
Ahmet AY
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
332 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Ahmet AY tarafından postalanan herşey
-
Televizyonlar kara haberi tez ulaştırdı. Flaş haber olarak verildi. Ancak gündem “yumurtaların cılklığını” yaşadığından iki cana can olanın katline gereken özeni ve önemi göstermediler. Adı Soney, henüz 26’sında genç bir kız/gelin, Süryani ve Mardinliydi. “Suçu” öyle büyük öyle ağırdı ki affedilir cinsten değildi! Affedilir bir suç olsaydı ailesi, ağabeyi affetmez miydi!? İki can, iki sevgili hunharca katledilerek töre ve “tanrıları”na feda edildiler. Daha ne olsun? Ama gelin görün ki bu acı ve elem veren olay hakkettiği ilgiyi göremedi. Bunu şöyle okumak da mümkün; Olağan bir cinayet!.. İnsaflara sığınmayacağız elbet. Sonay yeryüzünde en çok arzu ettiği evliliği yapmaya ailesini ikna etmek için çok uğraştı. Ancak aile farklı bir dinden olan damat adayına karşı çıkmıştı. Neden karşı çıkmasın ki! Damat başka bir dinden, gelin farklı bir dinden, olur şey değil! Bu tür evlilikler olamazmış. Soney Süryani bir ailenin kızı, gönlünü Müslüman bir delikanlıya kaptırmıştı. Her kes gibi onlar da sevdikleri, âşık olduklarıyla hayatlarını birleştirmek istiyorlardı. Bundan daha güzel, daha doğal ve daha makul ne olabilirdi ki? Ama “din” buna şiddetle karşı(ymış). Aynı dinden olmayınca evlilik olmazmış. Hem dine hem de töreye aykırıymış. Böyle evlilikler yapanların cezası da ölümmüş… Tanrı (Allah değil) yeryüzünde insanların istek ve arzularını, mutluluklarını, huzurlarını kısacası her türlü güzelliklerini “kendi mutluluğu için” yasaklamış sanki. Mardin’de yaşayan kapı komşu olan iki kişi farklı inançtan oldukları için birbirlerine ebediyen yasaklılarmış; “din” öyle diyormuş! İnsanoğlunun en bağnaz, en acımasız, en gaddar, en gözü kara, en basiretsiz, en cani olduğu kararlar “din” diye inandıkları çarpık düşüncelerden hareket ederek verdiği kararlardır. Buna bir de asırlardır gelen ve adı batası töreleri de eklenince artık yapamayacakları zulüm yoktur. Aklınıza gelmeyecek cinayetler çok rahat bir şekilde işlenebilir. Zira onları bu kadar canileştiren, bu kadar gaddar kılan şeyin arka planında “çok ulvî!” gerekçeler vardır. Adam öldürülmeliyse bunda (haşa) Allah rızası vardır! Kulların huzuru vardır! Cemaatin, cemiyetin, örgütün, aşiretin yararları, selameti, hizmetin sağlıklı yürümesi vardır. Beri tarafta da törenin prestiji vardır ki her türlü özveriye ve her türlü cefaya değer! Evet, Tanrılarına tapanlar için “engellerle” karşılaşıldığında yapılması gereken bir şey var ise icabında sonu ne ve nasıl olursa olsun “emir” yerine getirilir. Bu emri bazen “tanrıların yeryüzündeki temsilcileri” verir, bazen de töreler. Verilen emrin ne’liğine, nasıllığına, cürümüne, ağırlığına bakılmaz. Nasıl olsa “kutsal”larına hizmet oluyor ya o yeter. Törelerin gerekliliği oluyor ya gerisini boş ver. Kazanan tanrılardır! Ama her hal-u karda kaybedenler insanlardır. Düşünebiliyor muyuz? İki yaşını almış insan evlenmek istiyor. Biri 26 yaşında, artık kararlarını rahatlıkla verebilecek biri. Diğeri 28 yaşında ve hayatına yön verebilecek yaşta ve başta. Ama sıra evlenmeye gelince onlar adına “tanrıları” karar verecek. Dinlerinin kırmızı-kara (kaplı) kitabının değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan karar ve kanunlarına bakılacak. Törenin kahrolası uygulamalarına uyulacak… Hayır, Bunun karşısında eğilmemek gerek, Soney’ler (süryani gelin), Zekeriya’lar (müslüman damat) bile bile bu yolda feda oldular. Evlenmeye karar verdiklerinde her türlü bedelin ödetileceğini biliyor ve bu bedeli göze almışlardı. Acaba diyorum, bu saçmalıklardan dolayı kendimizden olan insanların feda edilmesini göze almaya devam edecek miyiz? Ya da, Daha ne kadar kurban bekleyeceğimiz konusunda bir fikri olan var mı?
- 24 cevap
-
- MARDİNLİ SONEY
- Süryani
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Kurumsal ve bireysel düşünceniz, siyasi eğiliminiz, politik duruşunuz, inancınız vs. açık ise bunu başka yöne çekmenin bir anlamı yoktur. Hele hele bir isimden ve/veya nitelemeden hareketle "düz mantık"la manipüle etmek oldukça sorunlu bir yaklaşım olsa gerek. Örneğin; Muhafazakar olan bir parti "neyi muhafaza edecek" türden soruya vereceğiniz cevap soru kadar müşkülat barındırır. Zira muhafazakarlık sayın yorumcu yazarın ifade ettiği gibi "din muhafızı" anlamı taşımaz. Taşısa bile dini "yönetim, şeriat getirir" anlamı taşımaz. Bu sebeple sayın yorumcu yazarın mealen "muhafazakardır o halde" diye devam eden cümlesindeki yargıya verilecek cevap; "İşte bunu bilmiyordum" olmalıydı. "Anlayabilmiş değilim" ifademden de bahsedecek olursam; Gerçekten de Ak Parti 2002'den beri ülkeyi daha demokrat, daha özgürlükçü; vesayetlerden kurtarma mücadelesi veren ve zaman zaman tökezleyen bir parti olarak görüyorum. Saygı ve sevgilerimle.
- 11 cevap
-
- Wikileaks
- KIRMIZI KİTAP
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
İşte bunu bilmiyordum!
- 11 cevap
-
- Wikileaks
- KIRMIZI KİTAP
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
İnanın bu saptama/tespit üzerinde doktora tezi hazırlanacak cinsten; Nasıl gelecek bu şeriat? Bu heves hükümetin ve Ak Parti nin hangi tavrında var, anlayabilmiş değilim.
