-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
SİLVAN KALESİ Silvan Kalesi, yapım tarihi bilinmemektedir. Ancak Diyarbakır Kalesi kadar eski ve Diyarbakır tarihiyle yaşıt bir geçmişi vardır evliya çelebiye göre Cercis Peygamber emriyle Handik adında bir melik kurmuştur.... Bir Asur kenti olarak kabul edilen silvan'ın tarihte 7 defa yıkılıp yeniden kurulduğu rivayet edilmektedir. Silvan azizler şehri olarak anılmaktadır. M.S. 400'lü yıllarda Şehrin kurucusu olan Mar Maruthas tarafından İran'dan getirilen 40 Hristiyan şehidinin silvan'a gömülmesinden sonra Silvan; Martiropolis (şehitler şehri) adıyla anılmıştır. M.Ö.70'li yıllarda 300.000 nüfusuyla bir imparatorluk başkenti olan silvan , helenistik çağın en büyük başkentlerinden biriydi ve Tigranokerta adıyla anılmaktaydı. Meyafarqin Suru iki katlı olarak yapılmış. Arada geniş bir yol bulunurmuş. Dış sur bugün az çok Diyarbakır Kapısı civarında fark edilebilir Kale, dörtgene yakın bir şekildedir. Doğudan batıya 600, kuzeyden güneye 500 metre,toplam 2200 metre uzunluğunda olup, surlardan 50 burç ve kule vardır. Evliya çelebi şöyle yazıyor: “Bu Kale Şat ile Batman Irmağı arasında olup Beynennehreyni farik olmayla ismine (Kalei Maifarqin)ve bundan ğalat olarak (Miyafarqin)denir. Acemler (beli ince kale )demek olan (Kalai Miyanfark) derler. Eskiden bir şehrin azim ve kalei kadim imiş. İlk Banisi Musul Kalesi içinde medfun Hazreti Cercis ümmetinden (Handik) adındaki Meliktir ki Cercisin talimi üzere bina etmiştir. “ Kaynaklara göre Kalenin dokuz kapısı varmış.Dördü güney, ikisi kuzey, ikisi batı, biride doğu yönündeymiş. Kapılardan bugün ismi bilinenler şunlardır: Meyhane Kapısı, Boşat Kapısı, Kulfa Kapısı, Aşağı Mahalle (deri jer) Kapısı,burcu şah kapısı ve Diyarbakır Kapısı. Kalenin burç ve kapıları üzerinde Eyyubilere, Artuklulara ve Mervani'lere ait çeşitli yazıtlar vardır. Kale en büyük yıkıma Hulagu ordularınca uğratılmış. 532’de Bizans İmparatoru 1.jüstinyen zamanında ise esaslı bir onarım geçirmiştir Silvan Kalesi - Kulfa Kapı Silvan Kalesi Zembilfroş Burcu Silvan Kalesi - Aslanlı Burc Silvan Kalesi - Azizoğlu Konağı Silvan Kalesi - Aşağı Kapı - Deri Jer Silvan Kalesi - Diyarbakır Kapı Silvan Kalesi - Burcuşah Kapısı
-
DİYARBAKIR SUR ve KALELERİ Diyarbakır’ın simgesi niteliğinde olan Diyarbakır surlarının ilk defa MÖ.3.000-4.000 yıllarında Huriler tarafından bugünkü İçkale’nin olduğu yerde yapılmıştır. Bu surlardan günümüze yok denilecek kadar az kalıntı gelebilmiştir. Bugünkü surlar MS.346 yılında İmparator II.Constantinius tarafından yaptırılmıştır. Diyarbakır surları, dünyadaki en uzun surlardan Çin Seddi’nden, Antakya surlarından ve İstanbul surlarından sonra gelmektedir. Ancak bu surların hiç birisi Diyarbakır surları kadar üzerindeki yazıtları, burçları ile bezemeleri yönünden görkemli değildir. Günümüzde bir açık hava müzesi konumunda olan Diyarbakır sur ve kaleleri Roma döneminden sonra bölgeye egemen olan Bizans, Abbasi, Mervan, Selçuklu, Artuklu, İnallı, Nisanlı, Eyyubi, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerinde de önemini korumuş ve yeni eklemeler yapılarak onarılmıştır. Ancak yapılan bütün bu onarım ve korumaya karşılık ana mimari özelliğini kaybetmemiştir. Bununla beraber her dönem kendi özelliğini de buraya yansıtmıştır. Nitekim burçlar üzerinde değişik dillerde yazılmış kitabeler, güneş, yıldız, çift başlı kartal, aslan, kaplan, boğa, at ve akrep gibi kabartma motifler de bunu açıkça göstermektedir. Diyarbakır sur ve kaleleri, Diyarbakır’ın yakınındaki Karacadağ’dan getirilen bazalt bir tabaka üzerine yine bazalt taşlardan yapılmıştır. Bu surların uzunluğu yaklaşık 5.700 m. olup, yükseklikleri 8-12 m. arasında değişmekte, genişliği de 3-4 m.dir. Surlar üzerinde yuvarlak, dörtgen, beşgen, altıgen şekillerinde 82 burç yapılmıştır. Bu surlar Dağ Kapısı (Harput Kapısı), Urfa Kapısı (Rum veya Halep Kapısı), Mardin Kapısı (Tell Kapısı) ve Yeni Kapı (Satt veya Dicle Kapısı) isimli dört ünlü kapısı bulunmaktadır. Bu kapılar daha çok Mezopotamya’nın en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Diyarbakır’a giriş ve çıkışların kontrol altında tutulmasında önemli rol oynamıştır. XIX.yüzyılın başlarına kadar sur kapıları güneşin doğuşu ile açılır, güneşin batışı ile kapanırmış. Kapılar kapanınca kimse ne içeri girebiliyor nede dışarı çıkabiliyormuş. 1853 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gezgin H.Petermann’ın anılarında; güneş battıktan sonra Diyarbakır’a ulaştığı, kapıların kapalı olması nedeniyle sur dışında sabaha kadar beklemek zorunda kaldığını yazmıştır. İki silindirik burcun arasında bulunan Dağ Kapısı’nın (Harput Kapısı) üzerinde Roma İmparatoru Valentininaus’un Latince, Bizans İmparatoru II.Teodosius’un Grekçe kitabelerinin yanı sıra Abbasi ve Mervani dönemlerine ait onarım kitabeleri yer almaktadır.Bu kapı iki katlı olup, alt katta Mervani döneminde yapılan bir mescit bulunmaktadır. Günümüzde Devlet Güzel Sanatlar Galerisi olarak kullanılmaktadır. Mardin Kapısı (Tell Kapısı) Halife Murtezid Billah’ın Diyarbakır’ı ele geçirmesinden sonra burasının asilerin barınağı olarak kullanılmasını önlemek amacı ile surların güney tarafını yıktırmıştır. Bu bölümde bulunan kapı üzerindeki kitabeye göre; 909-910 tarihlerinde Halife Muktedir Billah ve veziri Ali bin Muhammed’in yardımlarıyla, Cerceralı İshak oğlu Yahya’nın idaresinde Cemil oğlu Diyarbakırlı mühendis Ahmet tarafından onarılmıştır. Surların doğusundaki Yeni Kapı (Dicle Kapısı) 1240-1241 tarihlerinde Bizans döneminde yapılmış, basık kemerli tek girişli bir kapıdır. Surların batısında bulunan Urfa Kapısı (Rum Kapısı) üç girişli olup, V.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kapı üzerindeki bir kitabeden Artuklu döneminde Sultan Mehmet tarafından onarıldığı ve üzerinde insan ve hayvan figürlerinin bulunduğu demir kapı kanatlarının buraya eklendiği öğrenilmiştir. Bu kapı diğerlerinden daha farklı ve büyük olup, ortadaki kapı Osmanlı döneminde Saltanat veya Hümayun Kapısı olarak tanınmıştır. Osmanlı padişahları bu kapıdan sefere çıkar ve dönüşlerine kadar da kapının taşla örüldüğü söylenmektedir. Yedi Kardeş, Evli Beden, Nur, Keçi, Kral Kızı ve Akrep burçları en ünlü kale burçlarıdır. Bu burçların üzerinde çeşitli kabartmalar, hayvan figürleri ve kitabeler başta olmak üzere çeşitli bezemeler bulunmaktadır. Roma ve Bizans dönemine ait yazıt ve figürler daha çok Dağ Kapı’da, Abbasi dönemine ait yazıtlar Dağ Kapı ile Mardin Kapı’da bulunmaktadır. Abbasi dönemine ait kitabelerden birisinde Anadolu’nun bilinen ilk mühendislerinden söz edilmektedir: “Allah adıyla başlarım. Müslümanların emiri imam Cafer el-Muktedir Billah’ın emriyle Cercera’lı İshak oğlu Yahya’nın yönetiminde ve mühendis Cemil oğlu Amid’li Amhed’in gözetiminde yapıldı.” Diyarbakır Mervaniler döneminde büyük bir onarım faaliyetine sahne olmuştur. Surların pek çok yerinde de Mervanilerin kitabelerine rastlanmaktadır. Bugün sanat galerisi olarak kullanılan Mervanilerin yapmış olduğu mescit’te şunlar yazılıdır: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allaha ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve Allah’tan başkasından kokmayanlar doldurur.” Büyük Selçuklular Dönemi’nden günümüze gelebilen kitabeler daha çok Nur Burcu’nda görülmektedir. Artuklu kitabeleri daha çok Yedi Kardeş, Evli Beden, Urfa Kapı ve İçkale’de görülmektedir. Bu kitabelerin birinde de şöyle denilmektedir: “Yapılmasını efendimiz, bilgin, adil ve mücahid kral, muzaffer ve güçlü insan, dinin ve dünyanın yardımcısı, İslam’ın ve Müslümanların sultanı Sultan Melik Salih emretmiştir.” Diyarbakır Surları Eyyübiler döneminde büyük bir onarım görmüştür. Bugün “Hindibaba Kapısı” ile “Dağ Kapı” arasında kalan burç ve bedenlerde Eyyübi’lere ait kitabelere rastlanmaktadır. Bunlardan birisinde; “Eyyüpoğlu Ebubekir’in yükseklikler sahibi Sultan Melik Kamiloğlu, Müslümanların ve İslamın Padişahı, din ve dünyanın yıldızı Ebu’l-fet Eyüp Melik Salih Sultan Efendimiz aziz olsun.” Yazılıdır. Diyarbakır surlarını daha da gösterişli ve görkemli yapan figürlerin büyük bir kısmı Selçuklu ve Artuklu dönemlerine aittir. Bu figürlerin çoğunda Şamanizm’in etkisi görülmekte olup, Orta Asya sanatı ile İslam sanatı burada bir karışım halindedir. Sur duvarları arasında bulunan 82 burçtan çoğu yuvarlaktır. Bazıları da 6 veya 4 köşelidir. Şehrin Dicle vadisine bakan ve savunması daha kolay olan cephelerindeki burçlar daha çok 4 köşeli ve seyrektir. Dağ Kapı isle Urfa Kapısı arasında kalan ve saldırıya açık olan bölgedeki burçlar daha sık ve yuvarlaktır. Ayrıca bunlar takviye duvarları ile daha da sağlamlaştırılmış olup, Artuklu döneminde buraya eklenen burçlar büyüklük ve taş bezeme yönü ile de diğerlerinden ayrılmaktadır. Burçlar genellikle iki katlı, bazıları da üç veya dört katlıdır. Bunların alt katları depo ve ambar olarak, üst katları da savunma amaçlı kullanılmıştır. Evlibeden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu surların güneyinde yer almakta olup, 1208 yılında Artuklu hükümdarı Melik Salih adına Mimar Caferoğlu İbrahim tarafından yapılmıştır. Silindirik yapısı, onu çevreleyen kitabesi, çift başlı kartal, kanatlı aslan kabartmalarıyla oldukça görkemli olan Ulu Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu plan ve bezeme yönünden birbirine benzemektedirler. Bu burçlarla ilgili bir de efsane vardır: Bu efsaneye göre devrin hükümdarı bir yarışma düzenlemiş ve bu burçların bulunduğu yerde planlarını da kendisinin çizdiği, çok sağlam ve çok yüksek iki ayrı burç yapılmasını istemiştir. Diyarbakır’da bu işi başarabilecek iki kişi varmış. Bunlardan biri usta, diğeri de onun kalfası imiş. Ustanın dileği ustalığını bir kez daha göstermek; kalfanınki ise ustasını geçmekmiş. Usta Yedi Kardeş’ler Burcu’nu, kalfa da Evli Beden Burcu’nu yapmıştır. Burçların yapımı tamamlanınca hükümdar kalfanın burcunu daha çok beğenmiş, buna çok üzülen usta da kendini burçlardan aşağıya atmıştır. Diğer bir efsaneye göre ise, düşmanlar Diyarbakır’ı kuşatmış, günler süren çatışmalardan sonra yedi kardeşin savunduğu burç dışında tüm kent düşmüştür. Kenti kuşatan kral anlaşmak için kardeşlere bir elçi yollamıştır. Yedi kardeş elçiye teslim olma koşullarını şöyle iletmişlerdir; Burcu teslim almaya kral ve komutanlar gelecek ve teslim olduklarında yedi kardeşin canları bağışlanacaktır. Kral kardeşlerin koşullarını kabul etmiş ve komutanlarıyla birlikte burca girmiştir. Ancak onlar içeri girer girmez yedi kardeş barut deposunu havaya uçurmuşlardır. Patlamayla birlikte kral, komutanları ve yedi kardeş ölmüş, şehir de kurtulmuştur. Mardin Kapısı’nın doğusunda, yontulmuş kaya kütlesinin üzerinde yer alan Keçi Burcu surların en eski ve en büyük burcudur. Yapım tarihi tam olarak bilinmeyen bu burcun üzerinde, 1223 yılında Mervanoğlu tarafından onarıldığını belirten bir kitabe bulunmaktadır. On bir kemerli bu burcun bir dönem mabet olarak kullanıldığı sanılmaktadır. Yedi Kardeş Burcu’na bitişik olan Nur Burcu Selçuklu döneminin en güzel eserlerinden biridir. Bu burç, 1268 yılında Selçuklu Hükümdarı Melik Şah tarafından yaptırılmıştır. Duvarlarında kabartma halinde koşan at, aslan, geyik ve kadın figürleri işlenmiştir. Ayrıca burada İslam ikonografisinde ender görülen “çıplak kadın” kabartmasının işlenmiş oluşu dikkat çekicidir. Diyarbakır surları birçok kuşatmalarda, istilalarda tarih boyunca önemli rol oynamıştır. 1930’lu yıllarda Diyarbakır’ın hava alabilmesi için bu surların yıkılması yönünde bir görüş ortaya atılmış ve şehir valisi bu surları birkaç yerden yıkmaya çalışmışsa da 1932 yılında buraya gelen Prof.Dr.Albert Gabriel ve şehir aydınlarının çabaları sonucunda bu yıkım engellenmiştir. XX.yüzyılın ikinci yarısından sonra Diyarbakır nüfusunun sur içerisinden dışarıya taşması ile Diyarbakır’ın tarihi ve mimari dokusu yozlaşırken bundan en çok da surlar ile sur içerisindeki evler ve sokaklar etkilenmiştir. Özellikle surların Mardin Kapısı ile Urfa Kapısı arasında kalan dış bölümleri, Mardin Kapısı ile İçkale arasındaki bölümler tahribata uğramış ve bu bölgeler gecekondu yapılanması ile karşı karşıya kalmıştır. Günümüzde Diyarbakır Valiliği, Büyükşehir Belediyesi ve Çekül Vakfı’nın imzaladığı bir protokol ile “koruma projesi” hazırlanmıştır. Diyarbakır Kalesi - Ulubeden Burcu Diyarbakır Kalesi - Yedi Kardeş Burcu Mervani eseri - Keçi Burcu Artuk eseri - Evli beden Burcu Diyarbakır Kalesi - Mardin Kapı Diyarbakır Surları - İç taraftan Diyarbakır Kalesi - Ulubeden Parkı www.diyarbakirresimleri.com/mynet_resimlerim/diyarbakir_kalesi3-fot.nejat_satici.jpg
-
CAMİLER Ömer Şeddad Camisi (Merkez) Diyarbakır Mardin Kapısı’nın iki girişi kapatılarak cami haline getirilmiştir. Halk arasında Hz.Ömer Camisi olarak tanınan bu caminin kitabesinde, Mescid-i Şeddad ismine rastlanmış oluşundan ötürü de camiye Ömer Şeddad ismi verilmiştir. Caminin kitabesinden İnaloğulları zamanında, 1150-1151 yılında yapıldığı sanılmaktadır. Mimarı ise belli değildir. Büyük olasılıkla İnaloğulları zamanındaki yapıların mimarı olan Hibetullah el Gürgani’nin bu camiyi de düzenlediği sanılmaktadır. Mardin Kapısı’nın girişlerinin camiye çevrilmesi ile oluşturulan yapıya üç kapıdan girilmektedir. Buradaki dört ayağın yanlarından iki tanesi yarım sütun şeklinde dışarıya yerleştirilmiştir. Kendine özgü bir mimari göstermeyen caminin giriş kapısı üstündeki geniş kemeri arasına kitabeler yerleştirilmiş, onların üzerine de iki sivri kemerli pencere açılmıştır. Bu caminin plan düzeni ince uzun dikdörtgen şeklinde olup, Osmanlı mimarisindeki herhangi bir cami tipi içerisine de girmemektedir. Şeyh Mutahhar (Şeyh Matar) Camisi (Merkez) Diyarbakır’da Hasan Hanı’nın yanındaki dar bir sokak içerisinde bulunan Şeyh Mutahhar Camisi, halk arasında Şeyh Matar Camisi olarak da tanınmaktadır. Minaresi üzerindeki kitabesinden Akkoyunlu Sultanı Sultan Kasım tarafından 1500 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Bu yüzden de bu camiye Kasım Padişah Camisi de denilmektedir. Cami Şeyh Mutahhar’ın arsası üzerinde yapıldığından Onun ismi ile anılmıştır. Caminin mimarı belli değildir. Günümüze iyi bir durumda gelebilen cami, bir sıra beyaz, bir sıra da siyah taştan yapılmıştır. Güneydoğu Anadolu’nun kendine özgün bir özelliği olan taş mimari burada da görülmektedir. Kare planlı tek kubbeli bir camidir. Ön kısmında iki köşeli paye ve iki sütundan oluşan üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekanının üzerini örten kubbe trompludur. Caminin doğu ve batı duvarında üçer penceresi vardır. Mihrap duvarında pencere bulunmamaktadır. Mihrabın iki yanında bulunan üzerleri pencere kemeri gibi duran bölümler gerçekte birer geçittir. Bu geçitlerden çıkan merdivenler üst kattaki küçük birer mahfile çıkışı sağlamaktadır. Mahfiller caminin içerisine yuvarlak kemerle açılmakta ve böylece içeride hareketli bir görünüm sağlanmıştır. Bu mahfillerin önemli bir fonksiyonu olmayıp, büyük olasılıkla mimar burada değişiklik aramıştır. Caminin mihrap ve minberi oldukça sadedir. Caminin en önemli yeri minaresi olup, bu tür minareye Diyarbakır ve çevresinde rastlanmamaktadır. Minare dört kalın ve sade sütun üzerine oturtulmuştur. Gövde siyah beyaz taşlardan yapılmıştır. Minare üzerinde kitabesi vardır. Minare gövdesi kare olup, üzerinde bir balkon ve petek bulunmaktadır. Büyük olasılıkla bu minare sonraki dönemde camiye eklenmiştir. Hüsrev Paşa Camisi (Merkez) Diyarbakır Mardin Kapısı yakınındaki bu camiyi Diyarbakır’ın Osmanlı yönetimindeki ikinci valisi olan Hüsrev Paşa 1521-1528 yıllarında medrese olarak yaptırmış, daha sonra derhane kısmındaki mescit cami olarak kullanılmaya başlamıştır. 1728 yılında da yanına bir minare eklenmiştir. Mimarı belli değildir. Kuzeydeki medresenin portalinden avluya girilmektedir. Yapının bütünü bir sıra siyah, bir sıra beyaz taştan yapılmıştır. Orta avlunun etrafını on ayağın çevirdiği sivri kemerli revaklar ve bunların arkasında da medrese odaları yer almaktadır. Girişin tam karşısına gelen camiye geniş kemerli bir kapıdan girilmektedir. Aynı zamanda medresenin dershane görevini üstlenmiş olan bu cami erken Osmanlı mimarisinde görülen ters T veya zaviyeli plandadır. Caminin girişinde sekizgen bir kasnağa oturan bir kubbe üst örtüyü oluşturmuştur. Bu kubbenin iki yanı beşik tonozlarla desteklenmiştir. Güneyde mihrabın bulunduğu kısım dışa çıkıntılı olup, üzeri yarım bir kubbe ile örtülmüştür. Caminin içerisindeki çiniler onarım sırasında başka bir yapıdan buraya getirilmiştir. 1728 yılında eklenen minare siyah taştan olup, bunların arasında beyaz şeritler bulunmaktadır. İskender Paşa Camisi (Merkez) Diyarbakır’da İskender paşa Mahallesi’nde bulunan bu camiyi Diyarbakır’da 14 yıl valilik yapan İskender Paşa 1551 yılında yaptırmıştır. Bazı yazmalarda bu caminin Mimar Sinan eseri olduğuna dair bilgiler bulunuyorsa da Mimar Sinan’ın eserlerini derleyen Tuhfetûl Mimarin’de ismi geçmemektedir. Osmanlı mimarisinde belirli bir plan tipinin uygulandığı bu caminin önünde şadırvanı, doğusunda da türbesi bulunmaktadır. Son cemaat yeri dört sütun ve köşelerdeki L şeklinde ayakların taşıdığı beş bölümden meydana gelmiştir. Sivri kemerlerle birbirine bağlanmış olan sütunların başlıkları oldukça sadedir. Kare planlı, 14,76 x 14,76 m. ölçüsündeki ibadet mekanının üzeri merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Buradaki tromplar da çok aşağıdan başlamakta ve ortası bir çizgi ile ikiye ayrılmaktadır. Trompların arası da birer kemerle birbirlerine bağlanmıştır. Bu tromplara dayanan kubbe dışarıdan onaltıgen bir kasnağa oturmaktadır. Mihrap taştan olup mukarnaslıdır. Osmanlı mihraplarının bir benzeridir. Minber orijinalliğinden uzaklaşmış ahşap bir eserdir. İskender Paşa Camisi Erken Osmanlı devri mimarisinin özelliklerini taşımasına rağmen, bir bakıma da Diyarbakır camilerinin etkisinde kalarak yapılmıştır. Caminin sol tarafına silindirik gövdeli, tek şerefeli taş minare eklenmiştir. Nasuh Paşa Camisi (Merkez) Diyarbakır İçkale’nin dışında, Fatih Paşa Camisi’ne giden yol üzerindedir. Diyarbakır’da Nasuh Paşa’nın valilik yaptığı 1606-1611 yıllarında yapılmıştır. Yapının mimarı bilinmemektedir. Kesme siyah taştan yapılan bu yapı çeşitli dönemlerde yapılan onarımlarla özelliğinden uzaklaşmıştır. Günümüzde içerisine doğu kısmındaki bir kapıdan girilmektedir. Bu kapının mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Girişten hemen sonra bir avluya geçilmekte olup, burada üzeri düz çatı ile örtülü küçük bir açık hava namaz kılma yeri vardır. Avlunun güneydoğu köşesinde de kesme siyah taştan, kare kaideli, silindirik gövdeli minare bulunmaktadır. Minarenin üst kısmı 1819 yılındaki ayaklanma sırasında top mermisi ile yıkılmıştır. Bu nedenle de halk bu minareye Güdük Minare (Kot Minare) ismini yakıştırmıştır. Avlunun batısındaki bir kapıdan caminin ibadet mekanına girilmektedir. Kareye yakın dikdörtgen planlı ve haififçe çarpık olan bu mekan dört sütunla bölümlere ayrılmıştır. Dört sütunun ortasında pandantifli bir kubbe köşelerde de çapraz tonozlu bölümler bulunmaktadır. Caminin güneydoğusunda bulunan mihrap hafif doğuya doğru kaymıştır ve bezemesizdir. Ulu Cami (Hani) Diyarbakır Hani ilçesi’nde Belediye ve Kaymakamlık binalarının bulunduğu yerdedir. Ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Mimari üslubundan XIII.-XIV.yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Üzerindeki yazıtlarından 1657 ve 1682 yıllarında onarıldığı anlaşılmaktadır. Dikdörtgen planlı cami iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Bu yüzden eğimli bir alanda bulunan güney tarafına dükkanlar eklenmiştir. Caminin girişi batı cephesindedir. İbadet mekanı üç neflidir. Caminin önünde mermer sütunlar yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanarak bir avlu meydana getirmiştir.Avlunun çevresindeki revaklar içten tonoz, üstten de çatı ile örtülmüştür. Caminin yanında Diyarbakır yöresine özgü bir minare yerleştirilmiştir. kesme taştan olan minare, dikdörtgen planlı olup, üzerinde herhangi bir bezemeye yer verilmemiştir. Dikdörtgen minarenin bitiminde bir balkon ve bunun üzerinde de şerefe ve yuvarlak petek kısmı yerleştirilmiştir. Konik bir külahla da üzeri örtülmüştür. Şeyh Caferi Tayyar Mescidi (Hani) Diyarbakır, hani ilçesindeki Şeyh Caferi Tayyar Mescidinin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Cami dikdörtgen planlı olup, üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Mescidin en ilginç yönü Diyarbakır yöresine özgü minare tipinin burada da tekrarlanmasıdır. Kesme taştan dikdörtgen minare bir balkonla şerefede son bulmaktadır. Bunun üzerine yuvarlak petek kısmı ve külah yerleştirilmiştir. Mescidin yanında Şeyh Caferi Tayyar'ın türbesi bulunmaktadır. Türbe kesme taştan yapılmış, dikdörtgen planlıdır. üzeri çatı ile örtülüdür. Türbenin içerisinde sanduka ve sandukanın başında da h.372 (982) tarihli bir sancak bulunmaktadır. Mescit ve türbe Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1982 yılında onarılmıştır. Ulu Cami (Hazro) Diyarbakır Hazro ilçesinde, ilçeye egemen bir tepe üzerinde kurulmuştur. Kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Onarım ve eklemelerle özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Bazı kaynaklarda XIII.yüzyılda Eyyubiler döneminde yapıldığı belirtilmektedir. Bazı kaynaklarda da Osmanlı mimarisine benzerliğinden ötürü XVI.XVII.yüzyıllarda yapıldığı belirtilmektedir. Dikdörtgen planlı bir yapı olup, kesme taştandır. Giriş kapısı ve mihrap nişi mukarnas ve geometrik bezemelerle görkemli bir konuma getirilmiştir. Ön cephesi iki katlı olup sivri kemerli alternatif taş döşeli görünümü ile dikkati çekmektedir. Ulu Cami (Selahattin Eyyubi Camisi-Meyya Farkin Camisi) (Silvan) Diyarbakır Silvan ilçesinde bulunan bu caminin Artukoğullarından önce, 1031’de küçük bir cami olarak yapıldığı sanılmaktadır. Artukoğullarından Necmeddin Alpi döneminde,1157’de onarılmış ve genişletilmiştir. Sonraki yıllarda Ebu’l Muzaffer Şehabeddin Gazi döneminde yeniden elden geçirilmiştir. Bu cami ile Artuklu mimarisinin üslubu ilk belirgin şeklini almıştır. Caminin ibadet mekanı dikdörtgen planlı olup, içerisi mihraba paralel 18 paye ile dört sahna ayrılmıştır. Mihrap önüne rastlayan bölüm altı büyük, iki küçük payenin yardımı ile tromplu olarak 13.50 m. çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbenin bir bölümü de mihrap önündeki duvara dayanmaktadır. Burada Gaznelilerin Leşker-i Bazar Ulu Camisi’nde ortaya koydukları mihrap önü kubbesi Melik Şah’ın yapmış olduğu yapılardaki düşüncesi ile birleştirilmiştir. Bu tür mihrap önü kubbelerinin Anadolu’da bulunan ilk örneklerindendir. Kubbe eteğinde Necmeddin Alpi’nin bir kitabesi yer almaktadır. Ulu Cami Artuklu taş işçiliğini yansıtan bezemeleri ile dikkati çekmektedir. Karabehlül Bey Camisi (Silvan) Diyarbakır Silvan ilçesinde bulunan bu cami XVI.yüzyılda, Diyarbakır Valisi İskender Paşa’nın mahiyetinde bulunan Silvan’lı Şeyh Ahmetzade Elvend Bey’in oğlu, Sancak Beyi Kara Behlül tarafından yaptırılmıştır. Gri renkte kesme taştan yapılan bu cami kare planlı olup, üzeri sekizgen bir kasnağa oturan tek kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin üzeri dıştan pramidal şekle sokulmuştur. Son cemaat yeri altı ahşap sütuna dayanan altı bölüme ayrılmış ve üzeri de ahşap bir çatı ile kapatılmıştır. Kale Camisi (Merkez) Hz.Süleyman ve Nasıriye Camisi isimleri ile de tanınan bu cami İç Kale’de surlara bitişiktir. Caminin minaresi üzerinde bulunan kitabesini okuyanlar değişik tarihler ileri sürmüşlerdir. J.Sauvaget 1160 tarihi üzerinde durmuş, Diyarbakır camilerini inceleyen Prof.Dr.Metin Sözen de bu tarihi kabul etmiştir. Kitabelerden anlaşıldığına göre bu camiyi Nisanoğulları’ndan Ebu’l-Kasım Ali yaptırmıştır. Mimarı da Hibetullah el Gürgani’dir. Kale Camisi çeşitli dönemlerde onarılmıştır. Bu yüzden de bazı yerlerinde değişiklikler meydana gelmiştir. Yapının hemen hemen tamamında kesme taş kullanılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanındaki, genişletilmeden önceki durumunda cami İçkale surlarının iki burcuna dayanmakta idi. Ayrıca bulunduğu arazi eğimli olduğundan da yapı kademeli bir plan şekli göstermektedir. Caminin iki girişi bulunmaktadır. Bunların biri batıda, diğeri de güneydedir. İbadet mekanına kale burcuna bitişik basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Bu girişin üzerine ikinci bir kat yapılmıştır. Kuzey tarafında kubbeli bir bölüm ve bir de şadırvan yerleştirilmiştir. Cami kısmı beşik tonozla örtülü olup, üzerinde iki sütuna dayanan bir mahfili vardır. İbadet mekanı enine üç bölüme ayrılmıştır. Girişteki ilk iki bölüm birbirine eşit olduğu halde, mahvelli kısım onlardan ayrılarak enine beşik tonozla örtülmüştür. Buradaki bölümlerin ikisi duvara, ikisi de ayrı olan dört ayağa dayalı temellerle ayrılmıştır. İç mekanda önemli bir süsleme elemanına rastlanmamaktadır. Caminin XII.yüzyılda yapıldığı sanılan minaresi, Diyarbakır ve çevresindeki pek çok örnekte olduğu gibi kare biçimindedir. Minare üzerindeki yer yer silmeler ile yeknesak görüntüsü önlenmeye çalışılmıştır. Şerefeden sonra ince bir petek bölümü ve sivri külahlı üst örtüsü onu tamamlamaktadır. Caminin bitişiğinde Halid Bin Velid’in oğlu Süleyman ile Diyarbakır’ın Araplar tarafından alınması sırasında şehit düşen sahabelerin burada gömülü olduğuna inanılmış ve bu da caminin kutsallığını arttırmıştır. Ziyaret yeri olarak daha da önem kazanan bu camiye her dönemde yeni eklemeler yapılmıştır. Hoca Ahmet Camisi (Ayni Minare Camisi) (Merkez) Diyarbakır’ın güneyinde Mardin Kapısı yakınında bulunan bu caminin kitabesi bulunmamaktadır. Ancak, 1489 tarihli vakfiyesinden Hoca Ahmet tarafından yaptırıldığı öğrenilmektedir. Akkoyunlu dönemi eseri olan bu caminin mimarı belli değildir. Avlu içerisinde olan caminin minaresi camiden oldukça mesafelidir. Bu avlunun güneyinde, iki sütun ve duvar uzantılarından oluşan dört bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yerinin birinci ve üçüncü bölümleri kubbe ile, diğerleri de zamanla tahrip olduğundan düz çatı ile örtülmüştür. Son cemaat yerinin onarımında düzensizlikler yapılmış ve burası özelliğini yitirmiştir. Caminin ibadet mekanı Osmanlı erken dönem mimarisinde sık sık görülen ters T veya zaviyeli cami tiplerini andırmaktadır. İç mekan ince uzun dikdörtgen şeklinde olup, ortası çapraz, yanları da beşik tonozla örtülmüştür. Mihrap çıkıntısı çapraz tonozludur. Ve bu bölüm dışarıya doğru köşeli yarım yuvarlak olarak uzanmıştır. İç mekanda bezeme görülmemektedir. Minaresi tuğladan olup, sekizgen köşelidir. Lala Bey (Lala Kasım) Camisi (Merkez) Diyarbakır’ın güneybatısında, Lala Bey Mahallesi’nde, Lala Bey ile Dörtler Sokağı’nın kesiştiği yerdedir. Halkın kısaca Lale Bey ismini yakıştırdığı bu caminin kitabesi bulunmamaktadır. Mimari yapısına dayanılarak XV.