Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Sardes (Sard) Resimleri

  2. _asi_

    Manisa - Sardes (Sard)

    SARDES (Sard ) Manisa’nın Sardes antik kenti, İzmir’e 72 km. uzakta olup, İzmir-Ankara karayolunun ortasından geçer. M.Ö.VII.yüzyıldan itibaren ismini Zeus’un oğlundan alan Attalos Çayı Sardes’e altın kırıntıları taşımış, bu M.S.I.yüzyıla kadar sürmüştür. Lydialılar bu altını değerlendirmişler, çeşitli eşyaların yanı sıra ilk altın parayı bastırmışlardır.Böylece de Kral Alyattes M.Ö.600’de ilk altın sikkeyi bastırmıştır. Onun ardından da Kral Kezius (M.Ö.560-547) saf altından sikke bastırarak Sardes’in Antik çağda, bu konuda önderliğini sürdürmüştür. Herodotos, Lydia’da üç ayrı kral ailesinin peşpeşe yaşadığını ileri sürmüştür. Bunlar Atyatlar, heraklidler (Tylonidler) ve Mermadlardır. M.Ö.2000’in ilk yarısında yaşadıkları ileri sürülen Atyatlar ile ilgili bilgi çok sınırlıdır. Ayrıca bu sülalenin Lydia’da yaşayıp yaşamadıkları da tartışmalıdır. Sardes kazıları yöredeki ilk yerleşmenin Tunç çağı (M.Ö.3000-1200) sonlarında başladığı ve küçük bir köy özelliği taşıdığını göstermiştir. Tunç çağının sonlarına doğru burada yaşayanlar yakarak gömmüşler, ağaç dallarından, kamışlardan ve balçıktan yapılmış yarım daire planlı evlerde yaşamışlardır. Bundan sonra Yunanistan ile kültürel bağlar kurduklarını da Sardes’in alt tabakalarındaki Geç Hellas, Miken keramiklerinden anlaşılmıştır. M.Ö.1200-900 yıllarına tarihlendirilen Sardes’in boyalı, geometrik üsluptaki keramikleri üzerindeki bu etki çok açıkça kendisini göstermiştir. Lydia'daki geç Hellas, Miken ve Yunanistan’ın geometrik keramiklerine Sardes’liler güney-batı özelliklerini de katmışlardır.M.Ö.900’lerde boyalı geometrik üslubu uyguladıkları gibi, onlara kırmızı üzerine siyah bezemeyi de katmışlar, bu durum Lidia’da Demirçağın arkeoloji yönünden en önemli olayı olmuştur. Sardes, Tunç çağının sonlarına doğru Batı Anadolu ve Akdeniz kentlerinde olduğu gibi bir saldırıya uğrayarak yakılıp yıkılmıştır. M.Ö.1200 yıllarında Anadolu’ya kadar uzanan Tharak göçünün bu yıkımda payı olduğu düşünülürse de, başka bir iddiaya göre Hitit Kralı IV.Tuthaliye’nin bunda payı olmuştur.Ancak bu yıkımda her iki topluluğun etkin olduğunu gösteren kanıt bulunmamaktadır. Ancak bu yıkımdan sonra Lydia’nın başına geçen Heraklid (Tylonid) ailesinin Thrak kökenli olduğu tarihte belgelidir. Manisa yakınındaki Spylos Dağında, Kemalpaşa yakınındaki Karabel kaya kabartmaları da Hititlerin bu yöreye geldiklerini göstermektedir. Sardes’te yaşayan Asias isimli bir topluluğun Hititlere meydan okuduğu, bu yüzden IV.Tuthaliya’nın buraları yakıp yıktığı da akla uygun gelmektedir. Heredot, M.Ö.1185’deki Thrak göçünden hemen sonra, Demirçağın başlarında hüküm süren Heraklidlerin aralıksız 505 yıl burada yaşadıklarını belirtmiştir. M.Ö.V.yüzyıl Lydia tarihçisi Xanthos’un bilgilerini yansıtan M.S.I.yüzyılda yaşamış olan Damascus’lu Nicolaos’un yazdıkları ise efsane olarak kalmıştır. Heraklidlerin M.Ö.1185-680 yıllarında egemen oldukları, Kral Gyges’den itibaren Sardeis’e bu ismin verildiğini de Onlardan öğrenmekteyiz. Mermandların sonuncu kralı olan Kroisos zamanında Sardeis, zenginliğin, kültürel gelişimin doruğuna erişmiştir. M.Ö.VI.yüzyılda Sardeis Batı Anadolu’nun sanat ve kültür merkezi konumundaydı. Bunu Lydia’nın doğal zenginlikleri, özellikle altın madenleri de pekiştiriyordu. Kroisos’un krallığının ilk yılları barış ve diğer ülkelerle uyum içerisinde geçmiş ancak, yüzyılın ortalarına doğru doğuda Pers tehlikesi baş göstermiştir. Bunun üzerine Kroisos M.Ö.547’de Kappadokia bölgesine sefere çıkmıştır. Kızılırmağı geçtikten sonra Perslerle karşılaşmıştır. Savaş Sardeis’e yakın bir yerde Persler’e yenilmiş ve Sardeis askeri ile halkı akropole çekilmiştir. Sardeis’in Pers hükümdarı Kyros’un eline geçmesiyle M.Ö547’de Pers egemenliğini tanımak zorunda kalmıştır. Akropol Sardies Ovasına hakim, sarp ve ulaşılması güç olan Akropol kenti bir çok saldırıdan kurtarmıştır. Teraslar halinde yükselen tepede Arkaik döneme ait kalıntılara rastlanmıştır. Burayı çepeçevre saran surlar Lydialılar tarafından yapılmıştır. M.Ö.V-VII.yüzyıla tarihlenen bu surlar arasında M.Ö.223-187 yıllarında, III.Antiochos’un yaptırdığı tahkimat parçaları ile Perslerin bir başka savunma kalıntıları ile de karşılaşılmıştır. Ancak tepenin güneyinde Bizans’lıların yapmış oldukları duvarların büyük bir bölümü görülmektedir.Bunlar Lydia, Yunan ve Roma dönemine ait kalıntıların yardımıyla yapılmışlardır. Nitekim tepenin orta terasında yapılan kazılarda M.S.V-VII. Yüzyıllara, Bizans dönemine tarihlendirilen evler ortaya çıkmıştır. Tepenin altındaki küçük çukurların içerisindeki Lydia ve Yunan kap kacağı ise kalenin M.Ö.VII.yüzyıldaki varlığını kanıtlamaktadır. Gymnasium Sardeis’in Roma döneminde yapılmış anıtsal yapılarından Gymnasium, Anadolu’daki benzerleri arasında en büyük ölçüde yapılmış olanıdır. Sardeis Gymnasium’unun yapımına M.S.II.yüzyılda Severius Simplicinius’un emri ile başlanmış, ikiyüz yılı aşkın çalışmadan sonra M.S.IV.yüzyılda tamamlanmıştır. Yapının bulunduğu yerde Geç Helenistik dönemde yapılmış bazı yapılar, Roma döneminde de bir nekropol bulunuyordu. M.S.17’de büyük bir deprem tüm bu yapıları yıkmıştır. Gymnasium üç ayrı bölümden oluşmuştur. İlk bölümde; üstü örtülü olan bölüm, 8x12 ölçülerindeki hamam, ikici bölümde; hamam kısmına açılan, törenlerin yapıldığı mermer avlu. Ayrıca bu avlu 15x33 boyutlarındaki iki katlı sütun sıraları ile görkemli hale getirilmiş, büyük bir portal de bunu tamamlamıştır. Üçüncü bölüm ise; Doğudaki 80 m2’lik bir alanı kapsayan Palaestra (antrenman alanı) ile kuzey ve güney duvarına bitişik, birbirlerine simetrik iki holden oluşmaktadır. Özellikle buradaki sütunlar Erken Bizans üslubu başlıkları ile dikkat çekmektedir. Sardeis’de 1962’de yapılan çalışmalarda Palostranın güneyinde, mermerli caddenin kuzeyinde M.S.III.yüzyıla ait bir sinagog daha çıkarılmıştır. Bu yapının ilk defa M.S.17 depreminde yıkılan Gymnasion’un bir bölümü olarak sonradan yapıldığı anlaşılmaktadır. Burada ele geçen İbranice bir yazıttan İmparator Licinius Valerianus’un ismi geçmektedir. Arkeoloji kazılarında ele geçen yazıttan, döşeme ve mimari parçaları da yapının M.S.IV.yüzyılda kullanılmış olduğunu göstermektedir. Artemis Tapınağı Artemis Tapınağı’nın yapımını ilk defa Lydia Kralı Kroisos kum taşından bir sunak olarak başlatmıştır. Bunun ardından M.Ö.330 yılına doğru asıl tapınak yapılmasına girişilmiş, ancak tamamlanamamıştır. Helenistik dönemde Zeus ve Artemis’in isimleri kullanılmış, Roma döneminde ise tapınağın batı bölümü Artemis, doğu bölümü de Antoninus Pius’a (M.S.138-161) adanmıştır. Roma döneminde pseuda-dipteras plan düzeni uygulanan yapı, İon üslubundaydı. Hıristiyanlık’tan sonra tahrip edilmiş, yapı taşları başka yapılarda kullanılmıştır. Hıristiyan’ların egemen olduğu dönemde ise tapınağın güney-doğu köşesine doğal bir platform üzerine küçük bir kilise yapılmıştır. M.S.17’de Sardeis’i tamamıyle yıkan deprem, tapınağa da çok zarar vermiştir. M.S.II.yüzyılın ortalarına doğru Antonius Pius ve karısı Faustina tapınağı onarmış, içerisine imparatorların dini törenlerinde kullanılmak üzere iki bölüm yapılmıştır. Buraya normal bir insan boyunun dört katı heykeller konulmuştur. Bunlardan doğu yönündeki heykel İmparator Antonius Pius’u, batı yönündeki de eşi Faustina’yı temsil ediyordu. Faustina heykelinin başı bugün British Museum’dadır. Tapınağın batısındaki duvarın içerisinde bir yazıttan da tanrıçanın, Mnesimades isimli birine gayrimenkul karşılığı borç para verdiği yazılıdır. Buradan da tapınağın dinsel törenler dışında banka görevi yaptığı da öğrenilmektedir. Tapınak, Doğu Roma İmparatoru Büyük Konstantinius’un (324-337) Hıristiyanlığı kabul edişine kadar ve ondan bir süre sonra daha önemini korumuştur. İmparator Julianus (361-363) tarafından yenilenmiş ancak, İmparator II.Thedosius’un (404-450) çıkardığı paganlığa karşı yasalardan sonra tamamen terkedilmiştir. Tapınağın güney-doğu köşesindeki Küçük Bizans Kilisesi M.S.V.yüzyılda yapılmıştır. Yarım yuvarlak apsisli, tek nefli bir yapıya daha geç devirlerde bazı ekler yapılmıştır. Bu arada V.yüzyılın sonu ile VI.yüzyılın başında yapının uzunluğu boyunca bir bölüm eklenmiştir. Artemis Tapınağı ile kilise arasında mimari hiçbir bağlantı bulunmamaktadır. VII.yüzyıldaki bir deprem her iki yapıyı da yıkmıştır. Amerikan Arkeoloji gurubunun 1910’da başlattığı kazılardan sonra tapınak tümüyle ortaya çıkarılmış, 1961’de de kilise onarılmıştır. Kilise, Hamam, Mahkeme Binası ve Evler Sardeis yolunun karşısında bir kilise kalıntısı dikkat çekmektedir. İmparator Justinianus (527-565) bu yapıyı kentin başlıca kilisesi olarak yaptırmıştır. Günümüze çok harap gelebilen kilisenin yalnızca dört büyük desteği ayaktadır. Ayrıca sart çayı’na paralel, yol bıyunca iki Bizans kilisesi kalıntısı bulunmaktadır. IV.yüzyıla tarihlenen bu yapıların yapım tarihleri bilinmemektedir. Bununla birlikte laskarisler (1204-1282) dönemindeki bsilikanın üzerine kısmen kalıntıları görülebilen bugünkü kilise yapılmıştır. Kilisenin 300 m. kuzey-batısındaki bağlar arasında da mahkeme binası olarak tanımlanan bir kalıntı bulunmaktadır. Yan duvarlara ait bazı parçalar ile doğu ve batı yönündeki temel kalıntıları dikkati çekmektedir. Surlar dışında, kentin doğu ucunda, ana yolun yakınında bulunan hamamın M.S.II.yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Roma ve Bizans dönemlerinde de kullanılan yapı, yakınındaki çayın getirdiği birikintilerle neredeyse tamamen çamur içerisinde kalmıştır. Bunun yanı sıra V.yüzyıla ait olduğu sanılan havuz kalıntıları görülen kırmızı tuğladan, bir başka hamam kalıntısı daha bulunmuştur. Sardes’e yeni yapılmış karayolunun güneyinde VI.yüzyıla ait büyük bir ev kalıntısı ortaya çıkarılmıştır. Kalıntılardan anlaşıldığına göre iki katlı, 30x25 m. ölçüsündeki bu evin yıkıntıları arasında bazı dinsel eşyalarla da karşılaşılmıştır. Bu kalıntının biraz ilerisinde alanda ise çanak-çömlek parçalarının bulunduğu geniş bir alan vardır. Burasının M.Ö.700-200 yıllarına ait, önce Lydialıların sonra da Helenistik Sardeslilerin kullandıkları bir Pazar yeri olduğu düşünülmektedir. Mezarlar Sart Çayı’na doğru eğimli arazi üzerinde M.S.IV.V.yüzyıllara ait bir mezar odası bulunmuştur. Duvar freskleri Manisa Müzesi’ne götürülmüş olan anıtın bezemelerindeki tavus kuşları ile benzerleri Anadolu’da çok sık rastlanan bir geleneği işaret etmektedir. Bu mezar anıtın biraz ilerisinde de Piramit Mezarı diye isimlendirilen ve M.Ö.VII.yüzyıla tarihlenen bir başka mezar anıtı ile de karşılaşılmıştır. Bugün yalnızca temel kalıntıları ile bazı mimari parçaları sağlam kalmıştır. Bu anıtların yanı sıra Sart Çayı’nın karşı kıyısındaki tepede de çok sayıda Lydia kaya mezarları bulunmaktadır. Akropolün kuzeyindeki Gigia Gölü’nün (Marmara Gölü) güneyindeki alanda sayıları 90’a ulaşan tümülüsler görülmektedir. Bunlar Lydia kralları ile krallığa hizmet veren, devlet önde gelenlerinin mezarlarıdır. Bu tümülüslerden en önemlileri 1852 ve 1962 yıllarında araştırılmış olan Kral Alyattes ile Gyges’e ait oldukları ileri sürülen mezarlardır. Oldukça iyi durumda olan ve içerisinde taştan mezar odaları olan tümülüsler, çok eski yıllarda soyulmuşlardır.
  3. _asi_

    Kybele Kaya Anıtı

    KYBELE KAYA ANITI Değişik kültürlerde Kubaba, Marienna, Hepat, Artemis, Venüs gibi farklı isimlerle anılan ve yeryüzündeki bütün canlıların anası olduğuna inanılan bereket tanrıçası Kybele’nin kaya kabartması, Manisa’ya 7 km uzaklıktaki Akpınar Mevkii’ndedir. M.Ö.13.yüzyıla tarihlenen kabartmanın, Hitit ordularının yöreye yaptığı bir sefer sırasında yapıldığı sanılmaktadır. Spil Dağı kuzeydoğu eteklerine oyularak yapılmış olan rölyefte ana tanrıça, Gediz Ovası’na doğru bakan ve iki yanında birer aslan bulunan, oturmuş kadın şeklinde tasvir edilmiştir. Büyük ölçüde yıpranmış olduğundan yanlardaki aslan figürleri seçilememektedir. Halk arasında “Papaz Kayası” adıyla da anılan rölyefin üst tarafında, muhtemelen Kybele rahiplerine ait olan kaya odaları bulunmaktadır.
  4. _asi_

    Ağlayan Kaya (Niobe Kayası)

    AĞLAYAN KAYA (Niobe Kayası) Ağlayan Kaya Spil Dağı eteklerinde bir doğa harikasıdır. Bugün Spil Dağı'nın eteklerinde Ağlayan Kaya ya da diğer adıyla Niobe Kayası olarak bilinen kayanın bir sanat eseri olup olmadığı antik çağdan beri tartışılır. Doğal aşınma sonucu başı önüne eğik, ağlayan bir kadın görünümü kazanmıştır. Eski Yunan mitolojisi yoluyla günümüze gelmiş öyküsüyle yitirdiği çocuklarının ardından gözyaşı döken kahırlı anaların simgesi haline gelmiş Frigyalı (veya Lidyalı) Tantalus'un kızı Niobe'nin, Zeus tarafından burada taşa dönüştürüldüğüne inanılır. Efsaneye göre Niobe'nin yedi oğluyla yedi kızı vardı ve yalnızca iki çocuğu (Apollon ve Artemis) olan Leto’dan daha doğurgan olmakla övünüyordu. Bu gururu nedeniyle onu cezalandırmaya karar veren Leto, Apollon’a Niobe’nin bütün oğullarını, Artemis’e de bütün kızlarını öldürttü. Çocukların cesetleri 10 gün sonra tanrılar tarafından gömüldü. Frigya’daki evine dönen Niobe, acılarını dindirmek isteyen Zeus tarafından Spylos dağının (Spil Dağı-Manisa) yamacında bir kaya parçasına dönüştürüldü. Ağlayan Kaya yanına yakın zamanda yapılan ve halen sökülmekte olan açık hava tiyatrosu nedeniyle kayayı besleyen su yolları zarar görmüştür. Kayayı ziyaret edenler genelde duygulu mesajlar yazarak yere sermek alışkanlık haline gelmiştir. Spil Dağı'nda ayrıca, Yarıkkaya mevkiinde Niobe'nin erkek kardeşi Pelops ile ilişkilendirilerek "Pelops'un Tahtı" şeklinde adlandırılan ve Frig kült sanatının izlerini taşıdığı ve evvelce bir heykelin yerleştirilmiş olması muhtemel bir "oturak" veya "sunak" bulunmaktadır.
  5. _asi_

    Manisa Ve Mesir Macunu

    MESİR MACUNU MESİR dilimizde gezilecek yer , gezi yeri anlamına gelmektedir. Anadolu ve Ön Asya'nın çok eski bir geleneğinden gelen Mesir'in 5000 yıl öncesinde bile örneklerine rastlamak mümkün. Genel Tıp kitaplarının bir kısmında mesir'e benzeyen bir macunun Sümerliler zamanında kullanıldığını yazmaktadırlar. İlk defa Sümerliler ünlü şehirlerinden biri olan NİPPUR da ana maddesi İSİN olan bir otla çeşitli baharatları kaynatarak bir macun elde edip bunu altın kapta saklayarak ilkbahar aylarının başlangıçlarında hastalara ikram ederlermiş. Aynı şekilde hazırlanmış çeşitli macunların dertlere şifa olması amacıyla Ön Asya ve Anadolu medeniyetlerinde dağıtıldığı kaynaklarda belirtilmektedir. Mesir Mucidi Merkez Efendi 500 Yıla damgasını vurmuş olan bir olayın kahramanından bahsetmeden önce devre damgasını vurmuş olan zamanının büyük hekimi Merkez Efendinin hayatından biraz aktarımda bulunalım. Merkez Efendinin asıl adı MUSLİHİDDİN EFENDİ 15 yy. ikinci yarısında 1460 yılında Denizli'nin Buldan ilçesine bağlı Sarımahmutlu köyünde doğmuştur. Ailesinin Selçuklu Germiyanoğullarının bir koluna bağlı olduğu tahmin edilmektedir. İlk öğrenimini babası Hafız Mustafa Efendinin yanında tamamlamıştır. Daha sonraki öğrenimi için babasının yakın dostu olan zamanın ünlü bilginlerinden Hızır Ahmet Paşanın yanına Bursa'ya gitmiştir. Burada İlk ve orta öğretime karşılık gelen zamanın ilk medrese öğrenimine başlar ve başarı ile tamamladıktan sonra hocası tarafından zamanının en ideal üniversitesi olan İstanbul Fatih Medresesine kayıt yaptırır. Buradan müderris (Hoca) ünvanı alarak mezun olur. Uzun yıllar İstanbul ve çevresindeki illerde öğretmenlik yapar. Merkez Efendi Bimerhaneyi Kuruyor 1520 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Yavuz Sultan Selim'in eşi HAFZA SULTAN eşinin ölümünden sonra oğlu Kanuni Sultan Süleyman'ı Manisa Valiliğinden alarak İmparatorluğun başına getirir. Kendisi bir süre daha Manisa'da kalarak kendi adına inşaa ettirilmesini istediği eşinin cami ve külliyesini tamamlamaktır. Hafza Sultanı'ın isteği titizlikle inşaa edilen bu ilim, kültür ve sosyal kurum başına otoriter , konusunda bildigi , uzman bir kişiyi getirmektir ve sonunda Merkez Efendi Manisa'ya tayin edilir. 1523 yılında başına geçtiği Sultan Camii ve Külliyesi oluşturan birimler; Sultan cami , medrese , Sıbyan mektebi , imarethane ve hamamdan oluşmaktadır. Merkez Efendi Manisa'ya yerleştikten kısa bir süre sonra halkın sorunları ile yakın ilgilenmeye başlar. Hasta olanlar için çeşitli otlardan ilaçlar yaparak onları iyileştirir. Bu çalışmlar üzerinde imarethanenin bir kısmı BİMERHANE'ye (Sağlık Bölümü ve Revir) dönüştürülür. Hastalar artık burada tedavi edilmeye başlar. Bir süre sonra burası yeterli gelmemeye başlar. Merkez Efendinin talebi üzerine saraydan ödenek gönderilerek 1526 yılında bugünkü yerinde BİMERHANE'nin DARÜŞŞİFA'nın bir kısmı inşaa edilir. Buraya BİMERHANE, DARÜŞŞİFA, TİMARHANE, SİFAHANE isimleride kullanılmaktadır. Burası yapısı ve kullanımı itibari ile tam teşekküllü her tedavinin yapıldığı bir hastanedir. Günümüzde buralara değişik yakıştırmalarda bulunulmakta buraların yanlızca akıl hastaneleri olduğu aktarılmaktadır. Ancak tarihi kayıtlardan incellendiğinde bu tür yerlerin tam bir hastane olduğu ortaya çıkmaktadır. Darüşşifa'nın açılmasında kısa bir süre sonra Manisa Valisi Şehzade Mustafa'ya Kanuni Sultan Süleyman tarafından acil bir mektup gelir. Hafza Sultan'ın bir hastalığa yakalandığını ancak tüm doktorların çabasında rağmen iyi edilemediği yazılıdır. Mesir Macunu Bulunuyor Merkez Efendi'ye durum bildirirler. Bunun üzerinde yoğun bir çalışmaya başlar. Sonunda 41 değişik baharattan ürettiği macunu tarifi ile beraber saraya gönderir. Hafza Sultan, üretilen bu macun ile sağlığına tekrar kavuşur. Bu olaydan sonra Merkez Efendinin ünü imparatorluk sınırlarını aşar.Merkez Efendi bu durum üzerine Manisa iline ekonomik katkıda bulunabilecek bir plan hazırlar; Her yılın belli bir gününde sergi düzenleyerek, bu sergide bizzat halkın kendi el emeği ürünleri tanıtmak, Civardan gelen halkın Manisa'ya ekonomik ve sosyal canlılık getirmesini sağlamak, Bunun için buraya gelen halkın, sağlığını korumak ve macunu yiyenlerin 1 yıl boyunca zehirli böcek sokmalarından korumak amacıyla macunun dağıtılmasını sağlamak, Spil dağı eteklerine kurulmuş olan Manisa'nın Gediz ovasına kayarak halkın birbiri ile dayanışmasını sağlamaktır. Mesir Macununun halka saçılacağı ve bu planda anlatılanların yapılacağı gün olarak da 22 Mart tespit edilir. İran Mitolojisine göre bahar bayramı kabul edilen bu gün seçildiği belirtilir. Kimilerine göre de bugünün Hz. Ali'nin doğum günü olduğu da söylenmektedir. Ancak halk içerisinde yaygın olarak bilinen Bahar bayramına denk getirilmesidir. Kesin olmamakla beraber ilk mesir macunu dağıtımının 1527 - 1528 yıllarına rastladığı sanılmaktadır. 1529 yılında Şeyhinin ölümü üzerine Merkez Efendi İstanbul'a giderek yerine geçmiş ve burada eğitim vermeye devam etmiştir. Mesir Macunu Yapılışı Mesir macunu 41 değişik baharattan oluşmaktadır. Bu baharatlardan bazılarına örnek verelim; ANASON : İştah açıcı ve karminatif olarak kullanılır. Karminatif etki barsaklardaki fermantasyona engel olmasından ileri gelir. HİNDİSTAN CEVİZİ ve BEŞBASE : Kaynatılmış suyu mide ağrılarına iyi gelir. Etkisi bileşimdeki uçucu yağlardan ileri gelir. ÇİVİT : Halk arasında kabakulak ve pnömonide iyi gelir. Bebeklerin ağız mukozasındaki ağrılı yaraların tedavisinde kullanılır. ÇÖPÇİNİ : Kökünün kaynatılmış suyu ekzemede kullanılır. Bileşimindeki tanenden dolayı astrenjan etkisi vardır. ÇÖREK OTU : Gaz söktürücü olarak kullanılır. DARFÜLFÜL : Bedeni ısıtıcı ve öksürük kesici olarak kullanılır HARDAL TOHUMU : İştah açıcı ve mideyi yatıştırıcı olarak toz halinde kullanılır. Cilt hastalıklarında iltihabı ve ağrı giderici etkisi vardır. HAVLİCAN : Öksürük kesici ve ağız kokusu giderici olarak kullanılır. Sindirimi kolaylaştırır, gazı dağıtır, balgamı giderir. HİYARŞENBE : Mushil olarak kullanılmaktadır. Bileşiminde antrekion türevi vardır. KAKULE : Lezzet verici , gaz söktürücü, iştah açıcı olarak kullanılır. KARABİBER : Öksürük kesici, uyarıcı ve baharat olarak kullanılmaktadır. KARANFİL : Ağız kokusu giderici, diş çürüklerinde ve ağrılarında kullanılır. Bileşimindeki karanfil esansı antiseptik ve ağrı gidericidir. KEBABE : İdrar ve solunum yolları antiseptiği olarak kullanılır. KİMYON : Baharat, gaz söktürücü, iştah açıcı ve terletici olarak kullanılır. Mesir macunun asıl kullanımında bulunan baharat çeşitlerinin bir kısmının doğa da artık bulunmuyor olması nedeni ile mevcut baharatlar ile bu işlem yürütülmektedir. İşte kullanılan diğer baharat çeşitleri; Yenibahar, Zencefil, Galanya, Krem tartar, Kişniş, Havlıcan, Anason, Sakız, Safran, Tarçın, Udülkahr, Hardal, Misrafi, İksir, Meyan Kökü, Kalemi barit, Tiryak, Sarı helile, Kara helile, Raziyane, Zerdecub Mesir Macunun Tıbbi Değeri Yukarıda bazılarını saydığımız bazı bitkilerin farmakolojik özellikleri göz önünde bulundurularak macunu iştah açıcı, gaz giderici, barsak paristalizmi arttırıcı, idrar yaptırıcı, uyarıcı ve afrodizyak etkileri taşır. Eski hekimlerin düşüncelerine göre insanların kışın kuru gıda aldıklarından kanları koyulaşır, pislenir, iç organları çalışma düzenini kaybeder. Bu nedenle insanların sıvı dengesini ayarlamak gerekir. İlkbaharda yeşil, taze bol gıda ortaya çıkınca o devrin insanları kan aldırmak, lavmanla barsakları boşaltmak, divretiklerle bol idrar yaptırmak sureti ile vücudun dengesini kendilerine göre ayarlarlardı. Bu işe gecenin ve gündüzün eşit olduğu nevruz gününde başlamak gerekirdi. Hipokrattan beri gelen ve hekimlerce kabul edilen dört unsur teorisinin bir neticesidir. Mesir Macununun Faydaları İştah açıcı; gaz giderici, kuvvet verici, idrar yaptırıcı, yorgunluk giderici, hormonları hareket ettirici etkileri vardır. Bunların yanı sıra zehirli hayvan sokmalarına karşın bir etkisi de mevcuttur. Halk arasındaki bazı inanışlardan alıntılar vererek yazımıza nokta koyalım. * Bu macundan kim yerse yesin o yıl boyunca hiçbir zehirli hayvan sokmaz. * Nevruz günü ağır hastalar bile yese iyi olur. * Macunu yiyen gelinlik çağındaki genç kızlar o yıl içerisinde evlenirler. * Macunu yiyen o sene boyunca bütün hastalıklardan korunur. * Cinsi kuvveti arttırdığına inanılır. * Çocuğu olmayanlar alırsa arzuları gerçek olacağına inanırlar. * Çocuk hastalıklarına iyi gelir.
  6. _asi_