- 11 cevap
-
- Wikileaks
- KIRMIZI KİTAP
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
yarın (bu gece saat 00.04'te) www.bilgiagi.net te yayımlanacak yazımı önce sizlerle paylaştım. Bugün AŞURA, Bugün insanlık onur ve haysiyetinin zirve günü, Bugün insan olmaktan gurur duyulacak gün, Bugün insanımsıların fırsat bulduklarında ne kadar alçak, ne kadar barbar ve ne kadar cani olabileceklerinin açıkça anlaşıldığı gün. Bugün insanlık ailesinin esenliğine kastedenlerin gerçek yüzlerinin din maskesinden/kisvesinden sıyrılarak ortalığa döküldüğü gün, Bugün gurur ve utanç günü. Ciddi bir çelişki; Hem gurur ve hem de utanç… Evet, Nerede durduğunuza ve nereden baktığınıza bağlı olarak değişir durum; Huseyn’in “insanlık ailesinin esenliği için gerektiğinde candan geçilmeli” şiarını kendi canı üzerinden ispatladığı gündür AŞURA. Kendisi için en sevgili ve en değerli olan ailesinin hayatları üzerinden insanlık ailesine verdiği sözü tuttuğu gündür AŞURA. Ama aynı zamanda en utanılacak gündür de AŞURA günü. Çünkü Bugün bir dinin en zirve insanı olan o dinin peygamberinin çocukları/ehl-i beytinin yine o dini kabul edenler tarafından (sadece ve yalnızca dünya makam ve mevkii için) hiçbir hayvani duyguyla bile açıklanamayacak boyutta hunharca katledildikleri gündür. Hâlbuki peygambere inananlar peygamberin her fırsatta “benim için en sevgili ve en değerlilerimdir” dediğini duymuş ve o peygamber hayattayken de evladı hep kadir ve kıymet görmüşlerdir. O mübarek insanların katledilişlerinin gerekçesi üzerinde durmayacağım. Zira kedi gerektiğinde yavrusunu fare gibi görüp yeme noktasına geliyor. Bu sebeple kedi ve sair hayvanattan daha cani olabilen “bu insan türünün” gerekçe üretmede hiç de zorlanmayacaklarını biliyorum. Asıl üzerinde durmak istediğim, “koltuk/saltanat sevdası” yüzünden bu cinayet işlenecekti, peygamber soyu ortadan kaldırılıp “tek rakip” bertaraf edilecekti. Ama bu şekilde mi olmalıydı? Dünyanın tanık olduğu en barbar yöntemlerle katledilişin izahı olmadığına göre ne söyleyebiliriz? Hiç… Bu cinayetin adı “soykırım”dır. Bununla adeta peygamberin soyunu bitirmek istediler. Zira her zaman “potansiyel bir tehlike” olan bu mübarek soyun ortadan kaldırılması saltanat için gerekliydi! Ama bu şekilde mi olmalıydı? Biliyorsunuz ki İmam Huseyn Kufe halkı tarafından davet ediliyor ve o da ailesiyle birlikte bu davete icabet etmenin sorumluluğunu yerine getirmek üzere yola koyulmuştu. Davetin sebebi zalim Yezid hükümetine karşı mücadele etmekti. Gerçi yolculuk esnasında Kufe’lilerin mücadeleden vazgeçtikleri haberi ulaşsa da İmam başlatılan yolculuğun sonuna kadar devam edeceğini ilan eder. Bu kararı ailesiyle tek başına kalacağını bildiği halde verir. Toplam 72 kişilik bir kafileyi binlerce techizatlı Yezid askeri karşılar. Dicle’ye rağmen Kerbela’da susuz bırakılan peygamberin çocukları tek tek katledilir ve İmamın başı pak bedeninden kopartılarak Muaviye’nin çocuğunun sarayında zevk ve eğlence topuna dönüştürülür. Önemsediğim bir görüşe göre Yezid’in ordusunda görevli olan askerler karşılarında İmam Huseyn ve çocukları olduğunu bilmiyorlardı. Sadece komutanların bildiği bu durum askerlerden gizlenmişti. Sonradan saray içi konuşmaları dışarıya sızınca işlenen günahın büyüklüğü fark edilmişti. Hiçbir insana reva görülmemesi gereken bu vahşetin peygamber(lerinin) torunlarına reva görülmesi çok anlamlı olsa gerek; Bu sebeple, İnsanoğlunun makam ve mevki için neleri göze alabileceğinin açık resmi olan Kerbela faciası insanlığın yüce mevkiidir. Ama aynı zamanda utancının da zirvesidir. Zira insanlık için canından ve evladından geçme insani olarak en zirve nokta ise, Yezidin alçaklığa rahmet okutturan caniliğinden de ne kadar utanılsa yeridir. Yeryüzünde insanlık durdukça Huseyn de anılacak Yezid de, her ikisinin taraftarları da var olacak. Bizler, İnancı, ırkı ve diğer farklılıklarını sorgulamadan bütün insanların kardeşçe ve özgürce yaşamalarını canımız pahasına arzu ediyorsak Huseyn’ni yoldayızdır. Yoksa, Adını siz koyun…
-
İnsan Hakları Haftasındayız. İnsanın “insanca” yaşaması için hiçbir şekilde mahrum bırakılamayacak hakları daha anne karnındayken başlar. Bizler insan olarak kimsenin vermediği (için) hiçbir kişi, kurum ve yetkilinin geri alamayacağı en temel haklara sahibiz. Ne var ki insanlar kendileri gibi olan ancak “öteki” olarak gördükleri birey ve toplumların bu haklarını tanımamakla bütün zamanların en büyük hatasını/haksızlığını yapmışlardır. Başkasına ait olan ve hiç kimse tarafından geri alınamayan haklarını kullandır(t)mama, tanımama, yanlış ve gereksiz görme, yok sayma gibi zulümler yine biz insanların en has yanlışlar. En güncel olmasından dolayı değinmeden edemeyeceğim üniversite gençlerin hakları ile ilgili bir iki konuya değinmem gerek; Peşinen itiraf edeyim ki gençlerden yanayım. Onların demokratik haklarını kullanmak istediklerinde dayakla muhatap olmalarından büyük üzüntü ve ızdırap duyuyorum. İstanbul polisi -velev ki izinsiz de olsa şehre sokmamak için “Bizans’ı durdurma teknikleriyle” gençleri engellemeleri oldukça provokatif idi. Bir ülke kendi (yetiştirdiği) gençliğinden korkuyorsa o ülke rejim ve yönetiminin (vatandaşına bakışında) eğri bir tarafın olduğu rahatlıkla anlaşılır. Hele hele silahı olmayan ve sadece “anarşist ruhlu”luktan kaynaklı tepkileri ortaya koyuyor ise, bu gençliğe, ancak olgunluk çağlarına hazırlık amaçlı yaklaşımlar sergilenebilir. Aklı bir karış havada, iyi bir eğitim