığı- gerçeğini 1400 sene evvel haber vermiştir.

 

3. Kainatın daima genişlediği artık ilim ve bilim dünyasının kabul ettiği bir ilmi buluştur. Buna Kur'an şu ayetiyle işaret etmektedir. "Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik. Ve şüphesiz biz onu genişleticiyiz." (Zariyat, 51/47)

 

4. 20. asrın bir buluşu da her yıldız ve gök cisimlerin bir yörüngede durduğu gerçeğidir. Bu duruma Kur'an "Geceyi, gündüzü, Güneşi ve Ay'ı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor." (Enbiya, 21/33)

 

5. Güneşin sabit olarak durduğu zannedilirdi. Oysa Kur'an güneşin sabit değil, aksine daima hareket eden ve belirli bir hızla ilerleyen bir gök cismi olduğunu söylüyordu. Ve asırlar sonra da ilim onu tasdik edecekti. Şöyleki "Güneş de kendisi için tespit edilen bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan bilenin takdiridir." (Yasin, 36/38)

 

 

Peygamberlerin hayatlarındaki doğru olmayan şeyleri düşünün

 

Şüphesiz toplu kıyımlar, işkenceler, kölelik ve bugün bize anormal gelen pek çok örnek verilebilir. Ancak çok bilinen ve eleştirilen bir konu da Muhammed ve (sübyancılık) pedofilidir. Yakın arkadaşı olan ilk halife Ebu Bekir’in öz kızı, Ayşe ile 6 yaşında evlendiği ve 9 yaşındayken de gerdeğe girdiği iddia edilen 55 yaşındaki Muhammed’in bu davranışı maalesef sonraki yüzyıllarda kötü örnek oluşturmuştur. 21. yüzyıl Türkiye’sinde hala bir takım “Dini Bilgiler” kitapları içinde pedofilinin alenen teşvik edilmesi, kendisini koruyamayacak yaştaki kız çocuklarının istismarını kolaylaştırmaktadır. Burada anlaşılması gereken nokta şudur ki, günümüzde hem ahlakdışı hem de yasadışı olan sübyancılığın, 7. yüzyıl için sıradan bir olay olması veya olmaması, önemsizdir. Çünkü son kitapla gelen son peygamber olma iddiasındaki kişinin, sıradan bir 7. yüzyıl erkeği zihniyetinde davranması, zaten kendi iddiası ile çelişmektedir.

 

1 yaşındaki kızla da evlenilir işte sana emredilen gerçek din ama şimdi normal olmayan böyle birşey günümüzde olsa hemen tecavüz vakası sayılırdı ..

 

 

 

 

 

peygamber hayatı hakkında zerre kadar malumata sahip olmadığın da copy paste yaptığın bu alıntıdan belli oluyor smile.png

 

Her şeyden evvel bilinmelidir ki, O  Zât, yirmi beş yaşına kadar hiç evlenmedi. O sıcak memleketin hususî durumu da göz önünde bulundurulacak olursa, bu kadar zaman iffetiyle yaşaması ve bunun da, dün ve bugün böylece kabul ve teslim edilmesi, O'nda iffetin esas olduğunu ve müthiş bir irade ve nefis hâkimiyeti bulunduğunu gösterir. Eğer bu hususta, küçük bir inhiraf bulunsaydı, dünkü ve bugünkü düşmanları, bunu cihana ilân etmekten bir an bile geri kalmayacaklardı. Hâlbuki eski ve yeni bütün hasımları, O'na hiç olmayacak şeyleri isnat ettikleri hâlde, bu istikamette bir şey söyleme cüretini gösterememişlerdir.

 

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ilk izdivaçlarını, yirmi beş yaşlarında iken yaptılar. Bu izdivaç, Allah ve Resûlü katında çok yüce ve müstesna; fakat başından iki defa evlenme geçmiş kırk yaşındaki bir kadınla olmuştu. Bu mutlu yuva tam yirmi üç sene devam etmiş ve peygamberliğin sekizinci senesi kapanan bir perde gibi arkada acı bir hasret bırakarak sona ermişti. Bu defa Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yirmi beş yaşına kadar olduğu gibi, yine yapayalnız kalmıştı. Evet, aile, çoluk-çocuk her şeyiyle yirmi üç senelik bu mesut hayattan sonra, yeniden dört-beş sene bekâr olarak yaşamışlardı ki; yaşları da elli üçe ulaşmış bulunuyordu.

 

 

1) Zevceler arasında, yaşlı, orta yaşlı ve gençler bulunması itibarıyla, bu devre ve dönemlerin hepsine ait çeşitli ahkâm vaz'ediliyor. Ve bizzat Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) hânesi içinde bulunan bu pâkize zevceler sayesinde tatbik imkânı buluyordu.

 

2) Zevcelerin her birerleri, çeşitli oymaklardan olması sebebiyle, evvelâ o kabileler arasında; sonra da muazzez şahsiyetiyle akrabalık tesis buyurduğu bütün cemaatler içinde, köklü bir sevgi ve alâkaya yol açılıyordu. Her kabile ve oymak, O'nu, kendinden biliyor, din hissinin yanında, cibillî bir bağlılıkla O'na karşı derin bir alâka hissediyordu.

 

3) Her kabileden aldığı kadın, O'nun hayatında ve irtihalinden sonra, kendi cemaati arasında çok ciddî dinî hizmete vesile olabiliyor; uzak yakın bütün akrabalarına, zâhir ve bâtın-ı Ahmediye (sallallâhu aleyhi ve sellem) hususunda tercümanlık yapıyordu. Bu sayede O'nun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur'ân'ı, tefsiri, hadîsi ondan öğreniyor ve dinin ruhuna vâkıf olabiliyordu.

 

4) Bu izdivaçlar vasıtasıyla, Nebiyy-i Ekmel, âdeta bütün Ceziretü'l-Arap'la yakınlık tesis etmiş gibi, her hânenin, teklifsiz misafiri hâline gelmişti. Herkes bu karâbet vasıtasıyla o mehâbet âbidesine yaklaşabiliyor ve dinî umûru öğrenme fırsatını buluyordu. Aynı zamanda bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, bir çeşit, kendini O'na yakın sayıyor ve bununla iftihar ediyordu. Mahzumoğulları, Ümmü Seleme vasıtasıyla; Emevîler, Ümmü Habîbe vasıtasıyla; Hâşimîler, Zeynep bintü Cahş (ra) vasıtasıyla kendilerini ona yakın kabul edip, bahtiyar sayıyorlardı...

 

 

İlk zevceleri Seyyidetinâ Hz. Hatîce'dir (ra). Kendinden on beş yaş daha büyük olan bu nâdîde kadınla izdivaçları, her evlilik için en büyük örnek mahiyetindedir. O, bütün bir hayat boyu, derin bir vefâ ve sadakatle eşlerine bağlı kaldıkları gibi, zevcelerinin vefatından sonra dahi O'nu hiçbir zaman unutmamış, hatta her vesile ve fırsatta O'ndan bahisler açmıştır.

 

Hz. Hatîce'den sonra Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) dört-beş sene evlenmediler. Başlarında birçok yetim bulunmasına rağmen, onların meûnetine katlanıp, bir bakıma hem annelik, hem de babalık vazifesini yürüttüler. Muhâlfarz, evvel ve âhir kadınlara karşı küçük bir zaafı olsaydı, böyle mi hareket ederlerdi?..

 

Sıra itibarıyla olmasa bile ikinci zevceleri, Âişe-i Sıddîka'dır (ra). En yakın arkadaşının kızı; acı-tatlı bütün bir hayatı beraber yaşayan bu büyük insana karşı, nebînin en mutenâ ikramı... Umum neseplerin sona erdiği günde, sona ermeyen karâbetiyle onun yanında bulunma şerefi ancak bu sayede olacaktır. Evet, Âişe-i Sıddîka ile, Hazreti Ebû Bekir, maddî-mânevî hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde kurb-u Nebevîye mazhar olmuşlardı.

 

 

Ayrıca, Hz. Âişe gibi çok zeki bir nâdire-i fıtrat, dâvâ-yı nübüvvete tam vâris olabilecek yaradılışta idi. İzdivaçtan sonraki hayatı ve daha sonraki hizmetleriyle kat'iyen sübut bulmuştur ki; o muallâ varlık, ancak nebî zevcesi olabilirdi. Zira o, yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel tefsirci ve en nâdide fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, zâhir ve bâtın-ı Muhammedî'yi (sallallâhu aleyhi ve sellem) emsâlsiz kavrayışıyla, bihakkın temsil ediyordu.