    Manisa Tarzanı

    AHMET BEDEVİ (Manisa Tarzanı ) Cumhuriyet Öncesi Ahmet Bedevi adıyla bilinen, Cumhuriyet Dönemi resmi kayıtlarına göre ise asıl adı "Ahmeddin Carlak" olan ve Manisa'da yaptığı yeşillendirme, ağaç dikme çalışmaları, çevreciliği ve yaz kış sadece bir şort ile Manisa sokaklarında dolaşması nedeniyle Manisa Tarzanı olarak da bilinen kişidir. Sadece şort ve doğa'nın dostluğunu giyinen adam Ahmet Bedevi 1899 yılında Bağdat'a 100-125 km kadar kuzeyde olan Samarra şehrinde dünyaya gelmiş Kerkük kökenli bir Türkmendir. Kurtuluş Savaşı'ında savaştığı için kırmızı şeritli İstiklal Madalyası sahibidir. Hayatını Manisa'yı tüm Türkiye'ye örnek olacak şekilde ağaçlandırmaya adamış ve yaşadığı süre boyunca binlerce ağaç dikmiştir. Spil Dağında yaşayan ve Manisa sokaklarında üzerinde sadece şort ile dolaşan Ahmet Bedevi'ye halk Manisa Tarzanı adını takmıştır. 1963 yılında hayatını kaybedince Manisa halkınca bir efsaneye dönüştürülmüş, heykeli dikilmiştir. Her yıl ölüm yıldönümü olan 31 Mayıs'da Manisa'da Ahmet Bedevi için törenler düzenlenir. HAYATI Türk Ordusu'nda hem 1. Dünya Savaşı, ardından hem de Türk Kurtuluş Savaşı' na katılır. Ancak Kurtuluş Savaşı'ndan hemen önce, Kafkas Cephesi'nde Kazım Karabekir Paşa'nın komutası altında er olarak olarak görev alır. Kurtuluş Savaşı' nın ardından Türkiye Büyük Millet Meclisince Kırmızı Şeritli (kurdelalı) İstiklal Madalyası ile şereflendirilir. Her resmi kutlamada göğsüne bağladığı bir palmiye yaprağının üzerine bu madalyayı takar ve tören alanına büyük bir gurur içinde katılır. Kurtuluş savaşı sonlarında işgalci düşmanın orduları yurdumuzu terk edişleri sırasında Batı Anadolu' daki her yeri ateşe verirler. Alevler öyle kuvvetlidir ki Manisa' nın yemyeşil manzarası katran karasına dönüşür. Tutkulu bir doğa sevdalısı olarak bu durumu üzüntüyle gören Bedevi, savaş sonrasında Manisa'nın manzarasını tekrar yeşile dönüştürmek üzere burada kalmaya karar verir. Askerlik bitmiştir, ancak ona göre bu vatan için ağaç dikmek yeni bir kutsal görevdir. Azimle mücadele ederek bir kaç senede mutlu sona ulaşır. Yoksul ve yalnız bir yaşam geçirir. 1 Haziran 1933'te 30 lira aylıkla bahçıvan yardımcısı olarak Manisa Belediyesi'nin kadrosuna alınır. Kendisi de yoksul olduğu halde Belediye'den aldığı aylığı fakirlere yiyecek ve giyecek almak için harcayacak kadar yardımseverdir. Yaz, kış şortla ve lastik pabuçlarla dolaşır, Sadece üzerine eski gazete sererek kullandığı ahşap bir sedirinin bulunduğu Spil Dağı'ndaki küçük kulübesinde yorgansız, yataksız ve yastıksız uyur. Tek malvarlığı bunlardır. Yaşamında fazla masrafı olmadığından paraya ihtiçaç duymaz, kazancını fakirler için harcar. Bir süre sonra saçını ve sakalını uzatmaya karar verir ve görünümünden ötürü halk ona "hacı" demeye başlar. Başkalarının 25-30 dakikada çıkabildiği Spil Dağın'daki Topkale Tepesine o, lastik pabuçlarıyla birkaç dakikada çıkar, kendi saatine göre saat 12:00 olunca muhtemelen askeriye'den kalma eski bir top arabasından 1 el top atışı yaparak saatin 12:00 olduğunu halka da bildirir. Bu yüzden halktan bazıları ona "topçu hacı" da der. Ve 31 Mayıs 1963'te hayata gözlerini yumar. Yaşamıyla iyi bir spor adamı ve gençlere iyi bir modeldi. Manisa Dağcılık Kulübü'nün kurulmasında yardımcı olmuştur. Ağrı, Cilo ve Demirkazık Dağlarına Tırmandı. Sinema tutkunu, okumayı seven, yeniliklere açık biriydi. Herşeyin doğal olanını kullanmayı tercih ederdi. Üzerine sürdüğü güzel kokuları bile özenle seçtiği bitkilerin yağından, kendi eliyle hazırlardı. Hep soğuk suyla duş alarak vücudunu zinde tutardı. Böylesine takdire şayan biriydi. Makam ve mevkii sahibi olmayı ve ihtiyacından çok para elde etmeyi aklından bile geçirmezdi. Hayatını Manisa'ya ve Manisalılara hizmet etmeye adamıştı. En ilginç özelliğiyse yetiştirdiği her ağaca ve çiçeğe "çocuklarım" diye hitap edip onlarla dertleşmesiydi. Bir gün başrolünde Johnny Weissmuller' in oynadığı 1934 yapımı Tarzan filmi Manisa sinemalarında gösterime girdiğinde halk, Ahmet Bedevi'nin yaşamını bu filmle özdeşleştirerek bu kahramanı Manisa Tarzanı olarak anmaya başlar. MANİSA TARZANI DİYORKİ Ben Tarzan . . . “Yaşayışım gayet basittir. Yaz, kış , Topkale’ deki kulübemde ve mağaramda yaşarım. Evim meyve ağaçlarıyla , çiçeklerle çevrilmiş cennet gibidir. Yazın yaş, kışın kuru meyveler yerim. Günde üç kez , buz gibi suyla yıkanırım. Vücudumu korumak için, kendi yaptığım bitkisel yağı sürünürüm. Eski ve yeni yazıyı bilirim. Türk müziğine hayranım. Sinemanın tutkunuyum. Zaten dertle,gamı bunlarla unutuyorum. Gazete ve dergi elimden düşmez, hepsini alıp okurum”. “Üzüntü, dağın üzerine gelip duran buluta benzer. Çok durunca yağmur olur,kar olur,yerleşir kalır. Başında üzüntüyü çok durdurmaya gelmez. Bulutu daha bulut halindeyken kovmak lazım” ”Ahmet Bedevi bir çıplak, garip adamdır. Amma ölünce, ağaç sevgisi sembolü olacak, hangi idareci, ağaç kestirirse rüyasına girecek, boğazına sarılacağım. Bu memleketin yeşile, yeşilliğe, ağaca, çiçeğe ihtiyacı var. Bu sevgiyi yaşatın ne olur” MANİSA TARZANIYLAİLGİLİ ANILAR 1. "Anıtın Çiçeklerine Ben Bakarım" Tarih 8/ Eylül 1956. Manisa Dağcılık Kulübü öğrencilerinden Engin Kongar Niğde'deki Aladağ ların Demirkazık zirvesine tırmanırken kayalıklardan yuvarlanarak hayatını kaybeder. Kongar bu şekilde ölen ilk dağcımızdır. Üç yıl sonra Kongarın anısına yapılan bir anıt için açılış düzenlenir ve kalabalık arasında Bedevi de vardır. Bedevi'nin aklına birden nişanlısı Meral in ölümü gelir. O da Kurtuluş Savaşında Türk Ordusuna katkıda bulunmak üzere gönüllü olarak Bedeviyle beraber cepheye giderken kayalıklardan yuvarlanarak hayatını kaybeder. Bedevi hamle yapsa da onu kurtaramaz. Bu acıyı tekrar hissederek Kongar'ın gözü yaşlı annesinin yanına gelir ve "Anneciğim üzülme, ben bu anıtın çiçeklerine her gün bakar, onları hiç soldurtmam" der 2. "Onu görmek için halk izdiham yaratıyordu" Manisa Dağcılık Kulübü Kurucularından Haydar AKSAKAL anlatıyor: "Tarzan'la birlikte Konya'ya gitmiştik. Orada Mevlana Müzesi'ni gezmeye karar verdik. Tarzan, kenti her zamanki gibi şortuyla geziyordu ve müzeye geldiğimizde kapıdaki görevli, onu bu kılığıyla içeri alamayacağını söyledi. İçeri girmek için direnmemiz işe yaramadı. Ancak daha sonra Tarzan, görevliye kapıdaki tabelayı gösterdi. Tabelada Mevlana'nın o meşhur sözü, "Ne olursan ol gel" yazıyordu. Bunun üzerine görevli çok mahçup oldu; özür dileyerek bizi içeri kendisi davet etti. Tarzan her zamanki gibi Konyada da kılığıyla çok dikkat çekmişti. İnsanlar onu görmek ve ona dokunmak için birbirini eziyor, zaman zaman trafiğin bile aksamasına neden oluyorlardı. Bu nedenle dönemin Konya Valisi şehirde gezmemizi yasaklamıştı ve şehirden ayrılana kadar stadyumda kalmamızı istemişti. Niğde'de de insanların izdihamı yüzünden ezilme tehlikesi atlatıp polise sığındık. Buna rağmen Tarzan insanların arasına çok karışmayan, içe kapanık bir yapıdaydı."
  7. _asi_

    Manisa Arkeoloji Müzesi

    MANİSA MÜZESİ Manisa ve çevresinin arkeoloji yönünden son derece zengin olmasından ötürü, ilk defa Manisa’da bir müze kurulması 1934 yılında düşünülmüştür. O zamanki Halkevi’nin çabaları Manisa’da görevli öğretmen ve diğer gönüllü kişiler yöreden eser toplamaya başlamışlardır. Vali Murat Germen’in önderliğinde Sultan III.Murat tarafından yaptırılan Manisa Muradiye Külliyesi’nin medresesi 1935 yılında restore edilerek toplanan eserler buraya taşınmıştır. Başlangıçta depo şeklinde olan medrese, 1943 yılında Manisa Müzesi olarak ziyarete açılmıştır. Müze Müdürlüğüne Halkevi Tarih ve Müze Şubesi başkanı Vahit Armağan getirilmiştir. Bundan sonra Muradiye Medresesi 1958-1962 yıllarında ziyarete kapatılarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce onarımına başlanmış ve bu onarım Y.Mimar Süreyya Yücel tarafından yapılmıştır. Onarım tamamlandıktan sonra Müze yeniden düzenlenmiş, külliyenin imarethane bölümü de müzeye katılmıştır. Manisa Arkeoloji Müzesi, arkeoloji ve etnoğrafya eserleri olmak üzere iki bölüm halindedir. Arkeolojik eserler külliyenin imarethanesinde, etnoğrafik eserler de medrese kısmında teşhir edilmiştir. Müzenin arkeolojik eserler bölümünde Lydia Bölgesindeki höyük yerleşmeleri, Philadelphia (Alaşehir), Thyatira (Akhisar), İulia-Gordos (Gördes), Apollonis (Mecidiyehisar), Magnesia ad Sipylum (Manisa), Attalia (Selçuklu-Akhisar), Daldis (Kemer-Salihli), Tabala (Yurbaşı-Kula), Maioneia (Meye-Kula) gibi antik şehirlerden getirilmiş olan eserler sergilenmiştir. Müzede bu eserlerin yardımıyla Tunç Çağı ile Bizans dönemi arasındaki dönemler kronolojik bir şekilde teşhir edilmiştir. Bunların yanı sıra Kyble, Athena, Aphrodite, genç kız, genç atlet heykelleri, Meryem-İsa, Cebrail ve Mikail’in mermer rölyefleri; Sardes’teki tonozlu mezardan getirilen tavus kuşlu mezar freski, gümüş İncil muhafazası, çeşitli kandiller müzenin başlıca eserleri arasında gelmektedir. Ayrıca Prehistorik, Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine tarihlenen altın mücevherler, bronz figürinler, fildişi saç tokaları gibi küçük buluntular da onları tamamlamaktadır. Sardes’te 1957 yılında başlayan ve günümüzde de devam eden kazılarda ortaya çıkarılan çeşitli buluntular, sinagog mozaikleri, kitabeler, steller ve mil taşları da bulunmaktadır. MÖ.25.000 yıl öncesinde yaşamış olan insan fosil ayak izleri, Prehistorik Çağlarda ve Tunç Çağı’nda ölü gömme kültüne ilişkin örnekler, keramikler, rytonlar, mermer idoller, Klozomenai’den getirilen pişmiş topraktan lahitler ve Miken dönemi eserleri de sergilenmektedir. Müzenin etnoğrafya bölümünde Manisa Ulu Cami minberinin ahşap kapı kanatları, XVI.yüzyıl çinileri, XVII.-XVIII.yüzyıla ait çeşitli yazmalar, kesici ve delici silahlar ile yöresel etnoğrafik eserler bulunmaktadır.
  8. _asi_

    Manisa Yeni Han

    YENİ HAN 19. yüzyılda Hacı Mehmet Sadık Bey tarafından yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı, avlulu, ahırlı, iki katlı bir ticaret hanıdır. Birinci katta depolar ve sonradan ilave edilmiş ahırlar, ikinci katta ise revaklara açılan tek mekânlı odalar yer almaktadır. Manisa İl Özel İdaresi tarafından 2000 yılında restorasyonu başlayan Yeni Han’daki çalışmalar 2005 yılında tamamlanarak halkın hizmetine sunuldu. Osmanlı sivil mimarisinin açık avlulu ve iki katlı han tiplerinin güzel örneklerinden olan Yeni Han’ın zemin kat girişindeki birkaç oda, resim, seramik, heykel gibi sanat eserlerinin sergilenmesinde kullanılıyor. Dönemine ve karakterine uygun dekore edilen yapının aktar bölümünde şifalı bitkiler ile baharatlar, yiyecek ürünleri mağazasında Manisa’da üretilen tarımsal ve geleneksel ürünler ile hediyelik cam ve toprak eşyaların, ahşap metal ve taş oyma ürünlerin, el dokuma halı, kilim, heybelerin yöreye özgü antika eşyaların, geleneksel kumaşların dokunup satıldığı, müzik aletlerinin yapıldığı, deri ürünleri ile yöresel giysilerin dikildiği, kiralandığı ve satıldığı mağazalar yer alıyor. Restorasyon sonrası beklenenin çok üzerinde ilgi gören Yeni Han, Manisa’nın cazibe merkezlerinden biri haline geldi.
  9. _asi_

    Muradiye Camisi

    MURADİYE CAMİSİ Manisa Saruhan Mahallesi’ndeki Muradiye Külliyesi, şehre hâkim Spil Dağı eteklerinde bulunmaktadır. Yapı topluluğu cami, medrese, imaret, dükkanlar ve XIX.yüzyılda bunlara eklenen bir kütüphaneden meydana gelmiştir. Muradiye Külleyesi Sultan III.Murat (1546-1595) tarafından 1583-1585 yılları arasında yapılmıştır. Caminin bulunduğu yerde Sultan III. Murad’ın Manisa’da şehzade olarak bulunduğu sırada, daha önce bir cami yaptırmıştı. Bu caminin yapım tarihi bilinmemektedir. Büyük olasılıkla da Sultan III. Murat’ın tahta çıktığı 1574’den önce yapılmış olmalıdır. Hazine-i Evrak kayıtlarındaki bir belge de padişahın şehzadeliğinde cami yaptırdığı belirtilmiştir. Tarihçi Naima da Sultan III. Murat’ın yaptırmış olduğu eserlerden söz ederken “Manisa’da camii şerif yanında bir medrese icad, müceddeten imaret ve han, tabhane daha yaptırmıştır” demektedir. Günümüzdeki kadar geniş bir alana yayılmayan cami ihtiyacı karşılamayınca ilk caminin yerine yenisinin yapılmasına karar verilmiştir. Yapı topluluğunun mimarı olarak çoğu kaynaklarda Mimar Sinan gösterilmektedir. O yıllarda Sinan ihtiyarlamış, İstanbul dışındaki yapıları onun ekolünü benimsemiş, mimarlara bıraktığı da bilinmektedir. Caminin yapımına, Mimar Sinan’ın projesine göre Mimar Mahmut Ağa başlamış, ani olarak ölümü üzerine de Hassa mimarlarından Mimar Mehmet Ağa tarafından tamamlanmıştır. Bu bilgiler, Hazine-i Evrak kayıtları ile Sultan III. Murat’ın 1585 tarihli bir fermanından öğrenilmektedir. Muradiye külliyesinin etrafı kesme taştan alçak avlu duvarları ile çevrili olup, duvarların kuzey, güney ve batı yönlerine açılan kapıları bulunmaktadır. Külliyenin asıl girişi kuzeyde, cami ile medrese arasında, üzerinde Kelime-i Şahadet yazılı basık kemerli kapıdır. İlk yapıldığı yıllarda avlunun üç tarafında “U” şeklinde medrese odaları sıralanmıştı. Ancak bu odalar günümüze gelmemiş ve iz bırakmadan yıkılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü mimarlarından Y.Mimar Süreyya Yücel tarafından 1955-1956 yıllarında yapılan ve tüm külliyeyi kapsayan onarımında bu avlunun ortasına ve giriş kapısının karşısına sekizgen planlı, geniş saçaklı bir şadırvan yapılmıştır. Caminin önünde beş bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Bunun arkasında caminin tüm cephe duvarını kaplayacak biçimde büyük bir kemer yapıya görkemli bir görünüm vermiştir. Bu kemerin iç dolgusu, alternatifli olarak sıralınmış kırmızı ve beyaz taşlarla örülmüş, sivri kemerli, yuvarlak alçı şebekeli iki sıra pencere ve üçgen köşelikler yapının kütlevi görünümünü hafifletmiştir. Burada üst sırada beş, alt sırada da altı pencere bulunmaktadır. Kemerin üstü ise iki taraftan aşağıya doğru inen kademelerle onları tamamlamıştır. Bu görünüm bir bakıma Mimar Sinan’ın İstanbul Edirnekapı Mihrimah Sultan Camisi’ni hatırlatmaktadır. Caminin son cemaat yeri oldukça narin altı mermer sütunun sivri kemerlerle birbirine bağlanmasıyla meydana gelmiş beş bölümlüdür. Sütun başlıkları stalâktitlidir. Bölümlerin üzeri sekiz kasnaklı küçük birer kubbe ile örtülmüştür. Ancak girişi diğerlerinden ayırmak için de orta bölüm de ayna tonoz kullanılmıştır. Döşeme yassı sekizgen blok taşlardan olup bunların arasında, üzerinde Grekçe yazı olan, antik bir yapıdan getirilmiş bir parça dikkati çekmektedir. Giriş kapısı oldukça sade bir profille çerçevelenmiştir. Kapının iki yanında kum saatli motifleri olan sütunçeler ve örgü motifleri dikkati çekmektedir. İki renkli basık kemerli girişin üzerinde iki satırlı yapım kitabesi ve iki yanındaki nişlerde de ayetler yazılı panolar bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerindeki kitabe: “Tarakabe ilâzitazemt-ı velceberûl il rahmaniyye ve tarakkabe ila rabbi aimilki vel melekûtil sultanyye esseültanül âzam malikil alem zillullahi alâkaffetil ünem mevlâ mülâkilarabi vel acem es sultan ibn sultan ebülmuzaffer es sultan Murad Han ibn Sultan Selim han halle dalla hiç taalâ saltanatı mi ilen tika it deverain üs sisa hazel cami’ül rafivi bünyan.” Giriş kapısının sağ tarafındaki hücre üzerindeki kitabe: “Maliki feyzi bahrü gevheri cud şadı miki Hicaz-ü Rumu ırak Camii cümlei kemâl olur. Vekat fil biglayet-i şekli muharremül karam assena ihdal Teşnrinievvel samie” Giriş kapısının sol tarafındaki hücrenin üzerindeki kitabe: “Yaptı bir camii bülend da fük, geldi bir ehildil ziyaret için dedi tarihi kebet-ül üşşah”. Caminin ibadet mekânı 28.50 m. yüksekliğinde, 10.80 m. çapında kasnağında 18 pencere bulunan merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Güney yönündeki mihrap çıkıntısında ve yan kanatlarda kubbemsi yarım çapraz tonozlu bir örtü sistemi kullanılmıştır. Bu tonozların merkezi kubbeyi taşıyan büyük kemerler ile birleştiği noktaların yerden yüksekliği 18.50 m.dir. Merkezi kubbe pandantifli olup duvar payelerine dayanan dört büyük sivri kemer üzerine oturmuştur. Dışta bunların üzerinde sekizgen planlı dekoratif köşe kuleleri bulunmaktadır. İbadet mekânında en göze çarpan yer mihrap ve çevresindeki çini kompozisyonlardır. Kapı ve pencerelerde olduğu gibi beyaz bir mermer profille çevrelenmiş mihrap nişi poligonal şekildedir. İki yanında kum saati motifleri olan iki somaki sütunçe vardır. Mihrabın üzerinde mermerden oyulmuş palmetli bir taç ve bunun üzerinde de çini bir ayet panosu bulunmaktadır. Mihrap nişini bir kuşak gibi saran çini fatiha suresine yer verilmiştir. Caminin güney batı duvar payesinin önündeki mermer oyma minberin basık kemerli kapısı üzerindeki alınlıkta Kelime-i Şahadet yazılıdır. Minber korkulukları yekpare mermerden oyulmuş geometrik şebekelerle bezenmiştir. Caminin güney doğu köşesine hünkâr mahfeli yerleştirilmiştir. Doğudaki duvarlar içerisine yerleştirilmiş merdivenlerle çıkılan hünkâr mahfili duvarlardaki özengiler ile iki sütun tarafından taşınmaktadır. Mahfelin korkuluk levhaları oyma şebekelerden yapılmıştır. Mahfil içerisindeki mihrap ise kemerli bir niş halindedir. Caminin ibadet mekânını süsleyen çiniler XVI. yüzyıl İznik çinileridir. Bu çinilerde stilize edilmiş motiflerin yanı sıra natüralist çiçek dekorasyonları kendini göstermektedir. Başta mercan kırmızısı olmak üzere çeşitli renklerde parlak zeminli panolar da güller, laleler ve kıvrık dallar bir sıra halinde birbirini izlemektedir. Sultan III. Murat’ın 1585 tarihli bir fermanından anlaşıldığına göre caminin iç süslemesini yapmak üzere hassa nakkaşlarından Mehmet Halife ile birlikte on iki nakkaş İstanbul’dan Manisa’ya gönderilmiştir. Çinilerin yanı sıra kubbe ve kemerler rumiler, madalyonlar ve çiçeklerden oluşan kalem işleri ile bezenmiştir. Ayrıca camide ağaç işçiliğinin en güzel örneklerini sergileyen fildişi, bağa ve sedef kakmalı ceviz ağacından kapılar bulunmaktadır. Caminin minareleri kuzey cephesinde birer şerefeli iki tanedir. Minarelerinin her ikisi de zamanla taşlarının erimesi sonunda yıktırılmış ve 1955-1956 yılında yeniden yapılmıştır. Zeminden 30 m. yüksekliğindeki kaidelerin papuç kısmına geçilir. Bunların üzerinde de Türk üçgenleri ile yuvarlak gövdeye geçilmektedir. Gövde üzerindeki inci kabartma hatlar minarelerin daha ince görünmesini sağlamıştır. Şerefelerin altında da küçük kemercikler, yatay kordonlar ve dört sıralı stalâktit dizileri görülmektedir.
  10. _asi_

