Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 İran’a şeriat ’demokrasi’ ve ’özgürlük’ vaatleriyle geldi... AKP’nin Anayasa tasarısı hazırlıkları, Türkiye’nin bir saklı gündeminin doğmasına neden oldu: "Darbe mi? Şeriat mı?" İşte Türkiye’nin gizli gündemi bu soru. Herkes bunu tartışıyor. Ne rastlantı; yıllar önce, İslam devriminden önce benzer soru İran’ın da gündemindeydi. İranlı solcular, demokratlar, liberaller ve milliyetçiler bu soruyu tartışıyordu, darbeye karşı çıkıyorlardı. Gelin İran’ın İslam devrimi öncesi ve sonrası günlerine gidelim. Bir de, "mahalle baskısı" var mıymış görelim. MERHABA. Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım. Şah’ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım. Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim. Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı. Şah’ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk. Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk. ÜZERİNDE DURMADIK Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran’ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran’da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk. Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu. Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük. Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk. Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik. Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk. Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı. "Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı. Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı! Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk. GEÇİŞ SANCILARI SANDIK Humeyni, "Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız" diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu. Şiraz’da "İslam Mahkemesi" eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahran’da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu. Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu. Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda "Tamam bu sonuncusu" diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.Kızların evlenme yaşı 18’den 13’e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu. Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı. Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde "hamilelik tatilinin uzatılması", "eşit işe eşit ücret" gibi talepleri tartışıyorlardı. Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu. Hepimiz "ana çelişki" üzerinde duruyorduk; öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık. REFERANDUM OYUNU Üç ay önce Humeyni, Paris’te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti. Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık. Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi. Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı. Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: "İslam Cumhuriyeti’ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?" Kuşkusuz bu bir oyundu; halkın yüzde 65’inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten? Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: "İslam’a evet mi, hayır mı diyorsunuz?" Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: "Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?" Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler. Sonuçta, "evet" diyen 20 milyon, "hayır" diyen ise sadece 140 bindi. Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu. HALKI ANLAYAMADIK Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar.Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi’ni kapattırdılar. Sıra sonra "Keyhan" Gazetesi’ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık. Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu. Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik. Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı. Örtünmek moda oldu! Tüm bunlara "gelip geçici bir fırtına" diye bakmak ne büyük yanılgıydı. Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu. Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi. Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı. Kaçanlardan biri de bendim. Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır. (Not: Bu metin, Bahman Nirumand’ın "İran" kitabından derlenmiştir.) Türkiye’nin İran benzerliği çok şaşırtıcı ÖNCE bir tespit yapalım: Diyorlar ki, "Türkiye, İran’a benzemez!" Yanılıyorlar. Bu nedenle gelin önce kısa bir tarih yolculuğu yapalım: 19. yüzyılda İngiltere’nin Osmanlı Devleti gibi İran üzerinde de nüfuzu vardı. İki ülke de tarım ülkesiydi. 20. yüzyıl başında, -İran 1906; Osmanlı 1908- askerlerin bastırmasıyla iki ülkede de meşrutiyet ilan edildi. Her iki ülke 1920’lerde yeni liderleriyle yönetildi: İran’da subay Rıza Han (Pehlevi), "ormancılar ayaklanmasını" bastırıp yönetimi devirerek kendini "Şah" ilan etti. Türkiye’nin lideri ise iç ve dış düşmanları yenen Mustafa Kemal Atatürk’tü. Her iki lider de ülkelerinin tarihlerinde görülmedik boyutlarda, modernleşme ve reform politikalarını uygulamaya koydu. Ülkelerini eğitim sisteminden hukuk sistemine kadar laikleştirmeye çalıştılar. Kılıf kıyafet devrimi yaptılar. Bu reformlara her iki ülkede de karşı çıkan pek olmadı; sayıları az olmakla birlikte muhalif olanlar da çok ağır cezalara çaptırıldı. İran 1940’ta, Türkiye 1946 yılında parlamenter demokrasiye geçti. İran’da 1951’de, Türkiye’de 1960’ta "milliyetçi/ulusalcı solcu" askerler darbe yaptı. İran’da başta petrol olmak üzere millileştirmeler yaşanırken, Türkiye de dışa açıldı, yabancı sermayeyi kabul etti. CIA, İran’daki darbeci Musaddık’ı yıktı. Yerine tekrar Şah Rıza Pehlevi’yi getirdi. Şah bütün partileri kapattı, liderlerini hapsetti. Türkiye, 1961’de demokrasiye döndü, seçimler yapıldı. 1960’lı yıllar, her iki ülkede de sol, milliyetçi ve İslamcı hareketin ivme kazandığı dönem oldu. Aynı dönemde her iki ülkenin siyasi ve iktisadi olarak dışa bağımlılığı arttı. ABD "abi" rolündeydi. Düşman ise komünizmdi. Her iki ülke de solcularını ezmek, yok etmek için her yola başvurdu. Devlet güçleri, sola karşı diğer güçlerle ittifak yaptı. Sol muhalefetin ezildiği dönemde İslamcı hareketler güçlendi. YEŞİL KUŞAK PROJESİ Burada meseleye daha geniş açıdan bakıp, 1970’li yılların son dönemini bir hatırlayalım. Sovyetler Birliği, Afganistan’a girmişti. ABD’nin kontrolündeki Şah, İran’ı terk etmişti. Türkiye’de büyük bir sol dalga vardı. Soğuk Savaş döneminde siz ABD’nin yerinde olsanız ne yaparsınız? İran’da Sovyetler Birliği yanlısı solculara karşı mollaları desteklediler. Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaptırıp, İslamcıları kuvvetlendirerek solu ezdirdiler. ABD, Şah’tan umudunu kesince mollaları destekledi. İran’da mollaları yok etmek isteyen askerlerin elini kolunu bağladı. Şah Rıza Pehlevi, ölmeden birkaç hafta önce, "Amerika ve İngiltere yerine muhalefeti yok etmek isteyen askerleri dinleseydim, ülkeyi terk etmek zorunda almazdım" diye açıklama yaptı. ABD, Sovyetler Birliği’ni İslam ülkeleriyle kuşatıp içindeki İslamcı halkları ayaklandırarak yıkacağını hesaplıyordu. Bu nedenle İranlı subaylara hep engel oldu. Örneğin: Şah gittikten sonra, ülkenin başında kalan sosyal demokrat Başbakan Bahtiyar "İslam Cumhuriyeti’ne izin vermeyeceğim" diyordu. Genelkurmay Başkanı Karabagi, Bahtiyar’ı destekliyordu. Bahtiyar, ABD ve İngiltere’ye danıştı. Tabii ki destek alamadı. Mollalar şanslıydı; dünya siyasal konjonktürü onların lehineydi. Sonunda Humeyni, Tahran’a geldi. Yerleştiği "Refah Okulu"nda, liberal-İslamcı Mehdi Bazargan’ı Başbakan ilan ettiğini açıkladı. ABD ve Avrupa bu "ılımlı İslamcı" atamadan mutlu oldu. Ancak mollalar güçlendikçe iktidara yerleşti. Son hedefleri, halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı olan liberal Müslüman Beni Sadr idi. Askerler bu kez Beni Sadr’ın imdadına yetiştiler; darbe yapabileceklerini söylediler. Sadr darbe istemedi ve yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Mollalar iktidara yerleşti. "Ilımlı İslam" istemiyorlardı! DESTEK