 

Bunun içindir ki; Efendimiz'e rüyasında, onunla izdivaç yapacağı iş'âr ediliyor ve henüz gözlerine başka hayal girmeden peygamber hânesine kadem basıyordu...

 

Bu sayede o, Hz. Ebû Bekir (ra) için vesile-i şeref olacak ve kadınlık âlemi içinde, bütün istîdat ve kâbiliyetlerini inkişaf ettirerek, Efendimiz'in en başta talebelerinden biri olma hüviyetiyle, büyük mürşide ve mübelliğe olmaya hazırlanacaktı. İşte böylece, o da hem bir zevce, hem de bir talebe olarak saadet hânesine intisap etmiş bulunuyordu.

 

Yine izdivaç sırasına göre olmamakla beraber üçüncü zevceleri, Ümmü Seleme'dir (ra). Mahzum Oymağı'ndan ve ilk Müslümanlardan olan Ümmü Seleme, Mekke'de tazyik görmüş; ilk olarak Habeşistan'a, ikinci defa da Medine'ye hicret etmiş ve o günkü şartlara göre ilk saftakiler arasında yer almıştı.

 

Kendisiyle beraber bu uzun ve meşakkatli yolculuklara katlanan bir de kocası vardı. Ve, Ümmü Seleme'nin nazarında eşi, menendi olmayan bir insandı. Bütün çile devrini beraber yaşadığı, bu eşsiz hayat arkadaşı Ebû Seleme'yi Medine'de kaybedince çocuklarıyla baş başa kaldı. Yurdundan, yuvasından uzak, bir sürü yetimle hayat külfetini yüklenmiş bu kadına, ilk şefkat elini, Ebû Bekir ve Ömer (ra) uzatırlar; fakat o bu talepleri reddetti; Zira onun gözünde Ebû Seleme'nin yerini dolduracak insan yoktu.

Nihayet, izdivaç teklifiyle Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona el uzattı. Bu izdivaç da gayet tabiîydi, zira İslâm ve iman uğrunda hiçbir fedâkârlıktan dûr olmayan bu muallâ kadın, Arab'ın en soylu oymağı içinde uzun zaman yaşadıktan sonra yapayalnız kalmıştı ve dilenciliğe terk edilemezdi. Hele ihlâs, samimiyet ve İslâm için katlandığı şeyler düşünülünce, ona muhakkak ki el uzatılmalıydı... Ve, işte Kâinatın Fahrı, onu nikâhı altına alırken bu inâyet elini uzatmıştı. Evet, gençliğinden beri yaptığı; kimsesizleri görüp gözetme ve yetimlere el uzatma iş ve vazifesini, o günkü şartların iktizasına göre bu şekilde yerine getiriyordu.

Ümmü Seleme de Hz. Âişe gibi dirâyet ve fetâneti olan bir kadındı. Bir mürşide ve mübelliğe olma istîdadındaydı. Onun için bir taraftan şefkat eli onu, himâyeye alırken diğer taraftan da, bilhassa kadınlık âleminin medyûn-u şükran olabileceği bir talebe daha ilim ve irşat medresesine kabul ediliyordu.

 

Yoksa, altmış yaşına yaklaşmış Fahr-i Kâinat Efendimiz'in, bir sürü çocuğu olan dul bir kadınla evlenmesini ve evlenip bir sürü külfet altına girmesini, başka hiçbir şeyle izah edemeyiz. Hele şehevîlik ve kadınlara düşkünlükle aslâ ve kat'â!...

 

Bir diğer zevceleri de Remle bint-i Ebî Süfyan'dır (Ümmü Habîbe) (ra). Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve peygamberlik karşısında bir müddet küfrü temsil eden birinin kızı... Bu da ilk Müslüman olanlardan ve birinci safta yerini alanlardandı. Çile devrinde Habeşistan'a hicreti, orada kocasının önce tanassur etmesini, sonra da vefâtını görmüş mûzdarip bir kadın...

 

O gün sahabi, sayı itibarıyla az; mal yönünden fakirdi. Herhangi birine bakacak, medar-ı maîşetini temin edecek durumları yoktu. Buna göre, Ümmü Habîbe ne yapacaktı? Ya tanassur edip, Hıristiyanların yardımına mazhar olacak; ya küfür yuvası olan baba evine dönecek veya kapı kapı dolaşıp dilenecekti. Bu en dindar, en soylu, aile itibarıyla en zengin kadının bunlardan hiçbirini yapması mümkün değildi. Bir tek şey kalıyordu; o da Efendimiz'in müdahalesi ve muâlecesi...

 

İşte, Ümmü Habîbe ile izdivaçta da bu yapılıyordu. Dini için her türlü fedakârlığa katlanmış bu kadın, yurdundan yuvasından uzak; zenciler arasında; kocasının irtidat ve vefâtı kendisini dilgîr ettiği günlerde; Necâşi'nin huzurunda, Peygamberimizle nikâhının kıyılması gibi en tabiî bir şey yapılıyordu. Bunu değil kınamak "Rahmeten li'l-Âlemîn" olmanın gerektirdiği bir hususun îfâsı sayarak alkışlamak lâzımdır.

 

Kaldı ki; bu büyük kadının da, emsâli gibi kadın-erkek Müslümanların irfan hayatına getireceği çok şey vardı. O da bu suretle hem bir zevce hem de bir talebe olarak, o saadethâneye intisap ediyordu.

 

Aynı zamanda bu evlilik sayesinde, Ebû Süfyan ailesi de, Hâne-i Nübüvvete teklifsiz girip çıkma imkânını elde ediyor ve değişik bir bakış kazanarak yumuşamış oluyordu.. Hem değil sadece Ebû Süfyan ailesi, belki bütün Emevîler'de tesir icrâ edebilecek bir hâdise olma karakterinde. Hatta denebilir ki; alabildiğine sert ve bağnaz olan bu aile, Ümmü Habîbe'nin nikâhı sayesinde oldukça yumuşadı ve her türlü hayrı kabul etmeye hazır hâle geldi.

 

Saadet hânesine girenlerden biri de Zeyneb bint-i Cahş'dır (ra). Alabildiğine asil ve o kadar da ince, iç derinliğine sahip Hz. Zeyneb, Sultân-ı Enbiyâ'nın yakın akrabası ve yanı başında büyüyen, gelişen bir kadındı. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Zeyd (ra) için O'nu talep ettiği zaman, ailesi biraz çekimser kalmış ve bu arada Efendimiz'e verme temâyülünü göstermişlerdi. Sonunda Peygamberimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) ısrarıyla Zeyd b. Hârise'ye vermeye râzı olmuşlardı.

 

Zeyd, bir zamanlar hürriyetini yitirmiş; esirler arasına girmiş ve sonra Kâinatın Efendisi tarafından hürriyetine kavuşturulmuş bir âzâtlı idi. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu izdivaçtaki ısrarıyla, insanlar arasındaki müsavâtı tesis, tahkîm ve tersîn etmek istiyor ve bu çetin işe de, yine yakınlarıyla başlıyordu. Ne var ki, Zeyneb gibi çok yüce fıtratlı bir kadın, emre imtisâlden ibaret olan bir evliliği, uzun sürdüremeyecek gibiydi. Bu evlilik, Zeyd için de bir şey getirmemiş ve sadece bir ızdırap ve hasret olmuştu.

 

Nihayet boşama hâdisesi oldu; fakat Efendimiz Zeyd'i vazgeçirmeye ve evliliğin devam ettirilmesine çalışıyordu. Tam o esnada, Cibrîl (as) geldi ve semâvî fermanla, Zeyneb'in Peygamber Efendimiz'le izdivaç etmesi emrini getirdi. Efendimiz'in mâruz kaldığı imtihan oldukça ağırdı; zira, o güne kadar, kimsenin cesaret edemediği bir şey yapılıyor ve yerleşmiş, kök salmış âdetlere karşı, ilân-ı harp ediliyordu. Bu çok çetin bir mücadeleydi. Ancak Allah emrettiği için yapılabilirdi. Ve işte Efendimiz, derin bir kulluk şuuruyla, nezih şahsiyetine karşı çok ağır gelen bu işi yaptı. Hz. Âişe'nin dediği gibi, muhâl-farz, Peygamberimiz'in, vahy-i münzelden bir şeyi ketmetmesi câiz olsaydı Zeyneb'le izdivacını emreden âyetleri ketmederdi. Evet, bu Zât-ı Risâlet Penâhiye o kadar ağır gelmişti...

