Zıplanacak içerik

Ahmet AY

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Ahmet AY tarafından postalanan herşey

  1. TSK ile savunmaya geçmeyin lütfen. Demir,sağlam, kaya olan ordu iki de bir başımıza düşmeli değil herhalde. Biz uygar ve medeni olan bir ülkenin demokrasisinin kaçıncı kez tecavuze uğradığını konuşuyoruz. Marksistmiş, dinciymiş ne alaka...
  2. Kan ve şiddet dışında bir öneriniz var mı? Yani insanlarımız artık ölmeden nasıl bir çözüm bulabiliriz sizce?
  3. "Şimdi diyeceksiniz ki her on yılda takılıyor. Hayır. Defalarca bu konuda bu forumda tartıştım, meydan okur ve derim ki, ordu her zaman demokrasiye bağlı kalmıştır. Her yaptığı demokrasi içindir. Türkiye'de en demokratik kurum ordudur. Bu görevin normalde orduya düşmemesi gerekirdi. Ama ortada bırakılınca sahipsiz yerde sürünecek değil, mecburen biri elinden tutup kaldıracak. Ordu istiyor ki bu görev bir daha kendisine düşmesin, demokrasi kök salsın, korunmaya muhtaç olmasın. Samimiyetle bunu istiyoruz. Ama bunu etnik bölücülükle dini ayrımcılığı evlendirip, çocuklarının olmasını beklemekle olmayacağı ortada..." Uygar dünyada, medeniyetin "m"sine vakıf bir ülkede sebep her ne olur ise olsun darbe yapmak ilkelliktir. Ordunun görevi dış tehlikeler olmalıdır. Her seferinde hangi ERGENEKON'cuların darbe için ortalığı kan gölüne çevirdiğini bilmeyen yok. Bu ERGENEKON'cuların nerelerden beslendiğini de yıllar önce biliyorduk. Solcuyu sabah vuran silahın akşam sağcıyı vurması ve bunların kollanması sadece darbeye ortam hazırlamaktı. Siyasiler her seferinde darbe paranoyasıyla yaşadıkları için siyasi karar almada önü tıkalı kalmışlardır. Yoksa sahipsiz kalma diye birşey ssöz konusu değil. o evlilik de yalnızca evhamdan ibaret. Bölücüler ulusalcılarla kolkolaydılar her zaman...
  4. Madem yapilan straji dogru ise, neden yaptiklarini kabul etmiyorlar? Bakin simdide JITEM'i red ediyorlar? Kimden korkuyorlar veya cekiniyorlarda yaptiklarini inkar ediyorlar? Dogru olduguna inandigim bir eylemin sonuna kadar arkasinda olurum, ama bunu koskoca bir devlet yapamiyor. Demekki var bir cürüklük yaptiklari iste. demirefe Gönderi Tarihi: Bugün, 23:12 Terörle mücadele eden bir birimin istihbarat toplamaması düşünülemez. Adı JİTEM konmuş olsa da, adı konmamış olsa da jandarma istihbarat yapar. Yapması son derece normaldir. Yapmaması son derece anormal olurdu. Çünkü istihbaratsız adım atmak doğru değildir. Ancak istihbaratla terör olaylarını haber alır ve önlersiniz. Hiç bir şeyle kör dövüşü mücadele edilmez. Hele terörle mücadelede bir istihbarat, bin kötülüğü önler. Bir bombalamayı haber alır, bir bombacıyı yakalar, bin kötülüğün önüne geçersiniz... İşte bu mantıkla terörü bitirmek itedikleri için bu memlekette 27 yıldır 60 bin insan öldü."İnsan dönüp bir bakar acaba nerede bir terslik var" diye. Ama ölen Anadolu çocuğu; savaş çığırtkanlarını değil ki... Evet, terör yanlıştır, suçtur, kötüdür, çözüm değil; ancak teröre sadece şiddetle cevap vermek onu azdırmaktan öteye bir işe yaramadı ve ya-ra-maz.
  5. Biz sayın desin veya desteklesin demedik, Yeşil kirli ve kanlı iş ve cinayetleri vatan için değil sadece kötü emelleri için yapmıştır. Kaldı ki vatan işleri Yeşillere kalıdığı için onbinlerce insan kanı aktı. Bu işi hukuk ve yasalar çerçevesinde çözmeye kalksaydık ne yeşil ne de kanın kırmızısına iş kalırdı.
  6. TSK veya başka bir kurum yıpratılmamalıdır, ancak o kurumun içinden bazıları yasa dışı faaliyetler içindeyse bu da o kurumunsaygınlığı için ayıklanmalıdır. Aramızdaki fark şu: Her ne olursa olsun askerse karışmayın, ne yaparsa iyidir. Ama asker de insan ve zaafları vardır. Bu memlekette başbakan ve bakanlarını dar ağacına gönderenler de bizim askerlerimizin yaptıkları darbeler sonucundaki hadiselerdir. Doğru okumaz isek yanlışa yanlışlıkla katkı sunar hep beraber yanlışımızı kutsamaya başlarız.
  7. Sayın yazar ömrümün hiç bir döneminde DTP ve çzgisine dahil olmadım. Ama yazınızın vatandaşlık, kardeşlik ve hukukla uzaktan yakından alakası yoktur. "Türkiye gibi bir devletin bu partileri kurucuları olan piyonlara oyun oynamaya ve gündemi meşkul etmesini neden göz yumuyor?" diyorsunuz. Allah aşkına göz yumulmadığı gibi fal taşı gibi açık; kaçıncı kapatma, kaç kişi men edildi, kaç kişi yıllarca hapis yattı? Bunları bilmeden yazmak kolaylığı bu olsa gerek. "İçime sindiremediğim olaylardan biridir bu Avrupa Birliği uyum süreci diyoruz nerede tuhaf bir şey var gidip onu alıyoruz" diyorsunuz; mesela ne aldı da zat-ı aliniz beğenmediler? Bir de son olarak "kadeşlerinize" tavsiyeniz olmuş: " “Kürtlerin DTP’ye ve o zihniyette partilere ihtiyacı yoktur. Belirli güçlerin oyunlarına gelmeyin kardeşlerim…” diye. Kürtler "adam" olsalar bu nas,hatinizi dinlerler!...