-XVI.yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır. Camiyi Eğil beylerinden lala Kasım Bey’in yaptırdığı söylenmektedir. Mimarı belli değildir. Küçük tek kubbeli bir cami olup, kesme taştan yapılmıştır. Değişik dönemlerde yapılan onarımlarla özelliğini kaybetmiş, ancak son cemaat yeri ile minaresi orijinalliğini korumaktadır. Son cemaat yeri iki sütun yanındaki minare ve kare bir türbe ile sınırlanmış, üzeri üç kubbeyle örtülmüştür. Son cemaat yerinin solunda bulunan kapıdan içerisine girilen beşik tonozlu türbenin kime ait olduğu bilinmemektedir. Caminin ibadet mekanı kare planlı olup, üzeri çatı ile örtülüdür. Köşelerde görülen tromp izlerinden bu caminin ilk yapımında kubbeli olduğu anlaşılmaktadır. Mihrap ve içerisi değiştirilmiş ve özelliğini tümü ile yitirmiştir. Son cemaat yerinin sağında bulunan minare kalın ve kütlevi bir yapıdır. Kesme taştan tek şerefeli olarak yapılmıştır. Bezeme olarak yalnızca pabuç kısmında kare bir çerçeve içerisine alınmış kufi yazı frizleri bulunmaktadır. Bunun yanı sıra pabuçla gövdenin birleştiği yerde geometrik bir silme görülmektedir. Şeyh Yusuf Camisi (Merkez) Diyarbakır Alican Mahallesi’nde Dabbakhane civarında bulunan şeyh Yusuf Camisi’nin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Cami avlusunda Şeyh Yusuf Hemedani’nin olduğu söylenen bir türbeden ötürü de camiye Onun ismi verilmiştir. Ancak bunu kanıtlayacak kesin bir bilgiye de rastlanmamıştır. Caminin mimari üslubu XVI.yüzyılda yapıldığına işaret etmektedir. Cami siyah kesme taştan yapılmış, oldukça küçük bir yapıdır. Plan olarak tam bir düzen göstermemektedir. Caminin doğu ve batısından geçen sokaklardan ötürü ibadet mekanı ile son cemaat yerinin dikdörtgen hatları bozulmuş, mihrap tarafı girişe göre daralmıştır. Son cemaat yerinden sade bir sütuna dayalı iki geniş kemer bulunmaktadır. Bu kemerler caminin yan duvarlarından dışarıya taşan ayaklara bağlanmıştır. Ana mekan mihraba dik iki sütun ile üç sahna ayrılmıştır. Geniş sivri kemerlerle birbirine bağlanan sütunlar ibadet mekanının üzerini örten düz tavanı desteklemektedir. Mihrap dışarıya doğru dikdörtgen şekilde taşkındır. Bunun iki tarafında dikdörtgen üç küçük pencere bulunmaktadır. Mihrap ve minberi herhangi bir özellik taşımamaktadır. Hadım Ali Paşa Camisi (Merkez) Diyarbakır Mardin kapısı ile Urfa Kapısı arasında, Ali Paşa Mahallesi’nde surlara yakın bir yerdedir. Camiyi Diyarbakır valilerinden Hadım Ali Paşa 1534-1537 yıllarında yaptırmıştır. Tuhfetül-Mi’marin’de Mimar Sinan’ın eseri olarak ismi geçmektedir. Ali paşa Camisinin doğusunda Şafiilere ait bir cami, batısında medresesi, kuzeyinde de zikir yeri denilen dikdörtgen bir yapı ve hamam bulunmaktadır. Kesme taştan tek kubbeli olarak yapılan bu caminin son cemaat yeri ve kubbe kasnağında yatay şekilde siyah beyaz taş dizilerinden meydana gelmiş bir bezeme vardır. Onarımlarda bu bölümler bozulmamıştır. Son cemaat yeri dört paye ve iki duvar uzantısı ile kubbeli beş bölüme ayrılmıştır. Sütunlar birbirlerine hafif sivri kemerlerle bağlanmıştır. Burada göze çarpan bir özellik de sütunların yanlarda olanların yüksek kaideler üzerinde oturmasına karşılık diğerleri doğrudan doğruya zemine oturmuştur. Bunun da nedeni, bu sütunların başka bir yapıdan alınarak burada uygulanmasıdır. Son cemaat yerinin ortasındaki bir kapıdan ibadet mekanına geçilmektedir. Girişin iki yanında sağır kemerlerin altında birer pencere vardır. İbadet mekanında kubbeye geçiş zeminden başlıyormuş gibi dikkati çeken tromplardır. Böylece aşağıdan başlayan tromp kemerlerinin ayakları zemine bağlanmaktadır. Bu durum yapının basık görünmesine de yol açmaktadır. Kubbe dışarıdan sekizgen, yüksek bir kasnak üzerine oturmuş ve piramidal bir çatı ile de gizlenmiştir. Caminin mihrap ve minberi Klasik Osmanlı devri yapılarına uygundur. İçerisi klasik Osmanlı çinileri ile kaplanmış olmasına rağmen bunlar daha çok yerel atölyelerden alınmıştır. Minaresi yapının dışında kuzeydoğuya yerleştirilmiştir. Silindirik gövdeli ve tek şerefelidir. Üzerinde bezemeye rastlanmamaktadır. Defterdar Camisi (Merkez) Diyarbakır Defterdar Mahallesi’nde, Defterdar Ahmet Paşa tarafından 1594 yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Cami siyah kesme taştan fevkani olarak yapılmıştır. Orijinal şekli ile günümüze ulaşamayan cami, çeşitli dönemlerde bir çok onarım geçirmiştir. Güney kısmına 1832 yılında Ragıbiyye Medresesi yapılmıştır. Caminin alt kısmında iki beşik tonozlu bölüm bulunmaktadır. Bunlardan biri Camiyi boydan boya kesmekte ve alttan diğer sokağa geçit vermektedir. Beşik tonozlu diğer mekan ise dükkan olarak kullanılmaktadır. Cami fevkani bir yapı olduğundan, kuzey cephesindeki merdivenlerle çıkılmaktadır. Giriş kapısının herhangi bir özelliği bulunmamaktadır. İbadet mekanındaki iki sütun iki duvar ayağının arasını birleştiren üç kemerle yapı üçe bölünmüştür. Bunların üzerini düz bir çatı örtmektedir. Minber ve mihrap oldukça sadedir. Arap Şeyh Camisi (Merkez) Diyarbakır’ın doğusunda Yeni Kapı yakınında bulunan Arap şeyh Camisi’ni Diyarbakır’da valilik yapmış olan Kara Mustafa Paşa 1644’te yaptırmıştır. Mimarı belli değildir. Cami dış görünüşü ile bir özellik taşımamaktadır. Küçük bir avlu içerisinde şadırvanı vardır. Halk arasındaki söylentiye göre bu şadırvan daha önce bir türbe olup, sonradan şadırvana dönüştürülmüştür. Caminin son cemaat yeri duvar uzantıları arasındaki iki paye ile üç bölüme ayrılmıştır. Bu sütunlar doğrudan doğruya zemine oturmuş kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Giriş kapısının iki yanında birer pencere bulunmaktadır. Caminin ibadet mekanı ortadaki iki payenin yardımı ile altı bölüme ayrılmış ve her birinin üzeri de ayrı birer kubbe ile örtülmüştür. Böylece Osmanlı mimarisindeki ulu cami plan tipine benzetilmiştir. İç mekanda bezeme olarak dikkat çeken bir özellik bulunmamaktadır. Caminin batı tarafındaki beşik tonozlu dikdörtgen mekanın buraya sonradan eklendiği sanılmaktadır. Ulu Cami (Çermik) Diyarbakır Çermik ilçesi, Kale Mahallesi’ndeki, Ulu Cami’nin mihrabının karşısına gelen orta kemerinin üzerinde üzerinde 38.00x25.00 ölçüsündeki iki satırlık kûfi yazılı kitabesine göre 1148 yılında yapılmıştır. Kitabede Fahrettin Kara Arslan’ın da ismi olduğundan caminin Hasankeyf Artuklularından Fahrettin Kara Arslan (1108-1148) zamanında yapıldığı anlaşılmaktadır. Caminin giriş kapısının sol tarafındaki kemerden doğu duvarı arasında iki satırlık nesih yazılı 110x46.00 cm. ölçüsünde bir onarım kitabesi bulunmaktadır: “Cüddede İmaret’ül-Mescid El Halid bi Ebubekr Ali bin El-hac Ömer bin Mahmut. Fi seneti Erbaa.” Dikdörtgen planlı caminin batıya açılan cephesinde geometrik oymalar bulunmaktadır. Caminin mihrap ve minaresi Artuklu mimarisine uygun olarak yapılmıştır. Anadolu Selçuklularından III.Alaaddin’in (1297-1302) camiyi onardığı sırada minaresini de onarmıştır. Bu minarenin kaidesinde Selçuklu özelliği taşıyan kabartma motifler ve yazılar bulunmaktadır. Ulu Cami’ye bundan ötürü de halk arasında Sultan Alaaddin Camisi de denilmektedir. Ulu Cami’nin doğusuna Çermik Sancak beyi Şah Ali Bey 1517’de dikdörtgen planlı ve kubbeli bir yapı eklemiştir.Güney, doğu ve kuzey yönlerinde ikişer penceresi olan ve eski cami ile birleştirilen bu yapının da bir cami olduğu anlaşılmıştır. Bu yapı da Ulu Cami gibi siyah ve beyaz taşlardan yapılmıştır. Kurt İsmail Paşa Camisi (Merkez) Diyarbakır surları dışında, Harput yolu üzerinde, Seyrantepe semtinde bulunan bu camiyi Kurt İsmail Paşa kardeşi Meded Bey adına 1869-1875 yılında yaptırmıştır. Bu caminin de mimarı bilinmemektedir. Kurt İsmail Paşa Camisi plan düzeni olarak Diyarbakır camilerinden ayrılmaktadır. Osmanlı son devir mimarisini andıran bu yapının ibadet mekanı sekizgen planlı olup, çevresini yine sekizgen bir revak çevirmektedir. Revak kısmı zeminden oldukça yükseltilmiş, köşelere birbirlerine yakın sütunlar yerleştirilmiştir. Sütunların araları, sekizi geniş, sekizi dar olmak üzere 16 kemerle birbirine bağlanmıştır. Bunların üzeri eğimli bir çatı ile örtülmüştür. Bu revaklı bölüme kuzeydeki bir merdivenle çıkılmaktadır. Buradaki kemer alınlığı yükseltilmiş ve giriş yönü belirtilmiştir. Caminin kuzeydeki girişi dışında kalan kenarlara basık kemerli birer pencere açılmıştır. Caminin iç mekanı bezemesizdir. Bütün özelliği daha çok Osmanlı sanatında türbe mimarisinde uygulanan plan şemasının burada tekrarlanmasıdır. İbrahim Bey Mescidi (Merkez) Diyarbakır İbrahim Bey mahallesi’nde bulunan bu mescidi Akkoyunlu Kasım Padişah’ın yeğeni İbrahim Bey yaptırmıştır. XV.yüzyılın sonu ile XVI.yüzyılın başında yaptırıldığı sanılmaktadır. Bu yapının da mimarı bilinmemektedir. Caminin yüksek duvarlarla kuşatılmış bir avlusu vardır. Son cemaat yeri iki paye ve duvar uzantıları ile üç bölüme ayrılmıştır. Bunların üzerini pandantifli üç kubbe örtmektedir. Son cemaat yerinin ortasındaki bir kapıdan ibadet mekanına geçilmektedir. İbadet mekanının ortasında, mihrap önünde iki paye bulunmaktadır. Böylece yapı enine 2, boyuna da üç bölüme ayrılmıştır. Bunlardan mihrap önü ile sağdaki iki bölüm kubbeli, diğerleri de çapraz tonozlarla örtülmüştür. Kubbeli bölümlerdeki iki pencere dışında camide başka pencere bulunmamaktadır. Mihrap ve minberi oldukça sade olup, içerisi bezemesizdir. Taceddin Mescidi (Merkez) Diyarbakır Taceddin mahallesi’nde Melik Ahmed Paşa Hamamı yakınlarındadır. Kitabesi bulunmadığından banisi ve yapım tarihi bilinmemektedir. Yapının mimari üslubundan kesin olmamakla birlikte XV.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Taceddin Mescidi, evler arasına sıkışmış bir yapı olup yalnızca doğu cephesi sokağa açılmaktadır. Giriş kapısı siyah kesme taştan yapılmış olup, bu yüzden de diğer bölümlerden ayrılmaktadır. Avlunun güneyinde basık bir sütuna dayanan iki kemerli bir son cemaat yeri vardır. Mescidin duvar çıkıntıları ile bu sütunun üzeri bir çatı ile örtülmüştür. Son cemaat yerinden mescide giriş sola kaydırılmış, orta eksene de iki yanında birer pencere olan birer mihrap yerleştirilmiştir. İbadet mekanı dikdörtgen planlı olup, üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Evler arasında bulunduğundan ötürü yalnızca aydınlatma amaçlı doğu cephesine iki pencere açılmıştır. Büyük olasılıkla bu mescit değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğini kaybederek bugünkü şeklini almıştır. Hacı Büzürk Mescidi (Merkez) Diyarbakır Cevat paşa Mahallesi’nde, Gazi Caddesi’nin başlangıcındaki sokak içerisindedir. Bu mescidin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Kesme taştan yapılmış olan bu mescit evler arasında sıkışıp kalmıştır. Batı kısmındaki yüksek duvarlarla çevrili avlusundaki bir kapıdan içeriye girilmektedir. Siyah taşlarla döşeli avludan girilen son cemaat yeri iki sivri kemerli olup, bu kemerler duvar uzantılarına ve ortadaki tek sütuna bağlantılıdır. Üzeri ahşap çatılıdır. Son cemaat yerinden basit bir kapı ile ibadet mekanına geçilmektedir. İbadet mekanı dört sütun ile enine iki bölüme ayrılmıştır. Mihrap duvarına paralel üç sivri kemer de çatıyı taşımaktadır. İç kısımda mihrap son derece sadedir. Ayrıca bir bezeme unsuruna da rastlanmamaktadır. Kavas-ı Sağır Mescidi (Merkez) Diyarbakır’daki Şeyh Matar Camisi yanında, sokak arasında bulunan bu mescidin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Vakıf kayıtlarında XVI.yüzyılda yapılmış bir Osmanlı eseri olarak ismi geçmektedir. Kemaleddin ve Cemaleddin isimli iki kardeşin bu mescidi yaptırdıkları da ileri sürülmektedir. Siyah kesme taştan yapılmış olan bu mescidin oldukça basit bir görünümü vardır. Doğu ve güney cepheleri tamamen evlerle çevrelenmiştir. Etrafındaki sokaklardan ve yerleşimden ötürü mescit dikdörtgen plandan uzaklaşmış ve eğri bir plana dönüşmüştür. Son cemaat yeri siyah taştan bir sütuna dayanmakta ve iki kemerle avluya açılmaktadır. Avlu zemininden biraz daha yüksek olan son cemaat yerinin üzeri kavak ağaçları ile örtülmüştür. İbadet mekanına basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Dikdörtgen şeklindeki ibadet mekanı kuzey-güney yönündeki iki geniş kemerle üç bölüme ayrılmıştır. Bu kemerler duvarlardaki dışarı taşkın ayaklar üzerine oturmuştur. Üzeri damla örtülüdür. Batı duvarındaki iki pencere ile içerisi aydınlanmaktadır. Mihrap ve minber son derece basit olup, iç kısmında dikkat çeken bir bezeme bulunmamaktadır. Molla Bahaddin Mescidi (Kozlu Camisi) (Merkez) Diyarbakır Kozlu Mahallesi’nde, İzzet paşa Caddesi’nde bulunan bu mescidin de ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Basit görünümlü bir yapı olan mescit kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Önündeki avlu ve mescit evler arasında sıkışmıştır. Kuzeyden güneye doğru genişleyen avluda helalar ve bir havuz yer almaktadır. Son cemaat yeri bir sütundan çıkan ve duvarlara dayanan sivri kemerlerle iki bölümlüdür. Üzeri kavak ağaçları ile örtülmüştür. İbadet mekanı dört pencere ile aydınlatılmıştır. Bunların üzerine de daha küçük pencereler yerleştirilmiştir. Bunların dışında ibadet mekanını aydınlatacak başka pencere bulunmamaktadır. İbadet mekanı kuzeyden güneye doğru daralmakta ve üzeri düz bir çatı ile örtülmüştür. İçerisinde mihrap da dahil süsleme elemanına rastlanmamaktadır. Ulu Cami (Taciyan Camisi) (Eğil) Diyarbakır Eğil ilçesinin güneydoğusunda bulunan Ulu Cami’nin kitabesi günümüze gelememiştir. Bu bakımdan kimin tarafından ve ne zaman yaptırıldığı bilinmemektedir. Ancak mimari yapısından ve süslemelerinden XII.-XIII.yüzyıla tarihlendirilmektedir. Artuklu dönemine ait olan bu yapı küçük ölçüde olup, günümüze çok harap bir durumda gelebilmiştir. Kalıntılarından mihrap önünün kubbeli olduğu ve enine dikdörtgen plan şekli gösterdiği anlaşılmaktadır. Bunun dışındaki bölümleri tonozlarla örtülüdür. Kubbe kasnağındaki iki dizi halindeki iri çiçekli kûfili kitabe yapının başlıca özelliğidir.
-
Melek Ahmet Paşa Camisi Diyarbakır’ın batısında Urfa Kapısı yanında olan Melek Ahmet Paşa Camisi’ni aslen Diyarbakırlı olan Melek Ahmet Paşa 1587-1591 yılında yaptırmıştır. Mimar Sinan’ın eserlerinin listesini veren Tuhfetül Mi’marin de Mimar Sinan eseri olarak geçmesine rağmen Mimar Sinan ile ilgili eserlerde ismi geçmemektir. Yüksek bir kaide üzerinde, altında da dükkanlar bulunan camiye merdivenle çıkılmaktadır. Bu yüzden de Diyarbakır camilerinden ayrılan bu yapının güney ve kuzey cepheleri siyah beyaz taş sıraları, diğer cepheleri de yalnızca siyah taştan yapılmıştır. Ayrıca kubbenin sekizgen kasnağı da siyah beyaz taş sıraları ile örülmüştür. Caminin giriş kapısı diğer camilerden ayrı olarak güney mihrap duvarındaki büyük bir portal caminin altındaki yola açılmakta önce kuzey kısmındaki avluya, sonra da merdivenlerle camiye çıkılmaktadır.Batı bölümünün altından da ana caddeye açılan bir sokak geçmektedir. Caminin güneydeki girişi duvardan dışarı çıkıntılı olup üç dilimli bir kemerden sonra mukarnaslı bir niş ile sonuçlanmaktadır. Portalin sağ ve solunda iki küçük niş bulunmaktadır. Kuzey bölümünde minarenin sağ tarafından merdivenle camiye çıkılmakta, basit kemerli bir kapıdan da içeriye girilmektedir. Burada Diyarbakır camilerinde görüldüğü gibi zengin bezemeli bir son cemaat yeri yapılmamıştır. Caminin ibadet mekanı dikdörtgen planlı olup, ortadaki dört payenin üzerine tromplu sekizgen bir kasnak üzerine oturtulmuş kubbe ile üzeri örtülüdür. Kubbe kasnağına dört tane sivri kemerli pencere açılmış ve ibadet mekanının yukarıdan aydınlanması sağlanmıştır. Merkezi kubbenin dışında kalan bölümler çapraz tonozlarla örtülerek genişletilmiştir. İçerisindeki duvarlar 1 m. yüksekliğe kadar XVI.yüzyıl çinileri ile kaplanmıştır. Ayrıca caminin mihrabı da çinilidir. Beş kenarlı mihrap mukarnaslar, köşe sütunları ile oldukça zengin bir görünümdedir. Caminin kuzey yönündeki merdivenin sağında bulunan minare camiden ayrı olarak yapılmıştır. Kaide kısmındaki taş bezemeleri ile dikkati çekmektedir. Gövde silindirik, tek şerefelidir. Şerefe altı mukarnaslarla bezenmiştir. Minarenin yarısına kadar içeriden iki merdivenle, yarısından sonra da bunlar birleşerek tek merdiven olarak şerefeye çıkılmaktadır. Bu merdivenlerden çıkanlar birbirini görmeyecek şekilde düzenlenmiştir. Mozaik çinili bir şerit kaideyi çepe çevre dolaşmaktadır ve bu durum diğer Diyarbakır camilerinde görülmemektedir.
-
Behram Paşa Camisi Diyarbakır’ın güneyinde Mardin Kapısı yakınında olan Behram Paşa Camisi’nin kitabesinden öğrenildiğe göre Diyarbakır’ın valilerinden Behram Paşa tarafından 1572 yılında yaptırılmıştır. Mimar Sinan’ın eserlerinin listesini veren Tuhfetül Mi’marin’de Mimar Sinan’ın eseri olduğu yazılı olmasına rağmen onunla ilgili diğer eserlerde ismi geçmemektedir. Osmanlı döneminde Diyarbakır’da yapılmış ilginç eserler arasında olan bu cami külliye olarak düşünülmüş, günümüze yalnızca caminin yanı sıra hamamı gelebilmiştir. Cami kesme taştan kare planlı ve tek kubbeli olarak yapılmıştır. Son cemaat yeri sakıflı olup asıl son cemaat yeri altı sütunun yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanması sonucu beş bölümden meydana gelmiştir. Ortadaki kubbe diğerlerinden daha yüksek ve içeriden kaburgalıdır. Son cemaatin ön cephesi Fatih Paşa Camisi’nde olduğu gibi siyah beyaz taşlarla yapılmıştır. Bunun önündeki sakıflı, ikinci son cemaat yeri diyebileceğimiz, çatıyla örtülmüştür. Bu bölümde örgü şeklindeki bezemeler dikkati çekmektedir. Buradaki çift renkli sivri kemerler cephe de ayrı bir hareketlilik meydana getirmiştir. Son cemaat yeri yanlara doğru taşmakta, sağdaki kısmın üzerine de minare yerleştirilmiştir. Buradaki iki küçük mihrap da mukarnaslı olup özenle işlenmiştir. Caminin giriş kapısı mukarnaslı bir bordür ile çevrilmiş, üzerine de bir kitabe yerleştirilmiştir. İbadet mekanı kare planlıdır ve üzeri kubbe ile örtülüdür. Burada dikkat çeken bir özelik te her duvara, duvar ayağı ismi verilen çıkıntılar yapılmış oluşu ve kubbenin de bu ayaklar üzerine oturtulmuş olmasıdır. Kubbe ayaklarının üzerinde bir mahfil yer almaktadır. Girişin sağ ve soluna ve mihrap duvarına yakın doğu ve batı duvarına yerleştirilen merdivenlerle mahfile çıkış sağlanmıştır. Doğu ve batı duvarında bulunan üç dikdörtgen nişin güney duvarına birer küçük mihrapçık yerleştirilmiştir. Böylece ana mihrabın dışında cami içerisinde altı mihrap daha yapılmıştır. Bu mihrap daha çok mekana hareket kazandırmak amacıyla yapılmıştır. İç mekanın bütün duvarları belirli bir yüksekliğe kadar İznik çinileri ile kaplanmıştır.Ayrıca mihrap ve minberi bezemelidir. Caminin minaresi l928 yılında Yıldırım düşmesiyle yıkılmış, tek şerefeli ve silindirik olarak yenilenmiştir.
-
Fatih Paşa Camisi (Kurşunlu- Bıyıklı Mehmet Paşa Camisi) (Merkez) Diyarbakır’ın kuzeydoğusunda İçkale’nin güney kapısından başlayan yolun üzerindedir. Kitabeli dış kapısı 1819 yılında yıkılmıştır. Diyarbakır’ın ilk Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından 1516-1520 yıllarında yaptırılmıştır. Osmanlı döneminde Diyarbakır’da yapılan ilk cami olan bu yapı, diğer Diyarbakır camilerinden farklı bir plana sahiptir. Yapıda taş ve düzgün olmayan malzemelerden de yararlanılmıştır. Son cemaat yeri sekiz sütunun taşıdığı yedi kubbe ile örtülmüştür. Son cemaat yeri siyah ve beyaz taşlardan yapıldığı için zengin bir görünümü vardır. Kemerlerin arasında sütunların üzerinde ve köşelerde bezemeli madalyonlar yapılmıştır. Caminin ibadet mekanından çok daha uzun olan bu tür son cemaat yerinin burada yapılmış olması, iki yanındaki mekanlardan kaynaklanmaktadır. Son cemaat yerinden bu yan mekanlara kapılar ve pencereler açılmıştır. Buradaki son cemaat yerinin kubbeleri Diyarbakır’daki diğer camiler gibi dışarıdan gizlenmemiştir. Özellikle orta giriş kubbesi daha da yükseltilmiştir. Son cemaat yerinin sağında Klasik Osmanlı mimarisinde görülen tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Kare kaidesi siyah taştan olup, üst köşelerdeki profillerle beyaz taşlı gövdeye geçilmektedir. Minarenin yanına türbe eklenirken minare kaidesinin bir kısmı kapatılmıştır. İbadet mekanının içerisinde dört kare paye üzerine pandantifli ana kubbe oturtulmuş ve bu kubbe dört kenardaki yarım kubbelerle desteklenmiştir. Bu yarım kubbeler duvarlara ve kemerlere birer büyük, daha sonra da daha küçük eksedralarla bağlanmıştır. İlk yapıldığı dönemde duvarların belirli bir yerine kadar yükselen çiniler onarım sırasında yerlerinden sökülmüş ve bir daha da yerlerine konulmamıştır. İçeride görülen kalem işleri son dönemde yapılmıştır. Mihrap ve minberi Klasik Osmanlı mihrap ve minberlerinin benzeridir. Bu caminin yanında Özdemiroğlu Osman Paşa’nın türbesi bulunmaktadır. Ayrıca hamam ve medrese olduğu sanılan birkaç ek yapının da kalıntıları görülmektedir.