alamamış gençlikten daha mantıklı ve muhakemeye dayalı yaklaşımlar sergilemelerini beklemek haksızlık olur. Gençlerin ve onlara şiddetle yönelenlerin backgroundlarında çok ciddi handikaplar bulunmaktadır. Evde çocuklarımızın gözleri önünde eşlerini döven koca ve aynı zamanda çocuklarına şiddet uygulayan babalarız. Kardeşi herhangi bir oyuncağını aldığı için en ufağından saçını çekip kardeşinin canını yakan ağabeyler-ablalarız. Kız kardeşinden su isteyen ancak suyun gecikmesi üzerine bacısını döven kültüre sahip olan ağabeyleriz. Okulda-medresede eğitici-öğretici-rehberlik görevi olan öğretmen-hocanın en ufak “yaramazlıklarında” öğrencisine dayak atan eğitimcilerin uygulamalarından geçmişiz. Karakollarda dünyaca “meşhur” işkencelerimize bu meşhurluğu kazandıran “güvenlik ve soruşturma” tekniğinin mucitleriyiz. Askerde dövebilecek “yetkiye” sahip kıdemli erden üst rütbeli subayına kadar herkesin birbirine dayak attığı askeri gelenekten geliyoruz. Şimdi bütün bu safhaları dayakla geçiren biri “dayak atacak, şiddet uygulayabilecek salahiyeti” eline geçirdiğinde sorunlara nasıl yaklaşmasını beklersiniz? Elbette ki “gerektiğinde” o da “dayak atma hakkını!” kullanacaktır. Bu bağlamda son zamanlarda yaşanan hükümet-üniversite gençliği gerginliğini iyi bir zemine oturtmamız gerekmektedir. “Nerede bir sakatlık var ve bu sakatlık nasıl oluştu” konusunda kafa yormazsak bizi ciddi sıkıntıların beklediği muhakkaktır. Gençlerimizin bazen çok da demokratik olmayan ve hak gaspına varacak derecedeki protestolarını yukarıda saydığımız çocukluktan itibaren gücü yetenin kendinden küçük/güçsüz yakınına, arkadaşına çok basit sebeplerden dolayı şiddet uygulamasıyla başlayan süreçten kaynaklı olduğunu vurgulamamızda yarar var. Ama ne olursa olsun kimsenin konuşma hakkını engellemek doğru değil. Protesto hakkı kullanılır, ses verecek eylemler yapılır ve gerekirse bu protesto tekraren uygulanır. Ancak unutmamak gerekirki bir hak gaspında bulunanların kendi haklarının da gasp edilmesine referans sunduklarını unutmamak gerekir. Bu sebeple gençlerin sorun ve ihtiyaçlarına eğilmek ve bu talepleri “en makul” şekliyle yerine getirmek hükümetin görevidir. Bu olumsuz durumda olmalarına sebep teşkil edecek ne varsa üzerinde durulmalıdır. Bizim için “en makul”luk gelişmiş ülkelerin uygulamalarından daha ileri boyut olmalıdır. Zira gençlerimiz de hayata diğer ülkelerdeki akranlarından 200 metre geride başlamışlardır. Bu açığı kapatmakta gecikmemiz demek yarınlarımız olan gençliğin verimliliklerinden daha az yararlanmamız demektir. Herkes daha sağlıklı düşünerek bu sorunu bir an önce çözüme kavuşturmalıdır.
-
Kırmızı ”kitabımız” değişti, günler önce bu konuda yazdığım yazıyı yayımlaycaktım ama araya zamansız bir ayrılık girdi. Sonra gündem füze’lerle, Wikileaks’lerle değişti. "Anayasa üstü" bir metin olan Kırmızı Kitap ile ilgili yazım bugüne kaldı. Neydi Kırmızı Kitap? Anayasanın da şekillenmesinde esas kabul edilecek kadar önemli olan kırmızı kitap, özellikle güvenlik ile ilgili konularda vatandaştan tamamen gizli bir şekilde oluşturulan anayasa üstü bir metindi®. Ulus devlet anlayışı farklılıkları düşman belle(t)mek üzerine kurulunca yönetim anlayışında konformist, statükocu, güvenlik konseptinin en belirgin özellikleri belirginleşir. Bu da bir yolunu bulup düşman/tehdit bulmayı zorunlu kılmaktadır. Vatandaşı kategorize eden; din, mezhep, ırk, siyasi eğilim, sosyal statü, coğrafî farklılık gibi konularda “tehdit/tehlike” sıralaması yapan bu anlayış bugüne kadar vatandaşı 1. ve 2. derecede tehdit ve tehlike addetti. Düşünün kendi vatandaşının düşüncesine düşman ve bu vatandaşlarını da tehdit ve tehlike addeden bir zihniyet… Kurucu felsefesi düşman üretme olan devletimiz, üç yanını denizlerle dört bir yanını düşmanlarla çevirmek durumunda kaldı. Dış düşmanlar yeterli değildi. Anlaşmalarla dış düşmanlarımızla barış olasılığına karşın iç düşmanların amansızlığı ön plana çıkmalıydı ve bu sorun da Kırmızı Kitap’la aşıldı. Vatandaşın değerleri, inançları, eğilimleri tehdit ise bunun zaman zaman “yakın” tehlike olması da gerekliydi! Söz konusu “gereklilik”in sırası İslam’da-Müslümanlardaysa bu kimi zaman Müslüm GÜNDÜZ’lerin eline sopa vererek gerçekleştirildi, kimi zaman da Uğur MUMCU’lar vurdurularak suçu sakallı ve kalpaklı “İran’cıların” üzerine yıkılarak (irtica-şeriat) hortlatıldı. Tabi bu “gereklilik”in nasıl ve nece olduğunu toplumun büyük kesimi bilmiyordu. Halk, oluşturulan “tehdit ve tehlikeleri” essah sanıp “taraf” oldu. Dolayısıyla toplum, “bu acımasız bir oyun, üstelik defalarca aynı yöntemlerle sahnelenen bu oyuna gelmeyelim” diyenleri art niyetli görerek çağrılarını nazarı dikkate almadı. Öyle ya, göz göre göre insanlar öldürülür ve devletin en sorumlu ve yetkili şahsiyetleri topluma bunun “aşağılık ve bıktıran bir oyun” olduğunu söylemek yerine olayın hedefini saptıran beyanatlarda bulunursa toplum inanmayıp da ne yapsın? Üstelik belirlenen sloganlar, görevlendirilen şefler tarafından koroya söyletilince toplum tahrikin zirvesini yaşıyordu; Türkiye laiktir laik kalacak, Kahrolsun şeriat, Şehitler ölmez vatan bölünmez… Bu oyun bıktırınca yeni oyunun fragmanı da değişiyordu; Kahrolsun Komünistler, Komünistler Moskova’ya … Doğrusunu söylemek gerekirse ülkede yalnızca “irtica tehdidi” yoktu. Kimi zaman da komünizmin gelmesi gerekliydi. Devletin bölünmez bütünlüğünü de tehdit eden unsurlar palazlandırılmalıydı. Ülkemizde zaten var olan malzeme