-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
MERİÇ KÖPRÜSÜ Meriç Köprüsü (Yeni Köprü) Sultan II. Mahmut döneminde, Meriç nehrinde Edirne/Karaağaç yolu üzerinde, 1833 yılında temelleri atılan, 1842 yılında yapımına başlanan köprü, Sultan Abdülmecit döneminde 1847 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır. Daha önce ahşap bir köprü vardı Önceden Meriç nehri üzerinde mevcut köprünün yerinde ahşap bir köprü bulunmakta ve bu köprüye 1785 (H.1200) tarihinden sonra cisr-i sani(İkinci köprü) denildiği ve 1827(H.1243 ) taşkınında yıkılarak 3874 kuruşa tamir ettirildiği şeriat mahkemesi eski kayıtlarında yazılıdır. Meriç Nehri köprüsü ile ilgili olarak mevcut olan kıymetli belgelerden elde edilen bilgiler şöyledir: "1768 yılında yaklaşık 263 m uzunluğundaki köprünün yaklaşık 70 m.lik kısmı selden yıkıldığından, yeniden yapılması için Edirne bostancıbaşına, kadısına ve mimarına emir verilmiş, 1798 yılında yapılan inşa için para gönderilmiş, ikinci köprünün tamamlanması için Darphane'den para yardımı yapılmıştır(1832). Aynı yıl köprünün Kasım ayına kadar tamamlanması ve işlerin hızlandırılabilmesi için bir miktar para gönderilmiş, 1833 yılında biten köprünün bazı detaylarının da bitirilmesi, yapımı gerçekleştirilen Meriç köprüsünde kullanılmak üzere Babay-ı Atik kazasına iki araba hazırlanıp gönderilen beş ay süreyle kullanıldığına göre ve arabacılara 160 kuruş verildiğine dair soruya yanıt olarak adı geçen kaza mescidine mızbata gönderilmesi emredilmiştir. (1840)" Meriç Köprüsü'nün İnşası Sultan II. Mahmud 1837 (H.1253)'de Edirne'yi ikinci ziyaretinde köprünün kagir hale getirilmesini emretmiştir. Oğlu Sultan Mecid zamanında inşaata devam edilmiş ve 1847(H:1263)'de tamamlanmıştır. Köprünün inşasında Demirtaş Kasrının kagir malzemesi kullanılmıştır. Köprüde kullanılan taşlar, bölgeye yakın Arnavutköy dolaylarından ve eski harabelerden getirilmiştir. Yeni Köprü Meriç Köprüsü hakkında, II. Mahmud zamanında yaşayan Pertev Paşa tarafından tertip edilen tarih beyitleri ise şöyledir: "Cenalp-ı hazret-i Mahmud Hân şehin şâh-ı devran Penah-din ü devlet kehf-i ümmet sâye-i yezdân Edirne şehrini teşrifi çok hayroldu ez cümle Yıkılışdı bu köprü eyledi tecdidini ferman O şaha sıdk-ı hizmettir sırat-ı müstakim ancak Bu yolda inhirafın müntehası vadi-i hüsran Eşas-ı din ü devlet zatıdır yâ Rabb olup dâ'ım Ser pay-i memalik sayesinde olsun âbâdan Biri mü'cem biri tam iki tarih eyledim inşad Bu hizmet bende-i nâçize Pertev başka bir ihsan Esasdan bu cisri pek metin yaptırdı Mahmud Han Becâ bu cisri âbâd eyledi Mahmud Hân H.1249/M.1833/34" Köprü Kitabesi Köprü ortasındaki tarih köşkünü tepesi üzerinde evvelce bir güneş sembolü bulunmakta idi. Ziver Efendi tarafından tertip ve ta'lik hat ile yazılan köprü kitabesi bu tarih köşküne yerleştirilmişti. İstiklal Savaşında Yunanlılar köprü kitabesini yok etmişlerdir. Yeni köprü kitabesi, ta'lik(Tefsir yazısı) üstadı Necmeddin Oktay tilmizlerinden(talebe) Mustafa Uğur tarafından 1966(H.1386) da eski örneğine göre yeniden yazılmış, taşçı ustası tarafından İstanbul'da kabartma şeklinde mermer üzerine işlenmiş ve köprüye konmuştur. Köprünün Özellikleri ve Ölçüleri Köprü ortasında tümü mermerle yapılmış bir tarih köşkü vardır. 263 m uzunluğunda, 7 m genişliğinde, 13 ayak üzerinde 12 sivri kemerli bir taş köprü olup yanlara doğru eğilidir. Köprü ayakları içinde boşaltma gözleri vardır. Boşaltma gözlerinde karşılıklı ejder figürleri Selyaranlar üçgen şekildedir. Menba tarafında Edirne yönündeki birinci boşaltma gözünün kemerinin üzerinde kemere sarılmış kabartma şeklinde karşılıklı ejder figürleri, sol tarafında ayın içinde altı köşeli yıldız kabartması ve 12 hayvanlı takvim bulunmaktadır. Karşılıklı ejderler çok eski bir Türk geleneği olup, benzeri Selçuklular döneminde yapılmış (Kayseri-Sivas) yolu üzerinde Sultan Hanın köşk ve mescidi kemerinde, Karatay Han ve Susuz Han'da mukarnas frizleri arasında vardır. Boşaltma kemerinde yer alan kabartmanın, evrensel simge karakteri ile kozmik düzen imgesini zenginleştirmesidir. Vücutları kıvnmlı iki ejderin kemerin iki yanında kilit taşına doğru hareketleriyle, ortadan başlan karşı karşıya gelmektedir. Burada ejder, kötülüklerden koruyan tılsım ve su unsuru olarak bereket getirici anlamındadır. On iki Hayvanlı Türk Takvimi ile ilgili olarak ejder yılında çok yağmur yağdığı, o yıl bereket ve bolluk getirmesinden ileri gelir. Seyir Köşkü Köprü kesme taştan olmasına karşın tarih köşkü ile karşısındaki balkon mermerden yapılmıştır. Köşk, dört kemer üzerine oturan aynalı tonozdur(taşıyıcı yapı). Ön yüzündeki alınlığın ortasında kabartma olarak yuvarlak şekilli yapılmış, ortada alt ve üstü fıyonklu çelenk içinde silik tuğra izleri vardır. Edirne mezar taşlarında görülen bu tür düzenlemelerin köprü kitabe köşkünde bulunması o dönem özelliğinin bir uygulamasıdır, yanlarda ise armalar vardır. Köşkün tonozunu taşıyan sütunlar dikdörtgen şekilli olup, öndekiler çiftedir. Kaide ve başlıkları kenger yapraklıdır. İçinde oturmak için mermer sekisi(döşeme) vardır, köşke giriş iki yandan ve merdivenli olup, korkuluklarının uç kısmı volütlüdür(kıvrım). Dört sütun üzerine kemerle oturan ve aynalı tonozlu üst örtüye sahip olan Seyir Köşkü'nün alınlık kısmı dönemin üslubu olan ampir sanatının süsleme örgeleriyle bezenmiştir. Meriç Köprüsü Seyir Köşkü bezemeleri Dağarcığında askerlik ve soylulukla ilgili kılıçlar, çatılmış silahlar, bayrak demetleri, davullar, zırh, miğfer, girland ve perde motifleri görülen ve bir yandan devletin gücünü de simgeleyen neo-klasik ampir üslubu, kendini yenileme girişimlerinde olan Osmanlı İmparatorluğu'yla da örtüşmekteydi. Seyir Köşkü'nün alınlığının cephesinde ve iki yan yüzünde, neo-klasik bezeme örgeleri görülmektedir. Batı yönüne doğru bakan alınlığın cephe yüzeyinde, ayyıldızlı püsküllü alem, oklar, bayraklar, kılıçlar, toplar, top namlu temizleyicisi ve merkezde trampet görülür. Bölünmemiş ikinci yüzeyde, barok S ve C kıvrımlı dallarla çevrelenmiş meyve kaseleri yer almaktadır. Soldaki kasenin içinde incirler, sağdaki kasenin içinde de üzüm salkımları yer alır. Yuvarlak kemerli orta yüzeyde de birbirlerine bakan iki ayyıldızın ortasında çiçek dizisi ve kurdeleyle çevrelenmiş madalyon vardır. Oval madalyon ve dört kenarda koyu yeşil, gri, mavi ve kahverenginin tonlarıyla köşk manzaraları bulunur. Madalyondaki padişahın tuğrası yerinde olmamakla birlikte izleri belli olmaktadır. Seyir Köşkü'nün alınlığının şehir ve Bosnaköy yönlerine bakan yüzeylerindeki kompozisyonlar ana yüzeyindekine geneli itibariyle benzemekle birlikte nesneler daha farklıdır. Buradaki toplar daha büyüktür; topların üzerinde yer alan trampet daha küçük ve tip olarak daha farklıdır. Merkezde yer alan bu trampetten iki borazan yukarıda doğru çıkmaktadır. Kılıçlar ve flamalar birbirinden farklılık göstermektedir. Buradaki Ay-yıldızlı alem de ön yüzeydekinin aksine püskülsüzdür. Seyirköşkü'nün bir diğer önemli özelliği de aynalı tonoz olan örtünün içinin, Osmanlı sanatının batılaşma döneminde görülmeye başlanan ve gittikçe yaygınlaşan duvar resimleriyle bezenmiş olmasıdır. Orta göbekte oval bir madalyonun çevresinde yeşil ve sarı tonlarıyla renklendirilmiş S ve C kıvrımlı yapraklar, beş kollu yıldız oluşturacak şekilde madalyonu çevreler.
-
TUNCA KÖPRÜSÜ Sellere yenik düşünce... Edirne ile Karaağaç'ı birbirine bağlayan ilk köprüdür. Asıl adı Ekmekçizade Ahmed Paşa Köprüsü olan Tunca Köprüsü'nün bir kısmı seller nedeniyle tahrip olmuştur. Yeniden restore edilen köprü 2008 yılında hizmete açılmıştır. Tunca Köprüsü O dönemde Tunca nehri üzerinde bulunan ahşap köprünün, zamanla kullanılamaz hale gelmesi üzerine, 1607-1615 yılları arasında Ekmekçizade Ahmed Paşa tarafından, İstanbul Sultanahmet Camii'ni yapan Mimar Sedefkar Mehmet Ağa’ya inşa ettirilmiştir. Evliya Çelebi, bu eski köprü ile ilgili "Tunca üzerinde gayet musanna" bir köprüdür. Timurtaş'a ondan gidilir. İbretnüma manzarası vardır." demekle yetinmektedir. Eski ahşap köprü 1607 yıllarında üzerinden geçilemeyecek derecede harap olunca, devrin Defterdarı Ekmekçizade (Ekmekçioğlu) Ahmet Paşa tarafından Sedefkar Mehmet Ağa'ya yaptırılmış ve Sultan I. Ahmet'e takdim edilmiştir. 1607 tarihinde başlayan köprünün inşaatı 1615 de bitirilmiştir. Kâgir olarak inşa ettirilmiştir. Tunca yatağının yükselmesinden dolayı bazı gözler toprak ile dolmuş, bazıları da suyun dışında kalmıştır. Köprü, Tunca Nehri üzerinde son köprüdür. Edirne ile Karaağaç semtini birbirine bağlayan iki önemli köprüden birincisidir. Ekmekçizade Ahmet Paşa bu köprünün silinip süpürülmesi, temizliğinin yapılması için Türkoğlu Mahallesinde görevlilerin oturup barınabileceği evler yaptırmış ve vakıf olarak bırakmıştır. Köprü, Meriç üzerinde Sultan Mecid zamanı "Yeni Köprü'nün yapılmasından sonra "Eski Köprü" denilmeğe başlanmıştır. Sultan Reşat'ın Edirne'ye seyahati nedeniyle Karaağaç-Edirne Caddesi yapılırken bunun üzerine parke taşı döşenmiş olup, bugün yine aynı durumdadır. Devrin Edirne Kadısı Mehmet Şerif Efendi tarafından yazılan Arapça manzum yazıda, Köprünün bitimi 1615 olarak şöyle belirtilmektedir. Ekmekçizâde Ahmet Paşa-ı kâmkân Bu devlet icre defterdar oldu sekiz yıl Todurdi Tunca Nehrin bî şüphe sîm üzerle Maksudu bi du'adır ancak gelüp geçenden Kâmî didi esas-ı müstahkemine tarih Kad büniye fi sene H.1016 (1607) Köprünün Özellikleri Yapıldığı zaman köprü onbir ayak üzerinde on kemerlidir. Kemer formu yuvarlaktır. Ortada tarih köşkü (kitabe veya sayım köşkü)nün iki tarafindaki kemer ayakları üzerinde tahliye gözleri vardır. Bunlar piramidal şekilli sel yaranlarının iki tarafında yer alır. Tarih köşkü üç sivri kemer üzerine oturur, üzeri hafif meyilli taş çatılıdır. Kitabesi revak duvarının arkasında olup, duvarın alt kısmı birbirine paralel gözlüdür. Köşkün karşısında küçük bir balkonu vardır. Köprü son yıllarda su taşkınları nedeniyle harap olmuş, Karaağaç yönünün yarısı tahrip olmuş, bir zaman ahşap onarımlarla yetinilmiş, daha sonraları betonarme olarak yenilenmiştir. Tarih köşkü de kâgir hale getirilmiştir. 1914 yılında köprünün döşeme bölümünün demir portrelerle genişletilerek tramvay geçirilmesi istenmiştir. Mimar Kemalettin Bey'in "Edirne'de Sultan Selim Camii değerinde Ekmekçizade Ahmed Paşa Köprüsünün bir taşına ilişmek cinayettir." Şeklindeki karşı çıkması sonucu bu tasarı uygulanmamıştır.