-
Nebi (Peygamber) Camisi Diyarbakır İnönü Mahallesi’nde, Gazi Caddesi ile İnönü Caddesi'nin birleştiği kavşağın kuzeybatısında yer alan Nebi Camisi Akkoyunlular döneminde XV.yüzyılda yapılmış, XVI.yüzyılda da değişik ekler buraya eklenmiştir. Caminin minaresi üzerindeki kitabeden Diyarbakırlı Kasp Hacı Hüseyin tarafından 1530’da yaptırıldığı yazılıdır. Bu kitabede sürekli olarak Hz.Muhammed’den “Kaal en Nebiyyi” diye söz edilmesinden ötürü halk arasında Nebi veya Peygamber Camisi olarak da tanınmaktadır. Caminin mimarı bilinmemektedir. Kesme taştan olan cami, enine dört sahınlı olup plan şeması bakımından Akkoyunlular dönemi eseri olmasına rağmen Osmanlı döneminde ortaya çıkan aynı plan tipindeki camilerle de bağlantılıdır. Son cemaat yeri iki sütun ve yandaki duvar uzantıları ile bağlantılı üç bölümlüdür. Bu bölümlerin üzeri kubbe ile örtülmüştür. İbadet mekanı içeriden değişik bir görünüme sahiptir. Burada altı ayaklı ve yanlara doğru kemerlerle genişleyen bir plan düzeni görülmektedir. İbadet mekanının ortasında iki kare ayak bulunmakta ve bunların üzeri de duvarlara dayalı merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbe dışarıda gizlenmiş olup üzeri taştan konik bir çatı ile örtülmüştür. Caminin mihrabı zengin çinilerle bezenmiştir. Caminin içerisi ve kubbe trompları kalem işleri ile bezenmiştir. Caminin orijinal minaresi bugünkü yerinden biraz daha uzakta idi. 1960 yılında yapılan onarım ile yenilenen minare Diyarbakır yöresinde sık sık görülen kare şeklindedir. Siyah beyaz taşlardan yapılmış olan minarenin üzerine şerefeden sonra dar bir petek yerleştirilmiş, üzeri de külah ile örtülmüştür. Caminin avlusunda Selçuklu mimari özelliklerini taşıyan bir medrese bulunuyordu. Ancak, bu medreseden günümüze herhangi bir iz gelememiştir. Yine burada Selçuklu mimarisi özelliklerini taşıyan bir de cami bulunuyordu. Toprak damla örtülü olan bu cami 1927 yılında çökmüş ve buradan geçen yoldan ötürü de minaresi ile birlikte yıktırılmıştır.
-
Safa (Parlı) Camisi Diyarbakır Melek Ahmet Caddesi’nin kuzeyinde bulunan bu cami, Safa veya Parlı Cami isimleri ile tanınmaktadır. Caminin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber Şah İsmail’in dedesi Şeyh İbrahim Safi’nin oğlu Şeyh Cüneyt’in isteği üzerine Uzun Hasan tarafından XV.yüzyılın ortasında yaptırıldığı sanılmaktadır. Cami Diyarbakırlı Abdurrahmanoğlu Hacı Hüseyin tarafından onarılmış ve bunu belirten bir kitabe de giriş kapısı üzerine yerleştirilmiştir. Akkoyunlular dönemine tarihlendirilen bu caminin mimarı da bilinmemektedir. Ancak, onarım kitabesinde mimar olarak Üstad Ahmed-ül Amidi’nin ismi geçmektedir. Cami siyah beyaz kesme taştan yapılmıştır. Önünde dört sütunlu bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Bu sütunlar ile cami uzantısı duvarların kemerlerle birbirine bağlanması ile beş bölüm halindedir. Son cemaat yerinin kubbeleri dışarıdan gizlenmiştir. Caminin son cemaat yerine bakan cephesine birer pencere açılmış ve giriş ile bunların arasına da birer yarım yuvarlak mihrap nişi yerleştirilmiştir. Giriş kapısı dışarıya doğru çıkıntı yapmakta olup, üzerine onarım kitabesi yerleştirilmiştir. Bu kitabenin altında, kapının da üzerinde kalan boşluğa sivri kemerli bir pencere açılmıştır. Ayrıca pencerelerin altında kalan dar alana da iki satırlık bir yazı frizi yerleştirilmiştir. Burada dikkati çeken bir nokta da son cemaat yerinin kemerleri arasına, sütunların üst kısmına çeşitli şekillerde madalyonların yerleştirilmiş oluşudur. İbadet mekanı iki paye ve duvar uzantıları üzerine oturan bir kubbe ile örtülmüştür. Böylece sekiz payeli camiler gurubunun bir öncüsü olduğu da düşünülmektedir. Kubbe dışarıdan yüksek bir kasnak üzerinde olup, üzeri konik çatı ile örtülmüştür. İbadet mekanının duvarları çinilerle kaplıdır. Bu çiniler sekizgen ve üçgen şekillerde olup, değişik renklerle daha da zengin bir görünüm göstermektedir.Özellikle mavi tonlardaki bu çiniler Çin bulutları ile çevrelenmiştir. Bunların Osmanlı dönemi çinilerinden farklı olarak yerli bir atölye tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Mihrap 3.68x5.17 m. ölçüsünde olup, yarım sekizgen planlıdır. On sıralı mukarnas dizisi ile son bulan mihrabın kenarlarında sütunçeler bulunmaktadır. Caminin sağındaki minaresi taş işçiliği yönünden oldukça ilgi çekicidir. Minare kaidesinden külahına kadar kufi nesih yazılar, birbirlerinden farklı desenler ve taş süslemelerle bezenmiştir. Tek şerefeli olan minare gövdesi silindirik olup, beyaz taştandır.
-
ULU CAMİ Diyarbakır Ulu Cami Mahallesi’nde bulunan bu cami Anadolu’nun en eski camilerinden birisidir. Arap orduları 639 tarihinde Diyarbakır’ı ele geçirdiği zaman buradaki büyük bir kiliseyi cami olarak kullanmıştır. Büyük Selçuklu hükümdarlığı zamanında Vali Amidüddevle 1090 yılında yıkılmaya yüz tutan bu yapıyı Sultan Melik Şah’ın isteği ile yeniden onarmıştır. Bununla ilgili 1091 tarihli küfi yazılı bir kitabeyi camiye yerleştirmiştir. Bu onarımdan sonra 1115 yılında bir deprem ve yangın sonucu yapı büyük zarar görmüştür. Sonraki yıllarda Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev, 1241’de Osmanlı Padişahı IV.Mehmed, Akkoyunlu Uzun Hasan bu camiyi onarmış ve bununla ilgili kitabelerini duvarlara yerleştirmiştir. Ulu Cami, çeşitli zamanlarda değişik dönemlerde onarılmış ve her onarımda yeni yapılar eklenerek bugünkü şeklini almıştır. Caminin duvarlarında bazı ustaların isimlerine de rastlanmakla beraber, bu ustaların caminin hangi bölümlerinde çalıştıkları kesinlik kazanamamıştır. Bunların arasında Melik Şah’ın mimarı Urfalı Selami oğlu Mehmet’in, Nisanoğulları’ndan da Hibetullah el Gürgâni’nin burada çalıştığını gösteren yazıtlara rastlanmıştır. Ulu Cami’nin büyük dikdörtgen bir avlusu vardır. Bu avlu üç yandan çeşitli yapılarla çevrilmiştir. Avlunun batısındaki iki katlı cepheyi Ebu Mansur İlaldı’nın yaptırdığı üzerindeki kitabeden anlaşılmaktadır. Bu bölüm antik çağın tiyatro cephelerini andırmaktadır. Ancak bu cepheye eklenen kitabeler ve silmeler ile değişik bir cephe görünümü elde edilmiştir. Bu arada ikinci katta birbirlerinden farklı kemerler kullanılmıştır. Bu cephe doğu bölümünde 1163-1164 yıllarında İnaloğlu Mahmut ve veziri Nisanoğlu Ali zamanında tekrarlanmıştır. Bu bölüm de iki katlı olup, üst katı kütüphane olarak kullanılmıştır. Burada, sütunların üzerine ve girişte karşılaşılan aslan ile boğa mücadeleleri kabartma olarak işlenmiştir. Avlunun güneyinde ise, doğu cephesine bitişik olan Mesudiye Medresesi önüne de bugün tek katlı olarak görülen sütunlu, sivri kemerli bir revak sırası yerleştirilmiştir. Böylece camiye bir bütünlük kazandırılmış, Mesudiye medresesine de cami ile bağlantılı bir giriş mekanı oluşturulmuştur. Caminin avlusunun ortasında sekizgen sütunların taşıdığı şadırvan 1849 yılında yapılmıştır. Bu avlunun bir kenarında üçer sütunlu bir namazgâh ile bir de havuz bulunmaktadır. Caminin avluya bakan cephesinin ortasına bir mihrap yerleştirilmiştir. Bunun sağ ve solunda içeriye girişler, pencereler ve caminin yan cephe ile birleştiği yerlere de yeniden birer kapı açılmıştır. Bu duvarı ortasından kesen uzun bir yazı frizi dikkati çekmektedir. Bu cephede üç sıra pencereler açılmış ve bunun üzeri eğimli bir çatı ile de örtülmüştür. Böylece camiye giriş belirli bir şekilde ortaya çıkarılmıştır. Caminin ibadet mekanı iki ayak sırası ile mihraba paralel üç nefe ayrılmış, bunun orta bölümünü de daha geniş bir mekân kesmiştir. Bu ayaklar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır. Bu kemerlerin üzerine ikinci bir kemer dizisi daha yerleştirilmiştir. İç mekanın solunda ve doğusuna rastlayan bölümde bir mihrap daha bulunmaktadır. Caminin en önemli bölümü olan mihrap ve minber XIX.yüzyılda yapılmıştır. Caminin ilk yapılışındaki mihrap ve minberi konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. İbadet mekanının üzerini örten tavan kalem işleri ile süslenmiştir. Bu tavan ile duvar arasındaki bağlantıyı sağlayan yere bir yazı frizi yerleştirilmiştir. Caminin batısındaki bir kapıdan da minareye çıkılmaktadır. Minare kare gövdeli, silindirik külahlıdır. Üzerinde yer yer kitabeler bulunmaktadır. Diyarbakır Ulu Camisi ibadet mekanını enine kesen üç nef ve orta mekanın diğerlerinden daha farklı yükseklikte oluşundan ötürü Şam Emeviye Camisi’ni andırmaktadır.
-
KAPLICALAR Çermik Kaplıcaları (Çermik) Diyarbakır, Çermik ilçesinde bulunan Çermik Kaplıcası, ilçe merkezine 3 km. uzaklıkta, Diyarbakır-Çermik yolu üzerindedir. Çermik kaplıcasının ne zaman ortaya çıktığı bilinmemektedir. Bununla beraber kaplıcanın çok eskiden beri bilinmektedir. Bu konuda bir efsanesi bulunmaktadır. Bu efsaneye göre; Güney Doğu Anadolu’da hüküm süren Acem Kralı’nın Melike Belkıs adında güzel bir kızı varmış. Bu kız bir gün hastalanmış ve vücudunda birtakım yaralar çıkmıştır. Zamanın hekimleri, Melike Belkıs’ı tedavi etmek için çok çaba sarf etmişler, gerekli ilaçları kullanmışlar, fakat bir türlü hastalığına çare bulamamışlardır. Hastalık ilerlemiş Melike Belkıs’ın vücudunu kurtlar sarmış ve vücudundan pis kokular gelmeye başlamıştır. Bundan ötürü de Melike Belkıs saraya girememiştir. Bu durumdan son derece rahatsız olan kral kızını saraydan çıkarmış, yanına muhafızlar vererek ormana bırakmıştır. Melike Belkıs ormanda gezerken bugünkü kaplıcanın bulunduğu yere gelmiş ve buradaki sıcak suya rastlamıştır. Yorgunluğunu gidermek için ayaklarını sıcak suyun içine sokmuş, bir süre sonra suya değen yerleri iyileşmeye başlamıştır. Melike Belkıs bunun üzerine sıcak suda yıkanmış ve tekrar eski sağlığına kavuşmuştur. Melike Belkıs’ın muhafızları, bu haberi hemen saraya iletmişler, bu haber üzerine kral bugünkü “Büyük Paşa” denilen kaplıcanın üzerine bir hamam yaptırmıştır. Bu efsaneye göre kaplıcanın Arapların Çermik’i fethinden önce yapıldığı sanılmaktadır. Çermik sıcak su kaynağının ise, çok daha eskiden beri var olduğu ve bir ara kuruduğu, Yukarı Dicle ve Fırat Bölgesinin en iyi yerli kaynağı olduğu Amildi Mar-Yeşuva’nın “Vakayinamesi”’nden öğrenilmektedir. Çermik Kaplıcaları iki bölümden meydana gelmiştir. Bugün Hamambaşı denilen yer arşiv kaynaklarında Kudret Hamamı olarak isimlendirilmektedir. Bu bölüm, Ortaçağ’dan beri kullanılmaktadır. Çermik ilçe merkezindeki Saray Hamamı denilen yer ise XVI.yüzyılda burada yaşayan Beyler tarafından yaptırılmıştır. Çermik kaplıcalarından, iltihaplı romatizmalar, çocuk felçleri, nevrit, polinevrit, kadın hastalıklarında, üst teneffüs yolları hastalıkları ve deri hastalıklarının tedavisinde faydalanılmaktadır. Burada yapılan incelemelere göre kaplıcanın suyu 48 C sıcaklıkta olup, kükürt ve radyoaktif içermektedir. Bunun yanı sıra bileşiminde bromür iyonu ve iyodür bulunmaktadır. Çermik’te kaplıcalarla her yıl Haziran ayında Melike Belkıs Şenlikleri adı ile festival düzenlenmektedir. Anakaris Suyu (Hani) Diyarbakır Hani ilçesine 3 km. uzaklıkta bulunan Anakaris Suyunun çevresinde herhangi bir tesis bulunmamaktadır. Bu suyun ne zaman bulunduğu konusunda da bir bilgi yoktur. Burada içme kürleri yapılmakta olup, sarılık, karaciğer hastalıklarına iyi geldiği ve böbrek taşlarının düşürülmesinde etkili olduğu bilinmektedir.
-
DİYARBAKIR HANLARI Diyarbakır’ın önemli yapıları arasında hanların önemli bir yeri vardır. Bunların başında Deliller Hanı, Hasan Paşa Hanı, Çifte Han ve Yeni Han gelmektedir. Diyarbakır, İpek yolunun üzerinde oluşundan ötürü belirli güzergahlar üzerinde Han ve kervansaraylar yapılmıştır. Anadolu Selçuklularının da uyguladığı bu düzeni Osmanlılar da sürdürmüşlerdir. Diyarbakır’da günümüze ulaşan bu tür yapılar Osmanlı döneminde yapılmışlardır. Hüsrev Paşa Hanı (Deliller Hanı) (Merkez) Mardin kapısı'nın hemen karşısında olan bu han Diyarbakır'da ayakta kalmış hanlardan Hüsrev Paşa Hanı, H. 934 yılında Diyarbakır'ın ikinci Osmanlı valisi olan Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmıştır. Deliller Hanı olarak da bilinen yapının bu adı almasının nedeni, hacı adaylarına rehberlik yapan delillerin burada konaklamasıdır. Han karşısındaki geniş alana da Hacılar Harabesi denilmektedir. Oldukça geniş bir alanı kaplayan hanın, ortasında kareye yakın geniş bir avlusu bulunmaktadır. Bu avlunun etrafında bulunan ve iki katlı revaklı geçişlerin arkasında yer alan han odaları ile tek kaili bir ahır kısmından meydana gelmiştir. Avlu ortasında bir şadırvan bulunmaktadır. Girişle ve girişin tam karşısında bulunan merdivenler, üst katla bağlantıyı sağlamaktadır. Odaların revaklı geçişlere ve oradan da avluya açılan kapılarının yanında bir de pencere bulunmaktadır. Hanın ahır ve depo olarak kullanılan ikinci kısmına, güneydeki bir han odasının geçit olarak kullanılacak şekilde düzenlenmesi ile geçilmektedir. Ahır kısmında tek sıra halinde dizilmiş pencereler bu bölümün aydınlatılmasını sağlamaktadır. Hanı dıştan tek yönde sınırlayan dükkânlar, ahır kısmının caddeye bakan yüzeyinde devam etmektedir. Dışarıdan bakıldığında, ahır kısmı tek kat, odaların yer aldığı ana bölüm çift kat olarak yükselmektedir. Yapı, siyah bazalt taş ve beyaz kalker taşının beraber kullanılması ile oluşturulmuştur. Müdürlüğü'nün yardımları ile 1984 yılında 49 odalı ve 103 yataklı otel haline getirilmiştir. Beş yıldızlı bir otel haline getirilen bu yapıda avlu, ana mekân olarak kullanılmaktadır. Sabah kahvaltısı, öğle yemeği, açık bar ve özellikle yazın akşam yemeği için avlu kullanılmaktadır. Evliya Çelebinin de bahsettiği üzere oldukça fazla sayıda odası bulunan Deliller Hanı, 20 Haziran 1603 tarihli bir vakfiyede "Mardin kapusu Menzil Han" şeklinde geçmektedir. Söz konusu handa XIX. yüzyılda Hacı adayları ve delillerin yanı sıra, 1817 tarihînden itibaren askerlerin de kaldığı görülmektedir . II. Mahmud ve bunu takibeden Tanzimat döneminde ise Deliller Hanı büyük ölçüde askerin ikametine tahsis edilmiş ve depolarına askeri malzemeler konulmuştur. Temmuz 1841 tarihinde Kerim Paşa Livası'nın 2. Alayı'nın eşyaları Deliller Hanı yüklüğünde bulunmaktaydı. Bu handa 1842 tarihinde önemli sayıda asker kaldığından , 11 Nisan 1842 tarihli Vilayet Masraf Defteri'ndeki bir kayda göre 893 kuruş sarf edilerek, harap olan yerleri tamir edilmiştir". Deliller Hanı 1891 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Arifi Paşa'nın verdiği bilgilere göre bu dönemde de şehrin önemli hanları arasındaydı. Daha önce deve ve atların gecelediği ve yaklaşık 6-7 m. yüksekliğinde ahır olarak yapılmış birim günümüzde kapalı restoran olarak kullanılmaktadır. Restaurant 300 kişi kapasiteli olup yalnız otel müşterileri değil yerli halkın da yemek yeme amacıyla kullandığı bir mekân durumundadır. Kış aylarında müşteri sayısı % 30-40 civarında olmasına karşın, yaz aylarında (özellikle Diyarbakır iklimini göz önüne alarak Nisan başlarından Ekim sonuna kadar süren sıcak hava, yaz döneminde yedi aylık bir süreyi kapsamaktadır) bu oran % 70 civarındadır. Odalarda ve restaurantta bulunan pencereler havalandırma için yetersiz olmasına karşın bu sorun havalandırma bacaları ile çözümlenmiştir. Yapıda kalorifer tesisatı yapılarak ısınma sorununa çözüm bulunmuştur. Banyo ve WC eklenemeyen adalar, personele ayrılarak kullanılmaktadır. Hasan Paşa Hanı (Merkez) Diyarbakır'da ayakta kalmış hanlardan ikincisi olan Hasan Paşa Hanı, Osmanlılar zamanında Diyarbakır'da valilik yapmış olan Sokullu'nun oğlu Vezir-zâde Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları arasında yaptırılmıştır. Hasan Paşa Diyarbakır'da ilk olarak kuyumcular için bir çarşı yaptırmıştır. Daha sonra Ketenciler adıyla bilinen ancak günümüze ulaşamamış çarşıyı yaptırmıştır. Kuyumcular Çarşısı'nda yapılan hasır bilezikler, haplar, kişnişli gerdanlıklar, avizeler, hançerler vb. parçalar, Ketenciler Çarşısındaki dükkânlarda satılırdı. Hasan Paşa, bu iki çarşıya ticaret için gelenlerin gecelemeleri için bir han da yaptırmıştır.1612 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Polonyalı Simeon, şehre geldiği zaman indiği Hasan Paşa Hanı'nı, "... Muazzam kârgir bir bina olan bu hanın 500 beygiri barındırabilecek yer altında iki ahırı, rengarenk demir parmaklıklarla çevrilmiş çok güzel havuzu, üç kat üzerine birçok kârgir odaları vardı..." Hasan Paşa Hanı, Deliller Hanı'ndan sonra Diyarbakır'daki ikinci büyük handır. Bu hanın güney ve batı kapılarında tarihî iki yazıl bulunmaktadır. Hanın batı cephesi, allı beşik tonozlu dükkânlarla üst katında taşan iki süslü pencereyle dışarı açılan orta kısmı, yapının genel çizgilerini tamamlamaktadır. Deliller Hanı'nın sade görünümlü üst katına karşılık, bu hanın köşelerinde başlıklı sütuncuklar, üzerinde boşaltma kemerleri ve köşelere rastlayan pencerelerde mukarnaslı başlıklar yer almıştır. Bazalt ve kalker taşının beraber kullanılması ve kalker taşının yatay olarak yerleştirilmesi, yapıyı olduğundan da uzun göstermektedir. Ulu Cami'in doğusunda ve cadde üzerinde olan Hasan Paşa Hanı'nın XIX. yüzyılın ilk yarısında da Diyarbakır'ın en önemli hanlarından birisi olduğu görülmektedir. 3 Ekim 1792 tarihinde Diyarbakır valilerinden Abdi Paşa'nın kethüdası Nuh Beğ zimmetinde olan 54 bin kuruşu ödemediğinden bütün malları bu handa hıfz edilmiştir. 25 Aralık 1802 tarihli bir fermandan Diyarbakır'da eceliyle vefat eden Diyarbakır valisi Zühtü İsmail Paşa'nın eşyalarının yine Hasan Paşa Hanı'nda toplandığı anlaşılmaktadır". 5 Ağustos 1843 tarihli bîr arzda da muhtemelen 1833 yılında Diyarbakır'da vuku bulan yangın esnasında Fransız rahiplerinden birinin eşyalarının kurtarılarak burada saklandığı görülmektedir. Bütün bu belgeler, Hasan Paşa Hanı'nın incelenen dönemdeki önemini ortaya koyduğu gibi Diyarbakır'a dışardan gelip bu handa vefat eden tüccarların tereke kayıtları da Hasan Paşa Hanı'nın önemli bir tüccar ham olduğunu göstermektedi. Temmuz 1724 tarihli bir hüccetten "Şehit Mehmed Paşa evkafından" olduğunu tespit ettiğimiz hanın, XIX. yüzyılda yan hasılatının Rağibiyye Medresesi'ne ait olduğu görülmektedir. Diyarbakır ulemasından Küçük Ahmed ve Hacı Mehmed Ragıb Efendi 1840 tarihli arzlarında, söz konusu hanın yan hasılatının Rağibiyye Medresesi'ne ait olduğunu ancak 1833 yılından beri askere kışla ittihaz edildiğini belirterek, 7 senelik icarın yarısı olan 3000 kuruşun ödenmesini ve hanın askerden tahliyesini istemişlerdir. Bununla birlikte 11 Nisan 1842 ve 7 Eylül 1842 tarihli Vilayet Masraf Defteri'nden anlaşıldığı üzere, Hasan Paşa Hanı'ndaki askerler buradan tahliye edilmemiş ve ikamet etmeye devam etmişlerdir. Ancak söz konusu defterlerden 6 ay için 400 kuruş olmak üzere hanın icarının ödendiği anlaşılmaktadır. Yapıyı en üstte taş konsolların üzerine olurmuş bir silme sınırlamakta ve arkasında han odalarının kubbeleri görünmektedir. Ancak, bakımsızlıktan dolayı üst örtü yok olmuştur. Daha sonra yapılan yanlış bir müdahale ile tuğla kubbelerin üzerine beton dökülerek yalıtılmaya çalışılmıştır. Yapının batı kapısı içeriye doğru genişlemektedir. Basık kemerli bir kapıdan geçildikten sonra beşik tonozlu bir kısım gelmekte ve buradan avluya ulaşılmakladır. Girişin solundaki ve karşısındaki merdivenler üst katla bağlantıyı sağlamaktadır. Avlunun ortasında altı sütuna oturmuş üstü kubbeli bir şadırvan yer almaktadırAlt kat odaları sivri kemerli revaklarla avluya açılmaktadır. Ayrıca bu handa dikkati çeken diğer bir özellik, üst katta avluya doğru taşan konsolların bulunmasıdır. Yine üst katta da revaklar bulunmakta ve bu revakların arkasında odalar yer almaktadır. Odalar bir kapı ve pencereyle avluya açılmaktadır. Hasan Paşa Hanı'nın bodrumunda, gelen kervanların hayvanları için ahır kısmı bulunmakladır. 1613'te buraya gelen Polonyalı Simeon, gördüğü bu yapıyı üç katlı, kagir, 500 beygiri barındırabilecek iki ahırlı, şadırvanlı, pek çok odalı bir yapı olarak tarif etmektedir. Çifte Han (Merkez) Hasan Paşa Hanı’nın güneyinde, Mardin Kapısı’na giden yolun sağındaki sokağın içerisindedir. Bu hanın ne zaman yapıldığı, kimin tarafından yaptırıldığı ve mimarı belli değildir. Ancak, mimari yapısından XVI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Han ilk yapımında çifte han olarak düşünülmüşse de sonradan önünden geçen yoldan ötürü ikinci bölümü yıktırılmıştır. Doğu ve batı doğrultusunda uzanan han siyah beyaz taştan yapılmıştır. Giriş kısmı ve ikinci hana geçişi çifte han olarak düşünüldüğünde aynı eksende değildir. Biraz sağa kaydırılmıştır. Girişten sonra siyah kesme taşlarla döşeli avlunun üç tarafında sütunların taşıdığı basık kemerli revaklar bulunmaktadır. Bu revaklar iki katta da aynen devam etmektedir. Ana girişin solundaki taş merdivenlerle ikinci kata çıkılmaktadır. Buradaki sütunlar beyaz taştan olup, revakların arkasında han odaları sıralanmıştır. Bu odalar dışarıya bir kapı ve pencere ile açılmıştır. Hanın doğu cephesi düz duvar halinde olup, güney cephesi de etrafındaki yapılarla kapatılmıştır. Günümüze gelemeyen kısma da geniş bir sivri kemerle geçilmekte idi. Bu handa da bezemeden kaçınılmıştır. XVIII.yüzyılda buraya gelen İnciciyan bu hanı Diyarbakır’ın en büyük hanları arasında saymaktadır. Günümüzde orijinalliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Yeni Han (Merkez) Ulu Cami’nin güneyinde, Zinciriye Medresesi’nin de arkasında bulunan bu hanı, kitabesinden öğrenildiğine göre Seyyid Hacı Abdullah isimli bir kişi 1788-1789 yılında yaptırmıştır. Yapının mimarı bilinmemektedir. Moloz taştan yapılan hanın girişinde, solda ikinci kata çıkışı sağlayan bir merdiven bulunmaktadır. Girişten sivri kemerli bir kapı ile avluya geçilmektedir. İki katlı olarak yapılmış olan hanın dört tarafı revaklarla çevrilmiş, bu revakları çevreleyen ince sütunlar kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Revakların arkasında yer alan han odaları düz damlı olup, bunlar revaklara bir kapı ve bir pencere ile açılırlar. Revaklı avlunun ortasında da bir kuyu bulunmaktadır. Yeni Han zaman zaman yapılan onarımlarla özelliğinin bir kısmını yitirmiştir. Çeper Hanı (Lice) Diyarbakır-Bingöl yolunda Lice yol ayrımının 5 km. kuzeyindeki Biryas Köyü yakınlarında Çeper Hanı bulunmaktadır. Küçük bir tepenin eteğindeki bu han yıkılmış ve günümüzde ahır olarak kullanılmaktadır. Çeper Hanının ne zaman ve kimin tarafından yapıldığını gösteren bir kitabe günümüze ulaşamamıştır. Ancak, Anadolu’daki benzeri hanlarla mukayese edildiğinde bu hanın XVI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Diyarbakır konusunda araştırmaları bulunan Basri Konyar, bu hanın kesin olmamakla beraber IV.Murad zamanından kaldığını dile getirmektedir. Han 90x23 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Kuzeydoğu cephesinde beş hücresi ile iki eyvanı bulunmaktadır. Bu cephenin doğusuna rastlayan odalardan birinin güney duvarına iki pencere açılmıştır. Bu pencerelerin hanın ilk yapısından kaldığı sanılmaktadır. Kuzeydoğu cephesinin ortasında yer alan giriş oldukça geniştir. Ancak bu bölümün de büyük bir kısmı yıkılmıştır. Hanın avlusunda kemerlerle birbirlerine bağlantılı olduğu sanılan payelerin kalıntıları günümüze ulaşmıştır. Buna dayanılarak da iç avlu çevresinde hücrelerin sıralandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca güney duvarı boyunca da içerisinde ocakların bulunduğu yedi hücre vardır. Kuzey duvarının giriş kapısının iki yanındaki hücreler dışında, diğer cephelerde de altı ocağın bulunuşu bu bölümlerde de altı hücrenin bulunduğunu göstermektedir. Çeper Hanı düzgün sıralar halinde yontma taşlardan yapılmıştır. Hanın köşeleri kapı ve pencere söveleri, eyvanların başlangıç kemerleri gri renkte düzgün kesme taşlardandır. Hücrelerin iç duvarları moloz taştan, eyvan ve hücrelerin tonozları ise tuğladandır. Hanın üzerinin çatı ile örtülü olduğu sanılmaktadır. İbrahim Paşa Hanı: 1810 (H. 1225) tarihli Şcyhzâde ibrahim Paşa vakfiyesinden anlaşıldığına göre, Salos Mahallesi'nde, Muallak Mescidi'nin alt tarafında ve Deva Hamamı yanında idi. Adı geçen vakfiyiye göre, ibrahim Paşa Hanı, "...fevkânî kırkbir oda ve tahtanî kırk oda ve ahur ve fevkani ve tahtanı hâricinde bir sağır dükkân ve dâhilinde bir sağır dükkân ve oniki masura âb-ı Hamravat'dan ma-i cârisiyle havuz ve havlu..." dan müştemildi. İbrahim Paşa tarafından 1810 tarihinden önce inşa edilmiş olmalıdır. İbrahim Paşa Hanı 5 mart 1816 tarihli bir hülâsadan anlaşıldığı üzere, tüccar hanı olarak inşâ edilmişti. Ancak Diyarbakır valilerinden Emin Paşa zamanında askere mahsus hanlar boş dururken, bu handaki tüccarlar çıkartılarak hana askerler yerleştirilmiştir. Bunun üzerine ibrahim Paşa 9 Ekim 1815 tarihinde bir arz sunarak, bu durumun düzeltilmesini istemiş ve 5 Mart 1816'da "mûcebincç emr-i âlî" gönderilmiştir. Nitekim 1829 tarihli bir hüccette, İbrahim Paşa İlanı'nda tüccarların kaldığı görülmektedir. Bu da söz konusu hanın tekrar tüccar hanı olduğunu ispat etmektedir. Bugün için ayakta olmayan bu han hakkında diğer kaynaklarda da herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Dolayısı ile ne zaman yıkıldığı tespit edilememiştir. Tütün Hanı: Abdal Mahallesi'nde, Deva Hamamı'nın bitişiğinde ve arkasındaydı. 1810 (H. 1225) tarihli İbrahim Paşa vakfiyesinden, bu tarihten önce ve İbrahim Paşa tarafından inşa ettirildiği anlaşılan Tütün Hanı, "... sağ tarafında yedi adet oda ve sol tarafında sekiz adet oda ve İki ahur ve üç memşa ve sol tarafında hamam külhanı ve havlu..." yu ihtiva eden küçük bir handı. Şeyhzâde İbrahim Paşa tarafından evladiyet üzere vakfedilen han hakkında başka bir bilgiye sahip değiliz. Çifte Han: Hasan Paşa Hanı'nm güneyinde ve Mardinkapı sı'ndan gelen caddenin sağında, sokak arasındadır. Birbirine bitişik iki handan meydana gelen bu hanın, ne zaman inşa edildiği kesin olarak bilinmemektedir. Bugün için sadece bir kısmı ayakta olan Çifte Han'ın yıkılmadan (ince tamamı Borsa olarak kullanılmaktaydı. 1810 (H. 1225) tarihli bir vakfiyede Çifte Han'ın tümünün fizikî durumunu aydınlatan önemli bilgiler mevcuttur. Bu vakfiyeye göre Çifte Han."... Sulu Gözde yukarıda otuz oda ve tahtında yirmidokuz oda ve bir havuz ve iki ahur ve biri sağır biri kebîr ve bir mağaza mülhakatından beş adet dükkân ve memşa ve susuz Gözde yukarıda yirmi altı oda ve tahtında yirm'ıbir oda ve bir kahve dükkânı ve memşa ve üç adet terzi dükkânı ve kapu arası içinde iki dükkân ve bir ahur ve memşa iki mağaza ve su kuyusu ve mülhakatından dört dükkân..."dan meydana gelmekteydi. 1810 tarihinde Çifte Han'ın "...40 sehm itibariyle 16 sehm ve guruş da 16 para..." yani °/o 40 hissesi Şeyhzâde İbrahim Paşa'nın mülkü olup evlâdiyet üzere vakfetmiştir . 1804 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden İnciciyan'ın önemli hanlar arasında saydığı Çifte Han, 1842 tarihinde 4872 kuruş sarf edilerek tamir edilmiş ve askerin ikametine tahsis olunmuştur. XIX. yüzyılın ikinci yarısında da önemini koruyan Çifte Han günümüzde ise bu özelliğini kaybetmiştir. Rüstem Paşa Hanı: 1539-1542 tarihleri arasında Diyarbakır valiliği yapan Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış olmalıdır. Söz konusu han, Rüstem Paşa adından başka Yenikapı adıyla da bilinmekleydi. Yenikapı'nın dışarıdan girişle sağ tarafında bulunan handan günümüze bir şey kalmamıştır. Melek Ahmed Paşa Hanı: Rumkapısı yakınlarında idi. Melek Ahmed Paşa 1591 yılında Diyarbakır'da cami ve medreseden başka, bir de ev inşa ettirmiştir. Bu evi, Dilaver Paşa tarafından daha sonra hana çevrilmiş ve XIX. yüzyıla kadar gelmiştir. 11 Nisan 1842 tarihli Diyarbakır masraf defterinden, bu hanın ma'mûr olduğu ve içerisinde süvari askerinin ikamet ettiği anlaşılmakladır. Ne zaman harap olduğu ise bilinememektedir. Kayseriye Hanı: 22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa vakfiyesinde, vakfın gelir kaynakları sayılırken, vakfa ait emlâkin yanında olması sebebiyle adı geçen Kayseriye Hanı'nın, İskender Paşa Camii ile Yeni Hamam yakınlarında olduğu anlaşılmaktadır. 1577 tarihli bir vakfiyeden ise söz konusu hanın, 12 hücre, 1 hela, 4 dükkân, 1 mahzenden oluştuğu ve evlâdiyet üzere vakfedildiği görülmekledir, incelediğimiz döneme ait belgelerde ismine rastlanmayan hanın ne zaman harap olduğu bilinmemektedir. İpekoğlu Hanı: iskender Paşa Camii'nin batısında ve Penbeciler Çarşısında idi. 4 Mart 1676 tarihli vakfiyede, "...îpekoğlu Hanı dimekle ma'rûf Bengi han..."şeklinde geçen söz konusu han, 54 oda, 1 dükkân, 1 ahır ve su kuyusunu ihtiva etmekteydi. Yine aynı vakfiyede bu hanın, Hacı Mustafa Çelebi'nin mülkü olduğu ve evlâdiyet üzere vakfedildiği görülmektedir. Ocak ortaları 1799 tarihli bir vakfiyede adına rastladığımız han, XIX. yüzyılın ikinci yansında da varlığım sürdürmüştür. I. Dünya Harbi sırasında harap olduğu sanılmakladır. Han-ı Cedîd: Şubat orlalan 1569 (Evâhir-i Şaban 976) tarihli Behram Paşa vakfiyesinde, Behram Paşa tarafından camiin arka tarafında bir de han inşa ettirilmiş olduğu görülmektedir. Söz konusu hanın fevkani ve 33 odası ve avlusunda bir de havuzu bulunmaktaydı59. XIX. yüzyıla ail belgelerde ismine rastlanmayan hanın ne zaman harap olduğu bilinmemektedir. Yukarıda saydığımız hanlardan başka Osmanlı dönemi Diyarbakır şehrinde varlığını tespit ettiğimiz, ancak haklarında fazla bilgi sahibi olmadığımız 10 han daha bulunmaktadır. Yerleri kesin olarak tespit edilemeyen bu hanlar ise şunlardır: Sipahioğlu Hanı (1842), Fatih Mehmed Paşa Evkafından Halid Ağa Hanı (I842) Şevketlü Han (1723) Gümüşhaneli Defterdar Hanı (1844) muhtemelen Ulu Cami yakınlarında olan Börekçiler Hanı (1799) Yeni kapı yakınlarında Alaca Han (1676), îskerderoğlu Hanı (1842), Palancılar Çarşısı'nda Karakaş Hanı (1800) ), îshakoğlu Hanı (1817) ve İçkale'de olan Zincir Han (1837) .
