Dogrucudavut tarafından postalanan herşey
-
Kömürden Kurtul, İklimi Kurtar
En büyük sorun bu aslında. Bu sorunun çözülmesi konusunda duyarsız kalınırsa, ne konuşacak, tartışacak hava ne de paylaşma kavgası yapılacak bir toprak kalacak. Dünya kötüye gidiyor.
-
ALEVILER NEDEN YÜRÜR?
Sn.dünyahepimizin. Ben diyanet iyidir mi demişim, kaldılmasın mı demişim bakalım: Diyanet dönemsel olarak doğru bir kurumdu. Şu andaki yozlaşmış yapısı ile zaten işlevini yitirmiştir. Bence de kaldırılmalıdr. Dediklerinize katılıyorum ve ben de sizin gibi o mitingde sünni vatandaşlarımızı da görmek isterdim. Saygılar.
-
OBAMA DİYENLER!
Obama'dan umutlanıp kurban kesenler boşa uğraşmasınlar, tabii başka niyetleri yoksa. Obama bir projedir. Bush'tan sonra ABD'nin bozulan imajını düzeltme projesidir. Obama ile birlikte ABD'nin dış politikasının 180 derece değişeceğini düşünmek, 50 yıllık A,B,C... planları yaparak çalışan ABD derin devletini inkar etmek demektir. Bu derin devleti, CIA'yı inkar etmek, ABDyi başkanlar yönetiyor demek de safdillilik olur. Obama ile birlikte ABD'de ırk ayrımının bittiğini sanmak da bir yanılgıdan ibarettir.
-
Mustafa filmine elestiriler...
Herhalde, 'ince zekasını' demek istemişsiniz. Filmin asıl ana teması bu zaten. İsteyen, bir filme istediğini sığdırabilir bu mazeret olamaz, bundan emin olun Saygılar.
-
ALEVILER NEDEN YÜRÜR?
Atatürk’ün yaptığı devrimlerden Türkiyedeki diğer gruplar gibi yüzyıllardır ezilen, hor görülen Aleviler de yararlanmışlar ve bir rahatlama yaşamışlardır. Ancak, örneğin laiklik bugün ordu gözetiminde, kolu kanadı kırılarak sözde bir ilke halini almıştır. Atatürk’ün Diyanet gibi bir kurumu oluşturmasındaki asıl amaç, devlet üzerinde yönetim iddiası bulunan müslümanlığın hanefi mezhebinde, dinin özüne uygun olarak reform yapılmasıdır. Bu yüzden toplumun büyük kesimini oluşturan sünni müslümanlar üzerinde büyük etkisi olan tekke, zaviye gibi ortaçağ artığı kurumların kapatılması gerekmiştir. Bunun yanısıra eşitlik ilkesi gereği Cem evleri ve Bektaşi tekkeleri de kapatılmıştır. Atatürkten sonra iktidarı ele geçiren, ortaçağ ve kapitalizm öncesi dönemin artıkları olan ve bu dönemin üstyapısı dine dayanan sünni toprak ağası ve hacı ağalar ekonomik güçleri dolayısıyla karşı devrim sürecini başlatmışlardır. Bugün, devletin Ramazan ile birlikte Muharrem ayına da önem vermemesi, Cami gibi Cem Evini de ibatdethane saymaması bu yüzdendir. Her Alevi köyüne cami yapıp Alevileri asimile etmeye çalışan, ve bence, okullarda zorunlu olması gereken ancak tüm dinleri anlatması gereken 'Din Kültürü ve Ahlak' derslerini, Sünni müslümanlığı anlatan bir ders olarak dayatan bu zihniyettir. Üstelik AKP döneminde Aleviler bölünmeye çalışılmış bazı Alevi aydınlar kullanılarak Alevilik, Sünniliğe entegre edilmeye çalışılmıştır. Bu mitingde Alevi vatandaşlarımızın haklı olarak tepkisinin hedefi kendine demokrat iktidar ve onun zihniyetidir.
-
Mustafa filmine elestiriler...
Atatürk neden içki ve sigara içmişti. Atatürk iradesine hakim olamayan, zayıf karakterli, alkolik yada zevk içinde işaret alemlerinde kendini harcamış bir adam mıydı ? Erken ölmek, intihar etmek için mi içti ? Ölüme meydan okumak için mi? Peki, içki içtiği için mi Siroz olup öldü ? Bir insan neden içki içer ? Neden sigara içer ? Milyonlarca içki ve/veya sigara içenler olduğu gibi milyonlarca da sebep var tabii. Herkes kendine göre yorum yapabilir. Dönemindeki çoğu kişi gibi Atatürk de sigara içerdi. Neden 3-4 paket içerdi ? Hayatının çoğu cephelerde geçmiş birisi için sorulmaması gereken bir soru bu. Sigara içen gençler askere gittiklerinde çoğunlukla neden daha çok içerler sigarayı, bir paralellik olabilir mi ? Yada bir şey tasarlarken daha çok sigara içen bir mimar, mühendis, grafiker, sanatçı, bir problemi çözmeye çalışan bir bilim adamı, bir arızayı tespit etmeye çalışan bir usta bir ipucu olabilir mi ? Öncelikle Atatürk bir dava adamıydı. Hayatını Türk milletine vakfetmiş bir liderdi. Bu uğurda çok az uykuyla, sürekli düşünen, kitap okuyan, araştıran, projelerini hayata geçirmek için tutkulu ancak ölçülü, milletinin geleceği için veliaht yapmasınlar diye soyunu bilinçli olarak devam ettirmemiş bir dava adamı...Zamanını asla boşa geçirmemiş, her anını, Türk milletinin geleceği, çağdaşlaşması bağımsızlığı için değerlendirmiş gerçek bir vatansever, milliyetçi. Öyle ki hasta yatağından kalkıp Hatayın bağımsızlığı için bizzat girişimlerde bulunmuş ve başarmıştı. Çünkü Hatayın Türkiyeye bağlanması da onun tüm benlğiyle inandığı bir dava idi. Neden Siroz oldu ? Alkolden mi ? Yoksa Suriye cephesinde kaptığı Malarya( Sıtma ) hastalığından mı ? O güvendiği Türk hekimleri arasında bulunan, kurulmasına şiddetle karşı çıktığı mason locası üyesi Dr.M.Kemal Öke'nin içeriğinde civa bulunan sıtma droglarından mı ? Çok fazla mı içerdi ? Gerçekten hergün bir büyük devirirmiydi. Sofrasında işret alemi mi yapardı ? Yazdıklarımdan sigarayı ve alkolü savunuyormuş gibi bir anlam çıkmasın ama, yoksa, en yakın silah arkadaşlarının bile Hilafet yanlısı olduğu, 9 kez suikast teşebbüsü yapıldığı, kendisini koruyan, gönülden bağlı bir avuç insan dışında, alkolün insanların zihninde ayrıştırıcı etkisini bildiği için çevresindekileri tahlil etmek, gerçek niyetlerini, bilinçaltlarını açığa çıkartmak ve geleceğe yönelik planlarını sağlama almak için mi ? Filmde, Atatürk'ün insani yönlerini gösterme ve sempati kazandırma kılıfı ardında onu, yalnız, yaptıklarından pişman olmuş hatta depresyona girmiş, alkolik, zayıf karakterli bir insan gibi gösterme çabaları olduğu çok açık ve bu yolla Atatürk'ü milletin gözünde küçük düşürme, gerçekleştirdiği devrimleri değersizleştirme, insanımızın kalbindeki o güveni yıkmaya yönelik amaca hizmet ettiği de AKP'li belediyelerin sağa sola çarşaf, çarşaf film afişi yapıştırmalarından, AKP'ye yanaşıp iş yapan Sabancı sponsorluğundan belli. Can Dündarın bir sonraki projesinin Saidi Nursi olması da düşündürücü. Bakalım Can Dündarın o ağlamaklı sesi ile Saidi Nursi nin hangi insani(!) yönü ortaya konulacak merakla bekliyorum. Satın alınabilen, ilkesiz aydınların, insanların olduğu bir ortamda da böyle şeyleri normal görmek gerek. Vatanı bir çift kadın memesine satarım diyen Ahmet Altan gibi... Milletin en büyük ahlaki tahribata uğradığı 12 Eylül ve Özal döneminden sonra para kazanmanın, paranın her türlü ilkenin üstünde tek ilke olması bu ülkenin ana sorunudur.
