Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

AŞKI BULURUM

 

Öpüşün karanfil kokardı aşkı bulurdum

Işık hızını geçen bir uçakta aşkı

Bulutlar tükenir kuşlar görünmezdi

Yitip giderdi altımızda nice denizsiz kent

Çelik gürültüleri arasında sayısız çiçek

 

Mutlu ederdim seni kadınım olurdun

 

Seninle ikimiz ilkyaz gibiydik

Sevda avcumuzda tuttuğumuz gül yaprağıydı

Uzayda bıraktığımız ayak iziydi

Güzelim, hangi güç durduracaktı bizi

Hangi güç ince parmaklarının hünerini

 

Aşka izin yoktu, gün soldu kuşluk vakti

Usul usul konuştuktu hani

Aşkı savunanları düşen bir kenti savunur gibi

Bütün sahici aşkları konuştuktu

Leyla ile Mecnun'u, Elsa ile Aragon'u

Yani ikimizle yarının ölümsüz olduğunu

 

Giyilmemiş çamaşırlar gibi kokardı aşkın

Güzelim benim bir tanem

Sırasında hazırdın onarmaya

İşkencedeki insanın incinen onurunu

Yaşadığımız günü, tutsaklığı, bugünü

Buğular içinde yüzen geceyle gündüzü

 

Işıkları yalandı kederle akardı kent

Ne kadar da güzeldi kışı, sisi, ayazı

Güzelim benim, bir tanem, yanımda sen olunca

Özlenirdin anlıyor musun

Bir karanfile baka baka uçarılaşırdın

Yitirmeden henüz aşkı, ilkyazı

Saçların çiçek tozu, çam kokusu

Sende düğümlenirdi bir uçumluk tadı çocukluğun

 

AHMET ADA

Gönderi tarihi:

Aşk

 

Sevgilim sabahın erkenini seviyor,

ben geceyi ve esmerliğini onun,

o dorukları sevior, korkuyor bundan

ben rüzgarla buluşan tepeyi, tuhaflığı,

ona bir yeşil gülümsüyor,

ben, hayatı delice sevdiysem nasıl,

diyorum, seni de öyle.

O kendi boşluğunda oyalanan günlerde

canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor,

ben göğe bakıyorum geceden,

kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim

diyorum, yanında,

o sabahları eğilip öpüyor denizi.

 

Çıplağın çıplağımda, rüzgarın dağımda olsun,

esmerliğin gecemde, öyle kal.

"Bulutlara bak, gidiyorlar, hızla" diyorsun,

yağmur bir yalıyor yüzümü,

bir duruyor. Sabahları eğilip yüzüme

öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım.

 

Su ve rüzgar, dağ ve doruk, sonsuz hepsi,

oysa camdaki sardunya gibi üşür

bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir

bir, çıplağın çıplağımda.

 

Rüzgarın dağımda olsun esmerliğin gecemde

öyle kal, sana sonsuz sarıldığımda.

 

 

Birhan Keskin

Gönderi tarihi:

SALKIMSÖĞÜT

 

Akıyordu su

gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.

Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!

Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere

koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!

Birden

bire kuş gibi

vurulmuş gibi

kanadından

yaralı bir atlı yuvarlandı atından!

Bağırmadı,

gidenleri geri çağırmadı,

baktı yalnız dolu gözlerle

uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

 

Ah ne yazık!

Ne yazık ki ona

dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,

beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

 

 

Nal sesleri sönüyor perde perde,

atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

 

 

Atlılar atlılar kızıl atlılar,

atları rüzgâr kanatlılar!

Atları rüzgâr kanat...

Atları rüzgâr...

Atları...

At...

 

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

 

Akar suyun sesi dindi.

Gölgeler gölgelendi

renkler silindi.

Siyah örtüler indi

mavi gözlerine,

sarktı salkımsöğütler

sarı saçlarının

üzerine!

 

Ağlama salkımsöğüt,

ağlama,

Kara suyun aynasında el bağlama!

el bağlama!

ağlama!