 

İlâhi hikmet ise, bu temiz ve yüce varlığı, Peygamber hânesine sokmak, ilim ve irfan yönüyle hazırlamak, irşat ve tebliğle vazifeli kılmak istiyordu. Nihayet, öyle de oldu. Ve daha sonraki nezih hayatı boyunca, Peygamber zevceliğinin iktizâ ettiği inceliklere riâyet etti.

 

Ayrıca, cahiliye devrinde, evlâtlıklara evlât deniyor ve onların eşleri de aynen evlâdın eşi gibi kabul ediliyordu. Cahiliyeye ait bu âdet, kaldırılmak murat buyurulunca, yine tatbikata Efendimiz'le başlanıldı. Herhangi bir kimseye "evlâdım" demekle, evlâdınız olamayacağı gibi, "evlâdım" dediğinizin zevcesi de gelininiz olamaz.

 

 

Saadet hânesiyle şerefyâb olanlardan biri de, Cüveyriye bintü'l-Hâris'dir (ra). Gayr-i müslim olan kabîlesine karşı harp edilmiş ve kadın erkek esarete dûçar olmuşlardı. Hissiyatı alt üst olmuş, gururu kırılmış bu saray mensubu kadın, huzûr-u risâlete getirildiğinde, kin ve nefretle doluydu.

 

İşte o zaman Fetânet-i A'zam, yağdan kıl çekme kolaylığı içinde meseleyi bir hamlede halletti.

Peygamber Efendimiz Hz. Cüveyriye (ra) ile nikâh akdedince, Cüveyriye, mü'minlerin anası mevkiine yükseldi ve sahabenin bakışında bir ihtirâm âbidesi hâline geldi. Hele Ashâb-ı Resûlullah, "Peygamber'in akrabaları esir edilmez." deyip, ellerindeki esirleri bırakınca, hem Cüveyriye (ra) hem de onun aşiretin'in gönlü fethediliverdi.

 

Görülüyor ki, Peygamberimiz altmış yaşları dolaylarında, yaptıkları bu izdivaçta dahi pek çok meseleyi bir çırpıda hallediyor; kızıl kıyamet hâdiselerin içinde, sulh ve sükûn meltemleri estiriyordu.

 

talihliler arasına karışanlardan birisi de, Safiyye bintü Huyey'dir (ra). Hayber emirlerinden birinin kızı. Meşhur, Hayber Vak'ası'nda, babası, kardeşi ve kocası öldürülmüş; kabilesi de esir edilmişti. Safiyye (ra) büyük bir öfke ve intikam hırsıyla yanıp tutuşuyordu. Nikâh akdedilip, mü'minlerin hürmet duyacağı, Efendimiz'e zevce olma muallâ mevkiine yükselince, hem Ashab'ın (ra) "Anam anam" tâzimleri ve hem de Efendimiz'in eritici ve tüketici yüceliği karşısında, Hz. Safiyye (ra) olup biten her şeyi unuttu ve

 

Peygamberimiz'e zevce olmakla iftihar etmeye başladı.

 

Ayrıca, Hz. Safiyye vasıtasıyla pek çok Yahudi'nin, Efendimiz'i yakından görüp tanıma ve yumuşama imkânı da doğuyordu. Bir şeyle her şey yapan ve bir fiilinde binler hikmet bulunan Hazreti Allah (celle celâluhu) bütün izdivaçlarda olduğu gibi, bunda da pek çok hayır ve bereket yaratmıştı.

 

Bundan başka, düşmanların iç âlemine muttalî olma bakımından, ümmetine bir ders vermiş olabileceğini zikretmek de muvafık olur zannederim. Hazreti Safiyye ve emsâli ayrı milletlerden olan kadınların, o milletlerin iç durumlarına nüfûz bakımından büyük ehemmiyeti vardır; elverir ki insan onların hâin olanlarıyla kendi sırlarını düşmanlara kaptırmasın.

 

Bu bahtiyarlardan biri de Hz. Sevde Validemizdir. İlk safta yerini alanlardan; kocasıyla Habeşistan'a hicret edenlerden ve Ümmü Habibe'nin kaderine benzer şekilde, kocasının vefatıyla ortada kalanlardan.

 

Efendimiz, bu kalbi kırığın da, yarasını sardı; onu perişan olmadan kurtardı ve ona enis oldu. Zaten sadece Efendimiz'in nikâhı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiçbir şey de yoktu.

 

İşte bütün izdivaçlarında, bu türlü hikmet ve maslahatlar bulunan Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hiç mi hiç nefsânî duygularıyla bu işin içine girmemiştir. Ya Râşid Halifelerin ilk ikisine karşı olduğu gibi, vezirleriyle bir karâbet tesisi ve zevcesi olacak kadındaki istîdat ve kabiliyet; veya teker teker, diğerlerinde gördüğümüz gibi, başka hikmet ve maslahatlarla evlenmiş ve büyük yük ve meûnetlerin altına girmiştir.

 

Bunlardan başka, Peygamber Efendimiz'in bu kadar kadının, mesken, nafaka, elbise gibi ihtiyaçlarını, en âdil şekilde temin etmesi ve onlara karşı muâmelesinde kılı kırk yararcasına, adâlet ve hakkâniyete riâyette bulunması; aralarında meydana gelmesi muhtemel huzursuzlukları peşinen önlemesi, vârit olan geçimsizlikleri yağdan kıl çekme rahatlığı içinde halletmesi, Bernard Shaw'ın ifadesiyle "En büyük problemleri kahve içme kolaylığı içinde halleden." O müstesna Zât'ın peygamberliğine delâlet eder...

Bir kadın ve bir iki çocuğun dahi, idaresinin ne kadar müşkül olduğunu gören ve bilen bizler; daha evvel başka yuvalar kurmuş; başka âile yapılarına şâhit olmuş; girdiği yuvalarda farklı mizaçlar kazanmış pek çok kadını, bir şiir âhengi ve ritmi içinde idare eden, o muallâ ve mübeccel varlık karşısında iki büklüm oluyoruz.

 

Bir husus kaldı ki, o da, zevcelerin adedinin, ümmetine meşru kılınan adedin üstünde olma keyfiyetidir. Bu, bir hususî teşrîdir. Evet, bildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok maslahat ve hikmetleri hâvi bir hususî kanundur. Bir müddet bu mevzuda mutlak izin verilmiş; belli bir müddet sonra ise sınır konmuş ve evlenmesi yasak edilmiştir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

siz iyimisiniz? inci hanım bana bunları niye anlatıyorsunuz? dur tahmin edim.,ne çabuk yazdınız işık hızında falanmı?bu copy paste dan da beter inci hanım,açık veriyorsunuz.ha ha..

 

tebrik ederim güzel alıntılar  bunlar, 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kuranı hiç okumadığın ne kadar da belli , eğer okusaydın şu ayetlere rastlayacak ve bunları yazdığın için komik duruma düşmeyecektin sevgili neo :

 

.

.

.

 

Bir husus kaldı ki, o da, zevcelerin adedinin, ümmetine meşru kılınan adedin üstünde olma keyfiyetidir. Bu, bir hususî teşrîdir. Evet, bildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok maslahat ve hikmetleri hâvi bir hususî kanundur. Bir müddet bu mevzuda mutlak izin verilmiş; belli bir müddet sonra ise sınır konmuş ve evlenmesi yasak edilmiştir.

Kur’an’daki Inanilmaz Hatalar – III – Kur’an’da Meryem’lerin Birbirine Karistirilmasi  

 

 

Isa’nin annesi Meryem, Kur’an’da onemli bir yer tutar. Kur’an’da 34 kez ‘Meryem’ ismine deginilirken, cogu kez Isa icin “Meryem’in oglu” diye atifta bulunulur. Kur’an’daki kissalar arasinda bir baska Meryem’e daha deginilir ki, o da Musa‘nin kiz kardesi olan Meryem’dir. Musa’nin annesi, Firavun yeni dogan erkek cocuklarini oldurdugu icin oglu Musa’yi bir sandiga koyarak Nil’e biraktiginda, kizina, yani Musa’nin (ve Harun’un) kiz kardesi Meryem’e sandigi takip etmesini soyler. (Ilgili hikayeyi okumak icin tiklayiniz.) Musa’nin Meryem disinda bir de Harun isminde erkek kardesi de vardir.

