-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
EFSANELER Amasya’da yüzyıllardır anlatıla gelen efsaneler vardır. Ferhat ile Şirin, Güzelce Kız (Aynalı Mağara), Kurtboğan, İnci Baba, Serçoban, Lokman Hekim ünlü olanlarıdır. Ferhat İle Şirin Efsanesi Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirin’e sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Saraylar süsler, fırçasından dökülen zarafetin Şirin’e olan duygularının ifadesi olduğu söylenir. Amasya Sultanı Mehmene Banu’ya, kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir Ferhat. Sultan; Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan. “ Şehir'e suyu getir, Şirin'i vereyim” der, demesine de su, Şahinkayası denen uzak mı uzak bir yerdedir. Ferhat'ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Alır külüngü eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılır, yol verir suya. Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi işitilir sanki şehirde. Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar Ferhat’a. Su kanallarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek Ferhat’a ulaşır. Ferhat’ın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonra da. “Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin'in öldü. Bak sana helvasını getirdim” der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” der. Elindeki külüngü fırlatır havaya, külüng gelir başının üzerine bütün ağırlığıyla oturur. Ferhat'ın başı döner, dünyası yıkılmıştır zaten “ŞİRİN !” seslenişleri yankılanır kayalarda. Ferhat'ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Atar kendini kayalıklardan aşağıya. Cansız vücudu uzanır Ferhat'ın yanına. Su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama iki seven genç yoktur artık bu dünyada. İkisini de gömerler yan yana. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, ama iki mezar arasında bir de kara çalı çıkarmış. iki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için. Güzelce Kız (Aynalı Mağara Efsanesi) Güzelce Kız, bir kral kızıdır. Dünyalar güzelidir. O kadar güzeldir ki; görenler dayanamaz, yıldırım düşmüş gibi kendilerinden geçerler. Bu yüzden genç kız, hep peçeli gezer, güzel yüzünü kimseye gösteremez. Artık zamanı gelmiştir diye düşünen babası, dört bir yana haberciler çıkarır kızını evlendirecektir ama kim kızının peçesini açıp güzelliğine dayanır, onu dünya gözüyle seyredebilirse kızını ona verecektir. Bu çağrıya yedi iklim, dört bucaktan şehzadeler, vezir çocukları, dünya zenginleri, yiğitler, bilginler, kısacası gençliğine, bilek gücüne güvenenler dört nala Amasya’ya gelirler. Amasya meydanında kurulan özel bölümde bulunan Güzelce Kız bekleyedursun. Kendine güvenen delikanlılar cesaretlerini toplayamaz, yanına yaklaşan ise peçesini kaldırmak istediğinde eli titrer, dizlerinin bağı çözülür. Bu sahneler günlerce devam eder. Bir gün fakir mi fakir, ama yiğit mi yiğit, gerçekten güzel, alımlı bir delikanlı “Ben de şansımı denemek istiyorum!” diye destur alıp tahtın yanına yaklaşır. Herkesin şaşkın bakışları arasında hiç vakit geçirmeden Güzelce Kız'ın peçesini kaldırır. O an öyle bir elektriklenme olur ki, bir aydınlanma, bir alev, bir ateş sarar etrafı. Kimse ne olduğunu anlayamaz. Meydanda bulunanlar korkudan yerlere kapanır. Sonra, sonsuz bir sessizlik içinden kömür kesilir iki genç, yan yana uzanmış şekilde. İki gencin cesedi, şehre yakın yerdeki bağ ve bahçelikler yanında bulunan kaya mezar içinde iki ayrı odaya gömülür. Bu kaya mezarının dışı güneşle birlikte Güzelce Kız’ın yüzü gibi parlamaya başlar. Bu parlaklığından dolayı da, daha sonra kaya mezarın adı " Aynalı Mağara" diye ünlenir. İğneci Baba İğneci Baba ile kardeş olan Serçoban, Amasya merkeze bağlı Karasenir Köyü’ne yerleşir. Çobanlık ile geçimini sağlayan, hal ve hareketleri, ibadetinin sadeliği ile tanınır. Bir gün Amasya’da ayakkabıcılıkla geçimini sağlayan ağabeyi İğneci Baba’yı ziyarete gelir. Beraberinde de koyunlarından sağdığı sütü bir mendiline çıkılayıp hediye olarak getirir. Amacı, kendi mendiline koyduğu sütün, mendilden sızmadığını göstermektir. Serçoban mendilini kunduracı dükkanının duvarındaki bir çiviye asar. Bu sırada İğneci Baba dükkanında bir bayanın ayak ölçünü almaktadır. Serçoban, bayanın topuklarını görünce, “ne kadar da güzel” diye aklından geçirdiğinde çiviye asılan mendilden süt yavaş yavaş damlamaya başlar. İğneci Baba, kardeşinin niyetinde bozulmalar olduğunu sezer ama hiç birşey belli etmez. Bayan ayak ölçünü verip dükkandan ayrılınca, İğnecibaba, kardeşi Serçoban’a “ Keramet dağ başında ermekte değil, keramet burada, çıkındaki sütü damlatmamakta” der. Mezarı bugün özel bir mekan olarak hazırlanmış, Kocacık Çarşısı’ndadır. Serçoban Serçoban, Amasya merkezdeki Kocacık Çarşısı’nda türbesi bulunan İğneci Baba ile kardeştir. İğneci Baba ayakkabı tamiri, kardeşi Serçoban ise çobanlık yapar. Serçoban, bir gün dağda sürülerini otlatırken kaçan oğlağı yakalamak ister, Serçoban kovalar, oğlak kaçar, iyice yorulan Serçobon "Seni yakaladığımda keseceğim" der. Sonunda yakaladığı oğlağı sözünü yerine getirmek için tam kesmek üzere iken mahzun ve etkileyici bakışları ile karşılaşan Serçoban, duygulanır “ Beni de çok yordun mübarek ” der ve yakaladığı oğlağı serbest bırakır. Serçoban öldüğünde, sürüdeki hayvanların her biri ağaca dönüşür ve bir orman oluşur. Mezarın bulunduğu mevkii kendi adı ile adak ve mesire yeri olarak ziyaret edilir. Yöre insanı oradaki ağaçları kesmenin kendilerine kötülük getireceğine inanır.
-
İKLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ İKLİM Amasya'da Karadeniz iklimi - Kara iklimi arasında bir geçiş iklimi hüküm sürer. Yazları Kara İklimi kadar kurak, Karadeniz iklimi kadar yağışlı değildir. Kışları ise Karadeniz iklimi kadar ılıman, Kara iklimi kadar sert değildir. Bu bölgede Karadeniz ardı iklimi etkili olmaktadır. Yazları sıcak ve kurak, kışları yağışlıdır. İlkbahar en çok yağış alan mevsimdir. Merzifon, Suluova, Gümüşhacıköy ve Hamamözü ilçeleri Bölgenin genel iklim özelliklerini yansıtmaktadır. Merkez İlçe, Taşova ve Göynücek İlçeleri daha çok karasal iklim özelliği göstermektedir. Yağış İl Merkezinde 1937 Yılından bu yana yapılan Meteorolojik ölçümlerde yıllık ortalama yağış: 436,7 mm, Merzifon’ da 436,9 mm, Gümüşhacıköy’de 458,3 mm, Taşova’ da 400,0 mm, Gönücek’ te 427,6 mm olarak ölçülmüştür. Sıcaklık İl Merkezinde yıllık ortalama sıcaklık 13,6 Co, yıllık ortalama nispi nem % 61olup en yüksek sıcaklık 30.07.2000 tarihinde 45,0 Co, en düşük sıcaklık 23.02.1985 tarihinde -20,4 Co, tespit edilmiştir. Temmuz ve Ağustos ayları en kurak aylar olup, ilkbahar en fazla yağış alan mevsimdir. Yıllık ortalama donlu gün sayısı 50 gündür. Rüzgâr İl genelinde hakim rüzgar yönü Kuzeydoğudan esen poyraz rüzgarıdır. Ancak İl merkezinin topografik yapısı nedeniyle 1. derece hakim Rüzgar yönü Kuzeybatıdır. Ortalama rüzgar hızı 1,8 m/sn olup, yıllık ortalama kuvvetli rüzgarlı gün sayısı 65 gün, yıllık ortalama fırtınalı gün sayısı 12 gündür. En kuvvetli rüzgar 24.09.1996 tarihinde Kuzeybatıdan 36,0 m/sn olarak kayıtlara geçmiştir. BİTKİ ÖRTÜSÜ Amasya İli merkez ilçedeki ormanlar büyük ölçüde Akdağ bölgesinde yayılış göstermekte, yükseklerde sarıçam, karaçam ve kayın, düşük rakımlarda kızılçam, ardıç, meşe, gürgen ve titrek kavak yayılış göstermektedir. Bunun yanında yabani ahlat ve erik gibi ağaççıklar, sürünücü ardıç gibi çalı formları da vardır. İl’in ormanlık alan yüzdesinin en fazlası Taşova İlçesi’nde bulunmaktadır. Özellikle Akdağ ve Boğalı dağ silsilelerinin kuzeye bakan yamaçları ile Destek Çayı’nın kuzeyindeki bölgede 1000 m yükseltiden sonra iyi vasıflı kayın ormanları bulunmaktadır. Güneye bakan yamaçlarda ise Yeşilırmak Vadisi’nden başlayıp yukarılara doğru sırasıyla kızılçam, meşe türleri, karaçam ve sarıçam yer yer saf yer yer de karışık ormanlardan oluşmaktadır. Ayrıca gürgen, kayacık, üvez, kızılcık, akçaağaç, geyik dikeni, sandal ve fındık gibi ağaç ve ağaççıklar, böğürtlen, eğrelti, yabani gül, katran ardıcı, laden, ısırgan otu ve orman gülü gibi alt florayı teşkil eden bitki örneklerine rastlanmaktadır. Merzifon İlçesi Tavşan Dağı’nda bloklar halinde kayın ormanları ve bu ormanlar içerisinde münferit olarak yabani kiraz, ayı fındığı, akçaağaç, ıhlamur, gürgen gibi yapraklı türler bulunmaktadır. Bunun yanında yükseklerde lokal olarak sarıçam ve karaçam koru ormanları, daha düşük rakımlarda ve güney yamaçlarda ise meşe türlerinin oluşturduğu baltalık ormanları yayılış göstermektedir. Yine Gümüşhacıköy İlçesi’nin Vezirköprü istikametindeki dağlık bölgelerinde sarıçam, karaçam, daha aşağılarda meşe türleri yayılış gösterir. Hamamözü’nde ise karaçamla birlikte meşe ormanları, yer yer de ardıç türlerine rastlanmaktadır. Göynücek İlçesi Amasya İli’nin güneyinde yer alması ve İç Anadolu Bölgesi’ne geçiş zonunda bulunması nedeniyle step bitki örtüsüne sahip olmakla birlikte bu bölgede bulunan ormanların ağırlığını baltalık olarak işletilen meşe türleri ve kısmen de ardıç ağacı oluşturmaktadır. Endemik bitkiler açısından yöre oldukça zengin tür(109) ve çeşitleri (246) içermektedir. Bu türler arasında yöresel adlarıyla hazeran, kuduz otu, akça çiçeği, dolama otu, mürdümük, bac biber ağacı, kaside, geven, yalancı havacıva, tüylü keten sayılabilr.
-
AKARSU -GÖL -BARAJ AKARSULAR Amasya ilinin en önemli akarsuyu Yeşilırmaktır. Amasya ili sınırları büyük oranda Yeşilırmak havzasında yer almakta olup, Gümüşhacıköy ilçesinin bir kısmı Kızılırmak Havzası'nda yer almaktadır. Yeşilırmak : Sivas İli Suşehri İlçesi’nin güneybatısındaki Köse Dağları’ndan doğan Yeşilırmak 519 km uzunluğundadır. İl arazisine güneyden girerek Kayabaşı mevkiinde 256 km. uzunluğundaki Yozgat topraklarından doğan Çekerek Çayı ile Kayabaşı’nda birleşir. Amasya şehir merkezinden geçerek Ladik Gölü'nden çıkan Tersakan Çayı ve Taşova Erbaa sınırında Kelkit Çayı ile birleşerek Samsun il sınırları içinde Çarşamba’dan Karadeniz’e dökülür. Yeşilırmak nehrinin bu zamana kadar ölçülen maksimum debisi 1.914 m3/s, minimum debisi 1.83 m3/s ve ortalama debisi 121 m3/s dir. Yıllık toplam akım ise 5707x106 m3 tür. Taşkınlar genellikle mart, nisan, mayıs aylarında gerçekleşir. Amasya İl sınırları içinde kalan kısmı 129 km dir. Tokat’ın 35 km doğusunda Almus İlçesi’nin bulunduğu yerde Yeşilırmak üzerinde 80 m yükseklikte Almus Barajı, hemen sonra da Ataköy Barajı vardır. Ayrıca Çarşamba İlçesi’nin 40 km güneyinde Ayvacık’ta 175 m yükseklikte Hasan Uğurlu Barajı ve onun mansabında Balahor’da Suat Uğurlu Barajı mevcuttur. Çekerek Irmağı : Sivas İli’nin 50 km kuzeybatısındaki 2500 m yükseklikteki Yıldız Dağları’ndan doğar, batıdan gelen Çorum Çayı ile birleşerek Amasya’nın 15 km güneyinde Yeşilırmak’a karışır. Çekerek Irmağı’nın uzunluğu 200 km, Amasya İl sınırları içinde kalan kısmı 45 km olup şimdiye kadar ölçülmüş maksimum debi 362 m3/s, minimum debi 0.09 m3/s, ortalama debi ise 20 m3/s dir. Yıllık toplam akım ise 842x106 m3 tür. Taşkınlar mart, nisan ve mayıs aylarında meydana gelmektedir. Önemli kolları Çorum ve Efennik Çaylarıdır. Çekerek Irmağı üzerinde özellikle Amasya İli’nin taşkınlardan koruması, enerji üretimi ve sulama amaçlı Süreyyabey Barajı inşa edilmektedir. Tersakan Çayı : 1.925 m yükseklikte Akdağ eteklerinden doğar, Ladik Gölü’nün fazla suyunu alarak Havza İlçesi’nden geçer ve Amasya İli içerisinde Yeşilırmak’la birleşir. Uzunluğu 100 km, Amasya İl sınırları içinde kalan kısmı 41 km olup şimdiye kadar ölçülmüş maksimum debisi 317 m3/s, minimum debisi 0.021 m3/s, ortalama debisi 3.96 m3/s dir. Yıllık toplam akım ise 125x106 m3 tür. Taşkınlar genellikle mart, nisan, mayıs ve yaz aylarında sağanaklar nedeniyle olur. Tersakan Çayı’nın Şeyhsuyu, Gümüşsuyu, Derinöz ve Salhan çayı önemli kollarıdır. Bu kollar üzerinde Gümüşhacıköy Ovası, Merzifon Ovası ve Suluova yer almaktadır. Ayrıca Derinöz Çayı üzerinde Derinöz Barajı vardır. Kelkit Çayı : Erzincan’ın kuzeybatısında 2600 m yükseklikteki dağlardan doğar. Doğu-Batı istikametinde Kelkit, Suşehri, Koyulhisar, Reşadiye, Niksar, Erbaa ilçelerinden geçerek Amasya-Tokat sınırında Yeşilırmak ile birleşir. Uzunluğu 400 km, şimdiye kadar ölçülmüş maksimum debisi 905 m3/s, minimum debisi 47 m3/s, ortalama debisi 70.5m3/s dir. Yıllık toplam akım ise 2526x106 m3 tür. Destek Çayı : Karaömer Dağı ile Canik Dağları arasından akar Taşova’dan Yeşilırmak'a karışır. 35 kilometre uzunluğundadır. Minimum debisi 0,5 m3/sn. maksimum debisi 130 m3/sn. dir Deliçay : Sakarat Dağı Buğalı Yaylalarından doğar Yeşilırmak'a karışır. 48 km uzunluğundadır. Minimum debisi 0,5 m3/sn. maksimum debisi 212 m3/sn. dir. Kuruçay : Yeşilırmağa akar. Amasya-Tokat il sınırındadır. Sakarat dağından doğar. 50 kilometre uzunluğundadır. Gökdere Çayı : Canik Dağlarından doğar. Taşova ilçesindedir. 40 kilometre uzunluğundadır. Kavşak Çayı : Tavşan dağından doğar Kızılırmak'a karışır. Sulama amaçlı Karadere Barajı vardır. Hamamözü Çayı : İnegöl dağından doğar Kızılırmak'a karışır. GÖLLER Borabay Gölü Taşova ilçe sınırları içinde yer alır. İl merkezine 63 km ve Taşova ilçesine 15 km mesafededir. Amasya - Taşova karayolunun 44. kilometresinden sola ayrılan Taşova - Samsun karayolunu takiben 14. km.den tekrar sola ayrılarak ulaşılır. Denizden yüksekliği 1.050 m dir. Gölde yamaçlardan yıkılmalarla oluşmuş doğal bir set bulunmaktadır. Tabandan su kaynaması olan göl, ayrıca dereden gelen sularla da beslenmektedir. 80 metre genişlik ve 25 metre derinliğe sahip göl, doğu-batı yönünde uzanan bir vadide yer alır. Gölün etrafında kayın, sarıçam, sedir, kestane ağaçları mevcuttur. Güney kıyısı sarp ve dik olup, kuzey kıyısı piknik amaçlı kullanıma uygundur. Kültür Bakanlığı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 13.07.1993 gün ve 3092 sayılı kararı ile 1.Derece Doğal Sit Alanı ilan edilmiştir. BARAJLAR D.S.İ Tarafından Hizmete Açılmış Baraj ve Göletler Yedikır Barajı (Yedi Kuğular Kuş Cenneti) Suluova İlçesine 10 km mesafededir. 1979 yılında inşaatına başlanmış, 1986 yılında işletmeye açılmıştır. Sulama amaçlı olup 1.400 ha sulama alanına sahiptir. Kuşların göç yolu üzerinde olan göl kış aylarında kuşların doğal yaşam alanıdır. 34 çeşit kuş türü tespit edilmiş olup çevresi mesire yeri olarak kullanılmaktadır. Kültür Bakanlığı Kayseri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 17.08.1989 gün ve 489 sayılı kararı ile 1.Derece Doğal Sit Alanı olarak ilan edilmiştir. Derinöz Barajı : Suluova Derinöz çayı üzerinde olup 2003 yılında tamamlanmıştır. Sulama amaçlı inşa edilmiş olan baraj 6.500 ha. alan sulanacaktır. Gümüşhacıköy (Sarayözü) Barajı : Gümüşhacıköy ilçe merkezinde 1991 yılında işletmeye açılmıştır. Sulama amaçlı olan barajdan 3.500 ha alan sulanmaktadır. Gediksaray Barajı : Göynücek ilçesi Gediksaray - Ayvalıpınar Köyü'nde 1994 yılında işletmeye açılmıştır. Sulama amaçlı ve 1200 ha. sulama alanı vardır. Destek Barajı : Taşova İlçesi Destek Beldesi’nde 2001 yılında işletme ye açılmıştır. Sulama amaçlı ve 130 ha sulama alanı vardır. Uluköy Barajı : Taşova İlçesi’nde 1984 yılında işletmeye açılmıştır.Sulama amaçlı ve 1.000 ha sulama alanı vardır. Doğantepe Göleti : Merkez Doğantepe Köyü'nde 1990 yılında işletmeye açılmıştır. Sulama amaçlı olup 400 ha sulama alanına sahiptir. Ortaköy Göleti : Merkez Ortaköy Köyü'nde 1976 yılında işletmeye açılmıştır. Sulama amaçlı olup 200 ha sulama alanına sahiptir. İbecik Göleti : Merkez İbecik Köyü'nde 2002 yılında işletmeye açılmıştır. Sulama amaçlı olup 108 ha sulama alanına sahiptir. Bayırlı Göleti : Suluova İlçesi Bayırlı Köyü'nde 1994 yılında işletme açılmıştır. Sulama amaçlı ve 85 ha sulama alanı vardır. Sarıbuğday Göleti : Merzifon İlçesi Sarıbuğday Köyü'nde 1994 yılında işletme açılmıştır. Sulama amaçlı ve 90 ha. sulama alanı vardır. Paşa Göleti : Merzifon İlçesi Hırka Köyü'nde 1994 yılında işletme açılmıştır. Sulama amaçlı ve 350 ha. sulama alanı vardır. Yakacık Göleti : Merzifon Yakacık Köyü'nde 1996 yılında inşaatına başlanmış ve 2001 yılında işletmeye açılmıştır. Sulama amaçlı ve 240 ha. sulama alanı vardır. Ayvalı Göleti : Amasya Gümüşhacıköy İlçesi merkezinde 1994 yılında işletmeye açılmıştır. Sulama amaçlı ve 90 ha sulama alanı vardır. İmirler Göleti : Gümüşhacıköy ilçesi İmirler Köyü'nde 1996 yılında işletmeye açılmıştır. Sulama amaçlı ve 300 ha sulama alanı vardır. Çitli Göleti : Gümüşhacıköy ilçesi Çitli Köyü'nde 1987 yılında inşaatına başlanmış ve 1992 yılında işletmeye açılmıştır. Sulama amaçlı ve 710 ha. sulama alanı vardır. Yeniköy Göleti : Hamamözü ilçesi Yeniköy'de 1986 yılında işletmeye açılmıştır. Sulama amaçlı 350 ha. sulama alanı vardır. Kızgüldüren Göleti : Taşova Kızgüldüren Köyü'nde 1967 yılında işletmeye açılmıştır. Sulama amaçlı ve 25 ha. sulama alanı vardır.