-
"ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Osmanlıya en geç gelmiş milliyetçilik etnik Türk milliyetçiliğidir. Ne Amasya ne Erzurum ne de Sivas konresinde etnik temelli bir Türk milletinden bahsedilmemiştir. Kurtuluş savaşı sırasındaki isyanlar ulusal karakterde değildir, İngiliz kışkırtmacılıyla çıkarılmış isyanlardır. İngiliz çıkarları ile aşiret reislerinin çıkarlarının örtüşmesiyle çıkarılmış olaylardır. Tıpkı Arabistanda, ortadoğu coğrafyasında o dönem yine İngilizler tarafından kışkırtılan Arap şeyhlerinin ihaneti gibi. Ulusal bir Kürt kimliği var diyorsanız bunun sonu federasyondur. Bu ulusal kimliğin oluşmasında etkin olarak rol oynayanlar da emperyalist dış güçlerdir. Yaşama hakkı elinden alınanlar PKK'nın öldürdüğü ve buna karşılık öldürülen PKK'lılardır. Bu ortamda yanlışlıkla ölenler varsa, bunun, sistematik olarak devletin masum insanların yaşama hakkını elinden aldığını öne sürmek, devleti soykırımla suçlamak anlamına gelir ki bu büyük bir ihanet olur. Böyle demek istediğinizi zannetmiyorum. Yazı tarzınız sürekli şiirsel olduğu için farklı anlamalara, yorumlara yol açabileceğini de göz önünde bulundurmanızı rica ederim. Saygılar.
-
"ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Bu ütopyayı Türkiye mi gerçekleştirecek ? Bunu benim yazdıklarımdan mı çıkardınız gerçekten ? Yoksa başbananımızı mı kastettiniz ? Saygılar.
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Sn.Mavi, Bu konuda atlanan bir şey var, o da PKK'nın o çocukların aileleri üzerindeki etkili propogandası belki de baskısı. Araya dil yasağını serpiştirmeniz ise yersiz. Çünkü şu anda dil yasağı diye bir şey yok. Ha derseniz ki bazı Kürtçe yayınlar, kitaplar yasaklanıyor, o zaman o kitaplarda, yayınlarda ne derece bölücülük var, kanunlara aykırı yaklaşımlar var ona da bakmak lazım. Yani, eğer varsa bir yayın yasağı Kürtçe olmasından değil, o yayında belki PKK'ya övgü yapılmasından belki çarpıtılmış bölücü tarih anlayışından vs. Öte yandan, eğitimsiz olduğunu vurguladığınız bu insanların PKK'nın bu anlamda Kürtçe yasağı diye niteledikleri şeyi içselleştirebileceklerini hiç sanmıyorum, çünkü kendi hayatlarında Kürtçe zaten doğal olarak var ve bu konuda hiç bir engel yok. Bu yüzden bu olaylarda PKK'nın Kürt vatandaşlarımız üzerinde psikolojik ve doğrudan baskısı olduğunu düşünüyorum. Sizin söylemek istediğiniz sanırım devletin öğretmenler vasıtası ile diyaloğu kurması, karşı propogandayı etkin hale getirmesi, insanımıza gerçekleri göstermesi. Bu konuda hem fikiriz. Ancak, devletin yaptığı yardımları ( çocuk parası, kömür parası, ücretsiz sğlık hizmeti ) küçümsemek de doğru değildir. İnsanların göç etmesinde de sadece devletin sorumlu olduğunu düşünmeniz de yanlıştır. Bunu söylemek, asıl sorumluyu, sebebi ( PKK terörü ) atlamaktır ki büyük bir hatadır. Adana valisinin yeşil kartları inceleteceğini söylemesi üzerine o insanların ayaklanması, bu ayaklanmaların arkasında PKK teorisyenlerinin olduğu düşüncesini güçlendiriyor ve valiyi haklı çıkarıyor. Bu insanlar aç oldukları yada muhtaç oldukları için, sömürüldükleri için falan marksist bir isyan içinde değiller. Böyle olduğunu düşünürseniz otomatikman Türkiyenin diğer çok daha yoksul bölgelerinde neden ayaklanma olmuyor sorusu haklı olarak gündeme getirilir. Bu insanların üzerinde PKK'nın çok etkili propagandası söz konusu ve devletin acilen sizin dediğiniz gibi önlemler alması, öğretmenler vasıtası ile birebir karşı propaganda yapması gerekli. Saygılar.
-
"ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Elbette, buna saygı duyarım. Yani, eyim dedikten sonra yok siz o değilsiniz diyemem tabii. Katılırsınız yada katılmazsınız, benim yaptığım sadece analiz ve durum tespiti. Bunda alınacak da bir şey yok, Sn. Mavi. Sn.Dipnot alınmasın, iyi niyetinden kuşkum yok ama maalesef ezbere yazıyor. Şu aşağıdaki alıntıladığım yazıyı okuyun lütfen, ondan sonra tartışalım. "Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun etnik, dinsel ve kültürel nüfus kompozisyonunu, mikro boyutta, rakamsal olarak belirlemek olanaksız: Devlet İstatistik Enstitüsü bu ayrıntıda veri sağlamıyor. En küçük yerleşim birimi bazında bireysel veri toplama çabaları ise, gerek devletin politik kaygıları ve incelenen toplulukların dışa kapalılıkları, gerekse tam tesadüfi örnekleme yapabilme konusundaki teknik sorunlar nedeniyle çok kısıtlı. Ancak, Fırat'ın doğusunda kalan bölgede yapılan pilot çalışmalar (ki bunların istatistiki açıdan güvenilirliği yoktur), sadece gerekli olan tercüman sayısı ve niteliği ile dahi olsa, çokkültürlü bir tablo ortaya çıkarıyor. Çok kaba hatlarıyla da olsa, bölgedeki dil ve din çeşitliliği aşağıdaki gibi özetlenebilir. Mikro-kültürler Güneyde, Antep ovasından Fırat'a doğru yolun güneyi, Barak'ın en kuzey sınırı: Osmanlı tarafından Colap Çölü'ne (Suriye) sürülmüş, Abdülhamit Han'ın fermanı ile kuzeye gelmesine izin verilmiş, evi Ar-Rakka (Suriye) olan Türkmen boyu. Yaşlı erkeklerin şakağında, Orta Asya geleneği olan ceylan dövmesi, kadınları silme bezeli, Orta Asya'dan bu yana hâlâ her evden bir erkeğin Türk ordusuna verildiği Barak boyu. Yolun kuzeyi, yine Abdülhamit Han'ın fermanı ile Dersim'den aşağı inen Alevi Zaza aşiretinin bölgesi. Eski Yezidi köylerini kontrolü altına alan bu aşiret, İran'daki yeraltı sulama sistemini, İran'daki adı olan Kanat ile, Dereboyu'nda kuran aşiret. Yerüstündeki ağızları Hazreti Ali'nin kılıcı ve Acem Aslanı ile bezeli olan Kanatlar kız isteme töreninin de mekânı. Fırat'ı Birecik'te geçer geçmez, güneydeki köylerde, Fırat yine kutsal nehir, "şeytan" sözcüğü yasak ve dil Bedevi Arapçası. Erkeklerin şakaklarında Güneş Tanrısı'nın simgesi güneş kursu, kadınlar yine baştan aşağı bezeli. Şeyh dışında okumak yasak, yabancı ile konuşmak yasak, "ben Yezidiyim" demek yasak. Doğuya doğru birkaç köy sonra, sınır boyunda, Barak'ın bir kolu, hemen ardından, Kurtuluş Savaşı'nda Urfa'nın Fransızlardan kurtarılmasında büyük katkıları olan, erkekleri