Dogrucudavut tarafından postalanan herşey
-
"ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Değişik Bakış ile Kürtler 20. yüzyılda belkide hiçbir topluluk hakkında Kürtler kadar çok yazı yazılmamıştır. Araştırma yapılmamıştır. Kürtler’in kökenleri, dili, dini, diğer kültürel özellikleri bu denli didik, didik edilmemiştir. Bu yüzyılda Kürtler hakkında binlerce eser yazılmıştır. Son 10 yılda Türkiye’de sadece bu satırların yazarının kütüphanesinde biriken kitap sayısı 1000’i bulmuştur. Yayınlanan dergi sayısının çeşidi onlarca, çıkan sayılar ise yüzlerce olmuştur. Kürtlüğe ilk ilgi Rusya kaynaklıdır. V. Miorsky, B. Nikitin, Jaba gibi Rus kürdologlar konuyu iyi araştırmak için Urumiye ve Erzurum konsolosluklarında bile görevlendirilmişlerdir. Ruslar, 1856 Paris Antlaşması ile sıcak denizlere boğazlar yolu ile inme umudunu kaybedince hemen 1860’da St. Petersburg Üniversitesi’nde bir Kürdoloji bölümü kurmuşlar Jaba, Nikitin, Bazinin ve Minorsk’i Kürtlüğü İncelemek için görevlendirmişlerdir. General Maslofsky Rus projesini şöyle anlatır. “Rusların bu uğurdaki gerçek niyet ve ülküleri Fırat boylarında Rus-Kazakları ile Mujiklerini yerleştirmek, yani buralarda Kırım ülkesi, Kuban boyları ve Karadeniz’in doğusu gibi Ruslaştırarak, İskenderun ile Basra Körfezi’ne çıkmaktı.”(1) B. Nikitin Kürt tarihi ile ilgili olarak; “Tarih ve dilbilim alanında yaptığımız bu gezi henüz bir çok noktayı karanlıkta bırakıyor ve Kürtlerin kökenleri üzerinde ancak bazı varsayımlar öne sürmemize imkan veriyorsa, antropolojide bize bu konuda fazla yardımcı olamayacaktır” diyor: Yani Kürtler’in kökeninin belirsiz olduğu, tartışmalı olduğu vurgununu yapıyor. Nikitin gibi Minorsky’ninde Kürtler hakkında yazdıkları bazı Kürtler tarafından bayrak gibi algılanır. Ama bakın Minorsky; “Kürtlerin menşei meselesinin hallini, Kürt, ananeleri ve İslam kaynakları kolaylaştırmamaktadır.” diyerek Kürtlerin kökeni konusunda çok iddialı konuşmamak gerektiğini yazıyor. “Kürtlerin Kökeni” kitabı ile Kürtler arasında önemli bir ün edinen İhsan Nuri bile kitabında Kürtlerle, Kürtlerin ataları kabul edilen Medler hakkında bir ilişki kurmanın tarihsel zorluklarında bakın nasıl sözediyor: “Bugün Med diye bir aşiret de yoktur. Medistan’ın merkezinde Kürt milletinin ortaya çıkması nasıl olmuştur?” Kemal Burkay’da, tıpkı İhsan Nuri gibi; Araplar’ın fethinden önce Kürt Tarihi, sanatı ve diğer kültürel özellikleri hakkında yeterli bilginin mevcut olmadığını ifade ediyor. Kürtlere ısrarlı tarih oluşturma çabaları çok parlak sonuçlar oluşturmamıştır. Çünkü bu konuda araştırma yapanların çabası Kürtlüğü binlerce yıl öncesine götürmek ve Mezopotamya coğrafyasında Kürtlere bir tarih bulmaktır. Halbuki, her etnik kimlik belirli bir dönemin ve belirli şartların oluşturduğu bir olgudur. Tarihin belirli bir döneminde farklı bir çok toplumsal yapı belirli şartlar altında toplumsal harman oluş surecinden geçerek yepyeni bir etnik kimlik oluşturabilir. Tarihte Etiler, M.Ö 200 li yıllarda, Hunlar M.S. 4.5. yüzyılda oluşmuş etnik kimliklerdir. Bugün bunlar toplumsal olarak tarihe mal olmuşlardır. Silinmiş gitmişlerdir. Kürtlere ilgi, Ruslar’dan sonra tarihi olarak Batılı büyük güçler tarafından olmuştur. Geleceğe yönelik planlarında tesadüflere yer bırakmak istemeyen Batılılar hazırlık olmayı kendilerine ilke edinmişlerdir. Onlar işe, dünyann başlıca petrol yatakları olan Orta Doğu’nun etnik haritasını en ince detaylarına kadar araştırmakla başlamışlardır. Türk, Fars, Arap dışında kendi denetimlerine tabi yeni bir toplumsal gücün Orta Doğu’da olması kendileri için gereklidir. Orta Doğu’da oynanacak satrançta böyle bir taş hayati önemde olabilir. İşte bu yeni unsuru keşfetmek için ilk yol ve en masum, barışçı yol “bilim aşkı ile yanıp tutuşan” sosyologları, antropologları yani araştırmacıları bölgeye yığmaktır. Kürt milliyetçileri ise, “mal bulmuş mağribi” misali bu araştırmacıların ardından ütopyalarını oluşturmaya çalışırlar. Sonuçta; bu maksatlı, dışarıdan belli bir amaç için yönlendirilen duygusal çabalar sosyal bilimlerin şaşmaz, taviz vermez nesnel yaklaşım ilkeleri karşısında yenik düşer.. Ortada varsayımları aşmayan birbirleriyle ve zaman zaman kendi ile çelişen çok farklı “tezler” ortaya çıkar. Ve hala Kürtlerin kökeni aydınlatılmadı. Nikitin’in, Bazinin’in, Minorsky’nin, Bruniessen’in v.s. tezlerinin hem Kürtçülüğü savunanlara, hem Türkçülüğü savunanlara, hem Zazalığı savunanlara, hem karşı tezlere referans oluşturmasının sırrı burada aranmalıdır. Bu yoğun çalışmalar, iyi ayıklanmak ve bilimsel nitelik gözeterek yine de önemli veri birikimlerini sağlamayı gerçekleştirmiştir. Doğru sonuç çıkarmak sağlıklı bakış açısına bağlıdır. Kürtler’de, Osmanlı’dan bugüne kalan mirastır.Kürtler’in tarihini bir kısım yazarlar Mezopotamya’da 5.000 yıllık geçmişe götürür. İlk Kürt ya da Kürdistan adının, Mısır Firavunları’nın yazılarında görüldüğü, Zebur’da, Tevrat’ta görüldüğü, Babil’in çamur tabletlerinde okunduğu, Ksenefon’un “Onbinler’in Dönüşü”nde “Karduhi” adına rastlandığı bilinenler arasındadır. Kürtler’in tarihi konusunda 3 görüş vardır. Bunlardan birincisi; Kürtler’in 5 bin yıldır Mezepotamya’da yaşayan bir halk olduğu, atalarının da Medler olduğu savunur. Bu düşünce bazı Batılı Kürdologlar tarafından ve Kürt siyasileri tarafından savunulur. Bu konuda ikinci geniş; Kürt diye bir halk yoktur. Kürtçe diye bir dilde yoktur. Kürtçe’nin varlığına dayanarak Kürtler’in varlığı ispatlanmaya