  8. "Ayrıca Yeşilin kendisi kürt, kürt halkını değil pkk zihniyetlerini temizlemiştir,bu zihniyetlerde faili mçul değildir zaten öldürülen teröristleri faili maçul diye göstermeye çalışanlarda gündem ve taraf zihniyetidir - ki - bunlarında zihniyeti bellidir..!" İnanın siize adam akıllı bir cevap yazmak isterdim ama nerde... yeşil kürtmüş, kürtlerin piri olsa ne yazar, Adam mı? İnsan mı? Erdemli mi ona bakarım ben...
  9. Ahmet AY şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
    Genel Kurmayı Ayakta Alkışlıyorum Okuduğum Emin Çölaşan güzellemelerine hep gülmüştüm. Hayır, sinirden değil yazdıklarıyla ne kadar komik duruma düştüğü için… Ülkenin yararına her ne yapılmak istenmişse ÇÖLAŞAN ayaklanmış ve ayaklanmaya çağırmış. En son ülkenin darbelerle beyninin sarsıldığı demokrasisine yine darbeyle darbe vurmak isteyenlerin ortaya çıkartılmasına tahammül edemeyince vatansever rolüne soyunup üstelik Genel Kurmay Başkanına “açık mektup”la; “Elinizi çabuk tutun, darbe veya muhtıra verin” anlamına gelebilecek davetler, çağrılar yapmaya başladı. Bunu oldukça “masum”, ve kuzu kılığında kurt edasıyla bol ajitasyonlu yazısını/çağrısını tekrarlamaktadır. Ne olmuş? Özel Harp Dairesi olarak da biline ve adına "kozmik oda", "devletin beyi" dedikleri karargahta sivil yargıç tarafından arama yapılıyormuş. Devletin ordusu açıklama yaptı; “Yapılmakta olan hukuk çerçevesinde sürdürülen aramalar olup ve bir süre daha devam edecektir”. Sayın Genel Kurmay Başkanını böylesi gayri ahlaki çağrıların olduğu dönemde bu beyanatından dolayı ayakta alkışlıyorum. Evet, Ordumuzun hukukla belirlenmiş görevlerin icrasına saygı göstermesi kadar, bu işleri doğal karşılaması kadar tabii bir şey yoktur. Ancak darbelerle de anılan ordumuzun bu süreci doğal/yasal görüp gerekli yerlere ve tabi ki Emin ÇÖLAŞAN’a da cevap niteliğinde açıklama yapması oldukça sevindirici ve yarınlara daha umut dolu bakmamızı gerektiren bir gelişmedir. Neden olmasın ki? ÇÖLAŞAN orduyu “kevgir” gibi yaptılar derken ne demek istediğini bilmeyen yoktur. Böylesi kışkırtıcı, provokatif, ajite edici beyanatlara bu asaletle karşı cevap verilmesi doğrusu ülkenin gidişatını doğru okumaya çalışanlar için umut doludur. Hey gidi ÇÖLAŞAN hey, Rahmetli ÖZAL ülkede değişim esaslı yönetim anlayışıyla siyaset üretince de böyle hezeyanlarla saldırıyordun. Tamam, ÖZAL da bazı zafiyetlerden dolayı çok töhmet altına girmişti. Ama unutmamak gerekir ki dünyanın gidişatını doğru okuyup ona göre politika üretmek amacındaydı ve bunu da pek ala biliyordun. Elbette ki ülkesinin statükocu, militarist, çağdışı kalmasını isteme kötülüğün, art niyetin olabilir. Ancak bunu sahte gözyaşları içerisinde yazmanı (kişiliğine yakışsa da) etik bulmuyoruz. Netice de bu ülkenin ordusunu muhatap alma çabasında olduğun için haddini bilmemen gerekir. Çünkü bu ülkenin ordusunu yine bu milletin oylarıyla seçilmiş iktidarına ve vatandaşına karşı kışkırtma çırpınışlarındasın. Her ne kadar tutmasa da, yaptıkların karşılık bulmasa da ülkenin silahlı kuvvetlerini kışkırtmayı zul addediyoruz. Dedim ya bunlar ilk olmadığı gibi son da olmayacak. İşi gücü fitne-fesat olanlar bunu fi tarihinden beri yapmaktadırlar ve yapmaya devam edecekler. Biz de; “Hadi ordan” demeye…
  10. Sayın politika, Ne zamandan beri gazetelerde yazılanlara itibar etmeye karar verdiniz? Filistinlilerle ilgili olunca evet ama ETÖ ile ilgili olunca "hayır inanmıyorum"cu musunuz? ETÖ'yü de MOSSAD'ın desteklediği iddiaları var. Bunlara niye itibarınız yok. Öyle her duyduğuna inanma. Prensip olarak her gizli yapılanmada; hatta açık örgütlülükte de servislerin sızması mümkündür. Ama elinsaf. HAMAS iyidir-kötüdür diye bir sorunu yazmadık. Ona kendi halkı karar verir.