ESNAFTAN İran tarihine bakıldığında, mollaların devlete karşı ayaklandığı görülmemişti. Sadece 1963’te Şah, mali kaynaklarını yok ettiği için ilk protesto eylemini gerçekleştirmişlerdi. Bu nedenle Humeyni, Türkiye’ye sürgüne gönderilmişti. Durum aslında bizim Nakşibendiler’e benziyor, onlar da hep devletin yanında olmuşlardı. Neyse... Türkiye’deki İslami hareketler ile İran’daki mollaları destekleyen güçler arasında benzerlikler var mıydı? Yapısal farklılıklar olsa da taban aynıydı:Mollaların ülke içinde en büyük destekçisi, iç ticaretin üçte ikisini, ihracatın üçte birini elinde tutan ve geleneksel değerlerin savunucusu Bazar esnafıydı. Mollalar ayrıca liberal-burjuva çevrelerinden de destek gördü. Bunun sebebi, özerklik için harekete geçen Azeri, Kürt, Beluciler gibi etnik unsurların başlarının hemen ezilmesi talebiydi. Ve tabii, din adamlarının siyasal örgütlenme gücünün en büyük dayanağı ise, cami komiteleriyle girdikleri yoksul mahallelerdi. Camiler cihat birliklerinin hücre evleriydi. Kısa bir süre öncesinin solcu varoş mahallelerinin yoksulları akın akın mollaların arkasından yürüyordu artık. Şimdi tekrar başa dönüp soralım: Türkiye, İran’a benziyor mu? http://forum.memurlar.net/topic.aspx?id=365563 Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Müslüman tıp fakültesi öğrencileri alkol kaynaklı ve seks yoluyla bulaşan hastalıklar hakkındaki derslere girmeyi reddediyor İngiltere'nin en büyük süpermarket zincirlerinden Sainsbury’de çalışan Müslüman kasiyerlerin alkol ve domuz ürünlerine dokunmayı reddetmesinin ardından ülkede tıp fakültelerinde de benzer bir kriz yaşanıyor. The Sunday Times’ın haberine göre, bazı Müslüman tıp fakültesi öğrencileri alkol kaynaklı ve seks yoluyla bulaşan hastalıklar hakkındaki derslere girmeyi reddediyor. Bazı Müslüman öğrenci ve stajyer doktorların da karşı cinsten olan hastalara bakmak istemedikleri kaydedildi. Haberde, bir erkek öğrencinin mezuniyet sınavında bir kadın hastayı muayene etmeyi reddettiği iddiasına da yer verildi. Haberleri doğrulayan İngiltere Tabipler Birliği öğrencilerden kendilerine, ’alkol ve seks ile ilgili hastalıkları öğrenmeden doktor olmanın yolunu açmaları’ için talep geldiğini açıkladı. İslam dernekleri tepkili Her iki kurum da gelişmeleri endişeyle izlendiklerini belirtirken, ülkedeki Müslüman dernekler de öğrencilere karşı ayaklandı. Öğrencilere destek vermeyeceklerini duyuran Müslüman Doktorlar Federasyonu ve İngiltere İslam Konseyi, öğrencilerin çok ileri gittikleri belirterek şu ifadeleri kullandı: “Artık bu kadarı da fazla! Hz. Muhammed bile ’Büyücülüğü öğrenin ama kullanmayın’ demişti. Alkolü, seksi ve kürtajı ne kadar iyi öğrenirseniz bunlara başvurmanın kötülüklerini de o kadar iyi anlatırsınız.” Öte yandan Sainsbury, eczanelerdeki Müslüman çalışanların doğumu önleyen ertesi gün haplarını satmayı reddettiğini doğruladı. ................................ ................... bunlardan ne köy olur ne kasaba.! Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ muki Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Müslüman tıp fakültesi öğrencileri alkol kaynaklı ve seks yoluyla bulaşan hastalıklar hakkındaki derslere girmeyi reddediyor İngiltere'nin en büyük süpermarket zincirlerinden Sainsbury’de çalışan Müslüman kasiyerlerin alkol ve domuz ürünlerine dokunmayı reddetmesinin ardından ülkede tıp fakültelerinde de benzer bir kriz yaşanıyor. The Sunday Times’ın haberine göre, bazı Müslüman tıp fakültesi öğrencileri alkol kaynaklı ve seks yoluyla bulaşan hastalıklar hakkındaki derslere girmeyi reddediyor. Bazı Müslüman öğrenci ve stajyer doktorların da karşı cinsten olan hastalara bakmak istemedikleri kaydedildi. Haberde, bir erkek öğrencinin mezuniyet sınavında bir kadın hastayı muayene etmeyi reddettiği iddiasına da yer verildi. Haberleri doğrulayan İngiltere Tabipler Birliği öğrencilerden kendilerine, ’alkol ve seks ile ilgili hastalıkları öğrenmeden doktor olmanın yolunu açmaları’ için talep geldiğini açıkladı. İslam dernekleri tepkili Her iki kurum da gelişmeleri endişeyle izlendiklerini belirtirken, ülkedeki Müslüman dernekler de öğrencilere karşı ayaklandı. Öğrencilere destek vermeyeceklerini duyuran Müslüman Doktorlar Federasyonu ve İngiltere İslam Konseyi, öğrencilerin çok ileri gittikleri belirterek şu ifadeleri kullandı: “Artık bu kadarı da fazla! Hz. Muhammed bile ’Büyücülüğü öğrenin ama kullanmayın’ demişti. Alkolü, seksi ve kürtajı ne kadar iyi öğrenirseniz bunlara başvurmanın kötülüklerini de o kadar iyi anlatırsınız.” Öte yandan Sainsbury, eczanelerdeki Müslüman çalışanların doğumu önleyen ertesi gün haplarını satmayı reddettiğini doğruladı. ................................ ................... bunlardan ne köy olur ne kasaba.! Onlar daha hala İslam bilime ışık tutuyor desinler. Görüyoruz işte nasıl ışık olup ta ışık tuttuğunu. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir rua Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Müslüman tıp fakültesi öğrencileri alkol kaynaklı ve seks yoluyla bulaşan hastalıklar hakkındaki derslere girmeyi reddediyor İngiltere'nin en büyük süpermarket zincirlerinden Sainsbury’de çalışan Müslüman kasiyerlerin alkol ve domuz ürünlerine dokunmayı reddetmesinin ardından ülkede tıp fakültelerinde de benzer bir kriz yaşanıyor. The Sunday Times’ın haberine göre, bazı Müslüman tıp fakültesi öğrencileri alkol kaynaklı ve seks yoluyla bulaşan hastalıklar hakkındaki derslere girmeyi reddediyor. Bazı Müslüman öğrenci ve stajyer doktorların da karşı cinsten olan hastalara bakmak istemedikleri kaydedildi. Haberde, bir erkek öğrencinin mezuniyet sınavında bir kadın hastayı muayene etmeyi reddettiği iddiasına da yer verildi. Haberleri doğrulayan İngiltere Tabipler Birliği öğrencilerden kendilerine, ’alkol ve seks ile ilgili hastalıkları öğrenmeden doktor olmanın yolunu açmaları’ için talep geldiğini açıkladı. İslam dernekleri tepkili Her iki kurum da gelişmeleri endişeyle izlendiklerini belirtirken, ülkedeki Müslüman dernekler de öğrencilere karşı ayaklandı. Öğrencilere destek vermeyeceklerini duyuran Müslüman Doktorlar Federasyonu ve İngiltere İslam Konseyi, öğrencilerin çok ileri gittikleri belirterek şu ifadeleri kullandı: “Artık bu kadarı da fazla! Hz. Muhammed bile ’Büyücülüğü öğrenin ama kullanmayın’ demişti. Alkolü, seksi ve kürtajı ne kadar iyi öğrenirseniz bunlara başvurmanın kötülüklerini de o kadar iyi anlatırsınız.” Öte yandan Sainsbury, eczanelerdeki Müslüman çalışanların doğumu önleyen ertesi gün haplarını satmayı reddettiğini doğruladı. ................................ ................... bunlardan ne köy olur ne kasaba.! bu gidişle yarın bizim fakülteleremizde bu tip olaylar ve tartışmalar görülürse şaşmamak lazım. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir gelincik Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Ayetullah Fethullah!.. O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU Cumhuriyet Gazetesi, Olaylar ve Görüşler, 10 Mayıs 2006. Siyasal İslam ve Bölücü /Ayrılıkçı hareketten kaynaklanan bir büyük tehdit altında bulunan Türkiye'de, özgürlükçü (liberal) sağın ve halkçı (demokratik) solun kendi içlerinde bütünleşerek bir işbirliğine ya da birlikteliğe gitme arayışlarının yoğun hale geldiği; bu yolda umutların yeşerdiği bir dönemde; Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin ''Cumhuriyet Düşmanı'' bir kişi hakkında aldığı beraat kararı, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğinden kaygı duyan tüm yurttaşları endişeye sevk etmiştir!.. Mahkemelerine, yargıçlarına güvenen, yargı kararlarına büyük saygı gösteren Türk toplumu, bu kararın hukuksal gerekçelere uygun olduğundan kuşku duymasa da; yurttaşların birçoğu, bu kararla doğacak sonuçların ne gibi gelişmelere yol açacağını düşünmeye başlamıştır... Bir erken seçimin gündemde olduğu Türkiye'de, bu kararla bağlantılı olarak ortaya çıkacak gelişmelerin tüm siyasal dengeleri altüst etmesi olasılığı belirmiştir... Sürdürülen çabalar Geleceği göremedikleri için 2002 seçimlerinde