-
VADİ VE OVALAR VADİLER Yeşilırmak vadisi: Yeşilırmak nehrinin oluşturduğu en önemli ve uzun vadidir. Yeşilırmak vadisi, çok verimli alüvyal topraklardan oluşmaktadır. Vadide mikroklima özelliğinde iklim hüküm sürmekte, özellikle meyvecilik ve sebzecilik önemli bir tarımsal faaliyet olarak öne çıkmaktadır. Göynücek Vadisi : Çekerek Irmağı'nın geçtiği yerdir. Çorum Ortaköy'de başlar Geldingen Ovası’nda biter. Karadağ ile Buzlu Dağ arasındadır. 37 km uzunluğundadır. Karaçavuş Vadisi : Yeşilırmak üzerindeki vadilerdendir. Kuruçay'ın Yeşilırmak'a döküldüğü yerden başlayıp, Deliçay’ın Yeşilırmak'a karıştığı noktada biter. Sarıtaş Dağı ile Buzlu Dağ arasındadır. 39 km uzunluğundadır. İçinde Şahin Kayası Kanyonu vardır. Ezine Vadisi : Ezine Fay Hattı'nın oluşturduğu vadidir. Sarıtaş Dağı ile Sakarat Dağı'nın arasındadır. İçinden Deli çay geçer. 39 km uzunluğundadır. Ferhatarası Vadisi : Yeşilırmak üzerindeki vadilerdendir. Kayabaşı Köyü'nden Amasya Hacılar Meydanı'na uzanır. 10 kilometre uzunluğundadır. Beşgöz Vadisi : Boğazköy ile Tersakan Çayı'nın Yeşilırmak'a döküldüğü yer arasıdır. 8,5 km uzunluğundadır. Onlukköprü Vadisi : Yeşilırmak üzerindeki vadilerdendir. Tersakan Çayı'nın Yeşilırmak'a döküldüğü yerde başlar, Ziyaret ve Yenice Beldelerinden geçerek Kuzgeçe Köyü'nde biter. 20 km uzunluğundadır. Amasya Elması’nın yetiştiği vadidir. Durucasu Vadisi : Yeşilırmak üzerindeki vadilerdendir. Kuzgeçe Köyü'nde başlar, Taşova Çambükü Köyü'nde biter. 18 km uzunluğundadır. Destek Vadisi : Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın geçtiği vadidir. Destek Çayı akar. Kelkit Çayı'nın Yeşilırmak'a karıştığı noktada biter. 33 km uzunluğundadır. Gökdere Vadisi : İçinden Gökdere geçer. 22 km uzunluğundadır. OVALAR Amasya ili genel olarak dağlık bir yapıdadır. Geldingen ovası, Suluova Ovası, Merzifon Ovası ve Gümüş Ovası il tarımı için en önemli yerlerdir. Bu dört ova İlin yüzölçümünün yaklaşık % 24’ünü kapsamakta olup, özellikle Amasya-Taşova arasında uzanan Yeşilırmak Vadisi’nin etrafında çok verimli ve mikroklima özelliğinde tarımsal alanlar mevcuttur. Geldingen Ovası : Amasya İli sınırlarında yağışın en az düştüğü (yıllık ortalama 400-500 mm) bölgedir. Karasal iklim hakimdir. Ortalama yükseklik 450 metre civarlarındadır. Amasya merkez ilçenin güneyinde bulunan ve Yeşilırmak vadisinin başlangıcı olan bölümde bulanan Geldingen ovası ilde bulunan en önemli ovadır. Ova 48.400 ha alan ile il yüzölçümünün yaklaşık %8,8’ini kapsamaktadır. Gökhöyük Tarım İşletmesi bu ova üzerinde kuruludur. Çekerek Iramağı, Çorum Çayı, ve Efennik çayını aşındırmalarıyla oluşmuştur. Sulama kaynaklarının kirliğinden ve yazın suyun çok azalmasından dolayı sulama sorunu vardır. Yozgat ili Çekerek ilçesi sınırları içinde Çekerek nehri üzerinde inşaatı yapılan Süreyyabey Barajı’nın tamamlanması ile sulama sorunu büyük ölçüde çözülecektir. Suluova Ovası : Ortalama yükseklik 550 m civarındadır. Suluova ilçe merkezinin güney ve güney doğusunu kaplayan önemli bir ova olan Suluova ovası Yeşilırmak nehrinin kollarından Tersakan’ın ortasından geçtiği yaklaşık 40.000 ha alan ile il topraklarının %7,3’ünü kapsamaktadır. Yedikır Barajı, Şeyh Şuyu, Değirmendere önemli sulama kaynaklarındandır. Merzifon Ovası : Ortalama yükseklik 700 m dir. 31.100 ha alanı ile ilin en büyük 3. ovasıdır. İl Yüzölçümü’nün %5,6’lık kısmını kapsamaktadır. Gümüşsuyu ve Salhan Çayları'nın yanısıra Yüzüncüyıl, Alala Göletleri ile Yedikır Barajı önemli sulama kaynaklarıdır. Gümüş Ovası : Denizden ortalama yüksekliği 750 m dir. Gümüşhacıköy ilçesinin güney ve güneydoğusunu kapsamakta olup 5.400 ha alanı ile ilin dördüncü önemli ovasıdır. Gümüşsuyu, Büyük Dere, ve Kavşak Çayı önemli sulama kaynaklarıdır. Ovanın büyük kısmında sulama ihtiyacı mevcuttur. Aydınca Ovası : Denizden ortalama yüksekliği 700 m dir. Ortasından Deliçay geçmektedir. Mikroklima iklime sahip ova 4.000 ha alanı kaplamaktadır.
-
YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ Yeşilırmak Havzasının Genel Durumu : Yeşilırmak Havzası, Karadeniz sıra dağlarının hemen arkasındaki bölgede olup güney kısmı Orta Anadolu yaylalarının bir devamıdır. Havzanın en dar yeri Koyulhisar civarında olup genişliği 30,5 km, en geniş yeri ise Ladik – Zile – Akdeğirmenli yönünde ve genişliği 170 km dir. Doğduğu Köse Dağları'ndan itibaren batıya doğru akan Yeşilırmak Tokat ve Turhal ovalarından geçerek Geldingen Ovası’ndan itibaren kuzeye yönelir, Canik Dağları’nı yararak Topuzlu ve Eğrikazık Dağları arasından Çarşamba Ovası’na açılır. Bu ova içinden geniş bir delta yapan Yeşilırmak Çatlı Burnu'ndan denize dökülür. Yeşilırmak ile kollarını oluşturan Çekerek Irmağı, Tersakan Çayı ve Kelkit Çayı havzaları çok geniş bir alanı kapsamakta olup havzanın genişliği 36.144 km2 dir. Yeşilırmak üzerindeki başlıca ovalar Tokat ile Turhal İlçesi arasında uzanan Kazova, aşağılarda Geldingen Ovası, Taşova ve Çarşamba ovalarıdır. Yeşilırmak Havzası’nda Kaz Gölü, Ladik Gölü ve Borabay Gölü mevcuttur. DAĞLAR Amasya hem Yeşilırmak Nehrinin ana kollarının birleştiği hem de dağların birleştiği bir noktada olması sebebiyle oldukça engebeli bir yüzey şekline sahiptir. Deniz seviyesinden en yüksek noktası 2061 m. ile Akdağ Tepesi, deniz seviyesinden en düşük noktası ise 160 m. ile Taşova – Umutlu Köyünde Hasan Uğurlu Barajı’nın su toplanma alanının başladığı noktadır. Dağlar doğu batı istikametinde uzanır. İldeki başlıca dağlar; Canik Dağları: Kızılırmak’tan başlayarak, Yeşilırmak ve Kelkit Çayı ile Karadeniz arasından Melet Irmağına kadar uzanır. Deniz seviyesinden en yüksek noktası 2.181 m Amasya ili sınırları içerisindeki en yüksek noktası 1.376 m ile Çalıca Tepesidir. Karaömer Dağı: Tersakan Çayı ve Destek Çayı ile Akdağ arsındadır. Kuzey Anadolu Fay hattı, Canik Dağları ile arasında sınırdır. En yüksek noktası 1.979 m ile Karaömer Tepesidir. Akdağ: Güneyi Yeşilırmak, kuzeyi Şeyhsuyu ve Kocaalan Çayı ile çevrilidir. En yüksek noktası 2.061 m ile Akdağ Tepesidir. Sakarat Dağı: Amasya Ferhatarası Vadisi'nden başlayarak Yeşilırmak ve Kelkit Çayı'nın arasından Köse Dağına kadar dayanır. En yüksek noktası 1.956 m ile Cami Tepesidir. Sarıtaş Dağı: Yeşilırmak ile Deliçay arasındadır. Deliçay'ın Yeşilırmak'a karıştığı noktada başlayıp Kuruçay'da biter. Deniz seviyesinden 1.159 m Sarıtaş Tepesi'dir. Buzlu Dağ: Zile ovası ve Çekerek Irmağı ile çevrilidir. En yüksek noktası 1.392 m ile Beşik Tepe'dir. Karadağ: Çorum Çayı ile Çekerek Irmağı arasındadır. Çorum Çayı'nın, Çekerek Irmağı'na aktığı noktada biter. En yüksek noktası 1.524 m ile Kuş Yuvası Tepesi'dir. Çakır Dağı: Çorum şehir merkezinden başlayıp Amasya Kalesi'ne kadar uzanır 1.375 m ile Yeldeğirmeni Tepesi'dir. Eğerli Dağı: Çorum ovasından başlayıp Merzifon ovasına kadar uzanır. En yüksek noktası 1.776 m ile Kaldırım Tepesi'dir. İnegöl dağı: Kuzeyi Kavşak Çayı, güneyi Hamamözü çayı, batısı Kızılırmak doğusu Gümüş ovası ile sınırlıdır. Deniz seviyesinden en yüksek noktası 1.873 m ile İnegöl Tepesidir. Tavşan Dağı: Merzifon Ovasıyla Kızılmak ve Kuzçayı ile sınırlıdır. En yüksek noktası 1.901 m ile Yuvalı Tepesi’dir. YAYLALAR Amasya'daki yaylalar Karadeniz ikliminden, İç Anadolu iklimine geçiş bölgelerinde olduğu için bitkisel açıdan oldukça zengindir. Hem Karadeniz ikliminde yetişen hem de İç Anadolu ikliminde yetişen bitki türlerini vardır. Ancak son yıllarda aşırı zirai ilaç ve gübre kullanımı, aşırı otlatma, tarla açma gibi nedenlerle yaylalar tahrip olmuş, üst kısımlarda hemen hemen ana kaya çıkmıştır. Yayla kenarlarındaki ormanlarda yaşlı ağaçların yerine gençlik gen ağaçlar yetişmemekte ve orman sınırı git gide aşağılara düşmektedir. Kabaoğuz Yaylaları : Tavşan Dağı'nın batı tarafındadır. Denizden Ortalama Yüksekliği 1.400 m civarında olup yılda bir kez Kabaoğuz şenlikleri düzenlenmektedir. Tavşandağı Yaylaları : Tavşan Dağı'ndaki düzlüklerdir. Denizden Ortalama Yüksekliği 1.500 m dir. Akdağ Yaylaları : Akdağ tepelerindedir. Denizden Ortalama Yükseklikleri 1.850 m olup yayla şenlikleri düzenlenmektedir. Sarıçiçek Yaylaları : Karaömer Dağının doğu taraflarındaki düzlüklerdedir. Ortalama Yüksekliği 1.650 m civarlarındadır. Destek Yaylaları : Canik Dağları üzerinde Destek Çayı'nın kuzeylerindeki yüksek düzlüklerdir. Ortalama Yüksekliği 1.200 m civarlarındadır. Boğalı Yaylaları : Sakarat Dağı'ndadır. Ortalama yüksekliği 1.850 m civarlarındadır. Çatalçam Yaylaları : Eğerli Dağı'nın Amasya sınırları içinde kala yüksek düzlüklerindedir. Ortalama yüksekliği 1.400 m dir. İnegöl Yaylaları : İnegöl Dağı üzerindedir. Ortalama yüksekliği 1.600 m dir.
-
Coğrafi Konum Amasya ili; Orta Karadeniz Bölümünün iç kısmında yer almaktadır. Doğudan Tokat, güneyden Tokat ve Yozgat, batıdan Çorum, kuzeyden Samsun illeri ile çevrilidir. İlin yüzölçümü 5.701 km2 dir. Toplam sınır uzunluğu 492 km olan ilin Samsun’la 169 km, Tokat’la 165 km, Yozgat’la 6 km, Çorum’la 152 km. sınır uzunluğu vardır. İl genelinin deniz seviyesinden ortalama yüksekliği (rakım) 1.150 m, il merkezinin ise 411,69 m dir. 34° 57’ 06” - 36° 31’ 53” Doğu Boylamları ile 41° 04’ 54” - 40° 16’ 16” Kuzey Enlemleri arasındadır. Ankara’ya 336 km, İstanbul’a 671 km uzaklıkta olan Amasya’nın komşu illere uzaklıklara ise Çorum’a 92 km, Samsun’a 131 km, Tokat’a 114 km, Yozgat’a ise 196 km dir. İl merkezinin ilçelere uzaklıkları; Göynücek 46 km, Gümüşhacıköy 68 km, Hamamözü 90 km, Merzifon 46 km, Suluova 27 km ve Taşova 48 km dir. Jeolojik Yapı Amasya ve çevresi çok farklı jeolojik dönemlerde birbirinden çok farklı ortamlarda gelişmiş kaya toplulukları ile zengin ve oldukça karmaşık bir jeolojik yapıya sahiptir. Bölgede gözlenen kaya birimleri günümüzden yaklaşık olarak ~430 milyon yıl önce oluşmuş ve başkalaşıma uğramış kayalardan günümüzde ovalarda çökelen alüvyona kadar uzanmaktadır. Amasya, Sakarya kıtası olarak isimlendirilmiş eski bir kıtanın doğu uzantısını oluşturan Tokat masifinin içerisinde yer alır. Tokat masifi, batıda Çankırı havzası, güneyde Neotetis okyanusunun sınırı, kuzeyde ise Kuzey Anadolu Fayı ile sınırlanır. Bölge, Pontidler olarak adlandırılan ve tüm Karadeniz şeridi boyunca izlenen dağ kuşağının bir parçasıdır. Günümüzden ~29 milyon yıl önce Karadeniz dağ kuşağı (Pontidler) yükselmeye başlamış ve devamında Kuzey Anadolu Fayının (~11 my) ve onun yan kollarının oluşmasıyla birlikte bölgenin güncel coğrafyası (akarsular, ovalar ve dağlar) belirginleşmiştir. Bu durumun morfolojik ifadesi havzaların açılması ile havza sınırlarının yükselmesidir. Havzaların zaman içerisinde genişlemesi ve derinleşmesi ile birlikte havza içlerinde kalın bir çökel örtü oluştururken, havza kenarlarında ise eskiden günümüze akarsu ve vadi sistemlerinin ürünü olan alüvyal yelpazeler oluşur. Amasya çevresinde büyük bir alan kaplayan genç havzalar (Suluova, Geldingen, Taşova ve Aydınca ovaları) bu dönemde oluşmuştur ve bunların içlerinde alüvyon çökelmesi hala sürmektedir. Bölge jeolojisi Paleozoyik yaşlı dayanıklı metamorfik (başkalaşım) kayalardan havza içlerinde ve akarsu yataklarında oluşmuş güncel zayıf birimlere kadar uzanan geniş bir yelpazede kaya topluluklarına sahiptir. Bu kaya toplulukları arasındaki sınırlar çoğunlukla eski tektonizmaya bağlı olan yapısal hatlar kontrolündedir. Güncel çökeller ise aktif faylarla kesilir. Bölgede yaygın olarak gözlenen ve geniş bir alanda yüzlek veren birimler; Yeşilırmak Metamorfiti ( Try); Metabazitler ve bunlarla ardalanan fillat, sleyt ve mermerlerdir. Laçin Metaolistromal Karmaşığı (Try); Yeşilşist fasiyesine özgü mineral toplulukları içerir. Bilecik Kireçtaşı (Jb); Birim tabanda genellikle bir veya birkaç metre kalın konglomera veya kumlu kireçtaşı ile başlar ve üste doğru masif kireçtaşına geçer. Amasya Formasyonu (Kam); Altta konglomera ile başlayıp, üste doğru karbonat kireçtaşlarına, daha sonrada beyaz, pembe ve kırmızı renklerde, killi, ince ve belirgin kireçtaşlarına geçer. Lokman Formasyonu (Klo), Altta konglomera, üste doğru marn ara katkılı, bol bitki kırıntılı bir kumtaşına geçer. Lokman formasyonu içerisinde bulunan fosiller sığ bir denizel ortamı (resif ve delta) belirtmektedir. Çekerek Formasyonu (Tcek); Kumtaşı, silttaşı ve karbonatlı kumtaşı egemendir. Göynücek Formasyonu; Andezit, bazaltik andezit, trakit gibi lavlar ile aglomera ve tüflerdir. Neojen Kırıntılı Birimleri (N); Tabanı kaba bir konglomera ile oluşur. Karbonatça zengin marnlar, silttaşı ve kiltaşlarından oluşur. Güncel Birimler (PIQ ve Q); Bu birimler akarsu ova içlerinde, akarsu vadi ve boğazların tabanında ve taraçalarda bulunmaktadır.
-
Amasya Tamimi (22 Haziran 1919) 1- Vatanın tamamı, milletin istiklâli tehlikededir. Hükümet merkezi İtilaf Devletleri'nin etkisi ve denetimi altında bulunduğundan, sahip olduğu sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum, milletimizi adı var, kendi yok durumuna düşürüyor. "Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." Milletin durumunu ve davranışını göz önünde bulundurarak haklarını dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden uzak bir milli heyetin varlığı gerekmektedir. Bunun için her taraftan vuku bulan teklif ve milli istek üzerine Anadolu’nun en güvenilir yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin süratle toplanması kararlaştırılmıştır. Bunun için, bütün illerin her livasından parti ayrılıkları dikkate alınmaksızın muktedir ve milletin güvenini kazanmış üçer kişinin olabildiğince çabuk yetiştirmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale karşı bunun bir milli sır hâlinde tutularak ve delegelerin gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmeleri, 2- Doğu vilâyetleri nâmına 10 Temmuz’da Erzurum’da toplanması gereken kongre için sözü geçen vilâyetlerin Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetleri’nden seçilmiş üyeler zaten Erzurum’a doğru yola çıkarılmışlardır. O vakte kadar diğer vilâyetlerimizin temsilcileri de Sivas’a geleceklerinden Erzurum Kongresi’nin üyeleri belirlenecek zamanda umumi toplantıya katılmak üzere Sivas’a hareket edecektir. 3- Yukarıdaki esaslara göre, temsilciler Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyetleri ve belediye başkanları tarafından ve çeşitli suretlerde seçileceklerdir. 4- Bu esasların uygulanmasına 3. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, Eski Bahriye Nâzırı Rauf Bey, 15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, 13. Kolordu Kumandan Vekili Miralay Cevad bey, 3. Kolordu Kumandanı Miralay Refet Bey, Samsun Mutasarrıfı Hâmit Bey, 2. Ordu Müfettişi Cemal Paşa, 12. Kolordu Kumandanı Miralay Selahattin Bey, 25.Kolordu Kumandanı Ali Fuat paşa, Bursa’da 17. Kolordu Kumandan Vekili Miralay Bekir Sami Bey,, Edirne’de Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Bey ve diğer bazı sivil ve askeri önemli kişiler tarafından çalışılacaktır. Bundan başka eski sadrazam Müşir Ahmed İzzet Paşa, Nâfıa Nâzırı Ferit Bey, âyan üyesinden Ahmed Rıza Bey gibi kişilerden fikir ve düşünceler alınacaktır. 5- Reddi İlhak ve Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyetlerinin verecekleri telgrafların telgrafhânelerce kabul edilmeyerek çekilmesi Posta ve Telgraf Müdüriyet-i Umumiyesi’nden bildirilmiştir. Bu husus kesin şekilde reddedilerek her ne şekilde olursa olsun serbestçe yazışmaların sağlanması için gösterilerde bulunarak yazışmalar sağlanacak ve bunlar elde edilinceye kadar gösterilere devam edilecektir. 6- Askeri ve sivil kuruluşlar hiçbir suretle terk ve başkasına verilmeyecektir. Vatanın herhangi bir tarafına yeniden yapılacak düşman işgâl hareketleri bütün orduyu ilgilendirecek ve meydana gelen duruma göre memleketin savunmasına birlikte girişilecektir. Bu sebeple komutanlar derhal birbirini haberdâr edeceklerdir. Silah ve savaş malzemesi kesinlikle elden çıkarılmayacaktır. Amasya Tamimi'nin İmzalanması Saraydüzü Mevkii'ndeki 5. Kafkas Fırkası'nın karargahı olan Saraydüzü Kışlası’nda AMASYA TAMİMİ’nin görüşülmesine başlanıldı. 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ve Hamidiye Kahramanı olarak tanınan eski Bahriye Nâzırı Hüseyin Rauf Bey, 3.Kolordu Komutanı Refet Bey, Kurmay Yarbay Arif Bey, İzmit Eski Sancak Beyi İbrahim Süreyya Bey, Yüzbaşı Osman Nuri, Tufan Bey, Yedek Teğmen Recep Zühtü, Efganlı, Teğmen Abdurrahman, Maliye Müfettişi Arif Bey, Erzurum 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, Yıldırım Kıt’atı Müfettişi Mersinli Cemal Paşa, Edirne’de 1. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey’inde telgraf vasıtası ile katıldıkları görüşmeler 21 Haziran günü başladı. 22 Haziran sabahına kadar devam eden görüşmelerden çok önemli kararlar ortaya çıktı. Bugün, bütün dünyaya vatanın bütünlüğünün ve milletin istiklâlinin yüksek sesle duyurulduğu bir gün oldu. “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” İşte bu cümle, alınan bütün kararların özeti ve bağımsızlığa giden yolun başıdır.