uzun Arap entarisi giyen, rengarenk ipeklere sarılı kadınları yine baştan ayağa bezeli Arap aşireti. Suruç'un kuzeyinde, İslamlaştırma politikalarının ağır baskısı altında başevi bölünmüş olmasına rağmen, geleneklerini korumaya çabalayan, Sorani lehçesi konuşan, büyük ve güçlü Yezidi aşireti. Yine kadını ve erkeği dövmeli, ama motifler farklı. Urfa merkez köyleri ve kuzeyindeki Kürtçe lehçe yine Sorani, halk ismen de olsa Sünni. Kuzeye, özellikle Halfeti-Bozova ilçelerine doğru Kadiri tarikatı hakim. Kızıltepe'nin kuzeyinde, yer yer yine Arapça konuşulan, İslamlaştırma baskısı ile evlerine kapanmış Yezidi köyleri ardından, Diyarbakır'dan doğuya doğru Kurmanci lehçesi yelpaze gibi açılıyor. Kurmanci lehçesinin kuzeyi Türkçe ve çeşitli Zaza lehçeleri konuşan, çoğunlukla Alevi adı altında toplanan inanç grupları; kasaba ve kentlerde Şafiler ve Nakşibendiler; bazı kasabalarda dil Arapça. Güneyde sınıra yakın, Mardin-Midyat ekseninde Süryani ve Aramice; bir iki ufak yerleşmede Kurmanci lehçesi konuşan Bahailer ve Türkçe'nin yanı sıra kendi dilini korumayı başarmış Sünni Çerkesler. Asimilasyon Fırat'ın doğusu sorunu Atatürk Türkiyesi'nde, "Türküm diyen Türk'tür" prensibi ile çözülmek istendi ve bunun ön şartı olarak da yeni yetişen nesillere Türklük bilinci, gururu ve dili benimsetilmeye çalışıldı. Devletin laik olması, Cumhuriyet'in ilk yönetici kadrolarının İslam'la çok özdeşleşmiş olmaması, mikro din-kültür gruplarını bir dereceye kadar korudu. Bir yandan yükselen Kürt milliyetçiliği, diğer yandan İslam dininin güçlü etkisi ile Türkleştirme politikasının iflas ettiğini görüyoruz. Günümüzde, bu çeşitlilik sorunu Abdülhamit Han yöntemleri ile çözülme aşamasında. 12 Eylül ile sistemli bir şekilde uygulamaya konan İslamlaştırma politikasının son halkası, AKP iktidarı, çeşitli etnisite, dil ve dini inancın birarada yaşadığı bölgeyi, yine 1890'lardaki yaklaşımla, İslam şalıyla örtmeyi deniyor. İktidar partisi, en azından, sınırlarımız içinde birlik ve beraberliğin, ortak Müslümanlık temelinde sağlanabileceği kanısında. Oysa bu politika, ne yazık ki, en az Sultanahmet'teki Bizans Sarayı kalıntıları kadar korunmaya layık olan kültürel çeşitlilik mirasımızı yok edecek. Yezidilik gizli bir din, dışarıdakilere anlatılmıyor. Son temsilcileri de İslam'a döndürüldüğü zaman artık onu, Harran'daki Sabilik gibi, hiç bilemeyeceğiz. Ya erkeklerinin kolları Süryani haçıyla bezeli, Türk devletine her zaman sadık Türkmenler neye inanıyor? Zazaların şeyhleri güçlerini nereden alıyor? Hepsini Sünni- İslam şalı örtmeden bilmek istemiyor muyuz? Entegrasyon ve Kuzey Irak modeli "Kürt haklarını" korumak üzere örgütlenmiş olan DTP, asimilasyona şiddetle karşı çıkarak, entegrasyon modelini savunuyor. Çok sayıda yerel meclise dayanan bu model, çeşitliliğin korunmasında umut veren bir başlangıç olmakla beraber, yeterince açık değil. Ancak, Kuzey Irak'taki uygulamalar bir gösterge olacaksa, bu politikanın genel kullanımdaki adı "ulus-yapılandırma": Belli bir etnik grubu aynı dil, din, kültür çevresinde birleştirme. İlkesel olarak Türkleştirmeden hiç farkı olmayan bu politika doğrultusunda atılan ilk ve çok önemli bir adım, Sorani lehçesinin Irak'ta resmi Kürtçe olarak tanınması. Sorani, Kahtaniye bağlı, nispeten daha laik olarak tanımlanan Süleymaniye halkının konuştuğu lehçe. Kuzey Irak bölgesel hükümetinin başı Barzani ise Kurmanci konuşuyor ve kendi aşiretinin dilini "Kürt ulusu" adına feda etmesine yol açan bu sert politika, DTP'ye yakın bazı Kürt aydınları tarafından da destekleniyor: Amaç Türkiye'de de ortak bir Kürt dili, geçmişi ve dini yaratmak. Irak'ta güçlü Barzan aşiretinin bile direnemediği baskıya boyun eğecek olan Yezidiler ve Zazalar, bu kez Kürt asimilasyonu ile karşı karşıya kalacak. Bölge okullarında bu kez Kürt dili olarak, Türkiye'de Sorani'den daha yaygın olan Kurmanci öğretilecek; dövmeli bütün Türk ve Arap boylarının yanı sıra Kurmanci konuşan Karakeçililer ve tabii tüm Zazalar Kürt sayılacak, muhtemelen bir ortak din olarak Şafilik benimsenecek ve ne yazık ki bunun adı da entegrasyon olacak." (GÜNEŞ ÖZDURAL-RADİKAL)
-
"ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Kürtler Türkiyede azınlık değildir,biz de bunu savunuyoruz zaten aynı fikirdeyiz ama buyrun bunu AB 'ye anlatın,onların azınlık tanımları farklı. 1 Şubat 1998 tarihinde resmen yürürlüğe giren Avrupa Konseyi'nin etnik azınlıkların korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşmesi kapsamında azınlık gözüyle bakan ve bize dayatan da onlar. Bu insan haklarını tam olarak ortaya koyun ki anlayalım. Ona göre cevap verelim. Uluslaşma sürecini henüz tamamlamamış, eğitimin ezberciliğe dayalı olduğu, demokrasi bilincinin gelişmediği, batıyı 100 yıl öncesinden takip eden bir ülkede, farklı bir ulusun (etnik gruptan bahsetmiyorum ) varlığından bahsediyorsunuz. Bunu biraz düşünün derim. Saygılar.
-
"ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Osmanlı, Kürtlerde feodalizmi destekleyerek, ağalara, beylere, mirlere ciddi bir nüfuz sağlamıştır. Bu nüfuzun devam etmesini isteyen feodal beyler, İngilizlerin de etkisi ve desteğiyle, Ankaraya kadar gelmiş Yunan ordusu varken bile, Sivasta halkı, serfleri ayaklandırarak(Koçgiri), Ankara hükümeti kuvvetlerine saldırtmışlardır. Ayaklanmayı Nurettin paşa bastırmıştır. Özellikle son 30 yılda, bir çok dış güç eliyle ve emperyalist devletlerin bu konudaki özel çabalarıyla ( Rusların Kürtçe sözlük yapması, İsveçin tarih yazması vb. ) ve bazı siyasetçilerimizin basiretsizliğiyle (Evren, Özal, Demirel) bir KÜRT ULUSU yaratılmak üzere ve bu doğrultuda o bölgelerde yaşayan tüm etnik, dini grupları Kürtlükte birleştirme ve asimilasyonu ve uydurma bir ontolojik temellendirme çalışmaları söz konusu.Eğer ısrarla vurgulanan o Türk kimliği etnik Türk kimliği ise yani eğer vurgulanan o ise dediğinizin katkısı da olmuş olabilir. İster katılın ister katılmayın diğer etkenlerin katkısı daha büyüktür. Saygılar.