 

 

NAZIM HİKMET

Gönderi tarihi:

Deli Kuş

 

Deli kuş bilir misin nedir

türküler kadar sevdalanmak

duyabilmek yüreğinde

bir depremin uğultusunu

 

Suya düşen bir karanfilse yüreğin

bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm

vursun seni o taştan bu taşa

o çağlayandan bu çağlayana sürüklesin

 

Kavgadan uzak kalmışsan

sevdadan da uzaksın demektir

devinmez yüreğinin mağması

çatlamaz sabrın kara taşı unutma

 

 

Ahmet Telli

Gönderi tarihi:

YİNE DE GÜLÜMSEYEREK

 

Ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız

yıldırımlarla ağmış,

ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış

kaburgamız,

dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir

uçurumlar,

yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin

yaşından

incitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği;

şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş,

sesimizde sendeleyen bir keder,

uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden;

ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin.

 

Ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet

çiçek için,

neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için,

yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın

yürek için;

şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik,

yabanıyız gittiğimiz her şehrin, çiğdemsiz, kükremesiz,

kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin

zehrini;

ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın

iksiri.

Ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş,

ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp,

şafaklar tutuşkunu şarkılar yuvalanıp ne mintanlar yırtmışız,

şimdi usulcacık ürpersek kara gece uykumuz kaçacak

kadar delik

üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz, örtüsüz, serin;

ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten,

bakışımız lekesiz.

 

Ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş, kakmaları sedeften,

ne milyonlar yanından başeğmeden geçmişiz, huyumuz

değişmemiş,

hayatımız günbegün çarpışarak yaşanılan sırların ürünüdür;

şimdi kar altında avcumuz, avurdumuz ilaçsız,

ıssızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış,

kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar

inildesek açlıktan;

ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından.

 

Ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz.

ne kudurgan günlerde elimizi dost eline titremeden vermişiz,

bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden;

şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk,

nicesi elsıkışların sahtekar çıkmış.

 

NİHAT BEHRAM

Gönderi tarihi:

Yaşam bir ıstaka;

gelir vurur ömrünün coşkusuna.

Hani tutulur dilin,

konuşamazsın…

 

Tırmandıkça yücelir dağlar.

Sen mağlupsun sen ıssız

ve kalbinde kuşların gömütlüğü;

tutunamazsın!

 

Eloğlu sevdalardan dem tutar,

aşk büyütür yıldızlardan;

senin ise düşlerin yasak,

dokunamazsın...

 

Birini sevmişsindir geçen yıllarda.

Açık bir yara gibidir hâlâ.

Hâlâ ne çok özlersin onu,

ağlayamazsın…

 

Yolunda köprüler çürür.

Sesin, sessizlik sanki bir uğultuda.

Savurur hayat kül eyler seni,

doğrulamazsın!

 

Yapayalnız bir ünlemsin

dünyayı ıslatan şu yağmurlarda.

Her şey çeker ve iter,

anlatamazsın...

 

Yaşam bir ıstaka,

gelir vurur işte ömrünün coşkusuna.

Sesinde çığlıklar boğulur ama,

bağıramazsın…

 

Sonra vakt erişir, toprak gülümser sana;

upuzun bir ömrün ortasında

ne hayata ne ölüme

yakışamazsın…

 

Yazdırmalısın mezar taşına:

Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın,

aslında hiç olmadım ben bu oyunda

ömrüm beni yok saysın…

 

Yılmaz Odabaşı

Gönderi tarihi:

Göç Çiçeklerinin Üşüdüğü Şehir

 

 

Güneşin her batışı bir derde gebe,

her sabah yeni acıları doğurur İstanbul.

Sende günler bir başka başlar,

sende günler bambaşka sürer,

ve sende

günler bir başka biter.

 

Öksüzün ekmeğini sende çalarlar,

garibin ayağını sende çelerler,

ve ey İSTANBUL!

kocamanlar,

gözü aç,yüregi fakir ve cüzdanı zenginler

feleğin çarkını sende kırarlar.

Ve birde al başına bela

benim gibi haddini bilmezler,

gelip senden hesabını sorarlar.

 

Ah İstanbul ah!

Tarihin tekerrürü sende yaşanır,

ne varsa ne yoksa ve ne olacaksa,

sana sorulur, sende aranır.

Üzgünüm

sana karşı yüzüm yok İstanbul

bunu cok iyi biliyorum

sana verilmeyenler senden sorulur.

 

Bu topraklar üzerine

sayısız divanlar kurulmuş.

Haklıya haksız, haksıza haklıdır kararı verilmiş.

Haklının haksızlığı yetmedi gibi

alınıp nice nice

dönülmez akşamlardaki

ulaşılmaz ufuklara sürülmüş.