-
Mustafa Kemal Paşa'nın Amasya'ya Gelişi İstiklâl Savaşı'nda, Sivas Vilayeti'ne bağlı Amasya Sancağı'nın Milli Mücadelede önemli bir yeri bulunmaktadır. Birinci Dünya Savaşından yenik çıktığı kabul edilen Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmayı kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayan İtilaf Devletleri, Anadolu’yu yer yer işgal etmeye başlamış, bu işgaller karşısında Anadolu Halkı, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'ni kurmuşlardır. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali sonunda, padişah ve hükümetinin görevini yapmaması üzerine Türk Halkı Kuva-i Milliye güçlerini oluşturarak işgal edilen her bölgede direnişe geçmişlerdir. Oysa Osmanlı Hükümeti direnişin yok olmak demek olduğuna, kurtuluşun İngiliz himayesine girmekle mümkün olacağına inanmıştı. Mustafa Kemal Paşa, padişah ve hükümetiyle bir kurtuluş mücadelesi verilemeyeceğini, kurtuluşun bir halk hareketiyle gerçekleşebileceğine inandığından Anadolu Halkı ile buluşmak, Kuva-i Milliye güçlerini birleştirmek üzere Dokuzuncu Ordu Müfettişi görevi altında 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan ayrılıp, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a, 25 Mayıs 1919’da Amasya Sancağı'na bağlı Havza Kasabası’na gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’dan ayrılmadan önce Zile’de bulunan Binbaşı Cemil Vahit (Toydemir) Bey’den Amasya hakkında bilgi istemiş, Amasya’daki en nüfuzlu şahsiyetin Müftü Hacı Tevfik Efendi olduğunu öğrenmiştir. 26 Mayıs 1919 günü Havza’dan Amasya Müftüsü Hacı Tevfik Efendi'ye Havza’da yaptığı konuşmanın bir özetini ve Amasya’ya doğru yola çıkacağını bildirmiş ve söz konusu telgrafına çok kısa sürede şu cevabı almıştır. “-Amasya Halkı Müdafaa-ı Vatan ve Muhafaza-ı Din ve Devlet yolunda mücadele edenleri bağrına basmakla müftehir olacaktır…” Amasyalılar, 12 Haziran 1919’da Culus Tepe’de konuğunu karşılarken Müftü Hacı Tevfik Efendi, Mustafa Kemal Paşaya hitaben; “-Paşam! Bütün Amasya emrinizdedir…Gazânız mübârek olsun!...” Diye konuşup, kendisini kucakladıktan sonra etrafında bulunan kişileri tek tek tanıtmıştır. Amasya’daki karşılamada Müftü Hacı Tevfik Efendi ile birlikte şu kişiler hazır bulunmuşlardır: Mutasarrıf Vekili Mustafa Bey, Belediye Reisi Topcuzâde Mustafa Bey, Kadı Ali Himmet Efendi, Beşinci Kafkas Fırkası Komutanı Cemil Cahit Bey, Vaiz Abdurrahman Kâmil Efendi, Hoca Bahaeddin Efeni, Mevlevi Şeyhi Cemaleddin Efendi, Veysibeyzade Nafiz Bey, Kurtoğlu Hasan Bey, Ulemadan İbadizade Mehmet, Şirvani H. Mahmutefendizade Mehmet, Müderris Mehmet Efendi, Muallim Mecdizade Sabri Efendi, Mecdizade Ahmet, Eytam Müdürü Ali Efendi, Hacımahmudzâde Mehmed Efendi, Miralayzâde Hamdi Bey, Kofzâde Hâfız Mustafa Efendi, Şirinzâde Mahmud Efendi, Melekzâde Süleyman Efendi, Kahvecizâde Mehmet Efendi, Mehmed Sırrı Bey, Veysibeyzâde Sıtkı Bey, Seyfizâde Râgıp Efendi, Arpacızâde Hürrem Bey, Topcuzâde Hilmi Bey, Mehmet Ragıp Bey, Yumukzâde Hamdi Efendi, Mumcuzade İsmail Hakkı Paşa, Yörgüçzade Rasim Efendi, Lütfi Bey (Türker), Komiser İsmail Bey, Komiser Muavini Osman, Harputizâde Hasan Efendi, Gazeteci Mehmet Sırrı Bey, Polis Cemalettin Efendi, Posta Müdürü Mehmet Ali Bey, Telgrafçı Abdurrahman Rahmi, Jandarma Zabiti Ziya Bey, Harputizade Hasan, Topçuzade Münir, Hacı Alizade Ahmet, Payaslızade Yahya, Bicanzade Süleyman, Yumukosmanzade Hüsnü, Şurutuzade Tevfik, Tiryakizade Tahsin, Hacı Osmanzade Halil, Çauşluzade Ahmet, Temiz Alizade Mehmet, Küsuz Taşanzade Ahmet, Bosnalızade Halim, Yumukzade Ahmet Efendi. Mustafa Kemal Paşa'nın Amasyalılara Hitabı İlk karşılamanın ve kucaklaşmanın ardından Culus Tepe’den hareket eden heyete, yol boyunca öğrenciler ve halk tarafından alkışlanarak tezahürat yapıldı. Hükümet Konağına geldiğinde akşam olmuştu. Mustafa Kemal Paşa burada toplanan Amasyalılara hitaben: "Aziz Amasyalılar!" “Padişah ve Hükümet, Itilaf devletlerinin elinde esir bir vaziyettedir. Memleket elden gitmek üzeredir. Bu kötü vaziyete çare bulmak için sizlerle iş birliği yapmaya geldim. Hep beraber Aziz Vatanımızı ve İstiklalimizi kurtarmak için gayretlerimizle çalışmalıyız.” “Efendiler! “ “İzmir'in daha sonra Manisa ve Aydın'ın işgâli gelecekteki tehlikeyi daha açık göstermektedir. İşgâl ve ilhak gibi hadiseleri, asil milletimizin tamamen muhafazası için mitingler yaparak milli heyecanı çok canlı bir şekilde göstermek lâzımdır. Tahammülü imkânsız bu acıklı vaziyetin karşısında derhal bir teşkilât kurmak ve büyük devletlerin mümessillerine tesirli telgraflar çekmek lâzımdır.” “Amasyalılar!” “Burası Havza'dan ötesi Pontus oluyor. Sivas'tan doğusu Ermenistan'a katılıyor. Memleket İngiliz Mandası altına giriyor. Tarihi büyük Türk Milleti böyle bir esareti kabul edemez, Milletimizin tarihi şerefi vardır.” “Muhterem Amasyalılar” “Memleketin her tarafında ateşli çalışmalar başladı. Türk vatanseverlerin gayretleriyle garp memleketlerimizde milli cepheler kuruldu. Cenupta Fransızlarla işbirliği yapan Ermenilere karşı bir Adana cephesi teşkil edildi. Kuvvetli çetelerimiz, Fransız ve Ermenilere saldırmaya başladılar. Erzurum'da Ermenilere karşı mücadele başlamıştır”. “Amasyalılar. Ne duruyorsunuz, burada da mutlaka her türlü haklarımızı korumak üzere "MÜDAFAA-I HUKUK CEMIYETİ" kurmalıyız.” “Amasyalılar!” “Düşmanların Samsun'a yapacağı her hangi bir huruç (çıkartma) harekatına karşı ayaklarımıza çarıklarımızı çekecek,dağlara çekilecek, vatanı en son kayasına kadar müdafaa edeceğiz. Allah Milletimize mağlubiyeti gösterirse, bütün evlerimizi, mallarımızı ateşe verecek ve vatanı bir harabe zara çevirerek boş bir çöl halinde düşmana bırakacağız.” “ Amasyalılar, buna hep beraber yemin edelim." Bu konuşmaya salonda bulunan Amasyalıların coşkuyla "Bütün Amasya emirlerinizi bekliyor Paşam” diye karşılık vermeleri üzerine, Mustafa Kemal Paşa: “Sağ olunuz Amasyalılar, zaferi kazanacağız, vatanı kurtaracağız.”dedi. Günün yorgunluğu ve saatin hayli ilerlemiş olmasından dolayı misafirler ikamet edecekleri Saraydüzü Kışlasına çıktı. Ertesi gün, (13 Haziran 1919) Sultan II. Bayezid Camii’nde Abdurrahman Kâmil Efendi, Cuma vaaz’ında cemaate ülkenin kurtuluş yolunun “milletin azim ve kararında” olduğunu öğütlemektedir: “Muhterem evlatlarım;” “Türk milletinin, Türk hakimiyetinin artık hikmet-i mevcudiyeti kalmamıştır. Madem ki, milletimizin şerefi, haysiyeti, istiklali tehlikeye düşmüştür. Artık bu hükümetten iyilik ummak bence abestir. Şu andan itibaren Padişah olsun isim ve unvanı ne olursa olsun, hiçbir şahsın ve makamın hikmet-i mevcudiyeti kalmamıştır. Yegane çare-i hâlâs halkımızın doğrudan doğruya hakimiyetini eline alması ve iradesini kullanmasıdır.” “Asırlardan beri bunca şühedanın aziz ruhları üzerinde tesis olunup ikbâle ulaşan, Devlet-i Osmâni, Devlet-i muazzamanın hainane emellerinin kurban olmuştur. Altı yüzyıldan beri devam eden hanedan-ı saltanat artık son günlerini yaşamaktadır. Türk Milletinin bu felaketten kurtulması için bütün Müslümanların birleşmesi vatan ve milleti sevenlerin fedakârane ve cansiperâne bir tavra ve harekete kıyam etmesi lazımdır.” “Vatan ve milletimizi müstevlilerin pençe-i kahrından halâs edecek teşebbüsata girişen, yüksek kumandan ve zabitanımızın saniye müzahir olmasını, Cenab-ı Haktan hamdü senalarımızla niyaz ederiz.” “İşte muhterem cemaat, bu gibi zevatı muhteremin ve betahsis hâlen şu anda cemaat arasında olup, memleket ve milleti izmihali umumîdengirdap-ı musibetten kurtarmak için ortaya atılmış bulunan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin arkasından gitmelidir.
-
Osmanlı Dönemi 15. yüzyılın başında Timur’un Anadolu’yu işgal etmesi ve büyük yıkımlar yapmaya başladığı süreçte Amasya da Timur’un askerlerince yedi ay boyunca kuşatılmıştır. Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı'nda (1402) Timur’a yenilerek esir düşmesi ve sonrasında şehzadeleri arasında meydana gelen taht kavgaları üzerine, Fetret Devri olarak bilinen bu dağılma sürecinde Osmanlı birliğini sağlamaya çalışan ve bunda da başarılı olan Çelebi Sultan Mehmet, bu mücadele yıllarında Amasya’yı kendisine merkez edinmiştir. 1402 yılında Yakut Paşa’nın Amasya Emiri olduğu dönemde, Timur tarafından Kara Devletşah Amasya’ya emir olarak atanmış, fakat Kara Devletşah Amasya halkı ve ileri gelenlerince zalim bir insan olarak bilindiğinden onun emirliği tanınmamış ve şehre girmesine izin verilmemiştir. Bunun üzerine Kara Devletşah Kağala/Hakala Köyü'nde konaklamış ve burada şehrin diğer kısımlarına hükmetmiştir. Çelebi Sultan Mehmet, Kara Devletşah’ın bu şekilde hareket etmesine karşılık onunla savaşarak bozguna uğratmış ve Kara Devletşah savaş meydanında öldürülmüştür. Osmanlılar Devri'nde Amasya, 15. yüzyılın ilk yarısından itibaren şehzadelerin görev yaptığı bir sancak ve aynı zamanda Eyalet-i Rum’un da merkezi konumundadır. Amasya, Yörgüç Paşa’nın Beylerbeyi olduğu dönemde (1422/1435); Sivas, Tokat, Çorum ve Samsun sancaklarından müteşekkil bir vilayet olup, bu dönemde Amasya’ya “Rumiyye Vilayeti” deniliyordu. Bu dönemde Amasya ve civarında Kızıl Koca Oğulları namıyla bilinen ve mevcut sistemin disiplini altına girmemiş olan bir Türkmen topluluğunun ortaya çıktığı ve bu topluluğun yörede eşkıyalık yaptığı, Yörgüç Paşa’nın ise bazı hileler ile bu grubu ve ele başlarını yakalatarak kılıçtan geçirdiği bilinmektedir. Osmanlılar Devri'nde Amasya’da görülen önemli olaylardan biri de tarihte Celalî İsyanları olarak bilinen toplumsal olaylardır. Özellikle 16. yüzyılda yaşanan bu olaylarda celalî grupları daha çok içinde Amasya’nın da bulunduğu Yeşilırmak Havzası içerisinde hareket etmişlerdir. Bu dönemde Amasya’da büyük kargaşalar yaşanmıştır. Bu isyanlar içerisinde özellikle Amasya Sancak Beyliği de yapmış olan Urfalı Kara Yazıcı Abdülhalîm’in yaşattığı kargaşa önemlidir. 1603 yılında yaşanan bu olaylarda Kara Yazıcı Abdülhalîm’in taraftarları Amasya'yı yakmışlardır. Bu talan hareketi öylesine şiddetli bir şekilde yaşanmıştır ki, bu sırada Amasya eşraf ve âyânı servetleriyle birlikte kral mezarları içerisine sığınmak zorunda kalmıştır. Amasya, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde önemli olan bir antlaşmaya da tarihi mekan olmuştur. 1555 yılı nisan ayı sonunda yapılmış olan ve tarihte Amasya Antlaşması olarak bilinen bu antlaşma İran-Safevî Hanedanıyla yapılmış ilk ve önemli antlaşmalardan biridir. Bu sırada Kanunî Sultan Süleyman Amasya’da ikamet etmektedir. Osmanlı tarihine yön veren bir çok şehzadenin Amasya’da yetişerek görev yapmış olması nedeniyledir ki, Amasya Osmanlı tarihinde “şehzadeler şehri” olarak tanınmıştır. Bu şehzadeler arasında; Çelebi Sultan Mehmet, II. Murat, Fatih Sultan Mehmet ve II. Bayezid gibi sonradan padişah olanlar da vardır. Ayrıca, Amasya’da görev yapmış ve burada ölmüş bazı şehzadeler de bilinmektedir. Osmanlılar tarafından fethedildiği tarihten itibaren şehzadelerin tahtgâhı olan Amasya , Şehzade Bayezid’in 1559 tarihinde İran’a firar etmesinden sonra şehzade (çelebi sultan) sancaklığından çıkarılmış ve bu tarihten sonra Amasya’da hiçbir şehzade görevde bulunmamıştır.
-
Selçuklu Dönemi Büyük Selçuklu ordusunun 1071 Malazgirt savaşını kazanması üzerine Sultan Alparslan’ın mahiyetinde bulunan üst düzey komutanlar, Anadolu içlerine doğru akınlara başlamıştır. Bu akınlar sonucunda Anadolu’daki Bizans egemenliği sona ermiş ve kazanılan topraklarda, fetihleri yapan komutanlar Selçuklu Devleti'nin izniyle içişlerinde bağımsız beylikler kurmuşlardır. Bu süreçte Amasya ve civarı Danişmend Ahmet Gazi tarafından fethedilerek bölgede Türk egemenliği dönemi başlamıştır.Bu dönemde Anadolu’ya gelmiş olan Haçlı Ordusu'na karşı Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan ile Danişmend Ahmet Gazi komutasındaki birliklerin Amasya-Merzifon arasında 5 ağustos 1101 günü yapmış olduğu savaş sonucunda Haçlı Ordusu bozguna uğratılmıştır. Danişmendliler'in yaklaşık yüzyıl süren egemenlik dönemi Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan’ın 1175 yılında Amasya’yı ele geçirmesiyle sona ermiştir. Böylelikle Amasya şehri ve civarı Selçuklu egemenliği altına girmiştir. II. Kılıç Arslan uzun süren saltanatı sırasında Selçuklu Devleti'ni on bir oğlu arasında paylaştırmış (1185/1186) ve bu paylaşım sırasında Amasya Nizameddin Argunşah’ın hissesine düşmüştür. Nizameddin Argunşah’ın kardeşi II. Rükneddin Süleymanşah’ın (1196-1204) Selçuklu saltanatını ele geçirmesi üzerine bir çok yöre gibi Amasya’da bu sultana bağlı bir il haline gelmiştir. Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alaeddin Keykubad, Moğolların bir tehdit unsuru haline gelmesi üzerine olası bir Moğol saldırısına karşılık komşusu Harezm beylerinin deneyimlerinden yararlanmak amacıyla bazı illeri onlara tımar (dirlik) olarak vermiştir. Amasya bu dönemde timar olarak Bereket Han’a verilmiştir (1231). Sultan Alaaddin Keykubad (1220-1237) sonrasında ülkenin iyi yönetilememesi Selçuklu Devletinde bazı toplumsal olayların meydana gelmesine neden olmuştur. 637H./1239M. tarihinde meydana gelen ve merkezi Amasya olan Babaîler Başkaldırısı bu dönemde görülen önemli toplumsal hareketlerin başında gelmektedir. Baba İlyas Horasanî önderliğinde başlayan bu başkaldırıda, Baba İshak Kefersudî hareketin pratik sürecini Kefersud köyünden başlatmış ve bu başkaldırı süresince yaşanan gelişmelerde Amasya önemli bir tarihi mekan olarak olaylara tanıklık etmiştir. Başkaldırının büyüyerek yayılması sonucu, Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246) ihtiyaten Kubadabad Kalesi'ne çekilir ve bu sırada Amasya Subaşılığına atanan Hacı Armağanşah hareketin bastırılması için görevlendirilir. Sonuçta kanlı bir şekilde bastırılan Babaîler Başkaldırısının önderi Baba İlyas, Hacı Armağanşah tarafından tekkesinde ele geçirilerek Amasya Kalesi burçlarına astırılır. Selçuklu Devleti’nin 1243 Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilmesinden sonra Anadolu’nun neredeyse her yanı yağmalanmaya başlanmış ve Selçuklu Devleti yarım yüzyılı geçkin bir süre Moğollar tarafından yağmalanmış ve bundan Amasya’da etkilenmiştir. Anadolu’yu işgal etmiş olan Moğollar daha çok Amasya’nın da içinde bulunduğu Orta Anadolu Bölgesi'ne yerleşmişlerdir. Bu yerleşenlere genellikle Tatar adı verilmektedir. Bu dönemde Amasya’ya yerleşenler ise daha çok sol kol oymakları olarak da bilinen Ca’unğar oymaklarıdır. İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han’ın 1335 yılında ölümü sonrasında, İlhanlılar'ın Anadolu genel valisi bulunan Sultan Alaeddin Eratna bağımsızlığını ilan ederek Eratnalılar Devleti'ni kurmuş ve Amasya 1341 tarihinde Eratnalılar'ın egemenliği altına girmiştir. Amasya aynı yıl merkezi Niksar olan Taceddinoğulları Beyliği tarafından işgal edilmiş, bir süre bu işgale ses çıkarmayan sultan Eratna, Mısır Memlûklu Sultanı Melik Nâsır’ın himaye ve desteğini sağladıktan sonra işgalciler üzerine emirlerinden Tüli Bey’i göndermiş ve bunun üzerine Tüli Bey Amasyalıların da yardımıyla Amasya ve çevresini Taceddin Doğanşah’ın elinden alarak bu işgale son vermiştir. Bu dönemde; Zeyneddin Tüli Bey Amasya Emirliği yapmış, onun ölümünden sonra ise 1347 yılında Hacı Kutluşah Amasya Emirliği görevine getirilmiştir. Sonrasında ise Hacı Kutluşah’ın büyük oğlu Şahabeddin Ahmet Şah 1352 ortalarında Amasya Emiri olmuş, 1356 yılında ise, Emir Kebir Şücaaddin Süleyman Bey Amasya Emirliği'ni zorla ele geçirmiş, ondan da tekrar Şahabeddin Ahmet Şah 1358 tarihinde Amasya Emirliği'ni geri almıştır. 1359 yılında Amasya Emirliği görevine Hacı Kutluşah’ın diğer oğlu Hacı Şadgeldi Paşa getirilmiş ve 1361 yılında ise, eski Amasya Emiri Şücaaddin Süleyman Bey’in oğlu Alaaddin Ali Bey Amasya Emiri olur. Fakat Kaynar Vakıası'ndan sonra 1362 tarihinde Hacı Şadgeldi Paşa ikinci kez Amasya Emiri olarak tarih sahnesinde görülür. Sultan Eratna’dan sonra devleti yöneten sultanların zayıf olmaları ayrıca zevk ve sefaya düşkünlükleri devlet otoritesinin sarsılmasına ve görev yapan idarecilerin bağımsızlık fikrine kapılmalarına yol açmıştır. Bu yıllarda Amasya Emiri Hacı Şadgeldi Paşa da, kendi başına buyruk hareket etmeye başlamış ve daha sonra ise beyliğini ilan etmiştir. Şadgeldi Paşa döneminde Amasya’da kayda değer imar faaliyetleri görülür. Bu dönemde; 1363 tarihinde Amasya Kalesi onarılır ve eski darphane yenilenir, ayrıca Amasya’da bir kağıt fabrikası yaptırılır. Bu faaliyetlerle birlikte 1372 tarihinde cami, medrese ve imaretten oluşan bazı yapı birimlerinin de yaptırıldığı bilinmektedir. Eratna Devleti naibi Kadı Burhaneddin ile 1381 yılında yaptığı savaşta hayatını kaybeden Hacı Şadgeldi Paşa’dan sonra oğlu Fahrettin Ahmet Bey Amasya Emirliği görevini üstlenmiştir. Fahreddin Ahmed Bey de babası gibi Kadı Burhaneddin ile devamlı bir mücadele içerisinde olmuş, fakat bu mücadelelerden bir sonuca varamamış olması nedeniyle başka bir sancağa karşılık Amasya’yı, Osmanlılara vermeyi teklif etmiş, bunun üzerine 1393 yılında şehir Osmanlı idaresine girmiştir.