-
"ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Türkler de dışındaydı. Sn. Mavi, Gücenmeyin alınmayın ama Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken millet(ulus) değildi. Ha keza Türkler de değildi, Lazlar da değildi, Çerkesler de...İşte bu yüzden, kuruluşta herkesi kapsayan, etnisiteden uzak bir Türklük, Türk Ulusu düşünüldü. Ancak, özellikle son 30 yılda, bir çok dış güç eliyle ve emperyalist devletlerin bu konudaki özel çabalarıyla ( Rusların Kürtçe sözlük yapması, İsveçlilerin tarih yazması vb. ) ve bazı siyasetçilerimizin basiretsizliğiyle (Evren, Özal, Demirel) bir KÜRT ULUSU yaratılmak üzere ve bu doğrultuda o bölgelerde yaşayan tüm etnik, dini grupları Kürtlükte birleştirme ve asimilasyonu ve uydurma bir ontolojik temellendirme çalışmaları söz konusu. Bu süreci görememiş olanlar için de kafa karışıklığı da gayet normal. Çünkü olay bir hak verme meselesi, bir insani empati meselesi oluyor, ister istemez. Bu durum geri döndürülemez bir hal almıştır. Olay demokratikleşme falan değil, önce azınlık hakları, sonra federasyon, daha sonra konfederasyon ve güney Kürdistanla ( K.Irak Barzani yönetimi ) birleştirme projesidir. Sorulması gereken soru şudur: Neden Kürtler, Kurmançiler ? Neden İsveçteki Laponlar yada Amerikadaki Komançiler değil. Saygılar.
-
"ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Sn. Mavi, mesela, demokrasisinden övgü ile söz ettiğimiz Almanlar uluslaşma sürecini bizden çok önce yaşamışlar, sanayileşmeyi, burjuva devrimlerini yapmışlarr, bazı kavramları, yaşadıkları kötü deneyimler (Hitler vb.) sonunda da oturmuş artık. Keza, Fransada böyle, şimdi yanılmıyorsam 7. cumhuriyetlerini yaşıyorlar. Türkiye ile hiç bir şekilde kıyaslanamaz bu ülkeler. Bizden 134 yıl önce burjuva devrimlerini gerçekleştirmişler, hem de kendi iç dinamikleri ile. Atatürk bu süreci 20 yılda tamamlamaya çalıştı. Ve onun modeli tüm 3.dünya ülkelerine bir ideoloji oldu. Ama maalesef içimizdeki şeriatçılar ve hainler bu süreci tersine döndürdü. Karşı devrim sürüyor, 68 yıldır. İşte onun için bizim demokrasimizde değiştirilemez kanun maddeleri var, işte onun için ırkçılığa karşı, şeriatçılığa karşı, bölücülüğe karşı maddeler var. Halkımız devrimlerin biçimlemesinden, demokrasi bilincinin yerleştirilmesinden uzak bırakıldı 68 yıldır, ABD destekli sağ partiler yıllardır kendi çıkarları için, şeriatçılığı da, feodalizmi de, bölücülüğü de desteklediler ve bugünlere geldik. O dediğiniz haklar verilise Türkiye diye birşey kalmaz. Korku değil bu mantık. Çünkü, malzeme belli.Bizim Avrupa gibi olabilmemiz için bin fırın ekmek yememiz gerek. Ama, komplekse girmeye de gerek yok. Öyle olması gerekiyormuş öyle olmuş. Bu bizim insan olarak değerimizi düşürmez. Saygılar.
-
Almanya’da etnik ayrım
Güzel bir benzetme Sn.Yakışıklı, izninizle biraz detaylandırayım. O bahsettiğiniz ailenin en küçük kızı diyelim ki tarikatçılara, şeyhin birine kapıldı. Baba olarak sizi reddediyor, size hakaret ediyor, üstelik kredi kartınızı harcayıp sağa sola para dağıtıyor, annesinin giydiğini redediyor, tessettüre giriyor, sizi kafirlikle suçluyor, tehdit ediyor, kardeşine eziyet ediyor şeyhine güvenerek.( Bu anlattıklarım bire bir gerçektir) Evden kovamıyorsunuz çünkü canınız, ciğeriniz çocuğunuz, dövseniz daha da bağlar kopuyor. Diyalog mümkün olmuyor çünkü o ben farklıyım diyor ve bu evde yaşayacaksam beni bu halimle kabul edeceksiniz diyor. Kabul ettiğinizde ise eve birtakım adamlar, kadınlar geliyor, ayin yapıyorlar, ev düzenine karışıyorlar, evde huzursuz bir ortam oluşuyor. Bunun sonu neye varır?
-
Almanya’da etnik ayrım
Haklısınız, çok doğru bir tespit! İşin sırrı galiba burda. Saygılar.
-
Almanya’da etnik ayrım
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun etnik, dinsel ve kültürel nüfus kompozisyonunu, mikro boyutta, rakamsal olarak belirlemek olanaksız: Devlet İstatistik Enstitüsü bu ayrıntıda veri sağlamıyor. En küçük yerleşim birimi bazında bireysel veri toplama çabaları ise, gerek devletin politik kaygıları ve incelenen toplulukların dışa kapalılıkları, gerekse tam tesadüfi örnekleme yapabilme konusundaki teknik sorunlar nedeniyle çok kısıtlı. Ancak, Fırat'ın doğusunda kalan bölgede yapılan pilot çalışmalar (ki bunların istatistiki açıdan güvenilirliği yoktur), sadece gerekli olan tercüman sayısı ve niteliği ile dahi olsa, çokkültürlü bir tablo ortaya çıkarıyor. Çok kaba hatlarıyla da olsa, bölgedeki dil ve din çeşitliliği aşağıdaki gibi özetlenebilir. Mikro-kültürler Güneyde, Antep ovasından Fırat'a doğru yolun güneyi, Barak'ın en kuzey sınırı: Osmanlı tarafından Colap Çölü'ne (Suriye) sürülmüş, Abdülhamit Han'ın fermanı ile kuzeye gelmesine izin verilmiş, evi Ar-Rakka (Suriye) olan Türkmen boyu. Yaşlı erkeklerin şakağında, Orta Asya geleneği olan ceylan dövmesi, kadınları silme bezeli, Orta Asya'dan bu yana hâlâ her evden bir erkeğin Türk ordusuna verildiği Barak boyu. Yolun kuzeyi, yine Abdülhamit Han'ın fermanı ile Dersim'den aşağı inen Alevi Zaza aşiretinin bölgesi. Eski Yezidi köylerini kontrolü altına alan bu aşiret, İran'daki yeraltı sulama sistemini, İran'daki adı olan Kanat ile, Dereboyu'nda kuran aşiret. Yerüstündeki ağızları Hazreti Ali'nin kılıcı ve Acem Aslanı ile bezeli olan Kanatlar kız isteme töreninin de mekânı. Fırat'ı Birecik'te geçer geçmez, güneydeki köylerde, Fırat yine kutsal nehir, "şeytan" sözcüğü yasak ve dil Bedevi Arapçası. Erkeklerin şakaklarında Güneş Tanrısı'nın simgesi güneş kursu, kadınlar yine baştan aşağı bezeli. Şeyh dışında okumak yasak, yabancı ile konuşmak yasak, "ben Yezidiyim" demek yasak. Doğuya doğru birkaç köy sonra, sınır boyunda, Barak'ın bir kolu, hemen ardından, Kurtuluş Savaşı'nda Urfa'nın Fransızlardan kurtarılmasında büyük katkıları olan, erkekleri uzun Arap entarisi giyen, rengarenk ipeklere sarılı kadınları yine baştan ayağa bezeli Arap aşireti. Suruç'un kuzeyinde, İslamlaştırma politikalarının ağır baskısı altında başevi bölünmüş olmasına rağmen, geleneklerini korumaya çabalayan, Sorani lehçesi konuşan, büyük ve güçlü Yezidi aşireti. Yine kadını ve erkeği dövmeli, ama motifler farklı. Urfa merkez köyleri ve kuzeyindeki Kürtçe lehçe yine Sorani, halk ismen de olsa Sünni. Kuzeye, özellikle Halfeti-Bozova ilçelerine doğru Kadiri tarikatı hakim. Kızıltepe'nin kuzeyinde, yer yer yine Arapça konuşulan, İslamlaştırma baskısı ile evlerine kapanmış Yezidi köyleri ardından, Diyarbakır'dan doğuya doğru Kurmanci lehçesi yelpaze gibi açılıyor. Kurmanci