-
SARAÇHANE KÖPRÜSÜ Ordulara geçit oldu: Hadım Şehabettin Paşa Köprüsü Bugün hala ayakta duran bu köprü, Edirne ile Sarayiçi'ni birbirine bağlamakta ve Saraçhane köprüsü olarak anılmaktadır. Köprünün korkulukları orjinalleri ile alakasız durmaktadır. Kentin kuzeybatısında Tunca Nehri üzerinde Saraçhane yakınlarında kurulmuş olan bu köprü, II. Murat ve Fatih Sultan Mehmet devirlerinin meşhur vezirlerinden Filibe'de camii imareti ve kervansarayı, Edirne'de camiileri olan Hadım Şehabeddin Paşa tarafından 1451 yılında yaptırılmıştır. İlk yapıldığı dönemde sekiz gözlü olup, on kemerlidir. Bu köprü günümüzde Edirne ile sarayiçi arasında bağlantıyı sağlamakta ve Şehabettin Paşa köprüsünden ziyade Saraçhane köprüsü adıyla anılmaktadır. Köprünün Tarihçesi Yapılışından itibaren yaklaşık 250 yıl hizmet veren köprü, II. Mustafa zamanında tamir görmüş, ancak bu tamir sırasında köprünün ilk yapılışında konulan kitabe kaldırılmış, bununla da yetinilmeyerek köprüye Sultan Mustafa Köprüsü adı verilmiştir. Sultan Abdülhamid zamanında Vali İzzet Paşa tarafından taş ayaklar üzerinde 50 m. kadar uzatılmıştır. Köprünün sonunda bir Karakolhane ile bir de kuyu kazılmıştır. Bugün sadece köprü vardır. Köprünün Özellikleri 120 m uzunluğunda, 5 m genişliğindedir. 11 ayak, 12 kemerli, taştan köprünün iki yanındaki kemeri toprak altında kalmıştır. Kemer formu sivridir. Sel yaranları üçgen prizma şeklindedir. Mihrap biçiminde çok güzel bir tarih köşkü (kitabe köşkü) vardır. Bunun karşısında kademeli konsolu oturan mermer parmaklıklı ve korkuluklu bir balkonu vardır. İçinde oturmak için taştan sediri de bulunmaktadır. Kula Şahin Paşa, Beylerbeyi Sinan Paşa H.840'da öldükten sonra Beylerbeyi olan Hadım Şahabeddin Paşa köprüyü 10 kemer üzerine inşa ettirmiş ve ordu yolu üzerinde bulunması nedeniyle bir de tarih köşkü yapmıştır. Halk arasında kanatlarında Selçuk mimari örnekleri gibi kabartma bir horoz olması nedeniyle köprü Horozlu Köprü diye de anılır. Şahabeddin Paşa köprüsünün bir esas (Edirne Müzesindedir) ve bir de tamir (köprü üzerinde mevcut olan) iki kitabesi vardır. Müzede bulunan esas kitabe küfeki taş üzerine yazılmış olup Arapça ibarelidir ve El-Vezirü'l-A'zam sözünün köprü, Şahabeddin Paşanın vezirazamlığında yapıldığını gösterir. "Bena hazel kantarati'l meymenetü'l mubareketi sahibü'l-hayrat Ve'l-hasenat el-vezirü'l-a'zam ve'd düsturü'l-mu'azzam el-müşterirü'l-meduvvu bi-şahabeddin paşa edrekehullahü ma-yeşa min-zamani's-sultani'l-mücahid el-gazi murad han ibn-i muham-med han min nesl-i osman. Senete hamse ve hamsine ve semane mietin. Hicriyetin hilaliyetin. (855) Köprü Sultan II. Mustafa tarafından 1706 (H.1113) yılında onartılmıştır. Tamir kitabesi bulunmaktadır. Tamir kitabesi bazı tarihçilere göre edirneli olan şair Faik tarafından kaleme alınmıştır. Köprü edirneliler tarafından saraçhane köprüsü diye söylenir. Edirne saray yolu üzerindedir. Şahabeddin paşa köprüsü tunca nehrinin su taşkınlığı nedeniyle II. Abdülhamit döneminde ve Edirne valisi hacı izzet paşa tarafından onarım görülmüş ve vali tarafından şu tarih söylenmiştir: Ber karar eyleye tahtında şeh devranı Ömr-ü ikbal müebbetle hüdavendi mecid Mülkünün her ciheti kesbi imaret etti Katederdi reh-i tunca feyezan ettikçe Kıldı ol bahr-i kerem işte bu cizri temdit Etti asayiş ebna-yi-sebil teyid Yakışır takına tarih-i cevheri izzet Yaptı bu dairei hazret-i sultan hamid. (1304)
-
GAZİ MİHAL BEY KÖPRÜSÜ Osmanlı döneminden yadigar, Tunca nehri üzerinde kurulmuş ilk köprüdür. Bizans Tekfuru iken müslüman olarak Osmanlı tebaasına katılarak akıncı beyliği görevini üstlenen, Mihaloğulları ailesinden Gazi Mihal Bey tarafından 1420 (H.823) yılında, kentin kuzeybatısında, bugünkü Kapıkule-Bulgaristan'a giden yolda Tunca nehri üzerinde inşa ettirilmiştir. Bizans döneminde aynı yerde Mikhael Palaiologos tarafından yaptırılan bir köprünü olduğu bilinmekte, Gazi Mihal Beyin köprüyü yeniden yapılırcasına inşa ettirdiği tarihi kaynaklarda geçmektedir. Bu köprü Edirne'nin fethinden sonra Tunca üzerine yapılan ilk kagir köprüdür. 125 m. uzunluğunda 5.50 m. genişliğinde dokuz sivri kemerli köprüyü 1544 (H.951)'te Kanuni Sultan Süleyman'ın onarttığını belirten kitabesi vardır. Kitabesinde şöyle yazmaktadır. "Yıllariyle olup bi cisr medid Dabr-ı pay-i zamaneden anın Emr-i Şah-ı cihan-Penahiyle Göricek Sun'i anı böyle latif Gene-i vâfir virup yine ol şeh Rehgüzar-ı fenada cay-i ubûr Gelmişidi nice yerine kusur Yaptırar anı sarfedüp makdûr Dedi tarihini olup mesrur Cisr viranı eyledi mamur" (Sene H.951-M.1544) Köprü 1602 (H.1010) tarihinde Üçüncü Mehmed ve 1640 (H.1050)'da Kemankeş Kara Mustafa Paşa tarafindan tamir ettirilmiş, ortasındaki sivri kemer biçiminde Tarih Köşkü (Kitabe Köşkü) o zaman yapılarak tamir kitabesi konmuştur. Şair Şeyhülislam Yahya Bey manzum olarak kitabeyi söylemiştir. Kitabe müzededir. "Mustafa Paşa vezir-i azam ali nijad Kim vücudun âleme Allah in'am eyledi Mülk-i Osmaniyi ma'mur etmeğe sayeyleyüp İsidüp cisr Mihale kesrü noksan erdiğin kesrini Cepreyleyüp noksanın itram eyledi. Her diyann nazmına li-illah ikdam eyledi oldu bu cirs sevab-encama tarih tamam Mustafa Paşa bu ali cisri ihkam eyledi (Sene-1640)" Köprü gövdesine sızan suların atılması amacıyla yapılan drenaj düzeni ilginçtir. Köprü 1765 depreminde hasar görmüş ve II. Abdülhamit zamanında Çatal Sakal namıyla tanınan X. İstefaneski'nin yönetiminde Erkan-ı Harbiye Reisi Rüştü Bey, Evkaf Muhasebecisi Şevki Bey ve eşraftan Mustafa Vasfı Beylerden oluşmuş bir komisyon tarafindan, Haya'dan ustalar getirilmek suretiyle eski temeller üzerine ve onbirbin sarı lira harcanarak mükemmel biçimde yeniden inşa edilmiştir. Bu tamirden sonra "Hamidiye Köprüsü" ismi verilmişse de halk tarafından yine eski ismi kullanılır. Son tamir edildiğine ilişkin kitabesi de bulunmaktadır.
-
II.BAYEZİD KÖPRÜSÜ II. Bayezid Köprüsü, Bayezid Camii'nin Tunca Nehri'ne yansıyan görüntüsünü karelemek isteyenlere eşsiz bir fırsat sunar... Sultan II. Bayezid Köprüsü, yakın çevrede yaşayanların camiye gelmesini kolaylaştırmak ve bu cemaat sayısını artırmak amacıyla H.983/M.1488 yılında II. Bayezid Külliyesi ile birlikte Sultan II. Bayezid tarafından Mimar Hayrettin'e yaptırılmıştır. II. Bayezid Köprüsü, Edirne ile II. Bayezid Külliyesi'ni bağlayan köprülerin ikincisidir. Uzaktan bakınca tek bir köprü hissi veren II. Bayezid Köprüsü ve hemen bitişiğindeki Yalnızgöz Köprüsü, aslında birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. Tarihi kaynaklarda köprü Evliya Çelebi, köprü için "Caminin mihrabı önündeki irem bağı köşesinde "Yalnızgöz" diye adlandırılan bir köprü olup Tunca Suyu Üzerindedir" diyor ki, Çelebi burada, Beyazid Köprüsü ile Yalnızgöz Köprüsünü birbirine karıştırmış oluyor. Abdurrahman Hibri'nin her iki köprü için verdiği bilgi de şöyledir; -"Biri dahi Sultan Bayezid Camii Şerifi yakınında bina ettiği köprüdür ki altı kemerdir". -"Adı geçen Sultan Bayezid Han Köprüsü yakınında bir kemer dahi vardır ki, Yalnız Kemer derler. II. Selim asrında bina olmuştur". Her iki köprü arasında kalan arazi, su taşkınları sonunda geçilmez hale geldiğinden 1611'de(H. 1020) buradaki zemin yükseltilmiş ve suların akışını sağlamak için çok kemerli üçüncü bir geçit eklenmiştir. Bayezid Köprüsü'nün kitabesi yoktur. 1700’lü yıllarda köprünün orta kemerlerinden birkaçı yıkılmış ve tamir görmüştür. Köprünün mimari özellikleri II. Bayezid Köprüsü'nün boyu 78, eni 6 metredir. 5 sivri kemeri vardır. Kemer açıklıkları ortalama 3, orta ayakları ise 7 metre kadardır. Kesme taştan yapılmış olan köprü, 6 büyük kemerli olup, kemer formu sivridir. Yanlarda 2 tahliye gözü de bulunmaktadır. Korkulukları zarif, manzarası hoş, çevresi bahçelerle çevrilidir.
-
YILDIRIM BAYEZİD KÖPRÜSÜ Bir zaman geçidi: Yıldırım Bayezid Köprüsü Yıldırım Bayezıd camisine ve Eski imarete yakınlığı nedeniyle Yıldırım Köprüsü olarak anılır. Önceleri (fetihten önce) aynı yerde bir köprünün olduğu söylenir. 1544 (H.951)\'de Kanuni Sultan döneminde esaslı bir onarım görmüş ve Bursalı şair Sun\'i tarafından şu manzum tarih söylenmiştir: Bu köprü kitabesi yeni bir onarım görerek köprünün ortasına, müzeden alınarak tekrar konmuştur: Yıllar İle Olup Bu Cisr-İ Cedid Rehgüzar-I Fenada Cay-I Ubur Emr-İ Şah-I Cihan-Penah İle Yaptılar Ana Sarfedüp Makdur Ehl-İ Dilden Birisi Anı Görüp Dedi Tarihini Olup Mesrur Genci Vafir Verip Bu Yolda O Şah Cisr-İ Viranı Eyledi Ma\'mur.(951) Yıldırım Köprüsü'nın muhtemelen 175051 depreminde büyük bir zarar geçirmesi ve harap olmasından dolayı 1757 yılında Sultan II. Mustafa tarafından onartılmıştır. Köprünün tamir Kıtabesi Edirneli şair Örfi tarafından kaleme alınmıştır. Yıldırım Köprüsü Tamir Kitabesi "Şehinşah-I Muazzam Cahı Zıll-İ Hazret-İ Mevla Müluk İçre Bulunmaz Şevket Ü Kudrette Banisi Harap İken Bu Cisri Eyledi Abad Esasından Ebülhayrat Şah-I Alemi Vakt Oldu Banisi Biladın Her Birine Şahra-Hl Berri İhsandır Mürura Bir Tarikin Bulamazlardı Ahalisi Yolu İle Lüfta Mail Padişah-I Din-Perverdir Ki Mahfuz Oldu Dünya Gördü Bu Lütfü Ahalisi Heman Bir Bende Geldi Örfi Dedi Tarihin Bu Cisri Yaptı Sultan Mustafanın Emr-İ Alisi. H.1171M.1757"
-
FATİH KÖPRÜSÜ Saraya giden yol: Fatih Köprüsü Fatih Sultan Mehmet tarafından H.856M.1452 yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Fatih Sultan Mehmet Han tarafından 1452 yılında, Tunca nehri üzerinde Adalet kasrı yakınında; Muhtemelen 1451 yılında yapımına başlanan Saray-ı Cedid için yaptırmıştır. Köprünün Tarihçesi Köprü Tunca Nehri üzerinde, Adalet Kasrı ile Balkan Şehitliği arasında yer almaktadır. Sarayın 1844'de cephanelik olarak kullanılmasından dolayı köprüye Cephanelik Köprüsü denilmeye başlanmıştır. 1878 savaşından ve Edirne Sarayının yanmasından sonra süvari kışlalarına yakınlığı nedeniyle Süvari Köprüsü de denilmiştir. Edirne Sarayının ma'mur ve meskun bulunduğu zamanlarda ise Hasbahçe Köprüsü diye anılırdı. Hasbahçe Tavuk Ormanının sağ sahilinde Demirkapı'ya ve oradan da saraya bağlanan tamamen kesme taştan yapılmış üçgözlü bir köprüdür. " Evliya Çelebi; "Hünkar bahçesi içre, Tunca üzerinde pek sanatkarane yapılmış cisr-i Sultaniler (Padişah köprüleri) vardır." demektedir. Köprünün Özellikleri Tamamı kesme taştan inşa edilmiş bir köprüdür. Ortada büyük, yanlarda daha küçük olmak üzere üç gözlüdür. Köprünün boyu 34,20 m., dıştan 4,40 m.'dir. Kemerleri hafif sivridir. Büyük gözünün sağ ve solunda birer boşaltma (tahliye) gözü ve altlarında sel yaranları vardır. Köprünün bulunduğu yerden başlamak üzere Tunca'nın her iki kıyısına birer km. boyunda rıhtım yapılmıştı, II. Bayezid Köprüsüne kadar devam ederdi. Köprü yerinde nehir tabanına da mermerler döşenmiştir. Bugün su çekilince mermerler yer yer görülmektedir. Buraları uzun süre mesire yerleri olduğundan nehir üzerinde sandal sefalan yapıldığı sarayla ilgili belgelerden bilinmektedir.
-
YALNIZ GÖZ KÖPRÜSÜ Bir Mimar Sinan mirası: Yalnız Göz Köprüsü Mimar Sinan'ın Edirne'de bıraktığı eserlerden biridir. Sultan II. Selim tarafından, Mimar Sinan Bayezid Külliyesi yakınında Tunca Nehri üzerinde, ihtiyaç üzerine 1567 (H.975) tarihinde yaptırılmıştır. Mimar Sinan'ın eşsiz güzellikteki eserlerinden biridir. Yalnız Göz Köprüsü ile Bayezid Köprüsü arasında kalan arazi, su taşkınları sırasında geçilmez hale geldiğinden 1611'de buradaki zemin yükseltilmiş ve suların akış hızını sağlamak için çok kemerli üçüncü bir geçit eklenmiştir. Köprünün Özellikler Yalnızgöz Köprüsünün kemer açıklığı 6.60 m'dir. Eklenen üçüncü bölümün doğusunda (Hanım Saraylı Bahçesi) adı verilen bir tenezzüh (gezinti) yeri vardı. Şöhreti uzun yıllar süren (Hoş-İlhan) kadın, II. Selim'in yakınları arasında yer almış ve bahçeyi kasırlar ve selsebiller ile süsletmiştir. Sultan II. Osman zamanında ise burayı Hadaka-i Hassa'ya (saray bahçesi) ekleterek bağışlamıştır.