-
TARİHÇE Kalkolitik Çağ Amasya sınırları içerisinde Kalkolitik Çağ'a ait önemli bazı yerleşmeler arasında Amasya merkez Ovasaray Köyü Hamam Tepesi Höyüğü, Sarımeşe KKünbet Höyük, Keşlik Köyü Koşapınar Höyük ve Ayvalıpınar Köyü Ayvalıpınar Höyüğü ile Suluova ilçesi Kanatpınar Köyü Devret Höyük ve Deveci Köyü Yoğurtçu Baba Höyükleri sayılabilir. Tunç Çağı İlk Tunç Çağı'nda da (3000-2500) Amasya’da yoğun bir yerleşmenin olduğu bilinmektedir. Bu dönem höyüklerine Amasya merkez Yassı Höyük (Oluz Höyük), Gümüşhacıköy ilçesi Sallar Höyük, Merzifon ilçesi Hayrettin Köyü Delicik Tepe Höyüğü, Göynücek ilçesi Gediksaray Höyük, Alakadı Köyü Türkmenlik Tepe Höyüğü ve Merzifon ilçesi Kayadüzü Höyük örnek verilebilir. Amasya, Orta Tunç Çağı'nda (M.Ö. 2500-2000) Mezopotamya yazılı belgelerinde “Hatti Ülkesi” olarak bilinen uygarlığın sınırları içerisinde kalmıştır. M.Ö. 2500-2000 tarihleri arasında Anadolu’da güçlü bir uygarlık kurmuş olan Hattiler'e ait önemli yerleşmelerden biri de Amasya Merkez İlçeye bağlı Mahmatlar Höyüğü'dür. Mahmatlar Höyük, 1949 yılında defineciler tarafından kaçak kazılar sonucu tahrip edilmiştir. Burada bulunan eserler daha sonra resmi makamlarca ele geçirilmiş olup altın, gümüş ve bronzdan oluşan bu eserler Hatti Uygarlığı'nın önemli eserlerindendir. Tunç Çağ / Hitit Dönemi Hatti egemenliğine Hititler tarafından son verilmesi üzerine Amasya, Hititlerin egemenlik sahasında kalmıştır. Kendilerini Nesice konuşanlar anlamına gelen Nesili sözcüğü ile adlandıran Hititler Anadolu’da büyük bir siyasi birlik kurmuşlardır. Amasya şehri de bu dönemde Hititlerin sınırları içerisinde kalmıştır. Hititlerin Amasya’daki önemli yerleşim yerlerinden biri Amasya merkez Doğantepe (Zara) Beldesi'dir. Bu beldede bulunmuş olan ve M.Ö. 1400-1200 yılları arasına tarihlendirilen Hitit Fırtına Tanrısı Teşup’a ait olan bronz heykel günümüze intikal etmiş önemli Hitit eserlerindendir. Hititler, içinde bulundukları kuraklık ve kıtlığın etkisiyle yaşadıkları bunalımlı bir dönemde, bir görüşe göre Karadeniz dağlarında yaşayan Kaşgaların diğer bir görüşe göre ise, içinde Friglerin de bulunduğu ve Balkanlardan Anadolu’ya gelen bazı kavimlerin akınları sonucunda M. Ö. 1190 tarihi civarında egemenliğini yitirmişlerdir. Bu yıllarda meydana gelen yıkım, talan ve katliamlar sonucunda Amasya’nın da içinde bulunduğu orta Anadolu’da Karanlık Çağ olarak adlandırılan ve 400 yıldan fazla devam eden bu dönem hakkında elde fazla bilgi bulunmamaktadır. Demir Çağı / Frigler Dönemi M. Ö. 750 den sonra siyasal bir güç olarak tarih sahnesine çıkmış olan Frigler Kral Midas döneminde (M.Ö. 725-695/675) sınırlarını genişletmiş ve bunun sonucunda Amasya yöresi de Friglerin egemenlik sahası içerisinde kalmıştır. Frigler M.Ö. 676 yılında Kafkaslar üzerinden gelen Kimmerler’in şiddetli saldırıları karşısında dayanamayarak kısa sürede güçlerini kaybetmiş ve yıkılma sürecine girmiştir. Demir Çağı / Kimmer-İskit Dönemi Kimmerler; bu dönemde Anadolu’da bulunan devletler karşısında bir tehdit unsuru olmuş ve sanatsal açıdan ilişkide bulundukları toplumları etkilemişlerdir. Kimmerler, Karadeniz Bölgesi'nde yayılmış ve bu dönemde Amasya ve civarı Kimmerlerin egemenlik alanı içerisinde kalmıştır. Amasya’da Kimmerler devrine ait fazla eser olmamakla birlikte Gümüşhacıköy İlçesi İmirler Köyü'ndeki bir kurgandan çıkarılarak Amasya Müzesine getirilen madenî savaş aletleri bu döneme ait eserlerdendir. Anadolu tarihinde M.Ö. 675-585 arası önemli bir güç olarak varlığını hissettiren Kimmerler ve İskitler, daha sonra yavaş yavaş etkinliğini yitirmişlerdir. Kimmerlerin yaşadığı çağda İskitler de tarih sahnesinde görülmektedir. Zaten Herodot’un da ifade ettiği gibi; İskitler genellikle Kimmerler'in yerleşim yerleri üzerine yerleşmişlerdir. Bu nedenle Amasya ve civarındaki Kimmer egemenliği sonrasında İskit egemenliği görülür. Demir Çağı / Med-Pers Dönemi Anadolu’daki iki büyük güç olan Lidya ve Med devletleri arasında beş yıl boyunca süren savaşın son bulması üzerine, M.Ö. 585 yılında her iki güç arasında Kızılırmak sınır olarak kabul edilmiş ve bunun üzerine Amasya Pers egemenliğine kadar Medlerin sınırları içerisinde kalmıştır. Kısa süren Med egemenliğinden sonra Amasya, M. Ö. 547/46 tarihinde Pers İmparatorluğu'nun kurucusu Kyros’un Lidya kralı Kroisos’u yenmesi üzerine Anadolu’nun büyük çoğunluğu gibi Pers idaresi altında kalmıştır. Persler, fetihler yoluyla egemen oldukları yerleri toplam yirmi satraplık halinde taksim ederek buralara birer genel vali atamışlardır. Bu genel valiler, tacın muhafızı anlamına gelen satrap sözcüğü ile adlandırılıyordu. Bu dönemde Amasya yaklaşık iki yüz elli yıl boyunca Kapadokya Satraplığı olarak bilinen bölgenin doğu sınırları içerisinde kalmıştır. Bu dönemde, Sardes’ten başlayan ve Susa’da son bulan Kral Yolu güzergahının belli bir kısmı Amasya’nın da içinde bulunduğu Yeşilırmak Ovası'nda geçmektedir. Helenistik Çağ M.Ö. 333 yılında meydana gelen İssus Savaşı'nda; Pers kuvvetlerinin Büyük İskender’in güçleri karşısında yenilmesi sonucunda, Amasya’nın da içinde bulunduğu Kuzey Kapadokya Bölgesi dışında Anadolu’nun büyük bir kısmı Makedonya Krallığı'nın egemenliğine girmiş ve böylelikle tarihte Hellenistik Çağ olarak bilinen ve Anadolu’da etkisini daha çok kültürel ve sanatsal boyutta hissettiren bir dönem başlamıştır. Bu dönem; özü itibariyle doğu ile batı inanç ve kültürlerinin sentezi olan bir dönemdir. Büyük İskender’in ölümü üzerine (M.Ö. 323) Anadolu’da siyasi anlamda yeni bir süreç baş göstermiştir. Bu süreçte; Büyük İskender’in halefleri imparatorluğun birliğini sağlayamamış ve imparatorluk çeşitli krallıklara bölünerek dağılmıştır. Bu gelişmeler yaşanırken M.Ö. 301 yılında Pers kökenli Mitridates Ktistes, Mitridates Krallığını kurarak Amasya’yı başkent yapmıştır. Başkentin V. Mitridates Euergetes (150-120) döneminde Sinop’a nakledilmesine kadar uzun yıllar Mitridates Krallığının başkenti olarak kalmış olan Amasya’da, büyük bir imar faaliyeti başlamış ve özellikle Mitridates Eupator döneminde bu faaliyetle birlikte şehir bir kültür merkezi haline gelmiştir. Bu dönemde; Mitridates Krallığı ile Roma İmparatorluğu arasında özellikle V. Mitridates zamanında gelişen iyi ilişkiler, Mitridates Eupator döneminde (M.Ö. 111-63) tersine dönmüş ve bunun sonucunda uzun yıllar süren Mitridates savaşları yaşanmıştır. En son M.Ö. 63 yılında Mitridates Eupator ile Romalı general Pompeius’un orduları arasında yapılan savaşta Eupator’un yenilmesi üzerine Amasya Roma askerleri tarafından işgal edilerek tahrip edilmiş Pompeius, Mitridates Krallığının egemenliğine son vererek topraklarını Bithynia bölgesiyle birleştirerek Bithynia-Mitridates Eyaletini oluşturmuş Amasya ve civarı Roma egemenliği altına girmiştir. Mitridates Eupator’un oğlu olan Kırım Kralı II. Pharnakes, Roma İmparatorluğu içerisinde yaşanan iç savaşlar nedeniyle Mitridates Krallığının eski topraklarını bir süre geri almayı başarmış, fakat M.Ö. 47 yılında Zela (Zile) yakınlarında Caesar (Sezar) komutasındaki Roma birlikleriyle yaptığı savaşta yenilmesi üzerine, Amasya’nın da içinde bulunduğu topraklar tekrar Roma egemenliğine geçmiştir. Roma Dönemi Parthlar’ın Karia’ya kadar olan bölgeyi işgal etmeleri üzerine Roma İmparatoru Antonius komutanları aracılığıyla Parthlar’ı yenerek onları Anadolu’dan atmıştır. Bu olaydan sonra Anadolu’ya gelen Antonius, Parthlar’ın saldırılarını önlemek amacıyla kendi toprakları ile Parthlar arasında tampon bir bölge oluşturmak için bazı vasal krallıklar kurdurmuştur. M.Ö. 39 yılındaki bu gelişmeye göre; İçinde Amasya’nın da bulunduğu Mitridates Bölgesi II. Pharnakes’in oğlu Darius’a verilmiştir. Amasya bu dönemde Mitridates Galaticus Bölgesi'nin Metropolis’i olup önemli bir şehir konumundadır. M.Ö. 25 yılında İmparator Augustus (M.Ö. 27 – M.S. 14) kendisine bağlı Provincia Galatia Eyaletini kurarak bir çok bölgeyle birlikte Mitridates Galaticus Bölgesini de bu eyalete bağlamıştır. Roma İmparatorluğu döneminde eyalet statüsünde olan Amasya, aynı zamanda eyaletler arası yol sisteminin de merkezi konumuna gelmiştir. Örneğin Galatya ve Kapadokya yolları Amasya’da son buluyordu. Amasya’da İmparator Domitianus’tan (M.S. 81-96) itibaren Severus Alexander (M.S. 222-235) dönemine kadar şehir sikkeleri darp edildiği de bilinmektedir. Bu sikkelerden bir çoğu günümüzde Amasya Müzesi sikke koleksiyonunda yer almaktadır. Amasya şehri; İmparator Diocletianus sonrasında Diospontus’un dinsel ve idarî merkezi durumuna gelmiş ve VIII. yüzyıldan itibaren ise Bizans’ın askerî vilâyetlerinden (thema) olan Armeniakon Kaleleri arasında yer almıştır.
-
Amasya Adının Kökeni Eskiçağda bir çok Anadolu şehrinin kurucu (ktistes) tanrısı veya kahramanının olduğu bilinmektedir. Bu mitolojik kuruluş Amasya için de geçerlidir. Roma İmparatoru Septimius Severus (M.S. 193-211) dönemine ait bir Amasya sikkesi üzerinde yer alan ERMHC KTICAC THN POLIN yazıtından hareketle Hermes’in Amasya kentinin kurucu tanrısı olduğu kabul edilmektedir. Bu kısa açıklamadan sonra Amasya adının tarihçesine gelecek olursak; Hitit belgelerine göre Amasya’nın bilinen ilk adının Hakmiş [Khakm(p)is] olduğu sanılmaktadır. Bu isimin Perslerin Amasya’yı fethine kadar devam ettiği değerlendirilmektedir. Amasya’nın Mitridates Krallığı Dönemi'ndeki adı “Amasseia” dır. Özellikle M. Ö. II. yüzyıldan itibaren darp edilen Amasya şehir sikkelerinde AMASSEİA ibaresi açıkça görülmektedir. Zaten coğrafyacı Strabon’da Amasya için Amaseia sözcüğünü kullanmaktadır. Amaseia sözcüğü, “Ana” anlamına gelen ve özellikle “Ana Tanrıça” yı kasteden ‘Ama’ ve onun çeşitlemesi olan ‘Mâ’ ibaresi ile bağlantılıdır. Bundan hareketle denilebilir ki Amaseia “Ana Tanrıça Mâ’nın şehri” anlamına gelmektedir. Ana Tanrıça Mâ, Perslerin Anadolu’yu fethinden sonra tapımı yaygınlaşan doğu kökenli bir tanrıçadır. Aynı zamanda bu tanrıça Mitridates ve Kapadokya’nın yerel tanrıçasıdır. Amaseia sözcüğü de Persler zamanındaki asıl söyleniş şeklinin Hellen ağzına uydurulmuş biçimidir. Roma döneminde Amaseia adı fazla bir değişikliğe uğramadan AMACIAC (Amasia) olarak kullanılmıştır. Örneğin, İmparator Septımıus Severus, Caracalla ve Severus Alexander döneminde darp edilmiş Amasya şehir sikkelerinde AMACIAC adını görmekteyiz. Bizans Devri'nde de Amasia adının değişmeden devam ettiği bilinmektedir. Amasya’nın adı Danişmendliler zamanında ise bazen Amasiyye, bazen de Şehr-i Haraşna olarak anılmıştır. Selçuklu, İlhanlı, Beylikler ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde de Amasya adı herhangi bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir.
-
Amasya Genel Bilgi Karadeniz Bölgesi’nin orta bölümünde, Yeşilırmak nehrinin doğu-batı doğrultusunda ve bu nehrin iki kıyısında yer almaktadır. Amasya, kuzeyden Samsun, batıdan Çorum, doğu ve güneyden Yozgat, güneydoğu’dan Tokat illeri ile çevrilidir. Yüzölçümü 5690 km2, denizden yüksekliği 392 m.dir. Nüfusu 2000 genel nüfus sayımına göre 365.231'dir. Şehrin asıl yerleşim ve gelişim alanı Yeşilırmak'ın güney kıyısındadır. Yeşilırmak tarafından ikiye ayrılan mahalleler nehir üzerindeki 7 köprü ile birbirine bağlanır. Dar bir vadide kurulmuş olmasından dolayı önemli bir şehirdir. Bu konumundan dolayı da kuruluşundan bu yana, her dönemde aynı yerde kalmıştır. Yeşilırmak, Amasya ovasından çıkıp, Ferhat Boğazından geçtikten sonra âdeta saklı bir vadiye girmektedir. Amasya, vadi yamaçlarına doğru gelişmiştir, ancak elverişsiz konumu nedeniyle yamaçlardan fazla yükselmeye olanak bulunmamış, bu da şehrin Yeşilırrmak vadisi boyunca doğu-batı doğrultusunda uzunlamasına yayılma göstermesine neden olmuştur. Günümüzde şehir bir vadide saklı konumunu korumakta ve Anadolu’da "V" şekilli bir vadi tabanında kurulmuş tek büyük şehir olarak varlığını devam ettirmektedir. Yeşilırmağın kuzey kıyısında kale kalıntıları, kral mezarları ile Yeşilırmak arasında yerleşim alanı dar olduğundan, yerleşme ince bir şerit oluşturmaktadır. İlin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Buğday ve arpa gibi tahılların yanı sıra şekerpancarı, tütün, kenevir, başta elma olmak üzere çeşitli sebze ve meyveler yetiştirilmektedir. Ayrıca küçük ölçüde mera hayvancılığı yapılır. 1950'lere kadar küçük sanayinin bulunduğu ilde hızlı bir gelişim sürecine girilmiştir. 1954'te kurulan Amasya Şeker Fabrikasını sonraki yıllarda tarım ürünlerini işleyen meyve suyu üreten fabrikalar izlemiştir. Amasya'nın ismi İlk Çağlarda Grekçe olarak Amaseia sözcüğünden gelmiştir. Sonraki yıllarda Türkler bu ismi Amasya olarak değiştirmiştir. Tarihi çağlarda Amasya hakkında en iyi bilgileri coğrafyacı Strabon vermiştir. Strabon'a göre şehri Amazonlardan Amasis kurmuş, bu yüzden de Amaseia olarak tanınmıştır. İlk kuruluş yeri günümüzdeki kalenin olduğu tepe olara kabul edilir. Amaseia’nın tam olarak nerede ve kimler tarafından kurulduğu hakkında kesin bir bulguya rastlanılmamakla birlikte, yapılan Arkeolojik araştırmalara göre; Amesia’nın tarihinin M.Ö.5500’lere kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Amaseia’dan günümüze ulaşan eser ise; Yeşilırmak’ın kuzeyindeki dağın eteklerinde bulunan Akrapolis ve büyük bir kısmı daha sonradan bir çok kez onarılan surlardır. Bölgede Yapılan arkeolojik araştırmalar, Amasya'nın çok eski bir yerleşim merkezi olduğunu göstermektedir. Suluova çevresindeki kazılarda höyüklerden çıkarılan çanak, çömlek ve savaş aletleri, Neolitik ve Kalkolitik dönemlerde (M.Ö. 5500-3500) Amasya'nın bir yerleşim merkezi olduğunu ortaya koymaktadır. Tokat-Amasya sınırları yakınlarında yapılan kazılarda Bronz Çağına ait vazolar ele geçirilmiştir. Anadolu'da M.Ö. 1900-1200 yılları arasında hüküm süren Hititler, MÖ.XIV.yüzyılın sonlarında buraya "hakmiş" ismini vermişlerdir. Bu yerleşim merkezi, Amasya'da kurulan şehir kültürünün de başlangıcı olmuştur. Hitit devleti MÖ.1200'lerde Friglerin akınları sonucunda yıkılmıştır. Anadolu'da, Amasya'yı da içine alan bir devlet kuran Friglerin egemenliği 500 yıl sürmüştür. Kısa bir süre için Amasya'ya hakim olan Kimmerler'in yerini (M.Ö. 650) Lidyalılar almış, Lidya'lılar ile Persler arasında yapılan savaştan (M.Ö. 585) sonra, Amasya Perslerin egemenliği altına girmiştir. Uzun bir süre Pers satrabı tarafından yönetilen Amasya daha sonra I. Mitridat tarafından kurulan Pers-Pontus devleti egemenliğine girmiştir. Batıdan Anadolu'ya ilerleyen Romalılar, Kapadokyalılar ile Galatlar'ı birleştirip Pers-Pontus Krallığı üzerine sürdüler. Ancak VI. Mitridat zamanında durum değişmiş ve Romalılar M.Ö. 123'te bütün güçlerini geri çekmek zorunda kaldılar. Böylece "Mitridat Savaşları" olarak bilinen mücadelelerde Romalılar Anadolu'da en büyük yenilgilerini aldılar. Mitridat Romalıların saldırılarına daha fazla dayanamamış ve M.Ö. 70 yılında Roma Generali Lukullus Amasya'yı ele geçirmiştir. Amasya yaklaşık 400 yıl boyunca Roma egemenliğinde kalmıştır. Roma İmparatorluğunun M.S. 395'te ikiye bölünmesiyle, Amasya'nın yönetimi Doğu Roma'ya (Bizans)geçmiştir. Bundan sonra dini yönden beş patrikliğe bölünen Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğunun, patriklik merkezlerinden biri de Amasya olmuştur. Amasya, MS.VIII. yüzyıldan sonra Araplar ile Bizanslılar arasında sürekli olarak el değiştirmiştir. 1071 yılında Alparslan'a yenilen Bizans İmparatoru Romen Diogenes, tahttan indirildiğini Amasya'da öğrenmiştir. Bundan sonra da Alparslan'ın komutanlarından Danişmend Ahmed Gazi tarafından ele geçirilerek Selçuk yönetimine sokulmuştur (1075). Haçlı seferlerinin Amasya'ya yönelmesi üzerine Anadolu selçukluları ile kuvvetlerini birleştiren Danişmentliler Haçlıları Merzifon Ovasında yenilgiye uğratmışlardır. Bundan sonra Selçuklu hükümdarı Sultan Mesut, Danişmentli emirler arasında çıkan anlaşmazlıklardan yararlanarak 1143'te Amasya'yı onlardan almış ve Anadolu selçuklularının başkenti yapmıştır.1199 yılında ise Haçlı orduları Amasya'ya gelmiş ve şehirde büyük tahribatlar yapmışlardır. Bundan sonra Amasya'da babai İsyanları baş göstermiş, 1243'te Moğolların batıya doğru ilerlemeleri üzerine Kösedağ'da yapılan savaşı Selçuklular kaybetmiştir. Moğolların Erzincan'a kadar ilerlemesi üzerine Amasya'da yapılan bir antlaşma sonunda Anadolu'nun yönetimi Moğollara geçmiş, Amasya valiliği de Emir Seyfettin Torumtay'a verilmiştir. Moğol İmparatorunun 1258'de ölümü üzerine, imparatorluk toprakları üzerinde dört büyük devlet kurulmuştur. Bu devletlerden İlhanlılar Anadolu'yu işgal etmiş, Amasya'daki hakimiyetleri de 1335'e kadar sürmüştür. Bundan sonraki 8 yıl boyunca Amasya çeşitli yerel beyliklerin egemenliği altında kalmıştır. İlhanlıların Anadolu Valisi Aladdin Eretna 1341'de bağımsızlığını ilan etmiş ve Eretna Devletini kurmuştur. Bu devletin sınırları içinde yer alan Amasya, daha sonra bir kaç defa el değiştirmiştir. 1360 yılında Amasya valisi olan Şadgeldi Paşa, Eretna'ya olan bağlılığını bozarak Amasya Beyliği'ni kurmuştur. Şadgeldi Paşa, kuvvetli rakibi Sivas Hükümdarı Kadı Burhaneddin'i ortadan kaldırmak için 1382'de giriştiği Kazova Savaşı'nda ölmüştür. Bu savaştan sonra Kadı Burhaneddin Amasya toprakları üzerinde hak iddia etmeye başlamıştır. Bölgedeki diğer beyler de Amasya'yı ele geçirmek isteyince, Amasya Beyliğini yönetenler Osmanlı Devleti'nin himayesine girmeyi önermişlerdir. Osmanlı Hükümdarı Sultan Murad bu öneriyi kabul etmiş ve Şehzadesi Yıldırım Bayezid'i Amasya'ya vali olarak göndermiştir. Böylece Amasya Beyliği, Osmanlı Devleti'nin bir eyaleti, Yıldırım Beyazıt da bu eyaletin ilk valisi olmuştur. Sultan Murad'ın ölümü üzerine padişah olan Yıldırım Bayezid, Timur tehlikesine karşılık, oğlu Çelebi Mehmet'i Amasya Valisi yapmıştır. Yıldırım Beyazıt'ın 1402'de Timur'a yenilmesinden sonra Amasya'nın önde gelenleri Çelebi Mehmet'i tekrar şehre davet etmişlerdir. Çelebi Mehmet'in 1413'te Osmanlı hükümdarı olmasından sonra oğlu Şehzade Murat'ı Amasya'ya vali olarak atamıştır. Ankara valisi Yörgüç Paşa da devlet işlerini yürütmek için, Amasya'ya davet edilmiştir. Şehzade II. Murat'ın padişah olmasından sonra, büyük şehzadesi Çelebi Ahmet Amasya'ya vali olarak atanmış(1435), ancak valiliği uzun sürmemiş, 1438'de ölünce yerine Şehzade Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) vali olarak atanmıştır. Şehzade Mehmet aynı yıl Manisa'ya vali atanınca yerine de II. Murad'ın en büyük şehzadesi Alaeddin getirilmiştir. Fakat Alaeddin, kendisini çekemeyenler tarafından 18 yaşında boğdurulunca bu kez, II. Bayezid 1454 tarihinde Amasya'ya vali olmuştur. II. Bayezid döneminde Amasya tam bir bilim ve sanat merkezi haline gelmiştir. öyle ki şehirde, bir kadın şairin (Mihri Hatun) yetişmesine olanak tanıyacak bir kültür ortamı vardır. II. Bayezid, Fatih Sultan Mehmet'in ölümü üzerine Osmanlı Devleti'nin 8. padişahı olunca büyük oğlu Şehzade Ahmet Amasya'ya vali olmuş 1481 - 1512 yılları arasında bu şehirde valilik yapmıştır. Şehzade Ahmet edebiyata ve musıkiye düşkün olduğu için Şeyh Hamdullah gibi bir çok sanatçı Amasya'da toplanmıştır. İranlıların Anadolu'da oluşturduğu tehlike karşısında, onlarla savaşmak yerine, babasının ölümü üzerine padişah olmak üzere Amasya'yı terk etmiştir. Oysa bu sırada Yavuz Sultan Selim Osmanlı tahtına geçmiştir. Bunun üzerine Şehzade Ahmet de Amasya'ya dönerek bağımsızlığını ilan etmiş, adına hutbe okutmuştur. Ardından 1513 yılında Amasya'dan ayrılarak, Yenişehir'de Sultan Selim ile savaşır ve yenilerek öldürülür. Yavuz Sultan Selim, Çaldıran zaferinden sonra 1515 yılının kışını Amasya'da geçirir. 1516 yılında da Mısır seferine çıkar. Fakat, ağabeyinin oğlu Murad ve taraftarları bu sırada Amasya ve bölgesinde Celali isyanlarını çıkarırlar. Bölgedeki huzursuzluklar yüzünden Rum eyaletinin merkezi Amasya'dan Sivas'a kaydırılır. Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Şehzade Mustafa 1538'de Amasya'ya vali olmuş ve bu görevi 1553'e kadar yürütmüştür. Düzenlenen bir tertip sonucunda Konya'da öldürülmüştür. Bu duruma çok üzülen Amasya halkı ve ileri gelenleri Kanuni'ye gücenmişlerdir. Kanuni Sultan Süleyman 1554 yılında Amasya'ya gelir ve 6 ay burada kalır. Amasyalılardaki bu üzüntüyü gidermek amacıyla bir yıllık vergiyi affeder, tımarlı sipahileri terhis eder. Bu arada da bir çok diplomatik faaliyetlerde bulunur, çeşitli ülkelerin elçilerini kabul eder. 1555 Haziran'ında şehirden ayrılır. Kanuni Sultan Süleyman'ın büyük oğlu Şehzade Bayezid Amasya'ya vali olarak atanır. Fakat babasıyla ters düşmesi ve kardeşiyle taht mücadelesine girmesi ve bu mücadeleyi kaybetmesi sonucu 1559'da İran'a kaçar. Bu olaydan sonra Amasya ve civarında bir çok isyan hareketi görülür. Bu hareketler Amasya'da hem maddi hem de manevi bir çok zarara yol açar. Ancak, 1919 yılına kadar Amasya'da bunlardan başka önemli bir olay olmamıştır. Osmanlı Devletinin 30 Ekim 1918 tarihinde Mondoros Mütarekesini imzalaması üzerine itilaf devletleri Anadolu'yu paylaşmak üzere harekete geçmişler, İngilizler, Fransızlar ve İtalyan'lar çeşitli şehirleri işgal etmeye başlamışlardı.Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak, 12 Haziran 1919'da Amasya'ya gelmiştir. Amasya'yı daha güvenli bulduğundan Anadolu ve Trakya'daki birçok askeri ve mülki idarecilerle ilişkilerini yürütmüştür. 22 Haziran 1919'da yayınladığı Amasya Tamimi ile Milli Mücadelesi'nin ilk adımını atmıştır. Amasya Cumhuriyetin ilanından sonra 20 Nisan 1924'te il olmuştur. Amasya'da ünlü tarihçiler de çıkmıştır. Bunların başında Strabon ile Aşık Paşazade gelmektedir. Amasya, tarihi eser yönünden son derece zengin bir ildir. Bunların başında Sultan Beyazıt Cami ve Medresesi (1482-1486), Beyazıt Paşa Camisi (1914), Burmalı Minare Camisi (1237-1247), Gökmedrese Camisi (1266-1267), Sultan Mesut Türbesi, Halife Gazi Türbesi, Yürgüç Paşa Camisi, Bimarhane (Şifahane) (1308-1309), Torumtay Türbesi (1278), Yakup Paşa Medrese ve Tekkesi (Amasya Çilehanesi) (1413), Bülbül Hatun camisi (1310) ve Taş Han gelmektedir. Bu yapılar arasında Bimarhane İlhanlılar döneminde yapılmış olup, akıl hastalarının müzikle tedavi edildiği bir şifahanedir. Ayrıca Yeşilırmak üzerindeki Alçak Köprü Helenistik dönemden kalmıştır (MÖ.300-MS.20), bunun yanı sıra Meydan, Maydanos, Hükümet (Helkis) ve Kuş (Künç) köprüleri Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yapılmış köprülerdir. Amasya Kalesi, Merdivenli Kaya Tüneli, Kral Mezarları ve Aynalı Mağara, başta Hazeranlar Konağı olmak üzere Amasya evleri diğer önemli tarihi eserleri arasındadır.