yan unsurlarla büyütülüp kırmızı kitabın gereği yapılmalıydı; Ülke her zaman “irtica ve komünizm tehlikesi” ile karşı karşıya bulunmaktaydı! İşte bu son değişiklikle artık ülke/yönetici anlayış vatandaşını ve onların inanç, ırki kimlik, siyasi düşünce vb. farklı tercihlerini tehdit olarak gör(e)meyecek. Ne yani? Bu ülkenin vatandaşı velev ki rejime muhalif de olsa tehlike mi olur? Bir ülkenin vatandaşı aynı düşünceye sahip olabilir mi? Aynı dini, Aynı dili, Aynı mezhebi, Aynı dünya görüşünü taşıyabilir mi? Bu ülkede faşist, komünist, despot ve totaliter yönetimlerde bile bulunamayan tek tip insan istendi. Bu basit bir temenninin ötesinde, on yıllarca toplum mühendisliğinin en şedit yöntemleriyle oluşturulmak istendi. Elbette ki vatandaşlar farklı düşünecek, farklı inanacak ve farklı yaşayacaklardır. Bu farklılığı yaşayanlar olarak bizler; Evrensel hukuka aykırı olmamak şartıyla, yani başkasının hak ve özgürlüğünü kısıtlamadan, şiddete başvurmadan doyasıya yaşamak istiyoruz.
- 11 cevap
-
- Wikileaks
- KIRMIZI KİTAP
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Bir internet sitesi (de) olan VIKILEAKS elindeki dünyanın en önemli ülkeleri ile ilgili bilgi ve belgeleri olduğu gibi açıklarsa dünyayı durduracak. Eğer ABD son manevrada çok çok çok önemli bölümleri sansüre tabi tutmazsa hakikaten dünyanın önemli ülkeleri inanılmaz bir şekilde sarsılacak. Politik dilin, diplomasinin 11 Eylül’ü dense uyacak nitelikte bir olay olan Wikileaks (wikiliks) belgeleri çok konuşulacak. Aslında gizli belge falan değil, Dış İşleri Bakanlığının notları, dedikodu ve yorumları ağırlıklı. Her neyse, öncelikle bu ABD Dış İşleri Bakanlığının namusu. Ancak hakkını teslim etmemiz gerekir ki dünya hem bunun sarsıntısını yaşayacak hem de tadını çıkaracak. Zira, Bu aralar dünya gündemini çokça meşgul eden şey WIKILEAKS BELGELERİ olayıdır. Dünya ülkelerinin kripto niteliği taşıyan bu çok gizli yazışmalarını ele geçiren WIKILEAKS adlı internet sitesi sadece yazışmaları değil, özel sohbetleri, gizli çekimleri, şifahi bilgilendirmeleri içeren milyonlarca sayfalık gizli tutanakları (eğer ABD-İsrail-ingiltere engellemezse) bu akşamdan itibaren WIKILEAKS (en önemli adamı J. P. ASSANGE olan bir sitedir) adlı internet sitesinde yayımlayacak. Bildiğiniz gibi kameralar karşısında en anlaşmaz konularda bile; “bizler bu konuda durum değerlendirmesi yaptık. Bazı pürüzler de giderildikten sonra …” diye devam eden açıklamaların aslında neredeyse hakarete varan görüşmelerin ardından yapıldığını bilmiyoruz. Dost dediği ülke ve yöneticileri hakkında aşağılık ifadeler kullanan diplomat ve yöneticiler yüz yüze ve basın karşısında birbirlerine oldukça kibar davranıyorlar. Bu belgelerin açıklanması demek (açıklamak isteyen WİKİLEAKS’ın hizmet ettiği malum lobinin de aleyhine olsa da) dünyanın yeniden kurulması demektir. Bu belgelerin açıklanması demek insanların göründüğü gibi olmadıklarını bir kez daha görecek olan dünya halkları artık kolay kolay kandırılmayacak. Bu belgelerin yayımlanması demek bundan böyle devlet ve yöneticilerinin daha temkinli olması demek. Eğer işi televolelik hale getirmez ise –ülkemizin de başı sıkışsa da- WIKILEAKS dünyaya çeki-düzen verilmesine katkı sunacaktır. Ancak dediğim gibi adı geçen üçlü (ABD-İsrail-İngiltere) bu belgelerin yayımlanmaması için (sebebini daha önceki yazılarımda bulacağınızdan eminim) bütün güçlerini kullanacaklardır. Bu engelleme çok zor olduğu gibi çok kolaydır da; Siteyi çökertmek, yayınıyla ilgili uydu engeli çıkarma vs. yolları en tanıdık yöntemlerdir. Bu belgelerin yayımlanmasını Türkiye’nin de huzurunu kaçırtacağı, hükümetin istifa etmesine kadar varılacağını söyleyenler olsa da ben aynı kanaatte değilim. Bir kere hükümetin istifasını gerektirici bir durum söz konusu değildir, olamaz da. Bu konuda elbette ki herkes üzerine düşeni yapacaktır. Ancak hükümetin sağlam durması, açıklamalara olgun ve belgeli cevap kullanması gerek. Kimileri Wikileaks’in, ABD’deki neo-con’ların MOSSAD destekli Türkiye’yi vurma planı olduğunu söyleyebilirler. Velev ki öyle olsun, bu durumda Türkiye eli kolu bağlı değil ki… İsrail ve Neo- conlarla ilgili söylenecek galaksimiz ağılığınca söz vardır. Hükümet bu konuda son derece rahat olmalıdır. Rahat olmalıdır diyorsam rahat olmalıdır (ne söz ama!?! Her ne kadar son zamanlarda aramız iyi olmasa da söylemeden yapamıyorum) ve dik durmalıdır. Kimlere güvenmesi gerektiği konusunu yeniden ve daha sağlam bir şekilde gözden geçirmeli ve gerekeni ihmal etmeden yapmalıdır. Bence en önemli husus bu belgelerin açıklanmasının “kim(ler)i kast ettiği ve neyi amaçladığının” çok iyi tespit edilmesidir. Zira belgelerin Yahudi lobisi-Siyonist kaynaklarının elinde olduğu kesin. Kesin olan bir şey daha var; Siyonistlerin de belgelerinin “başkaları”nın elinde olduğudur. Ancak işin asıl önemli ve göz ardı edilen kısmı bu belgelerin WIKILEAKS’ın eline nasıl geçtiğidir. Bu konu aydınlığa kavuşmadan belgeler çok da anlamlı olmayabilir. Bir önemli konu da ilk tepkilerin ölçülü olmasına dikkat etmektir. Bu belgelerde bazı ülke ve liderlerin aleyhine küfre varacak hakaretler görülebilir. Bu sebeple derhal karşı hakarete gitmek yerine cevabı zamana yayıp o sözlerin sahiplerinin mahcubiyetini seyretmek gerek. Dedim ya, dikkatlice değerlendirmek gerek; Bu açıklamalarla ülke içi kargaşalardan tutun bazı ülkelerin arasını bozmak, hatta işi o ülkelerin birbiriyle savaşmalarını sağlamaya bile vardırabilirler.
