Zıplanacak içerik

Ahmet AY

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Ahmet AY tarafından postalanan herşey

  1. O nuda yaparlar Ergenekoncular...
  2. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    Eğer ETÖ için "saçmalık" diyorsanız o zaman bunca kargaşa, bunca cinayet, bunca yargısız infaz, bunca faili "meçhul"ler kimin eseri? Herhalde o zaman AK parti diye bir parti vardı demezsiniz. Şeriat değil hukuk, eşitlik gelecek, telaş da budur.
  3. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    Ama erkekler bir türlü bu öğretimini tamamlayamıyor. Öğretmen mi kabahatli, öğrenci mi?
  4. Daha önce Ergenekoncuların mutluluk çubuklarından bahsetmiş miydi? Hayır? Daha önce asker kökenli ve despot MİT misteşarlarının kardeşleriyle ilgili bir iddia ortaya atmış mıydı? Hayır. Tansel ÇÖLAŞAN ve eşinin provokatif sözler ve yalanı aşan iftiraları olduğunda yazdılar mı? Hayır. Ama söz konusu iki iktidar yanlısı gazeteci, sivil bir MİT müsteşarı olunca MOSSAD paralelinde karalama yaptımı? EVET. İşte ODATV...
  5. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    "Kuranda olmayan fakat din bezirganlarinin carpitmalari ile dinlestirilen birsürü hurafe ile kadin dislanmakta,horlanmakta,dögülmnekte,iskence görmekte,zulmedilmekte ve sokagin bir kösesinde veya herhsngi bir yerde Kurban bogazlar gibi bogazlanmaktadir. Kadin haklarindan bahseden her 3 kisiden 2'sinin kadin haklarina saygi duymadigini söylersem yanlis olmaz." Elhak doğrudur. Maalesef kadın haklarına riayet çok kötü durumda... saygılar
  6. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    Siz savcı, hakim olmadığını halde müsaade ediniz de hakim e savcılarda kimin darbeci olduğına karar versinler. Ne kadar kolay deüğil mi? Şeriat getirmek, ABD şeriatla ytönetilsin diye yapıyormuş...
  7. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    Suçları "darbecilik" oynamak. Bu kadar da görmezden gelinmez. Darbe yapmaya hazırlanmak suçtur.
  8. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    "Sap döner"i 28 Şubat döneminde hukuku katledenlere ne çok söylemiştik ama dinleyen olmamıştı.
  9. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    İnsan(lığ)ın yarısıdır.
  10. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    Benim olmazsa gayri ahlaki olur bilmeniz lazım, ben teşekkür ediyorum.
  11. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    Başka türlü olabilir mi?
  12. Ahmet AY şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
    8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncelikle dünya kadınlarına kutlu olsun. Bu gün ile ilgili çok şey yazmak isterdim. Zira e-mailime konuyla ilgili epeyce mesaj alıyorum. Ama aynı zamanda uzun yazıyorum diye de sitem alıyorum; kadınlardan. [Daha fazla...] Gelelim konuya; Asırlarca her yönüyle istismar edilen kadın aynı zamanda “erkek”in kadını olmak durumunda da bırakılmıştır. Fiziki/pazu gücü olarak avantajlı olan erkek, bu durumu hep lehine kullanmış, kadını kendisine uymaya "mecbur" etmiştir. Kadın da istisnalar dışında bu durumu yadırgamamış, yadırgayanlar da başarılı olamamışlardır. İşin daha vahimi, kadınlar ne zaman erkeklerce gasp edilen haklarını almak istemiş ise en sert tepkilerle karşılaşmışlardır. Bu sertliği “kendilerinden olan” erkekler(in)den görmeleri yerle gök arasını dolduracak boyutta haksızlık ve zulümdür. Bu güne geldiğimizde bırakın hak arayan kadına, hemen hemen her kadına yönelik taciz, haksızlık ve şiddet, yerini “fetvalı taciz”lere, namus ve töre cinayetlerine