-
Artvin Yaylaları Yusufeli-Kaçkar Turizm Merkezi-Yaylalar Köyü Ulaşım: Yaylalar köyü,Yusufeli ilçesinin 53 km. batısındadır. Yusufeli - Sarıgöl beldesi arası 20 kilometrelik stabilize yolda ticari araçlarla yolcu taşımacılığı yapılmaktadır. Sarıgöl - Yaylalar köyü arası 33 km. olup, toprak yoldan özel ya da kiralanabilir araçlarla Yaylalar köyüne gidilebilir. Yaylalar köyü - Dilberdüzü kamp yeri arası 10 km. patika yoldan yürüyerek gidilebilir. Özellikleri: 3. 200 m. yükseklikteki Yaylalar köyü çeşme, elektrik, sağlık ocağı gibi altyapıya sahiptir. Köyde bakkal, kır kahvesi, lokanta, fırın ve kasap bulunmaktadır. Yaylalar köyü, Kaçkar dağına tırmanmak İsteyenlerin ara konaklama merkezi konumundadır. Tırmanıştan önce köyden yeme içme malzemeleri satın alınabilir, yük taşıma için katır kiralanabilir. 3. 328 m. yükseklikteki Dilberdüzü, Kaçkar dağları zirvesine en yakın kamp yeridir. Bol soğuk suyu bulunan Dilberdüzü'nde altyapı bulunmamaktadır. Dilberdüzü'nden itibaren 3. 932 m. rakımlı Kaçkar dağlarına rehbersiz çıkmak tehlikelidir. Bölgede vaşak, ayı, yaban keçisi, kurt, çakal, tilki gibi yaban hayvanları izlenip, görüntülenebilir. Yaylalar Köyü yolu üzerinde Altıparmak köyünde, Altıparmak (Borhal) kilisesi ziyaret edilebilir. Köyde dokunan ipek halılardan satın alınabilir. Konaklama-Yeme-İçme: Konaklama için pek çok pansiyonun bulunduğu Sarıgöl Beldesi'nde kalınabilir. Sarıgöl'de PTT, WC elektrik gibi altyapı mevcut olup, bakkal, kır kahvesi, fırın, lokanta, kasap hizmet vermektedir. Kafkasör Turizm Merkezi (Kafkasör Yaylası) Ulaşım: Artvin'in güney-batısındaki yaylaya 10 km. toprak yolla ulaşılmaktadır. Özellikler: 1. 250 m. yükseklikteki yayla görülmeye değer güzelliktedir. Alt yapı hizmeti götürülmüş olan yaylada belediye tarafından yaptırılan 10 adet 80 yatak kapasiteli bungalovlar bulunmaktadır. Her yıl Haziran ayının son haftasında düzenlenen ve 3 gün süren boğa güreşleri etkinlikleri, yöre halkı tarafından yoğun ilgi görmekte, festival havasında geçmektedir. Yaylada Cıskaro, Yalnızhasan ve Acısu diye adlandırılan şifalı sular bulunmaktadır. Konaklama-Yeme-İçme: Konaklama için, önceden rezervasyon yaptırmak kaydıyla yayladaki bungalovlardan faydalanılabilir. Temel ihtiyaç malzemeleri getirilmelidir. Boğa güreşleri etkinliklerinde günübirlik satış yerleri kurulmaktadır. Borçka-Karagöl Yaylası Ulaşım: İlk 7 kilometresi asfalt olan Borçka-Camili yolunun 27 kilometresinden doğuya ayrılan toprak yoldan 20 km. giderek Karagöl'e ulaşılır. Özellikler: Göl çevresi ormanlarda, vaşak, boz ayı, çengel boynuzlu dağ keçisi, dağ tavuğu, yırtıcı kuşlar izlenebilir, gölde alabalık avlamak mümkündür. Henüz bütün altyapı sorunları giderilmemiştir. Göl çevresinde WC, piknik masaları, çeşme, Orman İşletmesi'nin misafirhanesi bulunmaktadır. Konaklama-Yeme-İçme: Konaklama için kamp malzemeleri ve temel ihtiyaç malzemeleri getirilmelidir. Ardanuç-Babilan Yaylası Ulaşım: Ardanuç ilçesinden doğuya 51 km. ham toprak yolla ulaşmak mümkündür. Özellikler: Yol ve su hariç altyapı hizmetleri bulunmayan yaylada her hafta cumartesi günleri pazar kurulmaktadır. Kurulan bu pazarda hayvanlarını satanlar, gıda ve ihtiyaç maddeleri satın almakta ve canlı hayvan borsası ve panayırı andıran görünümler oluşturmaktadır. Konaklama-Yeme-İçme: Konaklama için kamp malzemeleri ve temel ihtiyaç malzemeleri getirilmelidir. Cumartesi ve pazar günleri yayladan yiyecek satın alınabilir. Şavşat- Karagöl Ulaşım: Şavşat ilçesinin kuzey doğusunda 8-10 hektar büyüklükteki Karagöl'e 30 km. toprak yolla, özel veya kiralanacak araçlarla ulaşılabilir. Özellikler: Karagöl'de elektrik, çeşme, WC, Orman Bölge Müdürlüğü'nün dinlenme binası ve telsizi hizmet vermektedir. Şavşat ve civarında Borçka Karagöl'de de olduğu gibi yaban hayvanları yaşamaktadır. Konaklama-Yeme-İçme: Konaklama için kamp malzemeleri ve temel ihtiyaç malzemeleri getirilmelidir.
-
HATİLA VADİSİ MİLLİ PARKI Artvin ili, Merkez ilçe sınırları içerisinde, Çoruh Nehri’nin ana kollarından biri üzerinde bulunmaktadır. Vadi yaklaşık 25 km. uzunluğunda olup, birçok yan dereyle beslenmektedir. Vadi boyunca değişik kayaç türleri görülmekle birlikte, bu kayaçların hemen hepsi derinlik volkanizmasının ürünüdür. Hatila Vadisi’nin genel karakteri; V tipi, dar tabanlı, genç vadi özelliğindedir. Vadi boyunca litolojik farklılıklardan kaynaklanan eğim kırıkları ortaya çıkmıştır. Bu eğim kırıkları, akarsuda şelalelerin oluşumunu sağlamıştır. Vadi yatağının derine doğru aşınmasının daha kuvvetli olması sebebiyle vadi yamaçlarının eğimi %80, hatta bazı kesimlerde %100’ e ulaşmıştır. Yamaçların gerek fiziksel parçalanma ve kütle hareketleri, gerekse yan dere ve seyelanlarla işlenmesi sonucu vadide çok haşin bir topografya ortaya çıkmıştır. Bu topografya, vadinin orta kesimlerinde kanyon ve boğaz tipi vadi oluşumunu sağlamıştır. Vadinin orta ve yukarı ağzında çok zengin ve yoğun olan vejetatif örtü, bünyesinde çok çeşitli bitki türlerini barındırmaktadır. Bu türler içerisinde dikkati çeken belirgin özellik bitki örtüsünün genel olarak Akdeniz iklim karakterini yansıtmasıdır. Dolayısıyla buradaki bitki örtüsü relikt bir özellik gösterir. Ayrıca bitki türleri içerisinde endemik karakterde olanlar da vardır. Bu türlerin sayısı 500’ ü geçmektedir. Hatila Vadisi zengin bir fauna da içermektedir. Bu fauna içerisinde en çok rastlanan yaban türleri; ayı, domuz, tilki, porsuk, yaban keçisi, sansar, çakal, atmaca, kartal, dağ horozu, Hopa engereği ile akarsularda alabalıktır. Hatila Vadisi’nin gerek ilginç jeolojik ve jeomorfolojik yapısı ve gerekse özgün bitki toplulukları yöreye ülkemizde nadir rastlanan bir alan özelliğini vermektedir. Ayrıca bu doğal öğelerin birleşimi sonucu eşsiz peyzaj güzellikleri ortaya çıkmakta ve bu durum da zengin rekreasyonel potansiyel arz etmektedir. Görünecek Yerler : Milli parka ismini veren Hatila Vadisi ile yan kollarındaki küçük vadiler, zengin bitki çeşitliliği ve yaban hayatı ile ziyaretçileri etkileyecek niteliktedir. Mevcut Hizmetler : Milli park sahası içerisinde ziyaretçilerin günübirlik ve kamp kullanımı için belirlenmiş yerler bulunmaktadır. Konaklama : Milli park, Artvin il merkezine 10 km. uzaklıkta olup, Artvin’de konaklamak mümkündür.
-
KARAGÖL Yeri: Artvin ili Şavşat ilçesi sınırlarında bulunan Karagöl-Sahara Milli Parkı iki ayrı sahadan oluşmaktadır. Bunlar Karagöl ve Sahara yaylasıdır. Ulaşım: Karagöl Şavşat ilçesinin 45 km. kuzeyinde yer almaktadır. Sahara ise Şavşat ilçe merkezine 17 km. uzaklıkta bulunmaktadır. Özelliği: Karagöl ve çevresinde genel olarak paleojen ve neojen arazileri yer alır. Kayaçlar genellikle sedimenter kökenlidir. Karagöl ve çevresi yer yer vadilerle yarılmıştı.Bu yarılmalar yörede heyelan ve kütle hareketlerinin aktif olmasına neden olmuştur. Karagöl rotasyonel olarak kayan kütlenin gerisindeki çanakta biriken suların meydana getirdiği bir heyelan gölüdür. Göl çevresi ladin ve çamların meydana getirdiği yoğun ormanlarla kaplıdır. Bu doğal öğelerin ördüğü Karagöl , ender manzara güzelliklerine sahiptir. Ayrıca gölün kuzeydoğusundaki Bagat mevkii ve çevresinde çim kayağı pisti niteliğine sahip alanlar mevcuttur. Sahara yaylası; yörenin genel olarak örtü bazaltlarından meydana gelen bir jeolojik yapısı vardır. Örtü bazaltlarının sıyrıldığı yerlerde tersiyer arazisi ortaya çıkar. Yer yer derin vadilerle parçalanan yörede eğim değerleri oldukça yüksektir. Sahara, bu eğimli arazide 1700-1800 m.lerde yer alan sınırlı düzlüklerden biridir. Orman örtüsü ladin ve göknarlardan meydana gelmiştir. Alt zonlarda sarıçam da bulunmaktadır. Yörede antropojen step karakterinde sahalar geniş alanlar kaplamaktadır. Kocabey yaylası ve çevresinde Alpin Zona ait bitki türleri yer almaktadır. Reşat deresi kenarında 1700-1800 m.lerde kademeli olarak yer alan düzlükler aynı zamanda "Sahara Pancar Şenlikleri"ne saha olmaktadır. Bu şenliklere bölge dışında oturan yöre insanları katılarak bölgeye iç turizm açısından oldukça büyük ekonomik katkı sağlamaktadır. Sahanın arz ettiği bu rekreasyonel potansiyeli ve doğal güzelliklerinin korunması amacıyla 3766 hektarlık kısmı 1994 yılında Milli Park kapsamına alınmıştır. Mevcut Hizmetler ve Konaklama: Milli Parkın Karagöl kesiminde kır gazinosu olarak kullanılan ve 12 yataklı konaklama hizmeti veren bir tesis bulunmaktadır.
-
ÇORUH NEHRİ Çoruh Nehri (Gürcüce: ჭოროხი / Çorohi), dünyanın en hızlı akan nehirlerinden biri ve en derin nehridir.Artvin ilinin en büyük akarsuyudur. Bu illerdeki hemen hemen bütün çay ve dereler Çoruh’un kollarını oluştururlar. Kaynağını Mescid Dağı'nın (3.255 m) batı yüzünden alır. Önce batı doğrultusunda akıp [bayburt ve ispir ]’den geçtikten sonra bir yay çizerek. Yusufeli'nin Yokuşlu köyü önünde Artvin il sınırlarına girer. Yusufeli, Artvin ve Borçka’nın içerisinden geçtikten sonra Borçka’nın Muratlı kasabasından geçerek burada il ve ülke sınırlarını terk eder ve Batum’da Karadeniz’e dökülür. Toplam uzunluğu 376 km olan Çoruh Nehrinin il sınırları içerisindeki uzunluğu 150 km olup 100 km'si Yusufeli sınırları içerisinde seyreder. Çoruh’un debisi Mayıs ayında (569/529 m³/sn.) zirveye çıkar. Yıl boyunca en düşük debisi ise 53.09 m³/sn.’dir. Eğim %5’tir. Çoruh Nehri'nde başta sazan ve kefal olmak üzere birkaç balık türü bulunur. Nehrin Yusufeli sınırları içerisinde seyreden 100 kilometrelik kısmı rafting ve kano gibi su sporları için en uygun ve en zorlu parkurları meydana getirmiştir.
-
BARHAL KİLİSESİ Barhal Manastırı Artvin ili, Yusufeli ilçesi, Altıparmak Köyü’nde Barhal Çayı’nın sağındaki yamaçtadır. Manastırdan günümüze bir kilise ve iki şapel ulaşmıştır. 973 tarihinde Şatberdi Manastırı’nda kopya edilen “Parhal İncili”ne göre manastır, Gürcü Kralı David Magistros (krallığı, 961-1001) tarafından 961-973 yılları arasında inşa ettirilmiş olmalıdır. Elyazmasında manastır kilisesinin Vaftizci Yahya’ya adandığı belirtilir. Gürcü kralı Büyük Aleksander (krallığı, 1412-1442) döneminde, kilisenin güneyindeki giriş açıklığı önüne bir mekan eklenir. Orta nefin güney duvarındaki kırmızı boya ile yazılan yazıtta, kilisenin, Patrik VIII. İovan (patrikliği 1495-1507) döneminde onarıldığı belirtilir. 1518 yılında, Atabek Kvarkvare tarafından, kilisenin batı girişi önüne yeni bir mekan eklenir. Kilisenin güney ve batı girişi önüne eklenen mekanlar günümüze ulaşmamıştır. Kilise 17. yüzyılın ortalarından bu yana cami olarak kullanılmaktadır. Parhal Manastırı Kilisesi, 28.40x18.65 m. boyutlarında üç nefli bazilikal planlıdır. Kilise planı ve boyutları ile Yusufeli Dört Kilise Manastır Kilisesi ile büyük benzerlik gösterir. Kiliseye kuzey, güney ve batı duvarı ortasındaki üç kapı açıklığından girilir. Kilisenin camiye çevrilmesi sırasında kuzey ve güneydeki girişler örülerek kapatılmış, güneydeki giriş mihrap olarak düzenlenmiştir. İçte orta nef, yan neflerden daha geniş ve yüksek tutulmuş olup nef ayrımı, haç planlı dört çift paye ve bunları bağlayan yarım daire kemerlerle sağlanır. Orta nefin doğusunda yarım daire planlı apsis ve apsisin iki yanında iki katlı birer oda bulunur. Odaların yan neflere açılan kapı ve pencereleri kilisenin camiye çevrilmesinden sonra kapatılmıştır. Orta nefin batısında, sonradan eklenen bir galeri katı vardır. Galeri katı, dikdörtgen biçimli, iki serbest, iki duvar payesi ve bunları bağlayan yarım daire kemerlerle taşınır. İç mekan 36 pencere ile aydınlatılır. Üç basamaklı platform üzerine oturan kilise düzgün kesme taş kullanılarak dolgu duvar tekniğinde inşa edilmiştir. Duvar tekniği ve taş kullanımı, özenli bir işçilik gösterir. Yayınlarda kilisenin apsisinin freskolarla bezeli olduğu belirtilse de günümüzde sıva ile kaplıdır. Toprak kayması sonucu kilisenin dış zemin seviyesi yükselmiştir. Kilisenin doğu ve batı cepheleri merkeze doğru giderek yükselen yedi; kuzey ve güney cepheleri eş yükseklikte on yarım daire kemerli kör arkadlarla hareketlendirilmiştir. Yan neflerin çatıların üzerinden görünen, orta nefin kuzey ve güney duvarlarında, eş yükseklikte oniki yarım daire kör kemer bulunur. Orta nef dıştan çift pahlı çatı, yan nefler ise tek pahlı çatı ile örtülüdür. Yapının cepheleri ve pencere kemerlerinde, bitkisel ve geometrik motifler ile figürlü bezemeler görülür. Batı ve kuzey cephede, pencerelerin üst hizasında yoğunlaşan figürlü bezemeler arasında, kuzeydeki iki pencerenin üzerinde bir aslan ve karşılıklı iki tavuskuşu, güney kapının sağındaki pencerenin üzerinde kollarını iki yana açmış sakallı ve uzun etekli tunik giyen erkek figürleri dikkati çeker. Yanındaki yazıtta “Teodore” adı ile kaydedilen erkek figürü, yapının mimarı olarak yorumlanır. Güney kapının solunda ise üstte koruyucu ve güç sembolü olarak tek başına bir arslan kabartması bulunur. Doğu cephede ve içte nef ayrımını sağlayan kemerlerin yüzeyinde, palmetler, kıvrık dallar ve dilimlerden oluşan bitkisel bezeme ile haç motifleri ve geometrik motifler uygulanmıştır. Güney cephede ise kırmızı boya ile yapılmış ışın motifleri bulunur. Kilisenin güneyindeki tepede, manastıra ait iki şapel yer alır. Şapeller, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı ve yarım yuvarlak apsislidir. Şapellerin örtü sistemi, büyük ölçüde çökmüştür. Ancak kalan izlerden, örtünün beşik tonoz, apsiste ise yarım kubbe olduğu anlaşılır.