-
Bir internet sitesi (de) olan VIKILEAKES elindeki dünyanın en önemli ülkeleri ile ilgili bilgi ve belgeleri olduğu gibi açıklarsa dünyayı durduracak. Eğer ABD son manevrada çok çok çok önemli bölümleri sansüre tabi tutmazsa hakikaten dünyanın önemli ülkeleri inanılmaz bir şekilde sarsılacak. Politik dilin, diplomasinin 11 Eylül’ü dense uyacak nitelikte bir olay olan Wikileaks (wikiliks) belgeleri çok konuşulacak. Aslında gizli belge falan değil, Dış İşleri Bakanlığının notları, dedikodu ve yorumları ağırlıklı. Her neyse, öncelikle bu ABD Dış İşleri Bakanlığının namusu. Ancak hakkını teslim etmemiz gerekir ki dünya hem bunun sarsıntısını yaşayacak hem de tadını çıkaracak. Zira, Bu aralar dünya gündemini çokça meşgul eden şey WIKILEAKS BELGELERİ olayıdır. Dünya ülkelerinin kripto niteliği taşıyan bu çok gizli yazışmalarını ele geçiren WIKILEAKS adlı internet sitesi sadece yazışmaları değil, özel sohbetleri, gizli çekimleri, şifahi bilgilendirmeleri içeren milyonlarca sayfalık gizli tutanakları (eğer ABD-İsrail-ingiltere engellemezse) bu akşamdan itibaren WIKILEAKS (en önemli adamı J. P. ASSANGE olan bir sitedir) adlı internet sitesinde yayımlayacak. Bildiğiniz gibi kameralar karşısında en anlaşmaz konularda bile; “bizler bu konuda durum değerlendirmesi yaptık. Bazı pürüzler de giderildikten sonra …” diye devam eden açıklamaların aslında neredeyse hakarete varan görüşmelerin ardından yapıldığını bilmiyoruz. Dost dediği ülke ve yöneticileri hakkında aşağılık ifadeler kullanan diplomat ve yöneticiler yüz yüze ve basın karşısında birbirlerine oldukça kibar davranıyorlar. Bu belgelerin açıklanması demek (açıklamak isteyen WİKİLEAKS’ın hizmet ettiği malum lobinin de aleyhine olsa da) dünyanın yeniden kurulması demektir. Bu belgelerin açıklanması demek insanların göründüğü gibi olmadıklarını bir kez daha görecek olan dünya halkları artık kolay kolay kandırılmayacak. Bu belgelerin yayımlanması demek bundan böyle devlet ve yöneticilerinin daha temkinli olması demek. Eğer işi televolelik hale getirmez ise –ülkemizin de başı sıkışsa da- WIKILEAKS dünyaya çeki-düzen verilmesine katkı sunacaktır. Ancak dediğim gibi adı geçen üçlü (ABD-İsrail-İngiltere) bu belgelerin yayımlanmaması için (sebebini daha önceki yazılarımda bulacağınızdan eminim) bütün güçlerini kullanacaklardır. Bu engelleme çok zor olduğu gibi çok kolaydır da; Siteyi çökertmek, yayınıyla ilgili uydu engeli çıkarma vs. yolları en tanıdık yöntemlerdir. Bu belgelerin yayımlanmasını Türkiye’nin de huzurunu kaçırtacağı, hükümetin istifa etmesine kadar varılacağını söyleyenler olsa da ben aynı kanaatte değilim. Bir kere hükümetin istifasını gerektirici bir durum söz konusu değildir, olamaz da. Bu konuda elbette ki herkes üzerine düşeni yapacaktır. Ancak hükümetin sağlam durması, açıklamalara olgun ve belgeli cevap kullanması gerek. Kimileri Wikileaks’in, ABD’deki neo-con’ların MOSSAD destekli Türkiye’yi vurma planı olduğunu söyleyebilirler. Velev ki öyle olsun, bu durumda Türkiye eli kolu bağlı değil ki… İsrail ve Neo- conlarla ilgili söylenecek galaksimiz ağılığınca söz vardır. Hükümet bu konuda son derece rahat olmalıdır. Rahat olmalıdır diyorsam rahat olmalıdır (ne söz ama!?! Her ne kadar son zamanlarda aramız iyi olmasa da söylemeden yapamıyorum) ve dik durmalıdır. Kimlere güvenmesi gerektiği konusunu yeniden ve daha sağlam bir şekilde gözden geçirmeli ve gerekeni ihmal etmeden yapmalıdır. Bence en önemli husus bu belgelerin açıklanmasının “kim(ler)i kast ettiği ve neyi amaçladığının” çok iyi tespit edilmesidir. Zira belgelerin Yahudi lobisi-Siyonist kaynaklarının elinde olduğu kesin. Kesin olan bir şey daha var; Siyonistlerin de belgelerinin “başkaları”nın elinde olduğudur. Ancak işin asıl önemli ve göz ardı edilen kısmı bu belgelerin WIKILEAKS’ın eline nasıl geçtiğidir. Bu konu aydınlığa kavuşmadan belgeler çok da anlamlı olmayabilir. Bir önemli konu da ilk tepkilerin ölçülü olmasına dikkat etmektir. Bu belgelerde bazı ülke ve liderlerin aleyhine küfre varacak hakaretler görülebilir. Bu sebeple derhal karşı hakarete gitmek yerine cevabı zamana yayıp o sözlerin sahiplerinin mahcubiyetini seyretmek gerek. Dedim ya bu açıklamalarla ülke içi kargaşalardan tutun bazı ülkelerin arasını bozmak, hatta işi o ülkelerin birbiriyle savaşmalarını sağlamaya bile vardırabilirler.