    Hatuniye Camisi

    HATUNİYE CAMİSİ Manisa il merkezinde Hükümet Konağı’nın yakınında bulunan Hatuniye Külliyesi’ni Sultan II.Bayezıd’ın eşlerinden Hüsnüşah Hatun adına oğlu Şehzade Şehinşah, vakfiyesinden öğrenildiğine göre; 1490-1491 yıllarında yaptırmıştır. Külliye cami, sıbyan mektebi, han ve hamamdan meydana gelmiştir. Yapı topluluğunun merkezini oluşturan caminin giriş kapısı üzerinde Hüsnüşah Hatun’un ismi geçmemekle beraber 1490-1491 tarihi yazılıdır. Bu kitabenin üzerindeki talik yazılı dört satırlık ikinci kitabede Sultan Abdülmecit’in tamir ettirdiği yazılıdır. Vakıf kayıtlarına göre cami 1611’de depremden, suyolları 1637 de, camide 1672 de onarılmıştır. Cami, Osmanlı mimarisinde yan mekânlı veya ters T planlı, zaviyeli camiler gurubundandır. Bu bölümlerin ara duvarları sonraki yıllarda kaldırılmış ve ibadet mekânına katılmıştır. Caminin üzeri orta kubbe ile yanlarda onu destekleyen dört küçük kubbe ile üzeri örtülmüştür. Önünde beş bölümlü bir son cemaat yeri vardır. Duvarları bir sıra kesme taş, iki sıra yatay ve dikey tuğlalarla örülmüştür. Günümüzde camekân içerisine alınan son cemaat yerinin orta kısmı ayna tonoz, yanları da kubbe ile örtülmüştür. Sütunların başlıkları ise çevredeki antik yapılardan devşirme olarak getirilerek buraya yerleştirilmiştir. Son cemaat yerinin ortasındaki ana kapıdan ibadet mekânına, sağ ve solundaki kapılarla da yan mekânlara girilmektedir. Giriş kapısı mihrap eksenine göre sağa kaymış durumdadır. İç içe iki kemer içerisine yerleştirilen giriş kemeri kırmızı ve beyaz mermerdendir. Kanını iki yanında birer pencere, sağdakinin üzerinde de balkonlu bir pencere daha bulunmaktadır. Ayrıca burada dışarı taşkın minare kaidesi bulunmaktadır. Caminin duvar kalınlığı 0.95-1.15 m.dir. İbadet mekânı 24.00x11.15 m. ölçüsündedir Buradaki yan kubbeler ortalarında silindirik birer niş olan iki ayağa oturmuştur. Ana kubbe sekizgen bir kasnak üzerinde olup kasnağın her kenarında yuvarlak kemerli birer pencere vardır. Mihrap yönündeki yan kubbeler diğerlerinden daha yüksektir. Mihrap silme bir çerçeve içerisine alınmış, üzeri de mukarnaslı olarak sonuçlanmıştır. Yanlarında ise ikişer kum saatine yer verilmiştir. Ahşap minber Selçuklu üslubunda ahşaptan yapılmıştır. Minberin etrafı Rumiler, Hatayiler ve geometrik motiflerle bezenmiştir. Minberin kapısı üzerinde bir ayet yazılıdır. Üzerindeki tarihten caminin yapımından dört yıl sonra 1495’de buraya konulduğu öğrenilmektedir. Minare kare prizma kaide üzerinde, son cemaat yerinin sağında taş ve tuğla örgülüdür. Kemerli bir girintiden sonra kısa ve dik bilezik gövdeyi süslemiştir. Şerefe altı ise oldukça basit ve pahlıdır.
  11. _asi_

    Manisa Sultan Camisi

    SULTAN CAMİ Manisa Sultan Camisi’ni Yavuz Sultan Selim’in eşi Ayşe Hafsa Sultan 1522 yılında, külliye ile birlikte yaptırmıştır. Yapı topluluğu cami, sıbyan mektebi, hankâh, imaret ve iki medreseden meydana gelmiştir. Sonraki yıllarda yapı topluluğuna darüşşifa ve çifte hamam eklenmiştir. Medreselerden Dış Medrese olarak isimlendirilen medrese yıkılmış ve günümüze gelememiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında hankâh ve imaret yanmış ve yıkılmıştır. Günümüzde bu yapıların yeri Sultan Parkı’na dönüştürülmüştür. Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşı’ndan sonra 1514’de Tebriz’e girmiş ve Osmanlı Ordusuna katılan Tebriz Türklerinden Acem Alisi’ni (Esir Ali) yanına almış ve Manisa’da yapılmasını düşündüğü külliyenin yapımı ile onu görevlendirmiştir. Külliyenin yapımı için hazırlıklara başlanıldığı sırada Yavuz Sultan Selim ölmüş ve Şehzade Süleyman annesi Hafsa Sultan’ı Manisa’da bırakarak İstanbul’a dönmüş, 1520’de Osmanlı tahtına Kanuni Sultan Süleyman olarak oturmuştur. Bu arada da Acem Ali (Esir Ali) Ser Mimarlığa getirilmiştir. Caminin yapımına büyük olasılıkla 22 Mart 1521’de başlanılmıştır. Hafsa Sultan h.929 (1523) yılında vakfiyesini düzenletmiş ve yapı topluluğu 1523 yılı Ramazan ayında ibadete ve kullanıma açılmıştır. XVI. yüzyıl Klasik Osmanlı mimarisinin örneklerinden olan cami, kesme taş ve tuğladan yapılmış olup önünde beş bölümlü bir son cemaat yeri ile ibadet yeri merkezi kubbelidir. Yapı topluluğu geniş bir avlu ortasındadır. Avluya doğu, güney ve batı yönünden kemerli, kuzeyden ise kubbeli birer kapıdan girilmektedir. Ayrıca batı duvarında bir güneş saati ile hünkâr mahfeline giriş kapısı bulunmaktadır. Sultan Camisinin bir özelliği de Manisa’daki ezani saat ayarının buradaki muvakkithaneden yapılmış olmasıdır. Cami XVI.yüzyıl Osmanlı mimarisinin ildeki en önemli örneklerindendir. Külliyenin ana binası olan cami, kesme taş ve tuğladan sade bir üslupla yapılmış, ortada bir büyük, yanlarda iki küçük kubbeyle örtülmüş, iki minareli bir camidir. Mermer minberi oyma ve kabartmalıdır. Ünlü Mesir Macunu’nun halka saçıldığı cami olması sebebiyle halk arasında Mesir Camii adıyla da anılmaktadır. Cami kare planlı kesme taş ve tuğladan, oldukça sade bir üslupta yapılmıştır. İbadet mekânının üzerini yüksek dikdörtgen bir kasnak üzerine yuvarlak kasnaklı bir kubbe örtmektedir. Önünde yuvarlak kemerlere birbirine bağlanmış altı sütunun oluşturduğu üzeri kubbeli beş bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Sütunları birbirine bağlayan kemerler beyaz ve kırmızıya yakın renklerde taşların alternatifli olarak sıralanmasından meydana gelmiştir. Son cemaat yerinin giriş kapısı üzerinde sülüs yazı ile iki satırlı bir mısra yazılmıştır: “Bu mekan âşıkların kıblesi oldu, her kim buraya eksik gelirse tamam olur.” Giriş kapısı üzerine de Arapça yazılı bir kitabe yerleştirilmiştir: Ümmü-üs-Sultan Süleyman-il mekin Kad benet Lillâhi beyt-es-sacidin Mamislühu kadcaeha tarihuhu Hüve Camiün e-ilmüttekin-il-hamidin. Bu kitabenin son tarih mısraı ebced hesabına göre h.929 (1522) yılını göstermektedir. İbadet mekânını örten kubbe iki yarım kubbe ile desteklenmiştir. Kubbenin sağ ve solundaki alçak çift kubbeler ortada birer sütunla duvarlara dayanmaktadır. Caminin sol tarafındaki ikinci kapı sultanlara ayrılmıştır. Mihrap mermerden olup stalâktitli olarak sona erer. Mermer minber üzerinde “Cuma namazı gibi hutbeyi de dinlemek farzdır” anlamına gelen bir yazı bulunmaktadır. İç mekân XVI. yüzyıl çinileri, kubbede kalem işleriyle bezenmiştir. Caminin iki yanındaki minareler kırmızı taştan kuşaklarla bölünmüş, taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Avlunun ortasında şadırvan bulunmaktadır.
  12. _asi_

    Manisa Ulu Cami

    ULU CAMİ Manisa’nın güneyinde Sandıkkale Tepesi yamacında, şehre hâkim bir konumda bulunan Ulu Cami Saruhanoğullarından Fahreddin İlyas Bey tarafından 1366’da yaptırılmıştır. Caminin bulunduğu yerde daha önce yapılmış bir Bizans kilisesi bulunuyordu. Caminin yapımında bu kiliseye ait mimari parçalar kullanılmıştır. Manisa Ulu Camisi Osmanlı sanatında revaklı avlu kısmı küçülmüş olarak yeniden ortaya çıkmıştır. Burada küçülmüş halde yeniden ortaya çıkan revaklı avlu cami ile hemen bir planın iki yarısı konumundadır. Antik çağlara ait yapılardan toplanan mermer blokların yanı sıra kaba yontma taş ve tuğlalardan yapılan cami iki ana bölümden meydana gelmiştir. Caminin önünde 17.ooX30.00 m. ölçüsünde bir iç avlu ile15.50x30.00 m. ölçüsünde kapalı, bir bölüm bulunmaktadır. Avluda üzeri açık bırakılan bölüm, kapalı olan kısımda kubbe ile örtülmüştür. Kuzey yönünde merdivenle çıkılan ve oldukça sade kesme taştan bir portal bulunmaktadır. Bu giriş taş kemerlidir ve iki yanında da mihrapçık bulunmaktadır. Girişin üzeri yarım kubbe ile örtülmüştür. Bunun üzerinde tek satırlı bir kuşak halinde kitabe nişin batı duvarından başlayarak iç avluya açılan basık kemerli giriş kapısı üzerinde de devam etmektedir. Kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Bağışlayıcı ve esirgeyici Allah adına mescitleri ibadet yeri kılan Allaha hâmd ve yaratılanların en hayırlısı olan Muhammed Peygambere salât ve selâm olsun. Hâlen ayakta duran bu güzel mabedin, camii şerifin ve yüce kapının yapılmasına emir veren ve tamamlanması için gayretle çalışan büyük Sultan. Ümmetinin kullarına sahip, ikinci İskender olarak anılan, asilerle uğraşan, kâfirleri kahreyleyen, Allah yolunda savaşan, muzaffer, mansur, mağfiret sahibi, Allahın lütfüyle güçlü Sultanoğlu Sultan, Saruhanoğlu, İlyasoğlu Ulu Sultan İshak Çelebi, Allah devletini daim etsin. Sene yedi yüz altmış sekiz h.768 (1368)”. Caminin iç avlusu yüksek sivri kemerlerin meydana getirdiği revaklar kuzeyde tek sıra, doğu ve batıda çift sıra halindedir. Buradan kapalı bölüme geçilen avlunun güneyinde ise revak bulunmamaktadır. Bu avlunun doğusunda, yandaki sokağa açılan ve batısındaki medreseye geçişi sağlayan birer kapı daha bulunmaktadır. Bunlardan doğu kapısı nişinin üzeri sivri tonoz ile örtülmüştür. Bu kapı üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Giriş kapısı üzerine iki pencere açılmıştır. Avlunun ortasında ise üzeri açık sekiz kenarlı bir mermer şadırvana yer verilmiştir. Revaklar tuğla döşemeli olup avlu ile kapı geçitleri zeminden 50 cm. daha yüksektir. Revaklar pandantifli kubbelerle örtülmüştür. Buradaki sütunlar üzerinde Bizans ve Roma dönemine ait sütun başlıklarının yanı sıra Türk başlıkları da birlikte kullanılmıştır. Girişin batsında içeriden çatıya çıkan taş bir merdivene yer verilmiştir. Bu nedenle de caminin kuzey cephesinin batısındaki dışarıya çıkıntılı minareye çıkışta bu merdivenden yararlanılmaktadır. Minarenin kapısı çatı üzerinde olup gövdesi yeşil, mavi ve sarı renkte tuğlalarla bezenmiştir. İç avlunun güneydeki cephe duvarının önündeki kısım revak döşemesinden daha yüksektedir. Bu cephenin ortasındaki kemerli bir kapıdan caminin ibadet mekânına geçilmektedir. Bu cephede üç kapı vardır ve bunarın iki yanına birer pencere yerleştirilmiştir. Caminin kapalı bölümü büyük bir kubbenin örttüğü mihrap önündeki sahın ile onun iki yanındaki sahın ile iki tarafındaki ikişer sıra yan ve arka sahından meydana gelmiştir. Mihrap duvarına paralel yedi bölümlü ve dört neften meydana gelen camide mihrap duvarına bitişik iki sütun ve altı payenin oluşturduğu sekizgen planın üzerine kemerlerle oturan 10.80 m. çapında pandantifli mihrap önü kubbesi bulunmakta olup, bu bölüm diğer nefleri kesmektedir. Kapalı kısmın sahınları yuvarlak sütunlar ve sivri kemerlerin taşıdığı basık kubbelerle üzerleri örtülmüştür. İbadet mekânı kuzey cephesindeki pencerelerin yanı sıra doğudaki altlı üstlü altı pencere ile aydınlatılmıştır. Caminin minberi kündekâri tekniğinde yapılmış olup devrinin en güzel örneklerindendir. Günümüzde Manisa Müzesi’nde bulunan minber kapısı üzerinde de bir kitabe bulunmaktadır: “Ümmetin kullarına malik Ulu Sultan İlyas oğlu İshak Çelebi Nasri aziz olsun, bu mübarek minberin yapımını emretti. Sene yedi yüz yetmiş sekiz .(1376)” Bunun altında da “Bunu yazan nakşeden, resimlerini yapan Yusuf oğlu Fatih, imal eden de el dikki oğlu Hacı Mehmet” yazılıdır.
  13. _asi_