-
ARTVİN BOĞA GÜREŞLERİ Her yıl Artvin’ın Kafkasör yaylasında yapılan ananevi boğa güreşlerini duymayan pek azdır. Boğa güreşlerinin nerede, ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı tam olarak bilinmese de bu güreşlerin ilk defa Barhal yöresinde yapıldığına dair bazı anekdotlara rastlanmaktadır. İlk olarak Kalatvan ve Didvake de yapılan boğa güreşleri çok çekişmeli geçer. Boğa sahipleri, bir yıl özenle beslediği boğasını iddialı bir şekilde arenaya sürer. Boğasından beklediği rakibini yenip pehlivan olmasıdır. Böylece kendiside verdiği emeğin boşa gitmediğini ve pehlivan boğa yetiştirmenin gurunu taşıyacaktır. Çok çekişmeli geçen bu ilk boğa güreşleri yöre insanı için artık yeni bir tutku olmuşur. Böylece boğa besleyen aileler çoğalır. Boğalarının formdan düşmemeleri için yıl on iki ay boğalarını özenle beslemektedirler. Boğa besleyip şampiyon yetiştirmek önemli bir meziyet haline gelmiştir. Bu tutku artık herkesi sarmış ve böylece boğa güreşlerinin hikayesi başlamıştır... İbrahim Eren’in bize anlattığı bilgilere göre ise Barhal da boğa güreşlerinin gelişmesi aynen şöyledir. “Kalatvanın baş pehlivanı Vakiyat Kamil Efendi’nin boğası. Didvakenin pehlivanı ise Karaca Ömer Çavuşun boğasıdır. Her iki boğa sahibi de boğalarına iyi bakmakta ve çok güvenmektedirler. Köyün ileri gelenleri bu iki boğayı güreştirme fikrini ortaya atar. ...”Bu boğaları gelin bir güreştirelim de millet güreş seyretsin bari...”derler. Bir Cuma günü Raziya Ömer Hocanın Kimsol da ki tarlasında bu iki pehlivan boğa güreştirilir. Bu iki pehlivan boğa, burada çok iyi bir güreş çıkarır. Vakiyat Kamil Efendi nin boğası Karaca Ömer Çavuşun boğasını yener. Bunun üzerine ertesi yıl aynı yerde bu iki boğa tekrar kapışır. Yine Kamil Efendinin boğası galip gelir. Boğa güreşlerine katılım gittikçe çoğaldı. Bu güreş alanı artık yeterli gelmeyince güreşler, Lazgil mahallesine ardından da Maçhetler’deki tarlalara taşındı. Besili boğaların artması ve civar köylerden katılımların da eklenmesiyle boğa güreşleri, daha tertipli yapılır oldu. Mülki amirlerden izinler alınıp, teberrulu biletler bastırıldı. Artık yaşlılar, hanımlar ve çocuklar hariç seyircilerden bilet ücreti alınmaya başlandı. Seyircilerden elde edilen hasılatla da köyün çeşitli ihtiyaçları karşılandı. Bu para daha çok Okul, Cami, Kurs Yol ve Köprü gibi yerlerin yapımı yada onarımına harcandı. Ayrıca bu gelirin bir kısmı da güreşen boğaların sahiplerine verildi...” Boğa güreşleri sanıldığı yada yanlış yansıtıldığı gibi hayvanlara eziyet verilerek yapılan bir eğlence değildir. Burada yapılan boğa güreşlerinin esas gayesi, daha öncede bahsettiğimiz gibi boğaların yaylalarda kendi başlarına kaldığında güreşip birbirlerine zarar vermemeleri için yapılmıştır. Tanışma merasimi dedikleri insanların kontrolünde yapılan bu güreşlerde güreşen boğalar, dağda tekrar güreş tutuşmayacaktır. Çünkü boğalar, kendi güçlerini bu uygun zeminde denemiş olacaktır. Güreşi kontrol eden saha hakemleri ve boğa sahipleri, kesinlikle boğaların güreş esnasında birbirlerine öldürücü yada ağır yaralayıcı darbeler atmasına müsaade vermemektedirler. Netice itibariyle boğa güreşlerinin yapılması boğaların zarar görmesi yada ölümüyle sonuçlanması için değil, tam tersi birbirlerini yaralamaması ve zarar görmemesi için yapılmaktadır. Boğa güreşleri zamanla gelişerek bölgede etkinliğe dönüşmüştür.
-
Artvin Sivil Mimari Örnekleri Artvin sivil mimari örnekleri kırsal kesimde dağınık bir yerleşim düzeni göstermektedir. Bu bakımdan bir çok sivil mimari örneği ilin vadi ve tepelerinde ayrı yapılar halindedir. Buradaki konutların çevresinde bahçeler ve tarım alanları ağır basmaktadır. Evlerin çoğunda birinci katların yapımında taş kullanılmış, üzerine ker**** veya ahşaptan ikinci katlar yerleştirilmiştir. Taşın kolay bulunmadığı bölgelerde ise evler, ağaç kazıklar üzerine oturtulmuştur. Bu bölümler hayvan barınakları için kullanılmışsa da gerçekte iklimin yağışlı ve nemli oluşundan ötürü sel ve su baskınlarından evlerin korunması amacıyla böyle bir plan düzeni uygulanmıştır. Yaylalardaki bu evlerin yanlarında üzerleri örtülü, çevresi ot ve saman deposu olan ek yapılar da bulunmaktadır. Artvin il merkezinde bulunan ve günümüze ulaşabilen evler genellikle iki katlıdır. Bunların da temelleri moloz taştan ve kaba taştan yapılmıştır. Birinci katlar taş duvarlı olup, bunların üzerine ağaç direklerin yardımıyla kerpic ve çoğu kez de tuğla kullanılmıştır. Üst örtüler geniş saçaklı olup, çatı altı kirişlerinde yağmurun fazla yağmasından ötürü koruyucu olarak ince kütüklere yer verilmiştir. Evlerin ilk katı bir taşlık çevresinde, mutfak, depo, kiler gibi bölümler; üst katlarda ise bir sofa etrafında sıralanmış odalardan oluşmaktadır. Bu odalar dikdörtgen pencereler ve üzerlerindeki tepe pencereleri ile aydınlatılmıştır. Çoğunlukla ahşap malzemeye önem verilmiş, kapı, dolap ve pencerelerde son derece güzel ağaç işçiliği gözlenmektedir. Artvin evlerinin bir özelliği de Serender ismi verilen ek yapılardır. Serenderler genelde tüketime yönelik besin maddelerinin bozulmadan uzun süre saklanması için yapılmış olan yapılardır. Ahşap veya taştan yapılan serenderler çoğu kez dikdörtgen olup, temel duvarları üzerine, köşelere yarım geçmelerle birleştirilmiş taban ağaçları yerleştirilmiş ve sonra bunların etrafı üst yüzeyi konik, teker adı verilen tahta tekerlekler takılmıştır. Bu tekerlerin özelliği de direklere kolaylıkla tırmanabilen kemirgenlerin ambarlara girmesini önlemektir. Serenderlerde hava sirkülasyonunu sağlamak için ızgara döşemelere önem verilmiştir.
-
Artvin'de Tarihi Yapılar KALELER: Artvin (Livane) Kalesi Artvin ve çevresinin tarihi hakkındaki bilgilerimiz M.Ö.3000 yılına kadar inmektedir. Artvin ve Çoruh boyunda Orta Asya’dan gelen ve Asyanik kavimlerden Huriler, Sakalar tarafından yurt edinilmiştir. Artvin ve çevresi devamlı olarak çeşitli kavimlerin istilasına uğramıştır. Parslar, Urartular, Kimmerler bu bölgede uzun süre egemen oldular. Artvin ve çevresi, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1551’de Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Artvin Köprübaşı mevkiinde bulunan Kale’nin, l0.yy’da inşa edildiği tahmin edilmektedir. 16.yy Osmanlı döneminde tekrar onarım görmüştür. İçinde su deposu (sarnıç) ve küçük kilise (şapel) bulunmaktadır. Ardanuç Gevhernik Kalesi Ardanuç İlçesi, Adakale mevkiinde yer almaktadır. Kalenin ilk yapılaşması M.Ö. ki dönemlerde başlamıştır. Bagratlı Krallığı, Çıldır Atabekleri ve Osmanlılar’ın yönetim yeri olarak kullanılmıştır. Yöredeki en önemli kalelerden birisi olup, iç kalesi ve etrafı surlarla çevrili şehir yapısı ile tek örnektir. Geçmiş dönemlere ait çeşitli kalıntıların yanı sıra Kanuni Sultan Süleyman’a ait kitabesi ile de dikkat çekmektedir. Ardanuç Adakale mevkii, Gevhernik Kalesi, İskenderpaşa Camii ve Türbeleri ile tarihi bir mekandır. Şavşat (Satlel) Kalesi Şavşat İlçesi Söğütlü Mahallesinde bulunmaktadır. IX. yy. da Bagratlı Krallığınca inşa edilmiş olup, Osmanlılar tarafından da kullanılmıştır. Günümüzde terkedilmiş olan kalenin sur duvarlarının büyük bir bölümü ayaktadır. Ardanuç Ferhatlı Kalesi Ardanuç ilçesine 5 km. mesafede bulunan kale İberya Kralı Vahtang tarafından V. Y.Y.da yaptırılmıştır. Yapı Ardanuç ilçesine çıkmadan Ardanuç suyunun kenarında, vadi paralelinde yükselen anakaya üzerine inşa edilmiştir. CAMİİLER İskenderpaşa Camii ve Türbeleri Ardanuç ilçesi, Adakale mevkiinde bulunmaktadır. İlk Hz. Osman zamanında yapılmış, Osmanlı döneminde 1553 yılında tamir edilerek tekrar ibadete açılmıştır. Yanında Osmanlı dönemine ait Hatice Hanım, Ali Paşa ve Süleyman Paşa’ya ait türbeler bulunmaktadır.Yörenin ilk camisi olması açısından önem taşımakta olup günümüze sağlam olarak gelmiştir. Ortacalar Merkez Camii Arhavi ilçesi, Ortacalar Bucağında bulunmaktadır. Yapı, 1757 yılında inşa edilmiştir. Minber ve tavan süslemeleri ile dikkat çekmektedir. Muratlı Camii Borçka ilçesi, Muratlı (Maradit) köyünde bulunmaktadır. 1846 yılında yaptırılmıştır. Tümüyle ahşap olan yapının içteki ahşap elemanları çeşitli süslemelere sahiptir. Özellikle cümle kapı kanatları, minberi ve mihrabı ağaç oymacılığının güzel örneklerindendir. Esenköy Camii Murgul ilçesi, Esenköy’de bulunmaktadır. 1863 yılında inşa edilmiştir. Tümüyle ahşap olan yapı, yöresel mimari özellikleriyle ilgi çekmektedir. Kocabey Camii Şavşat ilçesi, Kocabey köyünde bulunmaktadır. 1890 yılında inşa edilmiştir. Cephelerinin yanı sıra, son cemaat yeri, portal ve mihrabı orijinal dokusunu korumaktadır. Demirkent Camii Yusufeli ilçesi, Demirkent köyü içindedir. Kiliseden çevrilme caminin ahşap elemanları yöredeki orijinal dokuyu koruyan tek örnektir. KİLİSELER Barhal (Altıparmak) Kilisesi Yusufeli ilçesi Sarıgöl bucağı Altıparmak köyündedir. Kilise, 9 ncu Y.Y.da Kral David Magistros zamanında yapılarak Vaftizci Yahya ‘ya adandığı yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. 1677 yılında Hacı Şerif Efendi tarafından onartılarak camiye çevrilmiştir. Kilise, yontma taş ve kesme taştan yapılan kiremitlerden çatısı bağlanmış, harçsız bir zemine dayanmadan “Lambalı” denilen planda yapılmıştır. Yapı, dıştan 28.40X18.65 cm. boyutlarında, üç nefli bazilikaldir. Gri renkli düzgün kesilmiş taşlarla örtülmüş cepheler güney ve kuzeyde eş boyutlu, doğu ve batıda ortadan yanlara doğru açılan köre kemerlerle hareketlendirilmiştir. Pencere üstündeki alçak kabartma tekniğinde yapılmış bitkisel figürlü süslemeler iyi durumdadır. Yusufeli ilçesinden 30 km.lik yolla gidilmektedir. İşhan Manastır Kilisesi Yusufeli ilçesine bağlı İşhan köyü içerisindedir. Kiliseye Oltu güzergahı üzerinden Artvin-Erzurum bağlantılı Devlet Karayolunun 92. km.sinden kuzey yönüne ayrılan 7 km.lik yol ile gidilmektedir. 951 tarihli el yazmasına göre Kilise; Rahip Khandza’nın (759-861) yeğeni ve öğrencisi Rahip Seba tarafından, Kral Andernese’nin desteği ve maddi katkısı ile yaptırılmıştır. Manastırın yapımına 955 yılında Gürcü Kralı David zamanında başlanmış, 1027 yılında Bagratlı Kralı Magistros tarafından bitirilmiştir. Güneybatıda Meryem Ana Şapeli bulunmaktadır. 35 m. uzunluğunda 20.75 cm. genişliğinde olan yapı, kubbeli bazilikal plan tipindedir. Dört Kilise Yusufeli ilçesinin 4 km. güneybatısında Tekkale köyünde olup köyden 7 km. sonra mezra yolu üzerinde bulunmaktadır. Manastır’ın 9. yy.da Gürcü Kralı David tarafından yaptırıldığı, yapı topluluğuna bakıldığında bir Rahibe Okulu olduğu anlaşılmaktadır. Manastır; çan kulesi, yemekhane, seminer odası ve şapelden oluşmaktadır. Kilise, plan açısından Barhal Kilisesi’ne benzemektedir. Yöredeki Ortaçağ dönemi manastır oluşumunu en iyi biçimde yansıtmaktadır. Dolishane (Hamamlı) Kilisesi Merkez ilçeye bağlı Hamalı köyünde bulunmaktadır. Artvin-Şavşat karayolunun Berta köprüsü mevkiinden kuzeybatı yönüne doğru 6 km.lik yol ile gidilmektedir. Kilise; 10. yy. ortalarında Bagratlı Kralı Sumbath tarafından inşa edilmiştir. Güney cephesinde bulunan “Güneş Saati” ünik olup dönemin özelliğini yansıtmaktadır. 17. yy. sonlarında camiye çevrilmiş ve bir süre cami olarak kullanılmıştır. Porta Manastır Kilisesi Artvin Merkez ilçeye bağlı Pırnallı köyünün Bağlı mevkiinde bulunmaktadır. Kral 1.Aşot’un torunu Prens Khaouli tarafından896-918 tarihleri arasında yaptırılmış, Kral Gürgen (918-941)’in saltanat yıllarında son şeklini almış olduğu kabul edilmektedir. Bir çan kulesi, bir şapel ve bir çeşmeden oluşmaktadır. Manastır’ın yerleşim planına bakıldığında Tao Klarjheti bölgesinin o dönemlerdeki en önemli kültür ve dini merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Tibeti Kilisesi Şavşat İlçesi Cevizli köyünde olup İlçe merkezine 14 km. uzaklıktadır. Yazılı kaynaklara göre yapı, 899-914 yılları arasında bölgeye hakim olan Bagratlı Prenslerinden Aşot Koukhi döneminde yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Yontma taştan yapılmış dört yüzeyden ibaret olan çatısının her yüzeyinde “Koç heykeli” bulunmaktadır. İç mekanda “Havari” figürleri mevcuttur. Düzgün taş işçiliği ve bitkisel plastik süslemeleri ile dikkat çekmektedir. Yeni Rabat Kilisesi Ardanuç İlçesine bağlı 17 km. mesafedeki Bulanık köyü, Çamlık (Rabat)mahallesinde bulunmaktadır. Yapı yöredeki Kiliselerle benzerlik göstermektedir. Ortaçağ döneminde bölgeye hakim olan Bagratlı Krallığınca yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Ortaçağ mimarisinde özellikle içteki planı dışa yansıtan üçgen nişler kullanılmıştır. Üçgen nişler bölge mimarisinde çok ender olarak kubbe kasnağında kullanılır. Nişlerin sayılarının pencere açıklarından fazla olmasına bu kilisede rastlanır. Her iki cephesinde kabartma bitki motifi bezeli kesme taşlar bulunmaktadır. İbriga Şapeli Borçka İlçesine20 km. mesafedeki İbrikli köyündedir. 4.50x4.40 boyutlarında kubbeli bir yapıdır. Cepheler düzgün kesilmiş , iç beden duvarları ise kaba işlenmiş taşlarla örtülüdür. Kubbedeki pandantiflerde ve beden duvarının üst bölmelerinde freskoların farklı dönemlerde yapıldıkları veya farklı ustaların eseri oldukları sanılmaktadır. Köprülü Kilise Şavşat ilçesinin 7 km. kuzeybatısında yer alan Köprülü köyündedir. Bölgedeki kiliselerin merkezi sayıldığı tahmin edilmektedir. Kıpçaklı beylerinden Zor Tana tarafından yaptırılan kilisenin bugün yalnızca kalıntıları vardır. KÖPRÜLER Arhavi Ortacalar Çifte Köprü Arhavi ilçesi Ortacalar Bucağına 25 km. kala Arılı ve Küçükköy yol ayrımında bulunmaktadır. Birbirine dik gelecek şekilde planlanan iki köprüden meydana gelmektedir.Her ikisi de tek gözlü ve yolunun eğimli olduğu taş köprüler grubuna girmektedir. Günümüze sağlam olarak ulaşmışlardır. Berta Köprüsü Arhavi ilçesi Ortacalar Bucağına 25 km. kala Arılı ve Küçükköy yol ayrımında bulunmaktadır. Birbirine dik gelecek şekilde planlanan iki köprüden meydana gelmektedir.Her ikisi de tek gözlü ve yolunun eğimli olduğu taş köprüler grubuna girmektedir. Günümüze sağlam olarak ulaşmışlardır. ÇEŞMELER Çelebi Efendi Çeşmesi Artvin Orta Mahalle’de bulunmaktadır. Yapı, 1783 yılında Asma Sultanın kahyası Çelebi Efendi tarafından yaptırılmıştır. Günümüze bir bölümü ulaşabilmiştir. Klasik Osmanlı çeşmesidir.
-
Artvin Kaleleri Artvin (Livana) Kalesi (Merkez) Çoruh Nehri kıyısında Artvin şehrinin girişinde Bagrat (Gürcü) Kralı Büyük Oşet tarafından 937’de yaptırılmıştır. Kalenin eski ismi Livana idi. Bu kalenin kalıntıları üzerine VI.yüzyılda Osmanlılar yeni bir kale yaptırmış ve çeşitli dönemlerde de onarılmıştır. Küçük bir kale olup, kente girişi kontrol altında tutmaktadır. Boselt Kalesi (Merkez) Artvin’in 8 km. doğusunda Okumuşlar (Şadberda) Köyü yakınındadır. Kalıntıları günümüze gelmiş olup, yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Kuvarshan Kalesi Artvin’in 6 km. kuzeyinde Bakırköy mevkiindedir. Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yukarı Hot Kalesi Artvin’in 16 km. güneydoğusunda Yukarı Maden Köyü’ndedir (Hod-u Hülya). Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Ardanuç Kalesi (Ardanuç) Ardanuç’un Adakale Köyü (Eski Ardanuç) yakınında bir tepe üzerindedir. Çevresinde gümüş madenleri olduğundan değerli maden veya cevher anlamına gelen Gevheri Nik Kalesi ismiyle tanınmıştır. V.yüzyılda yapılan bu kale Gürcü krallarına ve Çıldır Atabeylerine başkent olmuştur. Osmanlılar 1551’de bu kaleyi ele geçirmiş, 1562’de de onarmışlardır. Bu onarıma ait bir kitabesi bulunmaktadır. Günümüze çok harap bir durumda gelebilmiştir. Kalmaklı Kalesi (Ardanuç) Ardanuç’un 5 km. batısında Ferhatlı (Ahıza) Köyü’ndedir. Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Kolarçet Kalesi (Ardanuç) Ardanuç’un 8 km. güneybatısında Kılarçet (Bereket) Köyünde olup X.yüzyılda yapılmıştır. Petoban Kalesi (Ardanuç) Ardanuç’un 13 km. kuzeydoğusunda Aşağı ırmaklar (Hisarlı) Köyü’ndedir. Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Petrik İsman Kalesi (Ardanuç) Ardanuç’un 14 km. kuzeydoğusunda Hisarlı Köyü ile Şavşat’a bağlı Savaş Köyü arasındadır. Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Şavşat (Satlel) Kalesi (Şavşat) Söğütlü (Şatlel) Köyü’ndedir.Bagrat Krallığı döneminde moloz taştan yapılmıştır. Benzerleri ile karşılaştırıldığında IX.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Atabekler ve XVI.yüzyılda da Osmanlılar tarafından kullanılmıştır. Evliya çelebi bu kaleden Şavşadistan içinde sarp bir yerdedir diye söz eder. Günümüze oldukça harap bir halde gelmiştir. Bilbilan Kalesi (Şavşat) Şavşat’ın 8 km. doğusunda Hanlı (Hantuset) Köyü’ndedir. Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Dutlu Kalesi (Şavşat) Şavşat’ın 11 km. güneybatısında Dutlu Köyü’nün doğusundadır. Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Parih Kalesi (Şavşat) Şavşat’ın 16 km. güneybatısında, Balıklı Köyü’ndedir. Gürcü Kraliçesi Tamara tarafından X.yüzyılın ortalarında yaptırılmıştır. Tukharis Kalesi (Şavşat) Şavşat’ın 6 km. batısında Kayadibi Köyü’nün arkasındaki tepe üzerindedir. Moloz taştan yapılmış olan kale harap bir konumdadır. Yapım tarihi de kesinlik kazanamamıştır. Ustamis Kalesi (Şavşat) Şavşat’ın 12 km. güneyinde Eskikale Köyü’ndedir. Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Aşbişen Kalesi (Yusufeli) Yusufeli’nin 7 km. doğusunda Kınalıçam Köyü’ndedir. Harap bir durumda olup, yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Dört Kilise Kalesi (Yusufeli) Yusufeli’nin 4 km. güneybatısında Tekkale Köyü’ndedir. Harap bir durumda olup, yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Erkinis Kalesi (Yusufeli) Yusufeli’nin 10 km. kuzeydoğusunda Demirkent Köyü’ndedir. Harap bir durumda olup, yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Ersis Kalesi (Yusufeli) Yusufeli’nin 8 km. güneyinde Kılıçkaya Köyü’ndedir. Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. İşhan Kalesi (Yusufeli) Yusufeli’nin 11 km. doğusunda Dağyolu (İşhan) Köyü’nün arkasındaki kayalıklar üzerindedir. Harap durumda olup, yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Nihah Kalesi (Yusufeli) Yusufeli’nin 15 km. güneybatısında Yokuşlu Köyü’ndedir. Harap bir durumda olup, yapım tarihi bilinmemektedir. Oşnak Kalesi (Yusufeli) Yusufeli’nin 12 km. güneybatısında Köprügören Köyü’ndedir. Harap bir durumdadır. Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Ögdem Kalesi (Yusufeli) Yusufeli’nin 10 km. kuzeyinde Ögdem Köyü’ndedir.Harap bir durumda olup, yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Ciha Kalesi (Arhavi) Yapıldığı tarih kesim olarak bilinmemekle beraber belde sakinleri tarafından Cenevizliler zamanından kaldığını söylemektedirler. Arhavi ilçesinin zirvesinde bulunan kalenin etrafı geçilmeyecek şekilde orman ağaçlarıyla kaplanmıştır. Ana kayanın üzerinde bulunan kaleden günümüze sur kalıntıları gelebilmiştir.