-
Mesudiye Medresesi Ulu Camii'nin kuzeyinde ve camiye bitişik olan Mesudiye Medresesi. Diyarbakır'da yapılan ilk büyük medresedir. Medresenin yazıtından öğrenildiğine göre 1198-ll99 yılında Artuklu Meliki Mesud Kutbeddin Ebu Muzaffer Sökman zamanında yapılmaya başlanmış, Sökmen II.nin ölümünden sonra yerine geçen Mesud zamanında yapım çalışmaları devam etmiş, Mevdud zamanında 1223’de tamamlanmıştır. Medresenin mihrap yakınındaki pencerelerden birisi üzerindeki kitabeden de planlarını Halepli usta Cafer İbni Mahmut ‘un çizdiği ve yapımını da Mesud’un sürdürdüğü öğrenilmiştir. Mesudiye Medresesi, çeşitli ilimlerin öğretildiği Anadolu'nun en eski ve ilk üniversitesidir. Bu medresede astronomi, tıp, fizik, matematik, biyoloji, kimya, ilahiyat, edebiyat ve felsefe gibi dersler öğretilmiştir. Ayrıca bilim adamları burada çeşitli konularda birbirleri ile tartışmışlardır Mesudiye Medresesi, açık medrese plan tipleri arasında tek veya çift eyvanlı plan tipleri arasındadır. Kesme taşlı iki katlı olarak yapılan medrese plan tipi olarak da yanındaki Ulu Cami ile bağlantılıdır. Doğu ve batı yönünde uzanan medresenin kuzey yönünde girişi bulunmaktadır. Buradan çapraz tonozlu bir avluya girilmektedir. Kareye yakın bir planı olan avlunun en büyük açıklığı iki kat boyunda yükselen ana eyvanıdır. Bu eyvan beyaz taştan yapılmış olmasıyla da medresenin diğer bölümlerinden ayrılmaktadır. Bu eyvanın sağ ve solunda iki tonozlu oda bulunmaktadır. Bu odalar birbirlerine eşit ölçüde olmadıklarından ötürü dışarıdan kademeli olarak görülmektedir. Avluda iki katlı revaklar birbirlerinden taş yazı frizleri ile ayrılmaktadır. Buradaki kemerlerden ortadakiler daha geniş, kenarlardakiler daha dardır. Diğer medreselerde görülen revakların arkasındaki odalar burada bulunmamaktadır. Oda olarak yalnızca eyvanın iki yanındaki mekanlar kullanılmıştır. Burada dikkati çeken bir özellikte girişin karşısına gelen mihraptır. Son derece güzel bezemeli olan mihrabın neden buraya konulduğu bilinmemektedir. Girişin yanındaki bir merdivenle medresenin ikinci katına çıkılmaktadır.Burada eyvanın sağ ve solundaki odalar dışında başka oda bulunmamaktadır. Yalnızca üzerleri beşik tonozlu revaklar burada bulunmaktadır.
-
DİYARBAKIR MEDRESELERİ Zinciriye (Sincariye) Medresesi (Merkez) Ulu Cami’nin batısında olan ve halk arasında Sincariye Medresesi olarak da tanınan Zinciriye Medresesi, XII.yüzyılın sonlarına tarihlendirilmektedir. Medresenin mimarı Melik Salih Necmeddin’dir. Bazı kaynaklarda da mimarı İsa Ebu Dirhem olarak geçmektedir Açık medreseler plan tipinde, iki veya tek eyvanlı plan şemasına uygun olarak tek katlı yapılmıştır. Kesme taştan yapılan medresenin giriş kapısı ile ön cephesinin ayrı bir yapısı bulunmaktadır. Bezemesi olan ön cephede diğer aynı dönem yapılarında olduğu gibi zengin süslemeler burada görülmemektedir. Plan olarak diğer Anadolu medreselerinden biraz farklılıklar göstermektedir. Belki de iklim koşullarından ötürü avlu biraz küçültülmüştür. İki eyvanlı olan medresenin giriş eyvanı çapraz tonozla örtülmüştür. Avluyu çepeçevre beşik tonozlu bir revak çevirmektedir. Medresenin en belirgin yeri olan ana eyvanın sağ ve solunda beşik tonozlu iki oda, sol köşesinde de kubbeli bir oda yer almaktadır. Medresenin tek kubbeli olan bu bölümüne bir dehlizle girilmektedir. Avlunun çevresindeki medrese odaları da birbirlerine benzememektedir. Solda beşik tonozlu dört oda, en sağda L şeklinde bir oda vardır. Bunlara karşı sağ tarafta dikdörtgen planlı beşik tonozlu bir mekan yer almaktadır. Avlu revak kemerleri de birbirlerinden farklıdır. Bazıları dışarı at nalı şeklinde taşkın ve üstleri dekorlu, bazıları da basık ve dekorsuzdur. Buradaki alçak kemerler üzerinde bir yazı firizi dolaşmaktadır. Zinciriye Medresesi l934 yılında onarılarak Diyarbakır Arkeoloji Müzesi olmuştur. Sonraki yıllarda müze yeni yapılan binasına taşınmıştır. Hatuniye Medresesi (Hani) Ulu Cami’nin güneybatısında bulunan Hatuniye Medresesinin XIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Günümüze harap bir durumda gelen medresenin kitabesi de bulunmadığından kesin yapım tarihi ve kimin tarafından yaptırıldığı da bilinmemektedir. Medrese dikdörtgen planlı olup, giriş kapısının karşısında yuvarlak kemerli bir eyvan bulunmaktadır. Avlunun iki tarafı kalın payeler üzerine oturtulmuş yuvarlak kemerli bir revakla çevrelenmiştir. Bu revakların arkasında medrese hücreleri bulunmaktadır. Bu hücrelerin üzerleri kubbelerle örtülmüştür. Yöresel beyaz taştan, muntazam bir taş işçiliği ile yapılmıştır. Giriş kapısı sivri kemerli olup, çevreis geometrik ve bitkisel bir bezeme ile çevrelenmiştir. Sivri kemerin köşelerinde üçgen dolgulara yer verilmiştir. Bunların içeriside kabartma bitkisel motiflerle dekore edilmiştir. Mihrap duvarı bunun yanındaki iki kubbeli mekan ve eyvan duvarları günümüze gelebilmiştir. İki yanında kubbeli mekanların bulunduğu kapalı avlulu medrese planındadır. Mihrap duvarı geometrik taş süslemeleri ile kaplıdır. Ayrıca mihrap nişinde de örgü motifli taş bezemeler görülmektedir. Bunları geometrik bezemeler ve mukarnaslar tamamlamaktadır. Abdullah Paşa (Çeteci) Medresesi (Çermik) Abdullah Paşa tarafından, Çermik çarşısında, ana caddenin güneyinde 1756-1757 yıllarında yaptırılmıştır. Çermikli Çeteci Abdullah Paşa İran hükümdarı Afşarlı Nadir Şah’ı yenmiş ve Onun Doğu Anadolu’yu ele geçirmesini engellemiştir. Bu medreseyi Diyarbakır Valiliği zamanında yaptırmıştır. Sultan II.Abdülhamid döneminde Çermik Rüştiye Mektebi olarak kullanılan bu yapı onarılmış ve camiye dönüştürülmüştür. Dikdörtgen planlı olan yapının avlusunun üç yanına revaklar ve bunların arkasına da medrese odaları sıralanmıştır. Medrese odalarından ikisi doğu ve batıda, beşi güneyde olmak üzere toplam dokuz hücreden meydana gelmiştir. Medresenin kuzey yönü boş bırakılmıştır. Girişin karşısına rastlayan yerde kare planlı kubbeli dershane bölümü bulunmaktadır. Bu dershanenin üzerinde üç satırlı, Abdullah Paşa’nın kendi eliyle yazdığı tunç bir levha üzerinde kitabesi bulunmaktadır: ”Buniye Hazihi’l-Medreset’ül-Mübareket’ül-ilm ve’l bereketi bi kuvveti’l-Aziz’ül-Kadir Abdullah El-Vezir üş şehir bi-Çeteci.Fi seneti Seb’ine ve Mi’e ve Elf. Ketebehü bi-hatt.” 1170 (1756). Yapı kesme taştan ve yer yer de moloz taştan inşa edilmiştir. Medrese Cumhuriyetin ilanından sonra Çermik Cami Yaptırma Derneği tarafından onarılmıştır. Ali Paşa Medresesi (Merkez) Mardin Kapı ile Urfa Kapısı arasında, Ali Paşa Camisi’nin batısında olan Ali Paşa Medresesi, Vali Hadım Ali Paşa tarafından 1434-1537 yılları arasında yapılmıştır. Mimar Sinan’ın eseri olduğu ileri sürülmüşse de bu iddia kesinlik kazanamamıştır Ali Paşa Medresesi tek katlı olup kesme taş ve tuğladan yapılmıştır.Medresenin plan düzeni sonraki dönemlerde değişikliğe uğramış, Düşkünler Evi olarak kullanıldığından kuzey-batı köşesine yeni bir yapı eklenmiştir. Bu arada giriş kapısı da değişikliğe uğramış içerisi kadınlar ve erkelere ayrılmak suretiyle ikiye bölünmüştür. Bu değişikliğe rağmen medrese ana özelliğini yitirmemiştir. Girişten sonra dikdörtgen planlı orta avlunun her iki yanında beşer çapraz tonozlu oda sıralanmıştır. Bu odaların her birinde ocakları olup bunların bacaları dışarıdan görülmektedir. Avluda medreselerde gelenekselleşmiş olan sütunlu revaklara yer verilmemiştir. Bunların yerine her medrese odası önüne beşik tonozlu ayrı bölümler eklenmiştir. Bunların yüzlerine de hareketlilik sağlanabilmesi için üç sıra tuğla bir sıra kesme taştan silmeler yapılmıştır. Medresenin mescidi veya dershanesi dışarıya taşkın olup bu bölümün duvarlarına pencereler açılmıştır. Orta eksene de bir mihrap yerleştirilmiştir. Medresenin ilgi çekici bir planı olmasına rağmen bezeme yapılmamıştır. Muslihiddin Lari Medresesi (Merkez) Sefa Camisi'nin güneyinde ve cami avlusu içinde bulunan Muslihiddun Lari Medresi aynı zamanda İbariye, Parli Medresesi isimleriyle de tanınmaktadır. Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber XIV.yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Muslihiddin Lari, Mir’at-ül edvar ve Mirkat-ül ahbar isimli eserlerin yazarıdır. Bu medrese Onun Diyarbakır Müftüsü olduğu dönemde yapılmıştır. Lari ismi bu medreseyi yaptırdığından ötürü mü yoksa bu medresede ders verdiğinden ötürü mü verilmiştir kesinlik kazanamamıştır. Medresenin mimarı da belli değildir. Medrese tek katlı, kesme taştan olup tonozlarda yer yer tuğlalar yapıda kullanılmıştır. Planı kendine özgü bir konumdadır. Diyarbakır medreseleri içerisinde kendine özgü bir yapıdır. Avlu etrafında sıralanmış medrese odalarından meydana gelen plan düzeninden oldukça uzak bir yapıdır. Medresenin en belirgin bölümü dershanesidir. Dershane ortada olup medrese odaları bunun iki yanına yerleştirilmiştir. Dershanen üzeri beşik tonozla örtülü olup güney duvarına bir de mihrap yerleştirilmiştir. Revaklar yalnızca medrese odalarının önüne yerleştirilmiştir. Revaklar dershane ile kesilmiştir. Beşik tonozlu revaklar ortadaki bir ayağa dayanan iki sivri kemerle ön avluya açılmaktadır. Medrese odaları revakların dışında birer pencere ile dışarıya açılmaktadır.
-
DİYARBAKIR ÇEŞMELERİ Diyarbakır’da irili ufaklı çok sayıda çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmelerin büyük çoğunluğu Osmanlı döneminde yapılmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Hamravat Kemeri ile şehre su getirmesinden sonra şehirde çeşmeler çoğalmıştır. Evliya Çelebi de şehrin sularının Ayn-ı Ali Pınarı, İçkale kaynağı Suyu ve Ayn-ı Şakkil-Acuz sularının şehrin su gereksinimini karşıladığını belirtmiştir. Bu sulardan ötürü Diyarbakır da su sıkıntısı çekilmemiş, ayrıca evlerin içerisindeki avlularda havuzlar, selsebiller ve su depoları yapılmıştır.1290 tarihli Diyarbekir Vilayeti Salnamesi şehirde 130 çeşmenin bulunduğunu yazmaktadır. Diyarbakır çeşmeleri kendi başlarına bağımsız olanlar ile herhangi bir yapının duvarına yapıştırılmış veya bir yapının cephesine yerleştirilmiş çeşmeler olarak iki ayrı gurupta toplanmışlardır. İçkale Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır’da İçkale’de bulunan, halk arasında Arslanlı Çeşme olarak tanınan bu çeşmenin kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Çeşmenin musluk yerinde bir arslan başı vardır ve sular buradan akmaktadır. Büyük olasılıkla bu arslan başka bir yapıdan buraya getirilmiştir. Çeşme kesme taştan yapılmıştır. Çeşmenin üst kısmında iki kısa beyaz sütun üzerine bir üçgen alınlık konulmuştur. Bunun da çeşmeye sonradan eklendiği sanılmaktadır. Hatun Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır’da Mardin Kapısı çıkışında bulunan bu çeşmeye halk arasında Hatun Çeşmesi veya Hatun Kastalı denilmektedir. Bu çeşmenin de ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Kesme kare taştan yapılan çeşme üç yönlüdür. Her bölüm sivri kemerli ayna taşı, musluk ve yalaktan meydana gelmiştir. Çeşmenin batıya yönelik kısmı düzdür. Doğu cephesinde ise büyük bir kemer bulunmaktadır. İç kısmında üç beyaz taş kullanılmıştır. Burada bulunan iki satırlık kitabe oldukça bozulmuş, bu yüzden de okunamamıştır. Kuzey ve güney yönündeki bölümleri oldukça dar olup buradaki dar bir oluktan su akmakta,üzerini de bir niş kapatmaktadır. Çeşmelerden her üçünün önünde birer yalak bulunmaktadır. Zinciriye Medresesi Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır Zinciriye Medresesi’nin ön cephesinde bulunan bu çeşme kesme kaştan yapılmıştır. Ayna taşa yalak ve musluğun bulunduğu kısım yuvarlak bir kemer içerisine alınmıştır. Bu çeşmenin Zinciriye Medresesi ile birlikte XII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Örfizade Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır Örfizade Tekkesi önünde bulunan bu çeşme yaslandığı duvardan biraz dışarı taşkındır. Üzerinde taş konsollar bulunan çeşmenin ayna taşı muslukları ve yalak kısmı sivri bir kemer içerisine alınmıştır. Kemerin köşelerine süs amaçlı küçük sütunlar yerleştirilmiştir. Ömer Şeddad Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır Mardin kapısı içerisinde, Ömer Şeddad Camisi’nin önünde yer alan çeşme geniş bir kemerle sınırlandırılmıştır. Bu çeşmenin içerisinde üç niş bulunmaktadır. Bunların üzerindeki kitabe bozulduğundan tam olarak okunamamıştır. Arbedaş Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır Nasuh Paşa Meydanı’nda, Saray kapısına giden yolun sur duvarları ile birleştiği yerdedir. Çeşmenin üzerindeki kitabede Kanuni sultan Süleyman zamanında l531 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Cadde seviyesinden aşağıda olan çeşmeye altı basamaklı bir merdivenle inilmektendir. Önünde bir havuzu bulunan çeşmeye iki musluktan su akmaktadır. Hanım Çeşmesi (Çermik) Diyarbakır Çermik ilçesi Saray Mahallesi’nde bulunan çeşmenin kitabesi kırıldığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Büyük olasılıkla XII.yüzyıldan kaldığı sanılan bu çeşme sivri kemerli, aynalı ve yalak taşlı olup, günümüze harap bir halde gelmiştir. Ali Dede Çeşmesi (Çermik) Diyarbakır Çermik ilçesi Çukur Mahallesi’nde bulunan bu çeşmenin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Günümüzde çukura gömülmüş olan bu çeşmenin çok eski yıllarda yapıldığı sanılmaktadır. Çeşme beyaz mermerden olup, sivri kemerlidir. Süt Çeşmesi (Çermik) Diyarbakır Çermik ilçesinin güneybatısındaki bu çeşmenin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Ancak yapısından eski tarihlere kadar indiği sanılmaktadır. Halk arasında yaygın bir inanışa göre bu çeşmeden su içen loğusa kadınların sütü çoğalırmış. Bu yüzden de çeşmeye Süt Çeşmesi ismi verilmiştir. Bandeler Çeşmesi (Çermik) Diyarbakır, Çermik ilçesi Çukur Mahallesi, Bandeler Sokağı’nda bulunan bu çeşme XVIII.yüzyıldan kalmıştır. Çeşme üzerinde 27x48 cm. ölçüsündeki mermer üzerine nesih yazılı 1768 tarihli kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin üzerine 35x48 cm. ölçüsünde 1904 yılında onarıldığını gösteren bir onarım kitabesi konulmuştur: “Bu hayrat-ı mücelle civar merhum Becan’dır. İcabet Hazreti Zat-i Cenabi Kibriya’nındır. Sene 1322 (1904) Bandizade.” Çeşmenin mermerden sivri kemerli, ayna taşlı ve yalağı bulunmaktadır.