kendi içlerinde bütünleşmeyi ve iki kanat arasında birlikteliği sağlayamayan ''özgürlükçü sağ'' ve ''halkçı sol'' için ortaya çıkan bu gelişme karşısında artık tek çıkar yol kalmıştır: ''Ulusal Bütünleşme İçin Birliktelik!..'' Türkiye'de ''sağ'' ın bütünleşme koşullarının giderek arttığı bir ortamda, ''sol'' un da bütünleşmeye gitmesi kaçınılmaz görünmektedir. Ne var ki, her iki kanadın birliktelik olasılığı, Türkiye'yi yörüngede tutmak isteyen bir küresel gücü önlem almaya yönlendirmiştir. Çünkü ulusal bütünleşmeyi gerçekleştirebilecek bir ''Özgürlükçü Sağ/Halkçı Sol Koalisyonu'' , ABD'nin ''Ilımlı İslam'' ve ''Büyük Ortadoğu'' planlarını bozacaktır. Böyle bir koalisyonun oluşturulma aşaması öncesinde atılacak tek adım; ABD'deki emin adamın, ''Cumhuriyet Düşmanı'' nın Türkiye'ye gönderilmesidir. Oyunun sondan bir önceki sahnesi bu olacaktır... Olurlar ve olmazlar İran'da 56 yıllık monarşiyi yıkan siyasal İslam, bugün Türkiye'de 83 yıllık Cumhuriyeti tehdit altında tutmaktadır. Şubat 1979'da İran'da gerçekleştirilen İslam Devrimi ile İran'ın 27 yılda geldiği nokta ortadadır. İran bugün çağdışı ''Siyasal İslam'' ın koyduğu kurallarla çizilmiş sınırlar içerisinde, karanlık bir yaşamla baş başadır. Türkiye'de yaşamakta olup da İran'a özlem duyanlar bile bu resimden korkar olmuşlardır... İran'da devrim çok süratli gelişmiştir. Yönetim ve Silahlı Kuvvetler ilk günlerde dağılmıştır. El ilanları ve duvarlara asılan pankartlarla ''Asker; Humeyni 'nin Emri ile Firar Et'' çağrılarıyla parçalanan Silahlı Kuvvetler, yetişmiş kadrolarını ve komuta kademesinin tümünü başlangıçta kaybetmiş, bir yıl sonra Irak'la girişilen savaş (1980- 1988) bu nedenle yönetilemez hale gelmiştir. Hapsedilen ve emekli edilenler hariç sadece kurşuna dizilerek öldürülen generallerin ve amirallerin sayısı 30'u bulmuştur. (Silahlı Kuvvetlerde, Emniyet Teşkilatında, Haber Alma Teşkilatında SAVAK'ta görevli general ve amirallerin, üst düzey yöneticilerin idam kararları, maiyetlerindeki görevliler tarafından infaz edilmiştir.) Bu arada ideolojik nedenlerle, ''özgürlük ve demokrasi'' sloganlarıyla monarşik yönetime karşı çıkarak mollalarla birlikte hareket eden ve ''İran İslam Cumhuriyeti'' özlemiyle mollalara destek veren, Halkın Fedaileri, Halkın Mücahitleri, Yasadışı Komünist Partisi/TUDEH gibi sol kanattaki bütün örgütler tasfiye edilmiş ve yandaşlarının tümü idam edilmiştir. Devrim sonrasında yönetim mollaların eline geçince ilk uygulama kadınların tesettüre (örtünmeye) sokulması olmuştur... Örtünmeyen kadınların yüzüne yollarda kezzap atılmış ya da yüzleri jiletle parçalanmıştır... Kız ve erkek çocukların okulları ilk günden ayrılmıştır... İçki satan yerler tümüyle tahrip edilmiş ve kapatılmıştır... Müzik ve eğlence programlarının tamamı yasaklanmıştır... Sahipsiz kalan taşınır ve taşınmaz malların hepsi yağmalanmıştır... Eğer ''Bunların hiçbiri Türkiye'de olmaz'' diye düşünenler varsa, geçmişin ve bugünün Türkiye'sinden fotoğrafları yan yana koyarak gelinmiş olan noktayı görmeli ve düşüncelerinin sağlamlığını irdelemelidirler... Tekrarlanan sahneler Air France'ın 1 Şubat 1979 tarihli Paris-Tahran seferiyle İran'a dönen Humeyni'yi örnek alarak, elinde Pan American'ın Washington- Ankara seferi için açık tarihli bilet bulunduran bir ''Cumhuriyet Düşmanı'' bugün yola çıkmak için sabırsızlanmaktadır. Onun gibi, onu karşılayacaklar da sabırsızlanmaya başlamıştır. Bu kişinin yetiştirmeleri onun yolunu gözlemektedirler. Küçük yaştan itibaren beyinleri şekillendirilerek yaratılmış bir neslin mensupları olarak, artık devleti ele geçirme zamanının geldiğini düşünmekte ve ''Cumhuriyet Düşmanı'' nın liderliğini beklemektedirler. Uçaktan iner inmez onun da ''Ben değiştim'' diyeceğini umut etmektedirler... ''Laik Türkiye Cumhuriyeti, İslam çizgisinden ve Osmanlı yolundan ayrılmıştır'' ,''Allah ve Peygamber emirleri yerine Türkiye'de Atatürk' ün emirleri geçerlidir'' diyen Humeyni'nin Türkiye'deki temsilcileri, bugün ondan daha da ileri gitmişler; işgal ettikleri makamları, bulundukları konumları unutmuş görünerek, başta ''Laiklik'' olmak üzere ''Türkiye Cumhuriyeti'' nin anayasal niteliklerini tartışmaya açacak kadar; devletin en yüce makamlarına, anayasal kurum ve kuruluşlarına saldıracak kadar derin bir ihanet çukuru içine düşmüşlerdir. Bu resim içinde Türkiye'de şeriat ve bölücülük tehlikesi olmadığını söyleyenler de boy göstermiştir. Onların bu kapsamdaki söylemleri belli bir maksada yöneliktir. Bu yolda alınabilecek önlemlerin başlangıçtan itibaren etkisiz kılınması için bir taktiktir. Amaç; tehdidi yok göstererek, şeriat ve bölücülüğe karşı alınabilecek önlemleri engellemek, oluşabilecek direnci önceden yok etmektir! ''Bu millet istedikten sonra laiklik tabii ki elden gidecek'' diyenlerin ve ona destek verenlerin başka türlü düşünmesi zaten mümkün değildir!.. Türkiye İran olabilir mi? ''Türkiye İran olmaz'' , ''olmayacak'' diyebilenler varsa; bugünden tezi yok ortaya çıkmalıdırlar!.. Ulus tümlüğü ve ülke bütünlüğünden yana olan; ''Laiklik'' başta olmak üzere, Cumhuriyetin anayasa ile belirlenmiş temel niteliklerinde hiçbir görüş ayrılığı bulunmayan, ''Atatürk İlke ve Devrimleri'' ni aynı biçimde algılayan, yalnızca isimleri farklı olan ''özgürlükçü sağ'' ın ve de ''halkçı sol'' un liderleri, parti örgütlerinin temsilcileri, her iki hareketin destekçileri, sivil toplum örgütleri ve tüm yurtseverler bir kutsal görev için hemen mücadeleye soyunmalı ve yola koyulmalıdırlar... Bugün Türkiye'de, ''Laik Cumhuriyet'' in ''İslam Cumhuriyeti'' ne dönüştürülmesi planı, İran arşivinden yararlanılarak oluşturulmaktadır... Bu arşivde yer alan yöntemler kullanılmaktadır... Bölücü ayrılıkçılarla, şeriatçılarla, ikinci cumhuriyetçilerle; özet olarak tüm Cumhuriyet karşıtları ile dayanışma içinde olan bir ''Cumhuriyet Düşmanı'' , şimdi Amerika'da kendisine tahsis edilmiş bir konutta, ''Humeyni'nin Tahran'a Dönüşü'' adlı bir filmi seyretmekte; Esenboğa'da kendisini uçağın merdivenlerinde karşılayan, dizi dibine diz çöküp el öpmeyi çok seven bir başka ''Cumhuriyet Düşmanı'' nın kolunda merdivenlerden aşağı doğru indiğini düşlemektedir... Bugün Türkiye'nin üzerinde dolaşan bir kara buluttur!.. Türkiye'nin geleceği tehlikelerle doludur!.. Kurtuluş için tek yol ''Ulusal Bütünleşme İçin Birliktelik'' yoludur. Bu yol Türkiye için son umuttur... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ serdar34 Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 valla arkadaşlar, geniş halk kitleleri, yanına belli güçte elitlerinide kattıgı zaman önünde durulmaz bir hal alır. mevcut düzen şuna dikkat etmelidir, halkın genelini memnun edecek siyasetle meydana çıkmak. rüzgara karşı tükürmek fayda vermez, asıl fayda rüzgarın ne yandan estiginin farkına varmakdır. sistemler öyle 1-2 günde, senede degişecek degildir, bunun, yıllara dayalı sosyal-siyasal-ekonomik gerilimleri biriktirmesi gerekir. memnuniyetsizlerin sayısı ve şiddeti oranında degişimler ayak seslerini yükseltir. bu, sadece bugünün degil bütün tarihin gerçegini ifade eder. yani çok fazla duygusal ve çocuksu tavırlarla da anlayacagımız bir durumda degildir. saygılar Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 yani çok fazla duygusal ve çocuksu tavırlarla da anlayacagımız bir durumda degildir. saygılar Yani bizler olaya çocuksu ve duygusal yaklaşıyoruz öylemi... Bakın şunu söylemek isterim. Geçmişe günümüzden bakmak mümkün ve İran bizim gibi Kabakçı şeyh sait isyanları 31 mart vakaları Menemen olayları yaşamış bir ülke bile değilken pers egemenliği ve doğunun en gelişmiş ülkeleri konumundayken, Türkiye de İslami tehlike yoktur demek tam bir aydın aymazlığı ve körlüğüdür.Ve oynanan oyun belli; Türkiye yıllardan beri örgütlenen ABD destekli islami tarikatçı kadroların artık engelsiz iyice yerleşmesiyle bırakın malezyayı iran suudi arabistan olma yolunda hızla ilerliyor. Bizim aydınlarımız da demokrasi var canım herkes istediğini yapsın rüyalarıyla bu yok oluşa birer dinamit de onlar koyuyorlar... Walla durumun vahameti ortada ve başlık yazısının iyi okunup ona göre değerlendirmede bulunmak daha sağlıklı olacağı düşüncesindeyim... Sağlıcakla kalın... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ ftoyd Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Mollalar,tıp okuyan müslümanlar derken,aktarımda bulunduğunuz konular açısından şüphesiz Laik sistemin gerekliliği kaçınılmaz... aktarılan olayların çirkinliği ,yalnız sizler için değil biz inananlar için de tartışmasız ortada.. işte bu yüzden laik sistemin insanları okullardan ,kurumlardan,sosyallik kazandıracak her ortamdan uzaklaştırılması yönünde ki her adıma tepkiliyiz ya da şahsım adına tepkiliyim aslında... insanlar asla ve asla dinini her hangi bir tarikat ya da benzeri bir kurumdan öğrenmemeli, insanlar hocaların elinde kukla da olmamalı... bugün,etrafımızda algıladığım bazı durumlar,malesef benim açımdan tehlike sinyali... yani laik geçinenlerin ya da inançsız geçinenlerin ,türbanlılara olan kınamasını geçtim , bir de orta da türbanlı ve inançlı geçinenlerin aynı şekilcilikle ,inançlı olup kot giyen ya da bileği görünen ya da falanca nedenle kendileri gibi olmayan kapalılara karşı kınayan tutumları gerçekten de düşünmemiz gereken tehlikeler... kısacası olayın özü inançlı olup olmamakta değil, insanların birbirine tahammülsüzlüğünde ve karışma hakkını kendilerinde görüşlerinde..... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ serdar34 Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Yani bizler olaya çocuksu ve duygusal yaklaşıyoruz öylemi...Bakın şunu söylemek isterim. Geçmişe günümüzden bakmak mümkün ve İran bizim gibi Kabakçı şeyh sait isyanları 31 mart vakaları Menemen olayları yaşamış bir ülke bile değilken pers egemenliği ve doğunun en gelişmiş ülkeleri konumundayken, Türkiye de İslami tehlike yoktur demek tam bir aydın aymazlığı ve körlüğüdür.Ve oynanan oyun belli; Türkiye yıllardan beri örgütlenen ABD destekli islami tarikatçı kadroların artık engelsiz iyice yerleşmesiyle bırakın malezyayı iran suudi arabistan olma yolunda hızla ilerliyor. Bizim aydınlarımız da demokrasi var canım herkes istediğini yapsın rüyalarıyla bu yok oluşa birer dinamit de onlar koyuyorlar... Walla durumun vahameti ortada ve başlık yazısının iyi okunup ona göre değerlendirmede bulunmak daha sağlıklı olacağı düşüncesindeyim... Sağlıcakla kalın... sevgili arkadaşım; sizin söyledikleriniz ile ya da başlıga konu olan durum ile benim ifade etmek istedigim durum biraz farklı. tarih tek bir dogrusal çizgi izlemiyor. yaşadıgımız zamanı 'mutlak' saymak tarihi kaale almamak demekdir. tarih ve toplum sürekli bir degişim içinde bulunur, bu degişimi insan hayatını baz alarak degil, daha geniş zaman dilimleri açısından degerlendirmek gerekir. 100 yıllık, 200-300 yıllık ve daha geniş zamanları düşündügümüzde, sistemlerin ya da düşüncelerin degişmez olmadıgı açıga çıkar. yani çocuksu duygusallıkla ifade edilen '' bin yıl sürecek'' gibi sloganların insan yaşayışı ve tarihin açık gerçekleri nezninde pekde itibarı olmuyor. tabiki insanlar inanarak bazı düşünceleri savunabilir, lakin bu durum vakıayı inkar etmemizi ve degerlendirmemizi ihmal etmeyi gerektirmez. benim ifade etmek istedigim şudur, belli kalıpları barındıran sistem ve yaşayış tarzları ilelebet baki kalmayacagı gerçegidir. tabi ki biz düşüncelerimizi savunacagız, onları koruyacagız. ama bu demek degil ki, dünya hep buldugumuz gibiydi ve öylede kalacakdır.. saygılar Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 sevgili arkadaşım;tarih tek bir dogrusal çizgi izlemiyor. ..... ama bu demek degil ki, dünya hep buldugumuz gibiydi ve öylede kalacakdır.. saygılar Sevgili arkadaşım... ''Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür'' derler. İnsanoğlu işine gelmeyenleri unutarak geçmişten ders almadığı sürece tarih 'tekerrür' eder... Bakın yakın tarihimize baktığımızda tarih nasıl tekerrür eder anlayışını pekiştirebilecek yüzlerce örnek var.. Örneğin; Tarihi iyi kavrayabilmiş, iyi anlayabilmişsek tarihteki o olayların tekerrür etmemesi lazım. Ama bizim gibi toplumlara baktığımızda, tarih tekerrürden ibarettir, sözü doğru gibi geliyor. 1875'te iç ve dış borç sarmalı öyle hale geldi ki Osmanlı moratoryum ilan etti. Şimdi, bir iki aydır bu yine konuşuluyor. Bu sıkıntı yine önümüze gelebilir. Moratoryum ilanı dönemine bakıyoruz. O dönemin bakanlarının bir kısmı, moratoryum ilanından birkaç gün önce Osmanlı Hazinesi'ne borç olarak verdikleri paralarının faiz gelirlerinin moratoryum sonucu yarı yarıya düşmesini önlemek için tedbirlerini aldılar. Moratoryum ilanıyla birlikte padişahla hükümet arasında bir sıkıntı doğdu. Çünkü padişah da kendi parasının bir kısmını Osmanlı Hazinesi'ne borç olarak vermişti, ama bakanlar moratoryum ilanıyla ilgili onu uyarmamışlardı. Bugün bakıyoruz, Merkez Bankası Başkanı devalüasyondan bir gün önce kendi parasını dolara çevirmiş. Merkez Bankası'ndan beş milyar dolar para gitmiş. 1881'de Osmanlı Düyun-u Umumiye'ye teslim edildiğinde Maliye Nezareti'nde sekiz bin kişi çalışıyor. Düyun-u Umumiye'nin emrinde 7 bin 500 para tahsildarı görevli. Yani Düyun-u Umumiye'de Osmanlı Maliyesi'ndeki kadar personel var. Şimdi Bankalar Birliği binasında IMF yetkililerine odalar açıyoruz. İşte, tarih, bizim gibi toplumlar için tekerrür ediyor. 1881'de Osmanlı'nın önüne şu kondu: Sen savaş kazanamıyorsun, ekonomini büyütemiyorsun, asayişi sağlayamıyorsun. Ekonomiyi büyütmen için coğrafyanı küçültmen lazım. Sekiz milyon kilometrekarelik alanın üzerine oturmuş Osmanlı, coğrafyasını küçülterek yaklaşık 800 bin kilometrekareye düştü. - Peki, o zaman Osmanlı'ya dayatılan toprak küçültme bugün Türkiye'ye dayatılabilir mi? - Sanki önümüzde şöyle bir süreç var: Coğrafyayı küçültmekten çok, coğrafyayı kullanım hakkını elimizden almak gibi yeni bir modelin önümüze doğru sürüldüğünü görüyoruz. O zaman şu sorulmalı; Biz kurtuluş Savaşı'nı niye yaptık, sorusu akla gelmez mi? Siyasi elit Türkiye'nin bu gerçeklerini konuşmuyor. Hele bu medyanın sunduğu Türkiye, reel Türkiye'yle çok farklı noktada. Ne dersiniz... Tarih tekerrür etmiyor diyebilirmiyiz... Saygılar... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ serdar34 Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Sevgili arkadaşım...''Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür'' derler. İnsanoğlu işine gelmeyenleri unutarak geçmişten ders almadığı sürece tarih 'tekerrür' eder... Saygılar... evet sevgili arkadaşım farklı sözlerle aynı maksada işaret ediyoruz. beşer şaşar demişler... insan bu işte, bazan hata eder, bazan dogru davranır. bu tekerrür devam eder diger, tarihde inişli çıkışlı bir yol tutturur gider.. burada önemli olan hangi neslin ve kimin dogru davrandıgıdır... saygılar Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2007 Bakın olaya şöyle bir açıdan bakalım... Ülkemizin içinde bulunduğu durum ve gelecekte olabilecek varsayımlara şöyle bir göz atalım... Bugün Malezya vb. gibi tartışmala gündeme boşuna taşınmadı... Bütün plan ve programlar sinsi ve derinden yürütülüyor... Türkiye'nin Malezya olması uzak bir ihtimal olarak görülebilir. Ilımlı İslam'a doğru sürüklenirken Türkiye, azınlıklara hiç tahammülü olmamış bir kesimi, örgütlemiş beslemiş ve desteklemiştir. Anayasalar yapmaya alışkın bu ülke, yapacağı bu anayasada daha keskin tavırlar alacağı bu taslağından da belli olmaktadır. 1924 Anayasası'ndan sonra sözde yasal olmayan! Ama ciddi şekilde başta devletten destek gören tarikatlar, ılımlı İslamcılar, şeriat yanlıları ve imam hatiplerin yeni bir statüye büründürülmesi için bir girişimin başlangıcını hazırlamaktadırlar. Türbanın üniversitelere alınmasını sağlamaları halinde buralardan mezun olanların ne hâkim olmalarını ne öğretmen olmalarını engelleyemeyecekleri gibi, devlet dairelerinde ve mecliste türbanın önüne geçemeyecektir... Türkiye'deki ılımlı İslam'ın büyük bir kesimi şeriat yönetim biçimini hayata geçirme hayallerine büründüklerinde, ilk düşmanlar ve yok edilecekler; farklı din kesiminde bulunanlar, Yahudiler, Ermeniler, Rumlar ve Kürder olacaktır. Kendilerinden başka azınlıklara, farklı din ve ırklara tahammülleri olamayacağından ve tahammülsüzlüklerini sürekli ön plana çıkardıkları için Malezya olamayacaklardır. 