 

Sende kırılan kalplerin tamiri yok,

Sende bulunan dertlerin

şifası yok.

ama ey öksüz İstanbul

sende saçı bitmedik yetimlerin

hakkını sindire sindire yiyenler çok!

 

Sende yetimlerin hakkı

yutabilene bal gelir.

Sende emeklinin hakkı

kandırıp çalabilene can verir.

Sana olan göçün kurbanı göç çiçekleri

gönül melekleri

sokak çocukları aklı olana ar gelir.

 

sen yok musun ah sen İstanbul!

Biliyorum senin de yüreğin benim gibi

tam on ikiden vurulmuş.

 

Hadi İstanbul

sana açtım bu yaralı kalbimi.

emin olmasamda ümitliyim

anlasan anlasan bir tek sen anlarsın beni.

Aç bana kollarını,

al beni yüreğine

kandırılmışlıklarımın acılarıyla,

vurulmuşluklarımın sancılarıyla,

göç çiçeklerinin üşümüşlüğüyle,

kapkaççı çocukların zorlanmışlığıyla,

kader kurbanlarının bastırılmışlığıyla,

sokak kedilerinin hırçınlığıyla,

fahişe görülenlerin yıkılmış umutlarıyla

minik serçelerin titrek ve ürkekliğiyle,

martılarınsa acı çığlıklarıyla geldim sana!

 

Bilirim ki sen hepsini de taşırsın.

Sen anasın, sen cansın

Sen yokmu sun?

Ah sen İSTANBUL!

 

Bir tek seni seviyor,

bir tek senden medet umuyor,

ve sadece sana sığındı

BU BİÇARE GÖNÜL!

 

 

söyle ne yapmalı, göç çiçeklerinin üşüdüğü şehir

söyle ne yapmalı?

 

AH SEN YOKMUSUN AH SEN İSTANBUL!

 

 

Dilek Aksoy

Gönderi tarihi:

Kavuşma Günü

 

En güzel gülüşünle karşıla beni

İşte geldim yanına yorgun ve yitik

Yılmışım, yıkılmışım, kahrolmuşum

İçimde tarifsiz bir gariplik

 

Anlamaya çalış bir şey sormadan

Yaklaş yanıma, gözlerime bak

Dağıt saçlarını çocuklar gibi

Sonra başını omuzlarıma bırak

 

Dertliyim, kahırlıyım, efkarlıyım

Ağır, çaresiz hüzünlerle geldim sana

Birlikte ömür boyu yaşayacağımız

Perişan gecelerle, günlerle geldim sana

 

Paramparça hayallerim, umutlarım

Ne kalmışsa içimde kırık dökük

Al, yeniden yarat beni, ayıkla arıt

Baksana, bütün ışıklarım sönük

 

Pelte pelte karanlığım koyu, zifir

Göklerin üstüme abandığı gecelerdeyim

Dinle, sana bir şarkı söyleyeceğim özlem dolu

Dinle, bütün çalgıların sustuğu yerdeyim

 

Oysa ki sen aradığım, bulduğumsun benim

Oysa ki bu en güzeli kavuşmaların

Bakma şimdi böyle kahırlı olduğuma

En mutlu şiirleri söyleyeceğim sana yarın

 

Yeter ki mahşere dek beni özle beni sev

Zamanların en ölümsüzünde yaşat beni

İşte geldim yanına alev, alev dopdolu

Al dilediğin gibi yeniden yarat beni

 

 

Ümit Yaşar Oğuzcan

Gönderi tarihi:

Kimbilir Kaç Kişi Seni Sevdi :clover:

 

 

 

Kimbilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi

Kaç kişi güzelliğini sevdi

Belki gerçek aşkla; belki değil

 

Ama bir tek kişi seni sevdi.

Bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi.

 

William Butler Yeats :clover:

Gönderi tarihi:

Hz. Muhammed'e saygısızlığa tepki olarak İstanbul'da geçtiğimiz haftasonu yapılan miting, çarpıcı izler bıraktı. Etkileyici tablolardan birisi de Seher Çınar'ın okuduğu bu şiir idi.

 

 

 

Ya Rasulallah,

Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden,

Kalbimizden seyrediyoruz seni.

 

İşte

Bir yaşındasın,

Beni Sa’d yurdundasın

Sana süt anne olmadı kadınlar,

Bu yüzden dargın bulutlar,

Bir damla yağmur indirmiyor.

Kıtlık hüküm sürüyor beni sa’d yurdunda

Minicik bir bulut var gökyüzünde

Sana aşık...