-
Artvin Kilise ve Manastırları Bağcılar Manastırı ( Merkez) Bağcılar Köyü girişindeki meyilli arazi üzerinde kurulan Manastır, köyün ismi ile tanınmıştır. Kuruluşu ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Günümüze oldukça harap bir durumda gelmiştir. Pırnallı Manastırı (Merkez) Pırnallı Manastırı, Bagratlı (Gürcü) Kralları’ndan I. Aşot’un torunu Prens Khaohi Kral Gurgen zamanında yaptırılmıştır. Artvin’in Bağlık mezrasında, iki vadi arasında, kuzeyden güneye doğru alçalan bir sırt üzerinde kurulmuştur. Kilise, şapel, çeşme ve çan kulesinden oluşan manastırın çevresinde halkın yaşadığı evler bulunmaktadır. Hamamlı Manastırı (Kilise-Camii) (Merkez) Hamamlı Manastırı Artvin’in merkezindeki Hamamlı Köyü’nde bulunmaktadır. Manastırın kitabesinden İberya Krallarından Sumbath (945-958) tarafından mimar Gabriel’e yaptırılmıştır. X.-XIV.yüzyıllarda manastır olarak işlevini sürdüren yapı, XVI.yüzyılda camiye dönüştürülmüştür. Günümüzde cami olarak kullanılan yapı, 1958 yılında kısmen tamir geçirerek, son şeklini almıştır. Manastır işlemeli güneş saatiyle tanınmıştır. Kaçkal Manastırı (Merkez) Kaçkal Manastırı, Artvin’in Alabalık Köyü’nde, Bagratlıların hüküm sürdüğü dönemde Rahip Grigor Kanzda tarafından VIII.yüzyıl sonunda kurulduğu o döneme ait yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Manastır er yer tahrip olmasına rağmen günümüze ayakta gelebilmiş olup, kullanılmamaktadır. Tibet (Bagratlı) Kilisesi (Cevizli Manastırı) (Şavşat) Artvin Şavşat’ta Bagratlı prenslerinden Aşud Koh tarından 899-914 yılları arasında yaptırılmıştır. XI.yüzyıldan sonra, yörenin önemli dini merkezleri arasında ismi geçen yapı, XII.-XV.yüzyıllarda önemli onarımlar geçirmiştir. Türk Beylerinin bölgeye hakim olmasından sonra cami olarak kullanılmış, 1885 yılında kubbesine, yan mekanları oluşturan bölümlerine yıldırım düşmesi sonucu hasar görmüş ve 1889 yılında terk edilmiştir. İbrikli Kilisesi (Borçka) Artvin Borçka İlçesi İbrikli Köyü’nün Fındıklı Mahallesi’ndeki İbrikli Kilisesi Orta Çağda Bagratlılar tarafından inşa edilmiştir. Yapım tarihi kesinlik kazanamayan kilise, yöreye Türk boylarının yerleşmesinden sonra terk edilmiş ve herhangi bir amaç için kullanılmamıştır. Dağyolu Manastırı (Yusufeli) Artvin Yusufeli İlçesi Dağyolu Köyü’ndeki Dağyolu Manastırı, ilk kez VII.yüzyılın ortasında inşa edilmiştir. Zamanla yıkılan ilk yapının yerine, IX.yüzyılın ilk yarısında, Bagratlıların yönetiminde Rahip Saba’nın önderliğinde bugünkü manastır kurulmuştur. Güneybatıdaki şapel, 1006 yılında “Aziz Meryem Ana” adına Kral I.Gurgen (975-1008) tarafından yaptırılmıştır. XVII.yüzxyıla kadar işlevini sürdürdüğü kabul edilen manastır, Osmanlı –Rus Savaşı’ndan önce bir süre kışla olarak kullanılmıştır. XIX.yüzyılın sonlarında, yan nefleri camiye dönüştürülerek, 1983 yılına kadar kullanılmıştır. Altıparmak Manastırı (Kilise Camisi) (Yusufeli) Artvin Yusufeli İlçesi’nin 12 km. kuzeybatısında Altıparmak Köyü’ndeki Altıparmak Manastırı, Vaftizci Yuhannes adına, Bagrat krallarından II. Bagrat (958-994) döneminde inşa edilmiştir. Büyük Aleksander zamanında (1412-1442), kilisenin güney cephesine kapı sundurması eklenmiştir. Ayrıca, Atabek IV. Kvarkvare tarafından büyük olasılıkla 1518 yıllarında kilisenin batısına narteks eklenmiş ve manastırın kilisesi restore edilmiştir. Osmanlı döneminde kilise camiye çevrilmiş ve halen köy camisi olarak kullanılmaktadır. İşhan Manastırı (Kanlı Kilise ) (Yusufeli) Artvin Yusufeli ilçesinin 11 km. doğusunda Dağyolu (İşhan) Köyü’nde bulunmaktadır. Manastır 1008 yılında yapılmış, 1549’da Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiştir. Yakın tarihlerde Turizm Bakanlığı’nca restore edilmiştir. Manastır; kilise ve şapelden oluşmakta olup, kesme taştan yapılmıştır. Giriş kapısı üzerindeki yazıt geometrik kabartmalarla çevrelenmiştir. Ayrıca Manastır pencerelerinin çevresindeki süslemelerde ejder ve aslan boğuşmalarını gösteren kabartmalar bulunmaktadır. İbadet mekanını örten yüksek kasnaklı kubbesinin üzeri fresklerle bezenmiştir. Yörenin mimari ve bezeme yönünden önemli bir eseridir. Bulanık (Rabat) Kilisesi (Ardanuç) Artvin Ardanuç ilçesine 17 km. uzaklıktaki Bulanık köyünün Çamlık mahallesindedir. 800-900’lü yıllarda yapıldığı tahmin edilmektedir.Kilise içerisindeki gizli geçitlerle Bulanık deresine uzanan geçitler varsa da bunlar çeşitli nedenlerle tahrip olmuştur. Barhal Kilisesi (Yusufeli Yusufeli’nin 12 km. kuzeybatısında Altıparmak Köyü’ndedir. Günümüzde cami olarak kullanılmaktadır. Dikdörtgen planlı kilise iki sıra sütun dizisi ile üç nefe ayrılmıştır. Kilisenin sağ tarafına bir sundurma eklenmiştir. Üst örtüsü sivri kırma bir çatı ile örtülüdür.
-
HALK OYUNLARI Artvin'de doğa ile girişilen mücadele her zaman için zor olmuştur. Yöre insanı mücadeleci, çevik, çalışkan ve içten bir karakter taşır. Bununla birlikte Artvin, stratejik konumu itibarı ile de kültür sirkülasyonunun yaşandığı bir ildir. Artvin yöresi halk oyunları; Karadeniz, Kafkas ve Doğu Anadolu' ya has oyun karakteri gösteren bir özelliktedir. Artvin ve yöresinde oynanan oyunların doğa, aşk ve bütün bölgelerde olduğu gibi insanların gruplar halinde, duygularını kalıplar içerisinde özdeşleştirmiştir. Dik yamaçlı dağlarla ve dağların yöreyi çember biçiminde çevrelemesinden oluşan yüzey şekillerine benzetilmesi, ayrıca Azeri kaynaklı oyunların ferdi olarak oynanması, Kafkas ve savaş dansı olan Horon ve Gürcü oyunlarından Acara Horonu, bu yörede halkın çeşitli kültürel iletişimle yaşayış tarzına uğramış, Artvin oyunları adı altında çeşitli halk oyunları meydana çıkmıştır. Artvin horonlarında, genellikle erkek oyunlarında sertlik ve tatlı sertlik gözle görülür temalardır. Oyunların sertlik ve çabukluk biçiminde oynanması yörenin coğrafi konumu ile bağdaşlaştırılır. Kadın oyunlarında ise, genelde bolluk, bereket, zarafet, nezaket ve beceri gibi temaları konu alır. Belli başlı Artvin Halk Oyunları; Ata Barı, Deli Horon, Ağır Bar, Hemşin Horonu, Arhavi canlısı, Borçka Horonu, Deli Kız, Cilveloy, Karabağ, Kobak, Koçari, Livane, Sarı Çiçek, Tavuk Barı, Teşi. Ondörtlü vb. sayılabilir. HALK OYUNLARI VE FOLKLOR: ATABARI: Atabarı, Atatürk'e atfen "ATABARI" ismini almıştır. Oyunda sayı sınırı olmayıp, kız-erkek-karma veya yalnız kız, yalnız erkek olarakta oynanır. Oyun, sağ yay üzerinde yarım daire, başlangıç ve bitişte düz çizgi halinde oynamaktadır. Oyun, günümüze kadar geleneksel forumları içerisinde sergilenmiştir. AHÇİK BARI-AKÇİK BARI: Ahçik barı, atabarı oyununu andırır. Farklı olarak figürlerin sağa ve sola yapılarak vuruşları vardır. Tek sıra bağımlı, sağ yönden çizilen yay üzerinde oynanır. Ahçik barı, bir çok oyunda olduğu gibi yine düğün,bayram ve eğlencelerde yalnız kadınlar tarafından oynanan bir oyundur. Oyunun geleneksel tavrı yarım daire biçiminde sağ yay üzerinde oynanan düzenlemeler, oyunun geleneksel tavrı içerisinde yapılmıştır. içerisinde yapılmış olup değişiklikler söz konusu değildir. CİLVELOY: Cilveloy, genellikle halka yapısı biçimde oynanan bir kadın oyunudur. Oyun oynanırken, atma türküler söylenerek karşılıklı soru ve cevaplarla oynanan oldukça estetik bir yapıya sahip, sağa sola yürüme ve üçleme figürlerinden oluşur. Cilveloy, düğün ve eğlencelerde daha çok türkü olarak söylenip kadınlar tarafından oynanır. Oyun, ismini türkü sözlerinden almıştır. Oyunda anlatılmak istenilen tema beğenme, beğenilme ve kur yapma gibi genelde düğün ve özel eğlencelerde oynanır. Halka yapısı biçiminde oynanmaktadır. COŞKUN ÇORUH: Yöremizde, bahar aylarında kar sularının erimesi, yağmurun yağması ile çeşitli dere ve ırmakların Çoruh nehrine dökülmesi sonucu azgın bir hale gelen nehir, bölge halkımıza çoğu zaman mal ve can kaybına neden olmaktadır. Bu nedenle oyun, Çoruh'u konu alarak, yaz ayları durgunluğu ile bahar aylarındaki azgın anlarını sergilemektedir. Oyun kapalı halka içerisinde ağır olarak başlar; hareketler anında hızlanarak devam ettirilir. Oldukça sert oynanan bir oyundur. Ağır bölümleri ezgi ile oynanır. Hızlı bölümleri ise sadece ritim eşliğinde oynanır. Oyun, yalnız erkekler tarafında oynanır. Oyun anonim olup ilk kuran kişi hakkında kesin bulgu yoktur. Oyunun başlangıç ve bitişi, düz çizgi olup, halka yapısı içinde oynanır. Belli sayı sınırı yok; ancak, çok kalabalık sayılarla,oyun, hızlı olması yüzünden oynanmaz. Oyun, herhangi bir düzenlemeyle şekillendirilmemiş, geleneksel formu içerisinde oynanır. DELİ HORON: Deli horon, halka yapısı içinde oynanan, Artvin'in temel oyunlarından biridir. Horona "Deli" ön adının takılması, oyunun "deli dolu" diye tabir edilen biçimde oynanmasından kaynaklanmaktadır. Figürlerin birçok bölümü gerginlik, sertlik ve gerilim içerisinde canlı olarak yapılması, oyuna bu niteliği kazandırmaktadır. Oyunda coşkuyu sağlamak için, atılan uzun nağaralar (Kıcına) esastır. Komut, veren tarafından her figürü belirleyen yöresel tabirlerle (Yöresel sözlerle) anında verilir.Örneğin : Başla, başla-işle, işle kollar üste, Kollar siya-kındır oyna, Dura dura-Kollar çabuk-Gel oguna diza-Vuur orta topuk gibi belli komutlarla oyun yönetilir. Oyunu oynayanlar, belli bir sayı ile sınırlanamaz; genellikle açık hava ve harman gibi yerlerde oynanır. Oyunun kaynakçası hakkında ve hazırlanışı, oynanışı, hareketliliği yörede birlik, beraberlik ve dayanışma sembolü olduğuna, kararlılık ve güçlük ifadesini belirttiği yolunda ortak düşünceye varılmıştır. Halk arasında bu oyuna ilişkin olarak, deli horon oynanan yerde "Kırk yıl ot bitmez" sözü yaygındır. Oyun, ayrıca bazı kesimlerde (Kuçen deli horonu, Kocabey deli horonu) gibi isimlerde oynanır. Oyun kuran kişi bilinmeyip Artvin ve beldelerinin en güzide oyunudur. Yalnız erkekler tarafından oynanır. DÖNE: Döne oyunu, bir genç kızın elinde aynası ile yüzüne bakarak kaşlını, gözünü, saçlarını düzeltmesi ile ve oyun içerisinde de görüldüğü gibi her yöne dönüşü ile, genç kızın kendi kendini süslemesi ile, haz duyarak kuruntu içerisinde oynanan bir oyundur. Oyun, tek sıra bağımlı sağ yöne çizilen yay üzerinde oynanır. Oyunun içerisinde yer alan döne "Dönüş" figürlerinde döne ismini alır. Öne çift sol,çift sağ ayak çıkararak sola ve sağa çift sağ ayak çekerek yine öne ve yana el çırparak, dört yönlü dönerek, öne çöküş yaparak belli sırayla oynanır. Oyun komutları "hop" diye verilir. Oyun, beğenme,beğenilme temalarını işleyip sadece kadınlar , genç kızlar tarafından oynanır. Belli bir sayı sınırı olmayıp oyunu ilk kuran kişi kesin belli olmayıp anonimleşmiş bir oyundur. DÜZ HORON (VARAGELA): Yukarıda üç isim altında toplanan bu oyun, yörede değişik isimlerle oynanmasına rağmen, aynı karakteri taşıyan bir oyundur. Düz horon, genellikle düğünlerde kız ve erkek tarafından birleşerek, dostluklarının sembolü olarak, çoğunlukla yüz açımı törenlerinde oynanan bir tür oyundur. Düz horon, halka yapısı biçiminde oynanan temel oyunlardan olup, hareketli, estetik, oldukça canlı bir oyundur. Oyuna düz horon denmesinin (Bazı yerlerde adi horonda) iki neden olabileceği kanısındayız. Birincisi, genellikle düz horon , düz bir alanda (Harman) da oynanmasından benzetilmiştir. İkincisi ise, Çoruh nehrinin durgun anlarını sembolize etmiş olması, oyuna, zaman zamanda durgun Çoruh'ta söylenir. Oyunun başlangıcından bitişine kadar, belli bir tempo ve coşku ile oynanması, uzun nağraları ile oldukça estetik bir yapıya sahiptir. Oyun, belli bir sayı ile sınırlanamaz. Yörede en çok oynanan bir oyundur ve en kalabalık kitlenin katılımıyla, büyük bir coşkuyla oynanır. Oyun, çeşitli isimler altında tek karakterde oynanan oyundur. HEMŞİN OYUNU: Hemşin horonu, yörede yaşayan "hemşinliler" tarafından oynanan bir oyundur. Daha çok sahil kesmi , Hopa civarında, halka yapısı içerisinde, genellikle tulum eşliğinde oynanır. Oyun 7/8 ritimle (7/8'lik) oynanır. Artvin civarlarında, bir düğünde gençlerden kurulu bir oyun ekibinin, gösterisinde oyunun oynandığı yerin tahtadan; yani ağaçtan yapılan bir zemin üzerine sertçe vurmaları, sıçrayıp düşmeleri sonucunda sahnenin çökmesi, bir benzetme ile oyuna "Atom" denmesine neden olmuştur. Hemşin oyunu, yine kendi komutlarıyla yönlendirilir. Örneğin: Siya, siya-Savuş, savuş-Geldum, geç-Geçte,dura-Geldi Hemşin gibi tabirlerle söylenip belli bir sayı ile oyuncular sınırlanamaz. Oyunun oldukça sert ve akıcı olması, yöre oyunlarının tipik örneğidir. Oyun, yalnız erkekler tarafından oynanır. KARABAĞ: Yöremizin coğrafi konumu , arazi ve iş gücünün çok zorlu şartlar içerisinde yapılması nedeni ile hayırlı işler, kız köçürme, oğlan evlenmelerde düğün ve nişan gibi törenler genelde iş gücünün az olduğu güz aylarına bırakılır. Ancak, "gönül ferman dinlemez" deyiminden yola çıkan bir genç oğlan, bir kıza deli gibi vurulur. Kara sevdaya düşer. İş, güç, yaz, kış, bahar, dinlemez; yaz aylarında aile büyüklerini kız evine elçiliğe gönderir. Fakat, yukarıda bahsettiğimiz gibi tabiatı ile kız evi büyükleri, "yaylalar insin, bağlar bozulsun hele bir bakalım" gibi sebeplerle geri çevrilir. Yaylaların bozulması, bağlardaki hasatın toplanması, kız hazırlığının tamamlanması, karşı dağlara kar yağması ile belli olurmuş. Aşık genç, hergün kalkıp dağlara bakarmış; kar ne zaman yağacak diye Nihayet bir sabah kalkar ki, karşı dağlara kar yağmış; gencin aşırı haz duyması ve sevinci ile dağa doğru "kara bak! Karabağ" diyerek, hem oynayıp hemde bağırarak dağa doğru koşmasıyla sevincinden kaynaklanan bir aşık oyunudur. Karadağ, tema olarak Azeri kökenli olup, aynı sevinci paylaşan kızın da öyküsünü konu olarak, karşılıklı oynanan bir oyundur. Oyunu ilk kuran kişi bilinmemekte, oyun bir kız-bir erkek tarafından solo gösteri nitelikli, beğenme, beğenilme sevgi ve aşkı konu alır. Düğün ve özel eğlencelerde çok oynanır. Belli sayı sınırlamadan, isteyen kızlı-erkekli kalkıp oynarlar. KOBAK: Kobak bölgemizde bir köy adıdır. Oyun halka yapısı biçiminde genellikle tulum eşliğinde erkekler tarafından oynanır. Bu oyun Yusufeli ilçemizin yakınında Kobak köyünden adını almıştır. Oyun içerisinde, belli bir yerde, ezgi değişir ve bu bölümde türkü söylenir. Sonra tekrar oyun müziğine geçilerek, oyuna devam edilir. Oyunun kaynaklanması Çoruh nehri ile de ilgilidir. Oyun içerisinde bazı figürler, Çoruh nehri üzerinde kürek çekme hareketlerini gösterir. Kobak oyunu, belli başlı komutlarla, Topal, topa-İşle, işle-üç vur sağa, üçte sola çek kürek çekha vurdu kobak gibi terimlerle kendine özgü bir oyundur. Oyun, halk arasında sıkça olarak genelde erkekler tarafından oynanır; kız-erkek karmada oynanabilir. Daha çok düğünlerde harmanda oynanır. Belli bir sayı sınırı yoktur. Oyun, halka yapısı biçiminde oynanır. Oyun, ismini bir köy adıyla almıştır. Oyunu ilk kuran kişinin o köyden olması gibi, kesin bir bulgu yoktur. KOÇERİ-KOÇÇARİ: Koçeri, adını bir erkek isminden almıştır. Bu kişi , çok gezen, çok dolanan, yerinde durmayan bir kişidir. Hâlende günümüzde çok gezenlere derler ki tabiri caize "Koçeri misin, ne gezip duruyorsun?" Bölgede, genç kızların bir kahramana olan duygu ve çağrısını dile getirir bir oyundur. Genç kızların bir koçeriye vurulmasıyla onun gördükleri zaman beğenilmek maksadıyla oynadıkları bir oyundur. Oyun oynanırken bu kahramanı da şöyle davet ederler. "Oy ninni koçeri, sallanda gel içeri" diye oynanıp söylenerek, mısralarla kahramanı davet ederler. Oyun, halay yürüyüşü gibi başlar; hızlanma çapraz ve çöküş figürlerinden oluşur. Oyun, halka yapısı biçiminde oynanıp belli bir sayı sınırı yoktur. Oyunu kuran kişi (Koççari) isimli bir erkek olduğu araştırılmış olup, genç kızların bu koççariye karşı duygularını dile getirmeye çalıştıkları bir oyundur. MENDO BARI: Araştırmalara göre "Mendo", bir erkek ismidir. Aynı kişinin, oyunu, kendisinin uyarladığı bilinmektedir. Kişinin, haz duyarak oynadığı söylenmektedir. Oyun ağır hareketlerle başlar; birden hızlanan bir tempo ile devam eder. Oyun içerisinde çok yönlü