  11. Ahmet AY şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
    ORTADOGU ve SAVAŞ(IM)* Aziz Dostun anısına; (Ey Aziz Dost! Senli ve sensiz geçen 22 yıl bana seni kazandırdı, Ey Aziz Dost! Sensiz geçen tek bir günüm olmadı ve bundan sonra da olmayacak. Biliyorum bana artık gel diyorsun; Bil ki sana gelmek en büyük mutluluğumdur. Ve yine bil ki "sel"leşen "sen"ler bırakmıyor beni. Yıllar önce bir konuşmamdan yazıya dönüştürülen bu feryadımı sana ithaf ediyorum. Bilirim "selam beni kandırmaz, yar kendi gelsin" diyorsun ama, dedim ya bırakmıyorlar. "Dini, ırkı, meşrebi, dünya görüşü ne olurs olsun" bütün insanların esenliğine gayretinden dolayı sana minnettarım.) Bu ithaftan sonra yazıma Dolores IBARRURİ'nin çok erdemli bir sözü ile başlamak istiyorum: "Ayakta ölmek, dizlerinizin üzerinde yaşamaktan çok daha iyidir". Bugün sizlerle ayakta ölmek veya diz üstünde yaşamak değil; ayakta kalarak onurlu bir şekilde yaşamayı konuşup tartışacağız. Değerli dostlar, İnsanları soyut veya ideolojik sebeplerden dolayı kategorize etmenin çok doğru bir yaklaşım olmadığını vurgulayarak ifade etmeliyim ki tarih boyunca iyiler-kötüler, güçlü zorbalar-güçsüz mazlumlar, herkesin eşitliğinden yana olanlar-en eşit hatta tek eşit kendileri olanlar arasında zaman zaman yaşam, çoğu zaman da "onurlu yaşam" mücadelesi var olagelmiştir. Dünyada onur savaşı(mı)/mücadelesi veren (nicelik olarak az olsa da) entelektüel, akademisyen, eğitimci, hukukçu, hekim, mühendis, öğrenci, esnaf, sanatçı, sade vatandaşlardan oluşan "erler" her zaman varolmuşlardır. Ancak ABD İmparatorluğu dedikleri emperyal güç doğalgaz ve petrol sıkıntısını giderme, Uzakdoğu ve Ortadoğu ülkelerine Rusya'nın yeniden inmesini engelleme zorunluluğu! özellikle de gelişmelerine razı olmayacakları ülkeleri buyruk ve boyunduruk altında tutma arzusu vs. sebeplerden dolayı Ortadoğu'da her zaman beklenmedik gelişmeler görülebilir. CLİNTON çok hevesli olmasa da G. BUSH'un yarım bıraktığı "Irak/SADDAM tehlikesi", Afganistan'da durmak bilmeyen iktidar savaşları, özellikle Filistin'de İslami Cihad-Hamas ve El Fetih'in ortak hareket etmelerini engellemek için birbirine düşürülmesi, Kore'ler sorunu ve Türkiye'de vesayetçi anlayışa destek olmak, ayrıca PKK, Hizbullah gibi yapılanmalar bu ülkeleri ilgilendirmekte ve de gündemlerini ciddi ciddi meşgul etmektedir. Peki, dünyaya şekil veren ve ülkelerin yönetici kadrolarını belirleyip besleyen insanlık düşmanı karanlık adamlar bu "büyük" ülkelere ne yaptırmak isteyecekler? Her şey beklenir... O dönem ne gerekiyorsa çekinmeden yapılır. Can mı gitmiş; -son bölümde rakamlarla verince dehşeti göreceksiniz- milyonlar gitse tınmazlar. Mal mı gitmiş; talan ettikleri ülkelerden fazlasıyla çıkarırlar. Kral Şeyhlerinin kasaları sağ olsun! Ne kimsenin canı ne malı umurlarında değil onların. Yalnızca "yeryüzünün bir kısmına daha nüfuz edeyim" derdindedirler. Ne olursa olsun tınmazlar. Anlayış; 6 milyardan bir, iki, üç milyon gitse n'olacak ki... Tek dert amaçları olan nüfuz alanlarını genişletmek... İşin enteresan tarafı dinler de, ideolojiler de bu amaçları hep taşımışlardır ama tabii ki farklı saiklerle... Evet, durum bu... Ne yapacakları konusunda cevabımız: Her şey mümkün... O halde "ne yapabiliriz" derdinde olan varsa onlara şöyle bir öneride bulunmak istiyorum; gelin önce geçmişe ve coğrafyamıza bir yolculuk yaparak söyleyeceklerimize anlam katalım. Haklarını yememek için bir iki noktayı seri bir şekilde de olsa kayıtlara geçmem gerekiyor: İnanıyorum ve biliyorum ki bu günlere kolay gelinmedi ve bundan sonra yaşanacak daha özgür bir dünya için çalışıp çabalayanlar için de kolay olmayacaktır. Eğer bu gün -ahım-şahım bir durum olmamasına rağmen- çok daha perişan, çok daha zelil, çok daha mağdur değil isek bu "erler"in mücadelesi sayesinde olduğunu söylemek bir borç olarak boynumda olduğunu belirtmem gerekir. O "erler"ki insanlık için, inançların özgürlüğü için, farklılıkların ilahi takdir olduğunu ve yaşatılması gerektiğine inandıkları için; Kalemiyle-diliyle, bedeniyle-ruhuyla, zamanıyla-sağlığıyla uygun bulduğu imkânlarla bu "insanlık" mücadelesinde yer alırlar. Buna rağmen bu kutlu bölgeyi ne hale çevirdiler? Bizi nasıl yokluk ve yoksunluğa mahkûm ettiler? Bu bölgeyi Kültür ve dinleriyle, Yeraltı-yer üstü zenginlikleriyle, Jeopolitik konumu itibariyle (son 10 asrını göz önünde bulundurarak) diyebiliriz ki dünyanın en çok kavga/savaş yaşanan bir bölgesi olan Ortadoğu'da yaşamak cehennemde yaşamak gibidir. Ama bu cehennem insanların kendi ihtiraslarıyla oluşturdukları bir cehennemdir. Yoksa insanlığın ilk evi, ilk tarlası, ilk aşkları burada başlamıştır. Cennet biz insanların eliyle cehenneme dönüştürüldü Ortadoğu'da... Ortadoğu'dan kastımız; Mezopotamya "ilk doğuşun"[1], Beytullah "ilk direnişin"[2], Kudüs "ilk tanışmanın"[3], Mısr "ilk aşkın"[4] başladığı yerler ve mücavir topraklardır. (Buna bugün Pakistan, Afganistan ve Hint yarımadası dedikleri Uzakdoğu topraklarını da ekleyebilirsiniz.) Kutsal beldelerin bulunduğu bir coğrafyaya bir de modern asrın teknoloji ve tüketim çılgınlığı için gerekli yeraltı ve yer üstü zenginliklerini kattığımızda onlar için kavganın gerekçeleri tamamlanmış olmaktadır. Öyle dönemler yaşandı ki kimi zaman Anadolu'da, kimi zaman Dımeşk (Şam, yani bu günkü Suriye), kimi zaman Hicaz, bazen Mağrip ve Endülüs, gün geldi Hewler'den sürüldü insanlık, gün geldi Gazze'de bombalara tutulduk. Bazen kılıçtan geçirildik, sırası gelince ipe asıldık. Bazen kimyasal bombalarla imha edildik, gün geldi ensemizden vurulduk. Bazen suikaste kurban gittik, gün oldu faili "malum" meçhullere cezamız kesildi.