-
KARAAĞAÇ Suyun ötesine yolculuk: Karaağaç Karaağaç'ta görülmesi gereken yerlerin başında Yunanistan tarafından dahi görüldüğü söylenen Lozan Anıtı gelmektedir. Hikayesi ve heybetiyle adından söz ettiren Eski Edirne Garı da oldukça ilgi çekicidir. Karaağaç yolu üzerinde ziyaret edilmesi gereken yerlerden bir diğeri ise Jandarma Şehitliği'dir. Estetik görünümleriyle ön plana çıkan Karaağaç evleri ise gezinize ayrı bir tat katacaktır. Lozan Anıtı ve Müzesi Trakya Üniversite Rektörlüğü;nün Karaağaç’a taşınmasından sonra zamanın Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman İnci tarafından Lozan’ın simgelerinden biri olan Karaağaç’a bir anıt ve bir müze açılmasını ister. Anıt için en doğru tercih olan Karaağaç’ta üniversitenin yerleşkesine dahil olan Edirne Garı arazisi seçilir. Burada yer alacak olan anıt, Lozan Zaferi'ni ve müze de bu zaferin belgesel açıklamasının ispatı olacaktır. 1996 yılında alınan karar sonucu 1998 yılında Trakya Üniversitesi ile İnönü Vakfı temsilcileri ile 14 kişiden oluşan proje tasarımı ve çalışma ekibi ile ilk toplantısını 14.02.1997 tarihinde yaparak hızla çalışmalara başlanır. Proje tasarımı çalışma ekibi yaklaşık 15 ay süren çalışmalarında anıtın tasarımı, seçilen yere aplikasyona, çevre düzenlenmesi, aydınlatılması, kullanılacak malzemeler vb. gibi birçok konuyu etüt ederek projeyi tamamlamış ve yapım aşamasına getirmiştir. 15 ay süren bu yoğun proje çalışmaları neticesinde 29 Mart 1998 tarihinde anıtın temeli atılmış ve Lozan Anıtı 1998 yılında tamamlanarak 19 Temmuz tarihinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından açılmıştır. Anıt, birbirinden bağımsız ve 45 derece açı ile saptanan 3 konsol üzerine oturmuş sütunlardan oluşmaktadır. Birinci sütunun yüksekliği 36.45 metre olup; Anadolu’yu, ikinci sütun yüksekliği 31.95 metre olup; Trakya’yı, üçüncü sütun yüksekliği de 17.45 metre olup; Karaağaç’ı simgelemektedir. Bu sütunları, 7.20 metre yükseklikte birbirine bağlayan beton çember, birlik ve beraberliğin sembolü olup, bu çemberin ön yüzünde yerleştirilmiş 4.20 metre boyundaki genç kız figürü; estetiği, zarafeti ve hukuku temsil etmektedir. Genç kız figürünün bir elindeki güvercin, barış ve demokrasinin, diğer elindeki belge ise Lozan Antlaşması’nın simgesidir. Anıtın ayaklarının yerleştirildiği yarım daire şeklindeki 15 metre yarı çaplı havuz ülkemizi çevreleyen denizleri temsil etmektedir. Lozan Meydanı’nın hemen karşı tarafında yer alan Lozan Müzesi, eski istasyonun ek binalarından birisinde düzenlenmiştir. Müze binası, müdür odası ile üç sergi salonundan oluşan Lozan Müzesi’nde, özellikle İnönü Vakfı ve Türk Tarih Vakfı’nca temin edilen Lozan Antlaşması’na ait tarihi belgeler, kitaplar, antlaşmanın baş mimarı İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye ait özel eşyalar ve karikatürler sergilenmektedir. Lozan Müzesi, çalışma günlerinde 8.30-17.30 saatleri arasında ziyarete açıktır. Karaağaç ve Eski Tren Garı Osmanlı İmparatorluğunda l9. yüzyıl sonlarında yapımına girişilen, ancak çeşitli nedenlerle sonuçlanması geciken Rumeli Demiryolları güzergâhındaki önemli kentler için yaptırılan istasyon binaları, ilk kez İstanbul’da, Alman mimar August Jachmund tarafından gerçekleştirilen Sirkeci Garı’nı örnek alan bir topoloji oluşturmuşlardır. Bu örneğe göre gar binaları, hemen her zaman, tren hattına paralel, ince, uzun bir yapı olarak planlanmışlardır. Filibe ve Edirne istasyonlarının tasarımını gerçekleştiren Mimar Kemalettin Bey’in Filibe Garı’nın tasarımında gösterdiği başarı, Şark Demiryolları Şirketi’nce kendisine Edirne Garlarının da ısmarlanmasına neden olmuştur. Selanik Garı, temelleri atıldıktan sonra, Birinci Dünya Savaşı nedeniyle yarım kalmış, Edirne Garı ise bitirildiği halde savaştan sonra demiryolu güzergâhı değiştirildiği için hiç kullanılmamıştır. Edirne’nin yaklaşık beş kilometre güneybatısındaki Karaağaç Köyü’nün demiryolunun kuzey kenarında, hatta paralel olarak inşa edilmiştir. Binanın tasarımının muhtemelen 1912’de yapıldığı, inşaatının ise 1913-1914 yıllarında tamamlandığı bilinmektedir. Gar 1914’deki Birinci Dünya Savaşı nedeniyle kullanıma açılamamıştır. Savaş sonunda Osmanlıların Balkan topraklarını büyük ölçüde yitirmeleri nedeniyle, Rumeli Demiryolları’nın ancak 337 km’lik bir bölümü Türk sınırları içinde kalmış, bu arada Yunan toprakları içine doğru giren Karaağaç’taki Edirne Garı’na ulaşabilmek için Yunan sınırını geçmek zorunluluğu doğmuştur. Bu nedenle, 1929 yılında Şark Demiryolları Şirketi ile Alpullu’dan Edirne’ye kadar yalnız Türk topraklarından geçecek yeni bir hattın yapımı için anlaşmaya varılmışsa da, bu hat ancak çok yıllar sonra TCDD tarafından gerçekleştirilmiş, böylece eski Edirne Garı, tamamen terkedilmiştir. Türk-Yunan sınırına çok yakın bir konumda bulunan gar bir süre boş durduktan sonra, 1974 yılı Kıbrıs olayları sırasında bir ileri karakol görevi yapmış, 1977 yılında da yeni kurulan ve bugünkü Trakya Üniversitesi’nin nüvesini oluşturan Edirne Mühendislik ve Mimarlık Akademisine verilmiştir. Onarılıp içi yeniden düzenlenen bina, bugün Trakya Üniversitesi Rektörlüğü olarak hizmet vermektedir. Jandarma Şehitliği 1912-1913 Balkan Savaşı Edirne savunmasında, Meriç nehrinin güney batısındaki Maraş bölgesi ile güneyindeki Karaağaç bölgesi “Güney Cephesini” oluşturur. 5 aylık savunma süresince Bulgar ve Sırplar Edirne’yi alma yönünde bu cepheden sonuç almayı amaçlamışlardır. Güney cephesinde birliklerimizin büyük bir çoğunluğunu teslim alan Bulgar birlikleri güneyden Karaağaç yönünden şehre girmeye başlarlar. Şehitliğin bulunduğu yere yaklaştıkları sırada Jandarma Karakolu ve çevresinde mevzilenmiş bulunan Türk Jandarmaları ve Güney cephesinden çekilen askerlerin ateşi ile karşılaşırlar. 9 Türk Jandarması Bulgar birliklerini 3 saat boyunca son mermilerine kadar savaşarak durdurmuşlar ve şehit olmuşlardır. Ressam ve öğretmen olan Hasan Rıza Bey evinde eşi bulunmayan silah koleksiyonları ve eşsiz resimlerini yağmadan kurtarmak için evine gitmek istemiş, yolda Bulgar askerlerince yakalanmış, 28 Mart 1913 günü süngülenerek şehit edilmiştir. Türk tarihine ilişkin bir çok eşsiz tablosu bulunan Hasan Rıza Bey’in mezarı da burada bulunmaktadır. Jandarma Şehitliği Anıtı, Bulgar işgalinden sonra, 1915 yılında Vali Hacı Adi Bey’in önderliğinde ortaya çıkan anıt fikrinin, mimar Talat Bey ve Fransız bir mühendis tarafından uygulanması ile ortaya çıkmıştır. Jandarma Şehitliği Anıtı, Karağaç yolu üzerinde Söğütlük orman parkından hemen sonra yer alır.
-
KARA AĞAÇ Suyun öte yanındaki tek Türk toprağı Vilayet önünde toplanan Edirneliler, öğrenciler, Türk jandarma birliğiyle Karaağaç'a gitmek üzere yürüyüşe geçerler. Karaağaç Belediye Binasındaki Rumca yazıları silen topluluk Karaağaç tren istasyonuna yönelir... Ve Karaağaç artık suyun öte yanındaki tek Türk toprağıdır. Tarihte Edirne ve civarında yerleşmiş bulunan Trak boylarından Odrislerin Meriç Nehri civarında bir yerleşim yeri kurdukları bilinir. Bu yerleşim yerinin o zaman ki adı "Orestia" olarak geçmekte iken daha sonra burayı egemenliği altına alan Makedonyalılar zamanında ismini Orestides olarak değişmiştir. Edirne’nin ilk yerleşim yerinin bugünkü Karağaç civarında olduğu düşünülmektedir. Daha sonraki dönemlerde Romalılar ve Bizanslılar bu bölgeye Orestia adını vermişlerdir. Yunan işgali sırasında, Yunanlılar buraya "Orestiada" adını verdiler. Lozan Antlaşması ile Karaağaç’tan göç eden Yunanlılar, Yunanistan da "Nea Orestiada" (yeni orestiada) dedikleri bir kasaba kurdular. Enis’ül Müsamirin adlı eserinde Abdurrahman Hibri burada yetişen kayısı ağaçlarından ve bağlarından söz etmekte ve buradan Eski Maraş olarak bahsetmektedir. Karaağaç’ın yakınlarında aynı zamanda yer alan Demirtaş (Timurtaş) köyü ve çiftliği de bulunmakta idi. Timurtaş Paşa; I. Murat ve Yıldırım dönemi rütbelilerinden olup bu bölge kendisine has olarak verilmişti. Bu köyden günümüze ulaşmış olan tek yapı ise harap bir halde bulunan Mısır’da servet edinen Edirneli Sefer Çelebi’nin yaptırdığı Demirtaş camiidir. Bir oryantalist ve arkeolog olan ve Fransa sefirinin yanında görevli olan Antoine Galland 1672'de Edirne’de Meriç Köprüsü'nün hemen Karaağaç çıkışında yer alan Gümrük Muhafaza Karakolu civarındaki "Demirtaş Kasrında" kalmış ve padişahın yaptığı kayık gezintilerinden bahsetmiştir. Sultan IV. Mehmet’in, Demirtaş Kasrı'nı yabancı elçi ve misafirlerin ağırlanması için ayırdığını Rıfat Osman Edirne Sarayı adlı kitabında aktarmaktadır. 17. yüzyıl son dönemlerindeki bir diğer ziyaretçi ise İngiliz gezgin Dr.John Covel’dir. Edirne'de Karaağaç'ta kalmış, burada yaşayan halkın çoğunluğunun Rum olduğunu yazmıştır. Karaağaç'ın en büyük şarap tüccarının kilisenin rahibi olduğunu, şarabı kilisede sakladığını, Edirne'de yaşayan Türklerin buraya gelerek içkili eğlenceler yaptıklarını da yazmaktadır. Ayrıca Türklerin burada yazlıkları olduğunu belirtmiştir. 19.yüzyılda kapitülasyonların etkisiyle, Karaağaç' ta yabancı tüccarların işlerini kolaylaştırmak üzere çeşitli konsolosluklar açılmıştır. Bulgaristan, Yunanistan, Almanya ve Slovenya konsoloslukları vardır. Osmanlı hükümetinin tanıdığı bazı haklardan yararlanan Batılı devletlerin konsolosları Karaağaç’ta yaşam sürmüşlerdir. Avusturyalı Profesör Hochstetter, Edirne'de, ticaret ve diğer işlerle uğraşan ve Karaağaç’ta yazlıkları bulunan 25 Fransız aileden bir topluluğun olduğundan bahseder. Yabancılar sadece görevleri ile uğraşmıyorlar, bunun yanında çeşitli ülkelerin konsolosluk görevini de üstleniyorlardı. Avusturya konsolosu Herrn Von Camerlo'nun Edirne'deki yüksek düzey bürokratlarla yakın ilişkileri vardı ve Karaağaç’ta bir birahane ile bir lokal işletiyordu. Demiryolu ve Karaağaç Avrupa ülkeleriyle siyasî bir bütünleşmeyi amaçlayan Tanzimat Dönemi yöneticileri, özellikle ulaşım ve iletişim konularında yeniliklere sahne olan Kırım Savaşı’ndan sonra, İstanbul’u Avrupa’ya bağlayacak bir demiryolunun bütünleşmeyi çabuklaştıracağı kanısındaydılar. Ayrıca önemli Balkan kentlerini birbirine bağlayan bir demiryolu ağı bu bölgede son zamanlarda görülmeye başlayan huzursuzlukları giderebileceği gibi, imparatorluk için önemli ticarî, siyasi ve askeri avantajlar da sağlayabilecekti. Ancak, ülkenin mali ve teknik güçleriyle gerçekleştirilmesine olanak bulunmayan bu demiryolu ağı için yabancı girişimcilerle anlaşma yapılma yoluna gidilmişti. Bu konuda ilk sözleşme Ocak 1857'de İngiliz milletvekili Labro ile imzalanmış, fakat Labro’nun gerekli sermayeyi sağlayamaması nedeniyle, aynı yılın Nisan ayında sözleşme feshedilmişti. Çeşitli İngiliz ve Belçikalı girişimcilerle, 1860 ve 1868’de yapılan ikinci ve üçüncü sözleşmelerin de benzer sebeplerle iptal edilmesinden sonra, Rumeli Demiryolları imtiyazı, 17 Nisan 1869 tarihinde imzalanan dördüncü bir sözleşme ile Brüksel’de bankerlik yapan, Macar asıllı Yahudi Baron Hirsch’e verilmişti. Sözleşmeye göre yapılacak demiryolu İstanbul’dan başlayıp Edirne, Filibe ve Saraybosna’dan geçerek Sava Nehri sınırına kadar uzanacak ayrıca bu demiryolundan ayrılan kollarla Enez, Selanik ve Burgaz birbirine bağlanacaktı. Demiryolunun yapımına 1870'de başlanmış ve İstanbul-Edirne-Sarımbey arasındaki demiryolu 17 Haziran 1873'de tamamlanmıştır İstanbul'u Avrupa'ya bağlayan demiryolu, Edirne’de Karaağaç üzerinden geçmiş ve Karaağaç’ın sayfiye görünümünü bir anda değiştirmişti. Demiryolunun hizmete girmesi ile Karaağaç bir sayfiye yeri görünümünden çıkar ve nüfusu kısa zamanda artar ve yeni yapılar hızla birbirini takip etmeye başlar. Avrupa'dan gelen veya Avrupa'ya gidecek yolcuların konaklaması için otel, lokanta, kahvehane ve sinemalar başta olmak üzere çeşitli eğlence yerleri peş peşe açılır. Djanik, Atina, Europa, Londra, Konstantinopolis, Panellenion otelleri, Brasserie, Bomonti birahaneleri, Rosalato dans salonu, Cafe Chantant eğlence merkezi bunların başındadır. Karaağaç kısa sürede Edirne'nin, hatta Balkanlar'ın eğlence merkezi haline gelir. Avrupa'dan gelen sanatçılar, eğlence toplulukları burada çeşitli gösteriler düzenlemekte, balolar düzenlenmektedir. Bu kadar etkinliğin ve eğlence hayatının bir arada olması, Karaağaç'a "küçük Paris" denilmesini sağlamıştır. Hızlı değişim sonucu bir çok insan buraya göç etmiş ve her türlü yapı için değişim şart olmuştur. Var olan yapılar geliştirilmiş ama daha fazlası yeni olarak inşa edilmiştir. Rumlara ait olan var olan Hagios Teodoros Tiron ve Hagios Teodoros Strat İladis kiliseleri yanında diğer cemaatlere ait yeni dinin yapıları ve bu yapıların yanında okullar da yapılmaya başlanmıştır. Ermeni cemaati Saint Gregoire, Rumlar Agion Kostantinos, Fransızlar Saint Basil ve Saint Antoine de Padoune, Bulgarlar Saint Pierre ve Saint Paul şapellerini inşa ederler. Karaağaç'ta Rumlara ait Agion Teodoran okulunun yanı sıra Fransız Saint Basil okulu, Fransız Ecole Richard, Ermeni Torkomyan İlkokulu, demiryolu yapımında çalışan Alman teknisyenlerin çocuklarının okuduğu yatılı okul, Karaağaç'taki önemli kültür merkezleri olurlar. Cumhuriyet sonrası Alman yatılı okulu Mustafa Necati Bey İlkokulu olarak kullanılacaktır. Avrupa ülkeleriyle siyasî bir bütünleşmeyi amaçlayan Tanzimat Dönemi yöneticileri, özellikle ulaşım ve iletişim konularında yeniliklere sahne olan Kırım Savaşı’ndan sonra, İstanbul’u Avrupa’ya bağlayacak bir demiryolunun bütünleşmeyi çabuklaştıracağı kanısındaydılar. Ayrıca önemli