lehçesinin kuzeyi Türkçe ve çeşitli Zaza lehçeleri konuşan, çoğunlukla Alevi adı altında toplanan inanç grupları; kasaba ve kentlerde Şafiler ve Nakşibendiler; bazı kasabalarda dil Arapça. Güneyde sınıra yakın, Mardin-Midyat ekseninde Süryani ve Aramice; bir iki ufak yerleşmede Kurmanci lehçesi konuşan Bahailer ve Türkçe'nin yanı sıra kendi dilini korumayı başarmış Sünni Çerkesler. Asimilasyon Fırat'ın doğusu sorunu Atatürk Türkiyesi'nde, "Türküm diyen Türk'tür" prensibi ile çözülmek istendi ve bunun ön şartı olarak da yeni yetişen nesillere Türklük bilinci, gururu ve dili benimsetilmeye çalışıldı. Devletin laik olması, Cumhuriyet'in ilk yönetici kadrolarının İslam'la çok özdeşleşmiş olmaması, mikro din-kültür gruplarını bir dereceye kadar korudu. Bir yandan yükselen Kürt milliyetçiliği, diğer yandan İslam dininin güçlü etkisi ile Türkleştirme politikasının iflas ettiğini görüyoruz. Günümüzde, bu çeşitlilik sorunu Abdülhamit Han yöntemleri ile çözülme aşamasında. 12 Eylül ile sistemli bir şekilde uygulamaya konan İslamlaştırma politikasının son halkası, AKP iktidarı, çeşitli etnisite, dil ve dini inancın birarada yaşadığı bölgeyi, yine 1890'lardaki yaklaşımla, İslam şalıyla örtmeyi deniyor. İktidar partisi, en azından, sınırlarımız içinde birlik ve beraberliğin, ortak Müslümanlık temelinde sağlanabileceği kanısında. Oysa bu politika, ne yazık ki, en az Sultanahmet'teki Bizans Sarayı kalıntıları kadar korunmaya layık olan kültürel çeşitlilik mirasımızı yok edecek. Yezidilik gizli bir din, dışarıdakilere anlatılmıyor. Son temsilcileri de İslam'a döndürüldüğü zaman artık onu, Harran'daki Sabilik gibi, hiç bilemeyeceğiz. Ya erkeklerinin kolları Süryani haçıyla bezeli, Türk devletine her zaman sadık Türkmenler neye inanıyor? Zazaların şeyhleri güçlerini nereden alıyor? Hepsini Sünni- İslam şalı örtmeden bilmek istemiyor muyuz? Entegrasyon ve Kuzey Irak modeli "Kürt haklarını" korumak üzere örgütlenmiş olan DTP, asimilasyona şiddetle karşı çıkarak, entegrasyon modelini savunuyor. Çok sayıda yerel meclise dayanan bu model, çeşitliliğin korunmasında umut veren bir başlangıç olmakla beraber, yeterince açık değil. Ancak, Kuzey Irak'taki uygulamalar bir gösterge olacaksa, bu politikanın genel kullanımdaki adı "ulus-yapılandırma": Belli bir etnik grubu aynı dil, din, kültür çevresinde birleştirme. İlkesel olarak Türkleştirmeden hiç farkı olmayan bu politika doğrultusunda atılan ilk ve çok önemli bir adım, Sorani lehçesinin Irak'ta resmi Kürtçe olarak tanınması. Sorani, Kahtaniye bağlı, nispeten daha laik olarak tanımlanan Süleymaniye halkının konuştuğu lehçe. Kuzey Irak bölgesel hükümetinin başı Barzani ise Kurmanci konuşuyor ve kendi aşiretinin dilini "Kürt ulusu" adına feda etmesine yol açan bu sert politika, DTP'ye yakın bazı Kürt aydınları tarafından da destekleniyor: Amaç Türkiye'de de ortak bir Kürt dili, geçmişi ve dini yaratmak. Irak'ta güçlü Barzan aşiretinin bile direnemediği baskıya boyun eğecek olan Yezidiler ve Zazalar, bu kez Kürt asimilasyonu ile karşı karşıya kalacak. Bölge okullarında bu kez Kürt dili olarak, Türkiye'de Sorani'den daha yaygın olan Kurmanci öğretilecek; dövmeli bütün Türk ve Arap boylarının yanı sıra Kurmanci konuşan Karakeçililer ve tabii tüm Zazalar Kürt sayılacak, muhtemelen bir ortak din olarak Şafilik benimsenecek ve ne yazık ki bunun adı da entegrasyon olacak. (GÜNEŞ ÖZDURAL-RADİKAL)
-
Almanya’da etnik ayrım
Danca, Danimarka'da konuşulan, İskandinavca olarak da bilinen Kuzey Cermen dil ailesinden bir dildir.(Wikipedi) Turkish: Türkçe yani Türkiyece değil. Saygılar.
-
Almanya’da etnik ayrım
Sorun şurdan kaynaklanıyor. Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken millet(ulus) değildi. Ha keza Türkler de değildi, Lazlar da değildi, Çerkesler de...İşte bu yüzden, kuruluşta herkesi kapsayan, etnisiteden uzak bir Türklük düşünüldü. Sanırım Sn.Politikanın mantığı da bu. Ancak, özellikle son 30 yılda, bir çok dış güç eliyle ve emperyalist devletlerin bu konudaki özel çabalarıyla ( Rusların Kürtçe sözlük yapması, İsveçin tarih yazması vb. ) ve bazı siyasetçilerimizin basiretsizliğiyle (Evren, Özal, Demirel) bir KÜRT ULUSU yaratılmak üzere ve bu doğrultuda o bölgelerde yaşayan tüm etnik, dini grupları Kürtlükte birleştirme ve asimilasyonu ve uydurma bir ontolojik temellendirme çalışmaları söz konusu. Bu süreci görememiş olanlar için de kafa karışıklığı da gayet normal. Çünkü olay bir hak verme meselesi, bir insani empati meselesi oluyor, ister istemez. Bu durum geri döndürülemez bir hal almıştır. Olay demokratikleşme falan değil, önce azınlık hakları, sonra federasyon, daha sonra konfederasyon ve güney Kürdistanla ( K.Irak Barzani yönetimi ) birleştirme projesidir. Sorulması gereken soru şudur: Neden Kürtler, Kurmançiler ? Neden İsveçteki Laponlar yada Amerikadaki Komançiler değil. Saygılar.
-
Almanya’da etnik ayrım
Sn. Yakışıklı, Danish noluyor o zaman Kürtler Türkiyede azınlık değildir,biz de bunu savunuyoruz zaten aynı fikirdeyiz ama buyrun bunu AB 'ye anlatın,onların azınlık tanımları farklı. Danca konuşan insanları da bu tanım içerisinde değerlendirmişler. 1 Şubat 1998 tarihinde resmen yürürlüğe giren Avrupa Konseyi'nin etnik azınlıkların korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşmesi kapsamında onların devletinin olup olmaması önemli değil artık. Kürtleriçin de bu mantıkla azınlık gözüyle bakan ve bize dayatan da onlar. Yeni dünya düzeninde gündeme gelen mikro milliyetçiliğin dünyaya barış ve huzur getirmediği ortada. Belki de bu anlayış, hümanizm maskesi altında geri kalmış toplumların geri yapılarını korunarak, modern dünyanın nimetlerinin dışında kalmasını sağlanarak, dünyanın bir tür doğal müze olmasını isteyen batılı oryantalist zihniyetin bir devamıdır. Yada, çok-uluslu şirketlerce desteklenen modern teknolojinin üretimi ürünleri için sürekli yeni pazarlar bulmak zorunda olan kapitalizm makinasının zorladığı emperyalizmin 3.dünya ulus-devletlerini bir engel olarak görmesiyle ortaya atılmış kavramlar... Aslında kim istemez milliyetin olmadığı, tek bir yönetimin olduğu, tek bir dilin( örneğin esperantoca ) geçerli olduğu, insanların savaşacak farklı değerleri olmadığı, kendilerini sanata, bilime, insani değerleri anlamaya verdikleri bir dünyayı ?.. Şimdilik ütopya görünüyor bunlar. Türkiye Cumhuriyetinin değerleri o kadar kötü değil, Atatürkün ön gördüğü, dünyaya örnek olmasını istediği Türkiye de bu değil, bundan emin olun. Saygılar.