çalışılıyor. Kürtçe diye bir dil yoktur. Kırmanci, Sorani, Gorani gibi bazı kabile dilleri var. Her dil ille de etnik bir kimlik olmadığına göre Kürt diye bir etnik kimlik te yoktur. Ya da dil sayısı kadar etnik kimlik var ise Kürtçe diye bir dil yoktur. Kurmanciye, Goraniceye, Soraniceye, Dimiliceye v.s. ayrı etnik toplum demek gerekir. Bu diller boy, aşiret v.s. dilleridir. Kürtler daha milliyet, millet, ulus v.s. olmuş bir toplum değildir. Millet, milliyet v.s. oluşumu öncesi toplumlardır. Kürtçe denilen dil; Farsça ve Arapça’dan oluşmuş bir lisandır. Kürtler önce Rus daha sonra da Batılı güçlerin manipüle ettikleri bir toplumdur. Alfabesi, sözlüğü, yazım kuralları v.s. bile batılı Kürdoloji Enstitüleri tarafından oluşturulan bir lisandır. Alfabesi, sözlüğü, yazılı edebiyatı, yazılı tarihi olmayan bir dildir. Her şey Batılıların talebine göre oluşturulmaktadır. Bu konuda üçüncü görüş ise; Kürt diye bir toplum yoktur. Batılı araştırmacılar Kürt dedikleri Zağros kavmine ve Mezopotamya ülkesine bağlama saplantısı vardır. Kürtlükle ilgili pek çok veri başka bir coğrafyayı Asya Steplerini göstermektedir. Örneğin; Yenisey Elegeş anıt taşında Alp Urunga “Ben Kürt İlhanıyım” diye dünyaya seslenmektedir. Prf. Dr. Aydın Taneri bu düşünce tarzını yazdığı kitabın başlığına taşımak suretiyle; “Türkistan’lı Bir Türk Boyu Kürtler” demiştir.(1) Bu tartışmalar basınımızda son 100 yıldır yapılıyor. Toplumumuzda önemli tahribatlarda yapmıştır. Bu nedenle çok kan kaybıda olmuştur. Kürtler’in Kürtlüğü-Türklüğü artık geçmişte kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği üyeliği çerçevesinde oluşan konsept sonucu Kürtler’in “Kürt” olduğu devleti temsil eden en yetkili ağızlardan da ifade edilmiştir. Süleyman Demirel Başbakanlığı döneminde Diyarbakır ziyaretinde; “Kürt realitesini tanıyoruz. Kürtler 1. sınıf vatandaştır” derken, Mesut Yılmaz’da başbakanlığı sırasında AB görüşmeleri ardından bir Diyarbakır ziyareti sırasında; “Avrupa Birliği”nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diye ifade etmiştir. Kürtçe, AB uyum yasaları Kopenhag kriterleri çerçevesinde “anadilde yayın” kapsamında Kürtçe’nin kırmançi lehçesinde ilk yayınını 9 Haziran 2004 de TRT’de yapmaya başladı. Aynı kapsamda; Çerkesçe, Arapça, Boşnakça ve Zazaca yayında başlamış bulunuyor. KÜRTLER’DE DİN Kürtler’in dini yapısını incelerken 2’ye ayırarak incelemek gerekir. Bunlar; 1) Sûnni (Şafii+Hanefi Kürtler) 2) Alevi Kürtler 3) Hıristiyan Kürtler Sûnni Kürtler’i, Şafi ve Hanefi Mezhebi diye bölmek gerekir. Sûnni Kürtler toplam Kürtler’in %70’ini oluşturuyor. Şafii Kürtler ise Sünni Kürtler’in %80’ini oluşturuyor. Alevi Kürtler denilen Kürtler toplam Kürt nüfusun %30’unu oluşturuyor. Ama bu kesim Kürt olmaktan çok Kürtçe’yi 1. dil ya da 2. dil olarak konuşan kesimdir. Sosyologların ve Alevi toplumunun kanaat önderlerine göre, Kürtçe konuşan Aleviler Osmanlı’da Yavuz S. Selim-Şah İsmail arasında olan Çaldıran Savaşı’ndan sonra can güvenliği nedeni ile Kürt bölgelere 1516 lardan sonra zorunlu göç eden Türkmen Alevilerdir. Süreç içinde önce Kürtçe öğrenilmiştir ardından ise yüzyıllar sonra kürtleşmişlerdir. Aleviliği kabul eden Kürte tarihsel olarak rastlamak olanaksızdır. Kürtleşen toplumsal kesimdir. Bu durumu; P. A. Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar” kitabında; “Bugün Kürtleşmiş gruplar arasında önceden bir Türk kimliğine sahip olduğunu hatırlayan veya bir Türk kimliği atfedebilecek olanlarda vardır.” Dedikten sonra, “Ayrıca Kürtler’in Türkleştiği durumlara dair belgelerde mevcuttur.” Diyor. Tunceli ve Erzincan yaylalarında hala kenar-göçer bir aşiret olarak yaşayan Şavak Aşireti için ise; “Tunceli’de yaşayan ve farklı bir kültüre sahip yarı göçebe bir grup olan Şavak bir çeşit Kurmanca konuşur, fakat konuştukları dil Kurmanca konuşan diğer insanlar tarafından anlaşılamaz, lehçeleri çok benzer olanlar bile aynı güçlüğü” yaşarlar.” tesbitini yapmıştır. Alevi Kürtler denilen kesimin son yüzyıldır Şafii Kürtler ile hiçbir toplumsal ilişkisi nerede ise yoktur denilirse abartı sayılmaz. Şafii İslam, İslam dininin en katı yorum tarzıdır. Şafii Kürtler; Ağalık, Şeyhlik sistemenin en katı olarak yaşadığı yörelerdir. Tutucu feodal ilişkiler olan Ağalık-Şeyhlik sistemi ile İslam’ın en katı yorumu olan Şafiilik birleşince daha tutucu bir toplumsal yapı ortaya çıkmıştır. Alevilik ise, İslam’ın en hümanist en liberal en özgürlükçü yorumudur. Bu iki yorumun birbiri ile barışık yaşaması çok zordur. Bu nedenle Aleviler ile Şafiiler’in diyalogu nerede ise hiç yoktur. Evlilikler nerede ise asla olmuyor. Olanlar ise başarısız oluyor. Hanefi Kürtler, Hanefi İslam anlayışından kaynaklanan bir özellik olması nedeni ile Şafiiliğe kıyasla daha liberal bir İslami anlayıştır. Hanefi olan Kürtler’in daha çok Kürtleşen Hanefi Türkmenler olduğu savı var. Toplumsal ilişkiler ve Kültürlerin birbirini etkilemesi sonucu Kürtleşen Türkler’in direk Şafiiliği benimsemeyip Hanefiliği muhafaza ettikleri söz konusu cemaat tarafından savunulmaktadır. KÜRT NÜFUSU Batı ve Türkiye kamuoyunda Kürtler denilince en çok nüfus sayıları merak ve tartışma konusudur. Türkiye’deki diğer azınlık nüfusların yaptırım gücü zayıfır. Türkiye’de Türkler’den sonra en büyük nüfusu Kürtler oluşturuyor. Kendi aralarında ise Şafii Kürt nüfusun oranı en yüksek orandır. Şafii Kürtler tüm Kürtler’in % 70’ini, Hanefi Kürtler tüm Kürt nüfusun % 10’unu, kendilerine Alevi diyen nüfus %20’sini oluşturur. Hıristiyan yani Yezidi Kürt sayısı orana giremeyecek kadar küçüktür. 