Balkan kentlerini birbirine bağlayan bir demiryolu ağı bu bölgede son zamanlarda görülmeye başlayan huzursuzlukları giderebileceği gibi, imparatorluk için önemli ticarî, siyasi ve askeri avantajlar da sağlayabilecekti. Ancak, ülkenin mali ve teknik güçleriyle gerçekleştirilmesine olanak bulunmayan bu demiryolu ağı için yabancı girişimcilerle anlaşma yapılma yoluna gidilmişti. Bu konuda ilk sözleşme Ocak 1857'de İngiliz milletvekili Labro ile imzalanmış, fakat Labro’nun gerekli sermayeyi sağlayamaması nedeniyle, aynı yılın Nisan ayında sözleşme feshedilmişti. Çeşitli İngiliz ve Belçikalı girişimcilerle, 1860 ve 1868’de yapılan ikinci ve üçüncü sözleşmelerin de benzer sebeplerle iptal edilmesinden sonra, Rumeli Demiryolları imtiyazı, 17 Nisan 1869 tarihinde imzalanan dördüncü bir sözleşme ile Brüksel’de bankerlik yapan, Macar asıllı Yahudi Baron Hirsch’e verilmişti. Sözleşmeye göre yapılacak demiryolu İstanbul’dan başlayıp Edirne, Filibe ve Saraybosna’dan geçerek Sava Nehri sınırına kadar uzanacak ayrıca bu demiryolundan ayrılan kollarla Enez, Selanik ve Burgaz birbirine bağlanacaktı. Demiryolunun yapımına 1870'de başlanmış ve İstanbul-Edirne-Sarımbey arasındaki demiryolu 17 Haziran 1873'de tamamlanmıştır İstanbul'u Avrupa'ya bağlayan demiryolu, Edirne’de Karaağaç üzerinden geçmiş ve Karaağaç’ın sayfiye görünümünü bir anda değiştirmişti. Demiryolunun hizmete girmesi ile Karaağaç bir sayfiye yeri görünümünden çıkar ve nüfusu kısa zamanda artar ve yeni yapılar hızla birbirini takip etmeye başlar. Avrupa'dan gelen veya Avrupa'ya gidecek yolcuların konaklaması için otel, lokanta, kahvehane ve sinemalar başta olmak üzere çeşitli eğlence yerleri peş peşe açılır. Djanik, Atina, Europa, Londra, Konstantinopolis, Panellenion otelleri, Brasserie, Bomonti birahaneleri, Rosalato dans salonu, Cafe Chantant eğlence merkezi bunların başındadır. Karaağaç kısa sürede Edirne'nin, hatta Balkanlar'ın eğlence merkezi haline gelir. Avrupa'dan gelen sanatçılar, eğlence toplulukları burada çeşitli gösteriler düzenlemekte, balolar düzenlenmektedir. Bu kadar etkinliğin ve eğlence hayatının bir arada olması, Karaağaç'a "küçük Paris" denilmesini sağlamıştır. Hızlı değişim sonucu bir çok insan buraya göç etmiş ve her türlü yapı için değişim şart olmuştur. Var olan yapılar geliştirilmiş ama daha fazlası yeni olarak inşa edilmiştir. Rumlara ait olan var olan Hagios Teodoros Tiron ve Hagios Teodoros Strat İladis kiliseleri yanında diğer cemaatlere ait yeni dinin yapıları ve bu yapıların yanında okullar da yapılmaya başlanmıştır. Ermeni cemaati Saint Gregoire, Rumlar Agion Kostantinos, Fransızlar Saint Basil ve Saint Antoine de Padoune, Bulgarlar Saint Pierre ve Saint Paul şapellerini inşa ederler. Karaağaç'ta Rumlara ait Agion Teodoran okulunun yanı sıra Fransız Saint Basil okulu, Fransız Ecole Richard, Ermeni Torkomyan İlkokulu, demiryolu yapımında çalışan Alman teknisyenlerin çocuklarının okuduğu yatılı okul, Karaağaç'taki önemli kültür merkezleri olurlar. Cumhuriyet sonrası Alman yatılı okulu Mustafa Necati Bey İlkokulu olarak kullanılacaktır. İşgaller ve Karaağaç Edirne, I. Balkan savaşında 5,5 ay kuşatma altında kalmış, gerek kuşatma sırasında gerekse Bulgar işgali sırasında büyük acılar çekmiştir. 30 Mart 1913'de imzalanan Londra Antlaşması'nın ağır hükümleri uyarınca Midye-Enez hattının ötesinde kalan Trakya toprakları ve Rumeli, Balkan müttefiklerine bırakılır. Savaşı kazanan devletler arasındaki anlaşmazlık sonucu Sırpların Bulgaristan’a savaş açmasıyla başlayan II. Balkan Savaşı sırasında Edirne’den çekilen Bulgar kuvvetlerinin yerini Enver Paşa komutasındaki Türk Birlikleri alır. Edirne ve bir süre sonra suyun öte yanında kalan Karaağaç ile Dimetoka Osmanlı’nın hakimiyetine girer. Ancak 1915 yılında Osmanlı-Alman ittifakının yanında savaşa girmek için Bulgarlar Karaağaç ve Dimetokayı talep ederler. Bunun üzerine Karaağaç da dahil olmak üzere Meriç Nehri’nin ötesindeki topraklar Bulgarlara bırakılır. Konu bir süre sonra Lozan Konferansında Genç Türkiye’nin suratında tokat gibi patlayacaktır. Batı Trakya’yı isteyen İsmet Paşaya, Venizelos "Biz Batı Trakya’yı sizden değil, Bulgarlardan aldık" diyecek ve Batı Trakya’yı vermeye yanaşmayacaktır. Dünya Savaşı kaybedildikten sonra ise Batı Trakya’nın Karaağaç dahil olmak üzere hakimiyeti "Müttefikler arası Trakya Hükümeti" altında Fransızlara bırakılır. Burada yaşayan Türk gruplar ise buraların Yunanistan’ın eline geçmemesi için mücadele vermekte, her ne kadar işgal altında olsa da sivil inisiyatifi ellerinde bulundurmaya çalışmaktadırlar. Müttefik hükümetinin 14 Mayıs 1920’de yaptığı referandum sonucu her türlü oyun sergilenmiş ve Türk tarafı kurban edilerek Batı Trakya Yunanistan egemenliğine girmiştir. Zaten bir süre sonra ise Yunanlılar, Edirne başta olmak üzere tüm doğu Trakya’yı işgal edeceklerdir. Kurtuluş Savaşı süresince Edirne ve Karaağaç Yunan işgali altında kalmış, 11 Ekim 1922’de gerçekleşen Mudanya Ateşkes antlaşması sonucu 25 Kasım 1922’de Edirne’nin kurtuluşu gerçekleşmiş ancak suyun öte tarafındaki tüm topraklar kaybedilmiştir. Meydan savaşları bitmiş ancak masa başı savaşı başlamıştır. Karaağaç’ın geri alınışı Lozan görüşmelerinin ilk turunda tam bir anlaşma sağlanamamış ve daha çok maddi konuların ve savaş tazminatların ele alındığı konferansın 23 Nisan 1923'de başlayan ikinci bölümünde Yunanlıların açtıkları savaş sonucu verdikleri zararın karşılanabilmesi için 4.000.000 altın frank savaş tazminatı ödenmesi kararlaştırılmıştı. Bir süre sonra TBMM hükümeti ile Yunanistan hariç tüm devletler arasında anlaşma sağlanmış, Yunanistan’la ise Savaş Tazminatı ve Batı Trakya’daki topraklar konuları çözülememişti. Savaştan mağlup taraf olarak ayrılan Yunanistan, savaşın tüm ekonomik kaynaklarını eritmesi ile ve karşılayacak maddî hiçbir gücü kalmamıştı. Bu yüzden Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç ve Bosnaköy çevresini 24 Temmuz 1923'de antlaşmanın ek protokolünü uyarak Türkiye’ye bıraktı. Türkiye'nin Yunanistan ile doğal sınırını oluşturan Meriç Nehri’nin batı yakasındaki tek toprak parçası olması sebebi ile bu topraklar önem kazanmıştır. Karaağaç teslim alınıyor Lozan Barış Antlaşması'nın hemen ardından 15 Eylül 1923 günü öğle saatlerinde Edirne Vali Vekili Abdullah Naci Bey ile Yunanistan Mutasarrıfı Mavridis, Karaağaç'ta devir teslim için bir protokol imzalarlar. O günlerin Edirne Valisi Şakir Bey, Hüseyin Hüsnü Paşa, Edirne Posta ve Telgraf Başmüdürü Necati Bey ve Edirne Polis Müdürü Necmi Bey Karaağaç'ı teslim alan Türkiye heyetinin üyesidirler. Vilayet önünde toplanan Edirneliler, öğrenciler, Türk jandarma birliğiyle Karaağaç'a gitmek üzere yürüyüşe geçerler. Karaağaç Belediye Binasındaki Rumca yazıları silen topluluk Karaağaç tren istasyonuna yönelir... Ve Karaağaç artık suyun öte yanındaki tek Türk toprağıdır.
-
SAROS SUALTI Rengarenk bir dünya: Saros Körfezi`nde sualtı İstanbul da konumlanmış olan bir çok dalış kulübünün, gerek İstanbul'a yakınlığı ve gerek temiz ve zengin bir sualtı dünyasına sahip olması sebebi ile en çok ilgi gösterdikleri bölgelerden biridir. Saros'ta Dalmak Su altı zenginlikleri açısından oldukça elverişli olan Saros körfezi, amatör veya profesyonel Türkiye?nin dört bir yanından bir çok insanı bölgeye çekmektedir. Su akıntı yollarının çokça olması sebebi ile genelde görüntünün uygun olması ve mercan oluşumlarının fazlalılığıyla da bir çok sualtı fotoğrafçısını bölgeye çekmektedir. Ayrıca birçok akıntı kanalı olduğu için, Saros'un suları sürekli açık ve net bir görüş olanağı sağlamakta ve bu kanallar aynı zamanda körfezin temiz kalmasına neden olmaktadır. Sualtı zenginliklerin en yoğun olduğu ve dalmaya elverişli bölgeler Mecidiye ve Erikli sahil yerleşimleri civarında yer almaktadır. İbrice: Saros Körfezinde en çok tercih edilen yerdir. İbrice limanı etrafında ve daha açıktaki kayalıklarda, bir çok dalış noktası bulunur. Dalış kulüpleri eğitim dalışlarını bu bölgede düzenlemektedir. Minnoş kayalıkları: Kömür limanı açıklarında bulunan ve karadan 150-200 metre mesafede duvar dalışı yapmaya müsait kayalık bir bölgedir. Harmankaya: Erikli yerleşiminin yaklaşık 1 kilometre kadar açığındaki dalış noktası 7 metre ile 30 metre civarında. Toplar Burnu: Erikli ve İbrice arasında kalan bu kayalık ismini çevrede bol görünen tarihi top güllelerinden alıyor 30 metreye bir duvar şeklinde inen bu mekanda iri mercanlar ve dev bir orkinos görmek mümkün.
-
MİMAR SİNAN Pesendide-i Cihan, Mimar-ı Biakran Sinan Ağa “Kalfalığımı İstanbul'daki Şehzade Camii'nde icra ettim. Üstadlığımı da Süleymaniye Camii'nde tekmil ettim. Ama cümle makdûrumu bu Selim Han Camii'ne sarf edüp yed-i tûlâmı ayan ve beyân eyledim. Bu fakir dahi bir resrn-i cami-i âli eyledim ki Edirne içinde manzûr-ı halk-ı âlem olmağa lâyıkdır” Mimar Sinan’ın Hayatı ve Eserleri (29 Mayıs 1490- 9 Nisan 1588) Mimar Koca Sinan, Türk - Osmanlı devrinde yaptığı eserlerle ün salmış, büyük bir mimardır. Onun bizzat imza ettiği mimari eserler, kurduğu mimari okula dayanarak yapılanlar, XVI.asır Türk medeniyetinin en değerli medeniyet kalıntılarıdır. Mimar Sinan bir bakıma Türk mimarlığının sembolü olmuştur. Uzun ömrünün verimli senelerinde bixe övünülecek eserler vermiş, dünya sanat hayatına da en büyük katkıda bulunmuştur. Türk Osmanlı devrinin Koca Sinan'ı diye anılan dahi mimarın hayatı üzerinde, bir çok yazılar, kitaplar yayınlanmıştır. Sinan, Selçuk eserlerinin en keşif bulunduğu bir çevrede doğmuş, İstanbul'a devşirme olarak gitmiş, Enderun'da öğrenci olmuş ve Türk ordularına vazifeli olarak, doğuya, güneye ve batıya seferler yapmıştır. Kendisi bütün bu gittiği yerlerde pek çok mimari eserler görmüş ve tanımıştır. Diğer taraftan asıl önemli olan, Sinan'ın doğum bölgesi olan Kayseri çevresinde, bugün dahi bütün güzellikleriyle duran Selçuklu abidelerinin bulunmasıdır. Sinan, 1490 yılı Mayıs ayının son günlerinden birinde (29 Mayıs) doğdu. Sinan'ın resmi hayatına ait bilgiler ise 1512 yıllarında İstanbul'a gelişinden sonra başlar. O dönemde Kayseri bölgesine giden yaya başılar, İstanbul'a kafileler halinde devşirme çocuklar götürmüşlerdir. Sinan'da 1512 tarihinde Yavuz Sultan Selim' in tahta geçmesiyle devşirme olarak İstanbul’a getirilmiş ve devletin resmi kurullarında yetiştirilmiştir. Sinan’ın 1512-1538 tarihlerinde devşirme olarak gittiği İstanbul’da Enderun Talebesi ve Yeniçeri olduğu bilinmektedir. Sinan 1514’te Yavuz Selim ordusuyla İran seferine gider. Sinan bu sefere giderken bütün yol boyunca Anadolu’yu geçmiş, önemli merkezlerde duraklayan ordunun içinde, birçok mimari eserleri görmüştür. İran da ise daha başka mimari üslupta yapılmış binalarla karşılaşmıştır. Daha sonra 1515-1517 tarihlerinde Yavuz Selim’in ordularıyla Mısır seferine katılmıştır. Bu yol boyunca da pek çok eserler, Mısır'da ehramlar, mabetler görmüş, Türk ve İslam abideleri içinde gezmiştir. Bu iki doğu ve güney seferinde Sinan askeri vazife görmekle beraber, asıl nazari ve ameli bilgilerini çoğaltmıştır. 1520’de Yavuz Selim ölmüş yerine Kanuni Sultan Süleyman padişah olmuş, Kanuni devrinde Sinan, yedi seneden fazla tahsil devresini bitirmiş ve Yeniçeri olmuştur. Bu sıfatla Sinan Belgrad seferine katılmış ve büsbütün başka tarzda inşa edilmiş eserlerle karşılaşmıştır. Sinan 1522’de Rodos seferine katılır, Tuna boylarında 1526’da Atlı Sekban olmuş ve Mohaç Meydan Muharebesinden sonrada Sinan’a Zemberekçibaşılık yapmıştır. 1535 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman’ın doğu seferine katıldıktan sonra da gösterdiği başarılarından dolayı Sinan Yeniçerilikte bir rütbe daha kazanır ve Haseki olur. Sinan 1537 da İtalya seferine gider, Barbaros Hayrettin Paşa ile beraber Korfu seferine gittiğine klasik Mimari eserleri de görme fırsatını elde etmiştir ve hizmetlerinden dolayı da Subaşı rütbesine erişmiştir. Lütfü Paşa Sadrazam olunca, o sırada ölen Hassa Mimarbaşı Azeri Türklerinden Acem Ali’nin yerine Sinan’ı Mimarbaşı yapmıştır. Sinan 1539 yılından 1588 de ölünceye kadar Mimarbaşılık (Hassa Ser Mimarı) görevini sürdürür. Sinan'ın Mimarbaşı tayin edilmesine sebepler vardır. Çünkü bütün askeri seferlerde Sinan orduya mimar mühendis olarak hizmet vermiştir. Köprüler inşa etmiş, kadırgalar yapmış, kaleler tamir etmiş, su yolları ile meşgul olmuş ve nihayet camiler inşa etmiştir. Mimarbaşı Sinan, büyük yetkilerle iş başına geldiği zaman, Önce mütehassıs eleman bakımından yetişmiş bir ortam içinde, sonrada inşaat malzemesi bakımından İmparatorluğun dört bucağından her çeşit vasıtayla getirtebilecek kudret ve yetki kendisine verilmiş bulunuyordu. Ayrıca Kanuni Süleyman devri, devlet hazinesinin en zengin olduğu bir zamandı. İşte bütün bu fırsatlar ve böyle bir ortam Sinan'ın mimarlık sahasında edindiği nazari bilgileri ve hayalinde kurduğu eserleri oluşturmaya yardım etti. Sinan İstanbul'daki Ayaş Paşa türbesinden sonra ilk büyük eserini Şehzede Camisinde (1543-1548) vermişti. 1549 senesinde ise Kanuni kendi adını taşıyacak olan Süleymaniye Camii'nin inşasını emretti. 1554 yılında Kanuninin emri ile Edirne'den sonra İstanbul'un su yollarını da yapmıştır. 