-
Dünya, utancımızı İngiliz Düşes’in gizli kamerasından görecek
Evet, Sn.Politika, Daha düne kadar, bu basın özgürlüğüdür, her kurum eleştirilebilir deyip, Aktütün baskınını bahane ederek nereden elde ettikleri belli olmayan uydurma görüntülerle TSK'yı kıyasıya eleştiren, hatta 'kendine gel general' diye hitap edip, halkın gözünde küçük düşürmeye çalışan Taraf, Atv gibi mütareke basını ve dinci medya, şimdi, tam bir çifte standart örneği göstererek, bir devlet kurumunda yaşanan içler acısı durumu kapatmaya, TVlerde bakan Çubukçuyu çıkarıp aklamaya çalışıyor. Nerde Taraf gazetesinde bu haber ? Ben bulamadım ? Bu mu bunların vatanseverliği, bu mu insanseverliği ? Bunların tavrı mütareke basınını da geçti. Saygılar.
-
DİNCİ VE AKP YANLISI MEDYA
DİNCİ VE AKP YANLISI MEDYA ÜZERİNE Yazar Barış Yarkadaş ve Diğerleri Cumartesi, 10 Mayıs 2008 İşte size medyamızın büyük kısmının hali pür melali hakkında fikir verecek dört yazı daha. Birincisi Barış Yarkadaş’a ait. Sözünü ettiği gazetelerin üçü de birer militan AB destekçisi… Üçünün toplam tirajı 1 milyon 100 bini aşıyor. Her bir gazeteyi en az 2 kişinin okuduğunu varsayarsak, 2 milyon 200 bin kişi eder. Bu kadar insanımızı hiç arlanmadan kandırıyorlar. “Yalan üzerine propaganda” onlarda, “çifte standart” onlarda, “propaganda” onlarda… Bir de Müslümanlık taslıyorlar. Ve Sözcü Gazetesi'nden Mehmet Şehirli’nin yazısı… Başkalarının iğreti verdiği -şaibeli- parayla ayakta duracak bir gazeteden, bir TV kanalından ne beklenir. Bakın, yazıyı aldığım site nasıl bir yorum yapmış bu konuda: “Çalık kredisinde şok iddia! Çalık 750 milyon dolarlık krediyi iki bankanın reklamlarını yayınlayarak ödeyecek. SABAH-ATV'nin resmen sahibi olan Çalık Holding patronu Ahmet Çalık’ın Halkbank ve Vakıfbank’tan aldığı toplam 750 milyon dolarlık kredi ile ilgili sorular dağ gibi… Ne teminat,ne faiz, ne de vade biliniyor. Bilinen tek şey Çalık’ın krediyi Ali Cengiz oyunuyla ödeyeceği!..İddiaya göre bu iki banka Sabah ve atv’ye yüklü reklam verecek. Bedelini de Çalık’ın kredi borcundan düşecek.” Böyle kolaylık dünyanın neresinde görülmüş? Halk bu oyunları bilmiyor, adı geçen gazeteyi okurken, kanalı izlerken, gerçekleri öğrendiğini sanıyor. Ya Ahmet Hakan’ın yazısı? Dinci-AKP destekçisi gazeteler işlerine gelmeyen olayı gizliyor, görmezden geliyorlar. Eğer yer vermek zorunda kaldılarsa, ya küçümsüyor ya da işlerine geldiği gibi yorumlayarak veriyorlar. Öyle ki o yorumla gerçek çarpıtılmış oluyor. Çıkarlarına uygun bir olaysa, örneğin karşı tarafı yıpratan bir olaysa, abartmanın, yeri göğü sarsmanın bini bir para! Tam bir “ikiyüzlülük”, tam bir ahlâk düşüklüğü değil mi bu? Türkiye böyle bir basınla nereye gidebilir? Ve Mehmet Faraç: İslamcı ve AKP amigosu yazarlar arasında ikiyüzlülüğün, takiyyenin, çifte standardın, yalanın ne kadar yaygın olduğuna dair kanıtlar sunuyor bize. Engin bir masumiyetle açarak ciddi ciddi okuyup, sayesinde gerçekleri öğrendiğimizi, kültürümüzü artırdığımızı sandığımız gazeteler -birkaç istisna dışında- bu kadar basit ve ilkel işte. Medya’nın karanlık yüzüne ışık tuttukları için değerli yazarlarımıza teşekkürlerimle.
-
Mustafa filmine elestiriler...
Kişisel Gelişim - 31.10.2008 - 12:30 Mustafa filmi gösterime girmeden önce ve girdikten sonra tartışmalar devam ediyor. Bu anlamda dikkatle incelenmesi gereken bir konu. Can Dündar bir röportajında "Hangi belgesel üzerine çalışıyorsunuz? " sorusuna şu cevabı veriyor. "Neşet Ertaş belgeseli montaj aşamasında. Mülkiye belgeselini bitirmek üzereyiz. Bu kadar Atatürk lafı edilen bir ülkede Atatürk belgeseli bile henüz yapılamadı. Said-i Nursi üzerine bir teklif var, ona da çalışıyoruz. " Atatürk Lafı kelimeleri oldukça ilginç. Sonraki cümle de ise Said'i Nursi Belgeseli üzerine çalışıldığının söylenmesi daha da ilginç. Demek ki bu dönemde Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili bir çalışma yok. Mustafa Kemal'i normalleştirmek özellikle tarikatçı kesimin isteklerinden birisi. Blogda yayınlanan Mustafa Kemal Hakkında internette dolayan bir yazı üzerine düşünceler de böyle bir yapıda hazırlanmış yazının altında yatan düşüncelerin neler olduğunu gösteriyor. http://blog.milliyet.com/erenlp blogunda en çok okunan yazı kısmında görebilirsiniz. Filmde vurgulanan temel öğe yanlızlık. Liderlerin yanlız olması doğal sayılabilir ama bunun acınılacak bir durum olması ve bu şekilde verilmesi Can Dündar'ın temel yanlışlarından bir tanesi. John Nash'in hayatının anlatıldığı Beautiful Mind filminde de anlatılmaya çalışılan alt mesaj bu idi. John Nash'in hastalıkları ve çektiği acının altında dahi olmasının yattığı farkında olmadan söyleniyordu. "Dahi olursanız, acı çekersiniz" mesajı derinden derine veriliyor, Forrest Gump gibi olun, herşeye kavuşun demek istiyor olabilirlerdi. Can Dündar da Laf olarak gördüğü Atatürk'ü geçmişini arayan adam olarak gösterirken yanlızlık acı çekmektir demek istiyor. Said'i Nursi'yi incelerken onun yanlızlığından etkilenmiş olabilir mi? Bunu kendisi bilebilir. Ama bu öğenin etkin olarak kullanılması gelecekteki bir açılım yüzünden olabilir. Şu anda tarikat lideri olup yaşayan, acı ve yanlızlık çeken birisi Fetullah Gülen'dir. Said'i Nursi belgeselinden önce Mustafa yorum-belgesel filmininyapılması gelecekte çekilecek ve para kazanılacak bu iki filme hazırlık olsa gerektir. Mustafa Kemal yanlızlıktan dolayı acı çekti, bari yaşayanlar çekmesin diyerek Türkiye'ye gelemeyen kişilerin getirilmesine çalışılabilir. Kendisi de yanlızlıktan çok korkmaktadır. Yazılarına baktığımızda herkese verilecek mesajı olduğu halde hiçbir zaman açık bir tavır ortaya koyamamaktadır. Duygulu yazıları internette dolaşır ama insanları biraz da Orhan Gencebay, Sezen Aksu şarkıları gibi pasifleştirir. Pasiflora etkili yazılar içinde hayır yoktur ve tavır