Simdi gelelim Muhammed’in Kur’an’da yaptigi akil almaz hataya… Meryem suresinde, Meryem bakire oldugu halde Isa’ya hamile kalmasi sonrasinda, cevresindekiler Meryem’e “Ey Harun’un kizkardesi” diye hitap etmislerdir. Halbuki bu iki Meryem birbirinden tamamen bagimsizdir. Isa’nin annesi olan Meryem’in Harun isminde bir kardesi olmadigi gibi, bu iki Meryem’den ilki, digerinden yaklasik 1700 yil once yasamistir. 

Meryem suresindeki ilgili ayetler soyledir:

16 Kitap’ta Meryem’i de an. Hani o, ailesinden ayrilip dogu tarafinda bir mekâna çekilmisti.

17 Onlarla arasina bir perde çekmisti. Biz de ruhumuzu ona göndermistik de o kendisine sapasaglam bir insan seklinde görünmüstü.

18 Meryem demisti: “Ben senden, Rahman’a siginiyorum. Takva sahibi biriysen dikkatli ol.”

19 Ruh dedi: “Ben, sadece Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir oglan bagislamak için buradayim.”

20 Dedi: “Benim nasil oglum olur; bana herhangi bir insan dokunmadi. Ben bir ***** de degilim.”

21 Dedi: “Iste böyle! Rabbin buyurdu ki: ‘O benim için çok kolaydir. Böyle olmasi onu, insanlara bir mucize ve bizden bir rahmet yapmamiz içindir. Hükme baglanmis bir istir bu.”

22 Ona gebe kaldi. Ardindan da onunla uzak bir mekâna çekildi.

23 Nihayet dogum sancisi onu, bir hurma agacinin kütügüne götürdü. “Ah, dedi, keske daha önce ölseydim, keske unutulup gitseydim!”

24 Altindan ona söyle seslendi: “Tasalanma, Rabbin senin alt yaninda bir su arki vücuda getirdi.”

25 “Hurma agacinin kütügünü kendine dogru salla, üzerine olgun, taze hurma dökülecektir.”

26 “Artik ye, iç. Gözün aydin olsun. Eger insanlardan birini görürsen söyle söyle: ‘Ben Rahman için oruç adadim. Onun için bugün, insan cinsinden hiç kimseyle konusmayacagim.”

27 Meryem, onu tasiyarak toplumuna getirdi. “Ey Meryem, dediler, sasilacak bir is yaptin!”

28 “Ey Harun’un kizkardesi! Baban kötü bir adam degildi. Annen de bir ***** degildi.”

29 Meryem, çocuga isaret etti. Dediler: “Besikteki bir sabiyle nasil konusuruz?”

30 Sabi dedi: “Ben Allah’in kuluyum. O bana kitap verdi, beni peygamber yapti.”

31 “Beni, bulundugum her yerde kutsal ve bereketli kildi. Yasadigim sürece bana namazi/duayi, zekâti önerdi.”

32 “Anneme iyilik etmemi önerdi. Beni zorba bir eskiya yapmadi.”

33 “Selam bana dogdugum gün, ölecegim gün ve diri olarak kaldirilacagim gün.”

34 Iste Meryem’in oglu Isa budur! Hakkinda kusku ve çelismeye düstükleri seyin dogrusu bu sözdür.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yahudiler “Allah’ın elçisi Meryemoğlu İsa Mesih” der mi?

Nisa 156-157.
Bir de inkârlarından ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve “Biz Allah’ın elçisi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler.

Yahudilere göre İsa diye biri tarihi kayıtlarda yoktur, yaşamamıştır. Uydurma olduğunu iddia ettikleri birisi için onu kendilerinin öldürdüğünü söylemezler herhalde. Üstelik Hristiyanlığa göre İsa’yı çarmıha gererek idam eden işgalci  Romalılardır. Orada toplanmış bir grup Yahudi’ye iki idamlıktan birinin affedileceğini söyleyerek hangisini tercih ettiklerini sormaları ve o grubun da İsa’yı affetmemesi, tüm Yahudileri İsa’nın katili yapmaz. Bunu iddia eden radikal Hristiyanlar varolsa bile, Allah’ın da benzer iddiada bulunması düşünülemez.

Belli ki Muhammed, Mekke’deki radikal Hristiyanlardan “İsa Mesih’i Yahudiler öldürdü” diye duymuştur. Ve öyle bildiği için Allah’ın da böyle söylediğini kurgulamıştır.
Ama asıl değineceğimiz nokta bu değil.
Mesele ayette İsa’yı öldürmelerinin Yahudilerin ağzından ifade ediliş şekli.

İsa’ya inanmayan, onu bir peygamber ya da Mesih olarak kabul etmeyen Yahudiler hiç kalkıp da “Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” derler mi?

Bu ayet tanrı sözü olmuş olsa; “Allah’ın elçisi Meryem oğlu İsa Mesih için ‘Onu biz öldürdük’ demeleri yüzünden kalplerini mühürledik” şeklinde ifade edilirdi.
Nasıl ki müslüman olmayanlar “Allah’ın resulü Hz. Muhammed (sav)” demiyorsa, sadece Muhammed diyorsa; Yahudiler de sadece isa derdi. “Allah’ın elçisi” ve “Mesih” demezlerdi.

Ama Kur’anı yazan Muhammed olduğu için bu tür mantık hatalarını bolca yapmış.     Hatasız kul olmazmış!

Haramları sıralayan ayette iyilik emri

En’am-151. De ki: Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin de onların da rızkını biz veriyoruz. Kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haksız yere Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın. Düşünesiniz diye Allah size bunları emretti.

Ayette Muhammed, Allah’ın haram kıldıklarını sayıyor tek tek.
Haram denince olumsuz cümleler gerekir.
“Yalan söyleme”, “Hak yeme”, “Öldürme”, “Anne babaya karşı gelme” gibi..
Ama daha 2. cümlede “Anne babaya iyilik edin” diyor.
Yani, haramları, yapılmaması gerekenleri sayarken, farz olanı, yapılması gerekeni yazıyor.Kur’an, tanrı kelamı olsa, böyle hata olur muydu?
“Anaya babaya iyilik edin” demez, “Anaya babaya kötülük etmeyin” derdi.

“Ben sizin üzerinizde bekçi değilim” diyen kim?

En’am suresi

103. Gözler onu göremez, O ise bütün gözleri görür; O, lütuf sahibidir, her şeyden haberlidir.

104. Rabbinizden size muhakkak ki deliller gelmiştir.Artık kim gözünü açar görürse kendi lehine, kim de hakkı görmeyip batılı seçerse kendi aleyhinedir. (De ki) “Ben sizin üzerinizde bekçi değilim.” (Ayetin Arapçasında “De ki” yok)

105. İşte biz, ayetleri çeşitli biçimlerde böyle açıklıyoruz. Öyle ki sana: ‘Sen ders almışsın’ desinler ve biz de bilen bir topluluğa onu açıkça göstermiş olalım.

106. Rabbinden sana vahyolunana uy. O’ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir.

107. Allah isteseydi, ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bekçi yapmadık, sen onlara vekil de değilsin!

104. ayette “Ben sizin bekçiniz değilim” diye yazarak gaf yapan Muhammed, sadece 3 ayet sonra Allah’ın ağzıyla “Biz seni bekçi yapmadık” diye yazıyor.

Var mı mantıklı bir açıklaması?

Şarap şeytan işi pislik ama uyuşturucu değil!

Maide: 90-91. Ey inananlar, şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları şeytân işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytân, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allâh’ı anmaktan ve namazdan alakoymak istiyor. Artık vazgeçecek misiniz?

Şarabı yasaklayan ve pislik olarak gören Kur’an, sigara ve uyuşturucuyu neden yasaklamamıştır? Hadi o dönemde sigara yoktu, ama esrar ve afyon çok yaygındı.

Sigara-esrar demezdi de “duman içilmesi, kafasını-vücudunu uyuşturan maddeler kullanılması haramdır” derdi. Ama denmemiş.