dönüşler olup, tek sıra bağımlı ve sağ yöne çizilen yay üzerinde oynanır. Oyunun içindeki üçleme figürleri, diğer oyunların bir çoğunda görülen tipik figürlerinden biridir. Yürüyerek ayak çekme, üçleme, çöküş gibi figürlerin belli bir sırayı takip ederek, yavaş ve hızlı bir şekilde oynanmasından oluşur. Oyun, kişinin adını konu alan bir oyundur. Oyun, kızlı-erkekli veya yalnız erkekler tarafından da oynanır. Oyun kişinin kendini gösterme amacı ile daha çok düğünlerde oynanır. SARI ÇİÇEK (SARI KIZ): Sarı çiçek, yörede çok yaygın bir oyundur. Yörede, sarı kızın,etkin olması konusunda birçok rivayetler vardır. Ancak bunlardan biri, en sağlıklısıdır. Yaptığımız araştırmalara göre 1124 senesinde Çoruh boylarında yerleşen Hıristiyan Kipçak Türklerini, müslüman yapmak maksadıyla Mısır'dan, adı "Şehsan" olan Şeyh, kuvvetleri ile Çoruh vadisine gelirler. Orada bulunan Benek hakimin,sarışın,gökyüzü kadar güzel,sarı saçlı kızını görünce aşık olur. Şehsan ile kızın arasında büyük bir aşk başlar. Kız, müslümanlığı kabul eder; ancak, babası buna asla razı olmaz. Kızın babası Şehsan'ın kuvvetleri ile çarpışmaya başlar. Benek hakimi üstün kuvvetleri ile çarpışma sonucunda Şehsan'ın ordusunu bozguna uğratır. Şehsan sevgilisini yanına alarak, tüm ordusu kılıçtan geçirilir. Şehsan ve sevgilisi sarı kız, kurtulma ümidi ile dağın yamaçlarına doğru kaçmak isterler. Benek hakimi askerleri tarafından görülür ve peşlerine düşülerek şehit edilirler. Oyunun bu olaydan kaynaklandığı, Şehsan'ın sevgilisi Sarı kızın nazı ve sonra aşklarının birleşmesi arasındaki öyküyü temsil ettiği kabul edilir. Oyun, düğün ve daha çok eğlencelerde oynanır. Bir kız, bir erkek tarafından sevgiyi, aşkı ve naz yapmayı konu almıştır. ŞAHLAN (ŞEYHA): Şahlan, yörede daha çok yükselmeyi, büyümeyi, onuru,gururu, kahramanlığı simgeleyen bir sözcük olarak kullanılır. Taşımacılık,ulaşım ve çete savaşlarında At' ın önemi büyük olan bu bölgemizde de hayvanın şahlanıp iki ayak üstüne kalkması, yükseliş ve sevinci tanımlamasıyla, oyundaki yükseliş anındaki bağırmalar, buradaki kahramanlık duygusunun sembolüdür. Başlangıç ve bitiş hariç, kapalı halka halinde oynanır. Oyun içerisindeki yaylanma, halay karakterine sekmeli koşma (Sağ yana doğru), çöküşleri ve topuk üçlemelerinden oluşur. Ardından anlaşıldığı gibi oyun, (Şahlanmayı,yükselmeyi) sevinci simgeler. Oyun oynanırken bu şahlanış açıkça görülür. Erkeklik ve kadınlık varlığının sağlanması, kahramanlık duygularının vurgulanmasıdır. Oyun, "Hop, hopde..." komutları ile oynanır. Oyun, anonim olup, kuran kişinin kesin bulgusu yoktur. Diğer oyunlar gibi çok fazla oynanan bir oyun değildir. Kız-erkek karma oynandığı gibi yalnız erkek olarakta oynanır. ŞAVŞAT BARI (Çift Jandarma): Şavşat Barı, genellikle türküsü söylenerek oynanan diğer bar türlerinden, üç ayak,ağır bar gibi isimler altında toplanıp oynanan bir oyundur. Oyunun bulgusu ise, çok eski tarihlere dayalı bir aşk öyküsüdür. İki genç arasında büyük bir aşk başlar. Bu karasevdayı bilmeyen kalmaz. Birçok insan, bu gençler için nağmeler yapıp türküler söylerler. Artık kızı istemenin zamanı gelmiştir. Genç oğlan, kızı istetir; ancak, kız babasının kesin razılığı olmaz. Herşeye rağmen geri çevirir. Kızını bir başkasına (Beşik kertmesi) sözlemiştir. Bahar ayları gelince köylerden, yaylalardan göç başlar. Bu göçler halk arasında büyük eğlencelerle tertiplenir.; bunlarda yer yer isimlendirilir. Bu mevkideki ismi ise (Vargoda) yayık yaylamak, yayla zamanı eğlenceleri olarak bilinir. İşte bu tarihlerde, genç oğlan,sevdiği kızın verileceği genci vurur ve köyden kaçar. Köy halkının yaylaya çıkmasını bekler ve o gün gelir. Köy halkı, binbir eğlence masallarıyla göçe koyulur. Uzunca bir yol aldıktan sonra, ilk konaklayacakları mevkiye gelirler. O düzlüğün, yani mevkinin ismi (Vaket)'tir. Vaket'e gelirler. Genç oğlan, sevdiği kızında orada olacağını bildiğinden, bunu takip eder. Köy halkı burada eğlenmeye başlar. Davul,zurnalar çalınır;türküler söylenir.; oynanır; koçlar kesilir; kebaplar vurulur; yiyilip içilir. Genç oğlan, halkın arasına gelir; uzaktan sevdiği kızı gözler,kızda sevdiğini görür ama, bir türlü yaklaşamazlar. Bakışıp hasret giderirler. O arada genç kız, birde ne görsün, karşıdan iki jandarma geliyor; sevdiğini götürecekleri genç kızın içine doğuyor. Genç kız, acılar ve üzüntüler içerisinde ağlayarak jandarmanın görünmesiyle ağıt yakarak bu türküyü söylüyor ve ağlıyor. Oyunun türkü sözlerinde ise, Çift jandarma geliyor kaymakam konağından, Fiske vursam kan damlar, kırmızı yanağından,böyle esinlendiği gibi birde, Cebi dolu paketi, giyme yeşil caketi, Yar Allah'ın seversen, gel dolanak Vaketi'nde ise sevdiği genç, yeşil bir ceketle oraya gelir; bu, tanınırsın anlamında. Gel dolanak vaketi ise, kaçmak anlamında sevdiği gence çağrı yaparak söylenen bir türküdür. Daha sonra bu öyküyü yaşayanlar, gençlere atfen ve hatırlamak, yaşatmak maksadıyla halk arasında türküsü söylenip oyuna dökmüşlerdir. Oyun, halk arasında sıkça oynanan bir oyundur. Belli bir sayı sınırı yoktur; kız-erkek genelde karma olarak oynanır. Oyun, çizgi ile başlayıp yarım daire sağ yay üzerinde oynanır. TEŞİ: Artvin ve civarında, genelde iç kesimlerde, toplu iş gücüne dayalı birlikte yapılan çalışmalara "Meci-İmece" adıyla toplanırlar. Yöre halkı kış gecelerinin boş geçmesi, gece eğlenceleri yapılması amacıyla, yün eğirme, mısır ayıklama, tütün doğrama gibi bazı işlerini kış gecelerinde, komşuları davet ederek hem çalışır; hem de gece eğlenceleri düzenlerler. Bunlar maniler, bilmeceler,karşılıklı atma türküler ve orta oyunları gibi eğlencelerden oluşur. Teşi ise yün eğirmeye yarayan aracın ismidir. Teşi, ağarşak ve iğden oluşan, ağaç bir araçtır. Bu araçla, yünden iplik yapılmasını canlandıran yün eğirmeyi temsil eden bir oyundur. Oyun oynanırken ayak, el figürleri ile adeta yün eğiriyormuş gibi gerçek figürlerle gösterilir.Oyun figürleri, estetik yönden ağırlık taşır.; ayak üzerinde esneyerek yürünür ve elde teşi ile yün eğrilir. Teşi oyunu, kadınlar tarafından oynanır. Belli bir sayı sınırlaması olmayı genellikle bağımsız ferdi olarak oynanır. Teşhi havası olarak ta anılan oyuna ait ilk nota derlemesi 1945 yılında Muzaffer SARISÖZEN tarafından yapılmış ve TRT Repertuarına kazandırılmıştır. UZUN DERE: Uzun dere, yörede, gelinin (Puhaça) yoğururken genç kız ve kadınlar tarafından oynanan bir oyundur. Uzun dere "İnce dere" , yörede bir yer ismidir. Oyun. İçerisinde anlatımı bu yörede daha çok yapıldığı için, ismini bu bölgeden almıştır. Uzun dere oyununu oynayan oyuncuların ellerinde buğday, arpa daneleri, oyunla birlikte gelinin başına serpiştirilir. İnanışa göre gelinin rızıklı, bereketli olması inancı ile temsil edilir. Gelin, hamur yoğururken teknenin içine lira veya bozuk para atılır. Bu da aynı anlam içerisinde, gelinin, bolluk bereketlilik getirme inancını simgeler. Hamur pişirildikten sonra etrafındakilerce yenmesi için parça parça kırılıp dağıtılır. Ekmeğin içindeki para kime çıkarsa, uğurlu sayıldığından saklanır. Ekmeğin içinde para çıkan kişi genç kız veya erkekse, bu parayı gece yastığının altına koyup yattığı zaman, kendi kısmetini görürmüş diye inanılır. Oyun, düğünlerde yüz açımı töreninden sonra damat evinde, puğaça yoğrulup, gelinin bereketli olması dileğiyle oynanan , belli sayı sınırı olmayıp genç kız ve kadınlar tarafından oynanır. Oyun ferdi hareketlerle oynanır. Oyunu kuran kişi çok eski bulgulara dayalı olup gerçek kaynağı bilinmektedir. ÜÇ AYAK - AĞIR BAR: Yurdumuzun bir çok yöresinde adımlardan ismini alan, bölgemizde de aynı isim altında bar türünde oynanan bir oyundur. Oyunun ağırlama, hoplatma, hızlanma bölümleri vardır. Oyunun üç ayak adında oynanması, üç adım kuralına bağlı olmasındandır. Oyun, tek sıra bağımlı, sağ yöne çizilen tek sıra halinde oynanır. Bölgemizde bu tür oyunlar, bir çok isim altında oynansa bile, hepsini toplayıcı özellik olarak üç ayak ismi kullanılır. Yöremizde, ağırlama bölümlerinde, bu tür oyunlarda kadınlar ve erkekler tarafından, karşılıklı atma türküleri söyleyerek oynanabilmektedir. Oyun, sağ yay üzerinde yarım daire formunda oynanır. Kız-erkek karma veya yalnız bilinmemektedir. Halk arasında düğünlerde, harmanda sıkça oynanılan bir oyundur.
-
COĞRAFİ KONUM Karadeniz Bölgesinin Doğu Karadeniz Bölümünde, Doğu Karadeniz Dağları üzerinde yer alan Artvin İli'nin doğusunda Ardahan, güneyinde Erzurum, batısında Rize, kuzeybatısında Karadeniz, kuzeyinde Gürcistan Cumhuriyeti bulunmaktadır. İlin yüzölçümü 7.436 kilometrekaredir. Artvin, arazi bakımından genel olarak dağlıktır. İlin Arhavi ve Hopa İlçeleri, Karadeniz ile denize paralel uzanan Doğu Karadeniz Dağları arasında kalan dar bir düzlük alan üzerine kuruludur. İlin Karadeniz’e olan kıyı uzunluğu 34 kilometredir. Kıyıdan iç bölgelere doğru gidildiğinde arazinin birden yükseldiği görülür. Artvin 'de, ova olarak nitelendirilebilecek alanlar, Arhavi ve Hopa kıyı şeridindeki aluvyal düzlükler dışında mevcut değildir. İl sınırları içinde 30'a yakın akarsu vardır. Bunlardan Karadeniz’e dökülenler hariç diğerleri Çoruh Nehri’nin kollarıdır. İlin muhtelif yerlerinde çok sayıda doğal göl vardır. Bunlardan; Şavşat ve Borçka İlçelerinde bulunanları doğal güzellik ve turizm açısından en önemlileridir. Dağlar Karadeniz kıyısına paralel olarak uzanan Doğu Karadeniz Dağları’nın il sınırları içindeki uzantıları; Kaçkar, Altıparmak, Kükürtlü, İskaristi Dağları adıyla sınıra kadar uzanmaktadır. Bu dağ sırasının üzerinde çok sayıda dağ ve yüksek tepeler yer alır. Karadeniz kıyısını takip ederek batıdan doğuya doğru iki sıra halinde uzanan3937 m. Yüksekliğindeki Kaçkar Dağı Karadeniz Dağları’nın en yüksek noktasını oluşturur. Bu dağın su bölüm çizgileri; Artvin, Rize, Erzurum il sınırlarını belirler. Şavşat ve Borçka ilçeleri arasında yer alan, Çoruh ve Berta vadileri ile Gürcistan sınırına kadar uzanan Karçal Dağı 3428 m. Yüksekliği ile ilin diğer önemli bir dağıdır. Artvin'in Diğer önemli Dağları ve Yükseltileri Şöyledir; Kaçkar dağı -3937 m., Mihrap dağı-2950 m., Karçal dağı-3428 m., Sahara dağı-2799 m., Kükürttepe dağı-3348 m., Karyan dağı - 2790 m., Arsiyan dağı - 3164 m., Kara dağ - 2300 m., Çadır dağı - 3050 m., Büyük Yurt dağı - 2250 m., Kürdevan dağı - 3050 m., Genya dağı - 1850 m., Kartal dağı - 3000 m. Ovalar İl sınırı içerisinde ova özelliği gösteren yerler hemen hemen yoktur. İl topraklarının ancak %0.2 alanını kaplayan düzlüklere rastlanır. Kıyıda akarsu birikintilerinin meydana getirdiği alüvyal ovalara rastlanmaz. Çünkü dağların denize bakan yamaçlarında kaynaklarını alan Hopa ve Arhavi Deresi’nin suları az ve uzunlukları kısa olduğundan birikinti ovalarının büyüklüğünü sınırlamıştır. Bütün bunlara rağmen Hopa ilçesinde, Sundura Dere’sinin ağzında ve Arhavi ilçesinin Kabirse Dere’sinin ağzında birer küçük delta ovalar oluşmuştur. Yaylalar İl topraklarının yaklaşık % 51’ini kaplar. Artvin’in başlıca yaylaları; 1. Yusufeli, Zeytinlik ve Ortaköy Derelerinin oluşturduğu çizginin güneydoğusundaki bölgede bulunan Meşeli, Kurudere, Düzenli, Kireçli, Yığılı, Kapik, Irmaklar, Bülbülan, Çamlıca, Hanlıköy,Ballı ve Yoncalı yaylaları, 2.Muratlı-Borçka, Artvin-Ortaköy Deresi ile Gürcistan arasında kalan bölgedeki, Taşköprü, Meydancık, Mısırlı, Oba, yaylaları, 3.Merkez İlçe–Zeytinlik-Yusufeli İlçesi çizgisinin kuzey ve kuzeybatısında kalan bölgedeki Keşoğlu, Çamlık, Mağara, İnekli, Kocakarılı, Dikme ve Taşkınlık yaylaları sayılabilir. Vadiler Artvin ili yüzey şekilleri, genellikle yer altı kırılmaları ve volkanik faaliyetler sonucunda meydana gelmiştir. Vadilerin bir bölümü ise bu tektonik kırılmalar sonucunda meydana gelen fay ve çizgilerine uyarak oluşmuş dağ sıralarını birbirinden ayıran, dağlara paralel çizgiler halindedir. İl’de bulunan vadileri iki ana kısma incelemek mümkündür; 1 – Asıl Çoruh Vadisi 2 – Çoruh ırmağı kollarının meydana getirdiği vadiler. Çoruh Vadisi : Çoruh ırmağının il sınırına girdiği yerden başlayıp Muratlı Bucağında il sınırını terk ettiği yere kadar uzanan 150 km uzunluğunda bir vadidir. Genellikle çok dar ve derin “V” ve “U” şeklinde boğazlar halinde uzanır. Zeytinlik – Yusufeli ve Zeytinlik Muratlı arası olmak üzere iki bölümden meydana gelir. Diğer vadiler : a) Ardanuç Dere’si Vadileri : Vadi tabanı Ardanuç ilçesinde nispeten geniştir. İlçe merkezinin 7 km kuzeybatısında bulunan Cehennem Dere’si tipik bir kanyon vadidir. 500 m uzunluğunda 70 m. Genişliğinde ve 6 m derinliğindedir. Ardanuç suyuna açılır. Dünyada sayılı kanyon vadileri yer alır. b ) Ortaköy Vadisi : Şavşat ilçesinin sularını boşaltan irili ufaklı çayların meydana getirmiş olduğu bu vadi zengin bitki örtüsüyle kaplıdır. c) Altıparmak Vadisi : Barhal Dere’sini takip eder. En geniş yeri 3 m’dir. d) Murgul Vadisi : Murgul Dere’sinin meydana getirdiği bu vadinin tabanı diğer vadi tabanlarına göre daha geniştir. Akarsular İl sınırları içinde bulunan akarsular iki bölümde incelenir. Bir kısmı asıl ırmak olan Çoruh Nehri’nin kollarını meydana getirirken bir kısmı da il sınırları içinde ve il sınırları dışında Karadeniz’e dökülen nehirlerdir. Başlıcaları şunlardır; ÇORUH NEHRİ İlin en büyük akarsuyu olan Çoruh Nehri, Mescit Dağları’ndan kaynağını alarak, Bayburt’u geçtikten sonra Yusufeli ilçesinin Yokuşlu Köyünün mevkiinde il sınırına girer. Su kavuşumu denilen yerde Oltu suyu ile birleşir. Yusufeli yakınlarında Barhal deresiyle birleşen Çoruh Nehri kuzeybatı yönüne girer. Artvin yakınlarında Ortaköy suyunu, Borçka’da Murgul suyunu - İçkale suyunu ve Kaynarca suyunu alarak Muratlı Bucağını geçerek, Batum’un güneybatısında Karadeniz’e dökülür. Çoruh Nehri’nin uzunluğu 376 km olup, 354 km’si sınırlarımız içerisindedir. OLTU ÇAYI : Karga pazarı Dağları’ndan kaynağını alır. Yusufeli yakınlarında Tortum Çayı ile birleşir. Güralp kayası denilen yerde Çoruh Irmağına kavuşur. TORTUM ÇAYI : Kargapazarı Dağları’ndan kaynağını alır. Tortum Gölü’ne girip çıktıktan sonra Yusufeli yakınlarında Oltu Çayı ile birleşir. BAHRAL ÇAYI : Kaçkar Dağları’ndan kaynağını alır. Erzincan, Yüncüler, Çevreli ve Dört Kilise derelerini alarak Çoruh Nehri’ne karışır. ŞAVŞAT SUYU : Şavşat, irili ufaklı 13 deresi bulunması ile su zenginliğine sahip bir ilçemizdir. Şavşat deresi Ortaköy deresinin kaynağı olup Ardanuç deresiyle birleşerek Çoruh Nehri’ne kavuşur. Kaynağını Sahara dağlarından alarak Şavşat suyuna birleşir. Göller Artvin’de, irili ufaklı çok sayıda göl vardır. Bunların çoğu buzul vadilerinin diplerinde oluşmuştur ve genellikle Karagöl adıyla anılır. Önleri moren yığınıyla dolu olan bu göller derindir. Çoğunda bol alabalık bulunan ve doğa harikası olan bu göllerin en önemlileri, Şavşat ve Borçka’da bulunan ve Karagöl adıyla anılan göllerdir. Yeraltı Zenginlikleri Artvin İli toprakları, maden yatakları oluşumuna elverişli bir bölgede yayılmıştır. Ülkemizin en zengin bakır madeni yatakları Artvin’de bulunur. Maden Tetkit ve Arama Enstitüsü’nce (MTA); Merkez İlçede altın, Ardanuç İlçesinde Manganez, Borçka ve Murgul’da bakır, pirit ve manganez, Şavşat’ta bakır, kurşun, çinko ve manganez, Yusufeli İlçesinde de linyit kömürü açısından zengin rezervlerin bulunduğu tespit edilmiştir. İklim Artvin’in iklimi, yeryüzü şekillerinin özellikleri nedeniyle bölgelere göre çeşitlilik göstermektedir. Kıyı kesimlerinde ılık ve yağışlı bir iklim tipi egemendir. Buna karşın, İl’in iç bölgelerine doğru, yüksek kesimlerde kışlar sürekli ve bol karlı, yazlar serin geçer. Çoruh Vadisi’nin derin tabanında, kıyıya oranla daha az yağışlı, kışları fazla sert olmayan bir iklim tipi vardır. Bitki Örtüsü Artvin İl topraklarının yaklaşık % 55’ini (390.000 ha) ormanlık alanlar kaplamıştır. İldeki ormanların büyük bölümünü iğne yapraklı ağaçlar oluşturmaktadır. Bölgede, yüksek dağların eteklerinden üst kısımlara doğru gidildikçe, önce yapraklı türler, sonra iğne yapraklılar görülmektedir.