-
TARİHİ DİYARBAKIR HAMAMLARI Diyarbakır’ın eski tarihinden söz eden kaynaklar, vilayet salnameleri ve gezginlerin yazılarından öğrenildiğine göre, Diyarbakır’da hamamların büyük yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Şehrin hemen her mahallesinde hamamlar bulunuyordu. Osmanlı döneminde salgın hastalıkları önlemek ve bu kentte yaşayanları korumak amacı ile kente gelen yabancılar zorunlu olarak hamamlara sokuluyor, ondan sora da şehre girmelerine izin veriliyordu. Bu nedenle de Diyarbakır surlarında kente girişi sağlayan dört kapının yakınında hamamlar bulunuyordu. Ancak bu hamamların çoğu zamanla ilgisizlikten, açılan yollar nedeni ile yıkılmış ve şehirde hamam sayısı azalmıştır. Yıkılan hamamlardan Mirza Hamamı XV.yüzyılda Akkoyunlular zamanında yapılmış ve I.Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. Yeni Kapı Hamamı ise 1882’de yıkılmıştır. Maristan Hamamı Gazi İlkokulu’nun yapımı sırasında ortadan kalkmıştır. İçkale’deki Kale Hamamı, Sinek Pazarı’ndaki Alaaddin hamamı da zamanla ortadan kalkmıştır. Muallak Mahallesi’ndeki Domat Hamamı da I.Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. Dilaver paşa Hamamı, Hüseyin Efendi Hamamı, Bekir Paşa Hamamı, Cadde Hamamı da yakın tarihlerde çeşitli nedenlerle ortadan kalkan hamamlar arasındadır. Bunun yanı sıra XVI.yüzyılda yapılmış Cimşid Bey Hamamı 1863 tarihli İpekoğlu Hamamı da çeşitli amaçlarla kullanılmış ve işlevini kaybetmiştir. Ali Paşa Hamamı (Merkez) Ali Paşa’nın yaptırmış olduğu cami ve medresenin yanı sıra 1534 yılında onlara bir de hamam eklemiştir. Bu hamamın da cami ve medrese ile birlikte Mimar Sinan tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Günümüze oldukça harap bir durumda gelebilmiştir. Melek Ahmet Paşa Hamamı (Merkez) Diyarbakır Melek Ahmet Paşa Caddesi üzerinde bulunan bu hamamı Melek Ahmet Paşa tarafından1564 yılında yapımına başlanmış, 1567 yılında da tamamlanmıştır. Behram Paşa Hamamı (Merkez) Behram Paşa tarafından 1564 yılında yaptırılan bu hamamdan Evliya Çelebi de söz etmiştir. Çardaklı Hamam (Merkez) Diyarbakır İbrahim Bey Mahallesi’nde bulunan bu hamamı Hüsrev Paşa camisi ile birlikte 1521-1528 yılları arasında yaptırmıştır. Vahap Ağa Hamamı (Merkez) Diyarbakır’dan Dağ Kapısı’na giden yolun solunda bulunan bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Soğukluk, sıcaklık ve halvet bölümlerinden meydana gelen bir hamam olup, özellikle halvet kısmı haçvari bir plan göstermektedir. Deve Hamamı (Merkez) Diyarbakır Mardin kapısı yakınında, cadde üzerindedir. Bu hamamın da yapım tarihi ve banisi belli değildir. Büyüklüğünden dolayı halk arasında Deve Hamamı olarak tanınmaktadır. Kadı Hamamı (Merkez) Diyarbakır Sefa Camisi’nin yakınında bulunan bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Evliya Çelebi bu hamamın isminin Eşbek olduğunu yazmıştır. Küçük Hamam (Merkez) Melek Ahmet Paşa Camisi’ne bitişik olan bu hamamın da yapım tarihi belli değildir. Oldukça küçük ölçüde bir hamamdır. Soğukluk, ılıklık ve halvet bölümlerinden meydana gelmiş ve üzeri kubbe ile örtülmüştür. Saray Hamamı (Çermik) Diyarbakır çermik ilçesinde bulunan bu hamamın kitabesi günümüze ulaşamadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber yapı üslubundan XVI.-XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Bu hamam haç biçimli, dört eyvanlı, köşe hücreli hamamlar plan gurubundandır. Oldukça büyük ölçüde yapılan bu hamam soğukluk, ılıklık ve halvet bölümlerinden oluşmuş, her bölümün üzeri içten pandantifli, dıştan kasnaklı kubbelerle örtülmüştür. Çüngüş Hamamı (Çüngüş) Diyarbakır Çüngüş ilçesinde eğimli bir arazide yapılmış olan bu hamamın da kitabesi günüme gelememiştir. Mimari üslubundan XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Hamam, dört eyvanlı haç biçimli ve köşe hücreli hamamlar gurubundandır. Yakın tarihlerde içerisindeki eyvanlardan biri ile köşe hücrelerinden ikisi kaldırılmış, halvet bölümü daha büyütülmüştür. Hamamın üzeri içten pandantifli, dıştan kasnaklı kubbelerle örtülüdür
-
ATATÜRK VE DİYARBAKIR MÜTAREKE VE MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA DİYARBAKIR Mütarekenin ilk aylarında bazı Hürriyet ve İtilaf Cemiyeti" mensupları "İttihat ve Terakki"cilere karşı faaliyete geçtiler. Birtakım geçmiş olayları ele alarak onlardan öç almaya kalkıştılar. 1918 yılı Haziran ayında 8. Tetkik Heyeti Diyarbakır'a gönderildi. Buna bir tepki olarak, memleketi itilafçıların fesat ve şerrinden korumak, Doğuda muhtar bir Ermenistan tesisi girişimlerini önlemeye çalışmak amacıyla, siyasi hayata hiç atılmamış gençlerden oluşan gizli ve silahlı bir "İmdat Komitesi" kuruldu. 1919 yılı Haziran ayı sonunda da "Müdafaa-i Vatan Cemiyeti" faaliyete başladı. Süleyman Nazifin girişimleri ile Aralık 1918'de İstanbul'da, çoğunluğunu Diyarbakırlı vatansever aydınların oluşturduğu "Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti"nin Diyarbakır şubesi açıldı {18 Haziran 1918). Bu cemiyet, Milli Mücadele süresince Mustafa Kemal Paşa'nın buyruk ve önerileri dairesinde çalışmalarını sürdürdü. CUMHURİYET DÖNEMİNDE DİYARBAKIR 29 Ekim 1923 Pazartesi günü toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, uzun tartışmalardan sonra saat 23.30'da Türkiye devletinin şeklini "Cumhuriyet" olarak kabul etti. Onbeş dakika sonra da Gazi Mustafa Kemal Paşa yine oy birliğiyle cumhurbaşkanı seçildi. Cumhuriyetin ilanı ve Gazi'nin cumhurbaşkanı seçilişi haberi Diyarbakır'da sabaha karşı duyuldu. İçkale'den atılan 101 pare topla kutlandı. Vali Ahmet Mithat Bey, 7. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşa, Belediye Başkanı Hüseyin (Uluğ) ve birçok kuruluş başkanları, halkın ileri gelenleri Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya tebrik telleri çektiler. Resmi daireler tatil edildi. Şehir bayraklarla süslendi. Halkın, mülki ve askeri erkanın, dernek ve esnaf kuruluşlarının katıldığı muazzam bir tören yapıldı. Vali tebrikleri kabul etti. 75. kuruluş yıldönümünü geride bıraktığımız cumhuriyet döneminde de Diyarbakır tarihine konu olabilecek önemli bazı olaylar cereyan etmiştir. Bunlardan ilki "Şeyh Said Ayaklanması"dır. Ayaklanma, 13 Şubat 1925 günü, o tarihte Bingöl'e (Genç) bağlı olan Piran köyünde başladı. 7 Mart 1925'te Diyarbakır kuşatıldı. Gece yarısına doğru, şehri baştan başa çevreleyen surların 4 kapısından saldırıya geçtiler. Hezimete uğradılar. 8 Mart sabahı kuşatmayı bırakıp dağınık bir halde kaçmaya başladılar. Şeyh Said II Mart günü kuvvetlerini toparlayıp ikinci bir saldırıya girişti ise de başarılı olamadı. 15 Nisan'da kendisi ve beraberindekiler İran'a geçmek üzere Çarpuh deresini geçerken yakalandılar. Ayaklanma bölgesi için oluşturulan Şark İstiklal Mahkemesi" tarafından Diyarbakır'da yargılandılar. 28 Haziran'da tefhim edilen karara göre Şeyh Said ve 45 yandaşı idama mahkum edildiler. Cezaları 29 Haziran'da infaz edildi. Diyarbakır'ın Özel Günü: 5 Nisan Atatürk'ün 1. Dünya Savaşı içinde Diyarbakır'da bulunduğu sırada yaptığı hizmetlerden, şehirde giriştiği bayındırlık işlerinden, halka gösterdiği yakın ilgiden daha önce söz etmiştik. Bu bağlılık ve sevginin verdiği heyecanla Belediye meclisinin 2 Nisan 1926 günkü toplantısında, Atatürk'ün Diyarbakır'ın fahri hemşeriliğini kabul buyurmaları için bir karar alınması ve bu kararın kendilerine telle bildirilmesi hususu konuşulup oybirliğiyle kabul edildi. Gazi, Diyarbakırlıların fahri hemşeriliğini kabul ettiklerini ve bundan duydukları memnuniyeti 5 Nisan 1926 tarihli şu telgrafla bildirdi: "Diyarbekir Belediye Reisi Nazım Beyefendiye, Muhterem Diyarbekir halkının beni fahri hemşeri intihap etmek suretiyle hakkımda gösterdikleri kadirşinaslıktan mütehassıs oldum. Muhterem hemşerilerime selam ve muhabbetlerimin iblağını rica ederim. 5.4.1926 Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal" Böylece 5 Nisan, Diyarbakır'ın özel bir günü oldu. Her yılın 5 Nisanında törenler düzenlenir, günün önemi ve Atatürk'ün aziz hatıraları üzerine konuşmalar yapılır. Şehir o gün baştan başa bayraklarla süslenir. Çeşitli meydanlarda ekipler tarafından halk oyunlar oynanır. Günün neşeli geçmesi, taşıdığı anlama yaraşır bir şekilde kutlanması için çalışılır. Atatürk Diyarbakır'da Cumhuriyet dönemİ Diyarbakır tarihinde önemli bir yeri olan olaylardan birİ de demiryolunun Diyarbakır'a ulaştığı, ilk lokomotif düdüğünün duyulduğu 22 Ekim 1935 günü halkın gösterdiği unutulmaz coşku ve ilgi olmuştur. Fevzi Paşa Diyarbakır hattının açılışı nedeniyle Atatürk, kendisine çekilen telgrafa şu cevabı vermişti: "Bay Ali Çetinkaya Nafia Vekili Diyarbekir Fevzi Paşa Diyarbekir hattının açılma töreni dolayısı ile vatandaşların samimi tezahüratını ve sevgisini bildiren telinizi büyük sevinçle aldım. Yurdumuzun demir ağlarla örülmesi sahasında kazanılan bu yeni muvaffakiyet güven ve genliğimizi arttıracaktır. Bu yolda başarıların devamını dilerim. ATATÜRK" 16 Kasım 1937 günü yapılan görkemli bir törenle Diyarbakır'dan Cizre yoluyla Musul sınırına, Van gölü sahillerinden İran sınırına uzatılacak demiryolunun temeli atıldı. Töreni Atatürk'ün de özel treninden izlemesi ayrı bir mutluluğa vesile oldu. Diyarbakırlıların çoğu, Atatürk'ü, 16. Kolordu, daha sonra 2. Ordu komutanı olarak Silvan ve Diyarbakır'da görev yaptığı 1916-1917 yıllarından beri tanıyorlardı. Hatta O'na "Sarı Paşamız" diyorlardı. O, bu defa kurtardığı vatanın Cumhurbaşkanı ve Diyarbakırlıların fahri hemşerisi olarak geliyordu. Diyarbakır bütün heyecanıyla O'nu karşılamaya hazırlanıyordu. Kentin ana caddelerini çeşitli kurum ve kuruluşların yaptırdıkları görkemli takılar süslüyordu. Bütün evler, mağazalar, dükkanlar Türk bayrağı ve O'nun resimleriyle bezenmişti. Geleceği gün olan 15 Kasım 1937 sabahı, süslenmemiş bir ev, bir cadde kalmamıştı. Nihayet büyük kurtarıcının treni saat 18'i 10 geçe hafif bir alkışla istasyona girdi ve muazzam kalabalığın önünde durdu. Atatürk'ün vaktin epeyce geçmiş olması nedeniyle şehre çıkılmayacağı ve beyhude merasim yapılmaması hakkındaki buyrukları, tren daha istasyona gelme den ilgili kişiler tarafından bildirilmişti. Fakat, trenin istasyonda duruşunu müteakip, halkın coşkun tezahüratını gören Atatürk, O'nu seven bu mahşeri kalabalığın isteklerini yerine getirdi. Yanlarında Başbakan Celal Bayar, Birinci Umumi Müfettiş Abidin Özmen, bazı milletvekilleri olduğu halde trenden inerek gar binası terasına çıkıp halkı selamladılar. Bir süre sonra özel vagonlarına döndüler. Abidin Özmen vagonun merdiveninden halka hitaben şunları söyledi: ''Atatürk geceyi vagonlarında geçireceklerdir. Yarın şehre teşrif edeceklerdir. " Bunun üzerine halk dağıldı. Saat 21'i çeyrek geçe İstasyondan şehre doğru süratle yayılan bir haber, O'nun biraz sonra Halkevine geleceğini bildiriyordu. Kısa bir süre sonra Halkevi salonları hınca hınç dolmuş ve taşmıştı. Yaşa var ol Atatürk ve o alkış sesleri ortalığı çınlatıyordu. Atatürk, özel locasında, önce şerefine verilen konseri dinledi. Konser bitince şu tarihi konuşmayı yaptı: "Yirmi yıl sonra tekrar Diyarbakır'da bulunuyorum. Dünyanın en güzel ve en modern bir binası içinde, modern, nefis bir müziği dinleyerek... Beşeriyetin medeni bir halkı huzurunda, bu halkın evinde duyduğu zevk ve saadetin ne kadar büyük olduğunu elbette ki takdir edersiniz. Bunu kaydetmekle bahtiyarım. " Ertesi gün şehrin ve ilin adı Diyarbakır'a çevrildi. Sonra 10 Aralık 1937 gün ve 7789 sayılı Bakanlar Kurulu Karan 91 ile bu ad kesinleşti. Halkevinden ayrılan Atatürk Orduevine gittiler. Buradan Vali konağına, bir süre dinlendikten sonra da özel trenlerine döndüler. 16 Kasım 1937 Salı sabahı saat 9'da otomobilleri ile şehri gezmeye çıktılar. İlkin İçkale'deki Umumi Müfettişlik dairesine uğradılar. Burada bölge valilerini kabul ederek illerinin durumu ve sorunları hakkında verdikleri bilgileri dinlediler. Bölgenin tarım, ekonomi, bayındırlık, kültür işleri ile Van gölü havzasında kurulacak üniversite hakkında Umumi Müfettiş Abdin Özmen'den bilgi aldılar. Aynı binanın (bu bina halen "Komutan Atatürk Müze ve Kütüphanesi"dir) alt katında bulunan ve 191Tde 2. Ordu Komutanı iken çalışma odası olarak kullandıkları odayı incelediler ve bu konuda sonradan yapılmış olan tadilata değindiler. Buradan 7. Kolordu Komutanlığı karargahına uğradılar. Sonra Gazi caddesini takiben bugünkü Atatürk Köşkü"ne gittiler. Köşkte bir saatten fazla kalındı. Tayyare alayına gidilmek üzere köşkten hareket edildi. Yolda Urfa kapısında duruldu. Atatürk burada surları, tarihi Urfa kapısı'nı, üzerindeki kitabeleri, demir kapının motiflerini inceledi. Surların ve diğer tarihi eserlerin büyük bir dikkat ve önemle korunmasını buyurdu. Son bir meydan açılacak ve kaleyi iç ve dış taraftan bir tur yolu çevreleyecektir. Bu meydan aynı zamanda bir park halinde ağaçlandırılacaktır. Burada kale duvarları boyunca uzayan yola muhtelif İstikametlerden caddeler açılacak, arasında Uçar'dan alayın ihtiyaçları, durum ve sorunları hakkında bilgi aldı. Buradan istasyona dönüldü. O gün aynı zamanda Diyarbakır - Irak ve İran demiryollarının temel atma törenleri vardı. Saat 15'e iki dakika kala Atatürk'ün özel treni tören yerinin civarına kadar getirildi. Saat 15'te başlayan töreni Atatürk trenin penceresinden sonuna kadar izledi. Aynı gün akşam Vali konağında şerefine verilen çayda hazır bulundular. Burada yine şehrin imarı üzerinde durdular ve ilgililere şu önerilerde bulundular. "Diyarbakır'ın tarihi kalesinin orta yerinde büyük Tayyare Alayına gelindi. Alay Komutanı Fevzi bölünecek olan kısımlar bugünkü Diyarbakır'ın ana kısımlarını teşkil ve bu bölümler, Diyarbakır'ın mimari hususiyetlerini üstünde taşıyan avlulu, havuzlu ve bahçeli evlerle dolacaktır. "Yeni Diyarbakır kurulur ve eski Diyarbakır imar ve tezyin edilirken tarihi değeri haiz tek bir eser hırpalanmayacak ve en iyi bir surette muhafaza edilecektir. " Saat 18.30'da Vali konağından muazzam bir halk topluluğunun alkışları arasında ayrılan Atatürk, doğruca istasyona gidip trenlerine geçtiler ve saat 18.45'te coşkun alkış ve uğurlama tezahürleri arasında Elazığ'a gitmek üzere şehrimizden ayrıldılar.
-
EL SANATLARI KUYUMCULUK SANATI Diyarbakir’in en önemli sanatlarindan birisi kuşkusuz kuyumculuktur. Hala eski tip törelerini sürdüren ailelerden işlenmis ayna, gülabdan, nalin ve ziynet takılarını korumak için Pestahtah” adi verilen gümüs işlemeli sandıklar bulunmaktadır. Kuyumculuk sanatının en büyük ismi 940’ta doğan Ahmet Çelebi’dir. Bu dönemlerde Ahmet Çelebi’nin gerçekleştirdiği altın, gümüş, ve mücevherata ilişkin ürünler büyük ilgi görüyordu. Grift elmaslarla büyük boyutlu olarak yaptiğı “Ay”,”Gün” çalismalari günesle etkilesime girdiginde, meydana gelen isik kümeleri günesin parlakligini son derece etkileyici bir sekilde yeniden üretir, izleyenleri büyülerdi. 675 yilinda Diyarbakir valiligine atanan Hasan Pasa, kuyumculugun yöredeki potansiyelini görünce “Kuyumcular Çarsisi”nin insasina baslama emrini vermistir. Kuyumcular Çarsisi’na Ulu Cami’ye dogru bir kol atarak Ketenciler Çarsisini da ilave ettirmistir. Ahmet Çelebi ve ögrencilerinin ürettigi brosar, gerdanliklar, kiliçlar, hançerleri mücevherler bu Ketenciler Çarsisi’nda satilirdi. Hasan Pasa ayrica bu çarsinin kuzey tarafina kendi adiyla anilan bir hamam yaptirmisti. Mücevherlerin bulundugu çarsilar arasina kapilar yaptirmisti. Her yerden gelen tüccarlar bu kapilar araciligi ile ellerindeki ham taslari kuyumculara satar, yerlerine islenmis mücevherat satin alirlardi. Her tarafi kursunla donatilmis bu kapilar aksamlari kapatilarak çarsi korumaya alinirdi. 1978'de kente sayili zenginlerden Özdemiroglu Osmanli Pasa Vali yayin edilmisti. Osman Pasa'nin da gayretleriyle büyük maddi külfetlere girilerek yedi yilsda tamamlanan çarsinin açilis konusmasinda Ahmet Çelebi'yi "Kuyumcular Reisligi"ne getirmistir. Olgunluk döneminde Ahmet Çelebi tüm ögrencilerini yanina alarak on yil sürecek iki essiz düzenleme gerçeklestirecekti. Bu bahçe betimlemelerinde yapraklarin damarlarina ,yemislerin kabuklarina ve içlerine çok güçlü bir ifade gücüyle degerli taslar yerlestirmisti. Bir yil sonra Bagdat'a götürülen bu çalisma görenleri hayrete düsürmüstü. Mevlana Celalettin Rumi'nin türbesindeki gümüsten yapilmis ikinci kapida tüm isçiligi ile Ahmet Çelebi'ye aittir. 1010 yilinda yitirilen Ahmet Çelebi'nin sanatini,ögrencileri uzun yillar yasatmaya çalismistir. Günümüzde kuyumculuk Diyarbakir'in en önemli sektörlerimizden biridir. Ancak altin isçiligi yapan atölyeler eskiye nazaran parmakla sayilacak kadar az sayidadir. Su anda bu meslegi yürüten Hüseyin Acemoglu'nun ögrencisi Celil Sengül Usta yalnizca Diyarbakir'a özgü olan bu hasir isletmeciligini yapan tek ustadir. Celil Sengül'ün anlattiklarina göre kuyumculuk sanatina emegi geçen birkaç sanatçi söyle siralanabilir: BAKIRCILIK Insanoglunun madeni islemeyi ögrenmesi ,insanlik tarihinin en büyük çalismalarindan biri olmustur. Gerçek madencilik ,madenin isiyla olan iliskisinin kesfi ile baslamistir. Arastirmalardan yöntemin ilk kez Anadolu'da gerçeklestirildigi anlasilmaktadir. BAKIR KAP YAPIM TEKNİKLERİ: Dövme ,döküm.sivama, preste basma olmak üzere dört bölüme ayrilmistir. Kaplarin üzerleri kazima kabartma, zimba teknikleri kullanilarak da çesitli süslemelerle islenmistir. Bu teknikteki süslemelerin araciligi ile güldanlik, ibrik, günlük yasamda ve dügünlerde kullanilan degisik amaçli kaplar, siniler, kaplar, sürahiler, serbetlikler, bardak gibi birçok esyanin yapimina gidilmistir. Büyük bir incelik ve ustalikla islenen bakir isçiligi babadan ogula ve ustadan çirak iliskisi içinde ögrenilir ve bir sonraki kusaga aktarilir. 75 sene öncesinde yasayan bakirci ustalarinin en ünlülerinden olan Diyarbakir’li Haci Abdulkadir, Sait Usta, Sehmus Usta gibi isimler günümüzde de anilmaktadir. Çok katmanli kültürlerin bir arada yasadigi bugün ise yasamaya çalistigi Diyarbakir’da Ermeni ve Süryanilerin yasadiklarini ve Diyarbakir el sanatlarinin nerede ise tamamini olusturdugunu görüyoruz. Günümüzde az sayida kalmis bakir ustalari bu sanati davam ettirebilmek için direnmeye çalisiyorlarsa da hem bu sanatin ögreniminin zor olusu hem de Pazar payinin kisitligi nedeni ile mevcut ustalar dar bir alana sıkısmıstır.
-
EFSANELER Şehri baştanbaşa kuşatan surların güney batı-bölümüne Benusen surları denir. Bu bölümdeki surlar içinde bilhassa Yedi kardeş ve Evlibeden (Ukubeden ) burçları ayrı bir değer taşır. Çok sağlam, çok süslü kitabeli burçlarıdır. Bu burçlara ve bulundukları çevreye Benüsen denmesinin günümüze kadar gelmiş efsanesi şudur. Zamanın hükümdarı bu mıntıkada çok süslü, çok sağlam ve çok güzel iki büyük burç yaptırmak istemiş ve bir müsabaka açmış. O sıralarda şehirde baş usta ,iki kişi varmış, biri bu işlerin ustası, diğeride onun kalfası imiş. Bunlar müsabakaya girmişler Yedikardeş burcunu usta, Evlibeden burcunu da kalfası yapmaya başlamışlar. Burçlar tamlanmış. Hükümdar, erkanıyla, şehrinileri gelenleriyle bura gelmiş. Neticede kalfanın yaptığı Evlibeden burcunun birinciliğine karar verilmiş. Buna çok üzülen usta hırsından kendini Yedikardeş burcundan aşağı atmış, param parça olup ölmüş. O günden bugüne, buraya Benüsen denir.Halk hekimliği, folklorun kollarundan biridir. Diyarbakır’ın halk hekimliğinde karpuzun ayrı bir yeri vardır. Karpuzun idrar söktürücü, böbrek taşlarını döktürücü olduğuna inanılır ve şöyle denir. Kavun ye bilegen bağ, Üzüm ye rengen bağ, Karpuz ye işegen bağ Ayrıca karpuzun, hazmı çok kolaylaştırıcı niteliğe sahip oldundan inanılır. Bunun birde efsanesi var. Lokman Hekim, peygamberlik mertebesine erişmiş, bütün dertlerin dermanını bilen bir hekimmiş. Herhangi bir hastalığın dermanını bilir, başını alır kırlara, dağlara çıkar dolaşırmış. O, dolaşırken,her ot, her çiçek, her nebat ona hangi derdin dermanı olduğunu söylermiş. O da buna göre, her hastalığın dermanını bulurmuş.Günün birinde Lokman Hekim ölümsüzlüğün dedermanını bulma sevdasına kapılmış, kırları dolaşa dolaşa, dağları aşa aşa, diyar diyar gezerek yolu Diyarbakır’a varmış. Urum (Urfa) Kapısı’ndan içeri girmiş, zerzavatçılar (sebzeciler) meydanına gelmiş. Orada gözü yığın yığın patlıcanlara deyince “ Hayret “ demiş. Bu patlıcanları yiyen halk, nasıl oluyorda hasta olmuyor? “ Biraz daha yürümüş, dağlar kimi (gibi) üst üste yığılı koca koca karpuzları görünce “ Ha” demiş. “Yemekten sonra bu karpuzdan bol bol yiyiyorlar, sebebi bu” diyerek, karpuzun birçok derde deva olduğuna kanaat getirmiş. Diyarbakır Kalesi’yle Harput Kalesi aynı zamanda, iki usta kardeşin nezaretinde yapılmıştır. Diyarbakır Kalesi’nin kireci yumurta akıyla, Harput Kalesinin ki sütle karılmıştır. Bu iki kalenin baş ustaları olan iki kardeş hala sağdırlar,onlar ölümsüzlük suyundan içmişlerdir.Yanlız ara sıra uyanıp Diyarbakır Surları yıkıldımı? Harput Kalesi duruyor mu? Diye sorarlar ve cevaplarını alıp tekrar uykuya dalarlar. Çünki bu iki kalenin yıkılması kıyametin kopacağına işarettir. Diyarbakır kale kapılarının dördünün de Dersim’deki kilise kapıları olduğu ve buradan sökülerek getirildiği rivayeti Diyarbakır’da da Dersimde’de yaygındır. Her insanın bir şeytanı olduğu gibi, her şehrin de bir şeytanı vardır. Yanlız Diyarbakır şehrinin yoktur. Vaktiyle şeytan, Diyarbakır şehrinin altını üstüne getirmek , halkın rahat ve huzurunu bozmak için, ortalığı karıştırmaya başlamış.Şehir halkı iki eşraf ailesinin etrafına toplanarak birbirlerine girmişler. Hergün döğüş,kavga, talan halk bundan bizar olmuş. Diyarbakır etrafı evliyalar, nebiler, sahabilerle dolu kutsal bir şehirdir. Şehrin bu perişan haline acıyan evliyalardan biri şeytanı yakalamış bir demir parçası haline sokarak İçkale Kapı’sının sol üst tarfına zincirlemiş. Böylece şehir, yeniden huzur ve rahata kavuşmuş, şeytansız tek şehir olmuş. Şeytanı sembolize eden bu demir parçası bugün de içkale Kapısı’nın sol üst yanında zincirle duvara tespit edilmiş vaziyette duruyor.Bundan 15-20 sene evveline kadar İçkale’ye giren herkes bu şekle tükürür ve “ Şeytana lanet olsun “ diyerek kapıdan içeri girerdi. Vaktiyle Karacadağ’ın tepesinde dağ kada büyük, kara ejderha varmış. Ağzından saçılan nefesi bir alev gibi her tarafı yakarmış. Günün birinde gökten çok kalın bir zincirin şakırtılar çıkararak dağa sarkıtıldığı ve ejderhanın boynundan zincirlenip güklere çektirildiği görülmüş. Halk ancak bundan sonra rahata kavuşmuş. Dağın, taşlarının hala kara oluşu bundandır. Buralar ejderhanın nefesiyle yanan yerlerdir. Bu efsaneyi anlatan o bölge köylüleri dedelerinin bu ejderhayı göğe çeken zincirin şakırtılarını ve ejderhanınbir gök gürlemesini andıran sesini duyduklarını ısrarla söyler ve buna inanırlar. Zembil Satan Efsanesi Silvan Kalesi’nin kuzey tarafında bir tepe teşkil eden enkaz arasındaki burcun adına halk “Zembilfüroş” burcu demektedir. Bunun bir efsanesi var. Vaktiyle Silvan kale burçlarının birinde yaşıyan, geçimini Zenbil satmakla temin eden evli bir adan varmış. Bu çok güzel yapılı melek gibi bir adammış. Şehrin sokaklarını gezerek zembil satmakta iken bir gün hükümdarın karısın arastlamış. Hükümdarın karısı, bu erkek güzeli adama aşık olmuş. Ne kadar zembili varsa alacağını, hepsini alıp sarayına getirmesini söylemiş. Adamda o gün ne kadar zembili varsa yükleyip saraya götürmüş. Onı bekleyen hükümdarın karısı bütün zembilleri almış ve adama aşkını açıklamış. Kendisine her türlü yapmaya hazırolduğunu, yeter ki aşkına cevap vermesini dilemiş. Zembil satan, evli olduğun, böyle bir günah işlemeyeceğini beyanla red cevabı vermiş. Kadın asılmalarına devam etmiş, bir sonuç alamayacağını görünce, başka bir çare düşünmüş. Bir gün zembil satanı gizlice takip ederek, Kaldığı burcu öğrenmiş. Kerndisi evde yokken karısına giderek durumu anlatmış ve “sadece bir gece ben senin yerine geçeyim”, sen başka yerde kal, sana ölünceye kadarkocan ve çocuklarınarahat geçinebileceğiniz kadar para veririm”diyerek kadıncağızı kandırmış. Onun elbiselerini giyerek, geceyi beklemiş. Zembil satan, gece evine gelip karısının yatağına girince hal ve tavırlarından koynundaki kadının kendi karısı olmadığını anlamış ve hemen sokağa fırlamış hükümdar karısı peşine düşmüş. Zembil satan, bu kadının elinden başka bir kurtuluş yolu olmadığını anlayınca kendini bugün adını taşıyan burçtan aşağı atarak paramparça olmuş. Ona aşık kadında kendini peşinden atarak ölmüş. O günden bu güneburca zembilfüroş(zembil satan)Burcu denmektedir. Gelincik Dağı Efsanasi: Çermik kasabasının batı-kuzeyinde bir dağ vardır. Buna gelincik dağı denir.İnanışa göre, vaktiyle buradan bir gelin alayı ağır ağır geçerken çocuklardan biri altını pislemiş, annesi başka bir şey bulamadığı için yavrusunun pisliğini yufka ile temizlemeye kalkışınca Tanrının gazabına uğramış ve bütün alay gelinle birlikte taş kesilmiş. Uzaktan insan dizisi gibi görünen bu taş yığınları halen durur.