12 Eylül Anayasası başta olmak üzere, radikal partiler ve şeriat özlemiyle yetişen tarikat ve kesimler, kendi içlerindeki vurucu timleriyle yukarda bahsettiğim kesimlere saldıracaktırlar. Düşünce, yaşam biçimi, türban, çarşaf gibi durumlarda Malezya olacağı da kesindir! Bu planların arkasında yatan, BOP projesinin hayata geçirilmesi ve Irak'ın parçalanarak İran ve Suriye üzerindeki saldırıların artırılmasıdır. Bu düşüncesinin altındaki ana politikaların temelini oluşturan, Türkiye'de geçiş sürecinin bu bütün içerisinde tamamlanmasını sağlamaktır. Adının ne olacağı çok önemli değil. Önemli olan gelecek tehlikenin gelmeden atlatılması olacaktır. Aksi halde, bu tehlikeden zarar görecek, işçiler, köylüler, emekçiler, itilmişler ve sosyalisder olacaktır. Bu kesimin davasını üstlenmiş ve gelecek tehlikeye göğüs gerecek güç yaratıldığında başta bu göstermelik anayasalar olmak üzere her türlü tehlikeye karşı mücadele ortamını, zeminini hazırlayarak zarar gören kesimleri arkasına alabilecektir... Lütfen bütün bu olup bitenlere ve biraz sağ duyuyla ve duyarlı birer yurttaş olarak bakalım.... Yarın çok geç olmadan... Kalın sağlıcakla... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ serdar34 Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2007 Lütfen bütün bu olup bitenlere ve biraz sağ duyuyla ve duyarlı birer yurttaş olarak bakalım....Yarın çok geç olmadan... Kalın sağlıcakla...[/font] sevgili kardeşim. mesele benim ya da sizin veya başka birisinin arzusuna göre cereyan etmez ki. Türkiye ılımlı İslam olur, radikal İslam olur, çok dinsiz bir toplum olur vs.vs. mesele yaşadıgımız çagın anlayışlarını mutlak sayıp saymama meselesi. sana göre bu çagın kimi icapları mükemmel olarak gelebilir, ama herkes sen degil... memnuniyetsizlerin sayısı artınca degişim kaçınılmaz hale gelir, bu degişim iyi yöndede olabilir kötü yöndede olabilir. önemli olan şimdiki -adına ne diyorlarsa- sistemin memnun sayısını artırmaya daha bir hevesli olmasıdır. insanları sloganlarla nereye kadar yönetebilirsin ki, ya da baskıyla... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ kadirli Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2007 bırakın bu tur lafları kardeslerım.ne ıranı ne malezyası yaaw.keske ırana benzesek kendı f16larını uraten kendı bombalarını ureten ankarayı vurabılecek bomba uratebılen nukleer bomba yapabılen ırana keske benzesek.artık yeter sız boyle bos laflarla bos seylerele bır yere varılamayacağını anlamadınızmı.madem bu kadar duyarlısınızda savununduğunuz dusuncewler hakkında nekdar calıstınız.sorun sızde ozaman ulkeyı bu hale getırmeseydınız ozaman.elınızı tasın altına koysaydınızda boyle ıran olacakmıyız korkusunu tasımasaydınız.ya calısın yada susun.buraya gellıp bos tartısmalarda bulunduğunuz ıcın zaten bu tur korkuları tasıyorsunuz ya.ben savunduğum dusunce gereğı ulkeme faydalı olacak ısler yapmaya gıdıyorum burada bos tartısmalarla benım ve ulkemın kaybedecek vaktı yok.sız boyle beklersenız daha cok tartısmak zorunda kalırsınız.yok ıran olacak yok malezya olacak ya bırakın artık yeter.DURMAK YOK YOLA DEVAM. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ serdar34 Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 11 Ekim , 2007 Dünya kamuoyu kominizm öcüsünden korksun diye soguk savaş yalanı yürürlükte kaldıgı sürece sovyetler yeterliligi ve kapasitesi itibarıyle şişirilmişdi... süper olmayan bir sovyetler vardı aslında, süpermiş gibi gösterilen. ortamı dizayn edenler öyle düşünmemizi istiyordu. şimdi de tersinden başka türlü düşünmemizi istiyorlar. biz birbirimizi yerken onlar gene ortamı dizayn ediyorlar. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ serdar34 Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2007 ortamı tanzim edenler bize -artık- tek kutuplu, küreselleşmiş bir dünyada yaşadıgımzı söylüyorlardı. söylediklerine inanacak olursak sovyetler dagıldıktan bu yana siyasi gücün artık tek odaklı/tek kutuplu oldugudur. söylediklerine inanırsak ! 'iki sürep güç' söylemi 'tek süper güç' söylemine dönüşecegine, yerini 'tek kutuplu dünya' söylemine bırakdı. yeni olan! bu dönemde 'süper güç' söylemi devam etseydi, bu güce karşı olma fikride geçerlilik kazanacakdı, bu bir hak olacakdı. ama şimdi 'tek kutuplu bir dünya' söylemi geçerli, bununla 'reel' bir dünya tablosu izlenimi uyandırmak mümkün. alttakilerin bu gerçegi kabulü uyum, üstekilere ise denetim saglama olarak tebarüz ettigi bir vakıa. ''yalan ne kadar büyükse o kadar çok insana inanılası geliyor'' ''bir yalanın gücü ona inanan insan sayısı kadar büyüyor''... soguk savaşı bir skandal olarak görenlerin ne kadar haklı oldugu belli... bu soguk savaş yalanına -kapitalist blok/kominist blok- dar bir çevre dışında hepimiz yıllarca kandık, iki züper gücün! dünyayı baskı altında tuttugu yalanına... bu bizim geniş kalabalıklar olarak ufuksuzlugumuzdur; gücün emri altında yaşayanların bir ufku yok, gücü elinde tutan dar zümrelerin ise ufuklarında güçlerini kaybetmemek vardır... güneşin altında degişen pek bir şey yok, at ile otomobili kıyaslamazsanız. iki ayrı sanılan dünya görüşünün ettiklerine bakarmısınız, nasılda farklıymışlar gibi çatışıyorlardı.... masallarla uyumaya devam edenler, iyi uykular.... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir Marcus Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2007 İşi gücü bıraktılar şimdide buna sardılar. Türkiye yapısı itibariyle hiç bir ülkeye benzemez... Bürokrasi ne kadar acımasız..Bedelini halka ödetmeye kararlı... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ kontrsağduyu Gönderi tarihi: 13 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 13 Ekim , 2007 Amerikadaki azınlık çizgisi olan Neo-Con ların Türkiyedeki bir kolu (YANİ CUMHURİYET GAZETESİ) yine mevcut seçilmiş azınlıkların bürokrasideki siyasetteki ordudaki üniversitelerdeki iktidarlarının ve kontrölllerinden çıkmaması için yine bir ülke için en faydalı olacak sistemi (yani demokrasi ve özgürlükçü cumhuriyetçiliği) neye bürüyerek korkutmaya çalışıyorlar, İrana şeriat demokrasi ve özgürlük vaadiyle gelmişmiş..Yanına birde sivil anayasa vaadiyle gelmiştiride eklemeyi unutmuşlar heralde.....Zaten çıkardıkları haberler fabrikasyon bunların...Çok fazla sırıtıyor böyle haberlerle neyi planladıkları...Bu ülkenin asıl sahiplerini devleten uzak tutmak, stotükonun iktidarını muhafaza etmek, Türkiyeye faydası olacak iyi yetişmiş insanların önünü kesmek için demek son olarak bunları yayınlıyorlar... Takiyye ustası ilhan abi artık emekli olsunda genç cemiyetçilerin önünü açsın biraz...ÇÜNKÜ YUTTURAMIYOR ARTIK !!! Türkiye İran olacak diye değil, Türkiye Amerikanın yörüngesinden ve sebataycıların kontrölünden çıkacak diye bu haberler. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 13 Ekim , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 13 Ekim , 2007 Amerikadaki azınlık çizgisi olan Neo-Con ların Türkiyedeki bir kolu (YANİ CUMHURİYET GAZETESİ) yine mevcut seçilmiş azınlıkların bürokrasideki siyasetteki ordudaki üniversitelerdeki iktidarlarının ve kontrölllerinden çıkmaması için yine bir ülke için en faydalı olacak sistemi (yani demokrasi ve özgürlükçü cumhuriyetçiliği) neye bürüyerek korkutmaya çalışıyorlar, İrana şeriat demokrasi ve özgürlük vaadiyle gelmişmiş..Yanına birde sivil anayasa vaadiyle gelmiştiride eklemeyi unutmuşlar heralde.....Zaten çıkardıkları haberler fabrikasyon bunların...Çok fazla sırıtıyor böyle haberlerle neyi planladıkları...Bu ülkenin asıl sahiplerini devleten uzak tutmak, stotükonun iktidarını muhafaza etmek, Türkiyeye faydası olacak iyi yetişmiş insanların önünü kesmek için demek son olarak bunları yayınlıyorlar... Takiyye ustası ilhan abi artık emekli olsunda genç cemiyetçilerin önünü açsın biraz...