1557 yılında Süleymaniye caminin kapısını da Mimar Koca Sinan açmıştır. Edirne'deki Selimiye Camii'nin inşasına Sinan, 1568 da başlamış yedi yıl sonra 1575’te bitirmiştir. Selimiye'nin inşa edildiği tepenin hakim durumu ve bunun üzerine oturtulan cami ve külliyesinin muazzam duruşu, bu abideyi dünya şaheserleri arasında üstün bir mevkide tutmaktadır. Özellikle uzak mesafelerden kubbe ve minarelerinin ahenkli ve zarif silueti her görende derin bir tesir bırakmaktadır. Sinan'ın yaptığı veya yaptırdığı eserlerin çeşitleri şöyledir : Cami; mescit, medrese, kütüphane, imaret, darüşşifa, köprü, su kemeri, saray ve bahçe, kervansaray, hamam, mahzen, ambar, mutfak, çarşı, bedesten, tekke ve kalelerdir, Bu çeşitli örneklerle görülüyor ki Sinan medeni milletlerin sosyal hayatında gerekli olan her konuyu mimari bakımdan işlemiş ve bunlara ait eserler vermiştir. Mimarbaşı Koca Sinan, 9 Nisan 1588 de İstanbul'da öldü. Süleymaniye’ nin yanındaki evinin bahçesine gömüldü. Bir asırlık ömür böylece sona ermişti. Fakat öyle bir ömür ki, her insana nasip olmayan mesut, dolu, verimli bir hayatın sonu. Eski Türk yapı geleneğinin esas şekillerine uyarak en yüksek zaferine ulaşmıştır. Küçüklü büyüklü cami külliyelerinde en geniş manasıyla siteler kurmuş ve bir yuvarlak kubbe altında İslam cemaatını toplamayı başarmıştır. Sinan'ın eserleriyle Türk İslam mimarisi ulaşabileceği en son noktaya gelmiştir. Sinan’ın Ağzından Hayatı "Ben yaşlı, usta Abdülmennan oğlu Sinan, duacısı ve övücüsü olduğum, mülk sahibi ve mükafatlandıran Allah'ın yardımı ile, Osmanlı Devleti'nde alemin sığınacağı dört padişaha hizmet vererek onur kazandım. Sanatımla ve hizmetimle, iş bilir mimar olmak ve bir çok diyarda ün kazanmak nasip oldu. (...) Osmanlı Devleti’nde ve bu kadar padişahın mübarek hizmetlerinde bulunmak nasip oldu. Cennete benzer bir çok camii yaptım. Ve nice zaman, savaşta ve barışta padişahın üzengilerinde, kah yürüyerek, kah koşarak, onların sohbetleriyle müşerref oldum. Kısacası dünya padişahları ve dönemin vezirleri için bu değersiz kul 80 cami, 400'den fazla mescit, 60 medrese, 32 saray, 19 türbe, 7 darül kurra, 17 imaret, 3 darüşşifa, 19 han ve 33 hamam tasarlayıp uyguladım." Mimar Sinan’ın Eserleri Hakkında Mimar Sinan'ın yapılarına ilişkin en eski kaynaklar Klasik Dönemde kaleme alınan yedi yazmadır. Bunlardan Risalüt-ül-Mimariye (Risale-i Mimariye) yarım kalmış bir taslak; üçüyse sınırlı konuları işleyen yapıtlardır. Dayezade Mustafa Efendinin Selimiye adlı monografisinde Edirne II. Selim Camisi, şair Eyyubi’ nin Padişah namesinde Kanuni Sultan Süleyman döneminin su yolları ve su yapıları, yazarı bilinmeyen Adsız Risalede Sinan'ın hamamları anlatılır. Öteki üç yazmadaysa Sinan'ın yaşamıyla ilgili bilgilerin yanı sıra tüm yapıları ele alınır. Şair ve nakkaş Sai Mustafa Çelebinin yazdığı Tezkiret-ül-Bünyan'da yer verilen yapılar 12 ayrı listede toplanmış; yine Sai Çelebi tarafından kaleme alınan Tezkiret-ül-Ebniye'de yer verilen yapılar 13 ayrı listede sunulmuştur. Şair Asari'ye atfedilen Tufhet-ül-Mi'marin' deyse 12 listede 15 yapı türüne yer verilmiştir. Bu üç tezkerede adı geçen yapılar arasında sayı bakımından önemli farklar görülür. Tezkiret-ül-Bünyan'da 344 yapının adı geçerken, bu sayı Tezkiret-ül-Ebniye'de 378'e, Tuhfet-ül-Mi'marin'de 423'e yükselir. Üç tezkerede kayıtlı yapıların toplam sayısı ise 478'dir. Hamamlar bir yana bırakılacak olursa Tezkiret-ül-Bünyan'la Tezkiret-ül-Ebniye birbiriyle uyumludur. Ancak, bu iki tezkerede adına rastlanmayan pek çok yapıya yer verilen Tuhfet-ül-Mi'marin'i ihtiyatla karşılamak gerekir. Örneğin, yalnız bu tezkerede adı geçen Sultan Selim Camisi (1522) Sinan için çok erken, Diyarbakır Melek Ahmed Camisi (1591) çok geçtir. Zaman açısından olduğu gibi yer açısından Sinan'ın kişisel katkısının bulunamayacağı yapılarda vardır. Sinan, Süleymaniye Külliyesi'nin yapımı süresince (1550-57) İstanbul ve çevresinde başka yapılarla da uğraşmış olmalıdır. Ancak, gene aynı yıllarda ülkenin uzak köşelerinde ikinci dereceden bir vezirin hayratıyla uğraştığını ve eğer uğraşmışsa, işi İstanbul'da planlamanın ötesinde bir katkısı bulunduğunu düşünmek yersiz olur. Sinan'ın, mekan bütünlüğü kadar dış kuruluşunun plastiği açısından da en başarılı yapısı 1575'te tamamlanan Edirne Selimiye Camisi'dir. Kentin en yüksek tepesi üstüne kurulmuş olan bu yapı, 31.25 metre çapında kubbesi ve ana kütlenin dört köşesinde yükselen dört minaresiyle görkemli bir dış görünüşe sahiptir. Büyük kubbenin kilit taşının tam altında merkezi mekan kuruluşunu vurgular biçimde yer alan müezzin mahfili; kubbeyi taşıyan sekiz fil ayağının çatı üstünde kubbe kasnağını payandalaşan ağırlık kulelerine dönüşmesi; köşelerde kubbeyi omuzlayan tonoz bingi yuvarlaklarının dışa da yansıması, Selimiye'nin dikkatini çeken özellikleri arasında sayılabilir. Kubbenin duvarlara oturmasını sağlayan bingi sisteminin biçim olarak dışarıya yansıması Sinan döneminde gerçekleştirilmiş bir yeniliktir. Önceleri, İstanbul Bayezid Camisi'nde ya da Sinan''ın Üsküdar Mihrimah Sultan Camisi'nde (1548) olduğu gibi, orta kubbe kare-küp biçimli bir tabana oturtuluyordu. Sinan, Şehzade Mehmet Camisi'yle başlayarak kare-kübün köşelerini yontarak içteki küresel bingiyi (pandantif) dışa yansıtmış; orta kubbenin bastığı büyük kemerlerin yan itme gücünü de ağırlık kuleleriyle karşılamak yoluna gitmiştir. Böylece bir yandan estetikle yapı arasındaki organik bağı vurularken, bir yandan da binanın iç kuruluşunun dıştan algılanmasını sağlamıştır. Mimar Sinan'ın Edirne Eserleri Büyük Mimar Sinan'ın Edirne'deki eserleri şunlardır. 1-Selimiye Cami 2-Taşlık Cami 3-Defterdar Mustafa PaşaCami 4-Şeyhi Çelebi Cami 5-Selimiye Medresesi veDarülkurra 6-Yahya Bey mescidiyakınında bulunan su haznesi ve kemerler 7-Rüstem Paşa Hanı 8-Ali Paşa Çarşısı (Ali Paşa Hanı ise yıkılmıştır.) 9-Sokullu Hamamı 10-Sarayiçi'nde AdaletKasrı, su yolları ve girişteki Kanuni Köprüsü. 11-Rüstempaşa Sarayı(yıkılmış yokolmuştur) 12-Sokullu Mehmet Paşa Sarayı(yıkılmış,yok olmuştur) 13-Siyavuş Paşa Sarayı (Kıyıktaydı. Yıkılmış, yok olmuştur.) 14-Ferhat Paşa Sarayı(yıkılmış, yok olmuştur) 15-Sinan Paşa Sarayı (yıkılmış, yok olmuştur) Ayrıca Havsa'da 1-Mehmet Paşa cami 2-MehmetPaşa Kervansarayı 3-Mehmet Paşa Hamamı 4-Mehmet Paşa İmareti(yıkılmıştır) İpsala'da, Hüsrev Kethüda Kervansarayı yıkılmıştır.
-
SAROS KÖRFEZİ Kendi kendini temizleyebilen körfez: Saros Sanayiden uzak kalabilen "şanslı" sahillere sahip olan Saros, Edirne'den yaklaşık 150 km., İstanbul'dan yaklaşık 250 km. uzaklığıyla yaz aylarının gözde tatil beldelerinden biri olarak her geçen gün daha fazla ilgi çekiyor... Coğrafi konum Trakya topraklarının Ege denizindeki kıyısı Saros körfezi, tertemiz kumsallarla kaplı bir kıyı şerididir. Saros körfezi su altı akıntılarının fazla olması, herhangi bir büyük yerleşimin ve sanayileşmenin olmaması sebebi ile Ege denizinde yer alan en temiz bölgelerden biridir. Ve iddia şudur ki; Saroz Körfezi dünya üzerinde kendi kendini temizleyen 3 denizden biridir. Ege Denizi’nin kuzeydoğusunda yer alan Saros Körfezi'ni, güney ve doğusundan Çanakkale ilinin Gelibolu ve Eceabat ilçeleri, kuzeyini ise Edirne ilinin Keşan ve Enez ilçeleri çevreler. Körfezin Gelibolu yarımadası tarafında olan güney bölgeleri yerleşime olanak vermez. Çoğunlukla yerleşim doğu ve kuzey bölgelerinde yer almaktadır. İlk çağlarda Xeros ve Melas olarak bilinen Saros körfezinin tüm kıyıları boyunca herhangi bir büyük yerleşim merkezi ve sanayileşmenin olmaması kadar su akıntılarının fazlaca olmasının Saros Körfezi'nin her zaman temiz kalmasını sağladığı bilinmektedir. Saros Körfezi'nin kendi kendini temizleyen 3 denizden biri olduğu son yıllarda dillerde dolaşan iddialardan biridir. J.J. Cousteu’ya atfedilen bu iddianın gerçek yönü bilinemese de, gerçek olan, Saros Körfezi'nin Ege’nin temiz bir denize sahip sahillerinden biri olduğudur. Saroz Körfezi’nin Edirne ili sınırları dahilindeki 75 kilometrelik kuzey kıyılarında sahille iç içe kurulmuş ve sürekli yaşanan bir yerleşim merkezi yoktur. Ancak kıyılara yakın bulanan köylerin adları ile anılan yazlık yerleşimler mevcuttur. Keşan ilçesi sınırları içinde kalan Gökçetepe, Mecidiye, Erikli, Danişment ve Yayla yerleşimleri; Enez ilçesi sınırlarında kalan Karaincirli, Vakıf, Büyükevren, Sultaniçe, Gülçavuş ve Enez ilçesi sahil kısmında yazlık yerleşim bölgeleri mevcuttur. Yazlık bölgeler Bu yerleşimler içinde en büyükleri Enez sahili, Erikli sahili ve Yayla sahilidir. Turizm amaçlı yoğun bir tesisleşme olmamakla beraber, Enez sahilinde ve Erikli sahilinde oteller bulunmaktadır. Tüm sahil boyu yerleşimlerinde küçük pansiyonlar ve sezonluk/haftasonu ev kiralamak keyifli bir tatil için diğer olasılıklardır. Çoğunlukla asgari eşyayı içinde bulunduran evlerde, temiz olmak kaydıyla, rahat etmek mümkündür. Saros körfezinde hakim olan rüzgar kuzeydoğudan esen poyrazdır. Kuzey yakasında kalan yerleşimlerin arkasında gelen rüzgar sebebi ile genelde az dalgalı bir ortam bulunur. Sezon sonuna doğru lodos rüzgarı sebebi ile dalgalanma artsa da boyu en fazla 2 metre kadar olmamaktadır. Balıkçılık ve avlanma Ege Denizi'nin tuzluluk oranı en yüksek körfezlerinden biri olan Saroz Körfezi'nde, küçük akarsuların taşıdığı besin tuzları sayesinde zengin bir balık çeşitliliği görülmektedir. Zengin balık çeşitliliği sayesinde amatör olta ve ağ balıkçıları keyifli anlar yaşarlar. Mevsimine göre çipura, lüfer, barbun, mercan, karagöz, levrek, kefal ve ahtapot gibi denizde yaşayan türler Saros körfezinde bol miktarda bulunur. Bunun yanında Saros sakinleri her akşam üstü kayıkları ile uskumru ve istavrit için çapari oltaları ile avlanmaktan geri durmaz ve çoğunlukla akşamları balık keyfi yaşarlar. Yasak avlanma sezonunda bile avlanmaktan geri durmayan profesyonel balıkçılar ve dinamit ile avlanan bazı yerel balıkçılar, körfezdeki doğal dengeyi olumsuz etkilemektedirler.
-
KEŞAN SAHİLLERİ Sakin ortam, temiz deniz: Keşan sahilleri Keşan ilçesi sınırları içerisinde kalan sahil yerleşimleri, Gökçetepe, Mecidiye, Erikli, Yayla ve Danişment'tir. YAYLA Yayla sahili Saros Körfezinin büyük yerleşimlerinden biridir. Otel bulunmaz ancak pansiyonlar ve haftalık- aylık olarak kiralanan bir çok müstakil evler mevcuttur. Her ne kadar uzun kumsalları, pek işe yaramayan ve yeni yapılan balıkçı barınağından dolayı oldukça büyük zarar görse de hala güzel ve temizdirler. Yayla sahiline ulaşım Enez yolu ile sağlanır. Enez yoluna girildikten 25 km. sonra sola dönülerek 8 km sonra Yayla köyüne varılır. Yayla köyünden 3 km sonra ise Yayla sahil yerleşimine ulaşılır. Yayla sahiline Erikli sahili üzerinde ulaşım mümkün olmakla birlikte bu yol sadece Erikli Yayla sahilleri arasındaki ulaşımı sağlayan stabilize yoldur. ERİKLİ Saros sahilinin en büyük ve en ünlü yerleşimlerinden biridir. Bir sahil kasabası görünümündedir. İçinde Saros Körfezinin en iyi otellerini barındırır. Otelin yanında kalmak için diğer sahil yerleşimlerine göre büyük olmasından dolayı her yönden canlılık barındırır. Sahil yerleşiminin hemen arkasında yer alan oldukça büyük tuz gölü bir çok kuş için barınma mekanıdır. Erikli sahiline ulaşım için bulunan 2 yol olmasına rağmen çoğunlukla Mecidiye yolu kullanılır. Mecidiye ile Erikli arası 2 kilometrelik bir mesafedir. MECİDİYE Mecidiye sahilindeki yerleşim düz bir alanda kurulmuştur. Yerleşim bölgesinin hemen önünde uzun bir kumsal yer alır. Saros sahilinin güzel yerleşim birimlerinden biridir. Otel bulunmamakla birlikte pansiyonlar bulunur. Mecidiye sahili Keşan?a 28 kilometredir. Keşan-Çanakkale çevreyolu üzerinde hemen Keşan çıkışında yer alan Enez kavşağını yaklaşık 500 m geçince ikinci bir kavşaktan sağa giden yol takip edilerek 2 km sonra Mecidiye tabelasından sağa doğru girilir. Asfalt takip edilerek 19 km sonra Mecidiye beldesine varılır. Mecidiye beldesinden ikiye ayrılan yoldan sağ yol takip edilerek sahilde yer alan yerleşim bölgesine ulaşmak için 6 km gidilir. GÖKÇETEPE Keşan’ı Çanakkale yolu ile 8 km geçip Çamlıca tabelasından sapılarak küçük bir köy olan Bahçeköy’ün içinden sola doğru girildikten sonra yaklaşık 15 km gidilir. Çamlıca Beldesi’nin içinden geçildikten 15 km sonra Gökçetepe köyüne varılır. Ancak sahil kesimine varmak için yaklaşık 5 km daha gitmek gerekir. Yol tüm ulaşım boyunca asfalt kaplıdır. Gökçetepe, Saros Körfezinin Korudağı etekleri ile buluştuğu nokta da yer alır. Mavinin ve yeşilin birleştiği güzel ve şirin bir sahil yerleşimidir. Otel mevcut değildir. Pansiyonlar bulunur. Ayrıca deniz kenarında çam ormanları içinde Orman Bölge Müdürlüğüne ait bir dinlenme kampı bulunur. 50 hektarlık alan günübirlik, çadırlı Kamp ve karavan kampı olarak planlanmıştır. 24.0 Hektarlık kısmının gelişim planı yapılmıştır. Çadırlık ve karavanların alanı 228 birim olarak planlanmıştır. Kapasitesi 1140 kişi /gün dür. Günübirlik alan 1150 kişi/gün kapasitelidir. Böylece aynı gün içinde 2290 kişiye hizmet verebilmektedir. Gökçetepe Orman Kampı Gökçetepe Köyü,Keşan/EDİRNE Tel:(284) 767 72 35 - 212 68 18 DANİŞMENT ORMAN KAMPI Erikli ile Yayla arasında Orman Bölge Müdürlüğüne bağlı küçük tesislerin ve bir kamp alanının bulunduğu bir bölgedir. Çadır kurarak tatil geçirmek isteyenler için kumsalı ve temiz denizi ile idealdir. Meşe ağaçları ile örtülüdür. Keşan'a uzaklığı 38 Kilometre ve Erikli sahiline ise 3 kilometredir. Yol asfalt kaplıdır. 13.190 Hektarlık bir alanda günübirlik ve çadırlı kamp olarak planlanmıştır. Çadırlı Kamp Alanı 162 birimlik ve günlük kapasitesi ise 810 kişidir. Günübirlik Alan ise 1072 kişi kapasitelidir. Toplam günlük 1882 kişiye hizmet verebilmektedir.