bırakmıştır. Buna bir de kimi “dini anlayışlara daya(k)lı” gidişatı da eklerseniz kadın bir türlü “zavallı” bir duruma düşürülmekten kurtulamıyor. Kadın, insan olması hasebiyle çok değerli iken, erkeğin “değermetre”sine göre hak ettiği değeri göremediği halde “neden erkeklerin kadınları “namusu” olarak gördükleri bir doktora tezine konu olsa gerek. Zira erkek “kadın(ı)” için değil de, her ne ise “kadında olan/duran” ve/ya bulunması gereken ve adına “namus” dediği şeyden dolayı cinayet işleyebiliyor. Erkek neden kadında görmesini istemediği ve kendisi için kınanmayı bile gerekli görmediği bir yanlıştan sebepten/suçtan/hatadan dolayı “namusu” olan kadını(nı) öldürmeyi “erkekliğin gereği” görebilsin? Bunu anlamakta, algılamakta güçlük çektiğimi ifade etmeliyim. Üstelik çözüm konusunda da ufukta kısa ve orta vadede bir umut göremiyorum. Aslında dinler kendi dönemlerinin koşullarına dikkat ederek kısmen çözüm üretmişlerse de sonradan bu çözümler geliştirilememiş, statikleşen öneriler ve emirler (yeni) dönemin şartlarıyla paralel bir dönüşüm yaşayamadığı için güdük kalmıştır. Bildiğiniz gibi hem İslam öncesi ve hem de sonrası kadınlar için hiç de "ne güzel yıllardı o yıllar" diyeceğimiz bir dönem yaşanmamıştır. Ancak asrı saadette İslam'ın kadını "gömül(düğ)ü yerden" çıkardığını da hiç kimse inkâr edemez. Daha doğrusu Mekke ve çevresi kızlarını yani kadınlarını yani "insan ve insanlığın yarısını" toprağa gömerek yok ettiğini ve vahyin bunu şiddetle yasakladığını biliyoruz. Gerçekten de insan(lığ)ın yarısı Mekke ve cıvarında yere gömülüp öldürülüyor, onuruyla beraber yok ediliyordu. İslam Peygamberi kadını kopartılan yarısına kavuşturmuş ve "en hayırlınız ailenize en iyi davrananınızdır", "bana üç şey sevdirildi; namaz, kadın ve güzel koku" diyerek kadın ve kızları toplumun en değerlileri olarak kabul etmiştir. Gerçi o dönemin kadın haklarına yaklaşımında -dini olmadığı halde dini olduğu algılanıp anlaşılan ve dolayısıyla kabul gören bölgesel, kültürel ve geçici sebeplerden dolayı günümüzle kıyaslandığında problemli olan yönleri yok değil. Ancak bunların İslam'ın güzelliğine gölge düşüremeyecek boyutta olduğu da muhakkaktır. Neticede dinler karakterleri gereği bölge, kültür ve gelişmişliği dikkate almak durumundadır. Yoksa dinlerin, “dokunduğunda toplumu değiştirecek sihirli değneği” tarihin hiçbir döneminde olmamıştır. İslam dininden çok sonraları Orta Çağ Avrupası kadının ruh sahibi olmadığını, ruh sahibi olsalar bile hiçbir zaman erkeklerin ruhuna benzeyemeyeceğini tartışır olmuş ve bir kısmınca da kadının "insani eksikliği" kabul görmüştür. Şimdilerde ise gelişmiş ülkelerde “kadının kişisel haklarını gölgede bırakan ‘kadının cinsel obje’ olarak görülmesi anlayışı” ön plana çıkmaktadır. Anlayacağınız gelişmiş ülkelerde kadın öncelikle "zevk aracı" "mal/meta" muamelesi görmektedir. Demem o ki kadın, "insanın yarısı" olan hüviyetini bir türlü yaşayamadı. Anlamakta zorlandığım diğer bir konu da neden kadın denince akla hemen "açık kadın-kapalı kadın"ın geldiğidir? Zira insanlığın devamı onsuz mümkün değil. Tarih ve kutsal metinler kaydetmişlerdir ki; insanlık ailesi babasız neslini sürdürebiliyorken bir anne olmadan varlığını sürdüremez. Meryem (as) bir kadındı, unuttuk mu? Evet, Mariya/Maria/Meryama da bir kadındı. Kadın! O kadın ki onsuz olunmuyor. O kadın ki gözleri ömre bedel. O kadın ki... Kadın annedir Kadın bacıdır, Kadın haladır, teyzedir Kadın eştir… Yok yok, Kadın anne, bacı, teyze, hala ve eş değil; Cana candır, canandır. O ‘sevgili’dir.