[5] Bu yaşananların bir diğerinden bağımsız, birbirinden ayrı, amaç olarak birbirinden farklı yapılmış değildir. Hayatını sürdürenler de kimi zaman eğitimsiz bırakıldı, zaman uygunsa asimile edildi ve eğer bu da başarılmadıysa entegre planı devreye konuldu. En son daha bugün, bu saat itibariyle Ortadoğu'da (vahşiliğin doğulusu-batılısı, kuzeylisi-güneylisi olmamasına rağmen) Batılı olup "kendi savaşımlarını" (gelişmiş ülke yöneticilerinin üzerinden) veren caniliğin bile masum kaldığı yöntemlerle kadınların-kızların, yaşlıların-gençlerin onur ve haysiyetlerini kendi kirli ayaklarının altına alan ve asla bundan pişmanlık duymadıkları gibi bundan vazgeçmeyecek olan insanımsı yaratıklar hüküm sürmektedirler... BM, "Barış Havarileri", B. OBAMA'lara ramen!.. Bunu sindirebilen mide ve yüreklere lafımız yok. Öyle yürekler ve mideler ki (bu kullanacağım ifade kimseye ait değilse bana aittir artık, kullanım hakkını istiyorum) "Onurları başkalarının ayakları altında olduğu halde kendi onurlarını değil aynı ayakların altındaki -sözüm ona değere değer verme adına- ekmek kırıntılarını kaldıranlardır."[6] (Peki, kim bunlar? Bireysel anlamda "aşk, geçim, kariyer"[7] gibi gerekçelerle; toplumsal anlamda ise "gücümüz yok, Allah'ın yardımını bekleyelim" gibi inanılmaz bahanelerle öteleyip erteleyenlerdir) Ancak "biz insanız ve bütün insanlar kardeştir, kardeşçe yaşamalarını esas alıyoruz" diyenlerin söyleyecek sözleri, gerçekleştirebilecek eylemleri her zaman için olmuş ve el-an da vardır. (Bundan kastımız kesinlikle "terör" değildir böyle biline) *GAZZE'ye saldırının yıldönümünde yeryüzündeki bütün işgalcileri lanetliyorum.
  12. Her ne hikmetse son yıllardaki "Atatürkçü aydınlar"ın isimleri çete, mafya, demokrasi karşıtı, darbe, terör vs eylemlerde geçiyor... Çok tuhaf!
  13. "Suçsuz ve masumlar" boşyere tutulmuyorlar, aylardır mahkeme devam ediyor, boşuna mı? Bunların çoğu suçüstü yakalanan ekiptendirler. Sayın Sarıgöl'e de siz de...
  14. Eğer zamanında önlemler alınmamış olsaydı şimdi ortalık kan gölü değil kan denizine dönüşecekti. Zira bu zihniyet insalık düşmanıdır; Türk-Kürt, laik-antilaik, alevi-sünni umurlarında değil. Kim, ne, neresi onların kirli emelleri için uygunsa onun gereğini yaparlardı. Ve hep böyle oldu.
  15. Ahmet AY şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
    Bilirsiniz pek çok ünlü! Ününü aldığı konularla ilgili yargılama sürecinde mahkemeye, TBMM araştırma komisyonlarına ifade vermekten imtina etmişlerdi. Bir zahmet uğrayanlar da ifade vermemek için çok sağlam! Bir ‘kulp’ bulmuşlardı: Devlet Sırrı! “Ben konuşursam rejim tehlikeye girer” Devletin âli menfaatleri gereği söz konusu olaylar hakkında “konuşmayacağım”. “Beni zorlamayın devlet sırrıdır açıklayamam” Şu devlet de çıkıp “u… konuş! Senden gelen Allah’tan gelsin” dese, nece olur bilemem tabi… Yıllarca karanlık (şimdi aydınlık/belirginleşen) bir sürü suç örgütü ile her türlü dek-dolabı çevir, akıl almaz vicdan kaldırmaz eylemlerle ülkeye travmalar yaşat, sonracığıma da “devlet sırrıdır açıklayamam, yoksa devlet kriz geçirir.” Babayiğitler gibi ortaya çıksa devlet; “Bildiğin ne varsa söyle. Beni töhmet altında bırakma, pisliklerini benimle temizleme” dese. Dese de nasıl dese? Devletin dili yok ki… Evet devlet dile gelseydi, diyebilseydi eminim hepimize şunu söylerdi: “Bu ülkede namuslular da namussuzlar kadar cesur değilse bu ülkenin geleceğinden endişe ederim”.[1] Tamam da devlet her bir şeyi söylüyor, bunu niçin söylemiyor? Hayır hayır, devlet söylediklerini manevi şahsiyetini temsil eden kurumların başındaki zevat(lar) üzerinden söylemiştir her zaman… şimdi de yine temsil yetkisini kim(ler) almışsa veya halk kime temsil yetkisini vermiş ise o(nlar) söylemeli devlet adına. Devletin sırları kimin eline düşmüş? Koskoca Osmanlı İmparatorluğu üzerine kurulan ‘devletin sırları’… Ama artık konuşmak zorunda oldukları anlaşılıyor. Zira her şey uzun süredir takip ediliyor ve zanlılar hakkındaki deliller sağlam tutuluyor. Aylardır ‘ERGENEKON’ çetesini dinliyor, okuyoruz. (Mahkemede kanıtlanmadığı sürece kesin olmamakla beraber) bu memlekette neler yapmışlar neler..? aynı seri numaralı bombalarla ne cinayetler işlenmiş, ne eylemler yapılmış akıllara ziyan. Ergenekoncular bombalama eylemlerinden, adam vurmalara kadar olmadık eylemlerin failleri olarak itham ediliyorlar savcılıkça. Hem de ucu çok çok derinlere varacak şekilde… Kendi düşüncelerine yakın şahsiyetlerin öldürülmesi (N. HABLEMİTOĞLU, İ. ŞAHİN, DANIŞTAY YARGICI), kendilerine yakın