Ayrılmıyor başucundan

Ve insanlar yağmur duasında...

Hz. Halime kucağına alıyor seni,

Yüzünde bir gölgelik... Seni güneşten korumak için.

Oysa minicik bulut gökyüzünde

Sana meftun, sana kilitli...

Ve dua eden rahibin kucağındasın

Dünyalar güzeli gözlerine bakıyor rahib.

Kıtlığı da unutuyor, yağmuru da, duayı da.

Ama sen unutmuyorsun

 

 

 

 

 

 

Dursun Ali ERZİNCANLI

Gönderi tarihi:

HAZİRANDA ÖLMEK ZOR

 

 

orhan kemal'in güzel anısına

 

 

işten çıktım

sokaktayım

elim yüzüm üstümbaşım gazete

 

 

sokakta tank paleti

sokakta düdük sesi

sokakta tomson

sokağa çıkmak yasak

 

 

sokaktayım

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

yaralı bir şahin olmuş yüreğim

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

 

 

havada tüy

havada kuş

havada kuş soluğu kokusu

hava leylâk

ve tomurcuk kokuyor

ne anlar acılardan/güzel haziran

ne anlar güzel bahar!

kopuk bir kol sokakta

çırpınıp durur

 

 

çalışmışım onbeş saat

tükenmişim onbeş saat

acıkmışım yorulmuşum uykusamışım

anama sövmüş patron

ter döktüğüm gazetede

sıkmışım dişlerimi

ıslıkla söylemişim umutlarımı

susarak söylemişim

sıcak bir ev özlemişim

sıcak bir yemek

ve sıcacık bir yatakta

unutturan öpücükler

çıkmışım bir kavgadan

vurmuşum sokaklara

 

 

sokakta tank paleti

sokakta düdük sesi

sarı sarı yapraklarla birlikte sanki

dallarda insan iskeletleri

 

 

asacaklar aydemir'i

asacaklar gürcan'ı

belki başkalarını

pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim

dökülüyor etlerim

sarı yapraklar gibi

 

 

asmak neyi kurtarır

sarı sarı yaprakları kuru dallara?

yolunmuş yaprakları

kırılmış dallarıyla

ne anlatır bir ağaç

hani rüzgâr

hani kuş

hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

 

asılmak sorun değil

asılmamak da değil

kimin kimi astığı

kimin kimi neden niçin astığı

budur işte asıl sorun!

 

 

sevdim gelin morunu

sevdim şiir morunu

moru sevdim tomurcukta

moru sevdim memede

ve öptüğüm dudakta

ama sevmedim, hayır

iğrendim insanoğlunun

yağlı ipte sallanan morluğundan!

 

neden böyle acılıyım

neden böyle ağrılı

neden niçin bu sokaklar böyle boş

niçin neden bu evler böyle dolu?

sokaklarla solur evler

sokaklarla atar nabzı

kentlerin

sokaksız kent

kentsiz ülke

kahkahanın yanıbaşı gözyaşı

 

 

işten çıktım

elim yüzüm üstümbaşım gazete

karanlıkta akan bir su

gibi vurdum kendimi caddelere

hava leylâk

ve tomurcuk kokusu

havada köryoluna

havada suçsuz günahsız

gitme korkusu

ah desem

eriyecek demirleri bu korkuluğun

oh desem

tutuşacak soluğum

 

asmak neyi kurtarır

öldürmek neyi

yaşatmaktır önemlisi

güzel yaşatmak

abeceden geçirmek kıracın çekirgesini

ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak

 

 

ah yavrum

ah güzelim

canım benim / sevdiceğim

bitanem

kısa sürdü bu yolculuk

n'eylersin ki sonu yok!

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

 

nerdeyim ben

nerdeyim ben

nerdeyim?

kimsiniz siz

kimsiniz siz

kimsiniz?

ne söyler bu radyolar

gazeteler ne yazar

kim ölmüş uzaklarda

göçen kim dünyamızdan?

 

 

asmak neyi kurtarır

öldürmek neyi?

yolunmuş yaprakları

ve kırılmış dallarıyla bir ağaç

söyler hangi güzelliği?

 

kökü burda

yüreğimde

yaprakları uzaklarda bir çınar

ıslık çala çala göçtü bir çınar

göçtü memet diye diye

şafak vakti bir çınar

silkeledi kuşlarını

güneşlerini:

«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,

memet!»