-
KIRKPINAR GÜREŞLERİ TARİHÇE Orhan Gazi’nin Rumeli’yi ele geçirmek için düzenlediği seferler sırasında, kardeşi Süleyman Paşa 40 askerle Bizanslılar’a ait Domuzhisar’ın üzerine yürür. Baskınla burasını ele geçirirler. Öteki hisarların da ele geçirilmesinden sonra, 40 kişilik öncü birlik geri dönerler ve şimdi Yunanistan’ın topraklarında kalan Samona’da mola verirler. 40 cengaver burada güreşe tutuşurlar. Saatlerce süren güreşlerde, adlarının Ali ile Selim olduğu rivayet edilen iki kardeşin bir türlü yenişemedikleri görülür. Daha sonra bir Hıdrellez gününde, Edirne yakınlarındaki Ahıköy çayırında aynı çift yeniden güreşe tutuşurlar. Bütün bir gün güreşmelerine rağmen yine yenişemeyen kardeş pehlivanlar, gece boyunca da mum ve fener ışığında mücadelelerini sürdürmeye devam ederler. Ancak solukları kesilerek oldukları yerde can verirler. Arkadaşları onları aynı yerdeki bir incir ağacının altına gömerek oradan ayrılırlar. Yıllar sonra ise aynı yere gittiklerinde iki pehlivanın mezarlarının bulunduğu yerde gür bir pınar görürler. Bundan sonra halk orada yatanların anısına o yöreye, “KIRKPINAR” adını verirler. Yunanistan’ın Samona köyünün merası içindeki alan asıl KIRKPINAR çayırıdır. Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonunda Kırkpınar Güreşleri Edirne ile Mustafapaşa yolu arasındaki “Virantekke” denilen yerde düzenlenmiştir. Cumhuriyet’ten sonra 1924 yılında ise güreşler Edirne’nin Sarayiçi mevkiinde yapılmaya başlanmıştır. Kırkpınar Güreşleri 1928 yılına kadar ağaları tarafından düzenlenmiştir. Güreşlerdeki ödülleri ve misafirlerin ağırlanmasını hep ağalar karşılamıştır. Ancak 1928 yılında ülkede meydana gelen ekonomik sıkıntılar nedeniyle ağalığa talip çıkmayınca, güreşlerin organize ve gelenleri ağırlama işi Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından üstlenilmiştir.1946 yılında ise Tarihi Kırkpınar Güreşleri Edirne Belediyesi’nce düzenlenmeye başlanmıştır. Bu yıl da zamanın Belediye Başkanı Tahsin ŞIPKA Kırkpınar Güreşleri’ni Belediye hizmetleri arasına almıştır. YAĞLI GÜREŞİN OLMAZSA OLMAZLARI KISPET: Kıspet pehlivan için çok önemli olan bir unsurdur.Kıspet sözü Kisveden gelir. Bazı yerlerde "kısbet" derlerse de bizde kıspet olarak bilinir. Kıspet dikmek ayrı bir iştir ve pek öyle sanıldığı gibi saraç işi değildir. Kıspet dikmenin bir çok inceliği vardır. Kıspetin beli düz ve kıvrımlıdır. Kenarın iç tarafına uçkur vazifesini görsün diye kalınca bir ip parçası geçirilmiştir. Bu ip bir uçkur gibi kıspetin beli açar ve kapar. "Kasnak" diye buraya derler. Bazı yerlerde “peşkavaz” diye anılır. Güreşte hasmın eli bu kasnağı kolaylıkla tutmasın diye bazı kıspetlerde kasnağı beş,altı kat deriden yaparlarmış.Bu deri hem sert hem enlidir. Kıspetin arka tarafı pehlivanın oturması için geniş yapılır fakat uyruk ve paçalar dardır.Ancak pehlivanın bacağı girip çıkar.Paçalar sayvanlıdır. Bu paçalar baldırın üstünden iple bağlanır.Paçalar, hasmın eli veya parmağı içeri girmesin diye güzelce sıkılır. Paça iç taraftan keçebent denilen keçe parçası veya bez ile sarılır.Paçanın adı da şirazedir. ZEMBİL: Kıspetler “zembil” adı verilen sazdan yapılmış bir torbada taşınırlar. Bu zembil’in en büyük özelliği pehlivanın kıspetine bulaşan yağı dışarı vermemesidir. Usta pehlivanlar gelecekte başarılı olacaklarına inandıkları çıraklarına zembillerini taşıtırlar,bu bir gelenektir. Ayrıca güreşi bırakan pehlivan zembilini duvara asar. YAĞLANMA: Güreş esnasında vücudun kavranması güç olsun diye pehlivanlar zeytinyağ ile yağlanmaktadır. Pehlivanlar yağ ve su ile doldurulmuş kazanların etrafında yağlanırlar. Pehlivanlar önce sağ elle sol omuza, göğse kol ve kıspete yağ sürerler daha sonra sol elle aynı işlemi yaparlar. Pehlivanlar bu arada birbirlerinin sırtını yağlarlar. Güreş başladıktan sonra pehlivanlar çayırda dolaşan ibrikçilerden diledikleri zaman yağ ve su alabilirler. DAVUL ve ZURNA: Davul güreşin en önemli öğelerinden olan davul ve zurnada Kırkpınar’a has bir melodi bulunmaktadır. Yağlı güreşlere çalacak olan müzisyenlerin güreş ezgilerini çok iyi bilmeleri, güreşin gidişatına göre müziğin ritmini ayarlamaları gerekir. PEŞREV: Güreşin başlangıcı ve güreşe hazırlıktır. Ahenkli ve mevzulu bir biçimde güreşe ısınma hareketi olarak bilinen peşrev seyircilerin göz zevkini okşamasının yanında pehlivanın moralini yükseltir. Pehlivan peşrevle, kaslarını, nefsini, kalbini ve beynini başlayacak olan güreşe hazırlar. Güreşmek üzere çayıra çıkan pehlivanlar ahenkli bir şekilde ellerini ve kollarını sallayarak peşreve başlarlar. Peşrevde üç kez ileri üç kez de geri gidişten sonra yere sol diz ile çökülerek önce sağ el yere, dize, dudağa ve alına üç defa değdirilir. Bu merasim bitikten sonra sıçrayarak “Hadi bre” pehlivan diye nara atılır. Karşılıklı gidiş ve gelişten sonra rakibin paçaları yoklanır, sırtı sıvazlanır, enseler bağlanır, eller tutuşur ve böylece güreşe girilmiş olur. CAZGIR: Çayırda güreşecek olan pehlivanların adlarına, lakaplarını, oyunları seyircilere anlatan kişidir.genellikle eski pehlivanlardan olan cazgırlar güreşecek pehlivanları bütün özellikleriyle halka anlatır ve dualarla pehlivanları meydana sürer. Bu merasimden sonra pehlivanlar da halka doğru yürüyerek güreş için hazırlığa başlarlar. Buna yağlı güreşte “çıkış” adı verilir. HAKEM: Yağlı güreşin ilk zamanlarında birkaç eski pehlivan, köy ağaları veya güreşlerden anlayan birkaç kişi kurallara aykırı iş yapılmasın diye güreş meydanının bir köşesine oturur güreşleri kontrol ederdi. Bu gün ise kuralları uygulayan hakem heyetleri oluşturulmuştur. AĞA: Kırkpınar güreşlerinin en temel öğelerinden biri ağalık müessesesidir. Önceleri pehlivanları güreşe çağıran, yarışmaları düzenleyen, gelen konukları ağırlayan, yemek ve yatacak yerlerini temin eden, örf ve adetlere uygun olarak güreşlerin yapılmasını sağlayan, ödüller veren Kırkpınar Ağasıymış. Ancak şimdi ağanın saydığımız bu faaliyetlerinden büyük bir bölümü Edirne Belediyesi’nce karşılanmaktadır. ALTIN KEMER: Kırkpınar başpehlivanına verilen, Kırkpınar’ın en büyük ödülüdür. Kırkpınar’da başpehlivan olan güreşçi 1 yıl süreyle altın kemerin sahibi olur. Ancak aralıksız üç yıl üst üste başpehlivan olan güreşçi altın kemerin sürekli sahibi olur. Altın kemer Edirne Belediyesi’nce özel olarak yaptırılmaktadır. Bu arada Kırkpınar Ağası da şehre gelişinde altın kemer takılarak karşılanmaktadır. Aralıksız Üç yıl üst üste Kırkpınar Ağası olan kişi de altın kemerin sürekli sahibi olur. Bu kemerin şimdiye kadar Alper Yazoğlu, merhum Hüseyin Şahin ve Adem Tüysüz sürekli sahibi olmuştur. SARAYİÇİ ER MEYDANI Edirne Belediyesi’nce tertiplenen Tarihi Kırkpınar Güreş ve Kültür Etkinlikleri Haftası, Edirne’nin en önemli mesire yerlerinden birisi olan Sarayiçi mevkiindeki sahada yapılmaktadır. 1985 yılına kadar salaşpur denilen sazdan yapılma tribünlerle çevrili olan Er Meydanı, 1985 yılında dönemin Başbakanı merhum Turgut Özal’ın talimatlarıyla yenilenmeye başlanmıştır. İlk etapta şeref tribünü ve şehir yönüne doğru olan tribünler yıkılarak betonarme olarak yeniden yapılmış, üzeri de uzay çatı ile kapanmıştır. 1992 yılına kadar geçen sürede tribünlerin hakem kulesinin tarafındaki bölümü eski halinde hizmet verirken, o yıl Kırkpınar’a gelen Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in talimatıyla buranın da yapımı için çalışmalar başlatılmıştır. 1992 Eylül ayında ihalenin gerçekleştirilmesiyle başlanan tribün yapımı, 1996 yılı Kırkpınar haftasında tamamen bitirilmiş ve 25 bin izleyici kapasitesiyle Sarayiçi Er Meydanı bugünkü haline getirilmiştir. Edirne’nin en büyük kültür, spor, sanat organizasyonu olan Tarihi Kırkpınar Güreşleri ve Kültür Etkinlikleri Haftası 1 hafta süreyle Edirne’ye olağanüstü bir canlılık kazandırmaktadır. Dünyanın ve yurdun dört bir yanından gelen milyonlarca izleyici, basın mensubu, halkoyunları ekipleri, sanatçılar, diplomatlar ve devlet adamları Kırkpınar’a renk katmaktadır. Genellikle Haziran ayı sonu, Temmuz ayı başlarında düzenlenen Tarihi Kırkpınar Güreşleri ve Kültür Etkinlikleri Haftası 7 gün sürmektedir. Pazartesi günü akşamüstü Belediye önünde toplanan yerli ve yabancı halkoyunları ekipleri, önceki senenin başpehlivanı ile birlikte bir grup pehlivan ve protokol, kortej halinde bando ve Kırkpınar davul-zurna ekibinin eşliğinde Atatürk Anıtı’na gider. Buradaki törenden sonra kortej yaya olarak 25 Kasım Şehir Stadı’na geçer. Burada toplanan kalabalık izleyici grubu karşısında tüm ekipler kısa gösterilerde bulunurlar. Bu arada Türk Kuşu paraşüt ekibi de paraşüt gösterisi yapar. Yaklaşık 2 saat süren bu törenlerin ardından akşam Selimiye Meydanında kukla ve karagöz gösterileri, Belediye Bandosu’nun şehir merkezinde gösterileri yapılır. Bando ve halkoyunları ekiplerinin gösterileri hafta süresince devam etmektedir. Güreş dışında “Kırkpınar Kupası” adıyla tertiplenen diğer spor müsabakaları Kırkpınar Haftasının ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri yapılır. Her yıl düzenlenen Kırkpınar Güzellik Yarışması ile Trakya Ev Yemekleri Yarışması ise kalabalık bir izleyici grubunun önünde haftanın üçüncü günü öğleden sonra yapılmaktadır. Kırkpınar Haftası’nda güreşler Cuma günü öğleden sonra Sarayiçi Er Meydanı’nda başlamaktadır. Aynı gün sabah saat 10’da güreşecek başpehlivanlar, hakemler ve protokol yine davul-zurna eşliğinde Belediye önünde toplanarak şehrin girişinde o yılın Kırkpınar Ağası’nı karşılarlar. Edirne Belediye Başkanı burada Kırkpınar Ağası’na altın kemer takarak onu Belediyeye götürür ve bir süre ağırlar. Daha sonra ise aynı grup Belediye önünden Atatürk Anıtı’na giderek törene katılır. Buradan Kaleiçi semtinde Adalı Halil ve Kara Emin pehlivanların kabirlerinin bulunduğu pehlivanlar mezarlığına geçilir ve dua yapılır. TARİHİ TÜRK GÜREŞLERİ LOGOSU
-
RÜSTEMPAŞA KERVANSARAYI Halen devasa kütlesi ile Edirne'nin içinde abidevi bir şekilde duruyor. Rüstempaşa Kervansarayı bugün otele dönüştürülmüş şekliyle hizmet vermeye devam ediyor. Edirne kervansaray ve hanlarının en büyük örneklerinden olan Rüstem Paşa Kervansarayını Rüstem Paşa (l500-1561) l753’de yaptırmıştır. Rüstem Paşa Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Hürrem Sultan ile evlenmiş, Mohaç seferine katılmış, Diyarbakır ve Anadolu beylerbeyliklerinden sonra l544’de sadrazam olmuştur. Rüstem Paşa Kervansarayı, Eski Cami’nin yakınında, Bedestenin de karşısındadır. Bazı kaynaklarda bu kervansarayın ismi Rüstem Paşa Hanı olarak da geçmektedir. Mimar Sinan’ın eserlerinin listesini veren kaynaklarda ve Tuhfet-ül Mimarin’de Mimar Sinan’ın yaptırdığı eserler arasında ismi geçmektedir. Bu yapı konaklama amaçlı olmasına rağmen sağlam ve korunaklı oluşundan ötürü Edirneli tüccarlar paralarını ve değerli mallarını burada koruyor, bunun için de kira ödüyorlardı. Kervansarayın l00x85 cm.lik kırık kartuşlu iki satırlı kitabesi: Açıldıkça kâpânsun Ayn-ı a’dâ Bi-hakkın sure-i innâ fetehna 1167 (1753) Kervansaray birbirlerine bitişik dikdörtgen iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Bunlardan küçük olanı hayvanlara ayrılmıştır. Arazi konumundan ötürü dış cephede bazı uyumsuzlukların olduğu dikkati çekmektedir. Kesme taş ve tuğladan yapılan kervansaray iki katlı olup, avlunun önünde yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanan sütunların oluşturduğu bir revak bulunmaktadır. Bu revağın uzun kenarlarında karşılık iki merdivenle ikinci kata çıkılmaktadır. Hanın l00 odası olup bu odaların ve üsk kat revaklarının üzerleri kubbelerle örtülüdür. Odaların içlerinde birer niş ve ocak bulunmaktadır. Avluya bakan pencereleri ise tuğla işçiliği ve bezeme yönünden diğerlerinden farklıdır. Avlunun ortasında bulunan, altında bir de şadırvanı olan bir mescidi varsa da bu yapı günümüze gelememiştir. Mescit l877-l878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında yıkılmış, l968 yılında yapılan restorasyonda da yenilenmemiştir. Avlunun iki uzun kenarındaki karşılıklı merdivenlerle ikinci kata çıkılmaktadır. Üst katın avluya açılan pencereleri tuğla bezemelidir. Ayrıca sokağa bakan yüzünde de dikdörtgen söveli pencereler sıralanmışlardır. Rüstem Paşa kervansarayı l968-l972 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmış ve otel konumuna getirilmiştir. Bugün burası Kervansaray Otelidir.