1965 Genel Nüfus sayımında Kürt Nüfus; 2.219.502 dir. 1982 de Genel Nüfus sayımına göre; 3.800.000 dir. 1984 de; Genel Nüfus Sayımına göre; 6.200.000 dir. Bugün il ilçe köy düzeyinde HADEP, DEP, DEHAP’ın seçimlerde aldığı oylara göre v.s tahminen, 9-10 milyon arası Kürt nüfus bulunuyor. Bu oranın içinde 1 milyon civarında da Zaza nüfus bulunuyor. İllere göre dağılım ise şöyledir: Şafii Kürtlerin veHanefi Kürtler’in nüfusları; Van, Hakkari, Ağrı, Siirt, Bitlis, Batman, Şırnak, Muş, Diyarbakır, Urfa illerinin nüfusunun çoğunluğunu oluşturuyor. Bir kısmında bu oran %70-80 civarındadır. Kars, Mardin, Bingöl, Erzurum, Elazıg, Malatya, Adıyaman, Gaziantep, Maraş, Tunceli, Erzincan, Sivas’ta ise seyrek olarak bulunuyor. Tunceli, Erzincan, Sivas’ta Şafii Kürt hiç yoktur. Osmanlı dönemindeki sürgünler nedeni ile; Cihanbeyli, Haymana, Kulu, Tokat gibi ilçelerde de vardır. Son yıllarda ki göçler nedeni ile ise; Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere, Bursa, Adana, Antalya ve Mersin’de çok önemli bir Kürt nüfus bulunmaktadır. Bu iller dışında seyrekte olsa bazı illerde de vardır. Alevi olup Kürtçe ya da Zazaca konuşan nüfus ise; Tunceli, Erzincan, Sivas, Elazığ, Malatya, Antep, Maraş, Bingöl il merkezlerinde ve Elbistan, Pazarcık, Kürecik, Akçadağ, Sarız,Çayırlı, Tercan gibi ilçelerde bulunuyor. Kürtçe konuşan ya da Zazaca konuşan Alevi sayısı ise yaklaşık 1 milyon civarındadır. Güneydoğu illerinden Batı illerine İstanbul, Ankara, İzmir hatta Antalya, Adana, Mersin gibi illere gelen Kürt nüfus kısa zaman sonra bölgede yapılan seçimlerde gösterdiği siyasal davranışı göstermiyor. Bölgede “Kürtçü” bilinen partiye oy verdiği halde Batıdaki kentlere göçtükten sonra aynı davranış görülmüyor. Oylar başka partilere gidiyor. Kürtler’de grup kimliğini oluşturan ortak koşul etnik kimlikten ziyade dinsel hatta mezhepsel kimliktir. Etnik kimlik ikinci planda kalır.Örneğin; seçimlerde geleneksel Şafii Kürt seçmen, önce dinimin partisi diye ifade ettiği Refah-AKP çizgisi, sonra milliyetimin partisi diye ifade ettiği etnik kimliğe öncelik vermektedir. Kürt bölgesinde feodalizm ağırlıklı olarak kendini toplumsal hayatta hissettirmektedir. Bölgede merkezi otoriteden çok mahalli otorite olarak ağanın otoritesi hakim olan otoritedir. Mahalli otorite olarak “Ağalık Sistemini” karşısına alan merkezi otorite temsilcisinin adeta yönetim şansı yoktur. Tüm bölgedeki düzenleme adeta bölgedeki bu “denge” üstüne oluşturulur. Osmanlı döneminde bu durum “ağalık-şeyhlik” lehine daha hakimdi. Cumhuriyetle birlikte kısmen bu otorite sarsıldı. Osmanlı’da tüm mülk Allah adına padişahındı. Özel mülkiyet yoktu. Ama bu kural Güneydoğu bölgesi için bir istisna teşkil ediyordu. Bu bölgede Aşiret reisi olan ağalara, şeyhlere gerektiği zaman Osmanlı sarayı toprakları babadan oğula miras yolu ile geçmekte dahil verliyordu. Bu bölgede tımar sistemi uygulanmıyordu. Osmanlı sarayı Kürt feodallerine adeta rüşvet dağıtıyordu. Kürt feodalleride bölgede Osmanlı’nın adeta ileri karakolu idiler. Kürt feodalleri Osmanlı’dan elde ettiği bu ayrıcalıklar nedeni ile Cumhuriyet’i benimsemedi. Cumhuriyete karşı Osmanlı’nın yanında yer aldı. Osmanlı’da kurulan Hamidiye Alayları kurulacak Kürt devleti için ordu oluşturuyordu. Kürtlere devlet yönetimini öğretiyordu. Bazı Kürt ağalarının çocukları Londra’da okutuluyordu. Kürt Teali Cemiyeti İngilizler’in desteklediği örgütlediği işbirlikçi bir örgüt idi. Kürt feodalleri ile laiklikten demokrasiden, insan haklarından, kadın-erkek eşitliğinden ve kanun önünde eşitlikten yana olan Cumhuriyet yönetimi arasında kan uyuşmazlığı vardı. Başta Kürt Teali Cemiyeti kanalı ile hilafeti saltanatı, şeriatı savunan Kürtler, Cumhuriyet kurulunca da yaptıkları isyanlarla Cumhuriyet karşıtlıklarını sık sık gösterdiler. Cumhuriyet yönetimine karşı, 1925’de Şeyh Sait önderliğinde Bingöl’de ardından Raçkotan ve Raman’da, Sason’da, Ağrı’da, Mutki’de, Bicar’da ayaklandılar. Asi Resul, Tendürik, Savar, Zeylan, Oramar ayaklanmalarıda bu ayaklanmaları izledi. Yaklaşık 20 ayrı ayaklanma ile Kürt feodalleri emperyalizme, işbirlikçilerine ve Osmanlı sarayı artıklarına karşı mücadele eden Kuvay-i Milliye ordusuna karşı ayaklandılar. Cumhuriyet’e karşı gerçekleşen bu ayaklanmaları o günkü dünya siyaset tablosundan ayrı düşünmemek gerekir. Sadece Şeyh Sait isyan Türkiye’ye Musul-Kerkük Petrollerini kaybettirmiştir. Bu ayaklanmalar hala paylaşılamayan Orta-Doğu petrol yataklarının hakimiyetini elde etme yarışından başka birşey değildir. Bugünden düne bakıldığında aradan geçen 80 yıldan sonra yine başa dönülmüş bulunuluyor. Değişen sadece hakimiyet mücadelesi veren güçler dengesi oluyor. Osmanlı döneminde Kürtler Türkler’den daha imtiyazlı bir toplumsal kesimdi. Türkler “edraki bi idrak” iken Kürt feodallerinin tapu hakkı vardı. Türk bölgelerinde mülk Allahın ama Kürt ağalarının hakimiyetinin olduğu yerlerde mülk ağanındır. Cumhuriyet yönetimine karşı Kürt feodallerinin en büyük tepkisi kanun önünde eşitliği kabul etmemeleridir. Onlar Osmanlı’daki imtiyazlarının devamını istiyorlardı. Bu nedenle “Toprak Reformu”na, Doğu’ya kadın-erkek eşitliğinin, eğitimin, yolun, suyun, okulun, seçme ve seçilme hakkının özgürce kullanılmasına hep karşı oldular. Cumhuriyet vatandaşlarına kanun önünde eşit olma ilkesini getirdi ve uyguladı. Kamuoyunun bildiği gibi 1. TBMM’nin üçte biri Kürt milletvekillerinden