 

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

üstümbaşım elim yüzüm gazete

vurmuşum sokaklara

vurmuşum karanlığa

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

 

 

bu acılar

bu ağrılar

bu yürek

neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar

bu ağaçlar niçin böyle yapraksız

bu geceler niçin böyle insansız

bu insanlar niçin böyle yarınsız

bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

 

kim bu korku

kim bu umut

ne adına

kim için?

 

 

«uyarına gelirse

tepemde bir de çınar»

demişti on yıl önce

demek ki on yıl sonra

demek ki sabah sabah

demek ki «manda gönü»

demek ki «şile bezi»

demek ki «yeşil biber»

bir de memet'in yüzü

bir de güzel istanbul

bir de «saman sarısı»

bir de özlem kırmızısı

demek ki göçtü usta

kaldı yürek sızısı

geride kalanlara

 

 

nerdeyim ben

nerdeyim?

kimsiniz siz

kimsiniz?

 

 

yıllar var ki ter içinde

taşıdım ben bu yükü

bıraktım acının alkışlarına

3 haziran '63'ü

 

bir kırmızı gül dalı

şimdi uzakta

bir kırmızı gül dalı

iğilmiş üzerine

yatıyor oralarda

bir eski gömütlükte

yatıyor usta

bir kırmızı gül dalı

iğilmiş üzerine

okşar yanan alnını

bir kırmızı gül dalı

nâzım ustanın

 

 

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

bir basın işçisiyim

elim yüzüm üstümbaşım gazete

geçsem de gölgesinden tankların tomsonların

şuramda bir çalıkuşu ötüyor

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

 

 

 

 

Hasan Hüseyin

Gönderi tarihi:

Sensiz 14 Şubat :clover:

 

Sensiz ilk 14 şubatım bugün

sen varken bir çocuk gibi sevinen gönlüm

şimdilerde karanlık mekanlarda, yanlızlıga sürgün...

 

ellerim ceblerimde başım yerde,gezinirim caddelerde

elalem sevgilisiyle beraberken,ben senden ayrı hasretlerde

sende benden ayrı dönüşü olmayan gurbetlerde..

 

Oy sevdigim oy ,

söz vermiştik hani ayrılmak yoktu

hani acı çektirmek, ağlatmak yoktu

ne acım bitiyor, ne gözyaşım diniyor

hani bir başına çaresiz bırakmak yoktu....

 

Ben senden habersiz atmazken bir adım,

sen haber vermeden, sen elveda demeden

apansız ve aniden çekip gittin,

Hiç düşünmedinmi beni

beni canımdan ettin beni sitemkar ettin..

 

Şimdi kalmadı hayattan beklentim

ben dualarımda bir tek seni dilerdim

Rabbim affetsin beni kıycam bu cana

çünkü birtanem seni çok özledim....

 

Sevgilim onca gün oldu

daha sensizlige alışamadım

ölünle ölünmez derler ama

ben sensiz yaşayamadım....

 

Mustafa Özoğlu :clover:

Gönderi tarihi:

Abbas

 

Haydi abbas, vakit tamam;

Akşam diyordun işte oldu akşam.

Kur bakalım çilingir soframızı;

Dinsin artık bu kalp ağrısı.

Şu ağacın gölgesinde olsun;

Tam kenarında havuzun.

Aya haber Sal çıksın bu gece;

Görünsün söyle gönlümce.

Bas kırbacı sihirli seccadeye,

Göster hükmettiğini mesafeye

Ve zamana.

Katıp tozu dumanı,

Var git,

Böyle ferman etti Cahit,

Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;

Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

 

 

Cahit Sıtkı Tarancı

Gönderi tarihi:

BU YANGIN YERİNDE

 

Yaşamak bu yangın yerinde

Her gün yeniden ölerek

 

Zalimin elinde tutsak

Cahile kurban olarak

 

Yalanla kirli havada

Güçlükle soluk alarak

 

Savunmak gerçeği, çoğu kez

Yalnızlığını bilerek

 

Korkağı, döneği, suskunu

Görüp de öfkeyle dolarak

 

Toplanıyor ölü arkadaşlar

Her biri bir yerden gelerek

 

Kiminin boynunda ilmeği

Kimi kanını silerek

 

Kucaklıyor beni Metin Altıok

"Aldırma" diyor gülerek

 

"Yaşamak görevdir bu yangın yerinde

Yaşamak, insan kalarak"

 

 

Ataol Behramoğlu |

Gönderi tarihi:

Bilemezsin ki

 

Seni nasıl sevdiğimi, bilemezsin ki

 

Özlemek nasıl olur özlemeyince

 

Hayal etmeyi hayallerde yaşamayinca

 

Her nefeste hava gibi, su gibi içmedikçe

 

Bilemezsin ki.