    Manisa Camileri

    CAMİLER DAMGACI CAMİ (Soma) Manisa Soma ilçesinde, Karamanlı Mahallesi’nde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi ve banisi bilinmemektedir. Yapı üslubundan XIX.yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı anlaşılmaktadır. Cami Hacı Musa isimli bir kişi tarafından 1872 yılında onarılmış ve bunu belirten kitabesi de giriş kapısı üzerine konulmuştur: Kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Oldu muvaffak canın Damgacının imarına Kölme iken etti bina Hacı Musa Okundukça salât ile selâm makam-ı âlide Vesile olsun firdevsi âlânın sırrına (1288)”. Arazi konumundan ötürü yapının düzensiz bir planı bulunmaktadır. Derinlemesine eğik bir ibadet mekânı ile kuzeydoğu köşesindeki son cemaat yeri ve minareden meydana gelmiştir. İbadet mekânının ve son cemaat yerinin üzeri içten düz tavan, dıştan saçaklı bir çatı ile örtülmüştür. Duvar örgüsünde moloz ve kesme taşlar kullanılmıştır. Son cemaat yerinin doğusuna bir kemer atılmış, kuzeyinde de biri duvara bağlanan beş sütunlu bir giriş meydana getirilmiştir. Buradaki sütunlar aşağıdan yukarıya doğru incelen, dor üslubunda başlıkları olan ahşap sütunlardır. Bunlar bağdadi kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır. Kemerlerin yüzleri ve saçak altı frizleri tamamen resim ve çeşitli motiflerle bezenmiştir. Bu bezemeler arasında kahverengi çerçeveler ile sınırlandırılmış biri kare, ikisi dikdörtgen pano dikkati çekmektedir. Ortada bulunan kare pano içerisine eşkenar bir dörtgen yerleştirilmiş ve içerisi mavi renge boyanmıştır. Panolarda görülen bezemeler canlı renklerde olup, S ve C kıvrımlarının ağırlık kazandığı barok üslubu yansıtmaktadır. Bu bezemeler arasında ağaç, ev ve iki minareli cami resimlerine de yer verilmiştir. Cami mimarisinden çok bezemesi ve resimleri ile tanınmıştır. Bezemeler Osmanlı geç dönem süslemeleridir. Son cemaat yerinin yanında bulunan minaresi yüksek kaideli olup, yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. EMİR HIDIR BEY (Çarşı) CAMİSİ (Soma) Manisa Soma ilçesinde bulunan bu camiyi kitabesinden öğrenildiğine göre; Emir Hıdır Bey 1791-1792 yılında yaptırmış, sonraki yıllarda çeşitli onarımlar geçirmiştir. Cami enine dikdörtgen planlı olup, kesme taş ve moloz taştan yapılmış, yer yer de tuğlalardan yararlanılmıştır. Ahşap malzeme yapıda geniş ölçüde kullanılmıştır. Caminin son cemaat yeri kuzey, doğu ve batı cephelerini revaklar halinde çevrelemiştir. Bu revaklar ile cephe görünümleri zengin bir bezemeyi ortaya koymuştur. Tüm cepheler açık sarı renkte badana ile sıvanmış, bunun üzerine de kalem işleri ile pencere sıralarını birbirinden ayıran silmeler, mihrabiyeler ve duvarlar bezenmiştir. Bu bezemelerde akantus yaprakları, kıvrık dallar, istiridye kabukları ve küçük çiçeklerden oluşan barok üslup ağırlık kazanmıştır. Girişin iki yanındaki pencerelerin üzerlerine de barok aynaları andıran levhalar içerisinde Mekke ve Medine tasvirleri resmedilmiştir. Barok üsluptaki bezeme, manzara resimleri caminin içerisinde, mihrap nişinde, mahfillerde ve duvarlarda değişik şekillerde tekrarlanmıştır. Mihrap nişinin çevresi kıvrık dallar, natüralist çiçekler, armalar, istiridye kabuğunu andıran motiflerle bezenmiştir. Aynı şekilde caminin içerisindeki pencere üstleri, kadınlar mahfili, minber ve kürsü de kartuşlar içerisine alınmış vazo ve ibriklerden çıkan çiçekler ve çiçek buketleri ile bezelidir. Bu bezemede kahverengi, kırmızı, kirli sarı ve yeşil renkler ağırlık kazanmıştır. Caminin giriş kapısı mermerden olup, barok üslupta yapılmıştır. İbadet mekânının ortasını içten yüksek kasnaklı bir kubbe, dıştan da çatı örtmektedir. Bunun dışında kalan alanlar ahşap çatı ile örtülüdür. Caminin minaresi yapıdan ayrı olup, dikdörtgen kaide üzerinde yuvarlak gövdelidir. Gövde beyaz ve kırmızıya yakın renkli tuğladan alternatifli kuşaklar olarak yapılmıştır. Tek şerefeli minarenin şerefe altında bezemesi bulunmamaktadır. KARAOSMANOĞLU CAMİİ (Akhisar) Manisa Akhisar ilçesi, Zeytinliova bucağında bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi bilinmemektedir. Ancak kaynaklardan Saruhanoğlu Beyliği döneminde yörede söz sahibi olan Karaosmanoğulları tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Ayrıca caminin yanına Karaosmanoğullarına ait bir de köşk yapılmıştır. Cami arazi konumundan ötürü düzensiz bir plan göstermektedir. Moloz taştan yapılmış olup, yan taraftaki bir merdivenle yuvarlak kemerli bir kapı ile ibadet mekânına girilmektedir. İbadet mekânı dikdörtgen planlı olup, üzeri içten tavan, dıştan çatı ile örtülüdür. Tavan çıtalarla bölümlere ayrılmış ve içerisine XIX.yüzyılda bezemeler yapılmıştır. Mihrap nişi yuvarlak olup, herhangi bir özellik taşımamaktadır. Cami değişik dönemlerde yapılan onarım ve eklemelerle özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Yanında bulunan minaresi kesme taş kaideli olup, yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. PAŞA CAMİSİ (Akhisar) Manisa Akhisar ilçesi, Paşa Mahallesi, Tahtakale semtinde bulunan bu camiyi, Sarı Ahmet Paşa 1469 yılında yaptırmıştır. Geniş bir meydan ve çarşı ortasında bulunan bu camiden Evliya Çelebi de söz etmiştir. Cami kesme taş ve tuğladan yapılmış olup, dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânının ortasını örten merkezi kubbe sütunlar üzerine pandantiflerle oturmuştur. Kubbenin yüksek bir kasnağı bulunmaktadır. İbadet mekânı altlı üstlü ikişer sıra pencere ile aydınlatılmıştır. Alt sıra pencereler dikdörtgen söveli olup, üst sıra pencereler alçı şebekelidir. Caminin minare kaidesi oldukça yüksek olup, üst örtüye kadar çıkmaktadır. Bunun üzerinde Türk üçgenlerinden yuvarlak gövdeye geçilmektedir. Minare tek şerefeli ve yuvarlak gövdelidir. Değişik dönemlerde yapılan onarımlarla iyi bir durumda günümüze gelmiştir. Caminin yanında Paşa Hamamı bulunmakta olup, halen işlevini sürdürmektedir. ULU CAMİ (Akhisar) Manisa Akhisar ilçesinde bulunan Ulu Cami’nin kitabesi günümüze gelemediğinden banisi ve yapım tarihi bilinmemektedir. Ancak bu yapının altında Roma dönemine ait bir kalıntı olduğu ve Bizans döneminde de kiliseye çevrildiği, camideki kalıntılardan anlaşılmaktadır. XV.yüzyılda bu yapı Saruhanoğulları tarafından camiye çevrilmiştir. Moloz taş ve tuğladan yapılmış olan camiye kentin en büyük camisi olmasından ötürü Ulu Cami ismi verilmiştir. Osmanlı mimarisinde Ulu Cami plan tipleri ile bu yapının planı arasında bir bağlantı bulunmamaktadır. Dikdörtgen planlı olan caminin ibadet mekânının üzeri yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüş, kubbe dışında kalan alanlar da tonoz örtü ile kapatılmıştır. Tarih boyunca çeşitli dönemlerde onarım gören, Kurtuluş Savaşı sırasında büyük hasara uğrayan cami mimari yönden özelliğinden kısmen uzaklaşmıştır. Caminin sağ tarafına geç devirde taş kaideli, yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli minaresi eklenmiştir. HÜSREV AĞA CAMİSİ (Merkez) Manisa, Sakarya Mahallesi’nde bulunan bu camiyi Sultan II. Selim’in Kızlarağası Hüsrev Ağa 1554-1555 yıllarında yaptırmıştır. Kitabesi olmamakla beraber caminin Hüsrev Ağa tarafından yaptırıldığı yazma kaynaklardan öğrenilmiştir. Cami kesme taş ve tuğladan, 8.90x8.90 m. ölçüsünde kare planlı olarak yapılmıştır. Duvarlar yatay ve dikey ikişer sıra yassı tuğla ve araları kaba yontma taştan örülmüştür. İbadet mekânını üzerini pandantifli yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir. Mihrap yuvarlak olup dışarıya çıkıntı yapmamaktadır. Yanında minberi vardır. İbadet mekânı girişin iki yanında birer, yan ve mihrabın iki yanında ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Caminin önündeki son cemaat yeri yanmış ve günümüze gelememiştir. Bugün onun yerine camekânlı bir sundurma yapılmıştır. Avlu içerisindeki caminin sağ tarafında sonradan yapılmış, taş kaideli yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Büyük Manisa yangınında yanındaki medresesi yanmış ve günümüze hiçbir izi gelememiştir. NİŞANCIBAŞI CAMİSİ (Merkez) Manisa Nişancıbaşı Mahallesi’nde bulunan ve mahalleye ismini veren bu caminin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi ve banisi ile ilgili bilgilerimiz bulunmamaktadır. Cami moloz taş ve tuğladan yapılmış, dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânını üzerini ahşap bir çatı örtmektedir. İlk yapılışında minaresi olup olmadığı bilinmemektedir. Eskiden açıkta ezan okunan bir merdivenli kısım sonradan minareye dönüştürülmüştür. GÖKTAŞI CAMİSİ(Merkez) Manisa Göktaşı Mahallesinde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden ne kimin tarafından yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Yalnızca M. Yusuf Akyurt’un yazma eserinde caminin 1523 yılında yapıldığı yazılıdır. Bazı kaynaklarda ise 1493’de yapıldığı yazılıdır. Cami kare planlı 7.55x7.55 m. ölçüsünde olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Mihrap dışarıya dikdörtgen çıkıntı yapan yuvarlak bir niş şeklindedir. Mihrabın yan duvarına mihrap geç devirde konulmuştur. Önünde yanları kapalı üzeri kubbeye benzer kiremit çatılı iki payeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Kesme taş ve tuğladan yapılan cami birkaç kez onarılmıştır. Son onarımlarına ait 1908 tarihli bir kitabe günümüze gelebilmiştir. Y. Mimar Nusret Köklü’den öğrendiğimiz kitabe: “Delalet eyleyen dünyada imarı müberrat Olur ukbade mazhar mutlaka ecri mesubata Müceddet gibi oldu seyai şahanede cami Cemaat himmet etti baisi hayri mesubata Ezan bir daveti etti fahri cihandır ehli imane İcabet eyle daim hazır olvakti münacata Çıkar bir mısrai cevhrele bak tarihi tamiri Ne zengin oldu cami afein ashabı hayrete H.1324 (1908)”. HACI YAHYA CAMİSİ (Merkez) Manisa Topçu Asım (Hacı Yahya) Mahallesi’nde bulunan bu cami kitabesinden öğrenildiğine göre Hacı Yahya’nın oğlu Hacı Mehmet tarafından babasının hayrına 1475 yılında yaptırmıştır. Camiye önündeki çeşmeden ötürü halk arasında İki lüleli cami de denilmektedir. Kitabenin mealen anlamı: “Bu hayrat ve hasenadın sahibi Hacı Yahyanın oğlu Hacı Mehmet, bu güzel mescidi Allahın rızasını almak için yaptırdı. Allah her ikisini de günahlarını affetsin.879 senesi Ramazan ayının birinci günü. (9 Ocak 1475)”. Kaba yontma taş ve yassı tuğladan yapılmış olan cami 8.55x8.55 m. ölçüsünde kare planlıdır. İbadet mekânının üzeri kubbe ile örtülüdür. Giriş kapısını iki yanında birer mihrapçık vardır. İbadet mekânı iki yan duvarlar ile mihrabın iki yanındaki birer pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrap dışarı çıkıntılı beşgen şekildedir. Mihrabın ve iç mekânın sanat tarihi yönünde dikkati çeken bir bezemesi bulunmamaktadır. Caminin önünde dört sütunun taşıdığı üç bölümlü bir son cemaat yeri vardır. Sütunların başlıkları antik yapılardan getirilmiştir. Son cemaatin üzeri ahşap kiremitli bir çatı ile örtülmüştür. Son cemaat yerinin sağında taş kaide üzerinde yuvarlak gövdeli stalaktitli tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Manisa yangınında yanan cami onarılmış ve özelliğini kısmen kaybetmiştir. LALAPAŞA CAMİSİ (Merkez) Manisa Lalapaşa Mahallesi’nde bulunan bu cami kitabesinden öğrenildiğine göre Mehmet Paşa tarafından 1569 tarihinde yaptırılmıştır. Bunu belirten caminin giriş kapısı üzerideki kitabesini Şair Vassaf yazmıştır: “Mehmet Paşa, sert taştan, helalmaldan Allah için bina etti. Baki kaldıkça Allah yüksek makamlarca mesrur ve cenneti ile düşat etsin. Vassaf Binayı tavsif edecek tarih için, caminin ala şerifun fil beled dedi. H.977 (1569)”. Cami kesme taştan ve yassı tuğladan 9.90x9,90 m. ölçüsünde kare planlı olup, sekizgen kaideli merkezi bir kubbe ile üzeri örtülmüştür. Caminin önünde, yuvarlak kemerlerle birbirine bağlı beş mermer sütunun taşıdığı dört bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekânı giriş kapısının ve mihrabın yanında birer, iki yan duvarlarda da ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrap dışarıya dikdörtgen çıkıntılı olup yuvarlak bir niş görünümündedir. Caminin solunda taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli tek şerefeli bir minaresi bulunmaktadır. Caminin doğusunda bulunan mezarın Mehmet Paşa’ya ait olduğu söyleniyorsa da paşanın mezarı İstanbul’da Şeyh Vefa Camisinde bulunmaktadır. ATTAR HOCA (Karaköy) CAMİSİ (Merkez) Manisa Karaköy semtinde bulunan bu cami, Attar Hoca tarafından 1480 yılında yaptırılmıştır. Osmanlı döneminde harap olan bu cami birkaç kez onarılmış, Kurtuluş Savaşı’nda, Manisa yangını sırasında yanmış ve yıkılmıştır. Sonraki yıllarda eski temelleri üzerine yeniden yapılmıştır. Bunu belirten bir kitabede giriş kapısı üzerine konulmuştur: Kitabe: “Sanki yaktı bu şehri ile bu camiiadat din Kendi yaktı düşmanın hep oldular hatem karin Kaçtılar bak inlerinden kalmadı namı nişan Gayretullahtır bu yahu hamdolu fethi mübin Ehli iman rağm ile cuşan olup birleştiler Yaptılar bu camii revnaktıraşı pek metin Selimu Asım görüncesöyledi ihlâs ile Çıktı bir tarihi rana ud kuluna Halidin tarih 342 (1926)” Cami eski temelleri üzerine kesme taş ve yatay tuğladan yapılmıştır. Kare kaideli, kubbeli bir yapı olup mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. MAHMUT EFENDİ CAMİSİ (Merkez) Manisa Arap alanı mevkiinde bulunan bu camiyi Mahmut Efendi isimli bir kişi yaptırmıştır. Kitabesi bulunmadığından, kaynaklarda da ismine rastlanmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Cami kesme ve moloz taştan dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. İbadet mekânı tavanlıdır ve caminin üzeri ahşap çatı ile örtülüdür. Yüksek bir subasman üzerindeki caminin son cemaat yerine iki yandaki merdivenlerle çıkılmaktadır. Değişik dönemlerde yapılan tamirlere cami özelliğini yitirmiştir. Mimari yönden dikkati çeken bir özelliği ve bezemesi bulunmamaktadır. AYNİALİ CAMİSİ(Merkez) Manisa Ayniali Mahallesi’nde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelememiş, kaynaklarda da ismine rastlanmamıştır. Bu nedenle de banisinin ismi il yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Mimari üslubundan XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Cami kesme taştan, yatay tuğlalı kare planlıdır olup üzeri kubbe ile örtülüdür. Son cemaat yeri yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanan dört sütunun taşıdığı üç bölüm halindedir. Bu bölümlerin üzerleri küçük kubbelerle örtülmüştür. Giriş kapısının iki yanına da birer küçük niş yerleştirilmiştir. İbadet mekânında bezeme yönünden bir özelliği bulunmamaktadır. Son cemaat yerinin doğusundaki minare taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. İVAZ PAŞA CAMİSİ (Merkez) Manisa Mutlu Mahallesi’nde, Kumlu Sokak’ta bulunan İvaz Paşa Camisi’ni Arapça kitabesinden öğrenildiğine göre; Abdülmûin oğlu İvaz Paşa 1484’de yaptırmıştır. İvaz Paşa Camisi plan olarak Edirne’deki Üç Şerefeli Cami’nin küçük bir örneğidir. Manisa’da bu tipin benzerleri Sultan Camisi’nde de görülmektedir. Cami erken Osmanlı döneminde çok sık kullanılan kesilmiş taş ve tuğlalardan duvarları örülmüştür. Taşların arasına da dikine tuğlalar konulmuştur. Sekiz köşeli yüksek kasnak üzerindeki kubbesinde de aynı teknik uygulanmıştır. Caminin önünde beş sütunlu, yuvarlak kemerli dört bölüm halinde, üzeri kubbeli son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekânı Dikdörtgen planlı olup orta mekânı iki sütun ve trompların yardımıyla 8.20 m. çapında merkezi bir kubbe örtmektedir. Bunun iki yanında birer sütuna oturan sivri kemerlerle birbirlerinden ayrılmış ikişer kubbeli iki mekân bulunmaktadır. İki yan mekân ve taşıyıcı sütunlar birbirine eş olmağından planda bir düzensizlik açıkça görülmektedir. Bu sütunlar antik yapılardan getirilmiş oldukları gövdelerinden ve başlıklarından açıkça görülmektedir. İbadet mekânı kasnaktaki sekiz pencereden başka yan duvarlarda ve son cemaat yerindeki altlı üstlü ikişer, mihrap duvarında dörder pencere ile aydınlatılmıştır. Alt sıra pencerelerin üzerinde tuğladan sivri boşaltma kemerleri bulunmaktadır. Bu pencere sövelerinde Bizans yapılarından derlenmiş mermerler kullanılmıştır. Mihrap dışarıya hafif çıkıntılı olup dilimli bir kemer içerisindedir. Niş beş sıra mukarnaslıdır. Minber ağaç işçiliğinin en güzel örneklerinden olup, Hatuniye Camisi minberi ile benzerlik göstermektedir. Her ikisinin aynı ustanın elinden çıktığı sanılmaktadır. Minare caminin solunda olup taş bir kaide üzerinde, yuvarlık yivli gövdeli tek şerefelidir. Şerefe altında, taş kuşak üzerinde zengin bir mukarnas dizisine yer verilmiştir. Caminin ana duvarları içerisinde kuzey köşede minare kürsüsü bitişiğinde türbe bulunmaktadır. Türbe iki taraftan sivri kemerli bir açıklığa sahip olup, bu kemerler köşedeki sütunlar üzerine oturtulmuştur. Acık türbe görünümündeki bu mekân küçük bir kubbe ile örtülmüştür. Türbe içerisindeki üç sanduka bulunmaktadır. Ancak bu sandukalar üzerindeki girift yazılar okunamadığından kime ait oldukları bilinmemektedir. ÇEŞNİGİR CAMİSİ (Merkez) Manisa, Çarşı Mahallesi’nde bulunan Çeşnigir Camisi’ni, kitabesinden ve kaynaklardan öğrenildiğine göre; Fatih Sultan Mehmet’in azatlı kölesi ve çeşnigiri, Çeşnigir Sinan Bey 1474’de yaptırmıştır. Cami kareye yakın dikdörtgen planlı olup, önünde beş sütunun yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmasıyla dört bölüm meydana getirilmiştir. Her bölümün üzeri kubbelerle örtülüdür. Manisa’ya özgün kesme taş ve tuğla sıralı bir duvar tekniği ile duvarları örülmüştür. Ayrıca bunların aralarına da dikey tuğlalar yerleştirilmiştir. İbadet mekânı üzerinde sekiz pencere olan kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe duvarlara ve ortadaki iki sütuna dayanmaktadır. Mihrap nişi yuvarlak olup geometrik motiflerle hareketlendirilmiştir. Caminin tek şerefeli minaresi sol tarafta taş bir kaide üzerinde yuvarlak gövdelidir. Caminin bitişiğinde Karaosmanoğulları’nın yaptırdığı bir kütüphane bulunmaktadır. Aynalı Cami (Akhisar) Manisa Akhisar ilçesinde bulunan Aynalı Caminin kitabesi günümüze gelememiştir. Yapı üslubundan XVI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Mimarı ve banisinin ismine de kaynaklarda rastlanmamıştır. Kesme taş ve tuğladan yapılan caminin duvar örgüsünde yer yer antik mimari parçalar kullanılmıştır. Ayrıca avlusunda antik sütun ve yapı taşlarının bulunması burada daha önce antik bir yapının olduğunu göstermektedir. Haziresinde XVI.XVIII.yüzyıla tarihlenen ve sanat tarihi yönünden önemli mezar taşları bulunmaktadır. KANTARCIZADE AHMET CAMİ (Akhisar) Manisa Akhisar’da, Çınarlıkapı semtinde bulunan bu camiyi minaresindeki kitabeden öğrenildiğine göre; Kantarcızade Ahmet 1861 yılında yaptırmıştır. Kantarcızade Ahmet camiye gelir sağlamak üzere ilçenin çarşısında Kantarcıoğlu Hanını yaptırmıştır. Kesme taş ve tuğladan yapılmış olan cami Geç Osmanlı dönemi özelliklerini yansıtmaktadır. KURŞUNLU CAMİ (Kula) Manisa Kula ilçesinde, çarşı içerisinde bulunan Kurşunlu Camisi’ni Hoca Seyfettin 1496 yılında yaptırmıştır. Evliya Çelebi’nin “ Çarşı içinde kurşun örtülü ve bir musanna kâgir minareli güzel bir cami” diye söz ettiği bu yapı XV.yüzyıl Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşımaktadır. Hoca Seyfettin bu camiye vakıflar kurmuş, bunların başında da değirmen, misafirhane ve sıbyan mektebi gelmektedir. Cami kesme taş ve tuğladan yapılmış, kareye yakın dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânının üzerini yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir. Kubbe kurşunla kaplı olduğundan Kurşunlu Cami diye isimlendirilmiştir. Caminin önünde son cemaat yeri bulunmakta olup, mihrap yuvarlak bir niş şeklindedir. Yanındaki minaresi kare kaideli yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Cami değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğini kısmen de olsa yitirmiştir. İlk kez 1969 yılında onarılmıştır. ESKİ CAMİ (Kula) Manisa Kula ilçesi, Akgün Mahallesi’nde bulunan Eski Cami, eğimli bir arazi üzerindedir. Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi ve banisi bilinmemektedir. Bununla beraber Kütahya Sancağı Tapu kayıtlarında caminin bulunduğu alan “Köhne Camii Mahallesi” olarak geçmektedir. Buradaki Köhne sözcüğü eski anlamına gelmektedir. Caminin Kula’da yapılmış en eski dini yapılardan olduğu sanılmaktadır. Bu kayıtlara göre caminin 1520 tarihinden önce yapıldığı sanılmaktadır. Cami kesme taş ve tuğladan yapılmış, kareye yakın dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânının üzerini yüksek kasnaklı merkezi bir kubbe örtmektedir. Mihrap yuvarlak bir niş şeklindedir. Yanındaki minaresi yüksek kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. SOĞUK KUYU CAMİ (Kula) Manisa Kula ilçesi Kızılkaya Mahallesi’nde, Fatih Sultan Mehmet Caddesi üzerinde bulunan bu caminin de kitabesi günümüze gelememiştir. Bununla beraber Kula’nın fethi sırasında şehit olan Seyyid Yahya Dede’nin vasiyeti üzerine yapıldığı iddia edilmişse de bu iddia kesinlik kazanamamıştır. Mimari üslubundan caminin XV.-XVI.yüzyıllarda yapıldığı sanılmaktadır. Avlu ortasındaki cami kesme taş ve tuğladan yapılmış, kareye yakın dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânının üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Cami değişik dönemlerde onarım geçirdiğinden özelliğinden kısmen uzaklaşmıştır. Minaresi taş kaideli olup, yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. HACI ABDURRAHMAN CAMİSİ (Kula) Manisa Kula ilçesi Zaferiye Mahallesi’nde (Hacı Abdurrahman Mahallesi) bulunan caminin Arapça kitabesinden Hacı Abdurrahman isimli bir kişi tarafından 1574-1575 yıllarında yaptırıldığı öğrenilmiştir. Caminin banisi Kula’nın köklü ailelerinden Müftüler sülalesindendir. Mezarı caminin avlusunda olup, mezarın bulunduğu yerden bir kapı ile Müftülerin evine ulaşılmaktadır. Cami 1940’lı yıllarda ibadete kapatılmış, 1951 yılında kadro harici bırakılmış ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Emir Dedeoğlu Ahmet Kutlu’ya satılmıştır. Daha sonra 7044 Sayılı Yasa ile yeniden vakıflar tarafından satın alınmış, onarılarak ibadete açılmıştır. Cami kesme taş ve tuğladan yapılmış, kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Giriş kapısı üzerinde de Arapça yapım kitabesi bulunmaktadır. TEKKE (Necipler-Kızlar) CAMİSİ (Kula) Manisa Kula ilçesi, Camicedit Mahallesi, 131.Sokak’ta bulunan bu caminin ilk yapımında dergâh olduğu sanılmaktadır. Bunun da nedeni Osmanlı camilerinin içerisinde çilehane bulunmadığı halde bu yapıda çilehane olduğu sanılan bir mekân bulunmaktadır. Caminin yapım tarihi kitabesi bulunmadığından ve kaynaklarda da ismi geçmediğinden kesinlik kazanamamıştır. Minare kapısı üzerindeki kitabeden ise 1783-1784 yıllarında minarenin Seyyid Hacı Hasan tarafından yaptırıldığı yazılıdır. PAŞA CAMİSİ (Kula) Manisa Kula ilçesi, Kenan Evren Mahallesi’nde (Taş Mahalle), Ekin Pazarı yakınında bulunan bu caminin yapım tarihi kitabesi bulunmadığından bilinmemektedir. Bununla beraber minare kapısı üzerindeki kitabeden Saferzade isimli bir kişi tarafından 1783-1784 yılında camiye minare eklendiği öğrenilmektedir. Cami kesme taş ve tuğladan yapılmış, dikdörtgen planlıdır. Yanında kesme taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. ORTA CAMİSİ (Soma) Manisa Soma ilçesi, Cuma Mahallesi’nde bulunan bu caminin mimari üslubundan XIX.yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Yapım tarihini gösteren kitabesi bulunmamaktadır. Ancak camiden 10 m. uzaklıkta bulunan minarenin XV.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Bu durumda caminin bulunduğu alanda XV.yüzyılda yapılmış bir cami olduğu ve günümüze gelemediği, yerine de bugünkü caminin yapıldığı anlaşılmaktadır. Cami dikdörtgen planlı olup, moloz taş ve tuğladan yapılmıştır. Doğu yönündeki minaresi sekizgen kaideli, yuvarlak gövdeli, tek şerefelidir. Şerefe altında stalaktit kuşakları bulunmaktadır. HACI ÖMER CAMİ (Yeni Cami) (Soma) Manisa Soma ilçesi, Cuma Mahallesi’nde bulunan bu caminin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Ancak Yunan işgali sırasında Soma’nın yakılması ile bu cami de yanmıştır. Bugünkü cami 1953 yılında yaptırılmıştır. Cami mimari yönden bir önem taşımamakla beraber minaresinin orijinal olduğu bilinmektedir. Minare taş kaideli ve yuvarlak gövdeli olup, tek şerefelidir. DARKALE CAMİ (Soma) Manisa Soma ilçesi’nde Darkale yolu üzerindeki bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi bilinmemektedir. Set üzerinde yapılmış olan caminin mimarisi XIX.yüzyıla işaret etmektedir. Caminin çevresinde daha önceki dönemlere ait Bizans ve Osmanlı motiflerini içeren mimari parçalar görülmektedir. Ayrıca yakınındaki çeşmelerde Osmanlı motiflerinde görülmeyen yılan ve kuş motifleri bulunmaktadır. Caminin şadırvanı yakınındaki köy hamamından getirilmiş olup, XV.yüzyıla tarihlendirilmektedir. Cami moloz taştan yapılmış olup, ahşap çatı ile üzeri örtülüdür. Minaresi bulunmamaktadır. MİNARELİ CAMİ (Soma) Manisa Soma ilçesi’ne bağlı Darkale Köyü’nde bulunan bu caminin yapım tarihi bilinmemektedir. Yapı üslubu XIX.yüzyılın ikinci yarısında yapıldığına işaret etmektedir. Caminin yapımında çevredeki antik mimari taşlar ile moloz taşlardan yararlanılmıştır. İbadet mekânı kareye yakın dikdörtgen planlı olup, çatı ile örtülüdür. Minaresi camiden ayrı olup, Darkale’nin minareli tek camisidir. Minare kare kaideli, sekizgen güdük gövdeli, tuğladan yapılmıştır. Şerefe altı dişli olup, üst kısmı yakın tarihlerde yenilenmiştir. Minarede de antik mimari parçalar yoğun olarak kullanılmıştır.
  14. _asi_

    Manisadaki kaplıcalar

    KAPLICALAR KURŞUNLU KAPLICALARI (Salihli) Manisa iline 65 km, Salihli ilçesine 5 km mesafede bulunan Kurşunlu Kaplıcaları’na, Salihli’ye varmadan, İzmir-Ankara yolundan güneye doğru dönen 2 km’lik bir yolla ulaşılmaktadır. Kurşunlu Çayı vadisi içinde yeralan tesisler konumu, yeşil dokusu ve manzarası nedeniyle, kaplıca özelliğinin yanı sıra piknik ve günübirlik kullanım amacıyla da rağbet görmektedir. Ülkemizin birinci derecede önemli ve öncelikli termal sularından olan Kurşunlu Kaplıcaları’nın romatizma, cilt ve kadın hastalıkları, solunum yolu hastalıkları, sinirsel hastalıklar ile ameliyat sonrası, eklem ve kireçlenme rahatsızlıklarına olumlu etkileri vardır. Banyo ve içme kürü olarak yararlanılan kalsiyum sülfatlı, bikarbonatlı, sülfatlı ve hidrojen sülfürlü suların ph değeri 5.8, çıkış sıcaklıkları ise 52- 96 º C dir. Salihli Belediyesi’nce işletilmekte olan, iki, üç ve beş yataklı olmak üzere üç tip ev seçeneği bulunan tesis, toplam 86 ev 270 yatak kapasiteli olup, restoran, kafeterya, çay bahçesi, fırın, bakkal, kasap ve manav gibi imkanları mevcuttur. Görevli doktor, fizyoterapist ve sağlık memurunun da bulunduğu tesiste, konaklama imkanı olmayanların da yararlanabileceği iki kapalı havuz, 8 jakuzili banyo ve iki sauna yer almaktadır. Onar günlük devreler halinde hizmete sunulan evlerden, 1 oda 1 banyo olanlar 2 kişilik , 1 oda 1 salon 1 banyo olanlar 3 kişilik, 2 oda 1 salon 1 banyo olanlar 5 kişilik olarak düzenlenmiştir.Tüm bu evlerde birer küvet ve küvetlere kadar el değmeden gelen termal su bulunmaktadır. Kurşunlu Kaplıcaları Bahçecik Köyü Tel: 0.236.712 50 00 – 712 50 02 Salihli-MANİSA SART KAPLICALARI (Salihli) Bozdağ eteklerinde, Salihli ilçesi’ne bağlı Çamurhamamı Köyü sınırları içinde yeralan Sart Kaplıcaları ya da halk arasındaki adıyla “Çamur Hamamları”, Salihli’ye 11 km, Manisa’ya ise 68 km uzaklıktadır. Kalsiyum, sodyum bikarbonat ve sülfür içeren suyun sıcaklığı 52 ºC ,debisi ise3 lt/sn dir. Romatizma, nevralji, cilt ve kadın hastalıklarında yararlanılan kaplıcada, toplam 150 yatak kapasiteli, 75 banyolu oda bulunmaktadır. Sart Kaplıcaları ( Çamur Hamamları) Çamur Hamamı Köyü Tel: 0.236.731 21 78 Salihli-MANİSA URGANLI KAPLICALARI (Turgutlu) Manisa’ya 54 km, Turgutlu’ya 17 km uzaklıkta bulunan tesislere, İzmir-Ankara karayolundan sapılan Urganlı yolu üzerinden ulaşılmaktadır.Turgutlu, Ahmetli ve Urganlı Belediyeleri ile Turgutlu Ticaret ve Sanayi Odası’nın da ortak olduğu TURKAP A.Ş. tarafından işletilen, ikinci derecede önemli ve öncelikli kaplıca merkezlerinden olan Urganlı Kaplıcaları’nın bikarbonatlı, sodyumlu ve karbondioksitli sularından banyo olarak romatizma, kırık-çıkık, kireçlenme, siyatik, egzama, hemoroid, cilt ve kadın hastalıkları, içmece olarak da mide, böbrek ve barsak hastalıklarında yararlanılmaktadır. Çeşitli kaynaklardan yüzeye ulaşan suların ph değeri 6.3-6.7, sıcaklıkları ise 50-78 º C arasında değişmektedir. Açık bir havuzu olan tesiste 35’i tefrişsiz, 6’sı suit, 120 oda, 186 yatak mevcut iken, ilave edilen 16 daire ile yatak sayısı 234’e ulaşmıştır. Urganlı Kaplıcaları Urganlı Kasabası Tel: 0.236. 313 70 17- 313 70 18 Turgutlu-MANİSA EMİR KAPLICALARI (Kula) Kula’ya 19 km, Kula-Selendi yoluna 3 km uzaklıkta bulunan Şehitlioğlu Köyü sınırları içinde bulunan kaplıcanın il merkezine uzaklığı 137 km’dir. Tesis civarında bulunan tarihi hamam kalıntılarından, asırlardır yararlanılan bir kaynak olduğu anlaşılmaktadır. Bir ana kaynak ile bu kaynağın kaçaklarının oluşturduğu iki küçük kaynaktan yüzeye ulaşan suların sıcaklığı 58-59 ºC , debisi ise 2,5-5 lt/sn arasında değişmektedir. Termomineral özellik gösteren kaynaklar banyo olarak romatizma, siyatik, kırık-çıkık, cilt ve kadın hastalıklarında kullanılmakta, içme olarak da sindirim sistemi ve karaciğer üzerindeki olumlu etkisinden yararlanılmaktadır. Sıra odalar şeklinde ve tamamı banyolu olmak üzere 15’i tefrişli, 21’i boş, 36 odalı bir tesis hizmet vermektedir. Emir Kaplıcaları Şehitlioğlu Köyü Tel: 0.236. 835 12 43 Kula-MANİSA SARAYCIK KAPLICALARI (Demirci) Köprübaşı-Demirci yolu üzerinden ulaşılan, Demirci İlçesi’ne bağlı Saraycık Köyü sınırları içinde bulunan kaplıca, Demirci’ye 40 km, il merkezine 124 km mesafededir. Kaynak yakınındaki Geç Roma dönemine ait hamam kalıntılarından çok eski bir kaynak olduğu anlaşılmaktadır. Sıcaklığı 45-54 ºC , debisi ise 15-30 lt/sn olan sulardan romatizma, siyatik, kireçlenme, cilt ve kadın hastalıklarında banyo olarak yararlanılmaktadır. 60 yatak kapasiteli, 20 banyolu odası bulunmaktadır. Saraycık Kaplıcaları Saraycık Köyü-Borlu Tel:0.236 473 74 80 Demirci-MANİSA HİSAR KAPLICALARI (Demirci) Demirci’ye 4 km, il merkezine 165 km uzaklıkta bulunan Hisar Kaplıcaları’nda üç ayrı kaynaktan çıkan, sıcaklıkları 37-48 ºC, debileri ise 11-17 lt/sn arasında değişen sular banyo ve içme kürü olarak kullanılmakta, banyo olarak romatizma ve metabolizma hastalıklarında, içme kürü olarak da mide ve barsak hastalıklarında yararlanılmaktadır. Demirci Belediyesi’nce işletilmekte olan kaplıcada iki kapalı havuz ve 7 özel banyo bulunmaktadır.Yapımı tamamlanan 80 yatak kapasiteli 20 apart ise 2003 yılında hizmete girecektir. Günübirlik kullanım imkanı da bulunan tesiste, apart üniteler dışında iki havuz, bir sauna ve yedi özel banyo da hizmet vermektedir. Hisar Kaplıcaları Tel: 0.236 462 40 75 - 462 13 22 - 462 41 45 Demirci-MANİSA MENTEŞE KAPLICALARI (Soma) Soma ilçesi Menteşe Köyü yakınındaki kaplıca, Soma’ya 30 km, Manisa’ya 118 km uzaklıktadır. Romatizma, siyatik, nevralji ve kadın hastalıklarında banyo olarak kullanılan suyun sıcaklığı 85 ºC ‘yi bulmaktadır. SARIKIZ ILICASI (Alaşehir) Alaşehir ilçe merkezinin güneydoğusunda, Sarıkız madensuyu yakınında bulunan suyun sıcaklığı 26 ºC, debisi ise 4 lt/sn’dir. Romatizma, cilt ve sinir hastalıkları ile zihin ve beden yorgunluklarında kullanılmaktadır. Günübirlik kullanıma yönelik dört havuzu ve bir gazinosu mevcuttur.
  15. _asi_