-
Kadersizlik o faillerin işlediği cinayetlerin olduğu yıllardı. Kaldı ki benim apoculukla da uzaktan yakından alakamın olmadığını defaatle belirtmiştim. Dolayısıyla o sözlerinizin muhattabı değilim. Bütün insanların eşit, özgür ve de onurlu yaşamalarından yanayım. Hiç bir ayırım yapmadan; ne din, ne ırk, ne mezhep, ne siyasi düşünce vs ayırımı insanlık onuruna ve haklarına aykırıdır.
- 119 cevap
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Bu konuda sizinle hemfikirim. Ben biraz dindar olarak yeryüzünün en büyük ayırımcılığını dindarların dini inançlarından dolayı yaptığını biliyor ve derin üzüntüsünü yaşıyorum. Her din müntesibi diğer dindekilerini "kâfir" görür. Bir tanımlama olsa neyse ama aynı zaman da aşağılamadır da... Aynı dinden ve ayrı mezheplerden olanların da ayırımcılıkları diz boyu. Ne var ki bunlar din dışı olagelen ayırımcılıkların olmasını gerektirmiyor. Nitekim ateist kişi ve toplumların da ayırımcılıklarıyla çok karşılaşıldı. Demem o ki; Ayırımcıların dini, dinsizlği, siyasi ve felsefi düşüncesi çok da belirleyici değildir. Netice de insanla şekillenir her düşünce ve inanç...
- 119 cevap
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Bayramlaşmalarda en çok konuşulan konu füze kalkanı meselesi oldu. Neden olmasın ki? Hükümetin uluslar arası sorunlarda özellikle de İsrail ve Ortadoğu sorununda “dik” durduğu bir dönemin tadını çıkarırken sanki (sanki fazla, kesinlikle) ABD Türkiye’yi bölgede küçük düşürmenin yolunu bulmak için füze kalkanını ortaya attı. Dünya tarihinde hiçbir şey yapmadan NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ verilen tek kişi olarak tarihe geçen H. B. OBAMA, ABD yönetiminin asıl sahipleri olan (Derin Dünya) Yahudi lobisinin etkisiyle bir taşla bin bir kuş vurmayı hedefledi. Son günlerde çok tartışılan ve bugün Lizbon’daki NATO zırvasında (pardon zirvesinde görüşülecek olan (sözüm ona İsrail’i Iran’a karşı korumak için) Füze Kalkanı Projesi Türkiye tam bir skandal mahiyetindedir. Cumhurbaşkanı düzeyindeki temsilin sonunda şartlar ne olursa olsun Türkiye’de konuşlandırılması demek İsrail Haydut devletinin elini güçlendirecektir. Zira bugüne değin hep İsrail komşularına saldırmıştır. Bu saldırılardan dolayı başta BM olmak üzere hiçbir uluslar arası kurum ve kuruluş israil’i durdurma yoluna gitmemiştir. Son 30 yılda İsrail İran’ı, Suriye’yi havadan bombaladığı halde adı geçen ülkelerin İsrail topraklarına yönelik herhangi bir saldırıları söz konusu olmamıştır. Buna rağmen ABD ve NATO İsrail’in güvenliğini amaçlayan bir girişimle Füze Kalkanı Projesini hem de Türkiye gibi Ortadoğu’da barışın dengesini sağlayan bir ülkede gerçekleştirmektedir. Mavi Marmara Katliamı, Türk Hava Sahasını ihlaller, ard-ı mev’ud anlayışıyla Türkiye topraklarını kendi topraklarına katmak istek ve emelleri dururken, hükümetin Türkiye’nin İsrail Devletini korumaya yönelik bu projede yer almasını izah edecek hiçbir haklı gerekçesi yoktur. Dışişleri bakanlığının bugüne dek sürdürdüğü dış politikasıyla ters düşen bu girişim, bölgede oluşturulan dengeleri Türkiye aleyhine tamamen değiştirecektir. Çünkü İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini en sıcak tuttuğu zamanlarda bile elde edemediği (aslında sıkıntısı olmayan) güvenlik garantisini Ak Parti iktidarı döneminde kazanması inanılır gibi değil. İnanılır gibi değil, çünkü İsrail’in en istemediği hükümet bu hükümettir. Bunu hükümet –özellikle Sayın başbakan ve Sayın Cumhurbaşkanı benden çok daha iyi biliyorlar. İsrail Devleti’nin MOSSAD üzerinden hangi emellerle Türkiye ile ilgili kirli tezgâhlar planladıklarını en net, berrak ve sahicisini biliyorlar. Bunu bildiklerini biliyorum, buna rağmen bu kirli proje kabul edilecekse artık en az elli yıl daha İsrail’in tavuğuna kış diyen bir ülke olmayacaktır. Dünya’nın hayal kırıklığı olan OBAMA hangi sorunu barışçıl çözebilme salahiyetinde oldu ki, bunu barışa yönelik düşünebilsin? İsrail hangi barışçıl adımı attı ki bu koruma görevini kabul edelim? İnanmıyorum inanamıyorum, inanmak istemiyorum. Bütün olan bitene rağmen bu proje kabul edilecekse artık hiçbir şey söylemeyeceğim. Dostlukların, vaadlerin, yeminlerin, samimiyet ve güvenin hiçbir anlamı kalmamışsa söylenecek bir şey kalmamış demektir. Şimdi aldığım haber “füze ve kalkanları” bize kaldı. Evet, demek ki bizim bilmediğimiz! bir şeyler vardır. Şimdi haber kanallarında altyazı geçiyor; RASMUSSEN: Stratejik konsept kabul edildi. OBAMA: Bütün NATO ülkelerini kapsayan füze savunma sistemi konusunda mütabakat sağlandı. Buradan ilan ediyorum; İsrail dünya ülkeleri arasında herhangi bir ülke olmadığı sürece ve ABD gibi ülkelerden bu meyanda muamele görmeyinceye kadar hiçbir şekilde onun güvenliği ile ilgili bir amacım, niyetim ve katkım olmayacaktır.
-
Kart-kürt bir asim,lasyon-inkar politikasıydı ve bunu devlet besledi. Şahıs olarak sizlerin bir katkısı olmayabilir. Ancak bu onyıllarca bilinçli bir yok etme/sayma girişimiydi.
- 119 cevap
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
O zaman endişe edilecek bir durum yok. Kürtçe ile ilgili bir sıkıntı yaşatılmasın.