 

Nereye baksam sen varsın,

 

Rüzgarda kıpırdanan her yaprakta,

 

Denizde oynaşan her dalgada,

 

Semadan yere düşen her damlada

 

Göremezsin ki.

 

Sevdam bana her geçen gün keder verse de,

 

Şahit olan herkes “sen aşıksın” dese de,

 

Her parlayan hüzmeye sen diye süzülsem de,

 

Sana her saniye, seviyorum desem de

 

Duyamazsin ki.

 

Gördüğüm her rüyayı sana yorsam da,

 

İnsanlara umarsız seni sorsam da,

 

Akan gözyaşlarımla kendimi boğsam da,

 

Ömrüm boyunca her gün sen diye solsam da

 

Sezemezsin ki.

 

Sensizliği sevgilim sen, bilemezsin ki.

 

 

Refik Recep Pelit :clover:

Gönderi tarihi:

ZEYNEP BENI BEKLE

 

zeynep beni bekle / gece ağaçlarına

yağmur çiseliyorum / cam tozu su beyazı

yalnızlığını mutlaka değiştireceğim

bir yaprak halinde süzülüp saçlarına

eski teşrinalerden / kederli kırmızı

zeynep beni bekle mutlaka döneceğim

söyle kim önleyebilir buluşmamızı

 

geceleyin ışıkları söndürdüğün zaman

benim şiir kitaplarından sızan aydınlık

elinde uyuyakaldığın heyecanlı roman

pancurların çarpıldığı lodos geceleri

rüzgârın değil benim / pencerendeki ıslık

her akşam koridordaki ayak sesleri

yanlış çaldığını zannettiğin telefon

zeynep beni bekle mutlaka geleceğim

hem bu ne ilk ayrılığımız ne de son

 

pikapta eminağa acemaşirân saz semaisi

sokakta çocuklar saklambaç hırsız polis

hayat akıp gidiyor olsam da olmasam da

saatı durmamalı ufak sorumlulukların

resmi bırakmadın ya / son çektiğin hangisi

bak mektuplar birikmiş yine masamda

fakülteler açılacak bak bugün yarın

zeynep beni bekle mutlaka geleceğim

başladığımız filmi birlikte bitireceğiz

 

kim ne derse desin içimde delice bir his

 

Atilla iLHAN

Gönderi tarihi:

Hani Bir An Gelir...

 

 

Hani bir ân gelir... Ve söylenmez sözler söylenir olur!

.....

Hani bir ân gelir...

Mutluluk pembe bir ipek mendil gibi savrulur loş odada!

.....

Hani bir ân gelir...

Bir ân gelir...

Hani bir göz bir göze gelir.

 

Hani, öyle bir ân gelir ki;

En “gelinmez” yollarla en “varılmaz” yolların, senle ben arasındaki yarda boyun büktüğünü görürsün...

Bu yar; iki yâr arasıdır! ..

Her yar iki yâr arasıdır! ..

Ve üstelik;

Yaralar yara benzer,

Her yar yaraya benzer!

Yar başında duruşum;

Yâre nâraya benzer! ...

 

Halbuki gök yerin...

Halbuki gök yarın...

Halbuki gök yârin içindedir bu mesafelerde! ..

.....

Veya gök, mavi bir hançer gibi dalıvermiştir de toprağın içine; şimdi toprak, kendi içindeki kocca bir yarayı yâr bilmiş... Kendini parçalayan kooskoca bir yar başına türbedar olmuştur! ! !

 

Halbuki hep...

Hep iki yârdır;

Bir yar başında duran...

.....

Her yar, yâri gördüğüm rüyadır! ..

 

Yolun biri gözlerinden başlaar senden içeri gider; diğeri gözlerimden, benden içeri...

Bir yar oluşur her yârin arasında kalan boşlukta! ..

Ben, yarın bir duvarı olup sana bakarım bu yandan... Sen yarın bir duvarı olur, o yandan bana bakarsın! ..

Ve en derinimden gelip en derinine gidebilecek olan yol ile, en derininden çıkıp en derinime inebilecek olan gökkuşağı “bakışlarımızda” kopar! ..