oluştu. Bu oran adeta gelenekselleşti. Bugünkü TBMM’nin de üçte biri Kürt kökenli milletvekillerinden oluşmuş bulunuyor. Şimdiye kadar kurulan 50’yi aşkın TBMM hükümetinde yüzlerce Kürt kökenli milletvekili bakan olmuştur. Şu andaki Başbakan baş danışmanı Cüneyt Zapsu 1925 deki isyanın elebaşısı Şeyh Sait’in torunudur. İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve 10’a yakın bakan Kürt kökenlidir. Atatürk’ten sonraki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Malatya’lı olup Kürt kökenlidir. Başbakan ve Cumhurbaşkanı olan Özal Malatyalı ve Bülent Ecevit Kürt kökenlidir. Türkiye’de önemli bir sermayedar kesim Kürt kökenlidir. Halis Toprak, Ağa Ceylan, Tatlıcılar v.s. bunlardan sadece bir kaçıdır. DEP’li Ahmet Türk Güneydoğu’da Mardin’de “Kanco Kale” denilen malikanesinde 5 bin özel koruması ile korunan şatosunda yaşıyor. DYP eski milletvekili Sedat Bucak ve aşiretinin 15 000 silahlı adamı bulunuyor. Tüm bunlara karşın Kürt eksenli siyaset ile seçimlere katılan HADEP, DEP, DEHAP adları %10 Kürt nüfusun ancak %4’ünü alabilmektedir. Özellikle kentlere göçen Kürtler, Kürt eksenli siyaset yapan partiye oy vermede ekonomik davranıyorlar. Alınan oy; genel seçimlerde 1,5 milyon yani, %4’ü %5’i geçmiyor. Bu sonuçlarda bu tür siyasallaşmaya halkın ilgisinin ölçüsü sayılabilir. Toplam Kürt Nüfus 10 Milyon ise bu oran yaklaşık % 10’u sayılır. Yani Kürtlerin yüzde 90'ı Kürtleri desteklemiyor. Uzun yıllardır her uluslararası toplantıda Türkiye’den Kürtlerle ilgili olarak; Kürtçe yayın ve Kürtçe anadili öğrenebilmesi için öğrenme hakkı isteniyordu. Mayıs 2004 de devlet televizyonu ve radyosu ile yayın başladı. Yaklaşık bir yıldır da Kürtçe kursları açıldı. Ama ne yazık ki, ne Kürtçe öğretmek için açılan dershaneler yeteri kadar öğrenci bulabildi. Ne de TRT’nin TV ve radyo kanalı ile başlattığı Kürtçe ve Zazaca yayın yeterli ilgiyi topladı. Batman’da bile açılan Kürtçe kursuna 480 kişilik dersaneye 80 kişilik öğrenci kayıt yaptırdı. Dersane öğrecisizlikte kapanmak üzere bulunuyor. Bu durum bu talebin halktan kaynaklanmadığını, halkın somut durumuna hitap etmediğini kabul edene de etmeyene de göstermiş oldu. Demek ki talep önemli ölçüde siyasi bir talepmiş, ya da küçük bir azınlığın talebi olduğunu gösteriyor. İngilizce kursu açılmış olsaydı daha çok talep olacağı tartışmasız bir olgudur. KAYNAKLAR Nitikin, Kürtler 1995 İstanbul Bazinin, Kürt Tarihi 1992 İstanbul Minorsky, Kürtler 1978 İstanbul İ. Beşikçi Bütün Kitapları 1995 Ankara Kemal Burkay, Kürt Tarihi 1996 İstanbul Yalçın Küçük, Kürtler Üstüne Tezler, 1988 Ankara Kürt İsyanları (Genel Kurmay Belgeleri 3 Cilt) 1992 İstanbul P. A. Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar M. Bayrak, Kürdoloji Belgeleri, 1997 Ankara M. Bayrak, Alevilik ve Kürtler 1997 Ankara Birikim dergisi S. 71. 72
-
"ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Sn. Mavi, Millet eski Türkçe, Ulus yeni Türkçedir. Sözcük olarak aynı anlama gelir. İçinin doldurulması ise başka bir şeydir. Siz Kürt milliyetçiliği demişseniz bu Kürt Ulusçuluğu ve Kürt Ulusu anlamına gelir. Mesele, etniki içerip, içermemesi değildir. Önemli olan bir Kürt Ulusunun/Milletinin varlığından bahsetmiş olmanızdır. Dalga dalga yükselen milliyetçilikler Yunan, Bulgar, Arnavut, Bulgar, Ermeni milliyetçilikleridir. Osmanlıyı yıkan bunlar olmuştur. Etnik Türk milliyetçiliği değil. Kürtlerde ise bu bilinç asla varolmamıştır. Onların isyanlarını milliyetçilik olarak değerlendirmek yanlıştır. Bu tür milliyetçilik diğer milliyetçiliklere tepki olarak ve Alman İmp. etkisiyle çıkmıştır ve asla Türk kökenli halk tarafından benimsenmemiş, özümsenmemiş hatta haberleri bile olmamıştır. Bunu benimseyenler, İttihat ve Tereakki içerisindeki bazı Jön Türk denilen aydınlardır. Atatürk bu anlayışa karşı çıkmıştır. Tarihi doğru okumak lazımdır. Bakın daha önce alıntıladım. tekrar alıntılayacam, vatandaşa hizmet babında. Lütfen sadece Ayşe Hür'ün falan yazılarını okumayınız. Tarafsız kaynakları da göz önüne alınız. Malum tarih, farklı kaynaklardan araştırılıp, ortak doğrular tespit edilerek oluşturulur. Yani, tarih biliminde yöntem budur. Eh, o zaman problem yok. 'Ne Mutlu Türküm Diyene' demek te bu zaten. Demek istediğim, şu anda Kürtlere yönelik bir yok sayma yada illede etnik-kültürel Türk olacaksınız yönünde bir baskı yok. ( 12 eylül dönemindekileri karıştırmayalım ) Şu anda devletin düşman olarak gördüğü Kürtçüler ve özellikle, teröre bulaşan, terörü destekleyen, terör yapan Kürtçüler! Bu Kürtçülerin de nasıl bir tarih bilinciyle, kimler tarafından Kürtçü yapıldıkları da malum. Buna da hangi devlet olursa olsun karşı çıkar, bilmem anlatabildim mi? Saygılar.
-
"ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Eklemek gerekir ki, bu yaygın bir görüş değildir. Hatta, anadolu, babadolu diye alay konusu olmuştur. Genelde, Türkçü, Turancı düşünce bir tehlike olarak görülmüştür. Ancak, sonradan gelen Sağ iktidarlar döneminde bu tarih anlayışına uygun olarak eğitim düzenlenmiştir. Özellikle, 12 Eylül döneminden sonra, Özal dönemindeki Milli tarih, Milli Coğrafya dersleri bu anlayışa örnek gösterilebilir. Şu anda ise eğitim, daha ziyade dini ve ümmetçi yörüngededir.
-
Istanbulda insanlik linç edilmis!
Sn. dünyahepimizin, kimse Alevilere hak verilmesin demedi, ben de demedim. Öyle ise, bana göre, kendinize tartışma konusu çıkarmaya çalışıyorsunuz gibi geliyor, gerçekten anlamadım ?
-
Istanbulda insanlik linç edilmis!