    Manisa Medreseleri

    MEDRESELER Muradiye Medresesi (Merkez) Manisa Saruhan Mahallesi’ndeki Muradiye Külliyesi şehre hâkim, Spil Dağı eteklerinde bulunmaktadır. Yapı topluluğu cami, medrese, imaret, dükkanlar ve XIX.yüzyılda bunlara eklenen bir kütüphaneden meydana gelmiştir. Muradiye Külliyesi Sultan III.Murat (1546-1595) tarafından 1583-1585 yılları arasında yapılmıştır. Sultan III. Murat, ilk caminin yanında bulunan ve daha sonra içerisindeki dervişlerin dine karşı hareketlerinden ötürü yıktırılan zaviyenin yerine Muradiye Medresesi’ni yaptırmıştır. Cami ile imaret arasında kalan alandaki medresenin temelleri 1585 yılından sonra atılmıştır. Klasik Osmanlı medrese planları bu medrese de aynen uygulanmıştır. Medrese 30.65x37.50 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olup, kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Medresenin giriş kapısı batı cephesindedir. Bu girişten kubbeli ve tonozlu revaklarla çevrili, dikdörtgen bir avluya girilmektedir. Revakların arkasında kuzey, güney ve doğu cephelerinde medrese odaları sıralanmıştır. Bu odalar 6.00 m çapında, 3.70 m. yüksekliğinde kubbelerle örtülmüştür. Odaların içlerinde ocak ve dolap nişleri bulunmakta, altta mermer söveli, üstte de sivri kemerli alçı şebekeli pencereler bulunmaktadır. Avluyu çeviren revaklar baklava başlıklı ince ve narin sütunların birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmasından meydana gelmiştir. Medresenin güneyinde dışarı doğru çıkıntı yapan 7.40x7,50 m. ölçüsünde dershane bölümü vardır. Bu dershanenin üzeri 7.50 m. çapında 12.00 m. yüksekliğinde bir kubbe ile örtülüdür. Dershanenin iki yanına da üçer oda yerleştirilmiştir. Medrese avlusunun ortasında l955-l956 yılı onarımında on köşeli bir mermer bir havuz konulmuştur. Medrese günümüzde Manisa Müzesi olarak kullanılmaktadır. Sultan Camisi Medresesi (Sultaniye Medresesi) (Merkez) Manisa Sultan Camisi yapı topluluğunu Yavuz Sultan Selim’in eşi Ayşe Hafsa Sultan 1522 yılında yaptırmıştır. Bu külliyenin yapımı Manisa’nın gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Yavuz Sultan Selim zamanına kadar bu yer ağaçlık ve bahçelik idi. Buradaki ağaçlar ve sular Timurtaş Paşa oğlu Ali Bey vakfındandı. Hafsa Sultan bu külliyeyi yaptırmaya karar verince buradan bir bölüm satın alındı. Belgeler yapım çalışmalarının Hafsa Sultan’ın ölümünden sonra da devam ettiğini göstermektedir. Hafsa Sultan camiye cemaat toplamak üzere Ali Bey bahçesinden 20 evlik bir yeri ayırarak ev yapmak isteyenlere kiralama veya az bir para karşılığında satmayı vakfiyesinde şart koşmuştur. Sultan hamamı1538’de bimarhane 1539’da yapılmıştır. Bu yüzden de Ali Bey mütevellisi ile Sultaniye mütevellisi arasında birçok anlaşmazlık çıkmış ve konu padişah tarafından çözümlenmiştir. Yapı topluluğu cami, sıbyan mektebi, hankah, imaret ve iki medreseden meydana gelmiştir. Sonraki yıllarda yapı topluluğuna darüşşifa ve çifte hamam eklenmiştir. Sultan Camisi yapı topluluğundan olan medreseler kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Medreselerin plan düzenleri Osmanlı medreselerindeki plan düzeninden biraz farklı bir plan düzeni göstermektedir. Medrese odaları son cemaat yeri ile şadırvan avlusunu “U” şeklinde kuşatmaktadır. Medrese batı yönünde yedi bölümlü olup kuzey yönüne dıştan çıkıntı meydana getirmiştir. Medresenin dershane bölümü medrese hücrelerinin köşesinde kare planlı olup üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür, Trompların dıştan görünümleri beşik tonozlarla örtülmüştür. Medrese hücreleri avluya yuvarlak kemerli kapılarla açılmış olup odalar içerisinde ocak ve birer pencere ile dolap nişleri bulunmaktadır. Yapı topluluğundan olan ve Dış Medrese olarak isimlendirilen medrese yıkılmış ve günümüze gelememiştir. Ulu Cami Medresesi (Fethiye Medresesi) (Merkez) Manisa’nın güneyinde Sandıkkale Tepesi yamacında, şehre hakim bir konumda bulunan Ulu Cami külliyesi Saruhanoğullarından Fahreddin İlyas Bey tarafından 1366’da yaptırılmıştır. . Yapı topluluğunun bir bölümünü medrese oluşturmaktadır. Ulu Cami Medresesine aynı zamanda Fethiye Medresesi ismi de verilmiştir. Ulu Cami külliyesinin yapımından on yıl sonra, caminin batı yönüne ve ona bitişik olarak 1378’de medrese yapılmıştır. Kitabesinden öğrenildiğine göre, medresenin mimarı Emet bin Osman’dır. Mehmet bin Abdülaziz ve Nakşî Yusuf isimli nakkaşlar da medresenin bezemesini yapmışlardır. Caminin iç avlusunun batı kapısından girilen medresenin ana girişi kuzey cephesindedir. Yapımında kesme taş ve tuğla kullanılmıştır. Buradaki oldukça sade giriş kapısının önünde sivri taş kemerli bölüm tonoz ile örtülmüştür. Kapı üstündeki pencerenin yukarısında da bir kuşak halında medrese kitabesi yerleştirilmiştir. Kitabe: “Gazi ve mücahitlerin yardımcısı yüce Sultan Saruhan oğlu İlyasoğlu İshak Han Allah mülkünü daim etsin. Yedi yüz seksen senesinde bu mübarek medresenin inşasını emretti.(1378)” Buradaki pencerenin altında ikinci bir kitabe daha bulunmaktadır: “Gani olan Allahın rahmetine muhtaç Osman oğlu yoksul Emet bu binayı yaptı.Allah her ikisini de affetsin.” Medresenin kuzey cephesindeki giriş kapısının iki tarafında sivri kemerli iki çeşme nişine yer verilmiştir. Bu nişlerin üzerinde de medresenin ikinci katının pencereleri sıralanmıştır. Giriş kapısından tonoz örtülü kapalı bir bölüm ile üzeri açık medrese bölümlerine geçilmektedir. Bu medresede diğer medreselerde olduğu gibi avluyu çevreleyen revaklar bulunmamaktadır. Avlunun kuzey ve batısında iki kat halinde tonoz örtülü küçük odalar sıralanmıştır. Alt katta odalara girilen bir koridor bulunmaktadır. Üst kattaki odalara dış duvar tarafındaki koridordan geçilmektedir. Avlunun güneyindeki eyvanın yanında da tonoz örtülü medresenin kapalı dershanesi bulunmaktadır. Sinan Bey Medresesi (Merkez) Manisa’nın en eski medresesi, Sinan Bey tarafından XV. Yüzyılda yaptırılmıştır. Medrese kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Dış cephede saçaklarda iki sıra testere dışı kullanılmış ve böylece cepheye hareketli bir görünüm verilmiştir. Kare planlı olan medresenin ortasında kare planlı bir avlu ve çevresinde birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış revaklar bulunmaktadır. Revakların sütun başlıklarının bazıları Bizans yapılarından toplanmış, bazıları da orijinal olarak yapılmıştır. Revakların arkasında da medrese hücreleri sıralanmıştır. Kuzey cephesinin ortasında giriş kapısı bulunmaktadır. Girişten sonra avlunun doğu ve batı kanatlarında beşerden on medrese hücresi sıralanmıştır. Medrese hücrelerinin üzeri kubbelerle, önlerindeki revaklar ise tonozlarla örtülmüştür. Girişin karşısında ana eyvan şeklinde dershaneye yer verilmiştir. Kare planlı olan dershanenin üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Sekizgen kasnaklı kubbeye geçişi sağlayan tromplar stalâktitlidir. Dershane içerisindeki mihrap mukarnas kavsaralıdır. Hindistani Medresesi (Merkez) Manisa il merkezinde bulunan Hindistani Medresesini, XV. Yüzyılda Veled Bey yaptırmıştır. Medreseye Hindistani Medresesi isminin verilmesi bilinmemektedir. Bu konuda kaynaklarda da bir bilgiye rastlanmamaktadır. Kesme taş, kaba taş ve yer yer tuğladan yapılmış olan medrese kare planlı bir yapıdır. Girişten sonra kare planlı bir avlu ve bunun çevresinde sıralanmış medrese hücreleri bulunmaktadır. Girişin karşısına gelen eyvan şeklindeki dershane bölümü kare planlı olup, üzeri sekizgen kasnak üzerine kubbe ile örtülmüştür.
  16. _asi_

    Manisa Türbeleri

    MANİSA TÜRBELERİ Saruhan Bey Türbesi (Merkez) Manisa il merkezinde, İzmir Caddesi üzerinde, Sultan Camisinin karşısında ve Muradiye külliyesinin batısındaki meydanda bulunan türbenin Saruhan Beye ait olduğu sanılmaktadır. Bu türbenin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Kuzey yönündeki giriş kapısı üzerinde kitabe yeri bulunuyorsa da kitabe günümüze gelememiştir. Evliya Çelebi de Seyahatnamesinde bu kitabeden söz etmediği dikkate alınırsa kitabenin onun Manisa’ya gelişinden önce kaybolduğu sanılmaktadır. Saruhan Beyliğinin kurucusu olan Saruhan Bey’in 1345-1346 yılında öldüğü dikkate alırsa türbenin de XIV. yüzyıl ortalarında, torunu İshak Bey tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Türbe kaba yontma taş, tuğla ve çevredeki antik yapılardan toplanmış malzeme ile yapılmıştır. Dikdörtgen planlı türbenin kuzey yönünde giriş kapısı bulunmaktadır. Kapının iki yanındaki birer küçük pencere açıklıkları tuğla örgülü, yuvarlak sağır kemerlerle çevrilmiştir. Giriş kapısını ve bu pencerelerin bütününü, cephenin tümüne hâkim tuğla örgülü sivri bir kemer çevirmektedir. Türbenin iç mekânı iki bölüme ayrılmıştır. Girişteki sivri tonoz örtülü bölüm ile kubbeli lahdin bulunduğu bölüm birbirlerinden mimari bir eleman ile ayrılmamıştır. Ancak lahit odası ön mekândan daha geniş ve yüksek tutulmuş ve üst örtüde de bir farklılık göze çarpmaktadır. Lahdin bulunduğu odanın doğu duvarında açılmış kapının türbenin başka bir yapı ile bağlantısı olduğunu göstermektedir. Bu konuda araştırma yapan İlhami Bilgin;”Buradaki duvar izlerinin türbeye bitişik bir yapının varlığından başka, türbe ile ek yapının, inşa edilirken birlikte planlanıp yapılmadıklarını; türbenin inşasından sonraki bir tarihte yapılan ek yapıyla türbe arasındaki bağlantıyı sağlamak üzere türbenin doğu pencerelerinden birinin kapı haline dönüştürüldüğü” sonucunu çıkarmaktadır. Buradaki ek binanın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı da bilinmemektedir. Türbenin altında bir mumyalık kısmı bulunmaktadır. Ayrıca üzeri de tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Girişin iki yanındaki pencereler dışında diğer üç kenarında ikişer düz lentolu pencere bulunmaktadır. Ancak türbe birkaç kez onarım geçirdiğinden bu pencerelerin orijinal olup olmadıkları da kuşkuludur. Türbe 1974 yılında onarılmıştır. Türbenin yanındaki meydana Manisa Ticaret Odası tarafından 1974’ yılında Saruhan Bey’in heykeli dikilmiştir. Revak Sultan Türbesi (Merkez) Manisa Dere Mahallesi’nde, Grek Mitolojisinde Niobe olarak ismi geçen kayanın karşısında bulunan türbe, Halveti Şeyhi Revak Sultan’a ait olup 1371 yılında yaptırılmıştır. Selçuklu kümbetlerini andıran türbenin kuzey yönündeki kapısı üzerinde kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabede “Bat fi şehir safer sene” yazısı ile Ayetelkürsi’nin son bölümü ve “Ya Alim” sözcüğü yazılıdır. Kitabede Revak Sultan’ın ismi geçmediği gibi tarih de bulunmamaktadır. Türbe muntazam taş ve tuğladan yapılmış, üzeri duvarla ile köşe üçgenleri üzerine oturan dik ve sivri bir külahla örtülmüştür. İç mekân 5.07x5.24 m ölçüsünde olup içerisi doğudaki bir pencere ile aydınlatılmıştır. Köşe üçgenleri üzerinde de Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer yazıları bulunmaktadır. Türbe içerisinde ortada Revak Sultan’ın türbesi bulunmaktadır. Diğer iki mezarın kime ait olduğu bilinmemektedir. Türbe 1963 yılında onarılmış, sandukalar betona dönüştürülmüştür. Halveti tarikatına bağlı kişilerin gömüldüğü mezarlığın içerisinde bulunan bu türbe ile dergâh ile ilgili bir vakfiye düzenlenmiştir. Ancak dergâhtan hiçbir iz günümüze gelememiştir. Yedi Kızlar Türbesi (Merkez) Manisa Dere Mahallesi’nde Çaybaşı Deresi’nin yakınında bir çıkmaz sokak içerisinde bulunan Yedi Kızlar Türbesi’ne bu isim halk tarafından yakıştırılmış ve XIV. Yüzyıldan bu yana ziyaretgâh olmuştur. Günümüzde genç yaşta ölen kız ve gelinlerin çeyiz ve duvaklarından bazı parçalar sandukaların üzerine örtülmektedir. Türbede gömülü olan kişilerin kime ait oldukları bilinmemekle beraber Saruhanoğulları’nın eşlerinin burada yattığı, ön sıradaki sandukanın Gülgün Hatun’a ait olduğu sanılmaktadır. Türbe yontma taş ve karışımı bir duvar işçiliği göstermektedir. Türbenin önünde 1.60x6.15 m. ölçüsünde kubbeli bir giriş sahanlığı bulunmaktadır. Türbenin içerisi 6.15x6.15 m. ölçüsünde kare planlıdır üzeri çatı ile örtülüdür. Türbenin içerisi biri kapı üzerinde diğerleri de kuzey, güney ve batı yönlerinde birer pencere ile aydınlatılmıştır. Türbe içerisinde ön sırada üç, arka sırada da dört tane olmak üzere toplam yedi sanduka bulunmaktadır. Yirmi İki Sultan Türbesi (Merkez) Manisa il merkezinde bulunan Yirmi İki Sultan Türbesi’nin kitabesi bulunmamaktadır. Bu bakımdan yapımı ile ilgili bazı çelişkiler bulunmaktadır. Bazı kaynaklar türbeyi XV.yüzyıla tarihlendirilmektedir. Bununla beraber Sultan II. Mahmut (1808-1839) zamanında yapıldığı da ileri sürmektedir. Manisa’da ölen 22 Osmanlı Sultanı için bu türbe yapılmıştır. Kesme taştan sekizgen planlı türbenin üzeri kubbe ile örtülmüştür. Giriş ve mihrap duvarı dışında kalan duvarlara birer pencere açılmıştır. Kuzey yönünden içeriye girilen yuvarlak taş kemerli kapısı bulunmaktadır. Türbe içerisinde dışarı taşkın olmayan basit, yuvarlak bir mihrap bulunmaktadır. İçeride sekizi kavuklu, olmak üzere yirmi iki sanduka bulunmaktadır Türbenin yanında daha önce bulunduğu söylenen cami Manisa yanağını sırasında yanmıştır. Sonra da onarılmayıp yıktırılmıştır. İshak Çelebi Türbesi (Merkez) Manisa il merkezinde, Ulu Cami Medresesi’nin doğusunda, cami duvarına bitişik olan bölüme sonradan İshak Çelebi’nin türbesi yapılmıştır. Bugün cami ile medrese arasındaki, çapraz tonozlu geçişin güneyindeki biraz yüksekçe kapıdan türbeye girilmektedir. Türbe giriş kapısı biraz yüksek olup kırmızı somaki mermerden bir sütun ortada bulunmaktadır. Bu sütunlar ile türbenin uzantıları üzeri kubbeli bir bölüm meydana getirmiştir. Türbenin sert ağaçtan kapısı üzerinde cennete girenlere söylenen sözü belirten bir ayet yazılıdır: “Selâm üzerinize olsun. Ne iyisiniz buraya daimi olarak girin” Türbe kare planlı olup üzeri köşe pandantiflerinin taşıdığı bir kubbe ile örtülüdür. İçerisi batıya yönelik iki alt ve bir üst pencere ile aydınlatılmıştır. Ulu Caminin duvarı ile iki penceresi türbenin doğu yönünde olduğu gibi kullanılmıştır. Türbede İshak Çelebi’nin sandukası yanında kime ait oldukları bilinmeyen üç küçük sanduka daha bulunmaktadır. Ayni Ali Türbesi (Merkez) Manisa il merkezinde, Kumlu dere’nin yakınında, mezarlık içerisinde bulunan Ayni Ali Türbesi’nin kime ait olduğu kesinlik kazanamamıştır. Türbenin kitabesi bulunmamış, onunla ilgili kaynaklarda da yeterli bir bilgiye rastlanmamıştır. Türbe yapı üslubundan Osmanlı döneminde XVI-XVII. Yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Düzgün kesme taştan yapılmış olan türbenin önünde çatılı, yuvarlak kemerli küçük bir giriş vardır. Sandukanın bulunduğu bölüm sekizgen planlı olup üzeri kubbe ile örtülüdür. Giriş dışında üç kenarda dikdörtgen söveli, yuvarlak kemerler içerisine alınmış pencereler bulunmaktadır. Bunların üzerine de birer küçük alçı pencere yerleştirilmiştir. Terzioğlu Türbesi (Merkez) Manisa Eğe Mahallesi’nde, Sevinç Sokağı’nda bulunan türbenin kitabesi bulunmadığından kime ait olduğu kesinlik kazanamamıştır. Eski tarihlerde türbenin bulunduğu alanda geniş bir mezarlık bulunuyordu. Osmanlı döneminde türbenin bulunduğu yer Terzioğlu Mahallesi olarak tanınıyordu. Türbe kare planlı, kesme ve moloz olup üzeri kiremitli bir çatı ile örtülmüştür Çeşitli dönemlerde onarılmış, üslubundan kısmen de olsa uzaklaşmıştır. Tezveren Dede Türbesi (Merkez) Manisa il merkezinde bulunan Tezveren Dede Türbesi kare planlı kubbeli bir yapıdır. Kaynaklarda Tezveren Dede’nin kim olduğu konusunda bir bilgiye rastlanmamıştır. Türbenin girişi batı yönünde olup kenarlarında birer pencere bulunuyordu. Ancak bu pencereler sonraki dönemlerde örülerek kapatılmıştır. Şeyh İsa Türbesi (Akhisar) Manisa, Akhisar ilçesi, Şeyh İsa Mahallesi’nde, Şeyh İsa Camisi’nin bahçesinde bulunan bu türbesi XVI.yüzyılda yapılmıştır. Şeyh İsa Akhisar’da yaşamış XVI.yüzyılın tasavvuf alimlerindendir. Ölümünden sonra yapılan türbesi kesme taştan olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür. XX.yüzyılda türbenin yanına Şeyh İsa Camisi yapılmıştır. Tahir Efendi (Darendede) Türbesi (Kula) Manisa Kula ilçesi Kızılkaya Mahallesi’nde, Kışla Meydanı’nda bulunan Tahir Efendi Türbesi’nin ne zaman yapıldığını belirten bir belgeye rastlanmamıştır. Darendede ismiyle tanına Tahir Efendi Horasanlı olup, Halveti tarikatını yaymak amacıyla Kula’ya geldiği söylenmektedir. Asıl isminin Şıh Es’adullah Efendi olduğuna eski vakıf kayıtlarında rastlanmaktadır. Türbesinin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Günümüzde mezarı ziyaret edilmektedir. Mahmut Dede Türbesi (Kula) Manisa Kula ilçesinin 2 km. güneyinde bulunan türbede gömülü Mahmut Dede’nin kim olduğu bilinmemektedir. Türbesinin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Mezarı ilkbahar ve yaz aylarında ziyaret edilmesi yöre halkının geleneğidir. Bakacak Sultan Türbesi (Kula) Manisa, Kula ilçesi Bakacak Mevkii’nde bulunan bu türbenin Selver Sultan isimli bir kadına ait olduğu sanılmaktadır. Kaynaklarda Selver Sultanın kim olduğuna dair bir bilgiye ve kayda rastlanmamıştır. Türbenin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Taptuk Emre Türbesi (Kula) Manisa Kula ilçesi Gökçeören bucağına bağlı Emre Köyü’ndeki mezarın Yunus Emre’nin hocası Taptuk Emre’ye ait olduğu söylenmektedir. Macit Aray, Yunus Emre isimli kitabında Yunus Emre ve Hocası Taptuk Emre’nin Kula’da olduğunu ileri sürmüştür. Taptuk Emre Moğol baskınlarından ötürü Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiştir. Taptuk Emre Hacı Bektaşi Veli’nin öğrencilerindendir. Ona “Tapduk Sultanım” demesinden ötürü de Taptuk ismi ona yakıştırılmıştır. Taptuk Emre, Yunus Emre’ye “ sen artık yetiştin, icazetini veriyorum” demişti. Ancak Yunus Emre; “Bu kâğıt parçası için mi beni gül yüzünden mahrum etmek istiyorsun” demiş ve buna da divanında yer vermiş, şeyhinden ayrılmak istememiştir. Bu konudaki araştırmacılar Yunus Emre ile Taptuk Emre’nin aynı yerde gömülü olmasını iddia etmişlerdir. Emre Köyü’ndeki medreseye ait olduğu söylenen kalıntılar burasının önemli bir kültür merkezi olabileceği izlenimini vermektedir.
  17. _asi_