-
EKMEKÇİZADE AHMET PAŞA KERVANSARAYI "Büyük hayrat. Bu Sultan Ahmed döneminde küçük bir han imiş. Sonra Ekmekçizâde Ahmet Paşa temelinden yıkıp büyük bir han yaptırmış ki Edirne kentinde ve İstanbul'da misali yoktur" Evliya Çelebi Ekmekçizâde Ahmet Paşa Kervansarayı, Ayşe Kadın Hanı olarak da bilinir. Yancıkçı Şahin mahallesinde İstanbul yolu caddesinde Ayşekadın semtinde bulunmaktadır. Ekmekçizâde Ahmet Paşa tarafından 1609 (H.1018) tarihinde Sedefkar Mehmed Ağa ile Edirne'li Mimar Hacı Şaban Ağa'ya yaptırılıp Sultan Ahmed'e hediye edilmiştir. İki şadırvanı ve tabhanesi bulunan büyük bir kervansaraydır. Bunlardan başka dört büyük ahır, birçok odalar, cadde üzerinde taş yapı dükkânlar ve iki ahır arasında büyük bir havuz ve üzerinde kusursuz bir kemeri vardır. Yapımın bitişine Edirneli Mehmet Kisbî Çelebi tarafından yazılıp mermer levha ile kapısı üstüne asılı tarih yazısı bulunmaktadır. Kisbi Efendinin Tarih Manzumesi "Temaşa eyleyüp Kisbî dedi itmamena târih Yapıldı han sultan Ahmet oldu bî bedel âbâd" Evliya Çelebi bu kervansaray için şöyle der: "Büyük hayrat. Bu Sultan Ahmed döneminde küçük bir han imiş. Sonra Ekmekçizâde Ahmet Paşa temelinden yıkıp büyük bir han yaptırmış ki Edirne kentinde ve İstanbul'da misli yoktur. Bu Ayşe Kadın (Eşe Kadın) hanı tam ikiyüz ocak olup avlusunun bir tarafında da içli dışlı harem odaları vardır. Ahırı bin tane at alır. Dört tarafı sofalı olup dış avlusu dahi bin kadar deve ve at alır. Kale gibi handır".
-
DEVECİ HAN 1946 yılına kadar cezaevi olarak kullanılan bu han, günümüzde kültür merkezi olarak hizmet vermektedir. Ahmet Bâdi Efendi Riyaz-i Belde-i Edirne adlı eserinde bu han ile ilgili şu bilgileri aktarıyor: Yapı iki katlı olup, Osmanlı Hanlarının erken örneklerinden biridir. Yapıda kesme taş ve tuğla kullanılmıştır. Üst katında 31 odası bulunmaktadır. İnşa yılı olarak, yapının özelliğine dayanılarak 15. yy ilk yarısında yapıldığı tahmin edilmektedir. Vali Rüstem paşa zamanında (1846) yapı tamir edilerek cezaevine dönüştürülmüştür. 1946 yılına kadar cezaevi olarak kullanılmıştır. Vali Hacı İzzet Paşa (1891-1892) zamanında esaslı bir tamirat görmüş ve hapishaneye ek olarak revir ve 4 oda daha eklenmiştir. Yapının güney cephesinde Mustafa Razi tarafından yazılmış bir kitabe bulunmaktadır. Günümüzde restore edilerek Kültür Merkezi olarak kullanılan yapıda Edirneli ressam Hayri Çizel ve Edirne'de görev yapan Hasan Rıza Sergi salonları ile atölyeler ve üst katlarda idari odalar bulunmaktadır.
-
TAŞ HAN Hükümet Caddesinde, Üç Şerefeli Camiinin karşısında, Sokullu Hamamı’nın güney bitişiğinde yer almaktadır. Şehir merkezinde, Hükümet Caddesinde, Üç Şerefeli Camiinin karşısında, Sokullu Hamamı’nın güney bitişiğinde yer alan bu yapı, 16. yüzyılın II. yarısında Sokullu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Yapım tarihi Sokullu Hamamı ile aynı zamana rastlamaktadır. Han, 1965 yıllarına kadar onarım görmemiş ve büyük bir kısmı yıkılmıştır. Horozlu Bayırı Caddesinde bugün üst kısmı, yıkılmış olan saat kulesinin karşısındaki han girişi ve girişin sol tarafı beden duvarları ayakta kalabilmiştir. 1967-1969 yılları arasında, ayakta kalabilen bu kısımda yıkılarak hanın tamamı, anıtlar kurulu kararıyla restorasyon projesi çizilip yeniden yapılmıştır. Alt katta dükkan sıraları, üst katta da han odaları bulunmaktadır. Han girişi eski yerinde Horozlu Bayırı Caddesi içindedir. Dükkan cepheleri kesme taş üzerine tuğla kemerlerle geçilmiştir; Üst yapıda bir sıra taş ve iki sıra tuğla derzli olarak örülmüştür. Dikdörtgen pencere kenarları kesme taş sövelerle geçilmiştir. Pencereler tuğla örgüler arasında üç sıra kesme taşla birbirine bağlanmıştır. Beden duvarları kirpi saçakla son bulmaktadır. L planlı hanın iç kısmında üst kattaki odalara çıkan merdiven han girişinin sağında yer almaktadır. Dış cephe boyunca sıralanmış odaların her birinde birer ocak bulunmaktadır.
-
ENEZ KERVANSARAYI Devrinin bütün özelliklerini taşıyan bu yapı, XVI. yüzyıl Osmanlı Mimarisinde inşa edilmiş diğer sahil kervansarayları içinde önemli bir yere sahip olduğunu vurgulayan bir örnektir. Enez kervansarayının konumu Trakya'nın güneybatısında, Meriç nehri deltasının doğusunda eski bir yerleşim yeri olan Enez'in plajı olarak bilinen, takriben Enez'e 7 kilometre uzaklıkta ve Gümrük denilen yerdedir. Karadeniz'deki Burgaz (Odessos) şehrinden güneye giden ticaret yolu, yukarı Meriç vadisine vardıktan sonra, ya karayolundan veya Meriç Nehri ile Enez'de Ege Denizi'ne ulaşmakta, bu yol Karadeniz, İstanbul Boğazı, Marmara ve Çanakkale'den dolaşan deniz yolundan çok daha kısa olmaktadır. Bu yol ayrıca Karadeniz ile Ege Denizi arasında ticari yönden daha emin bir bağlantı olmaktaydı. Ege adaları ile Trakya arasındaki ticarette bir değişim merkezi olarak rol oynamış olan Enez'in liman şehri olarak tarihi süre içinde gelişmesini sürdürürken, Gümrük adıyla bilinen yerdeki bu sahil kervansarayı, Osmanlı Devri'nde yoğunlaşan ticari hayatın değişim merkezi olarak inşa edilmiş olmalıdır. İşte devrinin bütün özelliklerini taşıyan bu yapı, XVI. yüzyıl Osmanlı Mimarisinde inşa edilmiş diğer sahil kervansarayları içinde önemli bir yere sahip olduğunu vurgulayan bir örnektir. Mimari Özellikleri Yapıya ait herhangi bir kitabe mevcut değildir. Yapı kıyıya dik olarak uzun dikdörtgen şeklindeki plân konumu ve semasıyla (bir bütün içinde ard arda mekânların sıralanması) kervansaray mimarisinde tek örnek olarak görülmek istenirse de, bölgenin diğer kervansarayları ile ana hatları ve malzeme benzerliğiyle, çok kullanılan bir şemanın, ihtiyaca cevap verecek ölçüde uygulanmış olduğu bir örnek olmaktadır. Doğu-batı doğrultusunda kıyıya dik olarak inşa edilmiştir. Dik konumu denizden gelecek saldırılara karşı korunmasını sağlamak düşüncesi ile doğmuş olabilir. Denize dik konumlu uzun bir diktörtgen olup, kervansarayın dar cephesi dıştan dışa 10,60 metre, uzun cephesi ise 106.75 m ölçüsündedir. Bugün yer yer ağaçlı bir tarla içinde kalmış olan yapı, uzaktan ince uzun bir siluet halinde görülmekte, fakat yaklaştıkça hacim olarak belirmektedir.
-
SELİMİYE ARASTA ÇARŞISI Selimiye'yi görmeye gelen ziyaretçilere alışveriş imkanı sağlamak için yapılmış aynı zamanda da şehre büyük ekonomik katkı sağlanmıştır. Üçüncü Murat'ın Selimiye Camii'ne gelir olmak üzere Mimar Davud'a, Selimiye Camisinin sağ tarafındaki yamacına yaptırmış olduğu çarşı 73 kemerli olup, boyu 225 metredir. İçinde 120 dükkan barındıran çarşının 4 kapısı bulunur. Önceleri bu çarşının üstü kurşunla örtülüymüş. Yapılan bir tamirde Arasta'nın üstünden kurşunları alınıp yerlerine kiremit konmuş ve satılan kurşunların parası yapının tamirine harcanmıştır. Tamirden sonra konan kitabe şudur: "Mübarek eyleye Allah zehi âli makam oldu Şüyu buldu cesametle heman etrafı eknafa Dedim tam tarihin tamiri haffafhaneye Arif Bina oldu arasta sa'd ola hakka bu esnafa 1874" Evliya Çelebi buranın “Kavaflar(ayakkabıcılar) çarşısı" olduğunu yazar. Dua kubbesinde, burada dükkânı olanlar sabahleyin doğru iş yapacaklarına dair dua ettikleri bilinmektedir. Çelebi burada o zaman yapılan türlü türlü pabuçların adlarını sayıyor. Esnafın mallarını satabilmek için müşterilere dökülen dilleri kendisine mahsus bir şive ile uzun uzun anlatıyor. Son Balkan Savaşında düşman mermileri ile iki yerinden yıkılan Edirne'nin bu güzel ve tarihi çarşısı,restore edilerek günümüzde gezilip görülmesi gereken yerlerden biri olmuştur.
-
ALİ PAŞA ÇARŞISI Tarihi Ali Paşa Çarşısı, 1992 yılında çıkan yangın sonucunda kullanılamaz hale gelmiş, 5 yıl sonra ise restore edilerek tekrar hizmete açılmıştır. 1561 yılında Hersekli Ali Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Bir rivayete göre Kırklareli'nde yapılacak bir camiye gelir temin etmek amacıyla yaptırılmıştır. Yapılmasındaki diğer bir amaç ise kıymetli eşya satan (Altın, Gümüş vb.) ticaret erbabını bir çatı altında toplamak ve bu ticaret erbabının korunmasını sağlamaktı. Evliya Çelebi'ye göre her gece yüz adet bekçinin çarşıyı beklemesi de çarşıda satılan eşyaların değerini açıkça kanıtlıyor. Alipaşa Çarşısı'nın bir özelliği de duvarlarının kırmızı beyaz taştan yapılmış olmasıdır. Burada Türk Bayrağı renk olarak sembolleştirilmiştir. Günümüzde Edirne'nin ticari hayatı bakımından yerli yabancı turistlerin akınına uğrayan Alipaşa çarşısında 130 tane dükkan ve 6 kapı bulunmaktadır. Günümüzde Alipaşa çarşısında altın ve gümüş gibi kıymetli eşya satan ticaret erbabına çok az rastlanmaktadır. Şu anda 2 kuyumcu dükkanı bulunmaktadır. Bugün Alipaşa'da çok değişik ticaret erbabı mevcuttur. Lady Montegau Alipaşa Çarşısı hakkındaki görüşlerini şöyle açıklıyordu; "Çarşının boyu yarım mil, üzeri kubbeli, içi gayet temiz. Üçyüz altmış dükkan var ki, Londra'daki borsa gibi, satılık olarak teşhir edilmiş gayet kıymetli her çeşit mallarla doludur. Fakat Edirne Çarşısının kaldırımı Londra'dakinden daha temiz, işsiz güçsüz adamlar burada gezmeye, kahve veyahut şerbet içmeye geliyorlar. Bizim tiyatrolarda olduğu gibi, buralarda da bağırıyorlar. Bu çarşı Alipaşa tarafından tesis edilmiştir. Onun adını taşıyor fakat fiyatlar pek fazla ". Evliya Çelebi ise bu çarşı için şu sözleri söylemiştir: "Süleyman Han vezirlerinden tabiat ve cömertlik sahibi Alipaşa ve meşhur Mimar Koca Sinan Ağanın binasıdır. Doğrusu bunda dahi var olan kudretini sarf edip Balıkpazarı adlı kapı dibinden iğneciler kapısına kadar büyük caddenin iki tarafına koca üstat öyle bir güzel çarşı tarh etmiştir ki vasfı mümkün değil... İki başında muazzam kale kapıları gibi kapılar var ki güya her biri Mısır’ın Babünnasır’ıdır. Ama hakikatte Babünnasır’dan kavi (sağlam) kapılardır. " Burada her gece yüz adet bekçi beklermiş. Zira burada olan hesapsız mal dikkate muhtaçtır. Bu gönül alıcı çarşı kuzeyden güneye olup, bir demir kapıdan diğerine varıncaya kadar tam bin adımdır. Sağ ve solunda üçyüz altmış kepenk dükkânı vardır. Hepsini üstad öyle çırpı ile bina eylemiş ki birbirinden zerre kadar ayrılmaları imkânsızdır. Bunlar sağ ve solunda iki kanat gibi kanat açıp dururlar. Bu çarşının üzerleri hep kasra takı gibi kargir bina olup kurşunludur. Açılmak için kemerlerin bir demir kapaklı pencereleri vardır. Bekçiler her gece o deliği kaparlar. Burada dahi Anka bezirganları vardır. Çarşuyu hüsnü seyrettim seraser Hâce ben Bir vefâ dükkânı yoktur hep cefâ pazarıdır. Beytinden anlaşıldığı gibi çarşı dükkânlarında kıymetli eşyalar çoktur. Fakat gayet pahalıdır. Bütün kubbeleri baştanbaşa mavi gökyüzü gibi gök kurşun ile örtülü mâmur bir yerdir ki Edirne şehrinin yüzüsuyudur. Kırkbir sene seyahatim esnasında bu hâkir bir diyarda benzerine tesadüf etmedim. Temmuz ayında Bağdad mahzenleri gibi buzpare kesilir bir dinlenecek çarşıdır. Alipaşa Çarşısı 26 Eylül 1992 yılında geçirdiği bir yangınla tamamen yanmıştır. Çağın gereklerine uygun olarak donatılıp, aslına uygun restore edilmiş ve 25 Kasım 1997 yılında tekrar hizmete açılmıştır. Günümüzde yerli yabancı turistlerin ilgisini çekmekle beraber Edirne'nin ticari hayatına da önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır.
-
BEDESTEN Osmanlı döneminin ilk çarşılarından biri, 6 asırdan beri Edirne`nin hizmetinde: Bedesten Çarşısı Eski Cami'nin yanına inşa edilmiş olan çarşı, tıpkı Arasta gibi camiye ziyarete gelenlere alış-veriş olanağı sunmak amacını taşımak üzere inşa edilmiştir. Günümüzde ise yoğun çalışan bir alış-veriş merkezi durumundadır Çelebi Sultan Mehmet tarafından Eski Cami'ye gelir sağlamak amacıyla yaptırılmıştır. Bedestenin(*) kesin inşa kitabesi olmamakla birlikte, 1418 yılında mimar Alaaddin tarafından inşa edildiği araştırmacılar tarafından ileri sürülmektedir. Osmanlı döneminin ilk çarşılarından biridir. Mimari Yapı 41 m x 78 m boyutlarında dikdörtgen biçiminde bir yapıdır. Dört cephesinde 54 dükkân bulunmaktadır, basık sivri tonozla örtülü dükkânların alın kemeri hizasından geçen ahşap bir saçak bütün yapıyı dolanır. Her cephenin ortasında bir tane olmak üzere, dört büyük kapısı vardır. İç mekandaki dört yüzde, 36 tane hücre(bölüm) bulunmaktadır. İç mekan yaklaşık 20m x 56m boyutlarındadır. Hücreler beşik tonozla örtülüdür. İç mekanın uzunlamasına ekseni üzerinde altı tane dikdörtgen kesitli ayak yer alır. Bu ayaklara ve beden duvarlarına basan kemerlerin üstüne iki sıra halinde yaklaşık 6.5 m çapında 14 kubbe oturur. Her kubbe hizasında bir tane olmak üzere pencerelere açılarak iç mekan aydınlatılmıştır. Duvarlarda ve ayaklarda taş ve tuğla, kemer ve tonozlar tuğla ile örtülmüş çatı kurşunla örtülmüştür. Malzeme Edirne Bedesteni, bir sıra taş, üç sıra tuğla almaşıklığının (düzeninin) benimsendiği beden duvarlarının ve ayakların taşıdığı iki sıra halinde toplam 14 kubbe ile örtülü bir ticaret yapısıdır. Süsleme Beden duvarlarının üst bölümüne açılan 18 pencerede süslemeler yer alır. Pencerelerin hepsinin kemerleri beyaz mermerdendir ve yekpare olarak düzenlenmiştir. Pencerelerin kemerlerindeki süslemeler mümkün olduğunca simetrik cephelerde kullanılmaya çalışılmıştır. Birinci pencerede, pencere kemerine göre yerleştirilen bezeme bitkisel bir düzenlemedir. Enine gelişen düzende üç dilimli palmetten(yelpaze şeklinde bezeme) bir tepeliğe sahip bağların birleştirdiği sapların her biri bir daire oluşturacak şekilde kıvrılırlar ve birer rumiyle(kıvrık dal süslemesi)son bulurlar. Bu rumiler bağın tepeliğine üstte çerçeve yaparlar. Ayrıca daire yapan saplar üst bölümde çatallaşırlar ve aşağı dönerek birer palmeti taşırlar. Düzenleme alçak kabartma olarak yapılmıştır ve yaprak yüzeyleri ikinci defa işlenmeden bırakılmış, saplar bir sıra yivle hareketlendirilmiştir. İkinci pencere düzeni, yüksek kabartma tekniğinde yapılmıştır ve kenarları yivleşmiş bir şeridin basit merandırlar yapmasından meydana gelmektedir. Üçüncü pencere kemeri, dalga kıvrım yapan tek bir sapın taşıdığı dilimli rumilerden meydana gelmiş bitkisel düzenle doldurulmuştur. Yüksek kabartma olarak işlenen düzende sap ve yaprak yüzeyleri içbükey olarak oyulup boşaltılmıştır. Dördüncü pencere kemerinde, bir sıra yivle hareketlendirilmiş üç şeridin hasır örgüsü şeklinde alt-üst geçmeler yapmasıyla meydana gelmiş bir düzenleme yer alır. Alçak kabartma olarak yapılmıştır. Beşinci pencerede, üç sıra yivle bezenmiş bir şeridin daireler oluşturacak şekilde geçmeler yaparak meydana getirdiği bir zincircik bulunmaktadır. Altıncı pencere kemerinde, yüksek kabartma tekniğinde yapılan ve sapları kalın tutulan dilimli rumilerin üçlü saç örgüsü şeklinde geçmeler yapmasıyla oluşmuş bitkisel düzenleme görülmektedir. Üslup ve Değerlendirme Bir ticaret yapısı olan Bedestende, malzemenin sağladığı yegane süsleme yüzeyi olan kemer alınlarında, dalga kıvrımı saplarla taşınan rumiler ve geçmelerden oluşan basit ve sade bir süsleme program uygulanmıştır.