Diğer başlıkta bunda hem fikir olduğumuzu söylemiştim. Buna rağmen uzun uzadıya bana bunu izah etmenizin anlamı yok. AB kararları tavsiye niteliğindedir. Uyup uymamak bize kalır. Bence, kendi sorunlarımızı kendimiz çözebiliriz pekala. Bu kararlar sorun değil. Önemli olan yani çifte standart dediğimiz mevzular; örneğin Kıbrıs sorunu, örneğin Ermeni sorunu... Sizce bu sorunları biz mi yarattık. Kıbrısta hukuksuz bir durumumuz var mı ? Ermeni soykırımı yaptık mı da kabul edip özür dileyelim. İşte dayatılan, ön koşul olarak öne sürülen konular asıl bunlardır. Üstelik bu sorunları yaratanlarda Avrupalılardır. Yani kendi yarattıkları soruna çözüm bulmamız isteniyor ve çözüm olarak da kendi haksız planları dayatılıyor sorun budur. Öte yandan, PKK'ya destek verilerek Kürt sorunu derinleştiriliyor, ondan sonra da azınlık hakkı verin denilip, Lozan tanınmıyor. Ha, bence, AB gayet kolay askıya alınıp, sosyal demokrat bir hükümetle içimizdeki Alevi sorunu gibi sorunlar ve terör sorunları çözülebilir. Üstelik, Gümrük Birliği antlaşması ile Türkiye milyonlarca dolar kaybetmiştir ve etmeye devam etmektedir. Halkımızın AB konusundaki tek bildiği şey, AB'ye girince refaha kavuşacağımız, oluk oluk para geleceğidir. Çünkü, hemen yanıbaşımızda Yunanistan örneği vardır. Bu ortamda sıradan vatandaşı sadece kendi cebi ilgilendirmektedir. Bu nedenle kandırılmaya, sömürülmeye yatkın olmuşlardır. Yapmamız gereken, halka, kimsenin babasının hayrına bizi AB'ye almayacağını anlatmak olmalıdır. Siz kimleri Ulusalcı olarak görüyorsunuz, anlamadım ?
-
Atatürk'e Mektub
- Atatürk'e Mektub
Böyle bir şey buldum:- VAKIT YAZARI KÜCÜK KIZA TECAVÜZDEN GÖZALTINDA!
Zaten sorduğumuz soru budur; hakim hangi akla hizmet böyle bir karar vermiştir, kimlerden etkilenmiştir ? Tabii ki avukatlık mesleğine, hukuka saygısızlık değil amacımız. Sadece gerçekleri anlamaya çalışıyoruz. Bu sadece işgüzarlıkla veya ihmalle açıklanabilir mi ? Kimden/kimlerden çekiniyor bu hakim? Diğer soru da budur; Adalet bakanlığı neden Adli Tıp kurumundaki rapor olayını soruşturmak için müfettiş göndermemiştir, bu konuda duyarlılığı olan bir hükümetin bunu yapmaya pekala yetkisi vardır. Yada savcı neden rapor için itiraz etmemiş ve yenilenmesini istememiştir ? Üzmez’in iktidarsız olduğunu söyleyerek tecavüz olamayacağını yada organ sorunu yüzünden 15 yıla kadar hapis verilemeyeceğini söyleyen sizsiniz. Bunu da, sadece kadının ikinci ifadesine dayanarak yapıyor ve kesin konuşuyordunuz. Kadının ve kızın, neden ifade değiştirdiği de kafalarda başlıbaşına ayrı bir soru olarak kalmıştır. Bu bir durum tespiti. Peki, bu kurumların bu hale gelmesinin sebepleri konusunda ne düşünüyorsunuz ? Sorun sadece insanlarda mı ? Bunda hükümetin yada tüm hükümetlerin diyelim, ilkeli ve kararlı davranmamasının etkisi olabilir mi? Evet, bu soru ilginç. Hukukçu olarak buna cevabınız Hayır ise, mahzuru bu olayda görülen bu kanun maddesini mevcut iktidar olan AKP tarafından ilerdeki günlerde değiştirilip değiştirilmeyeceğini göreceğiz. Bir değişiklik teklifi var bu olayla ilgili ama galiba bu yönde değil. Hakim ve Savcının elbette sorumluluğu var ve bu yetkilerini neden kullanmadıkları, neden korktukları yada çekindikleri mechul. Adli tıp kurumuna soruşturma açılırsa, bundan sonra hep olumlu rapor verecekleri yorumu doğru değildir. Bu olayda soruşturma açılırsa, bu yetkililerin, bir daha arkasında duramayacakları, çocuk üzerinde en az 6 ay müşahade yapmadan, yetkili çocuk psikiyatristlerinin imzası ve muayenesi olmadan, baştan savma rapor veremeyecekleri kesindir. Malum demokrasilerde denetim/teftiş mekanizması çok önemlidir. Hukuk devletinin manası budur. Bu mekanizma işletilmezse, insan tabiatı nedeniyle kurumlarda kokuşmuşluk olmaması beklenemez. Tıpkı rüşvet gibi… Bu sorular önemlidir. Zira, insanların adalete güveninin sarsılması çok kötü sonuçlar doğurabilir. Herkes kendi adaletini yerine getirmeye kalkabilir. Nitekim, bunu, suçsuz olduğu sonradan anlaşılan İstanbuldaki gencin linç olayında acı bir şekilde gördük. Sizin de, özellikle bir hukukçu olarak, bu açıdan konuya duyarlı olmanız ve sadece Üzmeze hakaret etmekle yetinmeyip, hükümeti yetkilerini kullanmaya davet etmeniz gerekir.- ALEVILER NEDEN YÜRÜR?
- Mustafa filmine elestiriler...
- "ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Değerli arkadaşım, millet ile ulus farklı şeyler mi ? Konumuz Sn.Dipnot değil tabii ama o da propoganda etkisiyle bir Kürt Ulusunun ontolojik temelleri ile varolduğunu göstermiş iletilerinde. Yani çarpıtılmış tarih ile, çarpıtılmış siyasi yorumlarla oluşturulmuş bir Kürt milleti, ulusu. Benim ulus anlayışımı defalarcadile getirmiştim ama tekrarlayayım o zaman: Ortak tarih ve ortak kader bilincinde birleşen ve ortak çıkarlarda buluşan, üretim lişkileri modern burjuvaziye dayanan insanlar topluluğu. Birinci cümle Kürt milliyetçiliğinden, Kürtçülerden, ikincisi ise Kürtçülere ve Kürtlere karşı olan etnik Türk milliyetçiliğinden bahsediyor anladığım kadarıyla. Benim savunduğum ve bu ülkenin anayasasında yazan ise Kürtleri farklılık olarak kabul eden ama Kürtçülere şiddetle karşı olan Türk milliyetçiliği umarım anlatabilmişimdir. Saygılar.- Mustafa filmine elestiriler...
Sn.Yakışıklı, Yazınıza imzamı attım. Dediğiniz gibi farklı kaynaklardan okumak gerekir tarihi. Ancak görülüyor ki bu film Atatürkün kendi günlüklerinin yanısıra Armstrongun 'Bozkurt' kitabından etkilenmiş büyük ölçüde. Kendi günlükleri de herhalde şöyle kullanılmış: Örneğin Atatürk günlükte '...mutsuzum' diyor, ha demek ki yaptıklarından pişman onun için mutsuz yorumu getiriliyor. İlk meclis açılışı gündeme getiriliyor ve adı hilafeti kurtarmak için kurulmuş oluyor. En son yabancı bir gazetedeki küpür gösteriliyor Atatürk zevkine düşkün olduğundan hastalandı gibi anlam çıkıyor. Atatürk kendini deymeyecek insanlar için harcadı diyeceğim ama dilim varmıyor, sizi görüyorum, kendimi görüyorum, diğer sağduyulu arkadaşlarımızı görüyorum vazgeçiyorum. Eğitim şart! Saygılar.- Mustafa filmine elestiriler...