İnsanlar arasında yoğun kullanılıyor olmasına rağmen, Allah’ın ve Muhammed’in bundan haberi mi yoktu acaba?
Çinliler 4000 yıl önce uzun çubuklarla esrar içmeye başlamışlar.
M.Ö. 4000 yıllarında da Aşağı Mezopotamya’da yaşayan Sümerliler’in haşhaş ve kenevir yetiştirdikleri çivi yazılarından ortaya çıkarılmış. M.Ö. 2000-1500 yıllarından kaldığı sanılan Mısır’da Thebes kenti yakınlarında bulunan papirüslerde haşhaş ekimi, afyon üretimi ve afyondan yapılan ilaçlara ilişkin ayrıntılı bilgi verilmiş. Halusinojenik maddeler içeren mantarlar Aztek ve Maya uygarlıklarında, psiko-aktif bir madde olan Amanita Muscaria mantarları ise Asya kıtasındaki şaman törenlerinde kullanılmaktaydı. Kokain,Güney Amerika yerlileri tarafından, sert doğa koşullarına karşı, uzun yaya yolculuklarında açlığa ve yorgunluğa karşı bugün bile kullanılmaktadır. 3000 yıllık geçmişe sahip Hindu metinlerinde esrar kutsal bir yere oturtulmaktaydı. Afyon, Eski Roma ve Yunan uygarlıklarında, Mısır, Pers ve Hint uygarlıklarında da yaygın olarak kullanılmış. Mezopotamya bölgesinde yaşamış olan Asur ve Sümerler ile ilgili kayıtlarda, Orta Asya’da bulunan Moğol, Türk ve Sibirya bölgesinde de bu maddelerin dinsel törenlerde kullanıldığına ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Dünyada bu kadar yaygınken Muhammed’in esrarla, uyuşturucuyla karşılaşmadığı, duymadığı düşünülemez. Yoksa uyuşturucunun zararları olduğunu mu düşünmüyordu? Şarap gibi kokmuyor ondan mı acaba? Şarabı yasaklamışken, insanlık için içkiden çok daha zararlı olan uyuşturucudan söz edilmemesi önemli bir mantıksızlıktır.

Domuz etini yasaklayacaksın. Ama bugüne kadar hiçbir zararı kanıtlanmış olmayacak. Müslümanlar ve Yahudiler haricinde bütün insanlar yiyecek ve hiçbir olumsuzlukla karşılaşmayacaklar. Buna karşın insanlığın en büyük belalarından biri olan uyuşturucu, esrar, eroin-kokain hakkında bir yasak olmayacak. Böyle bir yasak mantığı olabilir mi?

Bu arada belirtelim, eskiden sara hastalığının tedavisinde de esrar kullanılırmış.
Sara nöbetleri geçirdiği rivayet edilen Muhammed hazretleri de esrar kullanmış olabilir mi acaba?

Allah’a altınlar dolusu fidye verilmesi

 

Ahirette günahlarından affedilmek, inançsızlığından dolayı ceza yememek için Allah’a fidye vermeyi bir insan düşünebilir mi hiç?
Örneğin tonlarca altın vererek kurtulmak..
Böyle birşey öldükten sonra mümkün olabilir mi?
Ama Kur’an’da sanki mümkünmüş gibi örnek verilmiş:

Ali İmran-91. Şüphesiz inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, dünya dolusu altını fidye verseler bile bu, hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

Bu ayetin teşbih vs. diye savunulabilir bir yanı yoktur.
Neresinden bakılırsa bakılsın akıldışı, mantıkdışı, bilimdışı bir ayettir.
Ancak cahil bir insan düşünebilir ve yazabilir bunu.

Allah rüzgarı keserse gemiler yüzemezmiş!

 

Şura/ 32-33. Denizlerde yüce dağlar gibi gemilerin yürümesi de O’nun kudretinin delillerindendir.
O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

Lokman-31. Size varlığının delillerini göstermesi için, Allah’ın lütfuyla gemilerin denizde yüzdüğünü görmedin mi? Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

Muhammed döneminin insanlarına gemilerden bahsedip, rüzgarın gücüyle nasıl engin sularda yol aldıkları ve bunun Allah’ın lutfu olduğunun söylenmesi etkili olabilir ve tasdik görebilir.
Ama günümüz insanına bunlar söylendiğinde gülüp geçecektir.
Çünkü artık yelkenli gemiler değil, motorlu gemiler vardır ve Allah, rüzgarı kesmiş olsa dahi gemiler yüzmeye devam eder.

Bu ayetteki mantıksızlık, gemilerin yüzmesinin Allah’ın delillerinden olduğunun söylenmesidir.
Ayrıca rüzgarı durdurmasıyla gemilerin yüzemeyeceği iddiası da Kur’an’ın evrensel olmadığının kanıtlarındandır.

Göğün yere düşmesinin mantığı nerede?

 

İslamcılar, birtakım ayetlerden yerin yuvarlak olduğu çıkarımında bulunurlar.
Bazı meal tahrifatçıları işi öyle ileri götürmüştür ki “yer” diye geçen ayetleri “yerküre” olarak çevirir.

Halbuki Kur’an’da “yer ve gök” hakkındaki ayetler açıktır.

Birkaç örnek verelim:

* Uçlarından eksiltilen döşenmiş yerin üstünde gökkubbe vardır.
* Gök de, yer de 7 kattır.
* Allah gökleri 2 günde, yeri 4 günde yaratmıştır.
* Güneş, yerin batısında kara balçıklı bir göze içine batar.
* Yıldızlar, şeytanları taşlamak için atış taneleridir.
* En yakın gök yıldızlarla donatılmıştır.
* Ay, bir ışık kaynağıdır, nurdur.
* Güneş aya yetişemez. Gece gündüzü geçemez.
* Cennetin genişliği, göklerle yer kadardır.

Şimdi Kur’an’ın bu hikmet dolu ayetlerine yeni bir ilave yapalım:

Allah, göğü tutmasa yere düşer.

Hac-65. Görmedin mi ki, Allah bütün yerdekileri sizin hizmetinize sundu. Ve emriyle denizde seyredip giden gemileri de.
Göğü de izni olmaksızın yere düşmekten o tutuyor. Gerçekten Allah insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir.

“Gökten düşen, yere düşer” düşüncesinde olan birinin bu ayetin dünyanın yuvarlaklığıyla-düzlüğüyle ilgisini anlaması olanaksızdır. örneğin güneşin, merkürün, Venüsün, yıldızların gökte olan herşeyin Allah’ın yasaları olmasa yere düşebileceğini mümkün gören bir insanın ayette çelişki görmesi imkansızdır. Kelimeler evrilip çevrilerek devekuşu yumurtasına döndürülebilir belki ama göğün yere düşmemesi için neyi evirecekleri meçhul.

Bunu yazan Muhammed, dünyayı göğün altında uçsuz bucaksız kara parçası olarak düşünmekteydi. Dünyanın da bir gezegen olduğunu, güneşin etrafında ve kendi etrafında döndüğünü, güneşin de bir yıldız olduğunu bilmiyordu. Ve sanıyordu ki üstte görülen o yıldızları-kandilleri, ayı ve güneşi Allah tutmasa yere düşecek. Halbuki bugün bilmekteyiz ki dünya gökte bir nokta kadar küçük kalıyor. Göğün haritasında dünya yer bulamayacak kadar minicik. Buna karşın milyarlarca galaksi ve her bir galakside dünyadan 50 kat-100 kat büyük yıldızlar ve yine milyarlarca gezegen var. Hiç bunların gökteki bir nokta kadar küçük dünyaya düşmesi düşünülebilir mi? Böyle mantıksızlığı, böyle bilimdışılığı, böyle yanlışı herşeyi bilen tanrı yapmaz. Ancak bilgisiz bir insan yapar.

Türklere fasulye yemek haram olup diğer milletlere helal olabilir mi?

Kehf-57 ve İsra 45-46 ayetleri okunduğunda görülecektir ki;
Allah, herkesin Kur’an’ı okuduğunda anlamasını istememektedir.

Kehf-57. Kim, kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren ve elleriyle yaptığını unutandan daha zalimdir? Şüphesiz biz, onu anlamamaları için, kalplerine perdeler gerdik, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayet bulamazlar.

İsra: 45-46. Biz, Kur’an okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanların arasına gizleyici bir örtü çekeriz.

Onu anlayamamaları için kalplerine örtüler, kulaklarına da bir ağırlık koyarız. Kur’an’da Rabbini tek olarak andığın zaman nefretle arkalarını dönüverirler.

Neden?

Allah, kitapları ve peygamberleri kendisine inandırmak ve insanları doğru yola çağırmak için göndermemiş midir?