-
MEDRESELER Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde Edirne’de on iki medresenin bulunduğunu belirtmiştir. Bu medreselerden Muradiye Medresesi, Yıldırım Medresesi’nin önde geldiğini belirtmiştir. Ahmed Badi Efendi’de “Rıyaz-ı Belde-i Edirne” isimli eserinde, Edirne’de 46 medresenin olduğundan söz etmiştir. SULTAN II.BEYAZIT MEDRESESİ (Merkez) Sultan II.Beyazıt’ın (1447-1512) 1484-1488 yıllarında Akkirman Savaşı’nın ganimetleri ile yaptırdığı Beyazıt Külliyesinin bir bölümü olan Sultan II.Beyazıt Tıp Medresesi Edirne Tunca Nehri yanındadır. Dikdörtgen planlı medresenin revaklı avlusunun çevresinde 18 oda, girişin karşısına gelen yerde de büyük kubbeli, dışarı taşkın bir dershanesi bulunmaktadır. Kesme taş yapılan medresenin duvarlarında tuğla frizler bulunmaktadır. İki uzun kenarda kubbe ile örtülü yedişer hücre bulunmaktadır. Medrese duvarları iki sıra halinde pencerelerle aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıradakiler dikdörtgen, üst sıradakiler de yuvarlak alçı şebekelidir. SAATLİ MEDRESE (Merkez) Edirne, Üç Şerefeli Cami’nin ve Peykler Medresesinin yanında bulunan Saatli Medrese Sultan II.Murat zamanında 1437-1447 yıllarında yapılmıştır. Avlulu medreseler gurubundan olan medresenin çevresinde medrese hücreleri sıralanmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmaktadır. DARÜL HADİS MEDRESESİ (Merkez) Edirne’de Tunca Nehri kıyısında, demiryolu köprüsünün yanında bulunan Darül Hadis Medresesini Sultan III.Murat 1435’de yaptırmıştır. Sonraki yıllarda bu medreseye bir minare eklenerek camiye dönüştürülmüştür. Bu minare Balkan Savaşı sırasında, l913’de medresenin üç kubbesi ile birlikte yıkılmıştır. Medrese kesme taştan yapılmış, avlusunun ortasına da sonraki dönemlerde bir şadırvan eklenmiştir. SELİMİYE MEDRESESİ DARÜLKURRA (Merkez) Mimar Sinan, Selimiye Camisi’nin etrafına iki medrese ile altına da bir çarşı yapmıştı. Selimiye yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan bu medrese kıble duvarının solunda bulunmaktadır. Mimar Sinan yapı topluluğunun avlusundaki bu yapıları camiyi gölgelememesi için gözden uzak tutmuştur. Bununla beraber son derece güzel bir işçiliği olan medrese kesme köfeki taşından kare planlı olarak yapılmıştır. Avludan dikdörtgen söveli bir kapıdan içerisine girilen medrese avlusunu çepeçevre bir revak çevirmektedir.Yuvarlak kemerlerin birbirine bağladığı sütunların iki yönünde medrese hücreleri sıralanmıştır. Girişin solunda ise kare planlı, üzeri kubbeli bir darülkurra yerleştirilmiştir. Burada üzeri kubbeli on iki hücre bulunmaktadır. Hücrelerin her birinin içerisinde ocaklar ve nişler bulunmaktadır. DARÜL TEDRİS MEDRESESİ (Merkez) Edirne Selimiye Camisi’nin bir bölümünü oluşturan Darül Tedris Medresesi caminin arka avlusundadır. Sultan II.Selim tarafından cami ile birlikte Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Avludan gösterişli dikdörtgen söveli bir kapıdan medrese avlusuna girilmektedir. Kare planlı avlunun çevresinde yuvarlak sütunların birbirine bağlandığı revaklar ve bunların arkasında da avlunun iki yönüne on üç küçük medrese odası sıralanmıştır. Kare planlı bu hücrelerin üzerleri kubbelerle örtülüdür. Odaların içerisinde niş ve ocaklar bulunmaktadır. Edirne Müzesi kurulduğu sırada bu medreseden yararlanılmıştır. Günümüzde Türk İslam Eserleri Müzesi işlevini sürdürmektedir. PEYKLER MEDRESESİ (Merkez) Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış olan Peykler Medresesinin kitabesi günümüze gelmemiştir. XV.yüzyıla tarihlenen medresenin görkemli bir giriş kapısı bulunuluyordu. Kare planlı bir avlunun etrafında kubbeli bir revakın arkasında 18 medrese hücresi sıralanmıştı. Medresenin biri giriş kapısı yanında diğeri de eyvan görünümünde, girişin karşısına gelen dershanesi bulunmaktadır. Medrese Sultan II.Beyazıt yapı topluluğunun bir bölümü olup yakın tarihlerde restore edilmiştir. YILDIRIM MEDRESESİ (Merkez) Yıldırım Beyazıt’ın cami ile birlikte yaptırmış olduğu medrese XV.yüzyılın başlarına tarihlendirilmektedir. Medresenin plan düzeni daha geliştirilerek Bursa Yeşil Medresede uygulanmıştır. Giriş kapısından dikdörtgen planlı bir avluya girilmektedir. Bu avlunun çevresini üç yönlü kubbeli revaklar çevirmiştir. Yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanan bu revakların arkasında tonozlu odalar yer almıştır. Girişin karşında kare planlı kubbeli dershane bir kemerle avluya açılmaktadır. Bu medrese de Selçuklu ve Beylikler Devri medreselerinin bir bakıma Osmanlı medrese mimarisine uyarlanışı olarak düşünülmektedir. SOKOLLU MEDRESESİ (Havsa) Sokollu Mehmet Paşa’nın oğlu Kasım Paşa’nın 1576-1577 yılında yaptırdığı Sokollu Külliyesi cami, kervansaray, medrese, imaret, hamam, tekke, köprü ve arastadan meydana gelmiştir. Mimar Sinan yapısı olan bu yapı topluluğunun medresesi günümüze gelememiştir.
-
EDİRNE KALE VE SURLARI EDİRNE KALESİ VE SURLARI (Merkez) Edirne Kaleiçi’nde bulunan Edirne Kalesi’ni Roma İmparatoru Hadrianus (117-138) yaptırmıştır. Bizans İmparatoru I.Iustinianus (527-565) döneminde onarılmış ve bir çok kısmı yeniden yapılmıştır. XIX.yüzyıla kadar çeşitli onarımlar geçiren bu kale 360.000 m2.lik geniş bir alanı kaplıyordu. Kale blok taşlardan oluşmuş dikdörtgen planlı idi. Kalenin her köşesine silindirik, kesme taştan birer kule eklenmiştir. Bugün bu kulelerden bir tanesi ayakta olup, yakın tarihlere kadar saat kulesi olarak kullanılmıştır. Kulelerden diğerleri Osmanlı döneminde hapishane olarak kullanılmıştır. Bu kuleler Kafes Kapı, Germe Kapı Kulesi ve Zindan Altı Kulesi isimleri ile tanınıyordu. Evliya Çelebi saat kulesi olarak kullanılan kuleden Makedon Kulesi olarak söz etmektedir. Ayrıca bu kulelerin arasında on ikişer burcun bulunduğu bilinmektedir. Kalenin 9 giriş kapısı olup, çevresi hendeklerle çevrili idi. Bu kapılara Kule Kapısı, Topkapısı, Yerli Kapı, Kapı Kapısı, Uğrun Kapı, Manyes Kapı, tavuk Kapı, İstanbul Kapısı, Orta Kapısı isimleri verilmişti. Bu plan tipi Roma ordugâhlarının (Castrum) plan düzenine uygun olduğu görülmektedir. Anadolu’ya 1553 yılında gelen Hans Dernschwam, buradaki burçların birisinde tuğladan oldukça iri harflerle yazılmış Grekçe bir yazıt olduğundan söz etmektedir. Aynı hususu Ahmet Badi Efendi de belirtmiş ve tercümesini de ismini taşıyan tarihinde yazmıştır: “Ya Rab! Nusret eyle, hâmi-i din muhibbi İsa olan imparator İoannis” bu kitabede ismi geçen imparatorun Paleologoslar döneminde Bizans imparatorlarından İoannes Paleiologos (1341-1391) veya İoannes VI. Kantakuzenos’a (1347-1354) ait olduğu sanılmaktadır. Bu kitabe 1886’da burcun üzerine önce ahşap, 1894’te de kâgir olarak yapılan saat kulesinin yapımı sırasında ortadan kaybolmuştur. Ahmet Badi Efendi’ye göre; kuzey kenardaki küçük burçlardan dördüncüsünün üzerinde de mermere yazılmış yine Grekçe bir kitabe daha bulunuyordu. Bu kitabe XIX.yüzyılın başlarında yerinden sökülerek Edirne’deki kilisede saklanmış, kilise yıkıldıktan sonra da Edirne Müzesi’ne götürülmüştür. Bu kitabede adı geçen imparator Mikhael Palaiologos’tur (1261-1282). Kitabe: “Romalılara gerçekten şan veren hükümdar Mikhael ki onun sayesinde Konstantinios şehri kurtarıldı. Barbarlara karşı onların hücumları karşısında hiç sarsılmayan kuleli suru yaptırdı”. Burçları birleştiren surlar üzerinde Biyennios ismi yazılı bir de monogram bulunuyordu. Bütün bu kitabeler Bizans döneminde Edirne Kalesi’nin ve surlarının onarıldığını ve önemsendiğini göstermektedir. Evliya Çelebi de bu surlar hakkında bilgi vermektedir: “Beş arşak genişliğindeki büyük şehrin tam ortasında Edrona adlı kral tarafından yaptırılmıştır. Şekli batıya doğru dört köşeden biraz daha uzunca, şeddadi kayadan, sanki Ferhat işidir. Kapı ve duvarı öyle sanatlıdır ki bir sıra tuğla bir sıra traşlanmış taşla yapılmış bir sağlam kaledir. Duvarın temeli 29 zirâdır. Etrafında küçük ve büyük 160 kaf dağına benzer sağlam burçları vardır. Bu kale dört köşe inşa ettirildiğinden her köşesinde birer sağlam ve yüksek kuleleri vardır”. Edirne Kalesi Osmanlı döneminde önemini yitirmiş ve 1866-1870 yıllarından itibaren Vali Hurşit Mehmet Paşa tarafından şehir içerisinde hastane, hükümet binası, kışla ve okul yapılması için taşlarından yararlanılmıştır. Bu nedenle de kale yıkılmıştır. Edirne Belediyesi 2005 yılında ayakta kalan burcun çevresindeki ahşap dükkanları yol açmak nedeni ile yıktırmış, bu yıkım çalışmaları sırasında kalenin blok taşlardan olan temelleri ortaya çıkarılmıştır. Edirne Müzesi’nin burada yaptığı kazı çalışmalarında oldukça büyük ölçüde birbiri üzerine oturtulmuş bloklardan oluşan kalenin 3-3,5 m. yüksekliğe kadar ulaşan burçlar arasındaki sur duvarları ile burç kaideleri ortaya çıkarılmıştır. Bu konudaki çalışmalar sürmektedir. Ayrıca Edirne Sultan Oteli’nin bahçesinde de bu kalenin surlarına ait kesme köfeki taşından bir sur duvarı 5-6 m. yüksekliğe kadar ayakta durmaktadır. ENEZ KALESİ (Enez) Antik Çağda Akropol denilen yüksek bir tepe üzerindeki kalenin tarihçi Prokopios, Balkanlardan gelen barbar akınlarını önlemek amacıyla yapıldığını yazmıştır. Kalenin yapım tarihi kesin olmamakla birlikte, duvarlarındaki devşirme yapı malzemeleri Bizans öncesi yapıldığına işaret etmektedir. MS.VI.yüzyılda Iustinianus’un kaleyi onardığı kaynaklarda geçmektedir. Ana girişi kuzeyde olan kale, doğu-batı doğrultusunda uzanmakta, güneyinde sur duvarı ile birleşmektedir. Denize bakan tarafta iki tane çok köşeli kulesi vardır. Bunlardan sağdaki yıkıldığından günümüze ulaşamamıştır. Batıdan uzanan sur duvarı ise içeriye doğru bir eğim yaparak güneyden gelen duvarla birleşmektedir. Böylece kalenin bu bölümü yarım kubbe biçiminde olup, Meriç Nehri’nden gelecek tehlikelere karşı savunmayı güçlendirmektedir. Kuzey-doğu köşesindeki köşeli kule batı yönünde yine köşeli bir yarım kubbe ile çıkıntı yapmaktadır. XII.yüzyılda onarılan kalenin yapı malzemesini kesme taş, tuğla ve antik mimari parçalar meydana getirmiştir. Kaledeki antik mimari parçalar bugün Enez’in ev ve bahçelerinde görülmektedir. Kalenin içerisinde Enez’in simgesi özelliğini taşıyan Enez Ayasofyası, mozaik döşemeli küçük bir kilise ve bir de şapel olarak kullanılmış bir mağara vardır. Burada bulunan Pan ve dans eden su perilerini tasvir eden bir kabartma Edirne Müzesi’ne götürülmüştür. Kalenin anıtsal giriş kapısı yanındaki duvarda da beyaz mermerden bir Trak süvarisinin tasviri vardır. Ayrıca kale içerisindeki sivri Osmanlı kemeri de yapının Türkler tarafından kullanıldığına işaret etmektedir. Enez Kalesi'nin bulunduğu tepe, yerleşim alanının bir bakıma akropolüdür. Bu bölüm surlarla çevrilmiştir. Giriş kapısı şehre yönelik olup, yuvarlak kemerli oldukça görkemlidir. Kesme taş ve tuğladan yapılan sur duvarlarında yer yer moloz taşlar da kullanılmıştır. Surların giriş kapısının kenarında mermer üzerine Trak süvarilerini gösteren bir kabartma yerleştirilmiştir. Enez'de yapılmakta olan kazılarda şehrin dış noktalarında da sur duvarlarına ait izler ortaya çıkarılmıştır. Bu da gösteriyor ki Enez'in çevresi Bizans döneminde yapılmış surlarla kuşatılmıştır. Kalenin bulunduğu tepe iç kale özelliğini taşımaktadır.