    Muradiye Külliyesi

    MURADİYE KÜLLİYESİ Manisa Saruhan Mahallesi’ndeki Muradiye Külliyesi, şehre hâkim Spil Dağı eteklerinde bulunmaktadır. Yapı topluluğu cami, medrese, imaret, dükkanlar ve XIX.yüzyılda bunlara eklenen bir kütüphaneden meydana gelmiştir. Muradiye Külleyesi Sultan III.Murat (1546-1595) tarafından 1583-1585 yılları arasında yapılmıştır. Caminin bulunduğu yerde Sultan III. Murad’ın Manisa’da şehzade olarak bulunduğu sırada, daha önce bir cami yaptırmıştı. Bu caminin yapım tarihi bilinmemektedir. Büyük olasılıkla da Sultan III. Murat’ın tahta çıktığı 1574’den önce yapılmış olmalıdır. Hazine-i Evrak kayıtlarındaki bir belge de padişahın şehzadeliğinde cami yaptırdığı belirtilmiştir. Tarihçi Naima da Sultan III. Murat’ın yaptırmış olduğu eserlerden söz ederken “Manisa’da camii şerif yanında bir medrese icad, müceddeten imaret ve han, tabhane daha yaptırmıştır” demektedir. Günümüzdeki kadar geniş bir alana yayılmayan, cami ihtiyacı karşılamayınca ilk caminin yerine yenisinin yapılmasına karar verilmiştir. Yapı topluluğunun mimarı olarak çoğu kaynaklarda Mimar Sinan gösterilmektedir. O yıllarda Sinan ihtiyarlamış, İstanbul dışındaki yapıları onun ekolünü benimsemiş, mimarlara bıraktığı da bilinmektedir. Caminin yapımına, Mimar Sinan’ın projesine göre Mimar Mahmut Ağa başlamış, ani olarak ölümü üzerine de Hassa mimarlarından Mimar Mehmet Ağa tarafından tamamlanmıştır. Bu bilgiler, Hazine-i Evrak kayıtları ile Sultan III. Murat’ın 1585 tarihli bir fermanından öğrenilmektedir. Muradiye külliyesinin etrafı kesme taştan alçak avlu duvarları ile çevrili olup, duvarların kuzey, güney ve batı yönlerine açılan kapıları bulunmaktadır. Külliyenin asıl girişi kuzeyde, cami ile medrese arasında, üzerinde Kelime-i Şahadet yazılı basık kemerli kapıdır. İlk yapıldığı yıllarda avlunun üç tarafında “U” şeklinde medrese odaları sıralanmıştı. Ancak bu odalar günümüze gelmemiş ve iz bırakmadan yıkılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü mimarlarından Y.Mimar Süreyya Yücel tarafından 1955-1956 yıllarında yapılan ve tüm külliyeyi kapsayan onarımında bu avlunun ortasına ve giriş kapısının karşısına sekizgen planlı, geniş saçaklı bir şadırvan yapılmıştır. Caminin önünde beş bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Bunun arkasında caminin tüm cephe duvarını kaplayacak biçimde büyük bir kemer yapıya görkemli bir görünüm vermiştir. Bu kemerin iç dolgusu, alternatifli olarak sıralınmış kırmızı ve beyaz taşlarla örülmüş, sivri kemerli, yuvarlak alçı şebekeli iki sıra pencere ve üçgen köşelikler yapının kütlevi görünümünü hafifletmiştir. Burada üst sırada beş, alt sırada da altı pencere bulunmaktadır. Kemerin üstü ise iki taraftan aşağıya doğru inen kademelerle onları tamamlamıştır. Bu görünüm bir bakıma Mimar Sinan’ın İstanbul Edirnekapı Mihrimah Sultan Camisi’ni hatırlatmaktadır. Caminin son cemaat yeri oldukça narin altı mermer sütunun sivri kemerlerle birbirine bağlanmasıyla meydana gelmiş beş bölümlüdür. Sütun başlıkları stalâktitlidir. Bölümlerin üzeri sekiz kasnaklı küçük birer kubbe ile örtülmüştür. Ancak girişi diğerlerinden ayırmak için de orta bölüm de ayna tonoz kullanılmıştır. Döşeme yassı sekizgen blok taşlardan olup bunların arasında, üzerinde Grekçe yazı olan, antik bir yapıdan getirilmiş bir parça dikkati çekmektedir. Giriş kapısı oldukça sade bir profille çerçevelenmiştir. Kapının iki yanında kum saatli motifleri olan sütunçeler ve örgü motifleri dikkati çekmektedir. İki renkli basık kemerli girişin üzerinde iki satırlı yapım kitabesi ve iki yanındaki nişlerde de ayetler yazılı panolar bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerindeki kitabe: “Tarakabe ilâzitazemt-ı velceberûl il rahmaniyye ve tarakkabe ila rabbi aimilki vel melekûtil sultanyye esseültanül âzam malikil alem zillullahi alâkaffetil ünem mevlâ mülâkilarabi vel acem es sultan ibn sultan ebülmuzaffer es sultan Murad Han ibn Sultan Selim han halle dalla hiç taalâ saltanatı mi ilen tika it deverain üs sisa hazel cami’ül rafivi bünyan.” Giriş kapısının sağ tarafındaki hücre üzerindeki kitabe: “Maliki feyzi bahrü gevheri cud şadı miki Hicaz-ü Rumu ırak Camii cümlei kemâl olur. Vekat fil biglayet-i şekli muharremül karam assena ihdal Teşnrinievvel samie” Giriş kapısının sol tarafındaki hücrenin üzerindeki kitabe: “Yaptı bir camii bülend da fük, geldi bir ehildil ziyaret için dedi tarihi kebet-ül üşşah”. Caminin ibadet mekânı 28.50 m. yüksekliğinde, 10.80 m. çapında kasnağında 18 pencere bulunan merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Güney yönündeki mihrap çıkıntısında ve yan kanatlarda kubbemsi yarım çapraz tonozlu bir örtü sistemi kullanılmıştır. Bu tonozların merkezi kubbeyi taşıyan büyük kemerler ile birleştiği noktaların yerden yüksekliği 18.50 m.dir. Merkezi kubbe pandantifli olup duvar payelerine dayanan dört büyük sivri kemer üzerine oturmuştur. Dışta bunların üzerinde sekizgen planlı dekoratif köşe kuleleri bulunmaktadır. İbadet mekânında en göze çarpan yer mihrap ve çevresindeki çini kompozisyonlardır. Kapı ve pencerelerde olduğu gibi beyaz bir mermer profille çevrelenmiş mihrap nişi poligonal şekildedir. İki yanında kum saati motifleri olan iki somaki sütunçe vardır. Mihrabın üzerinde mermerden oyulmuş palmetli bir taç ve bunun üzerinde de çini bir ayet panosu bulunmaktadır. Mihrap nişini bir kuşak gibi saran çini fatiha suresine yer verilmiştir. Caminin güney batı duvar payesinin önündeki mermer oyma minberin basık kemerli kapısı üzerindeki alınlıkta Kelime-i Şahadet yazılıdır. Minber korkulukları yekpare mermerden oyulmuş geometrik şebekelerle bezenmiştir. Caminin güney doğu köşesine hünkâr mahfeli yerleştirilmiştir. Doğudaki duvarlar içerisine yerleştirilmiş merdivenlerle çıkılan hünkâr mahfili duvarlardaki özengiler ile iki sütun tarafından taşınmaktadır. Mahfelin korkuluk levhaları oyma şebekelerden yapılmıştır. Mahfil içerisindeki mihrap ise kemerli bir niş halindedir. Caminin ibadet mekânını süsleyen çiniler XVI. yüzyıl İznik çinileridir. Bu çinilerde stilize edilmiş motiflerin yanı sıra natüralist çiçek dekorasyonları kendini göstermektedir. Başta mercan kırmızısı olmak üzere çeşitli renklerde parlak zeminli panolar da güller, laleler ve kıvrık dallar bir sıra halinde birbirini izlemektedir. Sultan III. Murat’ın 1585 tarihli bir fermanından anlaşıldığına göre caminin iç süslemesini yapmak üzere hassa nakkaşlarından Mehmet Halife ile birlikte on iki nakkaş İstanbul’dan Manisa’ya gönderilmiştir. Çinilerin yanı sıra kubbe ve kemerler rumiler, madalyonlar ve çiçeklerden oluşan kalem işleri ile bezenmiştir. Ayrıca camide ağaç işçiliğinin en güzel örneklerini sergileyen fildişi, bağa ve sedef kakmalı ceviz ağacından kapılar bulunmaktadır. Caminin minareleri kuzey cephesinde birer şerefeli iki tanedir. Minarelerinin her ikisi de zamanla taşlarının erimesi sonunda yıktırılmış ve 1955-1956 yılında yeniden yapılmıştır. Zeminden 30 m. yüksekliğindeki kaidelerin papuç kısmına geçilir. Bunların üzerinde de Türk üçgenleri ile yuvarlak gövdeye geçilmektedir. Gövde üzerindeki inci kabartma hatlar minarelerin daha ince görünmesini sağlamıştır. Şerefelerin altında da küçük kemercikler, yatay kordonlar ve dört sıralı stalâktit dizileri görülmektedir. Medrese: Sultan III. Murat, ilk caminin yanında bulunan ve daha sonra içerisindeki dervişlerin dine karşı hareketlerinden ötürü yıktırılan zaviyenin yerine Muradiye Medresesi yapılmıştır. Cami ile imaret arasında kalan alandaki medresenin temelleri 1585 yılından sonra atılmıştır. Klasik Osmanlı medrese planları bu medrese de aynen uygulanmıştır. Medrese 30.65x37.50 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olup kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Medresenin giriş kapısı batı cephesindedir. Bu girişten kubbeli ve tonozlu revaklarla çevrili, dikdörtgen bir avluya girilmektedir. Revakların arkasında kuzey, güney ve doğu cephelerinde medrese odaları sıralanmıştır. Bu odalar 6.00 m çapında, 3.70 m. yüksekliğinde kubbelerle örtülmüştür. Odaların içlerinde ocak ve dolap nişleri bulunmakta, altta mermer söveli, üstte de sivri kemerli alçı şebekeli pencereler bulunmaktadır. Avluyu çeviren revaklar baklava başlıklı ince ve narin sütunların birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmasından meydana gelmiştir. Medresenin güneyinde dışarı doğru çıkıntı yapan 7.40x7,50 m. ölçüsünde dershane bölümü vardır. Bu dershanenin üzeri 7.50 m. çapında 12.00 m. yüksekliğinde bir kubbe ile örtülüdür. Dershanenin iki yanına da üçer oda yerleştirilmiştir. Medrese avlusunun ortasında l955-l956 yılı onarımında on köşeli bir mermer bir havuz konulmuştur. Günümüzde medrese Manisa Müzesi olarak kullanılmaktadır. İmaret: Yapı topluluğunun doğusunda bulunan imaretin yapımı 1585 yılında tamamlanmıştır. İmaretin planı yanındaki medreseye benzemektedir. Yapı 45.50x37.20 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. İmaretin ortasında kare bir avlu ve bunun dört yanını revaklar çevirmektedir. Revakları taşıyan sütunlar baklava başlıklı ve ince narin görünümlüdür. Revakların arkasında avluyu “U” şeklinde çeviren mutfaklar, yemekhane ve depolar sıralanmıştır. Bunların üzerleri de tuğladan, aydınlık fenerli sekizgen kasnaklı kubbelerle örtülmüştür. İmaretin kuzey cephesine ve yapıya bitişik olarak basık tuğla tonozlu on bir dükkan eklenmiştir. Bunlardan sekiz tanesi imaretin kuzey duvarına bitişik olup üç tanesi de medrese ile imaret arasında kalan avlunun önünde sıralanmıştır. Günümüzde imaretin bir bölümü medrese ile birlikte Manisa Müzesi olarak kullanılmaktadır. Kütüphane: Yapı topluluğunun güneyinde medrese ile cami arasındaki avluda bulunan kütüphane Karaosmanoğulları’ndan Hüseyin Ağa tarafından 1812 yılında yaptırılmıştır. Kütüphane sekizgen planlı, kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Üzerini 7.00 m. çapında bir kubbe örtmüştür. Kütüphaneye kuzey cephesindeki beş basamaklı bir merdiven ile çıkılmaktadır. Girişin önünde çapraz tonozlu küçük bir revaklı sahanlık bulunmaktadır. Yapının doğu, güney ve batı cepheleri dışa kapalıdır. Bunların iç yüzlerine sivri kemerli dolap nişleri yerleştirilmiştir.
  18. _asi_

    Hatuniye Külliyesi

    HATUNİYE CAMİİ ve KÜLLİYESİ Manisa il merkezinde Hükümet Konağı’nın yakınında bulunan Hatuniye Külliyesi’ni Sultan II.Bayezıd’ın eşlerinden Hüsnüşah Hatun adına oğlu Şehzade Şehinşah, vakfiyesinden öğrenildiğine göre 1490-1491 yıllarında yaptırmıştır. Külliye cami, sıbyan mektebi, han ve hamamdan meydana gelmiştir. Yapı topluluğunun merkezini oluşturan caminin giriş kapısı üzerinde Hüsnüşah Hatun’un ismi geçmemekle beraber 1490-1491 tarihi yazılıdır. Bu kitabenin üzerindeki talik yazılı dört satırlık ikinci kitabede Sultan Abdülmecit’in tamir ettirdiği yazılıdır. Vakıf kayıtlarına göre cami 1611’de depremden, suyolları 1637 de, camide 1672 de onarılmıştır. Cami, Osmanlı mimarisinde yan mekânlı veya ters T planlı, zaviyeli camiler gurubundandır. Bu bölümlerin ara duvarları sonraki yıllarda kaldırılmış ve ibadet mekânına katılmıştır. Caminin üzeri orta kubbe ile yanlarda onu destekleyen dört küçük kubbe ile üzeri örtülmüştür. Önünde beş bölümlü bir son cemaat yeri vardır. Duvarları bir sıra kesme taş, iki sıra yatay ve dikey tuğlalarla örülmüştür. Günümüzde camekân içerisine alınan son cemaat yerinin orta kısmı ayna tonoz, yanları da kubbe ile örtülmüştür. Sütunların başlıkları ise çevredeki antik yapılardan devşirme olarak getirilerek buraya yerleştirilmiştir. Son cemaat yerinin ortasındaki ana kapıdan ibadet mekânına, sağ ve solundaki kapılarla da yan mekânlara girilmektedir. Giriş kapısı mihrap eksenine göre sağa kaymış durumdadır. İç içe iki kemer içerisine yerleştirilen giriş kemeri kırmızı ve beyaz mermerdendir. Kanını iki yanında birer pencere, sağdakinin üzerinde de balkonlu bir pencere daha bulunmaktadır. Ayrıca burada dışarı taşkın minare kaidesi bulunmaktadır. Caminin duvar kalınlığı 0.95-1.15 m.dir. İbadet mekânı 24.00x11.15 m. ölçüsündedir Buradaki yan kubbeler ortalarında silindirik birer niş olan iki ayağa oturmuştur. Ana kubbe sekizgen bir kasnak üzerinde olup kasnağın her kenarında yuvarlak kemerli birer pencere vardır. Mihrap yönündeki yan kubbeler diğerlerinden daha yüksektir. Mihrap silme bir çerçeve içerisine alınmış, üzeri de mukarnaslı olarak sonuçlanmıştır. Yanlarında ise ikişer kum saatine yer verilmiştir. Ahşap minber Selçuklu üslubunda ahşaptan yapılmıştır. Minberin etrafı Rumiler, Hatayiler ve geometrik motiflerle bezenmiştir. Minberin kapısı üzerinde bir ayet yazılıdır. Üzerindeki tarihten caminin yapımından dört yıl sonra 1495’de buraya konulduğu öğrenilmektedir. Minare kare prizma kaide üzerinde, son cemaat yerinin sağında taş ve tuğla örgülüdür. Kemerli bir girintiden sonra kısa ve dik bilezik gövdeyi süslemiştir. Şerefe altı ise oldukça basit ve pahlıdır. Sıbyan Mektebi: Caminin batısında yer alan sıbyan mektebi Fatih Sultan Mehmet ve Sultan II. Beyazıt devirlerinde yapılmış örneklere benzemektedir. Yazlık ve kışlık iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Üzeri aynalı tonozla örtülmüştür. Hamam: Caminin vakıfları arasında ismi geçen hamam Serâbad Mahallesi’nde 1940’lı yıllara kadar duruyordu. Vakfiyede sabah erkeklere, öğleden sonra kadınlara ayrıldığı yazılıdır. Bu bakımdan hamamın tek hamam olduğu öğrenilmektedir. Han: Evliya Çelebi’nin “Tahıl Pazarı Hanı” kurşunludur. Kale misali kırk kubbeli han-ı kebirdir, kim cümle Arap ve Acem bezirgânı anda meksederle. İsmine Hatuniyyi hanı derler” diyerek sözünü ettiği hanın bugünkü Kurşunlu Hanı olduğu sanılmaktadır. Bu han caminin güneyinden geçen yolun diğer tarafında kalmıştır. Vakfiyesinde de altta otuz altı, üstte otuz sekiz odası, avlusu, ortasında havuzu, büyük bir ahırı, müştemilatı bitişiğinde de yirmi bir dükkânı olduğu belirtilmiştir. Han 1643, 1677 ve1966 yıllarında onarılmıştır. Günümüzde öğrenci yurdu olarak kullanılmıştır.
  19. _asi_

    Sultan Camisi ve Külliyesi

    SULTAN CAMİSİ VE KÜLLİYESİ Manisa Sultan Camisi yapı topluluğunu Yavuz Sultan Selim’in eşi Ayşe Hafsa Sultan 1522 yılında yaptırmıştır. Bu külliyenin yapımı Manisa’nın gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Yavuz Sultan Selim zamanına kadar bu yer ağaçlık ve bahçelik idi. Buradaki ağaçlar ve sular Timurtaş Paşa oğlu Ali Bey vakfındandı. Hafsa Sultan bu külliyeyi yaptırmaya karar verince buradan bir bölüm satın alındı. Belgeler yapım çalışmalarının Hafsa Sultan’ın ölümünden sonra da devam ettiğini göstermektedir. Hafsa Sultan camiye cemaat toplamak üzere Ali Bey bahçesinden 20 evlik bir yeri ayırarak ev yapmak isteyenlere kiralama veya az bir para karşılığında satmayı vakfiyesinde şart koşmuştur. Sultan Hamamı1538’de, Bimarhane 1539’da yapılmıştır. Bu yüzden de Ali Bey mütevellisi ile Sultaniye mütevellisi arasında bir çok anlaşmazlık çıkmış ve konu padişah tarafından çözümlenmiştir. Yapı topluluğu cami, sıbyan mektebi, hankâh, imaret ve iki medreseden meydana gelmiştir. Sonraki yıllarda yapı topluluğuna darüşşifa ve çifte hamam eklenmiştir. Medreselerden Dış Medrese olarak isimlendirilen medrese yıkılmış ve günümüze gelememiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında hankâh ve imaret yanmış ve yıkılmıştır. Günümüzde bu yapıların yeri Sultan Parkı’na dönüştürülmüştür. Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşı’ndan sonra 1514’de Tebriz’e girmiş ve Osmanlı Ordusuna katılan Tebriz Türklerinden Acem Alisi’ni (Esir Ali) yanına almış ve Manisa’da yapılmasını düşündüğü külliyenin yapımı ile onu görevlendirmiştir. Külliyenin yapımı için hazırlıklara başlanıldığı sırada Yavuz Sultan Selim ölmüş ve Şehzade Süleyman annesi Hafsa Sultan’ı Manisa’da bırakarak İstanbul’a dönmüş, 1520’de Osmanlı tahtına Kanuni Sultan Süleyman olarak oturmuştur. Bu arada da Acem Ali (Esir Ali) Ser Mimarlığa getirilmiştir. Sultan Camisi minarelerinden halka atılan Mesir macunu ile hemen herkesin bildiği bir camidir. Caminin yapımına büyük olasılıkla 22 Mart 1521’de başlanılmıştır. Hafsa Sultan h.929 (1523) yılında vakfiyesini düzenletmiş ve yapı topluluğu 1523 yılı Ramazan ayında ibadete ve kullanıma açılmıştır. XVI. yüzyıl Klasik Osmanlı mimarisinin örneklerinden olan cami, kesme taş ve tuğladan yapılmış olup önünde beş bölümlü bir son cemaat yeri ile ibadet yeri merkezi kubbelidir. Yapı topluluğu geniş bir avlu ortasındadır. Avluya doğu, güney ve batı yönünden kemerli, kuzeyden ise kubbeli birer kapıdan girilmektedir. Ayrıca batı duvarında bir güneş saati ile hünkâr mahfeline giriş kapısı bulunmaktadır. Sultan Camisinin bir özelliği de Manisa’daki ezani saat ayarının buradaki muvakkithaneden yapılmış olmasıdır. Cami 16.yüzyıl Osmanlı mimarisinin ildeki en önemli örneklerindendir. Külliyenin ana binası olan cami, kesme taş ve tuğladan sade bir üslupla yapılmış, ortada bir büyük, yanlarda iki küçük kubbeyle örtülmüş, iki minareli bir camidir. Mermer minberi oyma ve kabartmalıdır. Ünlü Mesir Macunu’nun halka saçıldığı cami olması sebebiyle halk arasında Mesir Camii adıyla da anılmaktadır. Cami kare planlı kesme taş ve tuğladan, oldukça sade bir üslupta yapılmıştır. İbadet mekânının üzerini yüksek dikdörtgen bir kasnak üzerine yuvarlak kasnaklı bir kubbe örtmektedir. Önünde yuvarlak kemerlere birbirine bağlanmış altı sütunun oluşturduğu üzeri kubbeli beş bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Sütunları birbirine bağlayan kemerler beyaz ve kırmızıya yakın renklerde taşların alternatifli olarak sıralanmasından meydana gelmiştir. Son cemaat yerinin giriş kapısı üzerinde sülüs yazı ile iki satırlı bir mısra yazılmıştır: “Bu mekan âşıkların kıblesi oldu, her kim buraya eksik gelirse tamam olur.” Giriş kapısı üzerine de Arapça yazılı bir kitabe yerleştirilmiştir: Ümmü-üs-Sultan Süleyman-il mekin Kad benet Lillâhi beyt-es-sacidin Mamislühu kadcaeha tarihuhu Hüve Camiün e-ilmüttekin-il-hamidin. Bu kitabenin son tarih mısraı ebced hesabına göre h.929 (1522) yılını göstermektedir. İbadet mekânını örten kubbe iki yarım kubbe ile desteklenmiştir. Kubbenin sağ ve solundaki alçak çift kubbeler ortada birer sütunla duvarlara dayanmaktadır. Caminin sol tarafındaki ikinci kapı sultanlara ayrılmıştır. Mihrap mermerden olup stalâktitli olarak sona erer. Mermer minber üzerinde “Cuma namazı gibi hutbeyi de dinlemek farzdır” anlamına gelen bir yazı bulunmaktadır. İç mekân XVI. yüzyıl çinileri, kubbede kalem işleriyle bezenmiştir. Caminin iki yanındaki minareler kırmızı taştan kuşaklarla bölünmüş, taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Avlunun ortasında şadırvan bulunmaktadır. Ayrıca avluyu doğu yönünden itibaren dershane, medrese odaları, imaret, tabhane çevrelemektedir. İmaret ve Hankâh: İmaret ve Hankâh, caminin batısında bulunuyordu. Ayrıca imaretin mutfağı, odunluğu, helâları ve deposu bulunuyordu. Bunların hepsi yıkılmış ve günümüze gelememiştir. Hankâh ise on odalı idi. Burada yapılan bir yüzey araştırmasında her iki yapının da temel izleri ortaya çıkarılmıştır. Çifte Hamam: Caminin kuzey doğusunda geniş bir arsa üzerine Hafsa Sultan’ın hamamı yapılmıştır. Doğu-batı yönünde uzanan çifte hamam dikdörtgen planlı idi. Sultan Hamamı ismi verilen bbu çifte hamamın erkekler bölümü caminin bulunduğu meydana açılmaktadır. Giriş kapısı üzerine de, Şair Alaşehirli zadenin Arapça altı mısralık bir kitabesi yerleştirilmiştir: “Kerem sahibi yüce Sultan ve Hükümdar Süleyman Han’ın anası Allah toprağını hayır ve ihsan etsin nuriyyle nurlandırsın. Halk için geniş ve güzel yapılı bir hamam yaptı. Allah günler bitinceye kadar bunu şerefli oyarak baki kılsın. Buranın tam tarihini anlatmak için Alaşehirli oğlu şöyle dedi: Bu hamamların en güzelidir.” Bu kitabenin son mısra ebced hesabına göre H.946 tarihini göstermektedir. Buna göre de hamamın 1539 yılında tamamlandığı anlaşılmaktadır. Hamam yapılırken Hafsa Sultan ölmüştür. Hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden oluşmuştur. Soyunmalığı stalâktitli büyük bir kubbe örtmektedir. Kubbenin üzerinde bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Kubbe eteğindeki yedi pencere ile içerisi aydınlatılmıştır. Ilıklık yan yana iki kubbe ile örtülüdür. Bu kubbelerden birisinin stalâktitleri Osmanlı mimarisinin en güzel örnekleri arasındadır. Sıcaklık da yıldız şekilli pencerelerin üzerinde bulunduğu büyük bir kubbe ile örtülüdür. Ortadaki göbek taşının çevresinde 12 kurna sırlanmıştır. Hamamın kuzeyindeki kadınlar bölümü erkekler bölümünün eşidir. Darüşşifa: Darüşşifa, Sultan hamamının batısında, toprak seviyesinin biraz altında bulunuyordu. Kapısı da günümüze gelemeyen imaret ve hankâhın olduğu yere açılıyordu. Orta avlu etrafında sıralanmış kare planlı bir yapıdır. Batısında üç, doğusunda iki, kuzeyde de eyvanların yanında ikişer kare planlı odası bulunuyordu. Bu odaların içerisinde ocaklara da yer verilmiştir. Ayrıca giriş köşelerine de dikdörtgen planlı iki oda daha yerleştirilmiştir. Uzun süre harap olan darüşşifa l950’lili yıllarda onarılmıştır. Kareye yakın dikdörtgen planlı olup kubbeli avlusunun ortasında şadırvanı vardır. Kapısı üzerine de mermer bir kitabe yerleştirilmiştir; Bu dart Mader-i Sultan Süleyman Bina etti ki bâisi fahrr-ul-kuzat ol Emenatdar-ı Ehl-i Mekremettir Süal olunsa itmam-ı binası De tarihi mekam-ı âfiyettir. Bu kitabe ebced hesabına göre H.945 (1538) tarihini göstermektedir.Günümüzde Darüşşifa, Sağlık Bakanlığı yönetimindedir. Hafsa Sultan İstanbul'da ölmüş ve türbesi İstanbul Sultan Selim semtinde, öldükten altı yıl sonra Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır
  20. _asi_