kurum ve kuruluşların bombalanması… şahsen dehşet bir şey olmakla beraber hiç şaşırmadım. Yoksa başka türlü “düşman üretim merkezi”nin ne anlamı olur ki..? Daha birkaç hafta önce burada; halkı kutuplara ayırmaktan, birbirlerine kırdırmaktan, dolayısıyla yönetim zafiyeti göstermekten bahsedilmişti… bu oyunların sonu tek bir yere varıyordu: DARBE… Nihayet aralarında Mahir ÇAYAN’lar, İP’in Doğu PERİNÇEK’i, Uğur MUMCU gibi devrimcilerin! Bulunduğu 1969 darbecileri ifşa edildi. Neler dönmüş neler… Kim bilir diğer arşivler de açılsa bugün “büyük lider, “serok”, “kahraman” diye bilinen kaç (yüz) kişi ajan, istihbaratların piyonu olarak ortaya dökülecekler. Ya “halk için tek yol devrim”, “şeriat gelecek vahşet bitecek”, “Turan-Kur’an” diye bağıranlar nerelerle bağlantıları çıkacak? Hasan CEMAL İlhan SELÇUK ile birlikte darbeye ortam hazırlamak için neler yapmışlar neler?.. hele kaza ile ölen bir solcunun sağcılar tarafından öldürüldüğü yaygarası ile başta Ankara olmak üzere yurtta nasıl bir infial yarattığını itiraf etmeleri… Başbakanları küçük ve yetersiz göstermek için yaptıkları ise dudak uçuklatacak cinsten. Bütün bunları demokrasi yanlısı! Büyük büyük gazeteci! İlhan SELÇUK’la yaptığını unutmayalım. Yoksa balık hafızalılar muamelesine tabi tutulur, darbecilerin oyunlarını bozma şansımızı ebediyen kaybedebilir, kaçırabiliriz. Alpaslan ARSLAN ilk dönemlerde çirkin eylemlerini “din adına” gerçekleştirdiklerini göstermek için “şeriat isterük” fermanını yollayıp Sayın Abdullah GÜL ve Sayın Recep Tayip ERDOĞAN’ı şeriatı ilan etmeye davet etmiş. Bu davete Sayın Yaşar BÜYÜKANIT’ı da icabete çağırmış. Diyarbakırlıların bir sözü var: “Ma niye xerdır?” diye… Bir katil, bir kukla bir yerlere mesajlar yolluyor. Yine Diyarbakırlıların deyimiyle “he, bız de yedıx éle ”… “Bir şeriat uğruna ya Rab ne cinayetler işleniyor!” Bütün uğraş “Türkiye’de şeriat tehlikesi” olduğu kanaati oluşturmak ve gereği olan darbe ortamı oluşturmaktır. Bu kez iyi bir darbe oldu; sonu getirilse bari. Neymiş; Er(ler)genekon(mak) istemişler ülkemizin başına…Daebe planlanıyla, ortamı kışkırtmakla; vay be!.. (bu ‘be’ den dolayı sizlerden özür diliyorum ama onsuz da olmuyor işte!)
  16. DTP KAPATILDI DTP kapatıldı ve şükürler olsun vatan bölünmedi. Artık keyifle oturup okey masasında neşemize bakabiliriz. Nasıl olsa tehlike! zamanında sırtımızı dayayabileceğimiz kale gibi yargıçlarımız, dağ gibi anayasa mahkemesi üyelerimiz var. Memleketin en büyük sorunu olan bölünme tehlikesi geride kaldığına göre asıl şimdi açılım zamanı… (bakın bir bölücü daha diyen kimi sesleri duyar gibiyim. Galiba beni de kapatmaları gerekecek) Şahsen siyasi partilerin sadece sandıkta cezalandırılmasını esas alıyorum. Onun için hiç düşünsel yakınlık duymadığım DTP’nin kapatılmasına sevinmedim tam aksi üzüldüm. Anayasa Mahkemesinin oybirliğiyle vermiş olduğu kararı eleştirmeyeceğim. Ancak Yüksek mahkeme “siyaseti dağa havale etme endişesine binaen” farklı bir karar verebilirdi. Kürtlerin hemen hemen yarısının oylarıyla seçilen, desteklenen bir siyasi partinin kapatılmasının “siyaseten” doğuracağı sıkıntıları göz önünde bulundurabilirdi. Ama olmadı. PKK içindeki önemli bir grup da DTP’ nin kapatılması için elinden yaptı. Son olaylar, Tokat Reşadiye baskını ile bunu daha da körüklediler. DTP tehlikesi! de kalmadı, artık ülkeyi bölmek isteyenler! ders aldılar ve bu defacto durum tamamen steril, üniter, bloke edilmiş bir ülkenin kurtuluş manzarasını arz eder duruma gelmiştir. Evet, Gerçekten de açılımın tam zamanı ve fırsatı kaçırmadan bazı adımlar atılmalı bu açılım kapsamında. Ne mi yapılmalı? Öncelikle sembolleşen Norşin ismi iade edilmeli ve başka talepler de olduğu takdirde hiç zorluk çıkarılmadan isimler iade edilmelidir. Benim köyümün ismi (X-ile yazılır) Halifan (Halifeler) idi. Derinçay yaptılar zamanın değişimcileri-dönüştürücüleri! komşu köyümüz Azan’dı (Azizler) Sudurağı yaptılar. Ama hala resmiyet dışında Halifan ve Azizan olarak kullanılır. Yeni isimleriyle tanınmaz bilinmezler. Bir genelgeyle (yasa değişikliği gerektirmeden) iterlerse hallediliverirler. Bunu zaman kaybetmeden yürürlüğe koymada hiçbir sakınca olmamalı ve yoktur da. Eğer bunu çok görürseniz bilin ki kardeşlik tehlikededir. Ülkenin içinde geçmekte olduğu süreç bütün büyük ülkelerde görülen; değişim ve dönüşümlerin sancılarıdır. Büyük ülkelerin büyüktür dönüşümleri. Büyük ülkelerin premodern durumdan uygar, medeni ülke olmalarının ve yüzyıllara temel oluşturacak değişimlerinin ne kadar sancılı olduğunu az çok dünya tarihi bilgisine sahip olanların bildiği muhakkaktır. Bizler de bu sancıları yaşıyoruz. Unutmayalım ki; “Karanlığın en yoğunlaşan vakti sabaha en yakın olan andıdır”. Ve “sabah yakın değil mi”?.. Yeter ki fecr-i sadık olanını ayırt edebilelim. Türk-Kürt kardeşliğinin bir daha asla bozulmaması için herkesi bu sabahı kutlamaya davet ediyorum. Nasıl mı? Yeni şeyler söyleyerek, Ezberleri bozarak, Kardeşliği ömn plana çıkararak, Kin ve nefreti lügatimizden ebediyen çıkararak Ve Bir sıcak el uzatıp; Merhaba kardeşlik diyerek… Merhaba kardeşlik.