  13. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    Sizin "bangır bangır" bağırmanız bizim "elhak doğrudur"larımıza denk geliyordu. Şimdi ise durum farklı olabilir mi diye tereddüte düştük. Maalesef A.ŞIK'da bulaşmış...
  14. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    "Ucu bize dokundu" diye birşey söz konusu değildir. Sadece ETÖ ile yanyana gelmemesi gereken isimdir Ahmet ŞIK. Bencesi böyledir diye Ahmet ŞIK bulaşmamıştır sonucu çıkmaz. Dediği, bir an önce kamuoyu rahatlatılmalı.
  15. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    Benim sitemim bu işte olacağına inanmadığım isimlerin tutuklanması. Ama inanmadığım kişinin masum olmama ihtimali de vardır. İşte bunun açıklanmasını istiyorum.
  16. Ahmet AY şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
    Birileri bizlerle fena halde oynuyor, birileri Ak Parti’yle yaman bir oyun oynuyor ve birileri bu ülkeyle acayip bir oyun oynuyor. Kötüsü mü? Biz oyuna geliyoruz. Ergenekon kapsamında yapılan gözaltıların büyük bir kısmının doğru ve gerekli olduğuna inanıyordum. Suçu ispatlanmayıncaya kadar kimsenin suçlu görülmemesi temel prensibiyle yine de bazı isimlerin “mantıken” (subjektif olduğunu biliyorum) suçlu olduğu kanaatine sahibim. Ancak son operasyonlar Ergenekon tutuklamalarını doğru bulan bizleri bile çileden çıkarmaya yetti. Ahmet ŞIK, derin yapılanmaları deşifre eden ve bu sebeple işinden olan biri, “nasıl olur da ETÖ yapılanması içinde yer alabilir” sorusu cevaplanamamaktadır. Bu gazetecinin yıllarca uğraştığı örgüt ETÖ iken, onun üzerine giden yürekli birkaç kişiden biriyken nasıl olur da bu suçtan dolayı gözaltına alınabilir? Yoksa yazdığı kitaptan –ki henüz basılmamış bile- “birileri ürktü de mi gözaltına alındı” diyenlere söyleyeceğimiz makul bir cevabımız bulunmamaktadır. Hukuk devletinde bu tür durumlarla karşılaşmak mümkün değil, ancak bizde maalesef oluyor. Dediğim gibi Ergenekon davasını bütün kalbimle destekliyorum ve bunun ucu nereye varırsa varsın sonuna kadar üzerine gidilmelidir. Ne var ki son operasyon içime sinmedi. Her ne kadar operasyonun olduğu saatlerde İstanbul’da muvazzafa bir subayın tedirgin olduğu, izin alarak karargâha gitmediği vs. söylentileri (dedikodu da olabilir) ortalıkta dolaşsa da bu son operasyonların mutlaka tez elden kamuoyunu rahatlatacak şekilde aydınlatılarak açıklanması gerek. Diyorum ki; Acaba birileri Ergenekon davasını cıvıklaştırmak için mi uğraşıyor? Bu davanın önünü kesemeyince başka yollar mı denemek istediler? Bu sebeple ilgili-ilgisiz kişileri dava kapsamında tutuklamakla toplumun davaya desteğini azaltmaya mı çalışıyor “bu birileri”? Eğer maksat buysa dikkatli olmak lazım, ince eleyip sık dokumak gerek. Hani “hukuk