Biz, sarılmadıkça...

.....

Yarlar kaldıkça yârlar arasında! ..

 

Hani bir ân gelir...

Ve söylenmez sözler söylenir olur!

.....

Hani bir ân gelir...

Mutluluk pembe bir ipek mendil gibi savrulur loş odada!

.....

Hani bir ân gelir...

Bir ân gelir...

Hani bir göz bir göze gelir...

Hani bir ân gelir...

Bir ân...

Bakışlar düğümlenir;

Bütün yarlar silinir,

Sıra söylenmezlere gelir...

 

Muammer Erkul :clover:

Gönderi tarihi:

HER ŞEY SENDE GİZLİ

 

yerin seni çektiği kadar ağırsın

kanatların çırpındığı kadar hafif..

kalbinin attığı kadar canlısın

gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...

Sevdiklerin kadar iyisin

nefret ettiklerin kadar kötü..

ne renk olursa olsun kaşın gözün

karşındakinin gördüğüdür rengin..

yaşadıklarını kar sayma:

yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan

yaşa,

sevdiğin kadardır ömrün..

gülebildiğin kadar mutlusun

üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin

sakın bitti sanma her şeyi,sevdiğin kadar

sevileceksin.

güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer

ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın

bir gün yalan söyleyeceksen eğer

bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.

ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret

ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın

unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın

güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.

kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın

ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.

kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. işte budur

hayat!

işte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın

bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün

ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun

çiçek sulandığı kadar güzeldir

kuşlar ötebildiği kadar sevimli

bebek ağladığı kadar bebektir

ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,

 

SEVDİĞİN

KADAR

SEVİLİRSİN...

 

CAN YÜCEL

Gönderi tarihi:

serüvene koşmak için trenler bekliyorsan

güneşi yakalayıp gözlerine yerleştirmek için, beyaz yelkenlerin gelip

seni almalarını bekliyorsan

yarına inanmak için günbatımına

iyi kalpli görünmek için zayıflığa

ve güçlü görünmek için öfkeye ihtiyacın varsa;

Demek ki....

Hiç bir şey anlamadın!!!

 

jacques BREL

Gönderi tarihi:

BU BAHAR ŞAŞMA

 

birdenbire ne oldu bana böyle

ben eskiden yağmur filan takmazdım

aşk desem değil yorgunluk hiç değil

verip alnımı parmaklığın buz ufkuna

kuytusunda kederler büyüten

bir cehennem gibi bakmazdım

 

düzeni yok voltamın nisanda mıyız

yemyeşil bir dal kalbime bulaşıyor

duvarlar üstüme yıkılırsa şaşma

içimde firar etmek fikri

aç bir kurt gibi dolaşıyor

 

beni bu bahar vururlarsa şaşma

 

Nevzat Çelik

Gönderi tarihi:

Alıştım Ayrılıklara

 

Sen, hayatıma girmeden önce ben vardım.

Sen, hayatıma girdiğinde ise ben yine vardım

Ancak birbirinden farklı iki varlık

İki kişilik, iki ruh, iki beden olarak...

Yokluğunda ben;

Geceleri oturur; Radyo dinlerdim.

Aşıkların birbirine arğaman ettiği şarkıları,

Ben de yalnızlığıma armağan ederdim.

Herşey anlamsızlaşırdı çoğu kez.

Ve çoğu zaman anlamsızlıklarda kaybolur giderdim.

Yaşamak mı daha acı veriyor yoksa ölmek mi? gibi

Acımasız sorularla kendimi irdelerdim.

Varlığında ise herşey bambaşkaydı.

Ben bir başkaydım.

Gecelere seninle beraber veda eder.

Günün ilk ışıklarına seninle Merhaba derdim.

Ve anlamlı gelirdi herşey.

Anlam karmaşaları bir bir terkedi beni.

Sen de var olmayı, seninle birlikte yaşamayı

Ve herşeyi seninle paylaşmayı severdim.

Seni her geçen gün daha da çok severdim.

Ancak nerden bilebilirdim ki masalın sona ereceğini

Nerden bilebilirdim habersiz çekip gideceğini.

Dün vardın bende vardım.

Bugün yoksun; Bense varmıyım yokmuyum bilmiyorum.

Dolmayacak cinsten bir boşluksun şimdi.

Ne sana benzeyen biri bu boşluğu doldurabilir.