  17. **** Kürt sorunu var mıdır, yok mudur? Kürt sorunu yoktur terör sorunu vardır Kürt sorunu yoktur bölücülük sorunu vardır Kürt soru yoktur Güneydoğu sorunu vardır (her ne demekse) Kürt sorunu yoktur kökü dışarıda olan bir Türk düşmanlığı vardır. ………. İyi hoş güzel de 60 bin insan kaç tane savaşta hayatını kaybetti. 4000 (dört bin) köy hangi savaşta yakıldı-yıkıldı boşaltıldı ve buna bağlı olarak 2 milyon insan başka yerlere göç etmek zorunda kaldı. Binlerce faili meçhul cinayete “Ermeni ASALA örgütü” mü sebebiyet verdi? “Kürt diye bir halk yoktur, Kürtçe diye de bir dil yoktur” teraneleri atılırken bir sorun oluşuyorsa –ki asla bunun terör ve şiddet şeklinde tezahüründen yana değiliz bilen bilir- buna Kürt sorunu demeyelim de “Kürt sorun” mu diyelim? “Kürt ve Kürtçe diye ayrı bir halk ve ayrı bir dil Türk ve Türkçenin alt kolu olan bir halk ve bir dildir” diyen bir sayın yazara; O zaman hangi akla hizmet Türkçenin bir alt dili olan TürkKürt’lerin! konuştukları Türkçe lehçeyi yasaklıyorsunuz soruma; “hııı” deyip zonklamıştı. Beyler! Bakın yine şiddet hortladı, askerlerimiz vuruluyor, genç kızlarımız yakılıyor, genç öğrencilerimiz kör kurşunla ölüyor… Beyler! Siz kaç tane arkadaşınızı, yakınınızı, komşunuzu bu olaylarda kaybettiniz bilmiyorum ama ben çok kaybettim. Hem asker ve hem de 16, 19, 20, 23, yaşlarında insanımızı kaybettim. Daha ne kadar sürsün bu hal? Oysa Kürt sorunu olarak görür isek sadece kardeşlik gereği 3–5 değişiklikle bu ölümlere “dur” diyebiliyoruz. Bunu nasıl çok görürsünüz? Bunu hangi vicdan kabul eder? Buna hangi “insan” yüreği dayanabilir?.. Kim annesinin; Evladııııııııım! feryadına dayanabilir? Kaç eşin daha dul kalmasına razı olabilirsiniz? Kaç çocuk daha yetim kalsın istersiniz? ??? Kürt sorunu yokmuş! Kafanızı kumdan çıkarıp şövenist duygulardan sıyrılabilirseniz sorunun adını doğru koyarsınız? Ya da Gelin şöyle yapalım? Kürt sorunu yoktur diye 10’larca, 100’lerce bildiri yayımlayalım, 100’lerce gösteri yapalım, Binlerce panel düzenleyelim, Milyonlarca imza toplayalım Kürt Sorunu yoktur diyelim. Ama bu adını sizin koyduğunuz sorun için bir günlük empati yapın. Evet sadece bir günlük empati… Kimliğiniz tanınmıyor, Dilinizdeki size ait bütün köy, mezra, kasaba, şehir, nehir, dağ, tepe, ova, vadi, yayla, dere, çay… isimleri değiştirilsin ve yerine Kardeş de olsa diğer bir dilden yeni ve anlamsız isimler verilsin; Ne yaparsınız Allah aşkına? Oturup “bişey olmaz”mı deriniz? Çocuğunuza istediğiniz ismi veremezseniz nasıl tepki verirsiniz? “Amaaan ne olacak başka isim veririm”mi dersiniz? Soruları uzatabilirim ancak son bir soru ile bitiriyorum: Yeni evlisiniz ve eşinizin gözünde harikulade bir insansınız. Evliliğiniziz 9. (dokuzuncu) gününde silahlı, özel eğitilmiş, terörü bitirmek üzere dağlarda gezen güvenlikçiler evinize gelip aramalarda yasak, sakıncalı, arzu edilmeyen hiç bir şey bulamadıkları halde babaannenizi, annenizi, ablanızı 19 yaşındaki genç kız kardeşinizi ve Daha 9 gün önce evlendiğiniz, bakmaya kıyamadığınız, hiçbir hareketi dikkat çekmesin diyecek kadar kıskandığınız taptaze geline yani 9 günlük eşinize; “hadi bakalım düdük çalınca zıplayın, ikinci düdükte durun” diye zıplatır ve kahkaha atarlarsa; Siz Yeni damat Taptaze eşinizin gözünde Kahramanlar gibiyken ne hale düşersiniz? Hele hele eşiniz gözlerinizin içine bakıp; “Seni de erkek sanmıştım ***” der gibi bakarsa Ve siz de gerçekten onurlu Anadolu erkeğiyseniz ne yaparsınız? … Cevap? … Evet, cevap istiyorum, … Cevap veremezsiniz tabi, Ben vereyim o damadın verdiği cevabı: Kim olursa olsun Zıplayınca “teyp kaseti varsa ses çıkarır” ve bu “suç aletini buluruz” deyip; Çoluk çocuğumuza dans ettirir gibi zıplatma emrini zorla uygulatır ise; “Alırım silahı, kaç kişiyi vurabilirsem vururum” dedi yeni evli damat PKK ile hiç bir yakınlığı olmamasına rağmen dağa çıktı... Evet, tam 17 yıl önce, Beyler, Kürt sorunu diyemediğiniz “şey” Onlarca yıldır Doğru-dürüst bir demokrasiniz Yerli yerince bir sisteminiz İşleyen bir hukuk devletiniz Uyulan ve uygulanan insan hakları anlayışınız olmayınca bazı sorunlar oldu bu ülkede… İşte bunlarda bir tanesine Bizim buralarda “Kürt Sorunu” derler. Siz ne derseniz deyin kan akıyor canlar toprak altında bir daha çıkmamak üzere yatıyor… Sorunun adını koymuşsunuz ne? Koymamışsınız ne? Zaten saymıştım; Daha önce de beğenmediğiniz on binlerce insan ve yer ismini de değiştirmişti bu kafa… Kafası hala kumda olmayanlara Selam olsun.