yoktur. Bunları yaparken bu sefer önemli bir hata yapmış ve konuya Turkcell'i karıştırmıştır. Turkcell'e vurulmak istenen darbeyi kurum atlatmış ve film üzerindeki tartışmalar Can Dündar tarafından başka bir alana çekilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda Turkcell yönetimini de tebrik etmek gerekiyor sponsor olamadığı için bu filme. Önemli sayılabilecek bu hata yakın zamanda Can Dündar'ı bir seçim ve karar noktasına getirecektir. Yılmaz Erdoğan bir televizyon kanalı tarafından beğenilmeyen bir bölümün geri dönmesi üzerine "boş kaset göndersem yayınlamak zorundadırlar" dedikten sonra tükenmiştir. Can Dündar için de benzer bir süreç yaşanabilir. Sonuçlarını hep birlikte göreceğiz ve izleyeceğiz. Sonuç umarım kaynakları zengin Can Dündar'ın değişim sürecine olumlu katkılarda bulunur ve bilgilerini yeniden tarafsız olarak aktarmaya başlar yeniden. Mustafa Kemal Atatürk ise bu yanlış filmden dolayı zayıflamadığı gibi kavram olarak daha da güçlenerek çıkacaktır. Cengiz Eren
-
Almanya’da etnik ayrım
Almanya'daki Danimarkalı azınlık ( Wikipedi ) Güney Schleswig'deki Danimarkalı azınlık ya da Danimarka'daki Alman azınlık 1920 tarihinde Schleswig'de yapılan referandumla ortaya çıkmıştır. Almanlar ve Danimarkalılar, kral ve kraliçelerin belli hanedan aileler arasından seçildiği uzun yüzyıllar boyunca barış içinde yan yana yaşadılar. Bu dönemi takip eden liberal Danimarka mutlakiyet rejiminde de öneml sorunlar yaşanmadı. Ancak 19'ncı yüzyılla birlikte yükselen milliyetçi düşünceler bölgede de etkili oldu; hak talepleri, iki milliyet arasında çeşitli ihtilaflar doğurdu. Bölgede 1848 yılında Danimarka yönetimine karşı bir isyan patlak verdi. Gelişmeye komşular da müdahale edince Danimarka ile Prusya-Avusturya savaşı yaşandı. Danimarka savaşı kaybedince 1864 - 1920 yılları arasında Schleswig bölgesinin tamamı Prusya'nın egemenlik alanında kaldı. 1920 tarihinde Schleswig'de yapılan referandumla kuzey kesimi Danimarka'ya bırakıldı. 1920 referandumu sonrası günümüzde hala geçerli olan sınır ve sınırın her iki yakasında farklı milliyetlyerden azınlıklar ortaya çıktı. Azınlık statüsünün gelişimi 1920-1945 Tarih Güney Schleswig'deki Danimarkalı azınlık, 1920'de Schleswig'de yapılan referandumla ortaya çıkmıştır. Sınır belirlenirken , Danimarka'ya daha fazla toprak sağlayabilme gayesiyle, Almanca ve Dancanın yoğun olarak konuşulduğu bölgelerin somut olarak belirlenmesinden uzak duruldu. Bu tutum sınırın her iki yakasında da önemli büyüklükte milli azınlıkların ortaya çıkışına vesile oldu. 1920 tarihli, Schleswig'in hangi devletin egemenlik sahasında yer alacağına dair referandum. Flensburg, Tondern ve Husum'dan meydana gelen, Schleswig'in kuzey kesimlerinen oluşan 2. Bölge'de toplam 12.800 kişi tercihini Danimarka yönünde belirtti. Danimarkalı azınlığın sayısı ilerliyen yıllarda 7.000'e kadar geriledi. Danimarkalı azınlık, 1933 - 1945 yılları arasındaki Nazi rejimi döneminde doğrudan hedef alınmasa da baskılara maruz kaldı. Buna karşılık azınlık üyeleri diğer vatandaşların zorunlu olarak katılmak zorunda oldukları faaliyetlerden muaf tutuldular. Sözkonusu dönemde 1.000'den fazla aznlık mensubu milliyetini terk etti.[3] Schleswig-Holstein Eyeleti Tarih Araştıma Cemiyeti, savaş sonunda örgütlü Danimarkalı azınlık mensubunun sayısını 2.700 olarak belirtmektedir. 1945-1955 İkinci Dünya Savaşı sonrası Danimarkalı azınlığın derneklerinin üye sayısında adeta patlama yaşandı. Savaşın iki yıl ardından kendini "Danimarkalı azınlık" olarak tanımlayanların sayısı yaklaşık 100.000'i buldu. (Bu rakam Kühl tarafından 120.000 – 150.000, Schleswig-Holstein Eyeleti Tarih Araştıma Cemiyeti'nce (GSHG) 62.000 olarak aktarılmaktadır). 1945'te Danimarkalı azınlığın 9 okulunda 500 öğrenci eğitim görürken bu rakam 1948'te 60 okulda 14.500 öğrenciye yükseldi. 1947'de yapılan ilk eyalet seçimlerinde azınlığın adayları toplam 99.500 oy aldılar. 1948 yılının başında Danimarma Kültür Derneği 78.000 üye sayısına ulaştı.[4] Ancak araştırmacılar, savaş sonrası ortaya çıkan bu gelişmede "Yeni Danimarkalı" adı verilen toplumsal kesimin etkili olduğuna işaret ediyorlar. Danimarka milliyetinde olmayan bu kesim, Danca da bilmiyordu: Kühl, bu gelişmede siyasi ve milli etkenlerin yanı sıra maddi kaygıların da rol oynadığını savunuyor. Kühl'e göre savaş sonrası Almanya'nın eski, doğu bölgelerinden gelen sürgün ve mültecilerin yoğun olarak yerleştirildiği Schleswig Holstein'ın yerlileri Danimarkalı azınlık seçeneğine yöneldiler. Yerliler, Almanya'dan bağımsız Güney Schleswig devletini mülteci akınından kurtuluş imkanı olarak gördüler. Schleswig-Holstein Eyeleti Tarih Araştıma Cemiyeti de benzer bir tesbitte bulunmaktadır: „Kendilerini 'Yeni Danimarkalı' omarak niteleyenler arasında Dan dili ve kültürüne tamamen yabancı olanlar da vardı. Bunlar, Güney Schleswig'in Almanya'dan ayrılmasını, Danimarka'ya bağlanmasını umuyor ve talep ediyorlardı. Bu adım, bölge yerlilerinin kimliklerini tehdit edici nitelikte görülen ve bir yük olarak algılanan mültecilerin sınırdışı edilmesini de mümkün kılacaktı." Gerçekten de Schleswig-Holstein Almanya'nın doğu bölgelerinden gelen mültecilerin yerleştirildiği eyaletlerin başında geliyordu. Schleswig-Holstein Eyeleti Tarih Araştıma Cemiyeti yerli-mülteci oranını 1946 Ekim'inde 4:3 olarak vermektedir.[5] Hemen her eve bir mülteci yerleştirilirken gıda maddeleri uzun süre karneyle dağıtıldı. 1950'de eyalet nüfusunun yüzde 33'ü mültecilerden meydana geliyordu. Bu oran, açık arayla en yüksek sayıyı meydana getirmektedir. Bu süreçte yerel siyaset dünyasında özellikle Sosyal Demokratlar Danimarka'ya yaklaşımı savundular. BBuna karşılık merkez ve sağ yelpazeden de Danimarka'yı talep edenler çıktı. 