Ne de yeniden çıkıp gelsen SEN doldurabilirsin.

Öyle bir boşluk ki sorma gitsin.

Boşver ve sevgili

Alıştım ben yalnızlığa ayrılıklara

Bırak artık böyle sürüp gitsin! :clover:

Gönderi tarihi:

TUT ELLERİMDEN

Sırat'tan incedir sevda köprüsü

Beraber geçelim tut ellerimden.

Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü

Beraber uçalım tut ellerimden

 

Gönüldeki birlik kalkandır dışa

Aldırma ayaza, yele, yağışa

Giden ilkbahara, gelecek kışa

Beraber göçelim tut ellerimden.

 

Birleşmek üzredir şafakla gurûp

Korku beklenilmez kapıda durup

İster zehir olsun, isterse şurup

Beraber içelim tut ellerimden.

 

Çağır hayallerin en ötesini

Yakından duyarsın aşkın sesini

Sonsuz mutluluğun penceresini

Beraber açalım tut ellerimden.

 

Hatırla kaybolan hatıraları

Elmastan ışıklı, altundan sarı

Zaman tortusundan işte onları

Beraber seçelim tut ellerimden.

 

Şüphe "başlangıç"tır, karar "nihayet"

Zamanı zamana etme şikayet

Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet

Beraber kaçalım tut ellerimden

 

 

 

 

Abdurrahim Karakoç

Gönderi tarihi:

Can Vereyim...

 

 

Bana gönül bağından gonca gül deren pirim

Bir sır varır Huda’ya o yola can vereyim

Muhammedü’l-emindir iki cihanda serim

Hakikate götüren o kula can vereyim

 

Gönlümüzün Kâbe'si cananın cemâlidir

Ab-ı bekaya varan âlemin kemâlidir

Tevhid ki sevdamızın kusursuz amelidir

Yaradan'a açılan o ele can vereyim

 

Abd-i aciz Yunus'u dergaha katıştıran

Eyyüb'ün benliğini kurt ile yatıştıran

İbrahim peygambere cibrili yetiştiren

Mevlana'yı döndüren o dile can vereyim

 

O nurül-envardır ki döndüm yüzümü nura

Ruhumu hapseyleyip durdum huzur-u dâra

Zirve-i aşkta maksud vuslat-ı menzil tura

Âl-i abâ makamı o âl’a can vereyim

 

Beytülahzan'da daldım Yakup ile hüzüne

Niyaz ettim Hünkar’ın eşiğine izine

Ehlibeyt'in baş tacı Hak Resul'un gözüne

Kerbela'ya dökülen o sele can vereyim

 

 

Leyla Akgül

Gönderi tarihi:

Hep denedin,hep yenildin,

Olsun,

Gene dene,gene yenil...

 

Aşklar mı-I

Biten bir aşk için

Söylenecek söz şu olmalı:

-Güzeldi yine de

 

Aşklar mı-II

Hiç kimse bir aşkı

Onarmaya kalkmasın

Kaybedilmeye değer

En güzel anında bitirilmişse eğer

 

Aşklar mı-III

Aşklar mı diyordun, anladım

Senin incindiğin benimse

Yollara düştüğümdür yeniden

 

Ahmet TELLİ

Gönderi tarihi:

Bir deli özlem bu..

 

 

 

Özlüyorum seni,

Yalansız bir özlem bu

Dolansız, saf bir özlem.

Yeni doğan bir çoçuğun

Minicik elleri gibi

Yumuşak ve mazlum

bir özlem bu...

 

Gökyüzü kadar büyük

Senin kadar yüce

bir özlem bu...

 

Hasretten ağlayanan sevdalıların

Yıllarca kavuşamayanların

İki gün bile dayanılamayan

bir özlem bu...

 

Ne yapacağini bilmeyen

Telefonlar bekleyen

Ağlayan, isyan eden

Kendisini harap eden

bir özlem bu...

 

Yolda yürürken

Otobüslere dört gözle bakan

Belki, onu görürüm diye

Kıpır kıpır yerinde duramayan

Salak salak, bos bos gezinen

Seni arayan bir özlem bu.

 

Bulutlara baktığında bile

Sanki seni göreceğini sanan

Orda olmadiğını bilen

Ama yinede şansını deneyen

bir deli özlem bu...

 

Yani güzelim,

Bir kalpsizi bile,

Ağlatabilecek,

bir deli özlem bu...

 

Tutku Bakay :clover:

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.