  18. Ahmet AY şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
    DANIŞTAY-HUKUK-BAŞÖRTÜSÜ Bir aracın, bir düşüncenin, bir yapının veya bir şenliğin, bir toplantının ya da bir yasanın, bir kararın ve bir işin nasıl “cılkı çıkarılır”i en iyi o aracı üretenin, o yapıyı kuranın, o şenliği düzenleyenin, o kararı alanın ve o işi yapanın bilmesi gerek değil mi? “Evet” dediğinizi duyar oldum. Peki, bu “cılk” iş(i) de nereden çıktı diye merak etmiyor musunuz? Gelin bakalım ülkemdeki yeni bir hukuk komedisine daha doğrusu hukukun traji-komik haline güler misiniz, ağlar mısınız? Ülke düşünün bir gün bir karar alıp der ki; “Şu şu konulardaki düzenlemeleri, kararları ancak ilgili kurum yapar, alır”. Burada sorun yok. Cari hukuk öyle uygun görmüş ise öyledir. Kararı beğenmezseniz evrensel hukuk, anayasa ve yasalardan aldığınız güç ile demokratik baskı yollarıyla kanun koyucudan o uygulama ile ilgili düzenlemeyi değiştirmelerini talep edersiniz. Ancak o yasa ve karar yenisi ile değiştirilmediği sürece geçerlidir ve herkes bu yasaya/karara uymak zorundadır. Hükümet de, Anayasa Mahkemesi de, Danıştay ve Yargıtay’da… Kanun ve genelge ülkesi değil de hukuk devleti iseniz böyle olmalıdır. Çağdaş ve hukuk devletlerinde durum böyle. Peki, Biz nasılız? eğer bizi sual edecek olursanız Allah’ıma binlerce şükür sürünüp gidiyoruz, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öper… (Hoppalaaa! koptum; neyse özür diliyorum) Bizde durum ne ve nasıl diyecek olursanız (gıdıklanıyorum vallaha) tek cümlecikle; “ağanın sözünün üstüne söz yoktur” gibi gibi… Danıştay 8. daire daha önce aldığı kararla katsayı düzenlemesi ile ilgili “nihai kararın YÖK tarafından verileceğini” ayan-beyan deklare etmişti. Ama şimdi gördüğünüz gibi yakın geçmişte aldıkları kararlarının “cılkını çıkararak” (hemi de emsali ancak bizde ve eski Uganda’da görülecek cinsten) komik duruma düştü. İnanın ilerde hukuk, kamu yönetimi alanında doktora tezi olacak kararlara imza atıyoruz. (Acaba Sevgili Sümeyra’yı bu konuda mı hazırlasak)? Bizdeki bu uygulama öyle verimlidir ki üzerinde çalışana doçentlik bile getirir… Konu çok taze, komik, trajik, emsalsiz, bilim ve ilimden yoksun mahalle kabadayılarına yakışan magandamsı bir konu. Düşünebiliyor musunuz? 28 Şubat kara tablosunun önemli bir rengi olan katsayı düzenlemesini 2009 yılının Türkiye’sinde Danıştay tarafından “kendi karar ve ilkelerini ayaklar altına alacak şekilde” yürürlükte tutmak istiyorlar; Gerekçe İmam-Hatip mezunları sadece meyyit yıkama memurları olsunlar. Bunların ateşine de bütün meslek lisesi mezunları yansın… İnsan kendi devletinin, kendi yasalarıyla, kendi yönetmenliklerinin geçerli olduğu bir eğitim kurumundan bu kadar mı rahatsız olur? İnsan kendi öz evlatlarının okudukları okuldan bu kadar mı rahatsız olur? Gerçekten de bu kadar tırsıyor ve tehlike arz eden bir durum var ise kapatıverin gitsin. Çocuklarımızı gençlerimizi bu kadar rencide etmenin ne anlamı var? “Hukuk-mukuk” diye bir yazım vardı. (acaba hukukçularımız o yazımı okumadılar mı!?) Belli ki yine beni değil Emin ÇÖLAŞAN’ı tercih etmişler. “Rehberi Emin olanın kararı çöplüklerden çıkmaz”… Şakaya bakın, ne hallere düşmüşüz? Biz vatandaş olarak hukuka; onun icracı konumunda bulunan bağımsız yargıya güvenmek istiyoruz. İdeolojik takıntılarla, inanç-iman angajeleriyle, mezhebi kaygılarla verilen yargı kararları bizi canımızdan bezdirecek kerteye geldi. Bu millet 1940’ların kafasıyla bir yere taşınamaz. Türkiye için bundan daha tehlikeli bir şey olamaz. Çünkü hukuk, adalet herkese lazım olacaktır. Siyaseti beğenmeyiz değiştiririz, Okulu beğenmeyiz değiştiririz, Hastane, mağaza, firma vs. beğenmeyiz değiştirme hakkımızı kullanıp değiştiriveririz. Adliye, savcı, hâkim seçme hakkımız yok ki… Kaldı ki artık ülkede hâkimler “iktidar-demokrasi yanlısı, Ergenekon-darbe yanlısı” olarak kategorize edilmişse yandık! Yanlışına yandık, bırakın doğrusunu… Yazıklar olsun böyle hukuksuzluğa, Yazıklar olsun böyle eşitsizliğe, Yazıklar olsun böyle sağlanamayacak birlik ve bütünlüğe, Yazıklar olsun böyle tek tipçi zihniyete… Yazıklar olsun.