bir gün herkese lazım olur” diyenler bizlerdik. Özellikle 28 Şubat sürecinde yargının siyasallaşmasına tepki olarak siyasallaşan yargının mağdurlarının en önemli argümanı bu söylemiydi. Doğrusu bu kadar kısa zamanda Türkiye’de şartların bu kadar köklü değişime uğrayacağını rüyamızda görsek inanmazdık. Bu değişim ve dönüşümü gerçekleştiren kadrolar daha on yıl önce “hukuksuzluk”tan muzdarip olmuş kadrolardır. Şimdi toplum nezdinde “gücü ellerine geçirenler raydan çıkıyorlar” durumuna düşmemek lazım. Emniyet sorgulamasında gözaltı gerekçesi çok güçlü delillere dayanmıyor ise derhal serbest bırakılmalıdırlar. Bu nedenle başta Ahmet ŞIK olmak üzere son operasyonun gerekçeleri açıklanmalıdır. Yoksa olup bitenler yargının siyasallaştığıyla ilgili söylentileri yaygınlaştırmaktan öteye bir işe yaramayacaktır. Medeni ve hukuk devleti olduğumuzu iddia ediyorsak en kısa zamanda bu operasyonlarla ilgili şüpheleri giderici açıklamanın yapılması gerekmektedir.
  17. Nurettin Şirin hakkında hukuki kesinlik kazanan bir delil bulunamadan 17,5 yıl ceza verildi.
  18. Yani bununla N.Şirin 17,5 yıla mahkum oldu öyle mi? O zama hepimiz yalan yanlış bir ifadele yıllarca hapiste çürümeyi gözealabilmeliyiz. Hey gidi Türkiye'm...
  19. Ben ortada mahkeme kararı olan konudan söz ediyorum. Bu "namuslu" Soner YALÇIN ve OdaTv'si MİT Müsteşarı'nın abisinin Fethullah Gülen'in 2 numarası olduğunu söyledi mi? Evet. Peki, bunun bir iftira olduğu ispatlandı mı? Evet. Soner YALÇIN ve Ekibi bu iftirayı kabul ettiler mi? Evet. Ne dediler? Konunun önemine binaen... Konunun önemine binaen iftira atılır mı? (ahlaklı olaların cevabı) Hayır. S.YALÇIN iftira atmış mı? Evet. Bu biiir. Fehmi KORU mutluluk çubuğu taktırmış ve Sevilay YÜKSELİR'in üzerinden deneyecek... yalanı, hasiyetsizliğini kim yaptı? S.YALÇIN ve OdaTv. Bu ahlaklı insanın dillendireceği bir şey mi? Hayır. Bunu iddia edip ispatlamayan müfteri ve ahlak sınırının dışına çıkmış mı? Evet. bu da ikiiii. Sayfalarca yazabilirim. Yani benim iftira attığım birşey yok. Kendi iftiraları kendilerinin suratına çarptırılıyor. O kadar. Şimdi kesinleşmiş olanların yazıldığına göre canınızın sıkılmasına gerek yok...
  20. Yazıyı okusaydınız öncelikle mahkemenin kesinleşmiş kararı olmadan kimsenin suçlu olmadığını vurgulamışımdır. Ama ben Soner'lerin namuslu insanlara iftiralarının mahkemelerce kabul edildiği ve sonra Soner'lerin bu haberlerinin yanlış olduğunu kabul ettiklerinden söz ediyorum. Bakın MİT müsteşarının kardeşiyle ilgili iftiraya verdiği cevap neymiş? Fehmi KORU ve adını yazmaycağım (google dan rahatlıkla bulabilirsiniz) yazarın haysiyetlerine attıkları iftiraya. İşte Soner'lerin haysiyeti. Böyle "haysiyetli" Soner'lerin hayrını görün...