    Ulu Cami ve Külliyesi

    ULU CAMİ VE KÜLLİYESİ Manisa’nın güneyinde Sandıkkale Tepesi yamacında, şehre hakim bir konumda bulunan Ulu Cami Saruhanoğullarından Fahreddin İlyas Bey tarafından 1366’da yaptırılmıştır. Caminin bulunduğu yerde daha önce yapılmış bir Bizans kilisesi bulunuyordu. Caminin yapımında bu kiliseye ait mimari parçalar kullanılmıştır. Yapı topluluğu cami, medrese, türbe ve sıbyan mektebinden meydana gelmiştir. Manisa Ulu Camisi Osmanlı sanatında revaklı avlu kısmı küçülmüş olarak yeniden ortaya çıkmıştır. Burada küçülmüş halde yeniden ortaya çıkan revaklı avlu cami ile hemen bir planın iki yarısı konumundadır. Antik çağlara ait yapılardan toplanan mermer blokların yanı sıra kaba yontma taş ve tuğlalardan yapılan cami iki ana bölümden meydana gelmiştir. Caminin önünde 17.ooX30.00 m. ölçüsünde bir iç avlu ile15.50x30.00 m. ölçüsünde kapalı, bir bölüm bulunmaktadır. Avluda üzeri açık bırakılan bölüm, kapalı olan kısımda kubbe ile örtülmüştür. Kuzey yönünde merdivenle çıkılan ve oldukça sade kesme taştan bir portal bulunmaktadır. Bu giriş taş kemerlidir ve iki yanında da mihrapçık bulunmaktadır. Girişin üzeri yarım kubbe ile örtülmüştür. Bunun üzerinde tek satırlı bir kuşak halinde kitabe nişin batı duvarından başlayarak iç avluya açılan basık kemerli giriş kapısı üzerinde de devam etmektedir. Kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Bağışlayıcı ve esirgeyici Allah adına mescitleri ibadet yeri kılan Allaha hâmd ve yaratılanların en hayırlısı olan Muhammed Peygambere salât ve selâm olsun. Hâlen ayakta duran bu güzel mabedin, camii şerifin ve yüce kapının yapılmasına emir veren ve tamamlanması için gayretle çalışan büyük Sultan. Ümmetinin kullarına sahip, ikinci İskender olarak anılan, asilerle uğraşan, kâfirleri kahreyleyen, Allah yolunda savaşan, muzaffer, mansur, mağfiret sahibi, Allahın lütfüyle güçlü Sultanoğlu Sultan, Saruhanoğlu, İlyasoğlu Ulu Sultan İshak Çelebi, Allah devletini daim etsin. Sene yedi yüz altmış sekiz h.768 (1368)”. Caminin iç avlusu yüksek sivri kemerlerin meydana getirdiği revaklar kuzeyde tek sıra, doğu ve batıda çift sıra halindedir. Buradan kapalı bölüme geçilen avlunun güneyinde ise revak bulunmamaktadır. Bu avlunun doğusunda, yandaki sokağa açılan ve batısındaki medreseye geçişi sağlayan birer kapı daha bulunmaktadır. Bunlardan doğu kapısı nişinin üzeri sivri tonoz ile örtülmüştür. Bu kapı üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Giriş kapısı üzerine iki pencere açılmıştır. Avlunun ortasında ise üzeri açık sekiz kenarlı bir mermer şadırvana yer verilmiştir. Revaklar tuğla döşemeli olup avlu ile kapı geçitleri zeminden 50 cm. daha yüksektir. Revaklar pandantifli kubbelerle örtülmüştür. Buradaki sütunlar üzerinde Bizans ve Roma dönemine ait sütun başlıklarının yanı sıra Türk başlıkları da birlikte kullanılmıştır. Girişin batsında içeriden çatıya çıkan taş bir merdivene yer verilmiştir. Bu nedenle de caminin kuzey cephesinin batısındaki dışarıya çıkıntılı minareye çıkışta bu merdivenden yararlanılmaktadır. Minarenin kapısı çatı üzerinde olup gövdesi yeşil, mavi ve sarı renkte tuğlalarla bezenmiştir. İç avlunun güneydeki cephe duvarının önündeki kısım revak döşemesinden daha yüksektedir. Bu cephenin ortasındaki kemerli bir kapıdan caminin ibadet mekânına geçilmektedir. Bu cephede üç kapı vardır ve bunarın iki yanına birer pencere yerleştirilmiştir. Caminin kapalı bölümü büyük bir kubbenin örttüğü mihrap önündeki sahın ile onun iki yanındaki sahın ile iki tarafındaki ikişer sıra yan ve arka sahından meydana gelmiştir. Mihrap duvarına paralel yedi bölümlü ve dört neften meydana gelen camide mihrap duvarına bitişik iki sütun ve altı payenin oluşturduğu sekizgen planın üzerine kemerlerle oturan 10.80 m. çapında pandantifli mihrap önü kubbesi bulunmakta olup, bu bölüm diğer nefleri kesmektedir. Kapalı kısmın sahınları yuvarlak sütunlar ve sivri kemerlerin taşıdığı basık kubbelerle üzerleri örtülmüştür. İbadet mekânı kuzey cephesindeki pencerelerin yanı sıra doğudaki altlı üstlü altı pencere ile aydınlatılmıştır. Caminin minberi kündekâri tekniğinde yapılmış olup devrinin en güzel örneklerindendir. Günümüzde Manisa Müzesi’nde bulunan minber kapısı üzerinde de bir kitabe bulunmaktadır: “Ümmetin kullarına malik Ulu Sultan İlyas oğlu İshak Çelebi Nasri aziz olsun, bu mübarek minberin yapımını emretti. Sene yedi yüz yetmiş sekiz .(1376)” Bunun altında da “Bunu yazan nakşeden, resimlerini yapan Yusuf oğlu Fatih, imal eden de el dikki oğlu Hacı Mehmet” yazılıdır. Medrese (Fethiye Medresesi): Ulu Caminin yapımından on yıl sonra, 1378’de batı yönüne bitişik olarak medrese yapılmıştır. Kitabesinden öğrenildiğine göre medresenin mimarı Emet bin Osman’dır. Mehmet bin Abdülaziz ve Nakşî Yusuf isimli nakkaşlar da medresenin bezemesini yapmışlardır. Caminin iç avlusunun batı kapısından girilen medresenin ana girişi kuzey cephesindedir. Buradaki oldukça sade giriş kapısının önünde sivri taş kemerli bölüm tonoz ile örtülmüştür. Kapı üstündeki pencerenin yukarısında da bir kuşak halında medrese kitabesi yerleştirilmiştir. Kitabe: “Gazi ve mücahitlerin yardımcısı yüce Sultan Saruhan oğlu İlyasoğlu İshak Han Allah mülkünü daim etsin. Yedi yüz seksen senesinde bu mübarek medresenin inşasını emretti.(1378)”. Buradaki pencerenin altında ikinci bir kitabe daha bulunmaktadır: “Gani olan Allahın rahmetine muhtaç Osman oğlu yoksul Emet bu binayı yaptı. Allah her ikisini de affetsin.” Medresenin kuzey cephesindeki giriş kapısının iki tarafında sivri kemerli iki çeşme nişine yer verilmiştir. Bu nişlerin üzerinde de medresenin ikinci katının pencereleri sıralanmıştır. Giriş kapısından tonoz örtülü kapalı bir bölüm ile üzeri açık medrese bölümlerine geçilmektedir. Bu medresede diğer medreselerde olduğu gibi avluyu çevreleyen revaklar bulunmamaktadır. Avlunun kuzey ve batısında iki kat halinde tonoz örtülü küçük odalar sıralanmıştır. Alt katta odalara girilen bir koridor bulunmaktadır. Üst katta da odalar dış duvar tarafındaki koridordan geçilmektedir. Avlunun güneyinde ortada bir eyvana yer verilmiştir. Bunun yanında ise tonoz örtülü kapalı dershane bulunmaktadır. İshak Çelebi Türbesi: Ulu Cami medresesinin doğusunda, cami duvarına bitişik olan bölüme sonradan İshak Çelebi’nin türbesi yapılmıştır. Bugün cami ile medrese arasındaki geçişin güneyindeki bir kapıdan türbeye girilmektedir. Türbe giriş kapısı biraz yüksek olup iki yanında kırmızı somaki mermerden iki sütun bulunmaktadır. Türbenin sert ağaçtan kapısı üzerinde cennete girenlere söylenen sözü belirten bir ayet yazılıdır: “Selâm üzerinize olsun. Ne iyisiniz buraya daimi olarak girin” Türbe kare planlı olup üzeri köşe pandantiflerinin taşıdığı bir kubbe ile örtülüdür. İçerisi batıya yönelik iki alt ve bir üst pencere ile aydınlatılmıştır. Caminin duvarı ile iki penceresi türbenin doğu yönünde olduğu gibi kullanılmıştır. Türbede İshak Çelebi’nin sandukası yanında kime ait oldukları bilinmeyen üç küçük sanduka daha bulunmaktadır. Sıbyan Mektebi: Ulu Cami vakfiyesinde ismi geçen sıbyan mektebi günümüze gelememiştir. Sıbyan mektebinin caminin karşısında olduğu bilinmektedir. Yapı tek kubbeli olup, bir süre ilkokul olarak kullanılmış ve sonra da zamanla harap olmuş ve yıktırılmıştır. Ulu Cami’nin restorasyonu Vakıflar Genel Müdürlüğü mimarlarından Y.Mimar Süreyya Yücel tarafından 1955-1956 yıllarında yapılmıştır.
  21. _asi_

    Manisa Mevlevihanesi

    MANİSA MEVLEVİHANESİ Manisa, Yukarı Tabakhane Mahallesi’nde, Milli Park içerisinde, Spil Dağı eteklerinde bulunan Mevlevihane, kitabesinden öğrenildiğine göre; Saruhan Bey’in torunu İshak Çelebi tarafından 1368-1369 yıllarında yaptırılmıştır. Mevlevihane, İshak Çelebi’nin 1366-1379 yıllarında yaptırdığı Ulu Cami Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturmuştur. Bununla beraber Mevlevihane külliyenin biraz uzağında bulunmaktadır. Mevlevihane külliyenin mimarı Emetullahoğlu’nun eseridir. Manisa’da Mevlevi kültürünün yerleşmesi sonucunda, Şer’i sicillerden öğrenildiğine göre Osmanlı döneminde de Mevlevihane işlevini sürdürmüş,1664, l665,1681 ve1694 yıllarında onarılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra dergâhların kapatılmasını içeren yasa ile de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mülkiyetine geçmiştir. Mevlevihane l960-1961 yılında Y. Mimar Süreyya Yücel tarafından, ardından 1982’de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, bir kez daha restore edilmişse de yapı tam olarak korunamamıştır. Bundan sonra Manisa Yöresi Türk Tarih ve Kültürünü Uygulama Merkezi’ne devredilen yapı 1999-2001 yılında yeniden restore ve dekore edilerek ziyarete açılmıştır. Mevlevihane’nin restorasyonunu Celal Bayar Üniversitesi yapmıştır. İshak Çelebi’nin yaptırmış olduğu Ulu Cami’nin vakfiyesinde “Ceddim Hazreti Mevla’na” sözcüğünü kullanmış, ayrıca Mevlevi olduğundan ötürü de Konya Dergâhı tarafından kendisine Çelebilik unvanı verilmiştir. Vakfiyede Mevleviliği Batı Anadolu’da yaymak ve yaşatmak amacıyla bu Mevlevihane’nin yapıldığı da belirtilmiştir. Evliya Çelebi Mevlevihane’den söz etmiştir: “ Ve şehrin şark tarafında bir mürtefi mesiregah, bir de astanei Hazreti Mevlana vardır. Acayip teferrücgâh Mevlevihanedir. Bimahanesi ve müteaddid fukara hücreleriile mamurdur. Zamanı kadimde kinisa imiş amma abı havası lâtif bağ irem misal bir kânı dervişane yeridir. Cümle şehir andan nümayandır. Ve kapusu üzre tarikânı dervişane yeridir. Cümle şehir andan nümayandır. Ve kapusu üzere tarihi budur.” Evliya Çelebi’den öğrenildiğine göre; Mevlevihane’nin olduğu yerde daha önce bir Bizans kilisesi bulunuyormuş. Mevlevihane 1870 yılına kadar işlevini sürdürmüştür. Bu tarihte Manisa’ya Konya’dan Çelebi olarak gönderilen Nakibzade Çelebi Mustafa Efendi Ali Bey Camisinin yanına yeni bir Mevlevihane yapılmıştır. Bu Mevlevihane avlu etrafında semahane, türbe, matbah-ı şerif, hücreler ile harem ve selamlıktan meydana gelmiştir. Mustafa Efendi’nin ölümünden sonra Fahrettin Efendi postnişin olarak gönderilmişse de Konya çelebinin ölümü üzerine kısa bir süre sonra Konya’ya dönmüştür. Bunun üzerine boş kalan Manisa Mevlevihanesi’ne Halim Çelebi gönderilmiştir. Halim Çelebi 1900 yılına kadar Manisa’da kalmış, onun da Konya’ya post makamına gitmesi ile yerine kardeşi Murtaza Efendi gelmiştir. Celalettin Çelebi dergâhların kapatıldığı 1924 tarihine kadar bu görevde kalmıştır. Dergâhların kapatılması üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü 1933’de Ali Bey Camisi yanındaki Mevlevihane’yi 100.000 TL’ ya satmıştır. Mevlevihane’yi alan kişi de Melevihane’nin matbah-ı şerif dışında kalan kısımlarını yıktırmıştır. Arta kalan kalıntıları da 2000 yılında Manisa Belediyesi yıkarak burasını bir park haline getirmiştir. Manisa Mevlevihanesi küçük bir tepe üzerine kesme ve moloz taş ile yer yer de yatay tuğlalardan yararlanılarak dikdörtgen planlı, 27.60x20.25 m. ölçüsünde yapılmıştır. Yapının köşelerinde kesme taşa, kemer ve tonozlarda tuğlaya, ana duvarlarda ise yığma moloz taş ile tuğlaya yer verilmiştir. Pencerelerin lento ve sövelerinde kesme taş kullanılmıştır. Mevlevihane’nin doğu ve güney cepheleri şehre bakmaktadır. Güneybatıdan Mevlevihane’ye yönelen yol yapının önce güney, sonra da batı cephelerini dolaştıktan sonra kuzeydeki giriş kapısına gelmektedir. Buradaki cephe duvarı oldukça yüksek olup yapıyı ana bina ve sundurma olarak ikiye bölmektedir. Böylece yapı daha kütlevi bir görünüm kazanmıştır. Buradaki dışa açılan pencereler dikdörtgen ve sivri kemerlidir. Doğu ve batı cepheleri birbirlerine benzemektedir. Kuzeydeki giriş cephesinde kare kesitli dört direk ve doğu ile batı duvarları üzerinde 5.50x20.25 m. ölçüsünde bir sundurma bulunmaktadır. Adeta bir portali andıran giriş bir niş görünümündedir. Kapının üzerinde ve yanlarında fil gözü pencereler açılmıştır. Dikdörtgen planlı Mevlevihane’nin semahanesi-mescidi, mutrıp yeri, altı derviş hücresi, harem ve selamlığı, matbahı, kileri bulunuyordu. Mevlevihane’nin üzeri toprak damla örtülmüştür. Mevlevihane’nin alt katı kapalı avlulu bir medrese planına benzemektedir. Burada üzeri kubbeli kapalı bir orta avlu, köşelerde dört eyvanlı simetrik haçvari bir plan uygulanmıştır. Kapıdan çapraz tonoz örtülü küçük bir giriş holü bulunmaktadır. Bu holün batı ve doğusunda birer oda bulunmaktadır. Buradaki güney odası mescit olarak kullanılmıştır. Sivri kemer alınlıklı eyvanların üzeri beşik tonozlarla örtülü olup sivri kemerler üzerini orta avlunun kubbesi örtmektedir. Aynı zamanda semahane olarak kullanılan orta avlu 7.20x7.20 m. ölçüsünde kare planlıdır. Bu avlunun etrafı yerden 0.50.m yüksekliğinde bir setle çevrilmiştir. Mescit 6.00x7.90 m. ölçüsünde olup iki sıra pencerelerle içerisi aydınlatılmıştır. Mescidin iki yanında birbirlerine simetrik köşe odaları yerleştirilmiştir. Mevlevihane’nin ikinci katı güneye doğru açık “U” eklindedir. Bu bölüm alt kattaki orta avlu, köşe odaları ve derviş hücrelerinin üzerinde bulunuyordu. Mevlevihane’nin içerisinde ve dışında bezeme elemanına rastlanmamıştır. Bununla beraber 1693 tarihli şer’i sicil kayıtlarında nakkaşa para ödendiği yazılıdır. Buna dayanılarak o dönemde iç mekânın bezeli olduğu anlaşılmaktadır.
  22. _asi_

    Manisa Kaleleri

    KALELER MANİSA KALESİ Manisa’nın 3 km. güneyinde Spil Dağı’nın kuzey yamaçlarında, şehre hakim olan 350 m. yüksekliğindeki Sandık Tepe’de bulunan Manisa Kalesi’nin ilk yapım tarihi bilinmemektedir. Bu konuda bir kitabe ve kaynaklarda da yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bununla beraber kalenin şehri kuran Magnetler tarafından kurulduğu iddia edilmektedir. Ayrıca Makedonya Kralı İskender’in burada bazı malzemelerini ve eşyalarını koruduğu da ileri sürülmüştür. Ancak, bu iddialar kesinlik kazanamamıştır. Günümüze kalıntıları gelen kalenin Bizans döneminde, Bizans İmparatoru III.J.Ducas tarafından 1222 yılında yaptırdığı bilinmektedir. Bizans döneminde yapılan bu kaleyi Saruhanoğulları ve Osmanlılar da kullanmış, zaman zaman da onarmışlardır. Manisa Kalesi iç ve dış kale olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. İç Kale 1.700 m. uzunluğunda olup, kuzeyinde 13 burcu vardı. Dış kalenin ise duvarları oldukça geniş bir alanı kaplıyor ve uzunluğu 4.5 km.yi buluyordu. Kale duvarları şehre hakim bir konumda katlar halinde idi. Ayrıca kalenin kuzey yönden şehre açılan demir bir kapısı bulunuyordu. Yapımında kesme, moloz taşların yanı sıra antik parçalar da kullanılmıştır. Osmanlı döneminde Fatih Sultan Mehmet kale içerisine cami, iki su sarnıcı, 30’a yakın ev ve depolar yaptırmıştır. Günümüze bu kaleden yalnızca duvar kalıntıları gelebilmiştir. YOĞURTÇU KALE (Merkez) Manisa il merkezi Muradiye Beldesi, Uzunburun Köyü’nde bulunan kaleye halk tarafından Yoğurtçu Kalesi ismi yakıştırılmıştır. Bu ismin verilmesinin nedeni bilinmemektedir. Kale, son Bizans döneminde, XIII.yüzyılda karakol kalesi niteliğinde, stratejik bir noktaya yapılmıştır. Kesme taş ve moloz taştan yapılan kalenin planını çıkarmak mümkün olamamıştır. Günümüze çok az sur duvarları ile bir burç parçası gelebilmiştir. Buna dayanılarak da kalenin kareye yakın planda olduğu sanılmaktadır.
  23. _asi_

    Manisa Sarayı (Saray-ı Amire)

    Manisa Sarayı (Saray-ı Amire) Manisa’da Saruhan Beyliği’nin kurucusu Saruhan Bey 1313 yılında kenti ele geçirdikten sonra burasını beyliğin başkenti yapmıştır. Bu durum Yıldırım Beyazıt’ın Manisa’yı 1390 yılında Osmanlı topraklarına katmasına kadar devam etmiştir. Yıldırım Beyazıt’ın Ankara Savaşı’nda (1402) Timur’a yenilmesinden sonra Saruhan Beyliği diğer beylikler gibi bağımsızlığını bir süre daha devam ettirmiş ve Çelebi Sultan Mehmet tarafından 1410’da ikinci kez Osmanlı topraklarına katılmıştır. Saruhan Beyliği ve Osmanlı döneminde Manisa önemli bir merkez olmuştur. Şehirde birçok eserler yapılmış ve bunların başında da Manisa Sarayı (Saray-ı Amire) gelmiştir. Günümüze gelemeyen Manisa Sarayı oldukça geniş bir alana yayılmıştı. Bugünkü konumu ile Hatuniye Külliyesi’nin bulunduğu yerden başlayarak istasyona, Atatürk Bulvarı’na ve batıda da Cumhuriyet Caddesi’nin bulunduğu 56 dönümlük bir alan içerisinde bulunuyordu. Çağatay Uluçay’dan öğrenildiğine göre; sarayın bulunduğu alanda Saruhan Beyi’ne ait köşk, çevresinde dört bölümlü odalar, üç hamam ve dört dönümlük bir bölümü kaplayan Saraçlar Odası, beş dönümlük Yeniçeriler Odası, sekiz dönümlük bahçeler ve ahırlar ile saraydaki görevlilerin yaşadıkları yerler vardı. Osmanlı döneminde Sultan II. Murat’ın yeniden yaptırdığı, Fatih Sultan Mehmet’in genişlettiği bu sarayın 1445 yılında da en geniş konumuna ulaştığı kaynaklardan öğrenilmektedir. Kâtip Çelebi’nin Cihannüması’nda bu saray ile ilgili bilgiler bulunmaktadır: “…ve Saray-ı Şehzadegân şark ve şimal canibinde haid şimal saray ki kapıları ol canibedir. Önü vasi meydandır. Kuzey-doğu tarafından duvarlarla çevrili şehzadeler sarayı vardır ki bu sarayın kapıları kuzey tarafında olup, ön tarafı geniş bir meydandır”. Evliya Çelebi de 1671-1672 yıllarında geldiği Manisa’da, bu saraydan söz etmektedir: ”Şehrin aşağı şimal canibinde sahray-ı lâlezarda vaki olmuştur. Canibi erbaası kal’e gibi tuğladan mebni car köşe bir binayı metindir. Ve canibi garba nazır bir tahta kapusu vardır. Dairenmedar cürmü 3.300 adımdır. Ve asıtane tarafından bostancıbaşı ve 200 sarı külahlı bostancıları vardır. Daima bu bağı iremi tımar idüp anda olan selef mülüklerin halice ve havayice ve altın ve gümüş makulesi envai ve simüzer hüleleri ve fıskiye ve kadehleri ve gayri emanetlerin kurşunların ve mutâlla âlemlerin göz edüp bu bağ irem zatı tamir ve temrinle mukayyet olurlar ve mâhsulâtın bedel mesarif Asıtanede terkecibaşıya irsal cizyedendir. Bu cavzaı ve hadikai bağı cinan ile hıyaban yeridir. Kim adam maksurelerinde meka ettikte şukufesinin rayihai tayyibesinden alemin dimağı muattar olur. Ve cenabı bari ruyı arzda sun’un isar için ne kadar kere yüz bin elvan nebatı kiyahat es haratı hoş bu halketmiş ise de cümlesi bu gaytanı iremzatta mevcuttur. Ve selef ukalaların bu bağı sadrenci naksi terhedüp alettertip cırpı ile yüz bin şeceratı müsbiratı ve gayrı dirahtı çınarları ve kavak ve servi ve bıdı ve sernigünları ve gûnagûn şererei Tayyibeleri diküp saf saf alettertip dizülüp duru. Böyle bir sayedar ve koyah hıyaban hadikai sultandır”. Nusret Köklü bu sarayla ilgili bilgiler vermektedir: “Şehrin kuzey tarafındaki düzlükte, lâle bahçelerindendir. Dört bir tarafı tuğladan yapılmış, dört köşeli kale gibi sağlam bir yapıdır. Batı tarafına bakan bir tahta kapısı vardır. Çepeçevre cürmü 3.000 adımdır. İstanbul’dan gönderilen bostancıbaşı ve 200 sarı külahlı bostancılar bu bahçeyi daima tımar ederler. Ayrıca burada oturan eski padişahların ihtiyaçları için kullanılan altın, gümüş takımlar ve altın gümüş kaplamalı çeşme, fıskiye ve kadehler de onların idaresi altındadır. Bütün kaleleri, binaları, kurşunları ve yaldızlı alemleri gözeterek bu cennet bahçenin tamir ve onarımı ile de alakadar olurlar. Mahsullerden elde edilen kazancı İstanbul’da terekecibaşıya gönderirler. Senevi 700 akçe mahsulünden hâsıl olur. Neferlerin vazifeleri bunları toplamaktır. Duvarlarla çevrili bu bahçe öyle ağaçlarla dolu bir yerdir ki çiçeklerin güzel kokuları burada oturan insanların iliklerine siner. Dünyayı yaratan Allah’ın kudretini göstermesi için var ettiği yüz bin çeşitten fazla çiçekli bitkilerin hepsi de bu cennete eş olarak yapılan bahçede mevcuttur. Evvelce burada hizmet gören meraklılar bu bahçeyi tarhlarla süsleyip yüz binlerce çeşit çubuk ve meyve fidanını ayrıca çınar, kavak, servi ve salkım söğüt ağaçlarını ve renk renk kokulu çiçek fidanlarını sıra sıra dikip yetiştirmişlerdir. Burası işte böyle bol ağaçlıklı, gölgelik ve duvarlarla bahçeler sultanıdır ki ne kadar methetsek sözlerimiz yine eksik kalır”. Toprkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan Şemailnâme-i Ali Osman’da yer alan Manisa minyatürü bu sarayın XVIII.yüzyıldaki durumunu göstermektedir. Buna dayanılarak da sarayın ortada büyük bir kapısı bulunan revaklardan avlusuna girildiği görülmektedir. Birinci avlıda üç kuleli bir köşk ve avlunun sağ tarafında üstü tonoz, kapısı kemerli ve önünde küçük bir bahçesi olan bir köşk görülmektedir. Sarayın giriş kapısı karşısında on altı köşeli, kubbeli bir yapı görülmektedir. Buradan sarayın diğer bölümlerine geçilmektedir. Soldaki avluda ise, sokak ile bağlantılı yüksek duvarlı bir yapı vardır. Sokak yönündeki kapının üzerinde küçük bir kasır olduğu da bu minyatürden anlaşılmaktadır. Manisa Sarayı’nın görkemli yaşantısı Sultan III.Mehmet ile birlikte son bulmuştur. Bu dönemde şehzadelerin İstanbul dışında yaşamaları yasaklanınca da Manisa Sarayı özelliğini yitirmiştir. Bundan sonra saray harap olmaya başlamıştır. Zaman zaman yapılan küçük tamirlerle ayakta tutulmaya çalışılmış ve son onarımını Mutasarrıf Galip Paşa 1901 yılında yaptırmıştır. Bu arada Sultan II.Abdülhamit de Anadolu’daki diğer vilayetlere gönderdiği saatlerden birisini de Manisa Sarayı’nın köşk kulesine koydurmuştur. Kurtuluş Savaşı sırasında sarayın ahşap kısımları tamamen yanmış, yalnızca kâgir kısımları ayakta kalmıştır. Cumhuriyet döneminde sarayın eski haline getirilmesi için çalışılmış ancak, başarılı olunamamıştır. Halkevi binası bu sarayın temelleri üzerine yapılmıştır. Günümüzde Manisa’da bu sarayla ilgili hiçbir iz kalmamıştır.
  24. _asi_