  19. Parti kapatmalarına karşıyım. DTP ise kapanır ise illegaliteyi esas alanların ekmeğine yağ sürülür.
  20. Kimse avatarına karışmaz ancak "avatarını bana söyle sana kim olduğunu söyleyeyim". Öyle Yeşil'i efsane falan da yapmayın. Kimdir? nedir? bilinmeyen birşey değil ki... Benim yaşadığım bölge ve ilde güvenliğimizi sağlamaya gelen jitem bozuntularıyla hangi uyuşturucu işi yaptığını, kimlerle yaptığını, kimleri sade ve sadece para için öldürdüğünü, hangi eylemleri hangi paralarla yaptığını hangi namussuzluklara imza attığını bilmeyen yok ki... ha imralıdaki mi dediniz? onu savunmaktan haya ederim.
  21. Baştan itibaren aynı şeyi söyledim; Güler ZERE yasalarca, yargıda ve vicdanlarda suçludur. Ancak gerektiğinde her kes için ama her kes için; dini, ırkı, sosyal ve siyasal düşüncesi, memleketi, cinsiyeti ne olursa olsun böyle bir hastalığa yakalandığında yapılması gereken ne ise onu istedim. Ayrıca dünya görüşüm ve inançlarım ZERE'nin inanç ve fikirleriyle asla örtüşmemektedir. İşte insani erdem düşmanınız da olsa onu hasta iken iyileştirirsiniz cezasını çekmeye devam eder. Gazetelerde TSK haklı olarak ve defalarca iftiharla: "Mehmetcik çatışmada teröristlerden yaralı olanı derhal tedavi altına aldı" diye açıklamada bulunuyor. Demekki gerekli durumlarda "düşmana" bile "insani" muamele yapılmalı. Yoksa G. ZERE suçlu mu-suçsuz mu? Ceza çeksin mi-cezasız mı kalsın tartışmasından öte bir şey tartışıyoruz.
  22. Biz "her kim olur ise olsun suçluysa cezasını çeksin" dedik. Ancak ölümcül ve büyük bir ihtimalle yakın gelecekte de emr-i Hak vaki olacak olan bir hasta için; "daha insani şartlarda tedavi olsun" dedik. Bu kim olursa olsun bizim için fark etmez. Bu gün G. ZERE yarın bir başkası. Aslında burada önmli olan şudur: Biz nefretimiz ile adaleti, kinimiz ile merhamet, tarafgirliğimiz ile eşiliği nasıl götürebiliriz? Herkes için adalet, herkese merhamet ve herkes eşit... Ta ki suçluluğu tespit edilip yargının kararına uyulsun...
  23. Ben katil ayırımı yapmadım, asla yapmayacağım da. Kaldı ki o kişi kürt olsa ne yazar türk olsa ne yazar adam, insan olmadıktan sonra... onun kim olduğunu ve kimleri katlettiğini çok iyi biliriz. Hem devlet kendi askeri polisiyle pkk ile mücadele eder, etmeli. Bir işçi memurun ne işi var terörle mücadelede? Terör bizden ırak olsun, katiller de...
  24. Ahmet AY, 26 Kasım 2009 - 06:20 tarihinde, dedi ki: Evet Güler ZERE çok mutlu; Kalmış ise birkaç aylık ömrünün geri kalan kısmının ızdırabını ve kanserin verdiği dayanılmaz acısını ailesiyle hafifletecek. Peki ya Yeşiller nasıl mutlu mudurlar? Bakin sizin su yukarda vermis oldugunuz yanit bile Güler Zere'nin katlettigi canlara bir hakarettir, bu farketmemenız mumkun degil. saygilarla Siz ZERE'nin katlettiği (ama doğrusu katledip etmediğini bilmiyorum, sadece o çatışmalarda bulunmuş, neyse bu sorun değil. Onun çatışmada bulunması bile benim vicdanımda suçludur, işin bu boyutunu tartışmıyorum)insanlar benim insanlarım. Onlara sahip çıkma, onlar için yüreği kanamada ve onların hakkını aramada kimse bizimle yarışamaz. Bunu eksiksiz yapma gayretindeyiz. Güler ZERE insanlık için bir örnek davranıştı. Daha öncede yazmıştım; ben Güler ZERE ile ideolojik hiç bir yakınlık duymuyorum. Ancak o hasta ve kanser hastasıydı. İnsanlık adına (onun yaptıklarını bugün için hesaba katmadan) onun serbest kalması gerektiğine ve varsa çaresi tedavisini görsün iyileştiğinde de cezasını çekmeye devam etsin demiştim. Ama fotoları avatarınız, sembolleriniz olan kişi Güler ZERE'den en az on,yüz kat daha katil ve cezayı hakkediyor. Siz onun fotosunu kullanırken biz mağdurlarına hakaret olmalı değil mi? Değil; Çünkü biz onu adam ve insan yerine koymuyoruz. Onun yapıp ettiklerini çok iyi biliriz. Vesselam.
  25. Evet Güler ZERE çok mutlu; Kalmış ise birkaç aylık ömrünün geri kalan kısmının ızdırabını ve kanserin verdiği dayanılmaz acısını ailesiyle hafifletecek. Peki ya Yeşiller nasıl mutlu mudurlar?

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.