ÇÜNKÜ YUTTURAMIYOR ARTIK !!! Türkiye İran olacak diye değil, Türkiye Amerikanın yörüngesinden ve sebataycıların kontrölünden çıkacak diye bu haberler. ya anlamadigim bu ülkeye daha nasil sahip olacaksiniz.! iste sivil darbe ,iste hükümet illahin kanlimi olmasi lazimdi ,yani benim gibi düsünmeyenlerin ilhan selcuklarin carmiha,mi gerilmesi lazimdi.. sonra ilhanlarmi gidiyor abd,den emir almaya..? onlarin cocuklarimi okuyor abd,de.? birgecede onlarami hediye geliyor abd,den.? sonra kimlerin siginagi git arastir kimler siginmaci olarak oralarda yasiyor inanamiyorum ,islami degerler insanlari bukadarmi kör ediyor.. bir gecede koca ihaleyi yutuyorsunuzda birgecede ogluna paket halinde gemi aliyorsunuzda buyrun irak yaniyor nerede bütün gününü islami degerlerle yasayan islam alemi ,hepsininmi dili baglandi hepsimi basiretsiz korkak.? artik öyle bir siritiyorsunuzki irakta hergün ölen müslümanlarin bile ruhlari bedenleri saskinlik icinde sizleri izliyor.. soruyor bizlere herseye günah dediniz,boyali yiyecekler günah dediniz yiyen haram dediniz.. bakin bizler onun yüzünden yandik ve yanmaya devam ediyoruz.! sizler o boyali sekerleri bizler yanarken sizler cocuklariniza boyali seker dagitiyorsunuz bu bayram gününde onun icinmi yaktiniz yakmaya devam ediyorsunuz gelecegimizi.! unutmayin onlarin herbiri biziz evet ruhlari bile agliyor bu halkin ,herseyden önce komsumuz.! evet islam aleminde bir komsuluk degeri bile kalmamis... bir bayram daha buruk geciyor boyali sekerlerle .! dünyada hicbir kitap mükemmel degildir.! mükemmelligi yakin yasayabilmek hergün yeni egzersizlerden gecer ,yeni romanlar yeni hikayelerden gecer.. ama yazan nerde.! i ama nadirde olsa yazan lhan selcuklarin adlarina takilmis gidiyoruz.... evet bir bayram günü daha geciyor ama ben boyali sekerlerimi yemeye devam edecegim.. yeni romanimin icindeki bozanlarin sekerlerini afiyetle dagitmaya devam edecegim.. ben cocuklara kiyamam. yamyam frankfurt Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2008 Paylaş Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2008 Ayetullah Fethullah!.. Siyasal İslam ve Bölücü /Ayrılıkçı hareketten kaynaklanan bir büyük tehdit altında bulunan Türkiye'de, özgürlükçü (liberal) sağın ve halkçı (demokratik) solun kendi içlerinde bütünleşerek bir işbirliğine ya da birlikteliğe gitme arayışlarının yoğun hale geldiği; bu yolda umutların yeşerdiği bir dönemde; Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin ''Cumhuriyet Düşmanı'' bir kişi hakkında aldığı beraat kararı, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğinden kaygı duyan tüm yurttaşları endişeye sevk etmiştir!.. Mahkemelerine, yargıçlarına güvenen, yargı kararlarına büyük saygı gösteren Türk toplumu, bu kararın hukuksal gerekçelere uygun olduğundan kuşku duymasa da; yurttaşların birçoğu, bu kararla doğacak sonuçların ne gibi gelişmelere yol açacağını düşünmeye başlamıştır... Bir erken seçimin gündemde olduğu Türkiye'de, bu kararla bağlantılı olarak ortaya çıkacak gelişmelerin tüm siyasal dengeleri altüst etmesi olasılığı belirmiştir... Sürdürülen çabalar Geleceği göremedikleri için 2002 seçimlerinde kendi içlerinde bütünleşmeyi ve iki kanat arasında birlikteliği sağlayamayan ''özgürlükçü sağ'' ve ''halkçı sol'' için ortaya çıkan bu gelişme karşısında artık tek çıkar yol kalmıştır: ''Ulusal Bütünleşme İçin Birliktelik!..'' Türkiye'de ''sağ'' ın bütünleşme koşullarının giderek arttığı bir ortamda, ''sol'' un da bütünleşmeye gitmesi kaçınılmaz görünmektedir. Ne var ki, her iki kanadın birliktelik olasılığı, Türkiye'yi yörüngede tutmak isteyen bir küresel gücü önlem almaya yönlendirmiştir. Çünkü ulusal bütünleşmeyi gerçekleştirebilecek bir ''Özgürlükçü Sağ/Halkçı Sol Koalisyonu'' , ABD'nin ''Ilımlı İslam'' ve ''Büyük Ortadoğu'' planlarını bozacaktır. Böyle bir koalisyonun oluşturulma aşaması öncesinde atılacak tek adım; ABD'deki emin adamın, ''Cumhuriyet Düşmanı'' nın Türkiye'ye gönderilmesidir. Oyunun sondan bir önceki sahnesi bu olacaktır... Olurlar ve olmazlar İran'da 56 yıllık monarşiyi yıkan siyasal İslam, bugün Türkiye'de 83 yıllık Cumhuriyeti tehdit altında tutmaktadır. Şubat 1979'da İran'da gerçekleştirilen İslam Devrimi ile İran'ın 27 yılda geldiği nokta ortadadır. İran bugün çağdışı ''Siyasal İslam'' ın koyduğu kurallarla çizilmiş sınırlar içerisinde, karanlık bir yaşamla baş başadır. Türkiye'de yaşamakta olup da İran'a özlem duyanlar bile bu resimden korkar olmuşlardır... İran'da devrim çok süratli gelişmiştir. Yönetim ve Silahlı Kuvvetler ilk günlerde dağılmıştır. El ilanları ve duvarlara asılan pankartlarla ''Asker; Humeyni 'nin Emri ile Firar Et'' çağrılarıyla parçalanan Silahlı Kuvvetler, yetişmiş kadrolarını ve komuta kademesinin tümünü başlangıçta kaybetmiş, bir yıl sonra Irak'la girişilen savaş (1980- 1988) bu nedenle yönetilemez hale gelmiştir. Hapsedilen ve emekli edilenler hariç sadece kurşuna dizilerek öldürülen generallerin ve amirallerin sayısı 30'u bulmuştur. (Silahlı Kuvvetlerde, Emniyet Teşkilatında, Haber Alma Teşkilatında SAVAK'ta görevli general ve amirallerin, üst düzey yöneticilerin idam kararları, maiyetlerindeki görevliler tarafından infaz edilmiştir.) Bu arada ideolojik nedenlerle, ''özgürlük ve demokrasi'' sloganlarıyla monarşik yönetime karşı çıkarak mollalarla birlikte hareket eden ve ''İran İslam Cumhuriyeti'' özlemiyle mollalara destek veren, Halkın Fedaileri, Halkın Mücahitleri, Yasadışı Komünist Partisi/TUDEH gibi sol kanattaki bütün örgütler tasfiye edilmiş ve yandaşlarının tümü idam edilmiştir. Devrim sonrasında yönetim mollaların eline geçince ilk uygulama kadınların tesettüre (örtünmeye) sokulması olmuştur... Örtünmeyen kadınların yüzüne yollarda kezzap atılmış ya da yüzleri jiletle parçalanmıştır... Kız ve erkek çocukların okulları ilk günden ayrılmıştır... İçki satan yerler tümüyle tahrip edilmiş ve kapatılmıştır... Müzik ve eğlence programlarının tamamı yasaklanmıştır... Sahipsiz kalan taşınır ve taşınmaz malların hepsi yağmalanmıştır... Eğer ''Bunların hiçbiri Türkiye'de olmaz'' diye düşünenler varsa, geçmişin ve bugünün Türkiye'sinden fotoğrafları yan yana koyarak gelinmiş olan noktayı görmeli ve düşüncelerinin sağlamlığını irdelemelidirler... Tekrarlanan sahneler Air France'ın 1 Şubat 1979 tarihli Paris-Tahran seferiyle İran'a dönen Humeyni'yi örnek alarak, elinde Pan American'ın Washington- Ankara seferi için açık tarihli bilet bulunduran bir ''Cumhuriyet Düşmanı'' bugün yola çıkmak için sabırsızlanmaktadır. Onun gibi, onu karşılayacaklar da sabırsızlanmaya başlamıştır. Bu kişinin yetiştirmeleri onun yolunu gözlemektedirler. Küçük yaştan itibaren beyinleri şekillendirilerek yaratılmış bir neslin mensupları olarak, artık devleti ele geçirme zamanının geldiğini düşünmekte ve ''Cumhuriyet Düşmanı'' nın liderliğini beklemektedirler. Uçaktan iner inmez onun da ''Ben değiştim'' diyeceğini umut etmektedirler... ''Laik Türkiye Cumhuriyeti, İslam çizgisinden ve Osmanlı yolundan ayrılmıştır'' ,''Allah ve Peygamber emirleri yerine Türkiye'de Atatürk' ün emirleri geçerlidir'' diyen Humeyni'nin Türkiye'deki temsilcileri, bugün ondan daha da ileri gitmişler; işgal ettikleri makamları, bulundukları konumları unutmuş görünerek, başta ''Laiklik'' olmak üzere ''Türkiye Cumhuriyeti'' nin anayasal niteliklerini tartışmaya açacak kadar; devletin en yüce makamlarına, anayasal kurum ve kuruluşlarına saldıracak kadar derin bir ihanet çukuru içine düşmüşlerdir. Bu resim içinde Türkiye'de şeriat ve bölücülük tehlikesi olmadığını söyleyenler de boy göstermiştir. Onların bu kapsamdaki söylemleri belli bir maksada yöneliktir. Bu yolda alınabilecek önlemlerin başlangıçtan itibaren etkisiz kılınması için bir taktiktir. Amaç; tehdidi yok göstererek, şeriat ve bölücülüğe karşı alınabilecek önlemleri engellemek, oluşabilecek direnci önceden yok etmektir! ''Bu millet istedikten sonra laiklik tabii ki elden gidecek'' diyenlerin ve ona destek verenlerin başka türlü düşünmesi zaten mümkün değildir!.. Türkiye İran olabilir mi? ''Türkiye İran olmaz'' , ''olmayacak'' diyebilenler varsa; bugünden tezi yok ortaya