Bunlar konu ile alakasız. O onların sorunu. Mesele Atatürk'ün içki içip içmemesi de değil, sarhoş kafayla karar alıp devrim yaptığı iması ve bunlardan pişman gibi gösterilmesi. Tehlikeli olan bu. Can Dündar, Fatihîn de belgeselini çekecekmiş, bakalım göreceğiz, şarap içtiği falan söylenecek mi? Yada söylendi diyelim tepkiler nasıl olur göreceğiz. Bu durum, 4.Murat meselesi de değil. Olay şu; bana George Washington hakkında böyle bir film gösterin dişimi kıracam, samimiyim. İnsan portresi olması olumlu olduğu anlamına gelmez. Tecavüz de bir insana ait durumdur, hırsızlık ta, sarhoşluk ta ...Bunların tümü insanın olduğu yerde vardır ama insani değildir. *********** Hurafe ile savaşmak başka, dine karşı olmak, dinin dogmalarına karşı olmak başkadır. Acındırılan bir insana herkes sempati duyar ve yaptıklarını bağışlar. Can Dündarın Said-i Nursi filmi yolda, onda da muhtemelen ağlamaklı bir sesle bu yol takip edilecek ancak bir farkla o fimde Saidin davası ve haklılığı ima edilecek, buraya yazıyorum sonra söylediydi dersiniz. Evet altı maksatlı olarak bariz altı çizilmiş ve ana tema da bu olmuş. Onun dine değil, tarikatlara, hurafelere karşı olduğundan ve Kur'anı Elmalılı Hamdi'ye kendi parasıyla Türkçe meal yaptırdığından nedense bahsedilmemiş. Filme gittik de konuşuyoruz.- Istanbulda insanlik linç edilmis!
Aşağıdaki alıntı ne anlama gelir, bunları ben mi yazdım ? Söylemiyorlar mı ? Soner Yalçın desem ? O zaman bazıları demek zorundaydınız. Buna itiraz eden yok, sadece çifte standartlı uygulamalardan bahsediyoruz ve şüpheli olanlar da bu tutumlar. Valla dışardan kimse karışmayıp da, Atatürk'ün çözüm yöntemleri denense çözülmeyecek problem kalmaz. Yeterki doğru anlaşılsın o yöntemler ve ilkeler. Saygılar.- VAKIT YAZARI KÜCÜK KIZA TECAVÜZDEN GÖZALTINDA!
Yine bazı şeyler birbirine karışmış galiba. Rapor yanlışsa da doğruysa da cinsel istismar var, istismar varsa üç seneden başlayan 8 seneye kadar hapis cezası istemi var ve kamu davası sonuçlanmamışsa ancak 2 sene tutukluluktan sonra hakimin kanaati ile tutukluluk kaldırılabilir. Bu durumda hakimin kararı neye dayanıyor ? Gelelim Uludağ Üniv. Verilen rapora : Ve Adli Tıp Enst.nün verdiği rapor, Ve konunun uzmanının yorumu: Karşı olunanın maddenin kendisi olduğunu nerden çıkardın. Karşı olunan mevzu hükümette olan AKP’nin Adalet bakanlığına bağlı Adli Tıp enstitüsünde verilen rapor sonucunun objektif verilmediği ve bu sonuçta hükümetin sorumluluğunda. Karşı olunan Adalet bakanlığına bağlı Hakimin yanlı karar alması. Zaten bunu sen de fark edip düzeltmişsin: Ergenekon savcısının arkasında kim var ? Ergenekon Hakiminin telefonları neden dinleniyor ? Gelelim iktidarsızlık meselesine, Yani sen kadının ilk ifadesini, kızın ilk ifadesini dikkate alma, sonradan değişen ifadesine inan ve adamı iktidarsız yap. Haydi bakalım. Yok daha neler. AKP Müslüman diğerleri değil, öyle mi ? Önce AKP ile alakasız de sonra da ‘müslümanların iktidarında’ ceza verilsin de cümle alem görsün de, olayı AKP ile ilintilendir. Haydi bakalım. Bildiniz. Tabii CHP iktidarda olsaydı da öyle olacaktı. Hatırla bakalım, Sivas olaylarının faturası kime kesildi. Yok bir de yazı yazdırılacaktı öyle mi? Bak, Üzmez ne demiş; Bakalım kız ne demiş: Yani birileri kızı ikna etmiş. Olaya partizanca yaklaşılıp, AKP avukatlığı yapılırsa işte böyle ortada kalınır. Gelelim AKP’lilere: Bana buradaki yorumları alıntılatma zira yer kaplıyor. Haydi selametle. -http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=167284- -http://www.haber7.com/haber/20081028/Hapis...mez-konustu.php-- Papazlar birbirine girdi
Aman ağzınızı hayra açın Sn.ftoyd, mezhep kavgaları ortaçağda yaşandı, bırakalım ortaçağda kalsın, aman diyim.- "ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
demişsiniz mesela, yada Sn.Dipnot başından beri Kürtler Ulustur diyor. Üstelik, Sn.Mavi, etnik Türk kimliğinin, Turancılığın ısrarla vurgulanmadığını hatta bunu savunanların o beğenmediğiniz İsmet Paşa tarafından hapse tıkıldığını da gösterdik. Bu tür milliyetçiliğin de dış kaynaklı (Alman İmp.) olduğunu da vurguladık. Hala doğru anlamadığımı söyleyebilirmisiniz ? Saygılar.- Istanbulda insanlik linç edilmis!
Sn. dünyahepimizin, Aleviler ile Kürtlerin durumu aynı değil bu bir. ( Kürtlerden bahsetmeyeceğim deyip gene bahsetmişsiniz ) Ulusalcılar Ergenekonu savunmuyor, tam tersine Ulusalcılar Ergenekonla suçlanıyor bu iki. Ben şahsen cebimi falan doldurmuyorum, gerçek bir ulusalcının da bundan rant elde ettiğini düşünmüyorum üç. AB'nin Kürt ve Alevi politikaları ve bakış açısını bir sebep olarak almamanızı ve sadece sonuçları yani insanımızın kafa karışıklığını ve kışkırtılmasını eleştirmenizi de yanlış buluyorum bu da dört. Yapıcı eleştiri, sürekli halkı yani sonuçları suçlamakla yapılmaz. Bu halkın neden bu hale getirildiğini de yani nedenleri de sorgulamak gerekir. Bu yolla oynanan oyunları ortaya çıkartıp tepkileri doğru yerlere yönlendirmek gerekliliğinden bahsediyorum. Sadece, AB yada ABD'yi suçlayıp kendimizi temize çıkarmak değil amacımız. Asıl amacımızın, ülkemiz üzerinde oynanan oyunları göstererek, bu konuda da bir duyarlılık geliştirmek suretiyle kendimizi düzeltmek olması gerekir diye düşünüyorum. Saygılar.- Mustafa filmine elestiriler...