  21. Ergun POYRAZ'ın Soner YALÇIN'ın haysiyetleri attıkları iftiralar ederincedir. Başkasına iftira atanların haysiyeti ile ilgili söz zaiddir.
  22. O kast ettikleri ve üyeliği iftira olan hizbullah Lübnan'da faaliyet gösteriyor ve Lübnan parlementosu ile hükümetinin üyelerinden oluşuyor. Hem Hizbullah bizim ülkemizde terör örgütü değil. Türkiye Hizbullahı ile alakası olmayan bir örgüttür. Buna inanıyorsanız ben de şunu söyleyeyim; O kararı veren yargıçların güvenirliği bugün ETÖ ile ilgilenen savcı ve hakimlerin 10'da 1'i kadar güvenilir değildir. Ne oldu şimdi? Benim yargıcım senin yargıcını döver, oldu mu? saygılar.
  23. Darbelerle bir türlü kendine gelemeyen ülkemiz en son 1997’nin buz gibi soğuk bir gecesinde yeniden darbeyle sarsıldı. 28 Şubat 1997 günün ilk dakikalarında yayımlanan MGK bildirisinde (Cengiz ÇANDAR tarafından postmodern darbe olarak adlandırıldı) sürecin 1000 yıl süreceği ilan edilmişti. Sonraları darbeyi gerçekleştirenlerce altı kalın çizgilerle çizilecek şekilde ifade edilmişti; İrtica iflah olmaz bir suçtu! Anayasanın askere verdiği “kollama” görevini yerine getirmede hiçbir fedakârlıktan kaçınılmayacaktı. Israrla “irticaın kangren olduğunu söylüyorlardı ve bununla mücadelede yılgınlık, bıkkınlık ve dalgınlık yaşanmamalıydı”. Çünkü “su uyur ‘düşman’ uyumazdı”. Bu sebeple sürekli teyakkuz halinde olunmalıydı ve ancak böylece post modern darbe “1000 yıl sürecek”ti… Ülkelerin “asıl sahipleri” kendilerinden olmayan “dışarıdan” birilerinin ülke yönetiminde söz sahibi olmasına asla tahammül edemezlerdi. Hele hele bu “birileri” dindar bir gelenekten geliyorlar ise tahammülsüzlük 10’a katlanırdı. İşte bu “sahip”lerimiz 1996 yılında SUSURLUK kazasında “suçüstü beraat” ile büyük bir fırsat yakaladılar. Az önce vefat haberini aldığımız Necmettin ERBAKAN bu büyük suçüstü durumu “fasa fiso” deyip geçiştirince postmodern darbe süreci hızlandırıldı. Gerekçe ise kendilerinin Refah-Yol hükümetini engelleyememiş olmaları ve onların (Refah-Yol’un) iktidar olduğu bir dönemde derin devletin “kirli ilişkilerinin” deşifre olmasıydı. Bundan sonra SUSURLUK vak’ası ile ilgili hiçbir bilgi bu “gerici” iktidarın eline geçmemeliydi. Bunun da tek yolu vardı; Darbe… Nasıl olsa bu ülkede darbe yapmak ayıp değildi, Ne de olsa bu ülkede darbe yapmak suç değildi, Üstelik darbeciler her dönem devlet başkanı, başkanlık konseyi cumhurbaşkanı, başbakan, bakan parti başkanı oluyorlardı. Darbe, eğer darbecileri ve yandaşlarını ihya ediyorsa neden yapılmasındı? İşin garip tarafı postmodern darbe masa başında üretilen bir darbe olup, konu mankeni kişilerin kullanılıp görüntüleri medyaya servis edilen gerekçelerle yapıldı. Ali KALKANCI’nın Fadime’si, Emire’si, elleri sopalarla “cihada çıkan” Aczimendilerin Müslüm’ünün Fadime’yle basılması, Çarşamba sokakların çarşaflandırılması vs. masa başında