çıkmalıdırlar!.. Ulus tümlüğü ve ülke bütünlüğünden yana olan; ''Laiklik'' başta olmak üzere, Cumhuriyetin anayasa ile belirlenmiş temel niteliklerinde hiçbir görüş ayrılığı bulunmayan, ''Atatürk İlke ve Devrimleri'' ni aynı biçimde algılayan, yalnızca isimleri farklı olan ''özgürlükçü sağ'' ın ve de ''halkçı sol'' un liderleri, parti örgütlerinin temsilcileri, her iki hareketin destekçileri, sivil toplum örgütleri ve tüm yurtseverler bir kutsal görev için hemen mücadeleye soyunmalı ve yola koyulmalıdırlar... Bugün Türkiye'de, ''Laik Cumhuriyet'' in ''İslam Cumhuriyeti'' ne dönüştürülmesi planı, İran arşivinden yararlanılarak oluşturulmaktadır... Bu arşivde yer alan yöntemler kullanılmaktadır... Bölücü ayrılıkçılarla, şeriatçılarla, ikinci cumhuriyetçilerle; özet olarak tüm Cumhuriyet karşıtları ile dayanışma içinde olan bir ''Cumhuriyet Düşmanı'' , şimdi Amerika'da kendisine tahsis edilmiş bir konutta, ''Humeyni'nin Tahran'a Dönüşü'' adlı bir filmi seyretmekte; Esenboğa'da kendisini uçağın merdivenlerinde karşılayan, dizi dibine diz çöküp el öpmeyi çok seven bir başka ''Cumhuriyet Düşmanı'' nın kolunda merdivenlerden aşağı doğru indiğini düşlemektedir... Bugün Türkiye'nin üzerinde dolaşan bir kara buluttur!.. Türkiye'nin geleceği tehlikelerle doludur!.. Kurtuluş için tek yol ''Ulusal Bütünleşme İçin Birliktelik'' yoludur. Bu yol Türkiye için son umuttur...O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU 10 Mayıs 2006. ......................... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ politika Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2008 Paylaş Gönderi tarihi: 26 Şubat , 2008 valla arkadaşlar, geniş halk kitleleri, yanına belli güçte elitlerinide kattıgı zaman önünde durulmaz bir hal alır.mevcut düzen şuna dikkat etmelidir, halkın genelini memnun edecek siyasetle meydana çıkmak. rüzgara karşı tükürmek fayda vermez, asıl fayda rüzgarın ne yandan estiginin farkına varmakdır. sistemler öyle 1-2 günde, senede degişecek degildir, bunun, yıllara dayalı sosyal-siyasal-ekonomik gerilimleri biriktirmesi gerekir. memnuniyetsizlerin sayısı ve şiddeti oranında degişimler ayak seslerini yükseltir. bu, sadece bugünün degil bütün tarihin gerçegini ifade eder. yani çok fazla duygusal ve çocuksu tavırlarla da anlayacagımız bir durumda degildir. saygılar Sistemler kanla degistigi icin,haliyle hemen degisemez,bir kac yil ülke icinde bir savas yasanir ve sonunda güclü olan taraf kazanir ve dökülen kanlarin üzerinde oturup zaferini ilan eder.Sistemlerin neden degistirilmek istendigine gelince önce bakilir eger insan haysiyetine aykiri bir siyasi sistemse örnegin*Fasism,Nazizm,teokratiksistemvs* gibi bir düzense insanlarin hakli tepkileri zamanla artarak bir ic savasa yönelir ve sonunda artik kim kazanirsa.Ama insan haysiyetine en cok önem veren,bagimsizliga birlik ve bütünlüge dayali bir siyasi sistemin degistirilmek istenmesinin ardinda o sisteme duyulan hazimsizlik vardir.Bu hazimsizligi duyanlar aslinda sistemden hicbir sikayeti olmayan halk kitlelerinin inanclarini kullanarak onlari sisteme karsi manipule ederek,aslinda kendi gündemlerinde olmayan bazi kavramlari da örnegin*demokrasi-düsünce ve kiyafet özgürlügü vs.*kullanarak hedeflerine ilerlerler,ve bizim gibi egitim yoksunu ülkelerde basarili olurlar.Halk bunlarin pesine bilincsiz bir sekilde takilir,is isten gectikten sonra artik pismanlikta fayda etmedigi icin ortaya Afganistan Iran örnekleri cikar. saygilarla Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ muki Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2008 Paylaş Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2008 Bana gelen bir e-postayi sizlerle paylaşmak istedim Sevgili Türkiye deki dostlarım ve kardeşlerim, Devrim sırasında devrim muhafızları tarafından önce tecavüz edilip, daha sonrada ipe gönderilen çok sevgili kız kardeşim Mehtab'ın anısına... Bu mektubu sizlere yazmamdaki neden bizim 30 sene kadar önce yaşadığımız o talihsiz ve karanlık günün Türkiye için de yaklaşıyor olduğunu görmem ve bundan daha derin olarak kalbimde hissetmem oldu. Türban yasasının mecliste onaylandığı tarihin İran İslam devriminin olduğu güne denk gelmesi kalbimde bunun ilahi bir güçten gelen uyarı fişeği olduğu hislerini uyandırdı ve bu mektubu kaleme almaya karar verdim. Biliyorum hepiniz kalbinizde karanlığın otoritesini hissettiniz. Karanlık otorite gelmeden hissettirdi yaklaştığını. (Gerçi burada İran İslam devrimi tarihini (11 Şubat 1979) türban yasasının onaylandığı güne denk geldi diyor ama, yasa 12 Şubat'ta Gül'e gönderiliyor, Gül ise 22 Şubat'ta onaylıyor. Yani İran İslam devrimi ile yasanın Cumhurbaşkanlığına gönderilmesi arasında 1 gün var. Muki) İran İslam devriminden 1 hafta kadar önce Türkiye'ye gecen, uzun bir sure burada yasayan ve daha sonra Kanada'ya iltica eden ve hâlihazırda bu ülkede felsefe öğretmenliği yapan bir İranlıyım. Atatürk'ün aydınlık Türkiye'sini çok seviyorum ve yüreğim kan ağlayarak İran'da "O gün" gelmeden önceki olayların sanki bir tekrarını sinemada izliyor gibi Türkiye'de görüyorum. Yobaz karanlığında hunharca katledilen kız kardeşim anısına sizlere yalvarıyorum ki, sakin olmaz demeyin! Sakin Türk Ordusu olduğu surece olamaz demeyin çünkü aşağıda anlatacağım gibi o gün geldiğinde tüm orduların eli kolu bağlanabilir. Bizim ailemiz İran'da laik, sol görüşlü ve aydın bir aile idi. Devrimden 1 ay önce bize bile söyleseler idi 1 ay sonra durum bu olacak diye biz bile güler geçerdik, "deli misin?" diye sorardık belki de. Belki de derdik ki "Şah'ın bu güçlü ordusunu nasıl yeneceklerde Şeriat karanlığını getirecekler?". Sizlere önce Iran İslam devriminin nasıl geliştiğini kısaca anlatmak istiyorum çünkü Türkiye'deki gelişmelerle çok büyük benzerlikler mevcut. İRAN İSLAM DEVRİMİNİ BAŞARIYA GÖTÜREN AYAKLAR: 1-Büyük kesimi fakirleşen halk dincilerin pençesine düştü. Bu halk yiyecek, giyecek gibi ufak yardımlarla onların safına çekildi. Beyinleri yıkandı ve fakirliklerinin temelinde kirli ve dinsiz rejim olduğu benliklerine yazıldı. Açlıkla boğuşan halk bu cehaletin pençesine kolaylıkla düştü ve rejime düşmanlaştı. (COK FAKIRLESEN TURK HALKINADA AYNI SEYLER YAPILIYOR) 2-Hep demokrasi ve özgürlük dendi. Humeyni devrimi yapana kadar hep demokrasi ve özgürlük vaat etti. Bu şekilde birçok sol görüşlü insanları da kendi saflarına çekti. Bu insanlar devrim akabinde ipe giden ilk insanlar oldu. (TURKIYE'DE HEP DEMOKRASI VE OZGURLUK DIYORLAR) 3-Emir komuta zincirinde yapılanmış olan din adamları halkı kontrol altına aldı. (BASI ABD'DE YASAYAN MALUM TARIKAT'IN YAPILANMA BICIMI OLAN "ABI" YAPILANMASI BU EMIR KOMUTA SEKLIDIR VE DEVRIMIN EN ONEMLI AYAKLARINDAN BIRISI BU EMIR KOMUTA YAPILANMASIDIR. BU EMIR KOMUTA YAPILANMASI DEVRIMIN HALK ORDUSUDUR VE DEVRIM SIRASINDA BU EMIR KOMUTA COK KISA ZAMANDA COK BUYUK KITLELERE EGEMEN OLUR.) 4-Kargaşa ve kaos ortamında askeri Kışlalar basildi. Ellerinde Kur'an ile kışlalar ele geçirildi. (BU AYAGA COK DIKKAT EDELIM CUNKI DEVRIM SIRASINDA TURK SILAHLI KUVVETLERINI ELE GECIRMENIN EN ANAHTAR AYAGI BUDUR.) Türk silahlı kuvvetleri bildiğim kadarı ile 600-800,000 kişiden oluşan bir kuvvettir. Yalnız unutulmaması gereken gerçek bu ordunun ancak %0,1(Binde Bir) lik bir bolumu rejimin muhafızıdır. Yani Harp okullarında eğitim görmüş subaylar ancak bu kadardır. Geri kalan %99.99 er rejim muhafızı değildir. Onlar emirlere göre hareket eden vücut parçalarıdır. Beyin olan ise az sayıdaki subaylardır. Iran devriminde kargaşa ve kaos ortamında kışlaları basan yobazların ellerinde Kur'an ile erleri geçerek direnen subay ve komutanları katlettiler. Burada kilit nokta ellerinde Kur'an ile harekete gecen büyük halk kitlelerine karşı erlerin silah kullanmakta zorlanacağı gerçeğidir. Zaten kullansalar bile ***** ve beyni yıkanmış halk öyle bir kudretle kışlalara saldırmıştır ki sonunda kışlalar teslim alınmıştır. O askerin açtığı ateş sonucu halktan çok ölen olmuştur ama sonuçta bir noktada erler silah bırakmak durumunda kalmışlardır. Erin kendi başına alacağı