    Manisa İmaretleri

    İMARETLER SULTAN CAMİSİ İMARETİ (Merkez) Manisa Sultan Camisi yapı topluluğu imaret, sıbyan mektebi, hankah ve iki medreseden meydana gelmiştir. Yapı topluluğunu Yavuz Sultan Selim’in eşi Ayşe Hafsa Sultan 1522 yılında yaptırmıştır. İmaret, caminin batısında bulunuyordu. Kesme taş ve tuğladan yapılmış olan imaret dikdörtgen planlı idi. İmaretin yemek yenilecek bir mekânı, odunluğu, mutfağı helâları ve su deposu bulunuyordu. Bu yapı topluluğunun yanında bir de hankâh bulunuyordu. Her iki yapıda yıkılmış, günümüze gelememiştir. Yakın tarihlerde burada yapılan yüzey araştırması ve temel kazısında imaretin ve hankahın temel kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. MURADİYE İMARETİ (Merkez) Manisa Saruhan Mahallesi’ndeki Muradiye Külliyesi, şehre hâkim Spil Dağı eteklerinde yapılmıştır. Yapı topluluğu cami, medrese, imaret, dükkanlar ve XIX.yüzyılda bunlara eklenen bir kütüphaneden meydana gelmiştir. Muradiye Külliyesi Sultan III.Murat (1546-1595) tarafından 1583-1585 yılları arasında yapılmıştır. Yapı topluluğunun doğusunda bulunan imaretin yapımı ise 1585 yılında tamamlanmıştır. İmaretin planı yanındaki medreseye benzemektedir. Yapı 45.50x37.20 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. İmaretin ortasında kare bir avlu ve bunun dört yanını revaklar çevirmektedir. Revakları taşıyan sütunlar baklava başlıklı ve ince narin görünümlüdür. Revakların arkasında avluyu “U” şeklinde çeviren mutfaklar, yemekhane ve depolar sıralanmıştır. Bunların üzerleri de tuğladan, aydınlık fenerli sekizgen kasnaklı kubbelerle örtülmüştür. İmaretin kuzey cephesine ve yapıya bitişik olarak basık tuğla tonozlu on bir dükkân eklenmiştir. Bunlardan sekiz tanesi imaretin kuzey duvarına bitişik olup üç tanesi de medrese ile imaret arasında kalan avlunun önünde sıralanmıştır. Günümüzde imaretin bir bölümü medrese ile birlikte Manisa Müzesi’nin arkeoloji bölümü olarak kullanılmaktadır.
  25. _asi_

    Manisa Hamamları

    MANİSA HAMAMLARI HAFSA SULTAN HAMAMI (Merkez) Manisa, İzmir caddesinde, Muradiye Külliyesi’nin karşısında, Yavuz Sultan Selim’in eşi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Ayşe Hafsa tarafından 1522 yılında yaptırılmış olan Sultan Camisi’nin bir bölümünü çifte hamam oluşturmaktadır. Hamam külliyenin yapımından sonra 1539 yılında yapılmıştır. Sultan Camisi’nin kuzey doğusundaki geniş bir arsa üzerinde yer alan hamam, doğu-batı doğrultusunda uzanan çifte hamam dikdörtgen planlıdır. Sultan Hamamı ismi verilen hamamın erkekler bölümünün kapısı caminin bulunduğu meydana açılmaktadır. Giriş kapısı üzerine Şair Alaşehirlizadenin Arapça altı mısralık bir kitabe yerleştirilmiştir: “Kerem sahibi yüce Sultan ve Hükümdar Süleyman Han’ın anası Allah toprağını hayır ve ihsan etsin, nuriyle nurlandırsın. Halk için geniş ve güzel yapılı bir hamam yaptı. Allah günler bitinceye kadar bunu şerefli oyarak baki kılsın. Buranın tam tarihini anlatmak için Alaşehirli oğlu şöyle dedi: Bu hamamların en güzelidir.” Bu kitabenin son mısrası ebcet hesabına göre h.946 tarihini göstermektedir. Buna göre de hamamın 1539 yılında tamamlandığı anlaşılmaktadır. Hamam yapılırken Hafsa Sultan İstanbul’da ölmüştür. Hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden oluşmuştur. Soyunmalığı stalâktitli büyük bir kubbe örtmektedir. Kubbenin üzerinde bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Kubbe eteğindeki yedi pencere ile içerisi aydınlatılmıştır. Ilıklık yan yana iki kubbe ile örtülüdür. Bu kubbelerden birisinin stalâktitleri Osmanlı mimarisinin en güzel örnekleri arasındadır. Sıcaklık da yıldız şekilli pencerelerin üzerinde bulunduğu büyük bir kubbe ile örtülüdür. Ortadaki göbek taşının çevresinde 12 kurna sırlanmıştır. Hamamın kuzeyindeki kadınlar bölümü erkekler bölümünün eşidir. GÜLGÜN Hatun (Dere) HAMAMI (Merkez) Manisa Çaybaşı’ndaki Gülgûn Hatun Hamamı Saruhanoğullarının önemli yapılarından birisidir. Yapıldığı dönemde Anadolu hamamları arasında en büyük hamam olarak nitelendirilmiştir. Manisa Şer’i Mahkeme kayıtlarında ve diğer yazılı kaynaklarda hamamın Saruhanoğlu’nun eşi Gulgûn Hatun tarafından yaptırıldığı öğrenilmektedir. Bunu belirten bir yazılı kaynakta : “Nişan-ı şerifi alişan hükmü odur ki; Manisa’da merhume Gülgûn Hatun kendi ruhuna Kur’an-ı Kerim okunması için vakfeylediği Dere Hamamını ve diğer evkafının...” hamamın Gülgûn Hatun tarafından yaptırıldığı belirtilmiştir. Hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık dönümlerinden meydana gelmişti. Kesme taş, moloz taş ve tuğladan yapılan hamamın üzeri tuğla kubbelerle örtülmüştü. Dikdörtgen planlı hamam soyunmalık bölümüne yanındaki dere yönünden giriliyordu. Soyunmalı kare planlı olup üzeri kubbe ile örtülmüştür. Tonoz örtülü ılıklığın ortasında bir göbek taşı yerleştirilmiştir. Hamamın güneyindeki sıcaklık bölümü haçvari planlı idi ve dört köşesine de halvet hücreleri yerleştirilmiştir. Yapımından sonraki devirlerde harap olan bu hamam ile ilgilenilmemiş ve kendi yazgısına bırakılmıştır. ÇUKUR HAMAM (Merkez) Manisa Ulu Cami yanında, Ulutepe Caddesi’nin yanında bulunan bu hamam, güneyden geçen yoldan ötürü çukurda kalmış ve bu nedenle de Çukur Hamam ismi ile tanınmıştır. Hamamın günümüze gelen bir kitabesi olmamasına karşılık Şer’i Mahkeme Sicillerinde yapımıyla ilgili bazı bilgiler bulunmaktadır: “Merhum Saruhanoğlu İshak Çelebi’nin Manisa şehrinde yaptırdığı camii şerif ve Mevlevihane’nin mütevellisi olan Şeyh Ali Efendi Şer’i toplantıda sözlü olarak, Mütevellisi olduğum adı geçen vakıftan olup bahsedilen caminin yanında çukur hamam denmekle bilinen tekli hamamın kubbeleri ve külhan, duvar ve camları ile bazı kısımları geçen günlerin tesiri ile yıkılmaya yüz tutmuş olup büyük bir ihtiyaçla tamir ve onarılmaya muhtaçtır. Mahkemenizden yerinde keşfinin yaptırılarak ne miktar para ile tamir olunabileceği hususunda tespit edilerek yazılması kabulümdür... Rebiülevvel 1075 (1664)” Çukur Hamam kaba yontma taş ve aralarına sıralar halinde tuğlaların yerleştirildiği bir duvar örgüsü ile işlenmiştir. Hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Batı yönünden girilen soyunmalık kare planlı 7.20x7.20 m. ölçüsünde olup üzeri kubbe ile örtülmüştür. Bu bölümün duvarlar oldukça kalın olup l.00 m. genişliğindedir. Ortasında da fıskiyeli bir şadırvan vardır. Kuzeydeki bir kapıdan ılıklığa geçilmektedir. Bu bölüm 5.20x5.20 m. ölçüsünde olup üzeri kubbelidir. Duvarların çevresine sedirler sıralanmıştır. Sıcaklık dört köşesine 2.85x2.85 m. ölçüsünde kubbeli özel mekânlar yerleştirilmiştir. Sıcaklık eyvanlı olup kuzeydeki bir bölüm alçak bir duvarla bölünmüş ve batak denilen Yahudilerin yıkanması için özel bir havuz haline dönüştürülmüştür. Bu da Muradiye Camisi ile Ulu Cami arasında eski Yahudi mahallesinin bulunduğunu ve bu hamamdan yararlanıldığını göstermektedir. Hamamın kubbeleri kiremit ile örtülmüş, sıcaklığın kubbesine de bir aydınlık feneri yerleştirilmiştir. HATUNİYE HAMAMI (Merkez) Manisa il merkezinde Hükümet Konağının yakınında bulunan Hatuniye Külliyesi’ni Sultan II.Bayezıd’ın eşlerinden Hüsnüşah Hatun adına oğlu Şehzade Şehinşah,vakfiyesinden öğrenildiğine göre 1490-1491 yıllarında yaptırmıştır. Külliye cami, sıbyan mektebi, han ve hamamdan meydana gelmiştir. Serabad Mahallesi’nde, Hatuniye Camisi’nin vakıfları arasında ismi geçen Hatuniye Hamamı 1940’lı yıllara kadar ayakta duruyordu. Vakfiyesinden de sabahları erkeklere, öğleden sonra da kadınlara ayrıldığı yazılıdır. Bu bakımdan hamamın tek hamam olduğu öğrenilmektedir. Hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiş, kaba ve moloz taştan tuğla derzli olarak yapılmıştır. Dikdörtgen planlı hamamın üzerinin kubbelerle örtülü olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. KARAKÖY HAMAMI (Merkez) Manisa Karaköy semtinde bulunan Karaköy Hamamı’nın kitabesi bulunmadığından yapım tarihi ve banisi bilinmemektedir. Ancak kaynaklardan bu hamamın İvaz Paşa vakfından olduğu öğrenilmiştir. Hamamın yapımında moloz taş ve eski kalıntıların yapı malzemelerinden yararlanılmıştır. Hamam soğuklu ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Hamamın girişi iki Bizans başlığına oturan mermer sütunların taşıdığı üç kubbeli revak şeklindedir. Ön cephe kırmızı tuğlalarla örülmüş ve geometrik şekillerle süslenmiştir. Üzeri kubbeli soyunmalık günümüzde onarım sonrası kiremitle kaplanmıştır. Nusret Köklü’den öğrendiğimize göre; eski resimlerinde bu bölümün üzeri orijinalinde çift kamburlu ve oluklu alaturka kiremitle örtülüdür. Soğukluk kısmını örten büyük kubbenin çevresine soyunma yerleri yapılmıştır. Buradan dikdörtgen planlı üzeri dört kubbe ile örtülü ılıklığa, oradan da sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklığın orta mekânı kubbe ile örtülüdür. Ortasında sekizgen bir göbek taşının bulunduğu sıcaklığın külhana doğru çıkıntısının iki yanına iki kubbeli mekân ve küçük bölümler yerleştirilmiştir. Bu bölümün yanına soğuk su deposu ile tonoz örtülü külhana yer verilmiştir. HÜSREV AĞA HAMAMI (Merkez) Manisa Sakarya Mahallesi’nde Hüsrev Ağa Camisi’nin karşısında buluna bu hamam camiye gelir sağlamak amacıyla Hüsrev Ağa tarafından 1558 yılında yaptırılmıştır. Hamam Hüsrev Ağa Camisinin yapımından üç yıl sonra yapılmıştır. Günümüzde harap bir durumda bulunan hamam kaba taş, yatay ve dikey tuğlalardan olup tek hamam plan düzenindedir. Batı yönünde sivri kemerli bir girişi bulunmaktadır. Soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Girişi tonoz örtülü olup bunun iki yanında önleri açık iki yuvarlak kemerli mekân bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerindeki kitabenin mealen anlamı şöyledir: “Hayrat ve hasenat sahibi olan Hüsrev Ağa bu hamamı 966 yılının safer ayı ortalarında bina etmiştir.(Aralık 1558)” Hamamın soyunmalık bölümünün üzeri kiremit örtülü kubbedir. Üzerine bir de aydınlık feneri yerleştirilmiştir. Bu bölüm 8.80x8.80 m. ölçüsünde kare planlı olup ortasına sekiz köşeli bir havuz yerleştirilmiştir. Bu bölümden dikdörtgen şeklinde ılıklığa geçilmektedir. Ilıklığın ortası küçük bir kubbe iki yanı da ayna tonoz örtülüdür. Sıcaklık dikdörtgen planlı, ortası kubbeli iki yanı ayna tonozludur. Ortasında sekizgen bir göbek taşı oturtulmuştur. Buradan kubbeli iki halvete geçilir. Hamamın arkasına da tonozlu bir külhan hamamı boydan boya kesecek şekilde yerleştirilmiştir. DİLŞİKAR HAMAMI (Merkez) Manisa, Tabakhane deresinin doğusunda, Dilşikar Mahallesi’nde, Dilşikar Hatun’un 1579 tarihli Dilşikar Camisi’ne gelir sağlamak amacıyla aynı tarihte yaptırılmıştır. Hamam erkekler ve kadınlar kısımlarından olan Osmanlı hamam mimarisindeki çifte hamam plan düzeninde yapılmıştır. Hamamın her iki bölümü birbirinin eşidir. Hamamın moloz taş duvar örgüleri arasında yassa tuğlalar yerleştirilmiş ve duvarları bu şekilde örülmüştür. Günümüze harap bir durumda gelen hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Hamamın üzeri kubbeli soyunmalık kısmından, tonoz örtülü ılıklığa oradan da Kare planlı kubbeli sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklığın ortasında sekizgen bir göbek taşı ile köşelerinde de halvet hücreleri bulunmaktadır. ALAY BEY HAMAMI (Merkez) Manisa Alaybey Mahallesi’nde bulunan hamam, Dilşikar Hatun’un eşi Ferhat Ağa tarafından yaptırılmıştır. Hamamın yapım tarihini gösteren kitabesi günümüze gelememiştir. Yapı üslubundan ve Dilşikar Hatun ile Ferhat Ağa’nın XVI. yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı göz önüne alındığında hamamın XVI. yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Hamam moloz taştan yapılmış, duvar örgüleri arasına yer yer yassı tuğlalar yerleştirilmiştir. Hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden oluşmuş tek hamam plan düzenindedir. ALACA HAMAM (Merkez) Manisa Murat Caddesi’nde bulunan hamamın yapım tarihi bilinmemektedir. Bunu belirten kitabe ile kayıtlara rastlanmamıştır. Osmanlı çifte hamam plan düzeninde olup yapımında moloz taş ve yassı tuğlalar kullanılmıştır. Mimari üslubundan XV.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Hamam soyunmalık, ılıklı ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soyunmalık kare planlı olup üzeri Türk üçgenlerinin yardımı ile merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Buradaki bir kapıdan ayna tonoz örtülü, dikdörtgen planlı ılıklığa, oradan da dikdörtgen planlı sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklığın üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüş, kubbe dışındaki mekânlar ise tekne tavanla kapatılmıştır. Ortasında sekizgen bir göbek taşının bulunduğu sıcaklığın sonunda iki büyük ve kubbeli halvet bölümüne yer verilmiştir. YAKUP AĞA (Cumhuriyet) HAMAMI (Merkez) Manisa’daki bu hamamı Darüssâde Ağası Yakup Ağa, 1574 yılında yaptırmıştır. Osmanlı hamam mimarisinde çifte hamam düzenindeki hamamın erkekler ve kadınlar bölümleri birbirinin eşidir. Soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Kaba yontma taş ve yassı tuğlalardan duvarları örülmüştür. Soyunmalık bölümü kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüş, ortasına bir havuz yerleştirilmiştir. Ilıklık dikdörtgen planlıdır. Ilıklıktan geçilen sıcaklık oldukça geniş ve kare planlıdır. Üzerini örten, aydınlık fenerinin de bulunduğu, sekizgen kasnaklı, tromplu kubbenin altında sekizgen bir göbek taşı bulunmaktadır. Hamam günümüzde de kullanılmaktadır. PAŞA HAMAMI (Akhisar) Manisa Akhisar ilçesinde, Paşa Mahallesi’nde bulunan Paşa Camisi ile birlikte bu hamam da yapılmıştır. Cami 1469 tarihlidir. Hamamın da aynı tarihte yapıldığı sanılmaktadır. Mimari üslubu da XV.yüzyıla ait olduğuna işaret etmektedir. Hamamın banisi, aynı zamanda camiyi de yaptıran Sarı Ahmet Paşa’dır. Hamam moloz taş ve yassı tuğlalardan örülmüş bir duvar işçiliği göstermektedir. Soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden oluşan hamamın soyunmalık ve sıcaklık bölümleri kubbelerle örtülmüş, soyunmalığın içerisine sekizgen bir havuz, sıcaklığın içerisine de yine sekizgen bir göbek taşı yerleştirilmiştir. Hamam günümüzde halen kullanılmaktadır. SASA BEY HAMAMI (Akhisar) Manisa Akhisar ilçesindeki Hastane Höyüğünün 200 m. doğusunda bulunan bu hamamın yapım tarihi bilinmemektedir. Sasa Bey tarafından yaptırılan hamamın XV.yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Osmanlı Hamam mimarisinde çifte hamam plan düzeninde olup, kadınlar ve erkekler bölümlerinden meydana gelmiştir. Moloz taş ve yassı tuğla taştan duvar örgüsü olan hamam, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Dikdörtgen planlı hamamın soyunmalık ve sıcaklık bölümleri kubbe ile örtülüdür. Sıcaklık bölümünün ortasında sekizgen bir havuz, köşelerinde de halvet hücrelerine yer verilmiştir. Hamamın günümüzde erkekler kısmı işlevini sürdürmektedir. YENİ GÜLRUH HAMAMI (Akhisar) Manisa Akhisar ilçesinde, Belediye Meydanında bulunan Yeni Gülruh Camisi’nin yanında bulunan hamamın yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XV.yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Moloz taş ve tuğladan yapılan hamam, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soyunmalık kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Buradan geçilen ılıklıktan sonra yine kare planlı merkezi kubbeli sıcaklık bölümü ve onun arkasında da külhan ve su deposu bulunmaktadır. Günümüzde hamam halen kullanılmaktadır. KARAOSMANOĞLU HAMAMI (Akhisar) Manisa Akhisar ilçesi, Zeytinliova bucağında bulunan Karaosmanoğlu Hamamının yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Ancak hamamın Saruhanoğulları döneminde önemli bir konumu olan Karaosmanoğulları tarafından yapıldığı bilinmektedir. Hamam moloz taş ve yassı tuğladan yapılmış, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. YENİ HAMAM (Kula) Manisa Kula ilçesi, Kenan Evren Mahallesi, Adnan Menderes Bulvarı üzerinde bulunan bu hamam Sungur Bey tarafından 1351 yılında yaptırılmıştır. Selçuklu mimari üslubundaki bu hamam, günümüzde önündeki caddeden ötürü yaklaşık 2 m.lik kısmı toprak seviyesinin altında kalmıştır. Hamam moloz taş ve yassı tuğladan yapılmıştır. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Dikdörtgen planlı hamamın soğukluk ve sıcaklık kısımları kubbe ile örtülüdür. KÜÇÜK HAMAM (Kula) Manisa Kula ilçesinde bulunan bu hamamın yapım tarihi bilinmemektedir. Kudbittin isimli bir kişi tarafından yaptırıldığı söylenirse de bu kişinin kimliği hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Hamam moloz taş ve yassı tuğladan yapılmış olup, günümüze harap bir durumda gelebilmiştir. DARKALE HAMAMI(Soma) Manisa Soma ilçesi, Darkale Köyü’nün girişinde bulunan bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Kitabesi günümüze gelememiş, kaynaklarda da bununla ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır. Hamam moloz taş ve yassı tuğladan yapılmış, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Günümüzde kare planlı olduğu anlaşılan soyunmalığın duvarları yıkılmıştır. Bu bakımdan üst örtüsü hakkında bilgi edinilememiştir. Sıcaklık bölümü kareye yakın bir plan düzeninde olup, günümüzde halen kullanılmaktadır. Bu bölümün üzeri kubbe ile örtülmüş, iki yanına da birer halvet hücresi yerleştirilmiştir. Bunların da üzeri kubbe ile örtülüdür. Ana kubbenin ortasına göbek taşı yerleştirilmiştir. ÇARŞI HAMAMI (Soma) Manisa Soma ilçesinde, Çarşı Camisi’nin doğusunda, Bedestenin de kuzeydoğusunda bulunan bu hamamın yapım tarihini gösteren bir kitabe günümüze gelememiştir. Çarşı (Emir Hıdır Bey) Camisi’nin vakfından olduğu ve 1791-1792 yıllarında yapıldığı sanılmaktadır. Ancak hamam bundan sonra birçok değişikliğe uğramış ve günümüze orijinal konumunda gelememiştir. Osmanlı mimarisinde çifte hamam plan düzeninde, kadınlar ve erkekler bölümü olarak yapılmıştır. Doğuda bulunan erkekler bölümü iyi bir durumda olmasına rağmen kadınlar bölümü çok haraptır. Hamam moloz taştan yapılmış ve yer yer de diğer yapılara ait taşlardan yararlanılmıştır. Soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soyunmalık ve ılıklık bölümü yıkılmıştır. Bununla ilgili herhangi bir bilgi edinilememiştir. Sıcaklık bölümü kareye yakın dikdörtgen planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür. Köşelerine dört eyvan ve dört halvet yerleştirilmiştir. Günümüzde halvetin bir tanesi ılıklık görevini yapmaktadır.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.