fizibilitesi yapılan çalışmalardı. Bu çalışmaları bizzat derin devlet yürütüyordu. Konu mankeni kişilerin asıl kimlikleri ve yaptıkları iş o günlerde dile getirildiyse de “malum basın” buna iltifat etmedi. Yıllar sonra Ali KALKANCI’nın uyuşturucu hap üreten bir atölye çalıştırdığı, SiSi’nin yetiştirdiği Fadime’nin pavyon kadını olduğu doğrulandı. Anlamadığım o yıllarda Hizbullah grubunun çok daha etkin olmasına rağmen Sincan Belediyesi tarafından gerçekleştirilen etkinliğin dışında -ki bu Lübnan Hizbullah’ını temsil ediyordu- bu örgütle ilgili olarak hiçbir argümanın kullanılmamasıydı. 28 Şubat’ta diğer darbeler gibi tarihin kara sayfalarına bir leke olarak geçecektir. Hem çağdışı anlayışın ürünü darbe olmasıyla ve hem de masa başında hazırlanan haberleriyle utanılacak bir darbeydi 28 Şubat post modern darbesi. Dindarların Türkiye’de hükümete ortak olmasına zerre kadar tahammülü olmayanlar en alçakça planlarla darbeye gerekçe hazırladılar. Oysa ileri demokrasilerde, saygın ülkelerde hiçbir şey darbeye gerekçe olmaz, olamaz. Bizim ülkemizde darbeciler masa başında, pavyon kadınlarından destek alarak post modern darbe yapmayı ülkemize reva gördüler. Hem de 2000’li yıllara 3 yıldan daha az süre kala… Bir diğer konu ise, ülkede saygın olarak bilinen bilim adamları, aydınlar! yazarlar, gazeteciler, iş adamları, sivil toplum örgütleri, sanatçı ve bürokrat bu süreçte darbecilerin “emir ve görüşlerine hazır”dılar. En çok da hukukçuların, yüksek yargı temsilcilerinin “esas duruş”a geçmeleri incitici ve zarar vericiydi. Eğer, toplumda hukuk adamları siyasallaşmış ise, üstelik darbecilerin düdüğüne göre karar verir duruma gelmişler ise o toplumun her türlü musibeti yaşamaları beklenir ve artık kargaşa, kayırma, kaos kaçınılmazdır. Kadere bakın ki, “İrtica” 28 Şubat postmodern darbesinin tek gerekçesiyken bugün irtica tehlikesi diye bir tehdit bulunmamaktadır. Kırmızı Kitap, EMASYA irtica tehdit ve tehlikelerinden arındırıldı ve halkın tehlike olmasının önüne geçildi. Bundan ibret almayanlar yeni darbelere yeltendiler. Türkiye 90’lı yıları geride bırakalı çok olmuştu ama kafaları hâlâ darbe yıllarına takılı kalanlar sevdalarından vazgeçmemişlerdi. Tabi, geleceği okuyamayanların geçmişi tekrar etmekten keyif almalarının önüne ancak dirayetli duruşlar geçebilirdi. Netekim öyle de oldu.
  24. Sayın demirefe, Cam kırmak suç değil demedim. Siz baştan itibaren takip ediyorsanız ben Nurettin ŞİRİN'in 17, 5 yıl hapis cezasına çarptırıldığını, 8 yıl cezaevinde yattığını iddia etmiştim. Nurettin ŞİRİN o cezaya cam kırdığı için değil, yaralama ihtimaline binaen değil tamamen afaki iddialarla 1997 yılında çarptırıldı. Bilmem anlatabildim mi yahu?
  25. Her kim olursa olsun hukuksuzluğa, adaletsizliğe, antidemokratik yolarla şiddetle iştigal ederse kabul edilemez.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.