1945 yazında, daha sonra eyaletin başbakanlığını yapacak Hrıstiyan Demokrat politikacı Friedrich-Wilhelm Lübke Angeln'de yaptığı bir konuşmada Danimarka'ya bağlanma arzusunu dile getirdi. Ancak aynı Lübke bu konuşmanın bir yıl ardından sınır operasyonuna şiddetle karşı çıkan grubun sözcüleri arasında yer aldı.[6] Eyalet yönetimi 1953'te "Kuzey Programı" adını verdiği bir projeyi uygulamaya koydu. Projenin amacı, ekonomik zayıflığı mülteci akınıyla daha da derinleşen kuzey bölgelerinin güçlendirilmesiydi. Proje, umudunu Danimarka ile birleşmeye bağlayanların önünü kesmeyi hedefliyordu. Bu kapsamda özellikle Almanya - Danimarka sınır bölgesinde geniş kesimler imar ve tarıma açıldı; yeni çiftlik bölgelerine mülteciler yerleştirildi.[7] Danimarka hareketine önemli darbe indiren bu müdahale toplumsal yapıyı da değiştirdi. İster Danimarkalı isterse Alman olsun bölge halkınca uzun yıllardır konuşulan "Güney Jüt" ağzı hızla geriledi. 1990 sonrası Günümüzde azınlığın siyasi temsilcisi SSW özellikle diğer eyaletlerden gelen seçmenler tarafından desteklenmektedir. "Yeni Danimarkalı" olgusu, azınlık kimliği açısından tehdit olarak algılanmaktadır. 90'lı yıllarda yerel seçimlerde önemli başarı sağlamasına rağmen partinin temsilcileri hem dil hem de azınlıkla ilgili yetersiz bilgiye sahip olmaları dikkat çekti. Güney Schleswig Derneği'nin üye sayısı son 10 yılda yaklaşık 3.500'e düştü. Aynı şekilde Danca eğitim veren okullardaki öğrenci sayısı yaklaşık 300 civarında geriledi. Güncel durum Schleswig'in güneyinde yaşayan Danimarkalılar Güney Schleswig Derneği'nde örgütlüdür. Bu derneğin yanı sıra Güney Schleswig Eğitim Birliği, Güney Schleswig için Danca Merkez Kütüphanesi ve Güney Schleswig Dan Kilisesi gibi oluşumlar da faaliyet göstermektedir. Danimarkalı, Friz azınlık tarafından kurulan Friz Birliği (Friisk Foriining) ile ortak çalışmalar yapmaktadır. Eyalette azınlığın haricinde 6.000 dolayında Danimarka vatandaşı da yaşamaktadır. Siyasi hayata katılım SSW, Danimarkalı azınlığı Almanya genelinde temsil etmektedir. Seçim Kanunu uyarınca 1955'den beri Schleswig-Holstein eyalet parlamentosu için geçerli yüzde 5 barajından muaftır. 80'li yılların sonuna kadar SSW'nin oyları 20.000 - 25.000 arasında değişti. 2000 yılında Seçim Kanunu'nda yapılan değişiklikle "İkinci Oy" uygulaması getirildi. Yeni düzenleme, SSW'yi Schleswig'in haricinde Holstein'da da seçimlere girmesine izin verdi. SSW, Danimarkalı azınlığın ya da Frizlerin yaşamadığı Holstein bölgesinde ikinci oy sistemi sayesinde oy patlaması yaşadı. Böylece oyları günümüzde 50.000'in üzerine çıktı. Okuma listesi * Jørgen Kühl/Robert Bohn (Hrg.): Ein europäisches Modell? Nationale MInderheiten im deutsch-dänischen Grenzland 1945-2005, Verlag für Regionalgeschichte, 2005, ISBN 3-89534-541-5 * Bodo Pieroth/Tobias Aubel: Der Begriff der dänischen Minderheit im Schleswig-Hosteinischen Landeswahlrecht, in: NordÖR 2001, S. 141-147 * Gesellschaft für bedrohte Völker: „Über die Lage der Sprachminderheiten in der EU“, Bozen 2000 * Study on the Rights of Persons belonging to Ethnic, Religious and Linguistic Minorities, UN Document E/CN.4/Sub.2/384/Add.1-7, 1977 und Proposal Concerning a Definition of the Term 'Minority', UN Document E/CN.4/Sub.2/1985/31, 1985. Kaynaklar 1. ^ Almanya Dışişleri Bakanlığı'nın azınlıklarla ilgili sayfası 2. ^ Çerçeve Sözleşmesi'nin metni 3. ^ Kühl / Federal Siyasi Eğitim Dairesi Dış bağlantılar * Alman Federal İçişleri Bakanlığı'nın resmi sayfası * Schleswig Holstein Tarihi Cemiyeti'nin Danimarkalı azınlıkla ilgili verileri * Alman siyaset eğitimi kuruluşunun verileri * Flensburg Üniversitesi kapsamında yapılan bir araştırma * Sydslesvig.de * Danimarkalı azınlık kendini tanıtıyor
-
"ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Alıntıladığım yazıları okursanız bu tarihin, edebiyatın, kültürün yapay bir şekilde oluşturulmaya çalışıldığı gerçeğini de görürsünüz. Bu bir uluslaştırma sürecidir. Olabilir, gayet normal. Bizim de (etnik Türklerin ) tarihimiz uluslaşma adına yapay bir şekilde oluşturuldu diyebilirsiniz. Ama bu da doğru olmaz ? Neden mi? Atatürk'ün tarih anlayışının, ayağı bu topraklara basan bir anlayış ve Hititleri de, Lidyalıları da, Frigleri de, Kilikyalıları da, Urartuları da kapsadığını da görebilirsiniz. Yani, ortak bir kader ve ülkü birliği için, anadoluya ait ortak bir tarih anlayışı. Yani, Türklük şemsiyesi altında ortak bir kültür anlayışı. Halay da bizim, horon da bizim, zeybek te, trakya karşılaması da, çiğ köfte de bizim, keşkek te, büryan kebap ta bizim, iskender de, denmiştir. O dönemde ulus olmaktan çok uzak ortaçağı yaşayan bir halk görürüz anadoluda. Kürtler de bunlardan farklı değildi o dönemde. Ayrıca, kurtuluş savaşında, Yunanlılar Ankaraya kadar gelmişken, İngiliz desteğiyle Sivasta ayaklanma çıkaran bir halk var o dönem. Musul görüşmesi sırasında din elden gidiyor diye çıkan, elimizi zayıflatan bir Şeyh Sait gerçeği var ortada... bunları cezalandırma olayına asimilasyon yada soykırım diyemezsiniz.... Herneyse, her ne olduysa oldu ve Kürtler bu uluslaşma sürecinin dışında kaldı. Bu gerçek! Üstüne üstlük, bir çok dış güç eliyle, her açıdan çabaları ile ( tarih yazmak, alfabe yapmak, dilini toparlamak vb.) ve bazı siyasilerimizin hatası yüzünden, bir KÜRT ULUSU yaratıldı sonuçta... Bunun Arap dili ile, İngilizce ile falan pek bir alakası yok. Korkan da yok. Şimdi, bana, duygusallığa kaçmadan, mantıklı ve bilimsel olarak iki ayrı ulusun bir arada yaşayabilmesininin nasıl olacağını muğlak olmadan, meşkuk(belirsiz) yollara sapmadan açıklarmısınız, lütfen! Nedir? -Ana dilde eğitim mi? -Seçmeli ders mi ? -Kürtçe TV mi? -Kürtçe kitap, dergi mi ? -Kürtçe askerlik mi ? -Kürtçe mahkeme mi ? -Kürtçe üniversite mi ? -Kürtçe otobüs mü ? Minibüs mü? Uçak mı ? Gemi mi ? -Hepsi birden mi ? -İkinci resmi dil mi ? Saygılar.