-
HALK OYUNLARI VE FOLKLOR: Folklor sözcüğü, folk (=halk) ve lore (=bilim) kelimelerinden oluşup, halk bilimi anlamına gelmektedir. Folklor, uluslar arası kültürün yaratıcı bilimsel bir koludur. Tarih sürecinde bölgelere göre özelleşmiş, bölgelerle özdeşleşmiş, bu durumuyla kendisini bilimsel, teknik ve ori jinal bir şekilde ortaya koymuştur. Folklorun temelini; toplumların ekonomik yaşam şartları oluşturur. Dolayısıyla ortaya çıkması, gelişmesi halkların maddi ve manevi değerleriyle ilintilidir. Folklor ile halk oyunları kavramları özdeşleştirilerek, halk oyunları yerine folklor kavramı kullanıla gelmektedir. Oysa folklor genel bir kavram olup, toplumların maddi ve manevi değerlerini barındırır. Ömeğin, herhangi bir ülkenin, toplumun veya yörenin yemekleri, kıyafetleri, gelenek görenekleri, töreleri, halk oyunları, bayramları, eğlenceleri vb.. gibi değerlerin tümü folkloru oluşturmaktadır. Halk oyunları folklorun bir parçası olup, günlük yaşamdan kesitler, kahramanlık, birliktelik, nefret, aşk, sevgi, hayal, umut gibi insan yaşamını etkileyen değerleri sergiler. Zevkler ve dertler halaylarla, türkülerle, düğünlerle, müzikle, sanatçılarla dile getir ilir. Her ne kadar halk oyunlarında zevk ve eğlence görülüyorsa da, toplumların kanunu, ilişkileri, kültürü, kimliği öncelikli olarak dile getirilir. Onun için denilebilir ki folklor (halk oyunları) insanların eğitiminde rol oynar. Müzik eşliğinde oynanan oyunlar daki ahenk fark edildiği zaman, insan yaşamını ve sevgisini canlı kılar. Bir yan dan insanı üzer, dertlendirir, bir yandan da neşelendirir. Her ritim ve oyun insanlann gönlünde ayrı değişiklikler yaratır. Böylece halk oyunlan insanları manevi yönden etkiler. Halk oyunları, insanlık tarihi kadar eskidir. Halklar tarihinde insanlar, toplumlarını, örgütlüklerini, geri kalmışlığını halk oyunlarından ayırmamışlardır. Halkımız, bazen istemlerini, beklentilerini halk oyunlarıyla dile getirmiştir. Her ne kadar yazılamamışsa da, halkın yaşamında varlığını sürdürmüştür. Bazen de yurtseverlik, savaş, kavga, aşk, sevda gibi konular dile getirilmiştir. Halk oyunlarımız rengini kendi güzel coğrafyasından almıştır. Doğa ile bütünleşmiştir. Bu yüz den halk oyunlanmız çok zengindir. Bu yönüyle manevi bir güç olup, yaşantımızın bir aynasıdır. Halkımız, folkloru ile özellikle halk oyunlan kendisini Ortadoğu halklarına tanıtmıştır. Öte yandan kültürümüz yaşamımızın temelini oluşturmuştur. Halk şarkı, türkü ve oyunlarıyla kendini tanıtmıştır. Kültürel ilişkilerdeki zenginlik, ulusal ilişkileri de geliştirerek zenginleştirmiştir. Bölgemizde her yörenin kendine has oyunları vardır. Bu, yöreler arasındaki kültürel ilişkilerin gelişmesine neden olmuştur. Her yörenin oyunları, o yöredeki insanların yaşantılarını sergiler. Ömeğin, Hakkari'de oynanan ''Xelef'' oyunu, kimi ağaların ve aşiret reislerinin kahramanlıklarını, kiminin de zorbalıklarını dile getirir. Adıyaman'da oynanan ''Qimil'' oyununda ise toprağa bağlılık, üretim ilişkileri, kadın erkek ilişkileri (kolektivizm) dile getirilir. Bölgemizde oynanan oyunlarda dikkati çeken başka bir nokta da ekip başıdır. Ekip başı figürleriyle müzikle olan ahengini gösterir. Böylece yaratıcılığını serbest bir şekilde ortaya koyarak oyunun güzelliğini ve estetik yönünü tamamlar. Sonuç olarak, özelde halk oyunlarımızı genelde kültürümüzü kendimizde yaşatmak için bilimsel bir tarzda araştırmalı, tanımalı ve geliştirmeliyiz. Bunu yaparken de farklı kültürlere de saygı göstermeyi, değer ver meyi ve onlarla ilişki geliştirmeyi göz ardı etmemeliyiz GELENEKSEL HALK OYUNLARİ Diyarbakır ve çevresinin geleneksel oyunları .çok çeşitli canlı ve renklidir. Yöreye özgü nitelikleri vardır. Bölgemizde devki ve el vuruşturma figürlü oyunlar yaygındır. Oyunların çoğu halay türündedir. Çepik, lorke, çaçan, esmer, gırani, halayları en yaygınlarıdır. Halaylarda bir fasıl sırası bulunur. Ayrıca makamlara göre de sıra oluşturmaktadır. KEŞEYO: Bu oyunun sadece erkeklerce oynanması ve ilimize has olması en temel özelliğidir. Bu oyun delilo oynayan sarhoş bir Hıristiyan din adamının taklit edilişidir. Bu oyun delilo oyunun ayak vuruşlarının aynısı olup, ağır bir tempoda oynanmak tadır. İleri giderken sağ ayakla başlanır el ele serçe parmak teması ile kollar baş seviyesinin üzerinde havaya kaldırılarak oynanır. Önce sağ sonra sol tekrar sağ ve son olarak sol ayak öne vurulup tekrar sol ayak geriye doğru çekilir. Ellerin durumu değişir. Eller yere doğru indirilir. Her adım atılışında öne doğru birleşik olarak çıkarılır. Ayak hareketleri öne gidişin aksine geriye doğru önce sol sonra sağ, yine sol ve son olarak sağ ayak yere ve dize vurularak öne doğru adım atılır. Oyun böyle devam eder. DELİLO: Bu oyun üretimde birlik, dayanışma 46 içinde harcanan emeğin karşılığının alınmasından doğan sevinci yansıtır. Davul, zurna eşliğinde oynanır. Ezgisi 4/4'lüktür. Tempolu ve ritimlidir. Oyun süresince zur nadan değişik ezgiler çalınabilir. Serçe par maklardan tutuşulur. Kollar yere paraleldir. Oyun süresince içten dışa doğru yaylandırılır ya da sert biçimde sallandırılır. Oyuna sağ ayakla başlanır. Sağsol sağsol olmak şartı ile dört adım öne ve hafif sağa doğru atıİır. Son sol ayak vurulduktan sonra aynı ayak tekrar geri çekilir. Serçe parmakların tutulmasıyla dirsekler yarım açık, yanındaki oyuncuyla dirsekler bitişik ve her oyuncunun dirseği de kendi vücuduna bitişik olarak yalnız kadın ve erkeklerce oynandığı gibi karışık olarak da oynanır. Oyunda yöre türkü ve manileri (Delilo, Selimo, Tırlıanne, Ayvanda Yatan Oğlan vb. ) okunur. HALAY: Bu oyun en az üç kişi ile oynanır . oyunculara davul zurna eşlik eder. lzleyi ciye göre sahne uygulaması ve düzen yok tur. Oyun, başı çekenin yönetiminde oynanır. Halay başı elindeki puşuyla düzeni ve ritmi sağlar. Halaylarda neşe ve canlılık egemendir. Ölçülü devinimlerle oynanır. Halay müziği çeşitlidir. Ritm canlıdır. Ezgisi 2/4'lüktür. Kadın ve erkekler birlikte oynuyorlarsa; sol kol sağ kol üzerine gelir, içten parmaklar birbirine geçilir. Kollar ger gin, arkada kalacak biçimde kenetlenir. Bakışlar, dik ve serttir. Oyuncular omuz omuza verdikten sonra halay başlar. Sadece kadınlar oynuyorsa; el tutuşları değişir. Kollar çapraz olarak yanındakinin belinin üst ve alt tarafına atılır. Arkadan bakıldığında çapraz olduğu görülür. Halay iki bölümde oynanır. Birincisi sallanmadır. Diz kırılarak, dört uzun, iki kısa diz devinimi yapılır. Bu devinime beden ve omuzların ritmik biçimde eşlik etmesi gerekir. Omuz titretme erkekler içindir, kızlar düz oynar. Diyarbakır'da veya ilçelerinde, kırsal alanda halay oyununu kadınerkek beraber oynadıkları gibi sade erkek ve sade kadın türünde de oynarlar. Yalnız kadın vuruşları (öne çıkmak ) değişir. Bu kadınlara özgü olup kadınların fiziki yapılarına uygun olarak oluştuğu sanılmaktadır. Hafif öne eğilirler, sağsol sağsol olarak iki ayaklarını kullanıp, son ayak olan sol ayağı ön tarafa vurup geri çekerler. Kırsal alandaki erkek halayında ise kadınlarınkine benzer vuruşlar yapılmaktadır. Ancak ayaklar daha serbest ve daha ileri çıkarılarak yapılır. Merkez halayında ise vuruşlar küçük hafif öne eğilmiş olarak kırsal alandakinin aksine her iki ayak eşit olarak kullanılmaz. Sağ ayak üç defa sol ayak ise bir defa öne vurulup ileri gidilir. Vuruş noktasına geldiğinde ise ayak hareketleri aynı fakat sol ayak öne vurulup geri çekilir, son vuruş vurulup geri gelinir. Geri gelişte önce sol sonra sağ ayak lar hafif havaya kaldırılıp başlama nok tasına gelinir ve tekrar yerinde oynanmaya başlanır. Geri gelirken beklenmeden tekrar ileri çıkılabilir. ESMER: Sevinin vurgulandığı bir halk oyunudur. Figürlerde incelik, yumuşaklık vardır. Ezgisi 4/4'lüktür. Ara müziği her rani, türkü bölümü esmerim olan iki müzik li bir oyundur. Erkekler ve kadınlar tarafından oynanır. Tutuşları, halay oyunun daki gibi omuzlar kenetlene,cek şekilde olmalıdır. Oynama şekline ise sağ ayakla başlanır. Şehir merkezinde üçüncü ayakta diz kırılarak doğrulur ve akabinde sol ayak öne çıkarılır. Kırsalda ise üçüncü ayaktan sonra diz kırılmadan vücut yukarıdan hafif öne eğilerek arkaya doğru hafif olarak çıkılarak oynanır. Bu oyunda öne çıkışlarda birincide düz öne çıkılır. Öne çıkışların geri gelişleri de vardır. Oyun genellikle duy güzel olduğu için türkü söylenerekte oynanır . TEK AYAK: Halay türündendir. Tek grup ya da karşılıklı iki grupla oynanır. Bu oyunda ayak Vuruşları, halay müziğinden yarım ses aksaktır. Bu, ileriye çıkış figürlerinde ve dik oyunda özellik olarak belirir. Müzik ezgisi 2/4'lüktür. Karşılıklı oynamada belir gin özellik, atak devinimleridir. Bu oyunda ki tutuşlar da halay ve esmerde olduğu gibidir. Üç defa sağ ve sol ayaklar yerinde kaldırılıp indirilir. Sol ayakla birlikte vücut hafif öne çıkarılır ve eğilinir. Sol ayak öne Vurulup geri çekilir. Öne çıkma halayda olduğu gibidir. Geri gelişler de vardır. Davul Vuruşu halaydaki gibi seri olmayıp kesik kesik olur. ÇiFT AYAK: Bu oyunda da tutuşlar, tek ayak oyununda olduğu gibidir. Sol ayaklarını iki kez vurup çekerek oynadıkları bir oyundur. Öne çıkma ve geri gelişler de vardır. Öne çıkma halayda olduğu gibidir. Ancak, sol ayak savurması iki defa olur. çapraz olması ve sağ ayağın hareketidrL Öne çıkmak beklemeden olduğu gibi, geri gelişte vardır Davulun vuruşlan da ritme göredir. ÇEPİK: Adını el çırpmadan alır, Savaş, kavga ve çekişmeyi simgeler. Oyun gruplara ayrılarak ya da teke tek vuruşarak oynanır. Çepik üç bölümdüL Kabadayı, hücum ve çarpışmadan oluşuL Yürüyüşler saldırı ve çağn biçimindedir. Oyunun en belirgin özelliği oynayışta eşitliğe önem verilmesidir. Erkek erkeğe, k1z kıza karşı oynaL Ezgisi 214'lüktüL Sağ ayakla başlanır. Sağsolsağ adımlar atılır Sağ ayakta sekilir. Sol ayak sağın yanına yere vurulur ve sol atılarak sürdürülür. Sekme sonrası tüm vuruşlarda el çırpılır Karşı karşıya gelinip eller birbirine vurulur. Vuruşlar yapıldıktan sonra dönme oluL Oyunun seyri serbesttir. PAPURE: Oyun sağ ayakla başlar. Dairenin oluşumunu sağlamak için ileri doğru iki adım atılır. Sağ yere vurulup sol ayak sağa doğru savrularak çift düşülür. Bundan sonra oyunun Diki oynanır. Oyunun diki halay oyununun diki gibidir. Komut geldikten sonra sağ ayak yere vurulur, sol ileri çıkanlır geri yerine gelirken sağ ayakla bir Ükte çift düşülerek oyunda üçüncü figür olan çapraz oynanır Oyunun çaprazı sağ solsağ yapılarak oyun devam eder. Oyunun tutuş şekli baş parmaklar açık, önündeki oyuncunun omuz kemiklerini kavrayacak şekilde dairesel olarak oynanan oyundur. MERYEMO: Oyun sağ ayakla başlar sağ ayak ileri, yana doğru atılarak sağsol sağsol, ÇAÇAN: Tutuşlar, halay esmer tekayak çiftayakta olduğu gibidir. Halaya çok benzer. Farklılık ise çıkışlardan sonraki figürlerin SEYİRLİK HALK OYUNLARI : Diyarbakır yöresinin yaşam biçimlerinden kaynaklanan köy seyirlik oyunları vardır. Bunlardan bazılan; Teşiberi, Gur u Pez, Şur u Mertal vb. dır. TEŞİBERİ: Müziksiz ya da müzik eşliğinde oynanabilir. Oyunun temeli öykünmeye dayanır. Oyunculann mimikleri önem taşır. Öykündükleri eylemlerle özdeşleşirler. TeşiBeri oyununun konulan çok çeşitlidir. Bunlar günlük işlerden, yaşayıştan kay naklanır. Oyun, adını yün eğirme eyleminden almıştır. Teşi, yün eğirmeye yarayan bir araçtır. Beri, köy kadınları ve kızlarının süt sağmak için toplandıklan yerdir. Köy kızları buraya hayvan sağmak için gelirken eğirecekleri yünleri de getirirler. Kızların beriye gelişi köy delikanlılannın beklediği bir olaydır. Buluşmaya olanak sağlar. Kızlardan sonra köy delikanlıları da alana toplanır. Hayvanların sağılması bitince oyunlar oynanır. Oyunda, delikanlılar kızların yaptıklarına öykünürler. Gösteri, müziksiz ya da davul zuma eşliğinde olur. Bu oyun günlük yaşamın çeşitli eylemlerine öykünerek de oynanabilir. GUR U PEZ: Yörenin kırsal kesiminin günlük yaşamından kaynaklanan bir oyundur. Köylerde hayvanlar, nöbetleşe ya da tek bir çoban tutularak otlatılır. Akşam da otlakta kalınır. Oyunda yaylada toplanan sürüye kurdun saldırması anlatılır. Bu saldırıda çobanın sürüyü özveriyle savunması ve saldırıyı savuşturması sergilenir. Oyunda; bir çoban, bir köpek, bir kurt, koyunlar vardır. Koyunlar halka olur. Bağdaş kurup, sağ elle sol ayağın baş parmağını ve sol elle sağ ayağın baş parmağını (ayaktan çapraz) tutarlar. Çoban, koyunların çevresinde koşarak elini her birinin başına koyar. Bu arada köpekte çobanın ve koyunların etrafında gezinip, sürünün dağılmasını engeller. Çoban, bir çeşit yoklama yaparken yöreye özgü ağızla tekerlemeler söyler. Koyunlar söz aralarında rüzgara öykünerek sesler çıkarır. Çoban, tekerlemesi bitince başını bir koyunun sırtına dayar ve uyur. Köpek ise sürünün etrafında dolandıktan sonra uyumaya başlar. Onu ve çobanı gözetlemekte olan kurt yavaşça sürüye sokulur. Birden saldırarak koyunlardan birini kapıp kaçırır. Koyun bağırarak yardım İster. Çoban uyanır ardından koşar, ama kurtaramaz. Ancak kurt başka bir koyun kaçıramadan öldürülür. Koyunlar ölen kurdun çevresinde kızgınlıklarını anlatır biçimde dönerler. Çobanla kurt arsındaki kovalamacanın nereye kadar olacağını oyuncular belirler. Bu sınır bir çizgi, bir tepelik, bir ağaç arkası, masa veya sandalye gibi nesneler olabilir.
-
EKONOMİ İlin ekonomisi tarıma dayanır. Brüt gelirin % 40’ı tarımdan ve % 10’u sanâyiden temin edilir. TARIM: Diyarbakır’da 650 bin hektara yakın bir alan ekilmektedir. Tahıl başta gelen ürünüdür. Sebze ve meyvecilik gelişmektedir. Tahıl ürünü 20 sene içinde 3 misli artmıştır. Başlıca tarım ürünleri ise buğday, arpa, darı, pirinç, mercimek, baklagiller, saf pamuk, tütün, susam ve keten tohumudur. Son 10 sene içinde sebzecilik çok gelişmiştir. Hıyar, domates, patlıcan, biber, fasulye, kabak ve tâze soğan yetişir. Diyarbakır karpuzu ve kavunu iri olduğu gibi, çok lezzetlidir. Türkiye’de yetişen karpuzun % 10’a yakını ve kavunun % 5’i Diyarbakır’da yetişir. Meyvecilikte daha çok üzüm, ceviz, bâdem, nar, dut ve armut yetişir. Diğer meyveler azdır. Sun’î gübre kullanımıyla modern tarım araçları kullanımı artmıştır. Dicle, Diyarbakır’ın Nil’i sayılır. Dicle kenarındaki köylerde “Boranhane” denilen güvercinliklerde binlerce güvercin beslenir. Kumsal arâzide yetişen karpuzların içine küçük bir çocuk sığabilir. 34 çeşit üzüm, 7 çeşit karpuz yetişir. Karpuz çeşitleri; pembe, sürme, ferikpaşa, yafa, kara, alaca ve Mehmed Emir’dir. İri, tatlı ve kokulu kavunlarından beji, tat, mollaköy ve asma tipi meşhurdur. HAYVANCILIK: 350 bin hektara yaklaşan çayır ve mer’aları ile hayvancılığa çok elverişlidir. Hayvancılık verimi henüz düşüktür, kalite ıslahıyle üretim artacaktır. Koyun, kılkeçisi, sığır, eşek ve katır beslenmektedir. 7 bini aşan arı kovanı ile arıcılık gün geçtikçe gelişmektedir. ORMANCILIK: Orman alanı 500 bin hektar görülmekteyse de, ormanların önemli kısmı fundalıktır. Mevcut olan ormanların da verimi düşüktür. Ağaçlandırma faaliyeti devâm etmektedir. 220 köy orman içinde ve 103 köy orman kenarındadır. Mevcut ormanların ise % 70’i normal baltalıktır. MADENCİLİK: Türkiye’nin hâlihazırda en zengin petrol yatakları Diyarbakır-Siirt sınırında Siirt’in Batman ilçesi ile Diyarbakır’ın Bismil ilçesi sınırları içindedir. Diyarbakır’da ilk petrol kuyusu 1961’de Shell tarafından açılmıştır. TPAO ise 1973’ten beri faaliyettedir. Memleketimizde senede çıkan 2.5 milyon ton ham petrol istihsâlinin yarısı Diyarbakır’dan elde edilir. Hazro ilçesinde de linyit çıkarılır. Ergani’de bakır mâdeni vardır. SANAYİ: Son senelerde en büyük gelişme inşaat sektöründe olmuştur. Küçük sanâyi, dokumacılık, bakırcılık, demircilik ve kuyumculuk da gelişmiştir. Fabrikaların çoğu devlet sektörüne âittir. Sümerbank Pamuklu Dokuma Fabrikası, Sümerbank Halı ve Yünlü Dokuma Fabrikası, Yem Fabrikası, Süt Endüstrisi Kurumu, Buhar ve Su Türbinleri Fabrikası, Küçük Su Türbini ve Pompa Fabrikası, Tahıl Sigorta Fabrikası ve Ergani Çimento Fabrikası vardır. ULAŞIM: Diyarbakır ulaşım bakımından çok elverişlidir. Bütün komşu illere asfalt yol ile bağlı olduğu gibi, Elazığ-Mardin karayolu ile Urfa-Siirt-Bitlis karayolları Diyarbakır’da kesişir. Yollar düzgün ve bakımlı olup kışın bile devamlı açıktır. İstanbul-Kurtalan demiryolu Diyarbakır’dan geçer. İstanbul-Ankara-Diyarbakır uçak seferleri ise her gün yapılmaktadır. Dicle’nin bir kıyısından diğer kıyısına yolcu, eşyâ ve odunlar “kelek” ismi verilen sallarla yapılır. Motorlu araç sayısı son 10 senede 10 misli artmıştır. Buna paralel olarak da yol yapımı sür’atle artmaktadır.
-
DİYARBAKIR YEMEK KÜLTÜRÜBESLENME BİÇİMLERİ Beslenme; büyüme, gelişme, sağlıklı ve verimli olarak uzun süre yaşamak için gerekli olan enerjiyi ve besin öğelerinin her birini yeterli miktarlarda sağlayacak olan besinleri, besin değerlerini yitirmeden, sağlığı bozucu duruma getirmeden, ekonomik şekilde almak ve vücutta kullanmaktır. Diyarbakır yöresinde geleneksel beslenme biçimleri, beslenme alışkanlıkları hâlâ etkisini korumaktadır. Son yıllarda köyden kente göçen halkın, bu alışkanlıkları pekiştirdikleri de gözden kaçmamaktadır. Köyden, kente göç eden halk; örf, âdet ve ananelerini de birlikte getirmişlerdir. Diyarbakır yöresinde çok zengin bir mutfak kültürü vardır. Geleneksel yemek türlerinde etin özgün bir yeri vardır. Yemekler genellikle, ekşili, acılı ve yağlıdır. Zeytinyağı az kullanılmaktadır. Balık ve diğer su ürünleri de çok azdır. Et olarak kuzu vç koyun eti çok kullanılır. Sığır, dana ve tavuk eti daha az tüketilmektedir. Yumurta, süt ve süt ürünleri bol miktarda tüketilir. özellikle peynir ve yoğurt çok fazla yenilmektedir. Sebzeler ve meyveler da önemli bir yer tutmaktadırlar. İlkbaharda marul, hıyar; yazın kavun ve karpuz; sonbaharda da üzüm çok fazla tüketilen meyvelerdendir. Bu meyvelerden başka elma, erik, kiraz, portakal da yenilmekledir. Toplumsal değişmenin sonucu olarak geleneksel beslenme alışkanlıkları ve sofra âdabı değişime uğramaktadır. Evlerde hazırlanan bazı yiyeceklerin yerini, hazır yiyecekler almıştır. Diyarbakır'ın zengin mutfak kültürü, halkın beslenmesinde olduğu gibi, yapılan çeşitli yemeklerde de kendini göstermektedir. DİYARBAKIR YEMEK FOLKLORUNDA KIŞ HAZIRLIKLARI Diyarbakır yemek folklorunda kış hazırlıkları önemli bir yer tutar. Bazı yiyecekler kış için hazırlanır. Pastırma, kavurma, peynir, salça, pekmez yapmak, turşu kurmak, patlıcan, biber, kabak gibi bazı sebzeleri, erik, elma gi*bi bazı meyveleri kurutmak, çökelek ve koruk hazırlamak, şehriye kesmek, pirinç, bulgur, mercimek gibi tahılları ayıklamak ve kış için kullanılabilir bir hale getirmek gibi özellikle kadınları meşgul eden işler, uzun zaman alır. Bu hazırlıklar, komşuların yardımları ile yürütülür. Bu işler, sosyal bir dayanışmanın yanı sıra, bir törene dönüşür. Burada ilginç bir konu olarak düşündüğüm "Şehriye kesmek" işlevini ayrıntılı olarak anlatmak istiyorum. Şehriye kesmek: Diyarbakır yöresinde şehriye kesmenin anlamı hamurun parmaklar arasında ince ve küçük parçalara ayrılmasıdır. Şehriye çorba veya pilav olarak doğru*dan yenildiği gibi, bulgur veya pirince katılarak da kullanılmaktadır. Şehriye genellikle geceleri kesilir. Gündüz kadınların ev işleri olduğu için gece tercih edilir. Bunun için önceden komşulara haber verilir. Şehriye kesmek için, yağlı hamur yoğrulur, küçük parçalara ayrılır. Yere büyük bir bez serilir. Bezin etrafına minderler konur. Konuklar bu minderlerin üzerine otururlar. Yağlı hamuru genellikle evin büyüğü ve komşulardan biri dağıtır. Hamuru alan kişi, parmaklan arasında ovuşturarak, ince ve küçük parçalara ayırır. Bu parçalar genellikle 1–1,5 santimetre uzunluğundadırlar. Elinde hamuru biten kişi el çırparak hamur istediğini belirtir, hamur dağıtan kişi de hamuru o kişiye atar. Şehriye kesmek, 10–15 kadının bir araya gelmesi demektir. Bunun için masallar, fıkralar anlatılarak, eğlenilir. Şehriye keserken ikram edilen tatlılar ağız tatlandırıcı, kolay yenilebilen, kuru maddeler olur. Bu maddeler ya dövülmüş fındık ile şeker veya kahve ile şekerin karışımından meydana gelen tatlılardır. Herkes bu karışımdan bir tatlı kaşığı alır. İkramı evin genç kızı veya komşulardan genç bir hanım yapar. Böylece şehriye kesmeye gelen komşular, hem yardım ederler, hem de eğlenirler. Dolma oymak, salça ve sebze kurutmak, peynir mercimek, tahıl ayıklamak gibi işler için de yine komşuların yardımı gereklidir. Kış için tatlılar da yapılır. Bu tatlılar genellikle üzümden yapılan pekmez, şıra, pestil, kesme, ceviz sucuğu gibi tatlılardır. Bu tatlılar kışın ceviz, badem, fındık, fıstık gibi kuru yemişlerle de yenilir. Diyarbakır'da ve yöresinde halk arasında kullanılan baharatlar, beslenme biçiminin bir başka özelliğini oluşturmaktadır. Bunlar, karabiber, kırmızıbiber, tarçın, kekik, nane, yarpuz, kişniş, karanfil gibi maddelerdir. Bazı sebzeler ve meyveler halk ilacı olarak da kullanılmaktadırlar. Domates baş ağrılarında, patlıcan kadın hastalıklarında, kabak sirozda, mercimek cilt lekelerinde, nar ve elma suyu tansiyon düşürücü olarak, meyan kökü şerbeti mide ülseri ve böbrek hastalıklarında, maydanoz ise idrar söktürücü olarak kullanılmaktadır. Kavun, karpuz ve üzümün çok faydalı olduğunu belirten şöyle bir tekerleme vardır: Karpuz ye işegen bak Kavun ye bilegen bak üzüm ye rengen bak. Buradan, karpuzun idrarı artırdığını, kavunun şiş*manlattığını, üzümün de sağlık verici olduğunu anlıyoruz. DİYARBAKIR TöREN YEMEKLERİ Törenler gerek kişisel, gerekse toplumsal yaşamımızda önemli bir yer tutarlar. Diyarbakır'da belirli günlerde yapılan törenler vardır. Bu törenlere özgü değişik yemekler, tatlılar, içecekler hazırlanır. Bu törenler; doğum, sünnet düğünü, söz kesme, nişan, düğün törenleri, kirve davetleri, diş hediği, loğusa hamamı, hacca gidiş, dönüş törenleri, mevlid töreni, kurban ve şeker bayramı, muharrem ve nevruz günleri, yağmur duası ve ölüm törenleridir. Doğumda; doğum yapan kadının yani loğusanın sütünün gelmesi için, pekmez, helva, kuru üzüm gibi yiyecekler yedirilir. Gelen misafirlere "Loğusa şerbeti" denilen tarçınlı ve kırmızı boyalı, şekerli şerbet ikram edilir. Bununla "al basması" denilen hastalığın da önleneceğine inanılır. Düğün törenlerinde ilke her zaman "tatlı başla, tatlı bitir" olduğu için buna uyarak, söz kesimi ve nişanlanmayı şerbet içmekle başlatmışlar, düğün yemeklerinde yapılan tatlılarla da bitirmişlerdir. Düğün ve sünnetlerde, yemeğe düğün çorbası ile başlanılmakta, duvaklı pilav ile devam edilmektedir. Sebze yemekleri olarak daha çok meftune ve fasulye yemekleri yapılmaktadır. Börekler sebze yemeklerinden sonra sofraya getirilir. özellikle düğün ve sünnetlerde su böreğinin ayrı bir yeri vardır. Ayran, limonata, su gibi içecekler, yemeklerle birlikte sofraya getirilir. Tatlılar İse en son sofraya getirilen yiyeceklerdir. En çok baklava, tel kadayıfı, Nuriye tatlısı, komposto, hoşaf, zerde gibi tatlılar yapılmaktadır. Zerde de pilav gibi, bu törenlerin vazgeçilemeyen demirbaş bir yemeğidir. Duvaklı