savaş inisiyatifi düşmana karşıdır. Ama büyük kitleler halinde ve ellerinde kuranlarla üzerine gelen kendi halkına karşı bu kararlılığı göstermesi mümkün olamaz. Yani er buna bir noktadan sonra direnmez yâda direnemez. Çünkü o er karşısındakinin karanlık bir devrim yapacak olan insanlar olduğunu bilecek bilinçte de değildir, kaybedeceği aydınlığın ne olduğunu da. Bunu bilecek olan sadece subaylardır. Ve kanlarının son damlasına kadar savaşacak olanlarda bu konuda aydınlanmış Türk subaylarıdır. Ama yukarda bahsettiğim üzere onlar ordunun sadece ve sadece en fazla binde birini teşkil ederler. Yani devrimin asil savunucusu Türk ordusunun tümü değildir, sadece subay kademesidir ve erlerin durduğu ve etkisizleştirildiği noktada o subay kademesinin yok edilmesi kolay olacaktır. İran'da ordu bu şekilde etkisiz hale getirilmiştir. "Er düşman işgali durumunda durmaz ve etkisizleştirilemez, sonuna kadar da savaşır, ama büyük bir kudretle gelen kendi halkı karşısında durabilir." Şu aşamada aldıkları bu büyük ivme ve arkalarındaki çok büyük güçler ile onları normal yollardan durdurmak çok zor olacaktır. Ve bunların durdurulmadan hareket edeceği her gün ivme ve güçlerini artıracak ve isi zorlaştıracaktır. Silahlı kuvvetler ne kadar erken hareket ederse o kadar iyi olur. Sonra geç olabilir. Silahlı kuvvetlerin su veya bu neden ile eli kolu bağlı ise ki öyle görünüyor bu durumda silahlı kuvvetler "O GUN" geldiğinde kışlarını nasıl muhafaza edeceğinin planını çok iyi yapmalıdır. Çünkü kilit bu noktadır. Silahlı kuvvetler etkisiz hale getirilemedigi müddetçe devrim başarıya ulaşamaz. Bu nedenle her askeri kışlaya normal erlerin haricinde kışlaları kanının son damlasına kadar savunacak "OZEL CUMHURIYET DEVRIM MUHAFIZLARI BIRLIKLERI" oluşturulmalı ve bunların böyle büyük bir halk hareketine karşı erlerden önce devreye girip, erler şaşkınlıklarını üzerlerinden atana kadar çatışmaya girmeleri sağlanmalı ve burada kazanılacak vakit ile gerideki subaylar erlerin dağılmasının önüne geçmelidir. Yani ordunun esas gücü ve gövdesi olan erlerin kontrolü kesinlikle kaybedilmemelidir. Iran ordusunun böyle bir hazırlığı olmadığı için ga-fil avlandı. Oluşturulacak olan "OZEL CUMHURIYET DEVRIM MUHAFIZLARI BIRLIKLERI" yobazlar ile çatışırken, erlerde üzerlerindeki şaşkınlığı atacaklar ve subayların organizasyonu ile çatışmalara destek vereceklerdir. Oluşturulacak "OZEL CUMHURIYET DEVRIM MUHAFIZLARI BIRLIKLERI" çok özel eğitilmeli ve de Atatürk'e ve devrimlerine cani pahasına savunacak şekilde inanmış olmalıdırlar. Aksi halde basarîsizlik kaçınılmazdır. Çünkü en son Lübnan'da gördüğümüz üzere davasına inanmış bir kaç yüz Hizbullah Militanı dünyanın en iyi ordularından birisi olan İsrail ordusunu ağır zayiatlarla yenilgiye uğrattı. Sevgili dostlar ve kardeşler, elimden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştım çünkü aydınlığı savunmak durumunda olan sizler İran'ın geçtiği bu karanlık tüneli anlamak durumundasınız. İran'ın bu acı tecrübesi sizlerin uyanık olması için bir şans olur umarım. Aşağıdaki birinci linkte İran'ın devrimin hemen öncesi görüntüleri ile hemen sonrası görüntülerini bulacaksınız. Orada göreceğiniz üzere Iran devrim öncesi belki su anki Türkiye'den bile daha modern. Yani olmaz, olmaz demeyin. İkinci linkte ise Devrim lideri Humeyni'ye kadınların şiir okuması. O linki vermemin nedeni ise o koltukta bir gün bugün ABD'de ikamet eden malum cemaatin başı olan şahsın oturabileceği ihtimalidir. Acı ama sanki tarih tekerrür ediyor. -http://www.youtube.com/watch?v=Gj1rSmQ5kvg- -http://www.youtube.com/watch?v=rO2rf8KPacI- Benim çok sevgili kız kardeşim Mehtab anısına yapabileceğim bu kadar. Elimden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştım. Ama sizin geride kalan, aydınlık yarınlar bekleyen kızlarınız, kardeşleriniz, çocuklarınız ve Mehtab'lariniz için yapabileceğiniz çok şeyler var karanlık "O Gün" çökmeden önce Atatürk Turkiye'si ne... Yapabileceğiniz ilk şey bu mektubu bildiğiniz, tanıdığınız insanlara ulaştırarak daha fazla insani uyandırmak olabilir. O acı çok büyük acı sevgili kardeşler, anlatmak istemiyorum içinizi karartmamak için ama sevgili kardeşim Mehtab keşke bu dünyaya gelmemiş olsa idi de "O gün" o acı sonu yaşamamış olsa idi o karanlık ve pis yobaz şehvetinin pençesinde. Allah sizleri ve Atatürk Türkiyesini korusun o yobaz karanlığının sevgili kardeşim Mehtab'a gösterdiği acı sondan. Anlatamıyorum onu yobazların nasıl katlettiğini, elim varmıyor yazmaya, dilim gitmiyor anlatmaya.... Mohsen Yazd Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ godzilla Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2008 Paylaş Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2008 olmaz olmaz deme hiç olmaz olmaz sevgilim zaman neler gösterir belli olmaz sevgilim.... diye gidiyor şarkı o kadar çok benzerlik varki boşveremiyorsun bazı şeyleri. çocuk gibi oluyor insan bazen "-Anneee bişey olmaz dimii -doktor amca acımaz dimiii..." cevaplara inanmak istiyorsun ama için inanmıyor. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 29 Şubat , 2008 Paylaş Gönderi tarihi: 29 Şubat , 2008 İstanbullular 11 Şubat'ta ücretsiz dağıtılan ve günlük çıkan "Gaste"yle tanıştılar. Her sabah İstanbul'un yüzlerce noktasında dağıtım görevlileri kucaklarında bir tomar "Gaste"yle bekleyerek yoldan geçen herkese birer tane uzatıyorlar. Uzun süren bir yürüyüş sırasında sizin de elinize bir Gaste geçmemesi ihtimali neredeyse sıfır. Gaste'yi belediye otobüslerinden de rahatlıkla edinebiliyorsunuz. Başbakan Erdoğan'ın danışmanı Cüneyt Zapsu'nun ağabeyi Abdulaziz Zapsu ücretsiz dağıtılan Gaste'nin ortaklarından. Bir kent gazetesi olmasına karşın kent politikalarının hiçbir şekilde eleştirilmediği Gaste'de bol bol tam sayfa reklam var. Gaste Fettullah Gülen'in cemaatinin gazetesi Zaman'ın matbaası olan Feza Matbaacılık'ta basılıyor. Halkın giderek yoksullaştırıldığı bir ülke de bedava gazete bedava bilgi demek. Gaste örneği düşünüldüğünde ise bu aynı zamanda bedava manipülasyon, bedava yalan anlamına da geliyor. Gaste'nin yerel seçimlere bir yıl kala çıkmaya başlaması da dikkatlerden kaçmıyor. Her gün Gaste okuyan İstanbullular artık ne kanalizasyon çukurlarına düşen Dilara'dan ve İSKİ'nin ihmalinin arkasında yatan rant ilişkilerinden, ne İstanbul ulaşımına yapılan örtülü zamlardan ne de İstanbul'u susuzluğa sürükleyen yanlış belediyecilik politikalarından haberdar olamayacak. Bunların bazılarından haberdar olsalar bile Gaste onları bu olayları ya "Hak"kın takdiri olarak ya da resmi makamların yaptığı açıklamaları referans göstererek anlatacak. Yerel seçimler öncesinde Gaste'nin AKP'nin işini oldukça kolaylaştıracağı söylenebilir. AKP iktidarı son dönemde yaptığı ataklarla medyadaki elini oldukça güçlendirdi. ATV-Sabah grubu yayın organlarının Tayyip Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak'ın Genel Müdürlüğü'nü yaptığı Çalık Grubu'na devrini, RTÜK, geçtiğimiz günlerde onaylamıştı. Böylece AKP medya alanında Doğan Grubu ile başı çeken bir pozisyona geldi. Devlete ait olan TRT, Yeni Şafak, Zaman gazeteleri, STV, Kanal 7'nin başını çektiği İslamcı medya, Star Gazetesi ve daha bir çok basın ve yayın organı doğrudan veya dolaylı şekillerde AKP politikalarına emri amade. Şimdi bu listeye ATV-Sabah grubundaki yayın organları ve Gaste ekleniyor. AKP Türkiye'de iktidarda payı olan ne var ne yoksa hepsini sırasıyla kontrol altına alıyor. Bu konuda medyadaki pozisyonunu ise çoktan sağlamlaştırdı. İyi uykular Türkiye... SERMAYE VAR, GÜÇ VAR, TAKİYE VAR, HALKI FUKARALIĞA SADAKAYA MUHTAÇ EDEN VAR, İŞTE ONLAR TÜRKİYE'NİN ÇEKİLMEK İSTENDİĞİ NOKTAYA GİDEN YOLDA HİÇ BİR MASRAFTAN KAÇINMIYORLAR. HERKES İYİ BİLİR, MEDYA KİMİN ELİNDEYSE GÜÇ ONDADIR, MEDYA GÜCÜ İLE HERŞEY YAPILABİLİR, TOPLU HALDE PSİKOLOJİK BASKI YA DA BEYİN UYUŞTURMA. BEDAVA DAĞITILAN BİR GAZETENİN ARKASINDA NE VAR İYİ GÖRMEK GEREK. İRANA BENZEMEK BÖYLE BİRŞEY... UYU UYU TÜRKİYE ÇANLAR SENİN İÇİN ÇALIYOR OYSA... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.