Sn.Birce, Ailenin bir ferdinin sigara içmesi sadece o aileyi bağlar ama bir film, reklam, dizi ise tüm izleyenleri. Satılması başka bir şey, özendirmesi başka. Sigaralı sahnelerin az olması da bir şeyi değiştirmez. Filmde vurgulanan zaten arada bir içmesi değil, günde 3-4 paket içmesi, hergün bir büyük devirmesi. Kanserden ölen Malboro kovboyunu hatırlayın yada Camelin maceracı dinamik adamını, yada Red Kiti...Sizce çocuklar kendilerini o kahramanlarla özdeşleştirirse etkilenmezler mi? Bu sinema sanatının gücüdür. İstenen amaç için kullanılabilir bu güç. Asıl tehlike de Atatürk'ü, işte böyle içerdi, şöyle içerdi, eğlenceyle geçirirdi zamanını denilerek, onun devrimlerinin sarhoş kafayla yapılmış, yanlış işler diye lanse edilip tartışmaya açılarak değersizleştirilmesi ve ortadan kaldırılması. Bir başka açıdan şu yaklaşım sizce doğru mu: Mahalle mektebinde hocadan dayak yediği için dine karşı olmuş falan. Adam hasta, acı çekiyor. Ona rağmen vakur ve güçlü kişiliği mi vurgulanmış filmde ? Hayır, yalnız, mutsuz, pişman olarak gösterilmiş. Filmde hasta yatağından kalkıp kendi özel davası olarak gördüğü Hatay meselesi, Hatayın bağımsızlığı ve Türkiyeye bağlanması için diplomatik girişimlerde bulunması, Adanada resmi geçitte saatlersce ayakta kalması bir irade ve güçlülük örneği olarak değil de sanki kerhen, istemeyerek gidiyormuş gibi gösterilmiş, ağlamaklı bir sesle acınması istenmiş sanki. Suçlu olan kimler demişsiniz. Filmde onun Suriye cephesinde yakalandığı Malarya(Sıtma) hastalığını tedavi eden doktorların verdikleri civa ihtiva eden ilaçlar yüzünden hastalığının Siroza çevrildiğinden bahsetmiş mi ? Yani Siroz alkolden değil Sıtmadan! Bu neden açıklanmamış sizce ? İyi niyetten mi ? İmkan bu kadar diyorsunuz, yapmayın filmin sponsoru koskoca Sabancı! AKP'li belediyeler! Bu kadar düşünebilmiş diyorsunuz, yapmayın bu adam daha önce Sarı zeybek, Köy enstitüleri gibi yapımlara imza atmış başarılı bir entellektüel. Ama maalesef ilkesiz, satın alınabilen, ısmarlama iş yapan birisi. Saygılar.- Mustafa filmine elestiriler...
Sn. Yakışıklı, Bizde onu diyoruz zaten, Sn. Politika, televole kültürü ile yetişmiş bir halkın fikirleriyle tanıtılmayıp Mustafa filmindeki yaklaşımlarla oluşturulmaya çalışılan imajın yeni yetişmekte olan çocuklar tarafından algılanışını anketlerle ortaya koyuyor. Buna tepkinizi hiç anlamadım. Anket sonuçları sosyolojide bilimsel bir veridir. İstatistiksel yaklaşımdır, magazinle ilgisi yoktur. Konunun özünü atlamayınız lütfen. Biraz olsun düşünebilen, mürekkep yalamış bireyler olarak bizim bu forumda vurgulamak zorunda olduğumuz şeyler, ne kadar eğitimsiz, magazinleştiğimiz, ne kadar paragöz ne bileyim ne kadar çıkarcı olduğumuz falan değil. Bunlar tali bir meseleler. Bizim görevimiz, eğer yapabiliyorsak bazı çarpıklıkları, insanımız üzerinde oynanan oyunları, bizleri eğitimsiz, kültürsüz, paragöz, çıkarcı hale getiren sebepleri ortaya koymak, bu konuda bir duyarlılık oluşturmak olmalı! Böyle sürekli kendimizi aşağılamanın bir yararı yok. Bu sadece bir sonuç. Biz sebeplere odaklanmalıyız. Türkleri, insanımızı küçük görerek bir yere varamayız. Atatürk hiç bir zaman halkını aşağılamamıştır, olaylara bilimsel yaklaşmış ve çözüm üretmiştir. Türk milleti zekidir, ahlaklıdır demiştir. Motive etmek yolunu, pozitif yöntemleri denemiştir. Şimdi bu sözlerle de dalga geçiliyor. Kimse, zaten Atatürk etten kemikten değil demiyor. Siz şimdi bu filmi izlediniz mi bir, ikincisi izlediyseniz Atatürkün sunuluş biçimi hakkında ne düşünüyorsunuz ? Saygılar.- Istanbulda insanlik linç edilmis!
Evet sonunda vahşi batıya benzeyeceğiz bu gidişle. ( Aslında vahşi doğu diyeceğim malum doğu ülkesiyiz Avrupaya göre hem coğrafi hem de kültürel olarak ama bazı arkadaşlar alınabilir, onun için demedim. ) Devletin adalete güveni sarstığı bir ortamda herkes kendi adaletini sağlamaya çalışır. Bu genel hüküm. Şimdi özele gelelim birincisi sapıklık olayı ve tacizler yani tacizci Hüseyin Üzmez ve operacı sapık olayı... Olayın ikinci yönü daha vahim o da tacizci Hüseyin Üzmezin uygunsuz bir raporla tutuksuz yargılanması. Bu da hükümetin sorumluluğundadır ve insanların adalete güvenini sarsan bir unsurdur. Üçüncü yön ise, insanımızın uygar olmaması, vahşi batıdaki kovboylar gibi davranması, vahşileşmesi... Bu olay siyasi zemine taşınırsa da yine paralel düşünürsek, Balıkesirdeki saldırılar şöyle değerlendirilebilinir: Hükümetin ve iktidar medyasının teröristlere karşı mücadele eden TSK'ya yıpratıcı tavrı ve DTP'nin ordaki mitingte APO posteri açması ve söylemleri falan bunda etken olmuştur, halk ta devlet PKK ile başa çıkamıyor duygusu yaratmıştır. Yine Dolapderedeki esmer vatandaşın evinin camlarının kırılması, arabalarının yakılması, polisin geç gelmesi, PKK'lı göstericilere müdahalede geç kalması da bu tepkiyi uygarlık açısından yanlışta olsa haklı olarak doğurur. Buralardaki olaylarda polisin ve jandarmanın yetersiz müdahalesi de vardır ve bu da yine hükümetin sorumluluğundadır. İtiraz edenlere de SHP iktidarındaki Sivas Madımak katliamını hatırlatırım. Bu halkın içinden çıkmış olan polisin kazmalığını da eklemek gerek tabii. Ama bunu da önleyecek olan yine hükümetin dirayetidir. Ne yapıyordu kovboy filmlerinde Şerifler, tutukluyu linç etmek isteyen halka, silah çekip gerekirse ateş ediyorlardı değil mi ? Yani kanunlara göre yargılanıp ceza yargı verilmesinden yana idiler ve bu konuda kararlıydılar. Tabii bunlar sadece filmlerde olur derseniz başka.- "ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Sn.Politika, İşte bunun nasıl olacağını hiçbir arkadaş ortaya koyamadı. Çok uluslu devlet diye bir şey olmaz diyoruz ama anlatamıyoruz. Arkadaşlar iyi niyetle bunu çözüm olarak sunuyor ancak bunun sonunun önce federasyon daha sonra da konfederasyon olduğunu maalesef göremiyorlar. Ayrıca, bu fikirler bizatihi Apo'nun kafasından çıkmıştır. Saygılar.- 10 KASIM
Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. Önüne sayılamayacak güçlükler yığacaklardır, kendini büyük değil küçük, zayıf, vasıtasız, hiç telâkki ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin. ( 1908 ) Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük atalarımın en kıymetli miraslarından olan bağımsızlık aşkı ile yaradılmış bir adamım. ( 1921 ) Her milletin kendine mahsus gelenekleri, kendine mahsus âdetleri, kendine göre millî hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünki böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti içinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki acıdır. ( 1923 )- "ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
"Pantürkizm veya Türkçülük, Rusya, Çin, İran, Irak, Moldova, Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Ukrayna, Afganistan ve Türki Cumhuriyetlerin egemenliği altındaki Türk Halkları'nın bağımsızlık ve birliğini savunan siyasî görüş. Turancılık ise tüm Ural-Altay kavimlerinin birliğini savunan siyasi görüş. Finliler, Macarlar, Estonlar, Rusya içindeki Fin-Ugor kavimleri, Tunguzlar; Moğollar ve Türklerin bir araya getirilmesi. (Bakınız: Fin-Ugor kavimleri, Tunguzlar, Moğollar) Rusya'da 1905 Devrimi'nden önceki günlerde Azeri ve Tatar aydınları tarafından ortaya atılmış, 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Türkiye'de de geniş yankı bulmuştur. İttihat ve Terakki yönetimi içinde Ziya Gökalp'in başını çektiği Turancı görüşler egemen olmuştur. Devrik Osmanlı Komutanı Enver Paşa, 1918-1922'de, karışıklık içinde olan Rusya'da Turan fikrini canlandırmaya çalışırken öldürülmüştür. Cumhuriyet'in İlanı'ndan sonra Atatürk zaman zaman Turancı duyarlıkları okşayıcı konuşmalar yapmış ve TC banknotlarında [1] ve pullarında bozkurt gibi Türklüğün sembollerini kullanmıştır [2]. Buna karşın, İsmet İnönü'nün Milli Şeflik yıllarında Turancı örgütler kapatılmış ve Turancı düşünürler baskı altında tutulmuştur. Nihal Atsız'ın önderliğindeki Turancı hareket, İnönü'nün cumhurbaşkanlığı sırasında takibata uğramış, 1944'te Turancı örgüt üyeleri tutuklanarak işkenceden geçirilmiş ve ağır ceza mahkemelerinde yargılanmıştır. Buna rağmen Turancı görüşler Türkiye'de günümüze dek taraftar bulmaktadır." "Macaristan'daki Turancı hareketin Türkiye ile neredeyse aynı günlerde örgütlenmesi, Turancı fikirlerin etkinliği kadar, belki Alman İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı arefesinde Rusya'ya yönelik politikalarıyla da ilgilidir." "Cumhuriyet Döneminde Turancılık [değiştir] 1920'ler [değiştir] Milli Mücadele'de İttihat ve Terakki'nin Türkçü ve Turancı kadroları önemli bir rol oynadığı halde, TBMM hükümeti 1920'den itibaren Turancı akıma karşı kesin bir tavır aldı. Bunda Eylül 1920'de Sovyet rejimi ile Ankara arasında kurulan diplomatik yakınlığın etkisi vardı. Turancı düşüncenin tanınmış önderi Ziya Gökalp 1923'te Ankara'da Matbuat Müdürlüğü tarafından yayımlanan Türkçülüğün Esasları adlı eserinde Turancılığı "uzak mefkûre" ilan ederek, Türkiye devletinin kuruluşunu esas alan yeni bir Türkçülük tanımı getiriyordu. Gökalp bu eserinin basımından iki ay sonra Mustafa Kemal tarafından milletvekili adayı göstirildi. Mehmet Emin Yurdakul Turana Doğru adlı şiir kitabının yeni baskısında bazı şiirlerini değiştirerek Turan sözcüğünün yerine vatan sözcüğünü getirdi. Ahmet Ağaoğlu, Halide Edip ve Yusuf Akçura, 1922 ve 1923'te çeşitli vesilelerle Turancılıktan vaz geçtiklerini deklare ettiler. [9] 1930'lar ve Turancılığın Yeniden Canlanması [değiştir] Cumhuriyet döneminde Turancılığı üstü kapalı bir biçimde de olsa savunan ilk eser, Reşit Saffet Atabinen'in 1930'da yayımlanan Türklük ve Türkçülük İzleri adlı kitabıydı. Kitap, Türk Ocağı örgütü içinde hızlanan bir tartışma ortamında yayımlanmıştı. 1931'de Türk Ocakları Atatürk'ün emriyle kapatıldı. 1932'de Reşit Galip'in emriyle üniversiteden uzaklaştırıldıktan sonra yedi yıl Almanya'da kalan Zeki Velidi Togan, 1939'da Türkiye'ye döndükten sonra yayımladığı Bugünkü Türkistan ve Yakın Mazisi adlı eserinde, yakın gelecekte gerçekleşmesini umduğu Turan hayalini anlattı. 1930'larda yeniden güçlenen Türkçü-Turancı düşüncenin en radikal sözcüsü Hüseyin Nihal Atsız idi. Atsız 1931-1932'de Atsız Mecmuayı, 1933-1934 ve 1943-1944'te de Orhun: Aylık Türkçü Mecmua'yı yayımladı. 1939'da Bozkurt dergisini çıkaran Reha Oğuz Türkkan ile 1943'te Samsun'da Kopuz adlı Türkçü dergiyi başlatan Fethi Tevetoğlu bu dönemin diğer Turancı fikir önderleri arasında bulunuyordu. 1941-1944 yıllarında Orhan Seyfi Orhon Çınaraltı adlı Türkçü dergiyi yönetti. Bu dergide yazan emekli general Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, "Her Türkçü Turancıdır, her Turancı Türkçüdür" diyordu. 1944 Tevkifatı [değiştir] Nazi Almanyası'nın yenilmeye yüz tutması ve Türkiye'nin İngiltere-ABD ittifakına yaklaşmasıyla Türk basınında Turancılara yönelik sert eleştiriler boy gösterdi. Faris Erkman 1943'te yayımlanan En Büyük Tehlike adlı kitabında "Pantürkist, Turancı, ırkçı kuklalara" saldırarak, onları yabancı devletlerin hizmetinde olmakla suçladı. "Milli Şef" İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı Ocak 1944'te emekliye sevkettikten sonra, 3 Mayıs 1944'te İstanbul ve Ankara'da Türkçü gençlerin düzenlediği Komünizmi Telin mitingleri yapıldı. 9 Mayıs 1944'te Şükrü Saraçoğlu hükümeti, aralarında Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz Türkkan, Nejdet Sançar, Fethi Tevetoğlu ve Alpaslan Türkeş'in de bulunduğu 30 kadar Türkçü-Turancı'yı tutukladı. Bir yıla yakın tutuklu kalan sanıklar, daha sonra, kendilerinin tabutlara yerleştirilip işkence yapıldığını ileri sürdüler. 29 Mart 1945'te Türkçülük davası sanıklarından onu ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Ancak aynı yılın Ekim ayında Askerî Yargıtay mahkûmiyet kararlarını esastan bozdu. [10] 1945 Sonrası [değiştir] 1950'li yıllarda Demokrat Parti ve daha sonra da Mareşal Fevzi Çakmak'ın kurduğu Millet Partisi içinde yer alan ve bağımsız örgütlü bir yapı göstermeyen Turancı hareket, o yıllarda siyasete egemen olan anti-komünizm düşüncesinin sağladığı zırha bürünerek görüşlerini savundu.1969'da isim değiştirerek Milliyetçi Hareket Partisi olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, eski Turancılardan birçoğunu bünyesinde topladı." ( Vikipedi)- Dünyayı "siviller" değil, bu paranoyak "CIA kafalılar" yönetti.
Bunlar Türkiye üzerinde oynanan oyunları daha da net ortaya koyuyor gerçekten. - Atatürk'e Mektub
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.