pilav yapmak için, önce pirinç pilavı bilinen tarzda pişirilir. Sonra "duvak" denilen harcı ha*zırlanır. Bunun için önce bademler bir dakika suda kaynatılarak kabukları soyulur. İkiye ayrılır. Pembeleşinceye kadar yağda kavrulur. Başka bir tarafta iri çekilmiş kıyma da kavrularak, üzerine karabiber, tarçın ve bahar ile karıştırılır. Badem ilave edilir. Pilav bü*yük kayık tabaklara tepeleme doldurulduktan sonra, hazır*lanan harç, pilavın üzerine dökülür. Bembeyaz pirinç pilavının üzerine dökülen bu harç, gerçekten bir duvak görünümündedir. Pilavla birlikte sofraya etli sebze yemekleri, kuzu dolması da konur. Eğer kuzu dolması yapılmamışsa, kaburga dolması yapılabilir. Kaburga dolması koyu*nun göğüs kafesi dikilip, içine iç pilav doldurularak yapılan bir yemektir. Pilav, kuzu dolması ve kaburga dolması gibi fazla miktarda pişirilen yemekler "NIKRA" adı verilen iki tarafında kulpları bulunan büyük kaplarda yapılır. Sünnet düğününde yapılan yemekler, evlenme törenlerindeki gibidir Diyarbakır folklorunda önemli bir yeri olan bir tören de "diş hediği" dedikleri, çocuğun diş çıkarması dolayısıyla yapılan törendir. Bunun için buğday haş*lanır. çocuk yere oturtulur. Bir bezin üzerine haşlan*mış buğday dökülür. Sonra çocuğun çevresine ayna, kalem, tas, çekiç vs. çeşitli şeyler konulur. Bu nesne*ler mesleklerin sembolleridir. çocuk hangi nesneyi alırsa o mesleği seçmiş olur. örneğin kalem alırsa kalemle uğraşan bir meslek, çekiç alırsa çekiçle uğraşa*cak bir meslek seçeceğine inanılır. ölümde, ölüyü gömdükten sonra, helva dağıtılır. Helva genellikle un helvasıdır. Son yıllarda irmik helvası da yapılmaktadır. ölü evine komşular yemek yapıp getirirler veya getirdikleri kuru malzemeleri ölü evinde pişirirler. Genellikle yemekler çorba, pilav, börek, etli fasulye, etli nohut, patlıcan meftunesi, hoşaf gibi yapılması kolay olan, çok bol yapılan yiyeceklerdir. ölü mevlüdü yedinci günü veya kırkıncı günü okutulur. Evde okutulursa gül suyu ikram edilir. Yemekler yapılır. Camide okutulursa gül suyu ve şeker dağıtılır. Yağmur duasında ise, çocuklar tahtadan bir bebek yaparlar. Bunun adı "çemçe Gelin"dir. Kapı kapı dolaşarak, şu tekerlemeyi söylerler: çemçe gelin ne ister Allah'tan yağmur İster Bir parça bulgur ister. çocukların isteyeceği maddeler değişik olabilir. Kapısına gidilen ev, bir kova suyu "çemçe Gelirin başından boşaltarak, çocukların istediği yiyeceği de verir. DİYARBAKIR'IN öNEMLİ YEMEKLERİ Diyarbakır'da en fazla pişirilen yemekler "tencere yemekleri" olarak tanımlanan etli sebze yemekleridir. Sebze yerine bazen meyve da kullanılmaktadır. Elma, erik, ayva, çağla gibi meyvelerden etli yemekler yapılmaktadır. Diyarbakır'a özgü yemeklerin başında "Meftune" adı verilen genellikle patlıcanla yapılan bir yemek gelmektedir. Bundan başka düzme veya "pürlezzel", "karnıyarık" veya "belibağlı", "içli köfte", "kibe bumbar", "lebeni çorbası", "nuriye tatlısı" Diyarbakır'ın çok önemli yemekleri arasında yer almaktadırlar. Meftune, en çok patlıcanla yapılan bir yemektir. Bundan başka; kabak, bakla, kenger, çağla ve elma meftuneleri de yapılmaktadır. Meftune yemeğine 18. yüzyılda yazılmış bir "Yemek Risalesi”nde de rastlıyoruz. Burada, "Meftune" olarak anılan yemeğin patlıcandan yapıldığı, sumak ve ekşi nar suları ile pişirildiği yazılıdır. Meftunelerin Yapılışı: 1- Patlıcan meftunesi: Parçalara ayrılmış yağlı ve kemikli 1 kg. kuzu eti tencereye konur. Hafif pişirilir. Daha önce et tuzla ovulmalıdır. üstüne halka halka doğranmış patlıcan, sonra da domates konur. Sebzeleri örtünceye kadar sumak suyu eklenir. Sumak suyu yemeğe ekşilik verir. Yemek orta ateşte pişirilir. Dövülmüş sarımsak katılarak yenir. Patlıcan meftunesi kurutulmuş patlıcandan yapılırsa buna halk arasında "Hırçikli Meftune" adı verilmektedir. Diğer meftune çeşitleri de hemen hemen aynı tarzda pişirilmektedir. Tencerede ve suda haşlanarak pişirilen bu yemekte besin maddelerinin kaybı pek fazla değildir. Besin maddelerinin kaybının olmaması ve haşlanarak pişirilmesi beslenmede sağlıklı bir yol olarak önemli bir yer tutmaktadır. Sumak suyunun hazırlanması: Bir su bardağı sumak, iki su bardağı su ile yarım saat bekletilir ve sonra süzülür. Bu süzülen suyun içine bir yumurta kırılır. İyice çırpılır. Ateşe konur. üzerine çıkan köpükler alınarak atılır. Altta kalan pembemsi su, yemeklerde kullanılır. Bu işleme "sumağı ağartma" denir. Eğer koruk suyu kullanmak gerekiyorsa; bir çay bardağı ekşi koruk, üç su bardağı su ile bir saat hafif ateşte kaynatılır. Tel süzgeçten süzülür. Ekşilik verici olarak kullanılır. 2- Bakla Meftunesi: I kg. bakla temizlenir. Limonlu ve unlu bir suyun içine alılır. Bir süre sonra süzülür. Tencerenin altına 1 kg. yağlı, kemikli, parça et konur. Sonra baklalar atılır. üzerine bir bardak su ve biraz tuz ilave edilir. Ağır ateşte pişirilir. Baklalar yumuşayınca, üzerine 2 su bardağı ağartılmış sumak suyu ilave edilir. 20–25 dakika ağır ateşte pişirilir. Yenileceği zaman sarımsakla, taze yeşil acı biber beraber dövülerek yemeğin üzerine konur. 3- Kış Kabağı Meftunesi: I kg. kuzu veya koyun eti hafif pişirilir. Diyarbakır’da yetişen bir kabak cinsi olan kabak, kavun dilimi gibi kesilir, kabuğu soyulur, sonra küp şeklinde kesilir. Az pişmiş etin üzerine konur. Bir kaşık sal ça ilave edilir. Tuz ve 3 bardak hazırlanmış koruk suyu ilave edilip, hafif ateşte 1 saat kadar pişirilir. Sarımsak ilavesi ile yenir. 4- Sakız kabağı meftunesi: Yarım kg. kuşbaşı et hafif pişirilir. 1 kg. sakız kabağı doğranır. Ete ilave 4 edilir. Bir kaşık salça ve tuz konur. Bir su bardağı kadar haşlanmış nohut konulduktan sonra, bir limon suyu veya 1–2 küçük parça limon tuzu ilave edilir. Kabaklar piştikten sonra, servis yapılacağı zaman sarımsak konur. 5- Elma meftunesi: 1 kg. kuzu veya koyun eti hafif pişirilir. 1 kg. yeşil ve ekşi elmalar doğranır, az pişmiş etin üzerine ilave edilir. Bir kaşık saçla veya domates konulduktan sonra, 3 bardak hazırlanan konik suyu ve tuzu ilave edilerek hafif ateşle bir saat kadar pişirilir. Yenileceği zaman sarımsak ilave edilir. 6- Kenger meftunesi: Yarım kg. yağlı parça kuzu ya da koyun eti suda hafif pişirilir. Sonra; temizlenmiş ve suda bırakılmış 2 kg. kenger, etin üzerine ilave edilir, ikisi birlikte hafif ateşte pişirilir. Kaşıkla karıştırılmaz. Piştikten sonra kengerin üzerini bir parmak geçecek kadar sumak suyu ve bir kaşık salça katılır. Et piştiği zaman yemek de pişmiş demektir. İstenirse sarımsak ilave edilir. 7- Salatalık meftunesi: Salatalık meftunesi, taze veya kurutulmuş salatalıktan (hıyardan) yapılabilir. Yağlı kuzu veya koyun eti pişirilir. Salatalığın içi çıkarılır. Kuşbaşı doğranır, etin üzerine konulur. 3-4 domates doğranır. 10 dakika pişirilir. Daha sonra 3 bardak sumak suyu konularak pişirilir. Sarımsak dövülür. Servis yapılacağı zaman yemeğe katılır. Diyarbakır’da etli sebze yemeklerinin yanı sıra, etli meyve yemekleri de yapılmaktadır. "Elma meftunesi", "elma düzmesi", "elma dolması", "Ayva aşı", "çağla meftunesi", "erik aşı" gibi yemekler Diyabakır mutfağının ilginç yemekleri arasında yer alır. Elma meftunesini meftuneler kısmında anlatmıştık. Elma düzmesi: Küçük yeşil elmalar ortadan ikiye bölünür. çekirdeği çıkarılır. Başka bir yerde eti hazırlanır. Bunun için ete, karabiber, soğan, tuz, maydanoz karıştırılarak düzmenin içi hazırlanır. Sonra ikiye bölünmüş ve çekirdeği çıkarılmış elmaların arasına konur. üzerine bir bardak su konularak, elmalar yumuşayıncaya kadar pişirilir. Ayva aşı: Buttan kuşbaşı et kesilir. Hafifçe pişirilir. Etin üzerine, ayvalar küp şeklinde kesilerek atılır. 2-3 karıştırarak su ilave edilerek orta ateşte pişirilir. Ayvalar yumuşayınca, üzerine bir çay bardağı şeker ve bir limonun suyu konularak, yarım saat hafif ateşte pişirilir. Şeker yerine pekmez de kullanılabilir. Ayva köftesi: Kıymadan et köftesi yapılır. Ayvalar dilimlenerek yağda kızartılır. Et ve kızartılmış ayvaların üzerine 2-3 bardak su, bir kaşık salça, tuz konularak birlikte pişirilir. Etsiz olarak pişirilen sebze Yemekleri: Diyarbakır ve yöresinde; sebzeler etsiz olarak da pişirilmektedir. En çok pişirilenler, "kazayağı", "semizotu", "yarpuz", "kenger", "kuşkonmaz", "ebe gümeci" gibi yabanî otlar ve "kabak", "bamya", "patlıcan", "fasulye" gibi bilinen sebzelerdir. Diyarbakır'da Anadolu’nun Kıymalı böreği diğer bölgelerinde olduğu gibi çorbanın ayrı bir yeri vardır. Yalnız bu çorbalardan biri çok sevilmekte ve Diyarbakır mutfağında önemli bir yer almaktadır. Bu, "Lebeni" adı verilen yoğurt çorbasıdır. Lebeni (yoğurt çorbası): Lebeni adı verilen yoğurt çorbasını pişirmek için, önce yoğurt, yumurta ve tuzla bir tencerede çırpılır. Harlı ateşte tahta kaşıkla karıştırılarak pişirilir. Kaynayan bu yoğurtlu karışıma, bir tas dövme eklenir. Dövmeler yumuşayıncaya kadar kaynatılır. üzerine naneli kızdırılmış tereyağı dökülür. Nane yerine yarpuz adı verilen yabanî nane de kullanılabilir. Diyarbakır'da tatlılar da çok yapılır. Diyarbakır’a özgü "nuriye" yufka ile yapılan bir çeşit tatlıdır. İlginç olması açısından nasıl ya*pıldığını ayrıntılı bir şekilde anlatacağız. Nuriye Tatlını: 2 kg. un hamur tahtasına elenir. Ortası açılır. 15 yumurta akı, bir yumurta sarısı, biraz tuz ve bir bardak su karıştırılarak hamur yapılır. Hamur 16 parçaya ayrılır; nemli bez altında yarım saat dinlendirilir. Sonra her parçadan yufka açılır. Bunlar yağlanarak tepsiye yerleştirilir. Dörder yufka ara ile, ağartılmış ve makineden geçirilmiş badem döşenir. Fırına atılarak pembeleşinceye kadar pişirilir. Fırından çıkarılınca hatif ateşe konur. üstüne yavaş yavaş şurup dökülür. Tatlı genişlemeye ve kabarmaya başlar. Ateşten alınır. üs*tüne bu kez kıvamlı lan bir çeşit tatlıdır. İlginç olması açısından nasıl yapıldığını ayrıntılı bir şekilde anlatacağız. 2 kg. un hamur tahtasına elenir. Ortası açılır. 15 yumurta akı, bir yumurta sarısı, biraz tuz ve bir bardak su karıştırılarak hamur yapılır. Hamur 16 parçaya ayrılır; nemli bez altında yarım saat dinlendirilir. Sonra her parçadan yufka açılır. Bunlar yağlanarak tepsiye yerleştirilir. Dörder yufka ara ile, ağartılmış ve makineden geçirilmiş badem döşenir. Fırına atılarak pembeleşinceye kadar pişirilir. Fırından çıkarılınca hatif ateşe konur. üstüne yavaş yavaş şurup dökülür. Tatlı genişlemeye ve kabarmaya başlar. Ateşten alınır. üstüne bu kez kıvamlı şerbet dökülür, sonra dilimlere ayrılır.
-
DİYARBAKIR YEMEKLERİ İÇLİ KÖFTE Köfte içi hazırlanması: Yağsız kıyma, ufak doğranmış kuru soğan, pul biber, baharat, kara reyhan ve maydanoz iyice kızartılıp pişirilir ve soğumaya bırakılır. Bulgurun hazırlanışı: Köftelik bulgur ile döğme kırıntısı birbiriyle karıştırılıp biraz tuz ve sıcak su ilave edilir. Yarım saat bırakılır, köftelik hamur haline gelir. Köftelik iyice yoğrulur. Hazırlanan hamur yumurtadan küçük şekilde ayrılır, köfte içi açılır. Pişirilmesi: İçi açılan köftelere hazırlanan iç doldurulup kapatılır. Kaynatılan suyun içine köfteler bırakılır. Köfteler kaynayan suda haşlanmış olarak su yüzüne çıkarsa pişmiş olur. Daha sonra yumurtalar kırılıp çırpılır ve haşlanmış köfteler yumurtaya batırılıp tavada kızartılır servise hazır hale gelir. EKŞİLİ ETLİ DOLMA Dolma içi: Kuyruk tarafından seçilen yağlı etler küçük küçük doğranır, doğranmış soğan, sivri biber, domates, pirinç, baharat, tuz, pul biber, salça, sıvı yağ ile süzülmüş sumak suyu ile karıştırılıp dolma içi hazırlanır. Daha sonra haşlanmış lahana ve oyulmuş patlıcan, kabak ve domateslerin içine doldurulup tencereye dizilir. Süzülmüş sumak suyu yeteri kadar ilave edilir, dolmaların dağılmaması için yassı bir taş dolmaların üzerine konur. Kaynayıncaya kadar pişirilir. Ocaktan alınır, tencerenin kapağı 15 dakika kadar açılmaz. Daha sonra servis yapılır. LEPİK Malzemeler: 2 su bardağı ince bulgur, 250-300 gram çiğ köftelik kıyma, sıvı yağ, tuz. Yapılışı: İnce bulgur ılık suda ıslatılıp yumuşayana dek yoğrulduktan sonra çiğ köftelik kıyma eklenerek yeniden yoğurulur, az miktarda tuz eklenir sonra elle yuvarlak şekil verilerek üzerine hafifçe bastırılır ve parmak ucuyla fındık büyüklüğünde bir çukur açılır. Bu çukur iyice pişmesi ve suyunu çekmesi için. Tuzlu suda haşlanır ve sıvı yağda kızartılır. Köftenin üzerine domates salçalı sos veya yoğurt dökülebilir. Arzuya göre karabiber, pul biber de ekleyebilirsiniz. HABENİSK Kırmızı ve kabuklu olan tüm mercimeğin yıkandıktan sonra, tuzla, kısık ateşte iyice haşlanıp, doğranmış bir kuru soğanın tereyağında kavrulup biber ve domates salçası, pul biber ve soğan, kekikle sos hazırlanan bir yemek çeşidi. BABAGANUŞ Kullanılacak malzeme (4 kişi için): 1 kilo patlıcan, 250 gram yoğurt, 5 adet iri çarliston cinsi biber, 1 avuç maydanoz, 1 çorba kasığı sadeyağ, 1 kahve kaşığı kırmızı biber, birkaç diş sarmısak, yeteri kadar tuz ve su. Yapımı: Patlıcanlar kuvvetli bir ateşte her yanı kavurulacak bir şekilde pişirilir. Patlıcanlar pişince bunların yanmış olan kabukları bir bıçakla yukarıdan aşağı doğru soyulur. Kabukları temizlenen her patlıcan, içinde limonlu su bulunan bir kaba konur. Beri yanda biberler kömür ateşinde pişirilir, yanmış olan zar gibi kabukları soyulur ve saplarıyla çekirdekleri çıkarılıp atıldıktan sonra yıkanır ve bir kenarda süzülür. Patlıcanların temizlenmesi sona erince bunlar teker teker limonlu sudan çıkarılır, iyice sıkılır ve parçalara bölünerek havana konur. Suyu süzülmüş biberler de parçalara bölünerek bunların arasına serpiştirilir. Yeteri kadar tuz serpildikten sonra havanda iyice dövülerek macun hâline getirilir. Biberlerle patlıcanlar dövülerek macun hâline getirilince bunları dövmeye devam ederken azar azar yoğurdu katıp bunlara yedirmeli. Bu iş tamam olunca karışımı servis tabağına almalı. Yıkandıktan sonra kıyılmış olan maydanozu üstüne serpiştirmeli. Sadeyağla kırmızı biberi bir tavada kızdırdıktan sonra tabaktakilerin üstüne gezdirerek dökmeli ve hemen servis yapmalı. NURİYE TATLISI 5 yumurta akı 1 yumurta Yarım su bardağı su 4 su bardağı un 2 su bardağı iri çekilmiş ceviz 130 gr margarin 1 su bardağı nişasta 1 su bardağı süt 3-4 çorba kaşığı kaymak Yarım tatlı kaşığı tuz Şerbet için: 2 su bardağı tozşeker 2 su bardağı su 2 tatlı kaşığı limon suyu 1. Şerbeti hazırlamak için; tozşeker ve suyu tencereye alıp 5 dakika kaynatın. Limon suyunu ekleyip 1-2 taşım daha kaynatın. Ateşten alıp soğumaya bırakın. 2. 1 yumurta ve 5 yumurta akını hamur yoğurma kabına alın. Yarım bardak tuzlu su ilave edip kar halini alıncaya kadar çırpın. Unu ilave edip yumuşak bir hamur yoğurun. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp bezeler hazırlayın. Üzerlerini nemli bir bezle örtüp 30 dakika dinlendirin. 3. Margarini eritip soğutarak yarı donmuş kıvama getirin. 30-35 cm çapındaki bir tepsiyi 1 çorba kaşığı kadar margarinle yağlayın. 2 çorba kaşığı cevizi tatlının üzerine serpmek için ayırın. 4. Bezeleri nişasta serperek çok ince açın. 15 yufkayı aralarına iki yufkada bir yağ sürerek tepsiye yayın. Üzerine cevizi serpin. Kalan yufkaları da aynı şekilde tepsiye yayın. En üstteki yufkayı yağlayın. Önceden ısıtılmış 170 dereceye ayarlı fırında üzeri açık pembe olacak şekilde 25-30 dakika pişirin. 5. Sütü ısıtıp tatlının üzerine gezdirerek dökün. Tepsinin üzerine bir kapak kapatıp 10-15 dakika bekletin. Şerbetin üçte bir kadarını tatlının üzerine dökün. Tekrar kapağını kapatıp şerbeti çekmesini bekleyin. Kalan şerbeti 7-8 dakika daha kaynatıp koyulaştırın ve tatlının üzerine gezdirin. Tatlı soğuyunca dilimleyin. Kaymak ve cevizle süsleyip servis yapın. MEFTUNE(Bir adı da Pürlezzet) Kullanılacak malzeme (6 kişilik): 1/2 kilo göğüs bölümünden koyun eti, 1+1/2 kilo patlıcan, 1/2 kilo domates, 1 çay kaşığı kırmızı biber, 1 çay kaşığı karabiber, 1 çorba kaşığı tuz, 1/2 demet maydanoz, 2 diş sarmısak, 4 sivri biber, 1+1/2 limon 2 bardak su. Yapımı: Et küçük parçalara ayrılır. Kırmızı biber, karabiber ve tuzla birlikte iyice karıştırılarak ovulur. Etler tencerenin dibine yerleştirildikten sonra üstüne üçer santim boyunda parçalara bölünmüş patlıcanlar yerleştirilir. Domateslerin kabukları soyulur, çekirdekleri çıkarılır ve küçük küçük doğranarak, patlıcanların üzerine yayılır. Onların üzerine de çekirdekleri çıkarılmış ve ince ince kesilmiş sivri biberler konur. En üste ince ince kıyılmış yarım demet maydanoz serpildikten sonra iki bardak su katılır ve tencere hafif bir ateşe oturtulur. Yemek, salçası suyunu çekinceye kadar pişirilir. Ateşten indirilince tabaklara konur. İki diş ezilmiş sarmısakla birbuçuk limonun suyu iyice karıştırılarak tabakların üzerine azar azar döküldükten sonra servis yapılır. LEBENİ 3 su bardağı yoğurt 1 yumurta 4 su bardağı su 1 su bardağı yarma (aşurelik buğday) 3 çorba kaşığı sıvıyağ 2 çorba kaşığı kuru nane Tuz 1. Yoğurt ve yumurtayı tencereye alıp tuzu ekleyerek iyice çırpın. 4 su bardağı suyu ilave edip karıştırın. Orta ateşte sürekli karıştırarak 15 dakika pişirin. Buğdayı yıkayıp yoğurtlu karışıma ekleyin. Buğday yumuşayıncaya kadar pişirmeye devam edin. 2. Tavada sıvıyağı kızdırıp naneyi kavurun. Çorbanın üzerine naneli sos gezdirip sıcak olarak servis yapın. KABURGA DOLMASI 1 su bardağı pirinç 1 çay bardağı iri çekilmiş badem 2 çorba kaşığı tereyağı 1 su bardağı su 2 çay kaşığı pulbiber 1 çorba kaşığı reyhan veya fesleğen 1 demet ince kıyılmış maydanoz Tuz, karabiber Kaburga malzemesi: 1.5 kg kuzu kaburga (ön kol) Yarım çorba kaşığı biber salçası 1 çay kaşığı karabiber 1. Pirinci yıkayıp süzün. Tencerede tereyağını eritip pirinç ve bademi kavurun. Karışımın yarısını bir kaba alıp ayırın. Kalan karışıma 1 su bardağı su ekleyip pirinçler yumuşayıncaya kadar pişirin. Pilav soğuyunca pulbiber, tuz, karabiber, maydanoz, reyhan ve ayırdığınız pirinçli karışımı ekleyip karıştırın. 2. Kaburgayı iç pilavla doldurup sağlam bir iplikle dikin. Kaburga dolmasını büyük bir metal süzgece yerleştirin ve uygun bir kapakla kapatın. Süzgeci, içinde su bulunan büyük bir tencerenin üzerine yerleştirin (suyun süzgece değmemesine dikkat edin.) Buharda 3 saat pişirin. 3. Biber salçasına karabiber ve çok az su ekleyip karıştırın. Kaburga dolmasını fırın tepsisine alıp salçayı üzerine sürün. 190-200 derece ısıtılmış fırında üzeri kızarıncaya kadar yaklaşık 20 dakika pişirip. Servis yapın. BOSTANA 3 domates 1 demet maydanoz 5 dal taze soğan 4 sivri biber 1 soğan Yarım limon suyu 1 tatlı kaşığı kırmızı tozbiber 1 çorba kaşığı kuru nane 2 çorba kaşığı sıvıyağ Tuz 1. Domatesin kabuklarını soyun. Maydanozu yıkayıp kurulayın. Soğanın kabuklarını soyun. Taze soğanları temizleyin. Biberlerin sap ve çekirdeklerini çıkarın. 2. Hazırladığınız sebzelerin hepsini incecik kıyıp salata tabağına alın ve harmanlayın. Limon suyu, kırmızı tozbiber, kuru nane, tuz ve zeytinyağı ekleyip karıştırın. DUVAKLIPİLAV Tavuk 1/2 adet 750 gram Su 4 su bardağı 800 gram Tuz 3 1/2 tatlı kaşığı 21 gram Pirinç 2 su bardağı 360 gram Çamfıstığı 2 yemek kaşığı 20 gram Badem 1/3 su bardağı 40 gram Margarin 6 yemek kaşığı 60 gram Kuşüzümü 2 yemek kaşığı 20 gram Kara biber 2 tatlı kaşığı 4 gram Un 1 1/3 su bardağı 150 gram Yumurta 1 adet 50 gram Sıvı yağ 1/2 yemek kaşığı 5 gram Yapılışı Tavuğu yıka, 1 su bardağı su ve 1 tatlı kaşığı tuz ile kısık ateşte yaklaşık 35 dakika pişir, kemiklerini ayır, etini küçük parçalara böl. Pirinci yıka, süz. Çamfıstığı ve kabukları soyulmuş bademi 5 yemek kaşığı margarinle pembeleşinceye değin kavur, pirinci kat, birkaç kez çevir. Tavuk suyuna sıcak su ekleyerek ölçüyü 4 su bardağına tamamla, 2 tatlı kaşığı tuz ile birlikte pirince ekle, karıştır, kuşüzümünü serp. Önce orta, sonra kısık ateşte suyunu çekene değin 15-20 dakika pişir, kara biberi serp, üzerine peçete koyup 20 dakika dinlendir. Unu bir kaba ele, kalan tuzu kat karıştır, ortasını aç, yumurtayı kır, sıvı yağ ve 1 1/2 yemek kaşığı suyu ekleyerek hamur yap ve 1 milimetre kalınlıkta aç. 20-25 santimetre çapında tabanı yuvarlak bir tencereyi 1 yemek kaşığı margarinle yağla, açılan hamuru tencereye yerleştir (hamurun kenarları tencereden sarkmalıdır). Hamurun üstüne bir kat pilav, bir kat tavuk etini sıkıca yerleştir. Sarkan hamurla üzerini kapat. Önceden ısıtılmış orta sıcaklıktaki fırında hafif pembeleşinceye değin yaklaşık 15 dakika pişir. Yuvarlak bir servis tabağına ters çevir, dilimle. KEŞKEK Malzemeler Kalın Bulgur Taze Kemikli Et 2 Kaşık Domates Salçası 2 Adet soğan 1 Fincan Kuru Nohut Yapılışı Bu yemek te tandırda yavaş ateş ile pişirilen bir yemektir(düdüklü tenceredede yapılır evlerde). Tandır yakılır ve iyice kızan tandırın içine ; Salça, kıyılmış kuru soğan, kemikli et ve nohut bir çömleğe koyarak konulur ve 2 saat kaynatılarak pişirilir. Daha sonra bulgurlar ilave edilerek bir-iki saat daha pişirilir. Sıcak sıcak servis yapılır. HILLORİK Malzemeler 1 kg köftelik kıyma 2 su bardağı ince bulgur 2 adet yumurta 2 orta boy soğan Maydanoz Tuz,karabiber,pulbiber,kimyon 1 Yemek kaşığı un 1 yemek kaşığı margarin 1 yemek kaşığı salça Köftelerin hazırlanışı: Kıyma, yumurta, bulgur, 1 adet rendelenmiş soğanı ve baharatlar 1 fincan su ile karıştırılıp yoğurulur. Bulgur ile kıyma kıvamına geldiğinde misket şeklinde yuvarlanır. Köftelerin dağılmaması için bir yemek kaşığı un harca ilave edilir. Pişirme: Yağ ile soğan bir tencerede soğan pembeleşinceye kadar kavrulur. salçası ilave edilir. Su konur ve kaynatılır. Su kaynayınca hazırlanan köfteler suya atılır ve 20 dakika orta ateşte pişirilir. REVANİ Malzemeler ; 8 kişi için Yapılışı ; Önce şekerle suyu kaynatıp kestirme kıvamına gelince 2-3 damla limonsuyu damlatarak ateşten alıp soğumaya bırakın. Diğer tarafta yumurtaları şeker ve yoğurt ile çırpıp, geri kalan malzemeyi ekleyin. Kek kıvamında bir hamur elde edin. Yağlanmış tepsiye dökerek 180-200º Cda önceden ısıtılmış fırında kızartın. Fırından çıkarınca revani fazla soğumadan şerbetini döküp, çekmesini bekleyin. Biraz soğuyunca dilimleyerek servis yapın. Üzerine hindistan cevizi serpebilirsiniz. 6 kahve fincanı Toz Şeker 4 kahve fincanı Yoğurt 7 kahve fincanı Un 4 adet Yumurta 1 kahve fincanı İrmik 1 kahve fincanı Sıvı Yağ 1 Kabartma Tozu (ya da karbonat) 20 kadar ağartılmış badem 1 fiske tuz ŞURUBU İÇİN 5 su bardağı Toz Şeker 5 su bardağı Su 2-3 damla Limon Suyu Bu gibi tatlılarda pişen madde sıcak, şurup soğuk olmalıdır. Eğer pişen madde soğuk ise, o zaman şurubu sıcak dökülmelidir. KİBE MUMBAR Malzemesi: 500 gr pirinç 500 gr kıyma Nane Karabiber Domates salçası 500 gr bumbar(koyun) Tuz Tarif: Malzemelerin hepsi karıştırılır bumbarlar tersyüz edilip yıkanır tekrar düze çevrilir. Hazırlanan malzeme temizlenmiş bumbarın içine ters yüz edilerek doldurulur. Duldurulmuş bumbarlar tuzla iyice ovularak bol suyla yıkanır. Üstüne bol su koyup yaklaşık iki veya ikibuçuk saat haşlanır. Haşlanan bumbarlara ayrı bir kapta sos hazırlanır. Sos: Bir kaşık yağ bir tatlı kaşığı nane bir tatlı kaşığı salça konup kavrulur ve haşlamış olduğumuz bumbarın üzerine dökülerek servis yapılır.