- 119 cevap
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Değerl, kardeş, bir halkın adı neyse odur. Biz bu adı beğenmedik bizim adımızı kullanın olur mu? Allah aşkına bibere marul diye isim verirseniz ne kadar komik değil mi? Şunun şurasında ben Kürdüm, ve bu topluluğun adı da Kürt topluluğu/toplumu/halkı... Ne var bunda? Bana ille de başka ad takmanın ne anlamı var?
- 119 cevap
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Ben Allah derim, müslümanım. Ancak "doğa" diye inananlar da var, ona binaen söyledim. Yoksa Allah inancım tamdır.
- 119 cevap
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Ulus devlet sancılarını yaşadı. Artık tek tipçi ulus devlet değil, halkların kültür, dil ve etnik yapısını kabul eden demokratik, sosyal hukuk devletleri var. Türkiye de öyle bir devlet olma sürecini tamamlamak üzere... Yok öyle Çerkeze, Kürde, Boşnaka Türk halkı demek. Ha Türkiye halkı, Türk vatandaşı ise kabulümüzdür. Yani Türkiyenin kimliği Türkiye Cumhuriyetidir. Türk Devleti değil. Türkiye kuşatıcı bir addır ve sorun taşımıyoruz. Biz Türk kardeşlerimizin hiç bir hak ve hukukunu yadırgamıyoruz. Eşit olmak hakkımızdır. TRT6, Üniversitelerde Kürt diliyle ilgili çalışmalar, bu gelişmeler ülkemizde bizi kendileri gibi gören anlayışın eseridir. Evet, Ayrılık yok, Beraberlik var.
- 119 cevap
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Bir halkın adını devletler belirleyemez. Siz devletlerin halklara ad belirleme hakkının var olduğunu düşünüyorsanız çok acaip şekilde yanılıyorsunuz. Sorun da bu zaten. Allah veya doğa hangisine inanırsanız o bizlerin hangi halklardan olduğumuzu belirlemiştir. Değil Türkiye Cumhuriyeti Kainat Krallığı bile bir halka başka bir ad ve-re-mez. Gelelim ayrı devlete; Biz bu ülkede bu devletle bazı gelişme ve değişmelerle kıyamete değin beraber olmak istiyoruz. İnadına ayrılmayacağız.
- 119 cevap
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Neden Türk halkı densinmiş? Türk olanlara Türk halkı, Kürt olanlara Kürt halkı denir. Siz belirleyemezsiniz, doğa/Allah ne derseniz deyin Kürtü Kürt, Türkü de Türk yaratmışsa neden bir isim verilsin. Vallahi hayret...
- 119 cevap
-
- 1
-
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Sevgili politika, Özür diliyorum! duyduğunuzu sanmıştım da. Demek ki Kürt diye bir halkın varlığını duymamışsınız, o zaman benden duyun ben Kürdüm ve bu ülkede benim gibi 20 milyona yakın (ve belki de aşkın) Kürt yaşıyor. 1991 yılında o güne kadar 70 yıl boyunca inkar edilen Kürt halkını devlet kabul etti. Dönemin başbakanı DEMİREL ve Yardımcısı İNÖNÜ Diyarbekir meydanında "Kürt realitesini tanıyoruz" derken ne demek istediler? İşte o halkın adı da Kürt Halkıdır. İyi bayramlar.
- 119 cevap
-
- 1
-
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Saygıdeğer politika, Biz aynı ülkeden mi bahs ediyoruz? Ben Türkiye'den söz ediyorum. Bu ülkede Kürt diye ayrı bir halkın yaşadığı daha yeni kabul edildi. Hayret vallahi.
- 119 cevap
-
- 1
-
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Nihat bir Alman (Germen ırkından) değil bir Alman vatandaşı yani sizin burada yaptığınız gibi krimine birey/toplum olmadan yaşamak istiyor. Sizler insanları alevi-sünni, Kürt-Türk-Laz-Çerkez tanımadan herkesi Türkleştirme oyunlarına başvurdunuz. Oysa biz Kürt olarak, alevi, sünni, Laz, Arap vs. olarak kimliğimizi sahiplenerek eşit vatandaşlıkla yaşamak istiyoruz. Fark bu...
- 119 cevap
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
İmralıdakiyle alakam olduğunu söyleyemezsiniz. ona ne diyeyim ki. o tutuklu işte cezasını çekiyor. ülke özgür, eşit ve refaha doğru hızla yol alıyuor. hayırlı yolculuklar.
- 119 cevap
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
TRTŞEŞ neyin nesi peki? "... trabzon-rize-artvin vs nasıl laz dilinin resmi olarak kullanamıyorsa kürçede resmi dil olarak kullanılamaz işin özü budur." buyurmuşsunuz! Bu "kullanılamaz" fermani ilahi olsa yani ayet olsa te'vil yoluna gidilip farklı yorumlanır ve kullanılmaya müsait bir yol bulunur. Ama siz "kullanılamaz" derken ilahi buyruk ötesi bir buyrukla hüküm ferman ediyorsunuz. Dostum, Bu ülkede her dilde şarkılar; danslar ve daha nice zımbırtılar TV ve radyolarda izletildi-dinletildi. Bir tane olsun Kürtçe şarkı çalınmadı. Çünkü sizin bugün dil için "kullanılamaz" fermanınız o yıllarda da Kürtçe parçalar için "çalınamaz" olarak yürürlükteydi. Şİmdi ise TRTŞEŞ'imiz var. Yeşil ve ÇATLI'ların anlayışı ve gücü kırıldıkça kardeşliğin gereği olarak yasaklar kalkacak ve de ülkemiz herkes için cennet olacak. Çok yakında...