Bu ve benzeri ayetlerin nedeni, Muhammed’in gururu ve bahanesidir.
Kendisine inanmayanların inanmama sebebinin, kendi inandırıcılığındaki eksiklikten değil, onların inanmasını engelleyenin Allah olduğunu öne sürmekte, topu Allah’a atmaktadır.

Örneğin, müslüman olmayanlar arasında birçok değerli, saygın, iyi insan vardır. Ama Muhammed’in peygamberliğini kabul etmemektedirler.
Yani, saflar karışıktır. Bir tarafta iyiler, diğer tarafta kötüler şeklinde değildir. Ebu Talib gibi tüm toplumdan hürmet gören bir insan karşı taraftadır.
Bir peygamber, nasıl olur da haklılığını kanıtlayamaz, en yakınındaki insanı ikna edemez? Bu nasıl izah edilebilir?

Bunu izah edemeyen Muhammed, Allah’ın kalpleri mühürlediğini, dilediğine hidayet verip dilediğine vermediğini iddia etmiştir. Halbuki gerçekten bir sınav olsaydı; tanrı hiç bu sınava müdahale eder ve birilerinin aleyhine, birilerinin de lehine ayrımcı davranır mıydı?

Örneğin, bir Yahudiyi ikna edememesinin sebeplerinden biri deve etinin yenmesinin haram olup olmadığı idi.
Allah, önceki kitaplarında deve etini haram kılmışken Muhammed’e helal olduğunu bildiriyordu.
Nedenini ise “Yahudilere haram” olarak açıklıyordu.
Yani, Allah bir ürünü bir millete haram, diğerlerine helal kılabiliyordu demek ki.

Enam-146. Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık.

Ali İmran-93. Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakup’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helal idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.

Mantığa bakar mısınız; “Yakup peygamber deve etini kendisine haram ettiği için tüm Yahudilere haram edildi ama o bizim için geçerli değil” deniliyor.

“Türkler fasulye yiyemez, diğerleri yiyebilir” gibi bir hüküm olabilir mi?
Böyle bir tanrı anlayışı, böyle bir mantık olabilir mi?

Zaman Mantıksızlığı

Önce Allah katındaki zamanla, dünyadaki zaman arasındaki farkı görelim:

Hac-47. (…) Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.

Yani arşta 1 gün geçtiğinde bizde 1000 yıl geçmiş oluyor.

Şimdi de dünyadaki işlerin Allah’a ulaşma müddetini görelim:

Secde-5. Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde O’na yükselir.

Yani, dünyada yapılan bir işin, bir düzenlemenin Allah’ın bilgisine sunuluş süresi bizim zamanımızla bin yıl tutuyor.

Örneğin Japonya’daki tsunaminin bilgisi Allah’a 3011 senesinde ulaşacak demektir.
Müslümanlar ise Allah’ın her şeyden anında haberdar olduğunu sanır.

Şimdi asıl mantıksız zamana gelelim: Cebrail’in-meleklerin dünyadan Allah’a varış sürelerine:

Mearic-4. Melekler ve Ruh (Cebrail) ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.

Yani, Cebrail Allah katından 2011′de yola çıkıp dünyaya vardığında, dünyadaki yıl: 52011 olacaktır.

Hadi Allah katındaki zamanı anladık diyelim.
Dünyadaki bir iş Allah’a hangi vasıtayla ulaşıyor?
Ve nasıl oluyor da 1000 yıl süre sonra varıyor?

İşlerin Allah’a ulaşmasıyla, meleklerin ulaşması arasında 49.000 yıllık büyük bir fark var.
Bunun mantıklı bir izahı var mı?
Aslında evrenin bir ucunu düşünsek, bu 50.000 yıllık süre çok çok az. Yani, melekler bir hayli hızlıymış.
Ama dünyadaki işler ve müdahaleler için bir hayli uzun zaman. Yaşanan döneme ulaşılması mümkün değil.
Demek ki Cebrail, Muhammed daha doğmadan 50.000 yıl önce yola çıkmış da ancak ulaşabilmiş, görevini bildirmek için.
İyi de Musa ile İsa arasında 1500 yıl, İsa ile muhammed arasında 600 yıl fark var.
Bu durumda herhalde Cebrail, hepsininkini toptan getirmiş ve Muhammed ölene kadar dünyadan ayrılmamış olmalı.

Peki ama Miraç hadisesini nereye koyacağız?
Cebrail eşliğinde Burak’la Allah katına çıkan ve tekrar dönen Muhammed’in, o geçen süre zarfında yatağının soğumadığı söylenir. Rüyasında gitmiş olmalı. 

Muhammed’e tanınan ayrıcalık

Kur’an’da mantıksızlık örnekleri o kadar çok ki, yazının daha fazla uzamaması için forumlarda yazdıklarımızın tümüne yer veremeyeceğiz. Son olarak Kur’an’daki en büyük mantıksızlığa değinelim. Hadislerde yer alan Ayşe’nin “Görüyorum ki senin rabbin yalnız senin şeyinin keyfi için koşturuyor” sözünü boşuna söylemediğini ortaya koyan ayet:

Ahzap-50. Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helâl kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helâl kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Ahzap-51. Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın.Bıraktığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Böyle yapman onların mutlu olmalarına, üzülmemelerine ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalplerinizde olanı bilir. Allah hakkıyle bilendir, halîmdir.

Muhammed’in Eşleri ve cariyeleri

Muhammed şimdi yaşayıp peygamberlik yapsaydı ve böyle bir ayetle karşınıza çıksaydı bu size mantıklı gelir miydi?
Ya da eşlerini alıp dolaşmaya çıksaydı; peşinde 10-11 tane cilbablı kadın olan birine inanır mıydınız?

 

 

tabiki inanmazdım hangi çagda yaşıyoruz

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

şunu asla, unutmayın inci hanım sadece kuran yok sizin mantığınızda  4 kitap ve 4 adet din var bu sizin mantığınız benim asla mantığım olamaz  inci,hanım  tanrı 4 tane din değiştirdi baktı insanöğlu kontrolden çıktı koskoca tanrı din verdi işe yaramadığını bile bile verdi,sonuç nedir?peki hüsran eminim tanrı bir din daha verseydi 

 

 

yine sonuç  hüsran olucaktı. bunu bilmek için tanrı olmaya gerek yok ateist olmak, yeterli..siz tanrı olsanız  ve geleceği görseniz,

 

 

ne yaparsınız?,bir dünya yaratıp iyilerin anlamsızca acı çekmesinimi?seyrederdiniz,,tıpkı kötü bir tanrı gibi ,ayrıca komik duruma düşen kim?bunu uzun uzun düşünmenizi tavsiye ederim..isterseniz. bir oylama yapalım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sevgili @@binyamin, benim veremeyecek cevabım yok, vermek istemediğim cevap var, neden? çünkü bir yaratıcınıın valığını mantığına oturmayan sizlere ne cevap verirsem vereyim mantıksız gelecek , en basitinden

 

 

 

Bir insanı zeka özürlü yaratıp sonra o deliydi onu cenette ağırlayacağız diyen bir mantık eh nede olsa onlara sorumluluk yok değil mi? ...sonra akıllı olup her türlü cefayı çekmiş ama inançsız olduğu için cehennem de yanan birileri ...demeyecek mi ah be keşke bende zeka özürlü olsaydım cennet garantiydi ve kaçınılmaz son dıt dıt dıt the end  ?@@inci_nur

 

şu iddian üzerine söyleyeceğim çok şey var ;

 

1) Allah mülk sahibidir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Kimse O'na karışamaz ve O'nun icâdına müdahale edemez. Senin zerratını yaratan, terkibini düzenleyip insanî hüviyeti bahşeden Allah'tır (celle celâluhu). Sen bunları sana lûtfeden Allah'a daha evvel bir şey vermemişsin ki, O'nun karşısında bir hak iddia edebilesin..

 

Eğer sen, sana verilenler mukâbilinde Allah'a bir şey vermiş olsaydın, "Bir göz değil iki göz ver, bir el değil iki el ver!" gibi iddialarda bulunmaya; "Niye iki tane değil de bir ayak verdin?" diye itiraz etmeye belki hakkın olurdu. Hâlbuki sen Allah'a (celle celâluhu) bir şey vermemişsin ki -hâşâ ve kellâ- O'na adâletsizlik isnadında bulunasın. Haksızlık, ödenmeyen bir haktan gelir. Senin O'na karşı ne hakkın var ki yerine getirilmedi de haksızlık irtikap edildi!

 

Allahu Teâlâ Hazretleri seni yokluktan çıkarıp var etmiş: hem de insan olarak... Dikkat etsen; senin içinde harika işleyen birçok sistemler var, var ki, pekâlâ onlara bakıp nelere mazhar olduğunu düşünebilirsin.

 

2) Cenâb-ı Allah, bazen insanın ayağını alır; onun karşılığında âhirette pek çok şey verir. Ayağını almakla o kimseye aczini, zaafını, fakrını hissettirir. Kalbini Kendisine çevirtip, o insanın duygularına inkişaf verirse, çok az bir şey almakla, pek çok şeyler vermiş olur. Demek ki zâhiren olmasa bile, hakikatte bu ona, Allah'ın lûtfunun ifadesidir. Tıpkı şehit edip cenneti vermesi gibi... Bir insan, muharebede şehit olur. Bu şehâdetle mahkeme-i kübrâ ve Allah'ın huzurunda, sıddîkların, sâlihlerin gıpta edeceği bir makama yükselir. Onu gören başkaları "Keşke Allah bize de harp meydanında şehâdet nasip etseydi." derler. dolayısıyla, böyle bir insan parça parça da olsa çok şey kaybetmiş sayılmaz. Belki aldığı şey ona nispeten çok daha büyüktür.

 

Çok nâdir olarak, bazı kimseler, bu mevzûda küskünlük, kırgınlık, bedbinlik ve aşağılık duygusu ile inhiraf etseler bile, pek çok kimselerde bu kabil eksiklikler, daha fazla, Allah'a teveccühe vesile olmuştur. Bu itibarla  bir kısım kimselerin, bu meseledeki kayıplarının serrişte edilmesi yerinde değildir. Bu mevzûda esas olan, ebede namzet insanların ruhlarında o âleme âit iştiyâkı uyarmaktır. Bu, arızalıda, arızaların itmesiyle Hakk'a teveccühü; başkalarında da ondan ibret alarak kanatlanmaları şeklinde kendini gösteriyorsa, maksada uygun ve hikmetlidir.

 

 

 

"bak bi yığın şey yazmış yine" diye düşünüp okumadan en son cümlemi alıp yine üstüne sorular sormak elinde olduğu gibi, satır satır okuyup sana bahşedilen mükemmel mantığını açık tutarak okumak da senin elinde.. ama emin ol sen ve burdaki diğer dostlarının yazdığı veya kopyaladığı herşeyi tek tek okuyorum,ve şunu farkediyorum, inanmak gerçekten çok büyük bir nimetmiş, sizlere ve düşündüklerinize bakınca rabbime bir kere daha şükretmiş oluyorum, sağolun :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

tanrı hayvanlardaki sistemi ve düzeni sağlamak için onlara akıl verdi ama düşünme yeteneği  vermedi.,akıl  ve düşünme yeteneği  sadece insanoglunda vardır.

 

.gelelim asıl sorunun asıl cevabına,bunu anlamayan insanın aklından şüphe ederim .her,zamanda etmişimdir,hayvanlardaki yaşam ve işleyiş sistemi gerçekten mükemmeldir,

 

bu mekanizmayı oluşturan tanrı hayvanlara bu yenekleri öğretmemiştir, arının,bal yapmasını öğretmedi,şimdi burada satlerce yazmaktansa konuyu çok kısa kesicem  tanrı öğretmez insanöğlu hariç,

 

 

tanrı düşünmeyen varlıkları MİSTİKSEL  OLARAK KONTROL EDER.

 

 

örnek olarak örümceğin ağ yapmasını öğretmez, onu kontrol eder,onu yönlendirir, bu tanrının akıl oyunudur

 

 

arının polen toplayıp bal yapmasını tanrı arıya öğretmez

 

 

arıyı mistiksel olarak kontrol eder. ve sistemli bir şekilde yaptırır..

 

 

 

 

tavuk yumurtası 21. günde çıkar bu bir sistemdir..evrimleşmek  bir sistemdir

 

 

 

aranızda mistiksel kontrolü bilen varmı!!! yada bu konu hakkında bilgisi olan!!!

 

 

 

tanrı mükemmel olsaydı evreni ve kainatı 6 günde yaratmaz, ol derrr ve olurdu evren 

 

 

bu kanıt bile kitapların madein:human icadı olguğuna dair mükemmel bir kanıttır..

 

 

bazılarına kapak olsun bu sözler!!!!aslında söyliyeceğim o kadar çok varki bazıları için değmez  bile ,bak duydunuzmu? tanrıdan yine ses yok!!!!!

 

 

tanrı hem melektir hemde şeytandır.. aksini ispatlıyacak ,,olana tanrı demeye hazırım!!!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sen bunları sana lûtfeden Allah'a daha evvel bir şey vermemişsin ki, O'nun karşısında bir hak iddia edebilesin..

karşılıklı menfaat ilişkisi insanlar arası bir olaydır nasıl koskoca tanrı menfaat ilişkisi yürütsün insani bir ilişki bunlar nasıl bir yaratıcı kulundan bir çıkar amaç yürütmez 

 

bun düşünceler bir inançlıya yakışıyor  mu siz kendi tanrınızı çok basitleştiriyorsunuz tanrınız bu kadar mı çıkarcı ...bana göre hava hoş benim tanrım yok 

ama eğer olsaydı bu yukarıda ki söze asla katılmazdım 

 

sevgiler 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

yaratıcı herseyi zaten öceden biliyosa buda zaten imtihanın ne kadar anlamsız oldugunu açık bir delilidir
 
zaten yada o zaman şöyle bir tez çıkıyor ortaya bir kainatın olması bu gördüklerimiz bir tanrıyı ortaya cıkarsa bile bizim onun hakkında yeterince yada kesinleşmiş bir bilgiye sahip olmadıgımızı ortaya çıkarır üzgünüm
 
ama esas gerçek bu o yüzden bir tanrı olup olmadıgı ispatlanana kadar bilimle din her zaman ters düsecektir
 
alın size en büyük gerçek henüz neyle karsılasacagımız bilinmez insan oglu hazırlıklı olmalıdır ve her zaman bilimin yanında olmalıdır.
bilim ve din yaratıcının varlıgını ispatlamaya çalışacagına onun yoklugunuda aynı anda ispatlamaya çalışsa daha kesin bir sonuca varmazmı?
 
 
neden herseyin önce varlıgını biz insan oglu ispatlamaya çalışıyoruz varlıgını ispatlamak ne kadar dogruysa yoklugunu ispatlama o kadar mantıklı bence sizler ne düsünüyosunuz bu konuda bu konu herkese açıktır inanan imanmayan tesekkür ederim..
 
 
şeytan bana göre ortaçağda insanları korkutmak için uydurulan bir masaldan ibaret olan şeydir saygılar..
 
 
 
 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bunların hepsine inanmak meseleyi olusturmaz burda aslında önce allahın  ve ya alternatif adı,, tanrının,,gerçekten ispat edilmesi gerekir

 

işte asıl mesele bu aslında kötüler dogarken bebektiler yanı iyi insan profili oldular kötü insan yoktur kötü sistem vardır yani hicbirşey kesin deyildir tanrı bile tanrıyı ispat edin ben sizden biri olmaya hazırım

 

1400 sene önce kamera sistemimi vardı yada ona benzer bisey mi vardı daha 100 yıl önce yasanan olayları cozemezken nasıl oluyorda 1400 yıl önce yasananları adım adım biliyoruz

 

yada ondan onceki peygamberler dönemini 50 yıl sonra bunların hayal oldugunu ispat eden biri cıkarsa ne olucak peki tanrıyla basbasa kalmıyacakmıyız?

 

tanrı gerçek bile olsa bu kitapların önce gerçek olup olmadıgı ispatlanmalı kavimler helakmı oldu yoksa cahıllıgın kurbanımı oldular bunlaar bilinmeli önce yaratıcı bizi kontrol ediyorsa bunu açmak istemiyorum

 

cok uzun bir konu akıllı olan anlar beni bence bizler yaratıcının birer oyuncagıyız bunu kötü algılamayın sakın asıl mesele ne biliyomusunuz bir tanrı yoksa bütün bunların anlamı nedir 

 

bunu bulmak mesele bence insanlar bir sistem kurarlar ve hayat devam eder iyi veya kotu önemli deyildir tanrı için..
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ormanlarda hayvanlar birbiri zalimce canlı canlı katlediyor daha yavruyken annesinin gözü önünde

Acımasızca avlanıyor acı çeke çeke haycan öldürülüyor bu nasıl bir tanrı sistemi olabilir

istenirse hayvanlar arasında daha mantıklı bir çözüm olabili di ama yok neden yok çünkü tanrı yok

Sevgiler

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

tanrı gerçekten kötü bir tanrıysa ha olmuş ha olmamış çok ta umrumda,bu duydunuzmu? yine ses yok!!! fok balıkları yer yıl yüzbinlerce katlediliyor,şu gezegen o kadar değerl iki sizler farkındamısınız? her saniye okadar değerliki,,

 

tanrıya hergün sorduğun bir soru var ama cevap yok,,neden? bu kadar, özgür  bir sistem kurdunki çokmu? aradın, bu sistemi?

 

ey tanrı şimdi san bir daha sesleniyorum,:

 

ben bir insan  olarak  sende ngaha merhametliysem,senden daha sağlıklı düşünebiliyorsam,ve gelecekten korkuyorsam!!!

 

 

insanları senden daha çok değer veriyorsam,,

 

 

şimdi söyle bana hangimiz tanrı olmayı hakediyor!!!!bak duygunuzmu?bu sefer garanti ses yok!!!

 

Livin' on a Prayer - Jordan James mp3. 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

 
neden herseyin önce varlıgını biz insan oglu ispatlamaya çalışıyoruz varlıgını ispatlamak ne kadar dogruysa yoklugunu ispatlama o kadar mantıklı bence sizler ne düsünüyosunuz bu konuda bu konu herkese açıktır inanan imanmayan tesekkür ederim..
 
 

 

 

bilim ve din arasında bir çatışma yoktur bana göre, aksine birbirini tamamlar,

 

 

Bilim ve din arasındaki çatışmadan kaçınmanın tek yolu, bu alanları birbirinden tamamen ayrı olan bölümler hâlinde ele almaktır. Bu anlayışa göre, bilim ve din sordukları sorular, uğraştıkları konular ve kullandıkları metotlar açısından birbirlerinden özerk ve bağımsız olmalı, birbirlerinin işine karışmamalıdırlar. Her iki alanın da kendilerine göre sınırları vardır. Bu bölümleştirme, sadece gereksiz çatışmalardan kaçınmayı değil, aynı zamanda her iki düşünce tarzının kendine özgü hüviyetine sadık kalabilmelerine vesile olacaktır.

 

 

Bilim nesnel, genel ve tekrarlanabilir verileri açıklamaya çalışır. Din ise, âlemdeki düzen ve güzelliğin varlığını ve iç dünyamızdaki (bir taraftan suç, endişe ve mânâsızlık, diğer taraftan da merhamet, güven ve hayırseverlik gibi) tecrübeleri araştırır.

 

 

Bilim nesnel olarak "nasıl" sorularına, din ise, mânâ, gaye, ilk köken ve nihai kaderimize dâir ferdî "niçin" sorularına odaklanır.

 

Bilimde otoritenin temeli mantıkî tutarlılık ve deneysel yeterliliktir. Dinde ise nihai otorite Tanrı ve aydınlanmış peygamberler vasıtasıyla anlaşılan ve şahsî tecrübelerimizce onaylanan vahiydir.

 

Bilim, deneysel olarak denetlenebilir nicel tahminlerde bulunmaktadır. Din ise, Tanrı aşkın olduğu için sembolik ve analojik dil kullanmak zorundadır.

 

 

Bu yüzden, size verdiğim örnekler de sembol üzerinden verdiğim örneklerdi,

 

Kendinizi ateist olarak tanımlayan sizler, verdiğim sembolik örneklerde mantık arıyor, ve çelişki olduğunu söylüyorsunuz, eğer ben de sizler gibi sembolik anlatımdan kastedilen manayı anlayamamış ve sembolün dışına çıkamamış olsaydım, emin olun size sonuna kadar hak verecektim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

yaratıcı herseyi zaten öceden biliyosa buda zaten imtihanın ne kadar anlamsız oldugunu açık bir delilidir
 
 

 

 sevgili @@pach of neo

 

Hemen kalk yerinden bir takvim yaprağına bak. Orada senin de önceden bildiğin şeyler yazılı. Güneşin, meselâ üç ay sonra, oturduğun şehirde hangi dakikada doğacağını ve batacağını yazmış olmalılar. Artık sen de önceden biliyorsun. Acaba güneş, sen öyle bildiğin için mi o dakikada doğuyor? Yoksa güneş o dakikada doğacağı için mi sen öyle biliyorsun? Gördüğün gibi, bilmek olmayı belirlemez, olmak bilmeyi belirler. Bir iş olmuşsa/olacaksa, öyle bilinir. Bir iş nasıl bilinirse, öyle olmaz. Öyle bilindi diye öyle olmaz. Öyle bilinecek diye öyle de olmaz. Allahın da önceden bilmesi, ne edeceğimizi belirliyor değil. Bizi böyle ettiğimiz için, O önceden öyle biliyor. Yoksa, Onun da sonradan bilmesini mi arzu ederdin. Zamanı yoktan var eden, sence zamana mahkûm mu olsun? O da mı az sonraları beklesin?

 

Dünyada ne edeceğimizi biliyor Allah: Doğru. Önceden biliyor: Bu da doğru. Peki ya Onun önceden bildikleri sonradan olmazsa, O neyi bilmiş olacak! Sonradan olacaklar olacak ki, önceden bilmesi doğru olsun Farz edelim ki, biliyorum nasılsa diye hiçbirimizi dünyaya göndermeden cennete/cehenneme koyuverseydi. Dünya hiç olmasaydı. Hayat hiç kimse tarafından yaşanmasaydı. O zaman Onun da bildiği şimdiki yaşadıklarımız değil, biliyorum nasılsa diye başından cennete/cehenneme koyulduğumuz olacaktı.

 

Sonradan bilmek için bir şeylerin önceden olması gerektiği gibi, önceden bilmek içinde bir şeylerin sonradan olması gerekir. Şimdi olan bitenin hepsi Onun önceden bildikleri ama bizim olduktan sonra bildiklerimizdir. Ben kaderin mahkûmuyum derken, acaba, O çok önceden öyle biliyordu diye Onun bildiğine göre mi davranıyorsun? Bunu yapabilmen için, Onun önceden bildiğini O'ndan önce bilmek gibi bir yeteneğin olmalı. Bir eylemi yaparken, önceden yazılmış bir şey okuyarak yapmadığına göre, senin eylemlerini kaderin belirliyor değil, sen kaderinde ne yazıldığını/yazılacağını belirliyorsun. Ne yapıyorsan, o yazılıyor kaderine. Şimdi yaptığını sonradan öğreniyorsun. İşte kaderin de o sonradan bildiğine göre yazılıyor. Sonradan bildiğine göre önceden davranabiliyor olsaydın, örneğin bir sınavı hemencecik kazanabilirdin, diplomanı fakülteye girer girmez de alırdın! Çok kolay: Kaderimde diploma alacağım yazılmış, öyleyse yan gelip yatsam da, diplomamı alacağım deyip de yan gelip yattığında, sadece yan gelip yatmış olursun. Böylece kaderinin de yan gelip yattığı için diplomayı alamadı şeklinde yazıldığını çok sonra fark edersin!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bir kere Kuran'da bilimsel işaretler olduğu tamamen şehir efsanesi. Maksatlı ve çarpıtılmış tercümelerle yaratılmış, aslı olmayan bir efsane. Kuran'da bilim ile alakalı tek kelime yoktur. Tersine çağının bilgisinin bile gerisindedir. 

 

Muhammed'in ancak yaşlı bir dul ile evlenebilmesi, onun kızlarına kızım demesi ve dağlarda, mağaralarda gezmesi, otistik bir insan olduğu içindir. Bunun iffetle filan alakası yok. Kendi dengi bir kızla evlenmek iffetsizlik olacak değil. 

 

Kader diye ise bir şey yoktur. Çünkü yaratılış değil, evrim vardır. Dolayısıyla evrimin en son ve en gelişkin ürünü biz veya bizim gibi evrimleşmiş başka gezegenlerde olması olası canlılardır. Bundan daha üst bir bilinç yoktur. Biz evet güneşin doğup batışını, hava durumunu önceden bilebiliriz. Başka bizden iyi bilebilecek kimse yoktur. 

 

Tüm daha üst bilinçler iddiaları hurafe ve efsanedir. 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.