-
COĞRAFİ YAPI Diyarbakır’ın topraklarının, % 37’si dağlar, % 31’i ovalar, %30’u platolar % 2’si yaylalardan meydana gelmiştir. İl çanak şeklinde bir havzadan ibârettir. Bu havzanın ortalama yüksekliği 700 metredir. DAĞLAR Diyarbakır, Güneydoğu Torosların kollarıyla çevrilidir. Batısında Mâden Dağları yer alır. Mâden Dağlarının en yüksek noktası 2230 metredir. En yüksek yerleri: Tosun Tepe (2813 m), Hasar Tepe (2761 m), Ömer Tepe (2075 m), Karacadağ (Kollubaba Tepe 1957 m), Kuştaşı Tepe (1727 m), Yuva Tepe (1547 m), Tumtaş Tepe (1576 m)dir. Diğer dağları ise Uzuncaseki Dağı, Yumru Dağı ve İnceburun Dağlarıdır. OVALAR Diyarbakır ovaları bazalt levhaları ile örtülü kırmızı-kahverengi topraklardır. Diyarbakır Ovası 40 bin hektardır. Dicle Nehri ortadan geçer. Doğu kısmı daha bereketlidir. Gevran (Ergani) Ovası 15 bin hektar olup etrâfı tepelerle çevrilidir. Karahan Ovası 10 bin hektardır. Kiki Ovası 25 bin hektardır. İlin en verimli ovasıdır. Buğday ve arpa ekilir. Behremki Ovası 18 bin hektar olup, bereketlidir. Ayrıca 5 bin hektardan küçük olan Lice, Hazro, Çermik, Çüngüş, Piran, Hani, Kulp Şerit ve Dicle ovaları vardır. AKARSULAR Diyarbakır’ın en önemli akarsuyu Dicle Nehridir. İli Dicle ve kolları sular. Mâden Suyu ile Birklin Suyu Dolucan’da birleşerek Dicle Nehri meydana gelir. Birklin Suyu Birklin Mağaralarından çıkar ve Dibni Suyu buna karışır. Mâden (Ergani) Suyu Gölcük’ten çıkar. Dicle Nehri Devegeçidi Suyu, Havar, Yenice, Karasu dereleri ile, Anbar, Kuru, Pamuk, Sinan ve Batman çaylarını alır. Daha ilerde Göksu ve Aşağı Hanik çayları Dicle’ye katılır. Batman Çayı Dicle’nin önemli bir koludur. Uzunluğu 100 kilometredir. Gühermi Dağından çıkan Kulp Suyu, Muş’tan gelen bir kolla birleşir. Melul Dağından çıkan Şakiram Çayını alarak, Sason Dağlarından gelen ikinci kolla birleşir. Diğer küçük akarsular ise Sinan Suyu, Çangüş Suyu, Göz Suyu, Medrap Suyu ve Kalhane Suyu ile Meda Çayı ve Sinek Çayıdır. Gölleri: Diyarbakır’da tabiî göl yoktur. Baraj gölleri ile göletler vardır. Devegeçidi Barajı: Devegeçidi Deresi (Suyu) üzerine kurulmuştur. Sulamada kullanılır. 10 bin hektarlık arâziyi sular ve 180 milyon m3 su toplanır. Karakaya Barajı: Malatya sınırında Fırat üzerine kurulmaktadır. Enerji ve sulama maksadıyla kullanılacaktır. İnşaat bittiğinde 7,5 milyar kilovat-saat enerji istihsal edilecektir. İçme suyu temini ve tarım arâzisini sulamak için Ortaviran, Gözegöl ve Kurtkaya göletleri yapılmıştır. İKLİM ÖZELLİKLERİ Kuzey Mezopotamya karasal-kontiental iklimine “Sübtropik yayla iklimi “ de diyebiliriz. İlin ikliminde karasal özelliklerAkdeniz Bölgesine özgü değerler ağır basar. Örneğin sıcak ve kurak bir yaz mevsimi, Doğu Anadolu’daki kadar sert ve soğuk geçmeyen bir kış mevsimi Diyarbakır Havzası ikliminin “kısmen bozulmuş, karasal özellikleri biraz değişmiş bir Akdeniz İklimi “ değerlendirmesini yapmamızı sağlar. BASINÇ DURUMU: Yıllık ortalama aktüel basınç değeri 936 mb. dır. Kış aylarında basınç değerlerinde bir artma; İlkbahar ve yaz mevsiminde ise düşme görülür. Bunun açıklanmasını şöyle yapabiliriz:Kışın karalar denizlere oranla daha soğuktur. Yazın fazla sıcak, kışın ise RÜZGARLAR: Ortalama aylık rüzgar hızı saniyede 2.6 m.’dir. Rüzgarın en suratli estiği aylar Temmuz ve Ağustos olarak belirlenmiştir. Fakat Şubat ayında esen güney rüzgarlarının sürati saniyede 33.8 m. yi bulmuştur. Diyarbakır’da egemen rüzgar kuzeybatı (karayel ) yönlüdür. Yaz mevsiminde, bölgenin bozkur bitkileri kurulduğundan ve nadasa bırakılmış tarlalarda yüzey kuru olduğundan, esen rüzgarlar bol miktardatoz taşırlar. Rüzgarın tozunu süzecek süzgeç görevi yapacak ormanlar bulunmadığından Diyarbakır ve diğer yerleşim birimlerinin havası saydam ve duru olmaz. SICAKLIK: Güneydoğu Toros Dağları bir duvar gibi kuzeydoğu rüzgarlarını keserek yukarı Mezopotamya’ya geçmesini önler. Soğuk ve serin hava kütlelerinin Diyarbakır havzasını geçmemesi nedeni ile kış mevsimi Doğu Anadolu yüksek yaylaların olduğu gibi soğuk geçmez.Sıcaklığın -24 C olduğu görülmüştür. Fakat ortalama düşük sıcaklık 8.7 C dir. Kış mevsiminden yaza geçiş birdenbire olur.İlkbahar belirsizdir ve sıcaklar birden artar.Ortalama 4 ay insanlar bunalır. Özellikle Temmuz ve Ağustos ayları çok sıcaktır.Termometrenin 46 C yi gösterdiği olur. Fakat ortalama yüksek sıcaklık 22.5 C dir. Açık günler bakımından da Diyarbakır yüksek değerler sunar. Ağustos ayında açık gün sayısı 25’i geçer.Mart ayında ise 5’tir. Diyarbakır’da ortalama olarak yılın 154 günü bulutlu geçer. Gökyüzünün kapalı olduğu gün sayısı ise 68 gün olarak belirlenmiştir. Diyarbakır havzasında, Mayıs ayında başlayan kuraklık Ekim ve hatta Kasım aylarına kadar sürer. NEM: Diyarbakır’da ortalama nisbi nem ortalaması %53’tür. Yaz mevsimi çok sıcak olduğu halde nem azlığı havayı bunaltıcı olmaktan çıkartır. Diyarbakır’ın 45 C lik sıcaklığına dayanılır; çünkü aşırı nem yoktur.Hava kurudur. Fakat GAP projesi kapsamında yapılan sulama kanalları ve yapay göletler nemi hissedilir şekilde arttırmış ve sıcaklık bunaltıcı olamaya başlamıştır. YAĞIŞLAR: Diyarbakır havzası çanak şeklindedir. Yağmurşeklindeki yağışlar kışın ve ilkbaharda düşmektedir. Diyarbakır ve çevresi, Akdeniz ikliminden etkilenerek kış yağmurlarının etkisi altındadır. Diyarbakır’da yıllık yağış ortalaması 496 mm dir. Yaz ve sonbahar Diyarbakır havzasında yağışsız geçer. Çünkü bu mevsimlerde bölge tropikal-kırsal kütlelerin egemenliğine girmiş olur. Diyarbakır dolaylarında kış aylarında kar yağışı olağandır.Yılda ortalama 7 gün kar yağışı geçmektedir. Yağmur olarak başlayan yağışın kara dönüşme ihtimali de vardır. Genelde kar kasım ayında yağmaya başlar. Diyarbakır’da karla örtülü günler ortalama 13’tür. BİTKİ ÖRTÜSÜ Diyarbakır topraklarının % 33’ü orman ve fundalıklarla, % 40’ı ekili arâzi ve % 22’si çayır ve mer’alarla kaplıdır. İlkbaharda her yer yemyeşildir. Yaz aylarında ise dere kenarları dışında her yer (step) bozkırdır. Otlar tamâmen kurur. Vâdilerde söğüt, çınar, ceviz ve kavak ağaçları, yükseklerde ise meşe, ardıç ve yabânî meyve ağaçları yer alır. Ormanlık arâzi her ne kadar % 33 görülmekteyse de muntazam ormanlık saha çok azalmıştır. DEPREM ÖZELLİKLERİ (Sismoloji) Diyarbakır şehrinin kurulduğu zemin Tersiyer dönemine ait kara renkli, çatlak bazatlardan bir yapıya sahiptir. Karacadağ’dan akan bu bazalt örtüsünün kalınlığı,0-40 m. arasında altında değişir.Bazaltların 300-400 m. kalınlıkta kil kum ve çakıl tortularından oluşmuş bir seri yer alır. Bazaltların üzerinde 0-3 m. arasında değişen kalınlıkta toprak örtüsü vardır. Dicle vadisinde kil, kum, çakıl ve lığlardanoluşmuş genç Kuvaterner alivyonları yer alır. Diyarbakır 4. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Şanlıurfa-Fırat-Dicle deprem bölgelerinin etki alanındadır. Şehrin zemini deprem bakımından sağlamdır. Deprem, tarihi eserlere hiç zarar vermemiştir. Bugüne kadar kaydedilen en önemli deprem 1934 yılının Kasım ayının 27’sinde olan 14 yapının hasar gördüğü 100’den çok insanın hayatını kaybettiği yer sarsıntısıdır. EĞİL : 4. Derece depremlerin olduğu bölgede yer alır. ÇÜNGÜŞ : 3. Derece tehlikeli deprem kuşağındandır. Ergani-Çermik kırık sistemi ile Hazar Gölü kırık sistemi arasındadır. ÇERMİK : 3. Derece tehlikeli deprem kuşağındadır.Bir fay (kırık) hattı üzerinde yer alır.Dolgu-tortul alanlarda hasar oluşur. ERGANİ : 3. Derece tehlikeli deprem bölgesindedir. 1950ve 1971 depremleri etkili olmuştur DİCLE : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağında yer almakla birlikte hasar yapıcı bir yer sarsıntısı kaydedilmemiştir. HANİ : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Muş- Van bölgesi depremler Hani yöresini de etkilemiştir. Kireçtaşı arazideki evler sarsıntılardan az zarar gördüğü halde, alüvyal dolgu üzerindeki evlerde hasar meydana gelmiştir. 1975 yılında üç ayrı deprem Hani ve çevresine az-çok zarar vermiştir. LİCE : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Sık sık sarsılan bir hat (kırık çizgisi) Lice’den geçer . Bingöl ve Muş bölgesi depremleri de Lice yöresinide etkiler.1938, 1955, 1965 depremlerinden sonra 1975 yılı Eylül ayının 6’ sında olan deprem büyük hasae yapmış ve insan kaybı çok olmuştur. KULP : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Dolgu zeminde yapılan evlersarsıntıdan hasar görmektedir. HAZRO : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır.Ancak, yıkıcı bir deprem kayda alınmamıştır. 1975 Lice depreminde biraz hasar görmüştür. Kuzeydeki deprem merkezleride etkilenmektedir. SİLVAN : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Çevredeki deprem merkezinden etkilenir. BİSMİL :4. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır.Çevredeki merkezlerinin etkisi altında kalır. Zaman zaman sarsılır. Fakat zarar görmez. 1960 yılında bir deprem kaydedilmiştir. ÇINAR : 4. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Çevredeki diğer deprem merkezlerinin etkisinde kalır. Bugüne kadar dikkate değer bir yer sarsıntısı kaydedilmemiştir.
-
TARİHÇE DİYARBAKIR ADININ KÖKENİ Diyarbakır şehri farklı dönemlerde farklı isimlerle anılmıştır. Asur hükümdarı Adad-Nirayi'ye ait bir kılıç kabzasında şehrin adı "Amidi" ya da "Amedi" olarak geçmektedir.Roma ve Bizans kaynaklarında şehrin adı "Amid, O'mid, Emit, Amide" şeklinde adlandırıldığı görülmektedir.Diyarbakır sularının taşlarının siyah olmasından dolayı "Kara Amid" diye adlandırılan şehir, Arap egemenliği sırasında "diyār" (ديار) ve Bekr " (بکر) isimleri ile "Diyâr-i Bekr" olarak kayıtlara geçmiştir.[kaynak belirtilmeli] "Diyar-ı bekr" daha sonraları "Diyarbekir"; Osmanlı'nın son yıllarına kadar daha çok bir bölge adı olarak kullanılmıştır. Ancak merkez için kullanılan Amid isminin kullanımının özellikle Diyar-ı Bekr'in (Diyarbekir) 1867 yılında vilayet oluşu sonrası yavaş yavaş terkedildiği, bütün bölgeyi nitelemesinin yanında merkez sancak için de (Diyar-ı Bekr) Diyarbekir adının kullanıldığı görülmektedir. Diyarbekir"in "Diyarbakır" oluşuna dair çalışmalar, Türk Dili dergisinin Haziran 1938 nüshasında özetlenmiştir. 17 Kasım 1937 tarihinde Atatürk'ün trenle Diyarbakır'dan Elazığ'a geçtiği gece yapılan bir dil tartışmasının ardından, Türk Dil Kurumu'na gönderilen bir telgrafla başladı. Yapılan çalışmaları sonucu şehrin adı Diyarbakır olarak değiştirildi. Türk Dil Kurumu Genel Sekreteri İbrahim Necmi Dilmen"e gönderilen telgraf şöyledir. « Diyarbekir şehrinin isminin etimolojisine dair etüt var mıdır? Esasta bu şehrin ismi 'Bakır memleketi' manasına olan 'Diyarbakır' olması gerektir ve artık bu isimle tanınacaktır. Dil Kurumu'nun bu hususta Tarih Kurumu ile işbirliği yaparak, historik ve lengüistik tetkikatta bulunması emrediliyor. Balıkesir saylavı İsmail Hakkı'nın da mesai birliğine davet edilmesi faydalı olacaktır. Tetkikatın titizlikle yapılmasını ve mümkün ise neticelerin takiben bildirilmesini saygılarımla dilerim." » TARİH: Mezopotamya ile Anadolu medeniyetlerinin geçiş bölgesinde olan Diyarbakır’ın tarihi çok eski devirlere dayanmaktadır. Yontma taş ve Mezolitik devirlerde Diyarbakır ve çevresinde var olan mağaralardan burada yerleşim olduğu yapılan arkeolojik araştırmalar ile anlaşılmıştır. Eğil-Silvan yakınlarındaki Hassun Dicle Nehri ve kolları üzerinde Ergani yakınlarında Hilar mağaralarında bu çağdan kalma kalıntılar tespit edilmiştir. Şehrin, 65 kilometre kuzeybatısında Ergani ilçesi yakınlarında yer alan Çayönü Tepesi kazılarında, dünyanın en eski köyü bulunmuştur.Çayönü'ndeki insanlar zamanla göçebelikten yerleşik köy yaşama, avcılık ve toplayıcılıktan besin üretimine geçmiştir. Şehrin kent merkezinde, M.Ö. 3000 Hitit ve Hurri-Mittani egemenliği yaşanmıştır. M.Ö. 1260 yılına kadar egemenliklerini sürdüren Hurri-Mitaniler'den sonra sırasıyla Asurlular, Aramiler, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Partlar, Büyük Tigran İdaresi, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdaniler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyübiler, Moğollar, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar Diyarbakır'a egemen olmuşlardır. Asurlular döneminde şehir, bölge valilik merkezi olmuştur. Mîlâttan sonra bir ve ikinci asırlarda şehir ve bölgesi için Romalılar ve Partlar arasında savaşlar yapılmıştır. Romalılar!ın hakimiyetine geçen şehir Roma İmparatorluğu'nun yıkılması ile Bizans yönetime geçmiştir. Ömer döneminde islâm ordusu Diyarbakır'ı ve çevresini fethetmiştir. Halid bin Velid, Diyarbakır'a giren ilk islam kumandanıdır.Diyarbakır böylece bir eyâlet olarak İslâm devletine bağlandı. 869-899 yılları arasında Diyarbakır ve çevresinde Şeyhiler Hânedânı hüküm sürmüştür fakat Halîfe Mütazıd bu hakimiyete son vermiştir. Daha sonraki yıllarda Hamdânîler hâkim oldularsa da, 990 yılında bölgeye hâkim olan Mervaniler 1096 yılına kadar saltanat sürdü. Alparslan 1071 Malazgirt zaferinden bir sene önce Diyarbakır’a geldi. Mervânîler, Selçuklular'a tâbi oldu.Melikşah'ın vefatından sonra Diyarbakır'da egemenlik Suriye Selçukluları'na geçti. Eyyûbî lideri Melik Kâmil, Selçuklular'ın yönetimindeki şehri ele geçirdi. 1259’da şehir, İlhanlılar'a geçti. İlhanlılar, bölgeyi Artukoğulları'na bıraktılar. 1401 yılında Akkoyunlular yönetiminde, devletin başkenti oldu. Artukluların egemenliğine son veren Safeviler böylece şehri ele geçirdi. 1507-1515 yılları arasında Anadolu Beylikleri, Memlûkler İran-Safevî devletleri arasında bu bölge için mücadele devam etti. Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim, Diyarbakır’ı ve bütün Güneydoğu Anadolu’yu 15 Eylül 1515'te Bıyıklı Mehmet Paşa kumandasında Osmanlı egemenliğine kattı. Diyarbakır, Osmanlılar döneminde önemli eyaletlerden birinin merkezi olmuş, doğuya sefer yapan orduların hareket üssü ve kışlağı görevini görmüştür. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde özellikle I. Dünya Savaşı'nın yakın zamanlarında hastalık, yangın ve sefalet yüzünden büyük sıkıntı çeken Diyarbakır; Cumhuriyet devrinde büyük ve önemli imar, sosyal, kültürel ve ekonomik hareketler yaşamıştır. 1950'lerden sonra yeni şehir kurulmuş; yollar, hastaneler, okullar ve modern yapılarla gün geçtikçe büyümüş ve gelişmiştir. Yeni şehir kara, hava ve demir yolarıyla Türkiye'nin dört bir yanına bağlanmış önemli merkezlerden biri haline gelmiştir
-
GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 15.355 km² Nüfus: 1.094.996 (1990) İl Trafik No: 21 Isının 40-50 dereceye vardığı yaz günlerinin bunaltıcı sıcaklığından kurtulmak amacıyla gelişen düz damlı evleri ile tipik yöre mimarisinin günümüzde de yaşatıldığı Diyarbakır, uzun surları, Malabadi Köprüsüyle görülmesi gereken bir ildir. İLÇELER: Diyarbakır ilinin ilçeleri; Bismil, Çermik, Çınar, Çüngüş, Dicle, Eğil, Ergani, Hani, Hazro, Kocaköy, Kulp, Lice ve Silvan'dır. Eğil: Zengin bir geçmişe sahip olan Eğil ilçesi tarih içinde de önemli bir yer işgal etmiştir. Asur Kalesi'nin adından da anlaşılabileceği gibi Asurluların da ötesine ulaşan bir geçmişi vardır. Çermik: Diyarbakır'ın kuzeybatısında olan Çermik, kaplıcalarıyla tanınmış ünü tüm yurda yayılmış güzel ve yemyeşil bir ilçemizdir. Dünyanın her yanından insanlar şifa bulmak amacıyla bu kaplıcalara gelirler. İlçenin eski kalesi, Alaaddin Camii, Abdullah Paşa Medresesi Haburman Köprüsü efsanevi Gelin Dağı, Seyfullah Bey Hamamı ve Ali Dede Çeşmesi ilk anda görülmesi gereken ünlü yerlerindendir. Hani: Diyarbakır'ın 90 km. kuzeydoğusunda Bingöl-Diyarbakır karayolu üzerinde dağlık bir yerleşim yeridir. Hani İlçesinde 13. yy.da yapıldığı sanılan Hatuniye Medresesi ve 15. yy.da yapılan Ulu Cami bir Selçuklu eseridir. Kulp: Kulp, Diyarbakır'ın en uzak ilçesidir. Ürettiği nefis ballarıyla tanınan Kulp, Kâfurum Kalesi, Kanikan Mağaraları, Kale-i Ulya, Ciksi Kalesi, Büyük Kaya, İmamı Gazali Türbesi ve çok eski olduğu sanılan Bahemdan köyü gibi eski eserleriyle de geniş bir tarihi zenginliğe sahiptir. Kocaköy: Kocaköy'ün ne zaman kurulduğu bilinmemektedir. İlçede birçok höyük ve mağara bulunmaktadır. Lice: Diyarbakır'ın 95 km. kuzeyinde tarihi bir yerleşim merkezidir. Efsanesi dünyaca bilinen, çeşitli ülke ve şehirlerin sahip çıktığı Eshab-ül Kehf mağarasının asıl efsanede geçen Dakyonus şehri tüm özellikleriyle Diyarbakır'ın Lice ilçesi yakınındadır. Silvan: Kuruluş tarihinin Diyarbakır kadar eski olan Meyyafarikin uygarlığının beşiği olan bir ilçedir. Dünyanın önemli eserlerinden Malabadi Köprüsü, Silvan Kalesi, Kulfa Kapısı ve çeşitli tarihi camilerin yer aldığı tepeden tırnağa tarihle doludur NASIL GİDİLİR? Karayolu: Diyarbakır'dan hemen hemen Türkiye'nin her yerine otobüs ile yolculuk mümkündür. Otogar şehir merkezindedir. Yolcular şehir içi minibüsleri ile taşınmaktadır. Otogar Tel: (+90-412) 221 10 27 Havayolu: Havalimanı: Şehir merkezine uzaklığı 3km.dir. Her gün düzenli olarak Ankara ve İstanbul'a uçak seferleri bulunmaktadır. Hava Limanı Tel: (+90-412) 228 84 01 - 228 84 02 GEZİLECEK YERLER Müzeler ve Örenyerleri Müzeler Diyarbakır Müzesi Adres: Ziya Gökalp Bulvarı - Diyarbakır Tel: (412) 221 27 55 Faks: (412) 223 08 02 Örenyerleri Çayönü - Ergani/Sesverenpınar Üçtepe - Bismil/Üçtepe Hassuni Mağarası - Silvan/Merkez Hilal Mağarası - Ergani/Sesverenpınar Surlar Diyarbakır Surları: Çin Seddi'nden sonra en uzun sur olması ile ünlenen Diyarbakır Surları 5.5 km uzunluğunda ve 7-8m yüksekliğindedir.16 kalesi ve 5 çıkış kapısı olan siyah bazalt surlar, kentin en ilgi çekici yeridir. Ortaçağ askeri mimarisinin muhteşem örneğini oluşturan bu surlar yazıtlar ve kabartmalarla dekore edilmiştir. M.Ö. 349 yılında Bizans İmparatoru Costantinus tarafından yenilenen surların yapılış tarihi tam olarak bilinmemektedir. Çayönü buluntuları: Diyarbakır'ın 65km kuzeybatısında Elazığ karayolu üzerinde Ergani ilçesinde bulunan Çayönü antik kenti cilalı taş devrine yani günümüzden yaklaşık 9000 yıl öncesine dayanmaktadır. Bu yerleşim yerinin ilk yerleşik hayata geçilen yerlerden biri olduğu saptanmıştır. Çayönü İlkel yerleşmesinde çıkartılan öğütme taşları, çakmak taşı, kemikten ve bakırdan yapılan çeşitli aletler Diyarbakır Arkeolojik Müzesi'nde sergilenmektedir. Köprüler Malabadi Köprüsü: Silvan ilçesi yakınlarında Batman çayı üzerindedir. Dünyadaki taş köprüler içinde kemeri en geniş olanıdır. Cami ve Kiliseler Tarihi ve mimari özellikleri ile muhteşem olan Ulu Cami, Nebi Cami ve Safa Cami Diyarbakır'ın en ünlü camilerdir. Selçuklu Sultanı Melik Şah tarafından yaptırılan Ulu Cami, orijinal dizaynı ve hem Bizans hem de daha eski mimari malzemeleri kullanması ile ilginç olup Türkiye'nin en eski camilerindendir. Diyarbakır'ın 77 km doğusunda, Silvan'da 1185 yılında yapılmış, zarif görünümlü Ulu Cami, kemer kapıları ifade eden ince taş kabartmaları ile görülmeye değerdir. Diyarbakır Cami ve Kiliseleri Diyarbakır'ın önemli kiliseleri arasında Mart Thoma, Meryem Ana, Kırklar Kilisesi ve Mart Pityon Kilisesi sayılabilir. Meryem Ana Kilisesi, şehirde kalan az sayıdaki Süryani cemaati tarafından halen kullanılmaktadır. Ulu Cami (Merkez): İslam dünyasında beşinci Harem-i Şerif olarak bilinmektedir. Diyarbakır İslam ordularınca fethedildikten sonra, ildeki en büyük Hıristiyan tapınağı Mar-Tama kilisesi, M.S. 639 yılında camiye çevrilmiştir. 1091'de Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah zamanında tamir ettirilmiştir. 1115 tarihinde meydana gelen deprem ve yangında büyük hasar gören cami, 1240 yılında halkın yardımıyla onarılmıştır. Avlusundaki şadırvanları, çeşitli devirlere ait kitabeleri yönünden büyük değer taşıyan bu ilk İslam yapısı, kara taşlarla inşa edilmiştir. Anadolu'nun en eski camisi olan Ulu Cami, çevresindeki iki medrese ve diğer yapılarla anıtsal yapılar topluluğu olarak günümüzde de dikkat çekmektedir. Plan olarak 705-715 yıllarında inşa edilen Şam'daki Ümmiye ve Emevi camilerine benzemektedir. Behram Paşa Cami (Merkez): 13. Osmanlı Valisi Behram Paşa tarafından yaptırılan cami, Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerindendir. Caminin çok süslü minberi bir sanat harikasıdır. Şeyh Matar Cami (Merkez): Dört ayaklı minare ve cami, Akkoyunlu eseri olup 1500 yılında Sultan Kasım tarafından yaptırılmıştır. Minare yekpare taş sütun üzerinde dört köşeli olarak inşa edilmiştir. Sütunların üzerinde fırınlanmış ağaç kullanılması da minarenin özelliklerinden biridir. Bir inanışa göre yedi defa sütunların arasından geçenin dileği kabul edilirmiş. Safa Cami (Merkez): 1532 yılında yapılan cami, Akkoyunlu eseridir. Eskiden bir kılıf içinde muhafaza edildiği söylenen minaresi oldukça zariftir. Meryem Ana Kilisesi (Merkez): VI. yy.dan kalma olup, zamanla birçok onarım görmüştür. Bizans devrinden kalma mihrabı, Roma biçimi kapısı ilgi çekicidir. Kilisede bazı azizlerin türbesi bulunmaktadır. Süryani Kadim Yakubi mezhebine ait olan kilisede bazı azizlerin tasvirleri bulunmaktadır. Hanlar, Kervansaraylar Diyarbakır, Tarihi İpek Yolu'nun merkezlerinden olması sebebi ile önemli hanlara sahiptir. Deliller Hanı, Hasan Paşa, Çiftehan ve Yeni Han'da geçmişte olduğu gibi günümüzde de halı, kilim ve gümüş işleme satan dükkanlar bulunmaktadır. Kervansaray Mimarisi ve iç yapısı ile görülmesi gereken yerlerden biri olan Kervansaray, bugün restore edilerek otel haline getirilmiştir. Kaplıcalar Çermik Termal Turizm Merkezi Yeri: Diyarbakır-Çermik ilçe merkezinin doğusunda yer alır. Suyun Isısı: 48oC PH Değeri: 6,3 Özellikleri: Bikarbonatlı, Klorürlü, Karbondioksitli, Hidrojen Sülfürlü ve kısmen radyoaktif bir bileşime sahiptir. Yararlanma Şekilleri: İçme ve banyo kürleri Tedavi Ettiği Hastalıklar: Romatizma, deri, solunum yolu, kadın, eklem ve kireçlenme gibi hastalıklara olumlu etki yapar. Konaklama Tesisleri: 100 yataklı tesis mevcuttur. COĞRAFYA Diyarbakır, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin orta kısmında, Elcezire'nin (Mezopotamya) kuzeyinde yer almaktadır. Doğuda Siirt ve Muş batıda Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya kuzeyde Elazığ ve Bingöl güneyde ise Mardin illeri bulunmaktadır. Diyarbakır, yeryüzü şekilleri açısından genelde dağlarla çevrili, ortası hafif çukurlaşmış görünümündedir. İl, Güneydoğu Torosların kollarıyla çevrilidir. İlin en yüksek dağı Muş sınırı yakınındaki Anduk Dağıdır (2830 m.) Diyarbakır ilinde sert ve kurak bir yayla iklimi hakimdir. TARİHÇE Diyarbakır tarihinin, önceleri M.Ö.3000 yılına kadar uzandığı bilinirken, son zamanlarda Çayönü kazıları ile yapılan araştırmalar sonucunda uygarlık geçmişinin M.Ö.7500 yıllarına kadar uzandığı belirlenmiştir. Diyarbakır ve çevresinde Hurriler, Mitanniler, Hititler, Asurlar, Medler, Persler, Büyük İskender, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular ve Osmanlılar hüküm sürmüştür. NE YENİR? Devasa boyutlardaki karpuzu ile tanınan Diyarbakır, yemek kültürü açısından da oldukça zengindir. Akşamın geç saatlerinde, tezgahlarda satılan cartlak kebabı olarak bilinen ciğer kebabı geleneksel yemekleri arasındadır. Diyarbakır'ın en ağır yemeklerinden olan kibebumbar, işkembe ve bağırsakların et, pirinç, nane, biber ve tuz karışımı ile pişirilir. Bunların yanında içli köfte, çiğ köfte, bulgur pilavı, kaburga, keşkek, Kibukudur, lebeni, tatlılardan ise burma kadayıf ve Nuriye tatlısı ünlüdür. Üzümden yapılan pestil ve sucuk, otlu peynir, örgü peynir, sumak çokça yenen diğer yiyeceklerdir. NE ALINIR? El sanatları, hasır bilezik, kiniş gerdanlık, gümüş işlemeli nalın ve çekmeceler kuyumcuların beğenilen ürünleridir. Köylerden el dokuması halı ve kilim üretimi yapılmaktadır. YAPMADAN DÖNME Diyarbakır Surlarını gezmeden, Malabadi Köprüsünü görmeden, Eski Diyarbakır Evlerini görmeden Cahit Sıtkı Tarancı ve Arkeoloji Müzelerini görmeden, Selim Amca'da kaburga yemeden, meyankökü içmeden, Diyarbakır hasırı almadan ...Dönmeyin.