- 119 cevap
-
- 3
-
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Platonik bir aşk anlatılır Diyarbakır’da; Pışo Meheme (Kedi Mehmet) Diyarbakır’ın en güzel kızlarından olan Asiye (Aso) adlı lise öğrencisi bir kıza âşık olur. Ne var ki Pışo Meheme hem utangaç hem de ilkokuldan terk olduğu için Asiye’ye karşı çok çekingen davranmaktadır. Aşkı dillerde olduğu halde Pışo Meheme arkadaşlarının bütün ısrarlarına rağmen Asiye’ye aşkını anlatmaya cesaret edemez. Aşkını ilan etmese de Asiye’ye çaktırmadan her sabah evden okula, akşam da okuldan eve kadar refakat eder. Zaman zaman Asiye Pışo Meheme’ye selam verir, hal hatır sorar. Pışo Meheme de bu selam ve sormaları aşkına karşılık olarak algılar. Pışo Meheme ne olur ne olmaz diye okulun kapısına adeta kamp kurup Asiye’yi “kazadan, beladan ve kem gözlülerden” koruma görevi üstlenir. Bazen Asiye ile ilgili “maraz” çıkmaya sebep olacak söz söyleyenlerle kavgalar eder. Öğrenciler de doğal olarak Asiye’nin olan bitenden haberdar olduğunu düşünüyorlar. Günler, haftalar, aylar bu minvalde geçer. Artık bahar sonu, okullar tatile girecek ve Asiye ile konuşup tatilde de buluşmayı teklif etmek için arkadaşları tarafından ikna edilir Pışo Meheme. Pışo Meheme okulun paydos ziliyle beraber gazete kâğıdına sardığı gülü Asiye’sine vermek için cebinden çıkarıp okulun kapısına dayanır. Asiye okulun kapısından dışarı çıkar çıkmaz herkesin göreceği şekilde kendisine gülü uzatır ve Diyarbakır’ın harika şivesiyle; “Kız Aso, ta’tile giriyıx, bundan béle nerde bulışiyıx aşqım? (Kız Asiye, tatile giriyoruz, bundan sonra nerede buluşacağız aşkım) der. Asiye şaşkına döner ve İstanbul şivesiyle; Ne aşkı, ne buluşması? Biz seninle tanışmıyoruz bile. Pışo Asiye’nin artık kendisine ihtiyaç duymadığını ve bu yüzden aşkını inkâr ettiğini düşünüp; Wey! Şimdi béle oldıx he? Héç tanışmiyıx éle mi? der. (Vay! Şimdi böyle mi olduk? Hiç tanışmıyoruz öyle mi?) Malazgirt Savaşı öncesi Kürtler ebedi kardeş olarak düşündükleri Türk kardeşlerine haber yollarlar: Em li ba wene, bi werene (Biz sizden yanayız, sizinleyiz) Emé pevre düjmin weki teyran bela bikin. (Düşmanı/Bizans’ı beraberce kuşlar gibi darmadağın edelim) Ya Xwedé, ya Allah… Evet, Türk kardeşlerimizle ilk diyalogumuz işte böyle başlamıştı. O gün ve daha sonraki asırlarda Kürtçe “bilinmeyen bir dil” değildi. Olabilir, birileri duymamıştır. Ama ona “bu dil Kürtlerin dilidir ve bu dilin adı Kürtçedir” denildiğinde olay biterdi. Şimdi ise nüfusunun % 95’i Kürt olan ve % 80’i Kürtçe konuşan bir ilde o ilin yargıçları, savcıları Kürtçe konuşan zanlıların diline “bilinmeyen bir dil” deyip tutanaklara geçirmişler. KCK tutuklularından bahsediyorum. KCK nedir, necedir bu yazının konusu değildir. KCK davasının siyasi mi, hukuki mi olduğuna da değinmeyeceğim. Ama duruşmada Kürtçe savunmanın “ille de” gerekli olduğunu söyleyemem. Fakat, KCK tutukluları savunmalarını Kürtçe yapmak istemişler ise mahkeme heyetinin böyle aşağılayıcı bir tavır sergilememesi gerekiyordu. Daha farklı muamele edebilirlerdi. Yargıçlar KCK davası duruşmasında yargılananlardan biri(leri)ni savunmasını kendi anadilleriyle yani Kürtçe yapınca; Kayıtlara ”bilinmeyen bir dil konuştuğu için” diye geçirip şahsı duruşma salonundan dışarı çıkarttılar. Gerekçe; “Bilinmeyen bir dil” konuşmuşlar. 1000 yıllık kardeşlerinin dili… Devlet bu ülkede Kürtlerin yaşadığını ancak 80 yıl sonra kabul edebildi. Peki, biz bu Kürtlerin bir dili olduğunu ve bu dile Kürtçe denildiğini ne zaman kabul edeceğiz? Öyle ya, bunlar kuşdili konuşmadıklarına göre bir dilleri ve dillerinin bir de adı olmalı, değil mi? Malazgirt’ten bugüne bildiğiniz bir dili ne çabuk “bilinmez ve belki de ‘sizce’ hiçbir zaman bilinemez” bir dile çevirdiniz? Bu dil dedim ya Malazgirt’te anlaştığımız bir dildi. Hani Osmanlı döneminde de yazışmalarda kullandığımız dil var ya, işte o dil: Kürtçe. Hani TRT6 açılınca Sayın başbakan’ın TRT6 hayırlı olsun anlamında “TRTŞEŞ bi xeyr be” demişlerdi ya, işte o dil: Kürtçe. Hani TBMM’de konuşulunca “bilinmeyen bir dil” diye zabıtlara geçilmişti ve sonradan –sözüm ona düzeltme babında; “anlaşılmayan bir dil” olarak kayda geçirildi ya, işte o dil: Kürtçe. Çanakkale Harbinde siperde düşman geldiğinde haber vermek için dürbünle bakan bizim dedemiz olan er Hüso (Hüseyin) Balıkesirli kardeşi olan diğer bir er olan sizin dedeniz bizim de büyük amcamız olan Orhan’a; “Bıra way dixuyen (kardeş işte göründüler) diye sesleniyordu. Orhan kardeşi de pek ala o dilin Kürtçe olduğunu biliyordu. Malazgirt’te biliniyordu. Kız alıp verirken bu dilin Kürtçe olduğu biliniyordu. Ama duruşmanın Saygıdeğer yargıçları bu dilin hangi dil oluğunu “bütün sorup, soruşturmalarına rağmen” bilemediler! Asırlardır bildikleri dili… Pışo Meheme’nin sevdiği Aso’ya söylediği gibi: Şimdi béle mi oldıx? Demem o ki, Mahkeme heyeti kardeşlerinin diline “bilinmeyen bir dil” dememeliydi. İşin zorlaştırılmaması için anlamadıkları Kürtçe ile savunma yapmamalarını talep edebilirlerdi. Biz “anlamadığımız dil olan” Kürtçeyi bilmiyoruz deyip tercüman isteyebilirlerdi. Her neyse en azından kardeşlerinin diline “bilinmeyen dil” yakıştırmasının ne kadar incitici olduğunu bilmeliydiler. Belki de” dil yarası” dedikleri aslında budur! Sayın yargıç; O “bilinmeyen dil”in adına Arapça Kurdî, İngilizce Kurdish, Türkçe de ise Kürtçe diyorlar. Yani Kürt kardeşlerinizin dili…
- 119 cevap
-
- KÜRTÇE
- Arapça Kurdî
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler: