İNTERLOCK tarafından postalanan herşey
-
Birisi Çay Yapsada Şöyle Sıcak Sıcak İçsek
ingilizce'de çay ne de güzel harflendirilmiş; "Tea" Lâm eklememizde hiç bi sakınca yoktur.. dumanı doğru tüter nasılsa.. ne oldu şimdi.. düşürülmüş Lâm yerine konulduğunda? Tea lâ belki uzakdoğu'da çaya verilen kutsallık bu bilgiden kaynaklanmaktadır.. kim bilebilir?
-
İyi Sahurlaaaar..
.. dostlar seher vakti geldi Yâr'dan ayrılma zamanıdır şimdi.. "Kur'an'da, sırdan pek az bahsedilmiştir. Cihanda yaygın bir mısradır bu: Mısra: 'Gece dolanır cihanı seyreder, parmakla gösterilir.' tebrizli şems ..
-
Şems-i Tebrizi'nin 40 Kuralı
.. Sevgiliyi sevgilisinden ayıran kimseyi Allah da kendisinden ve kendisini sevenlerden ayırır. Muhammed Gazalî, Allah rahmet etsin, Ebu Ali Sina'nın El-İşârât vel-Tenbihat adlı eserini Ömer Hayyam'a okuyordu. O, çok üstün yaradılışlı, erdem bir insan olduğu için hep kötülemek isterler. Oysa, İhya-ûl-ulum'ud-din adlı eserinde Gazâlî, İbni Sina'dan faydalanmıştı. Onu tekrar okuyor, Hayyam'a hâlâ anlamadın mı? diye işaret ediyordu. Üçüncü kez okudu. Mutriplere, çalgıcılara, davulculara seslendi. Ta ki, Gazâlî karşısına gelsin, çalgılar çalınsın da, ona okuduğu şeyin faydalı olduğu herkesçe bilinsin. Şiir: "O kimse ki, bütün lâfı Enel Hak, yani ben Hakkım'dır, Şüphesiz ki o zavallı, bu ip ile asılır." Onu öyle elimin altına alayım, öyle aciz bir hale getireyim ki, böylece hep benim elimde olsun. O , fesahatte, söz ustalığında zamanının en uzmanı olmuştur. Şaşılacak derecede yetkili bir konuşmacıdır. Tanrı erlerinin gönülleri çok geniş ve engindir. Felekler kadar uçsuz bucaksızdır. Bütün felekler onun gönlünün etrafında döner. Bir gün semâ ayini sırasında bir mürit, Şeyh Şahabeddin'den bir beyit söyledi. Şeyh, derhâl azarladı, "boynun kopsun, dilin kesilsin," dedi. Orada kimsenin bir beyt söylemeye cesareti yoktu. Oradaki Hak, kendini göstermiş ve perdeyi atmıştır. Orada herşey göz kesilmiştir. Dilin ne yeri vardır? Her kimde böyle bir hal belirmeden gelirse, şüphe yok ki rezil olur, pislik yuvası gibi dolu olur; güzeller arasına karışmış çıplak zenci gibi kepaze olur gider. Hava ve heveslerle, şehvetle dolu insanlara, orada yer yoktur. Ansızın gördüm ki, şamdanın içinden fışkıran güneş gibi bir parlaklık göğsüme doğdu. Bey! Şöyle bir başımı çevirdim. Gördüm ki, sarığım yere düşmüş; o kendi sarığını tuttu; sanki ben kendime bakıyorum ve o aydınlıkta bütün kan damarlarımı, sinirlerimi, kemiklerimi ve kendimdeki mânaları görüyordum; başka hiç bir şey göremiyordum. Kutsal hadiste: "Ben iyi kullarım için öyle bir şey hazırladım ki, ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş, ne de insanın kalbine doğmuştur." anlamına gelen bir müjde vardır. Hele şu: "Gördüğünü kalbi yalanlamadı."* anlamına gelen âyet bundan daha kuvvetlidir. Bundan biraz geçtikten sonra orada yalancılıktan bahsettiniz.** Bir perdenin delilidir bu. O, Kur'an'da, bu da kutsal hadiste işaret olunmuştur. Kur'an'da, sırdan pek az bahsedilmiştir. Cihanda yaygın bir mısradır bu: Mısra: "Gece dolanır cihanı seyreder, parmakla gösterilir." Makalât Cilt: 2 İslâm klasikleri Hürriyet Yayınları-1975 ** KUR'AN NECM: 53/1-18 O necme kasem ederim indiği dem ki Şaşırmadı sahibiniz azıtmadı da Ve hevadan söylemiyor O sade bir vahiydir ancak vahyolunur Ta'lim etti ona kuvveleri şiddetli Bir kuvvet sahibi, hemen duruklandı Ve o en yüksek ufukta idi Sonra yaklaştı da tedellî etti "kabe kavseyni ev edna" oldu da Verdi kuluna verdiği vahyi Gözün gördüğünü kalb tekzib etmedi* Şimdi siz ona o görüşüne karşı mücadele mi ediyorsunuz? Kasem olsun ki o onu bir deha da inişinde gördü Sidrei müntehanın yanında Ki Cennetül'me'vâ onun yanında O dem ki o Sidreyi bürüyen bürüyordu Göz, ne şaştı ne aştı Vallahi gördü rabbının âyâtından en büyüğünü gördü ** Zikr olunan: 53-11 ayette, yalan ve yalancılardan da kapalı olarak bahs ediliyor. Tebrizî bu hususa dikkat çekmekte. Figürler ile/meseller ile ifade edilmiş kurgu-bilgilerin, sadece kıraat edilerek yapılan yorumları/tefsirleri, hakikatten uzak olmakta ve de bu bilgileri insanlar arasında ve gerek maddi, gerekse mevki elde etmek için iddialı tarzda yaymak da aynı zamanda yalancılık olmaktadır. Sure'nin devamında bu işaret edilmekte. Şöyle ki: NECM: 53/19-23 Siz de gördünüz değilmi Lât-ü Uzzayı? Üçüncü olarak da menatı uhrayı? Size erkek ona dişi öyle mi? Bu öyle ise çok hayflı bir taksim Onlar hiç bir şey değil, sırf sizin ve babalarınızın taktığınız kuru isimler. Allah onlara öyle bir saltanat indirmedi. Yalnız zanna ve nefislerin sevdasına tabi' oluyorlar. Elmalılı H. Yazır HAK DİNİ KUR'AN DİLİ ..
-
THE GULLIVER'S SHIP..
.. manifest the expression of the subconscious mind catas-trophy I decided yani karar verdim diyom ben benim hedef kitleye kafa atıcam tos atıcam dipçik bilem atıcam kararlıyım yavaş yavaş atıcam tüketicem yine atıcam yayım yayım yayılıcam gerilicem bi boynuz daa atıcam to poke one's wing into everything viranelerde domuz arıycam belki bulcam bulursam perhaps hedefe vurucam kafa atıcam kaçsa da tüyse felan asmalara saklansa vinelere delikler açsa saklansa halter atıcam kaldırmıycam işte atıcam sona çekicem rezil şey yüzkarası o jaketler kaldımı yaw milattan öncesi fosil evcil çavdar hizibi kontrolsuz kalkışçı tuhaf şey yalan böcükümsü hem romcu sefroş seni bulcam tos atıcam tos atıcam dipçik vurcam dirsek atıcam bulcam hey siz! araya girmeyiniz lûtfen be asma sığırı!. ben gidiyom tropi yapıcam birinç olucam ganimet kazanıcam işte iyne olmuycam ekranda gözükücem boy göstericem işmar yapıcam yayılıcam gidiyom ben kedimi de alıcam hem troposferde ralli yapıcam birinç olmaya gidiyom ben..
-
Mevlana 'dan Sözler
.. Oruç ayı geldi. Hepinize kutlu olsun. Ey oruca yol arkadaşı olan, dost olan kişi! Yolun uğurlu olsun, hoş olsun. Ben Ayı görmek için dama çıkmıştım. Çünkü candan, gönülden orucu özlemiştim, onu hasretle bekliyordum. Aya bakayım derken başımdan külahım düştü. Mübarek oruç padişahı benim aklımı başımdan aldı. Beni mest etti. Ey Müslümanlar! Ona gönül verdiğimden beri ben zaten mest olmuşum, aklımbaşımda değil. Ah, orucun ne de hoş bahtı varmış, ne de güzel devleti varmış, hali varmış. Bu oruç ayında gizlenmiş eşsiz bir Ay var. Hem de Türk gibi oruç çadırında gizlenmiş. Bu mübarek ayda, oruç harman yerine sıkıntısız, neşeli gelen kişi, o güzeller güzeli Aya yol bulur. Sıhhatli, atlasa benzeyen yüzünü kim sarartırsa, o orucun ipekli elbisesini giyer. Bu ayda dualar kabul olur. Oruçlunun âhı gökleri deler, geçer. Oruç kuyusunda sabreden kişi, Yusuf gibi aşk Mısır’ında sultan olur. Ey sahura kalkan, sahur yemeği yiyen kişi! Az konuş, hatta sus! Sus da orucu anlayanlar, oruçtan söz etsinler. Gel ey Şemseddin, ey Tebriz şehrinin avunduğu büyük insan! Oruç askerinin başkumandanı sensin. ..
-
Ben güldüm, siz de gülün madem :)
- Çocukken favori oyuncağınız neydi?
.. Ankebut : 29/8 Biz insana, anne-babasına en güzel bir biçimde davranmasını, şunu çekinceyi belirterek önerdik: "Eğer onlar, hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyle bana ortak koşman için seninle çekişirlerse, o takdirde onlara itaat etme. Yalnız banadır dönüşünüz. Nihayet, ben size yapıp-ettiğiniz şeylerin haberini bildireceğim." ..- ERİŞİLMEZ İKON'UN SAHİFESİ.....
MÂŞUK-I TUSÎ İLE KÖPEK VE ATLI.. Mâşuk-ı Tusi, bir zaman kendisinden geçmiş bir halde aceleyle bir yola gitmekteydi. Yolda önüne bir köpek çıktı. Kendisinde olmadığından Maşûk-ı Tusi, ona bir taş attı. Uzaktan yeşiller giyinmiş bir atlı göründü. Atlı çıkageldi, yüzü tamamıyle nur gibiydi. Mâşuk-ı Tusi'ye şiddetle bir kamçı vurdu da dedi ki: "Ey bihaber! Kendine gel, kendine. Kime taş atıyorsun, bilmiyor musun? Asıl bakımından onunla aynı renkten değil misin sen? Onunla bir kalıptan değil misin? Neden onu kendinden aşağı tutuyorsun? Mademki köpek, kudret kalıbına göre senden ayrı değil, kendini köpekten üstün sayman, yerinde bir iş olmaz.." Dostum, köpekler perde arkasında gizlidir. İçin temizse bu deriden ileriye bak, ileriyi gör! Köpek, suret bakımından güzel değildir ama sıfat bakımından canı yücedir. Köpekte birçok sırlar vardır. Fakat görünüşte o, yola bir engel gibi görünür. İLÂHİNAME Ferideddin-i Attar MEB-1985 ** Maşuk-ı Tusî= Tabiatperest (farsça) Her şeyin kendi kendine olduğunu veya tabiatın meydana getirdiğini kabul eden. Allah'tan (C.C.) gaflet edip, kâinatın tesadüfen olduğunu zu'meden. Nur: Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Işık. Her çeşit zulmet/karanlık/sıkıntının zıddı. Kur'ân-ı Kerim. Peygamber. İman/İslâmiyet. ..- RUHSAL MESAJLAR..
.. 33. güç olmadan: yok olmadan bilgi genellikle başkalarını bilmenin sonucudur, fakat uyanmış insan, işlenmemiş taşı görmüştür. diğerleri güç ile ustalaşmış olabilir, ancak kişinin kendi benliğinde ustalaşması tao'yu gerektirir. birçok maddi şeyi olan kişi, zengin olarak tanımlanabilir, ama sahip olduklarının yeterli olduğunu bilen kişi, ve tao ile birlikte olan, maddi şeylere yeterince sahip olmuş olabilir, ve ayrıca kendi özüne de sahiptir. iradenin gücü sebat getirebilir; ama dayanmak için sükünete sahip olmak tüm günler için korunmadır. fikirleri dünyada kalan kişi tüm zamanlar için mevcuttur. 34. çabalamadan istisnasız tüm şeyler, doğal yola uygun davranmalıdır, kendi amacını sessizce ve hak iddia etmeden gerçekleyen. doğal düzenin bir tezahürü olmak, herhangi bir şeyin yöneticisi olmak değildir, fakat onlara yaşam verenin kaynağı kalmaktır. görülemez; bir amacı yoktur, fakat tüm doğal şeyler onun varlığına güvenir. tüm şeyler ona döndüğünde, o onları köleleştirmez, öyle görülmezdir ki, büyüklüğü galip gelir. kendine tao'yu model alan, bilge olan kişi, çabalamaz, fakat başardığı ile yetinir. 35. iyiliksever ev sahibi bilge kişi tao ile birlikte davranır, barışın burada bulunduğunu bildiğinden. aranıyor olması da bu sebepledir. konuklar, iyiliksever ev sahibi tarafından sağlanan iyi müzik ve yemeğin tadını çıkarırken, tao'nun tanımı şekilsizmiş gibi görünür, duyulamaz ve görülemez olduğundan. ancak ne zaman ki yemek ve müzik sona erer, tao'nun tadı baki kalmaya devam eder. 36. üstesinden gelmek büyüyen şeyler aynı zamanda küçülebilir; güçlü olan, bir gün güçsüzleşir; yüreği kabaran, sonra kederlenir; ve her insanın vermeye olduğu kadar, almaya da ihtiyacı vardır; bu tao'nun yöntemidir. en büyük balık gölün dibinde yaşar, ve bir ülkenin en iyi silahları kuytuda kilitli tutulmalıdır. uysal ve nazik olan, sert ve güçlünün üstesinden gelebilir. 37. liderliğin uygulanması doğanın yolu planlı değildir, buna rağmen gereken hiç bir şey yapılmadan bırakılmaz. doğayı izlemekte olan, bilge lider bunu bilir, ve arzuyu nesnellikle değiştirir, böylece, aksi halde harcanacak olan bu boşa harcanmamış enerjiyi korur. bilge lider bilir ki eylemleri zorlama enerji kullanılmadan olmalıdır, o bilir ki fazlası hala gerekmektedir, zira ayrıca bilir ki bir maksada sahip olmaksızın planlı bir amacı olmadan hareket etmelidir. bir amaca yönelmeden hareket etmek kendini bir yöne zorlamadan hareket etmektir doğanın yaptığı da tao'nun yolu da budur. 38. ululuğa ilişkin gerçekten iyi bir insan yaptığı iyiliklerden bihaberdir. bir budalaysa, tam tersine, sürekli iyi olmaya çabalamalıdır. iyi bir insan az şey veya hiç bir şey yapmıyor gibi görülür ama gene de hiçbir şeyi yapılmamış bırakmaz. budala her zaman gayret eder, gene de çoğu şeyi yarım bırakır. gerçekten bilge ve alçakgönüllü olan yapılacak iş bırakmaz, ancak kendi ülkesinin kanunlarına göre hareket ederek işleri yarım bırakabilir. bir işi halletmek isteyen terbiyeci kollarını sıvar ve şiddet uygular. bilinen yoldan sapıldığında iyilik baki kalabilir, ve iyilik unutulduğunda nezaket hala var olabilir. öyle olur ki, insanlar birbirine nazik davranmadığı halde adalet hala yaşar, kaybolsa bile adetleri kalır. bununla birlikte, adet bir dogma olarak yerine getirilebilir, ve bir karışıklığın, hatta bir kehanetin başlangıcı olabilir ve bunlar tao'nun çiçekli tuzakları ve büyük bir akılsızlığın başlangıcıdır. gerçekten ulu olan yüzeyde değil, onun altında yatanda yaşar. derler ki, ilgisi çiçekten çok meyveyedir. herkes aradığının ne olabileceğine karar vermelidir, yaz olgunluğuna daha önce ulaşan çiçekli tuzak mı, yoksa altındaki meyve mi. 39. yeterlilik ve dinginlik tao adı verilen prensipten; gökyüzü, yeryüzü ve yaratıcılık tektir, gökyüzü berrak, yeryüzü sağlamdır, ve iç(sel) dünyanın ruhu tamdır. toprağın hükümdarı bütün olduğunda, ülke de güçlüdür, canlı ve iyidir, ve insanlar yeterlidir dünyevi ihtiyaçlarını karşılamakta. gündüz zamanı gökyüzü karanlık olduğunda ve gece gibi kapandığında, ülke ve onun insanları muhakkak ki çok acı çekeceklerdir. dünyayı dolduran çiğin sağlamlığı ona onun yaşamını veriri; iç(sel) dünyanın enerjisi onun gücünün eksilmesini engeller; onun doluluğu kurumasını engeller. tüm şeylerin gelişmesi onların ölümünü engeller. liderin işleri nüfusun refahını sağlamalıdır. bunun için denir ki; .."alçakgönüllülük köküdür ..büyük asaletin; ..alçak, bir temel oluşturur ..büyük için; ..ve prensler kendilerinin ..değerinin az olduğunu düşünürler." bundan dolayı her biri tevazuya güvenir; çok fazla başarı sahibi olmanın bir avantajı yoktur, yeşim çanlar gibi yüksek sesler çıkarmayın, ne de taş ziller gibi takırdamayın. ..- Çocukken favori oyuncağınız neydi?
çok öncelerden bahs ediliyor.. benim oyuncaklarım; elbise fıçasından ya da kalem kutularından.. hayalimde en kral otomobil.. kamyon olarak betimlediğim objeler idi.. bahçede ise.. o objelerin yerini.. ucuna ip bağlayarak çektiğim.. sardalya balığı kutuları vardı.. ha bi de hacıyatmazım..- En Sevdiğiniz Şarkı Ne?
- Çağrışım
- En Sevdiğiniz Şarkı Ne?
demek ki eksik bi şey var..- THE GULLIVER'S SHIP..
.. bu kez gulliver'in gemisi.. kendi sanal aleminde ve yıldızların altında.. ve ay.. ..- Eksik Bir Sey Mi Var
- Gizli sevda-San tin Agapi tin krifi
sevdanın siyah olduğunu bilir miydin? karasevda dediler ya adına; siyah bi kuştur sevda siyah bi göz ki tüm kâinatı senin yüzün adına çizmiş.. senin yüzünü çizmiş her bi yana..- DAKÛKÎ' NİN KISSASI..
.. Dakûkî , iyi bir hale sahipti. Âşık ve keramet sahibi bir zat. Yeryüzünde gökteki ay gibi seyreder dururdu. Gece yolcularının gönülleri, onunla aydınlanır, nurlanırdı. Bir yerde az otururdu, bir köyde iki günden fazla kalmazdı. "Bir evde iki günden fazla otursam, kalbimde oranın sevgisi alevlenir. Eve barka mağrur olmaktan çekinir, hadi ey nefis zenginleşmek, bir şey elde etmek için sefere düş derim; İmtihanda muvaffak olması için kalbimi hiçbir yere alıştırmam.." derdi. Gündüzleri yol yürür, sefer eder, geceleri ibadette bulunur, namaz kılardı. Gözü açıktı o erin. Padişahı görmekte doğan kuşuna benzerdi. Halktan çekilmişti, fakat huyunun kötülüğünden değil.. Kadından da ayrılmıştı, erkekten de, fakat ikilik korkusuyla değil! Halka şefkat gösterirdi, su gibi faydalıydı, onlara güzel bir şefaatçıydı, duası da Allah tarafından kabul edilirdi. Daima iyiyi de esirgerdi, kötüyü de.. Herkese karşı anadan daha iyi, babadan daha düşkün ve muhabbetliydi. Dakûkî, fetvada âdeta halkın imamıydı, takva topunu meleklerden bile çelmişti. Bir yerde durup dinlenmede gezip tozmada Ay'ı bile mat etmişti. Dindarlıkta din bile ona haset ederdi. Bu kadar takva ve ibadetle, bu derece evrada, zikre koyulmuş olmakla beraber, yine de Allah Has'larını daima arardı. Zaten seferden asıl maksadı da buydu, "Bir an olsun Allah Has'ına rastlayayım.." demekteydi. Yola düştü mü: "Yarabbi, beni Has'larından birisine ulaştır, ona arkadaş et. Yarabbi, tanıdığım erlere gönlüm kuldur, köledir. Canım Allah’ım, tanımadıklarımı da hicap içinde düşmüş kuluna merhametli kıl," derdi. Allah: "Ey ulular ulusu, bu ne aşk, bu ne susuzluk? Beni seviyorsun ya.. Başkasını ne yapacaksın? der; O da şöyle cevap verirdi: "Ey sırları bilen Rabbim, niyaz yolunu gönlüme açan, gösteren sensin. Denizin ortasındayım ama yine de testideki suya tamahım var. Ben Davud’a benziyorum, doksandokuz koyunum var ama arkadaşımın bir koyununa da tamah ediyorum." Allah Rahmet etsin, Dakûkî dedi ki: "Nice zamandır doğuda, batıda sefer edip dururum. Yıllarca, aylarca bir Ay-Yüzlünün aşkıyla gittim. Ne yoldan haberim vardı, ne belden! Allah kudretlerine hayran bir halde yürüdüm. Birisi ona : "Dikenliklerde, taşlıklarda yalınayak mı gidiyorsun?" dedi. Dakûkî dedi ki: "Ben hayretler içindeyim, kendimde değilim ki. Sen bu ayakları yere basıyor sanma, öyle görme. Çünkü âşık şüphe yok ki gönül yurduna sefer eder. Gönül, sevgilinin sarhoşudur; yoldan, konaktan yolun kısalığından, uzunluğundan ne haberi var.." Dakûkî dedi ki: "Bir gün, sevgilinin nûrlarını insanda görmeye iştiyakım arttı. Katrede bahr-i muhit'i, zerrede güneşi görmek arzusuna düştüm. Gide gide bir deniz kıyısına vardım. Vakit gecikmişti, akşam olmuştu. Ansızın ta uzaktan o sahilde yedi mum gördüm, mumların bulunduğu yere doğru koşmaya başladım. O yedi mumun her birinin nûru gökyüzüne kadar vurmuştu. Hayretlere düştüm, hattâ hayret bile hayran oldu. Hayret dalgası aklımın başından aştı! 'Bu mumlar, ne çeşit mum? Halk nasıl oluyor da bunları görmüyor; Ay'dan daha aydın olan mumlar durup dururken başka bir mum arıyor? Halkın gözünde ne şaşılacak bir bağ var ki bunları görmüyor. Allah doğru yolu dilediğine gösteriyor sahiden!.' diyordum. Bir de baktım ki o yedi mum bir mum oldu. Nûru, gökyüzünü bile delip geçmekteydi. Sonra yine o tek mum, yedi mum oldu. Benim sarhoşluğum, hayretim arttı. O mumların birleşmesini dille anlatmaya imkân yok ki!" Gözün bir an içinde gördüğünü dil, yıllarca söylese anlatamaz. Kulak idrâkin bir ân içinde gördüğü şeyleri, yıllarca dinlese bitmez. Mademki bunun sonu yok, hadi, var yine o hamdinde âciz olduğum şeyi anlat! "O mumlar ulu Allah’dan ne çeşit nişanelerdir? diye koşa koşa gidiyordum. Derken kendimden geçtim, acelemden yere yıkıldım, harap oldum. Topraklara serildim, bir müddet akılsız, idrâksiz bir halde kaldım. Sonra kendime gelip yine kalktım, yola düştüm. Fakat bir yere gidiyordum ki ne başım bendeydi ne ayağım!." Derken bu yedi mum da, nûrları lâcivert semaya kadar yükselen, gündüzün nûrlarını bile bir karaltı gibi gösteren, aydınlıklarıyla bütün nûrları silip süpüren, yedi adam şekline girdi. Sonra o yedi adam, yedi tane ağaç oldu. İnsan yeşilliklerinden neş'eleniyordu. Yapraklarının çokluğundan dalları görünmemekte, meyvelerinin bolluğundan yaprakları kaybolmaktaydı. Dallar ta Sidre’ye kadar yükselmiş.. hattâ Sidre de ne oluyor? Halâ’yı bile aşmıştı! Kökleri, yerin dibine kadar girmiş, yayılmış, öküzle-balığı bile geçmişti. Kökleri, dallarından daha taze, daha lâtifti. Bunları seyredenin aklı, hayretlere düşüyor, altüst oluyordu. Olgunluktan yarılan meyvelerinden, su gibi nûr şimşekleri fışkırtmaktaydı! Asıl şaşılacak şeye gelince: O ovalardan, o çöllerden yüz binlerce adam geçiyor, Gölgelik için can veriyorlar, başlarını kilimlerle örtüyorlardı da, Onların gölgesini bile görmüyorlardı! Görmeyen çakmaklaşmış gözlere yüzlerce kere tuuh! Allah’ın kahrı, gözleri bağlamış yoksa.. Gözleri bağlı adam, ay'ı görmez de Süha'yı görür! Zerreyi görür de, güneşi görmezler. Fakat yine de Allah’nın lûtfundan, kereminden ümit kesilmez ya! Yarabbi, bu ne sihir? Tüm bu meyveler olgun ve yere düşmüşken, kervan ondan nasipsiz! Halk, çürük meyveleri toplamakta, pisboğaz ve doymaz adamlar, bu pörsümüş meyveleri yağma etmek için birbirlerine girmekteydi. O dallar, meyveler, yapraklarsa anbean; 'Keşke kavmimiz bizi bilseydi, ne olurdu?.' diyorlardı. Her ağaçtan: 'A bahtsız kişiler, bize gelin, bize..' diye ses geliyordu. Fakat Allah’dan da ağaçlara: 'Onların gözlerini bağladık, onlara sığınacak yer yok!.' sesi gelmekteydi. Onlara birisi: 'Bu yana gelin de bu ağaçlardan faydalanın.' dese, Hepsi birden: 'Bu sarhoş yoksul, Allah’ın takdiriyle deli olmuş. Bu yoksulun beyni başa çıkmaz sevdalarla, sonu gelmez riyazatlarla soğan gibi çürümüş kokmuş!.' diyorlardı. Dakûkî şaşıp kalıyor; "Yarabbi bu ne hal? Halka bu perde, bu sapıklık neden geliyor ki? Çeşit çeşit adamlar, yüzlerce akla, yüzlerce tedbire sahip oldukları halde o tarafa bir adım olsun atamıyorlar. Akılları, fikirleri de hep birden inkâra düşmüşler. Onların bu azgınlığına, bu isyanına bakıyorum da şüpheleniyorum Yoksa ben mi çıldırdım, ben mi sersem oldum? Şeytan, benim kafama mı bir şey vurdu? Her an gözlerimi ovup duruyorum, bu cihanda rüya mı görüp durmaktayım yoksa? Fakat bu nasıl rüya olur? İşte ağaçlara doğru gidiyorum, meyvelerini yiyorum. Buna nasıl inanmayayım? Sonra yine münkirlere bakıyorum; görüyorum ki bu bahçeden haberleri bile yok. Son derece iştiyaka düşmüşler, fevkalâde ihtiyaçlarından bir yarım koruk için can veriyorlar. Bu yoksullar, açlıklarından bir yaprak için ah edip duruyorlar! Sonra yine, acaba ben mi kendimden değilim, ben mi hayale düştüm, gözüme görünen muhayyel bir ağacın dalına el attım? diyorum.." demekteydi. Dakûkî, macerasını şöyle anlatır: "Ben de tıpkı onlar gibi, acayip şey demekteydim, Allah bunların gözlerini ne de sıkı bağlamış? Bu kavgalardan, bu aykırı hareketlerden Muhammed’de aşmaktaydı. Ebu leheb de! Fakat bu şaşmakla o şaşmak arasında pek büyük fark var. Dakûkî, tez tez yürü sükût et. Ne vakte kadar söylenip duracaksın, ne vakte kadar? Duyup anlayan kulak kıt!." Dakûkî dedi ki: "Bahtım yaver oldu, ileriye doğru yürüdüm, bir de baktım ki o yedi ağaç bir ağaç olmuş. Her an bir ağaç, yedi ağaç olmakta, yedi ağaç bir ağaç haline gelmekteydi. Hayretten ne hale geldim, bilir misin? Dondum, kaldım! Sonra ne göreyim; Ağaçlar, cemaat gibi toplanmış, saf düzmüş, namaza durmuşlar! Bir ağaç, imam gibi önlerine geçmiş, öbürleri de onun ardında kıyamdalar! Onların kıyamı, rükû etmeleri, secdeye varmaları beni büsbütün şaşırttı. O anda Allah’ın: "Yıldız ve ağaç, Allah’a secde eder.." sözünü hatırladım. 'Bu ağaçların ne dizleri vardı, ne belleri! Nasıl rükûa, secdeye varıyorlar, bu ne biçim namaz?.' derken, Allah’dan ilham geldi: 'A nurlu, pirli kişi, hâlâ bizim işimize şaşıyor musun? Bizce bu işler, şaşılacak işler değil ki!.' Bir müddet sonra ağaçlar, yedi tane adam oldu. Hepsi de tek Allah’nın huzurunda ka’dedeydi. Gözlerimi ovuşturup: 'Bu yedi aslan kimlerdir, âlemde ne işleri var ki?' diye bakmaktaydım. Yanlarına yaklaşıp onlara uyanık bir gönülle selâm verdim. Selâmımı alıp: 'Ey Dakûkî, uluların tacı, büyüklerin övündüğü zat!' dediler. Kendi kendime 'beni nasıl tanıdılar? Bundan önce beni görmemişlerdi,' dedim. Hatırımdan geçeni o an anlayıp birbirlerine baktılar ve gülerek, 'Ey aziz, bu sır, şimdi sana gizli mi ki? Allah’a ulaşıp hayrete varan bir gönüle, solun-sağın sırları gizli kalabilir mi?' dediler. Yine kendi kendime; 'bunlar hakikatlere ermişler, hakikatler âlemine ulaşmışlar, âlâ.. fakat, bu surete ait ismi, bu surete ait harfi nasıl biliyorlar?' dedim. İçlerinden biri; 'Velî, bir adı bilmezse bil ki bu istiğraktan ileri gelen bir şeydir, cahillikten değil' dedi. Ondan sonra bana; 'Ey temiz dost, biz namazda sana uymak istiyoruz.' dediler. 'Peki' dedim, 'fakat bir an müsaade edin, zamanın devrine ait müşküllerim var. Temiz sohbetinizle o müşküller hal olsun.' 'Hüküm senin' diye baş eğdiler. Onların bu baş eğmelerinden öyle hararetlendim, gönlümden öyle bir ateş çıktı ki! Bir zaman o seçilmiş kişilerle mürakabeye daldım, kendimden geçtim. O zaman canım, zamandan kurtuldu. Zaman, insanı gençken kocaltır. Bütün renkten renge girişler, zamandan meydana gelir. Zamandan kurtulan; renkten renge girmekten de kurtulur.." Dakûkî’ye: "Bu sözün sonu yoktur. Namaz vakti, hemencecik öne geç. Ey tek kişi, bize iki rekât sabah namazı kıldır da zaman seninle bezensin. Ey gözü aydın imam, bize imamlık et.. İmam olanın gözü açık olması lâzım." Dakûkî, namaz kıldırmak üzere onların önüne geçti. O kadar birleştiler, o kadar kaynaştılar ki sanki onlar atlas bir kumaştı, Dakûkî de o kumaşın sırması, süsü! O padişahlar, saf olup o ünlü imama uydular. Tekbir getirince kurbanlık koç gibi âlemden çıktılar. Dakukî, o kıyıda namaz kıldırmak üzere imam oldu. Onlar da arkasında saf olup namaza durdular. İşte güzelim bir cemaat, işte seçilmiş bir imam! Namazdayken denizden, 'İmdat!.' seslerini duydu. Ansızın gözüne bir gemi ilişti. Gemi, dalgalar arasına düşmüş, belâlara uğramış, perişan bir hale gelmişti. Hem gece, hem bulutlu bir hava, hem de dalga.. Bu üç karanlık bir yandan, batma korkusu bir yandan.. Fırtına Azrail gibi saldırıyor, dalgalar sağdan soldan hücum edip duruyordu. Gemidekiler, korkudan canlarından olmuşlar gibi feryatlarını göklere çıkarıyorlardı. Bağrışıp çağrışıyorlar, başlarını dövüyorlardı. Kâfir ve mülhit.. hepsi de imana gelmişti. Yüzlerce niyazlarda bulunarak candan ahitler ediyorlar, adaklar adıyorlardı. Karmakarışık işlere dalmış, yüzleri bir an olsun kıbleye dönmemiş olanlar bile baş açık secdeye kapanmışlardı. Halbuki evvelce onlar, 'bu kulluğun faydası yok!.' diyorlardı.. Fakat o anda kullukta yüzlerce hayat görüyorlardı. Dostlardan, dayıdan, amcadan, babadan, anadan, herkesten ümitlerini kesmişlerdi. Kötü kişinin can verirken Allah’dan korkması gibi, zâhit de Allah’dan korkuyordu, fâsik da! Ne sollarından bir ümit vardı, ne sağlarından. Hileler öldü, bitti mi dua zamanı gelir!. Onlar da ağlayıp inleyerek duaya koyulmuşlardı, gemiden gökyüzüne kadar bir duman yükselmişti. Şeytan ise, o sırada düşmanlığından her birinin karşısına dikilip: "A köpeğe tapanlar, işte size iki illet! A münkir münafıklar, hem korkun, hem geberin. Nihayet bu olacaktı zaten. Kurtulunca yine gözleriniz kurur, yine şehvet için yaratılmış birer şeytan kesilirsiniz. Allah’ın sizi kazadan kurtarmak üzere elinizden tuttuğu, sizi tehlikeden kurtardığı gün, hatırınıza bile gelmez!." diye bağırmaktaydı.. Şeytan böyle söylüyordu ama can kulağı ile duyanlardan başkası bu sözü duymuyordu ki! Dakûkî o kıyameti görünce merhameti coştu, gözyaşları akmaya başladı. "Yarabbi!" dedi, "onların yaptıklarına bakma, ey lûtuf sahibi padişah! ellerini tut, imdatlarına yetiş. Ey eli denize de yetişen, karaya da! Onları sağlıkla, selâmetle kıyıya çıkar. Ey ebedî kerem merhamet sahibi! o kötü kişilerden bu kötülüğü defet.. Bedava olarak insanlara yüzlerce göz, yüzlerce kulak veren, rüşvetsiz akıl, fikir ihsan eden Allah! Sen, biz hak etmeden lûtuflarda, ihsanlarda bulunursun. Nimetlerine karşı yaptığımız kâfirliklerle hatalarımızı hep görürsün. Ey ulu Allah! Bizim şanımız ulu ulu günahlarda bulunmaktır. Fakat sen, bunları lûtfunla affetmeye kaadirsin. Biz, hırstan, şehvetten kendi kendimizi yaktık. Bu duayı da senden öğrendik Yarabbi.. Bize duada bulunmak için müsaade etmen, dua öğretmen, böyle bir karanlığı aydınlatman hürmetine sen bunlara acı.." İhtiyarsız bir surette, şefkatli analar gibi dua edip duruyor. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Kendisinde olmaksızın ettiği dua, gökyüzüne yükselmekteydi. O ihtiyarsız dua, yok mu? Bambaşka bir şeydir. O da, adamın kendisinden değildir, Allah’dandır. Allah ilhamıdır. O esnada insan, yok olur, o duada bulunan Allah’dır; Dua da Allah’dandır, icabette. Arada vasıta olarak mahlûk yoktur. O niyazdan cismin de haberi yoktur, canın da. Lûtuf ve merhamet sahibi olan Allah kulları, işleri düzeltmekte Allah huyuna sahiptirler. Onlar, şiddet zamanı, sıkıntı vakti, rüşvet almaksızın mahlûkata acırlar, yardımda bulunurlar.. Ey belâlara uğramış adam! Kendine gel de bunları ara.. Kendine gel de belâ vaktinde, onların duasını ganimet bil!. O Allah erinin duasıyla gemi kurtuldu. Gemidekilerse kendi gayretleriyle, kendi ihtiyatlarıyla hünerler gösterip, oku hedefe attılar da, gemiyi kurtardılar zannındaydılar.. Gemi selâmete erdiğinde, cemaatin de namazı tamamlanmış oldu. Birbirlerine gizlice, "Bu fodûliyyet, bu hâl kimden oldu?" diyerek sormaktaydılar. Dakûkî'nin arkasındaki o saf cemaat, gizlice birbirlerine böyle soruyorlardı. Her biri: "Ben bu şekilde bir duayı dışımdan da, içimden de etmedim.." diyordu. Birisi: "Her halde bu imam şefkatinden yersiz bir münâcâtta bulundu.." dedi. Bir diğeri de: "Arkadaşlar, bana da bu şekil doğru geliyor, O fodul, sıkıntı basınca Hallâk'ın işine itirazda bulundu.." diyordu. Dakûkî der ki: "O kerem sahipleri ne söyler diye arkaya bakınca; Onlardan bir kişinin kalmadığını, yerlerinin bomboş olup hepsinin gittiğini gördüm. Keskin gözlerimle baktığım halde, ne sağda, ne solda, ne aşağıda, ne yerde bir izleri vardı. Sanki inciydiler de eriyip su olmuşlardı, ayak izleri ve bir tozları bile yoktu. Hepsi Hak kubbelerinde gizlenmişlerdi. Acaba hangi bahçeye gitmişlerdi? Cenab-ı Hak, onları benim gözümden niye gizledi diye bir müddet hayrete düştüm." Balıklar, suya nasıl dalarlarsa, onlar da Dakûkî'nin gözünden öyle kayboldular. Nice yıl onların hasretiyle ağlayıp, iştiyâkından gözlerinden yaşlar döktü. Sense dersin ki; "Hakk'ın nazar ettiği ve O' nunla olan nasıl olur da insanı anar?" İşte şimdi hata ettin! Onları insan sûretinde görüp, can nûru olduklarını görmedin. Ey ham adam! Bu yüzden işi berbad ettin. Onları herkes gibi insan sandın. Sen onları, "Mel'ûn İblîs'in" : "Ben ateşten yaradıldım. Adem ise çamurdan.." dediği gözle gördün.. İblîs'ce gözünü bir an yum da bak! Bak nasıl yücelirsin.. Ey Dakûkî! Gözünü açıp gece gündüz onları ara, bulmaktan ümidini kesme.. Ara.. Zîra saadetin temeli aramaktadır. Gönüldeki her ferahlığın sebebi bir sıkıntıya bağlıdır. Alemin bütün işlerini bırak da, Üveyik gibi: "Kû..kû, nerede..nerede?" diyerek ara. Ey perde arkasında kalan, duadan geri kalma. Çünki, "Dua ediniz, size icâbet edeyim" buyurulmuştur. Kalbi arınmış olanın duasını, Cenab-ı Hak kabul eder. MEVLÂNÂ MESNEVÎ-İ ŞERÎF CİLT: 3 1932 - 2315 ..- Birisi Kahve Yapsa da İçsek Şöyle Hüpppppppppppppp Diye
hadi yatmaya.. pış pış.. iftara daha çok var.. biras uyu bakim..- Çağrışım
hadi.. git iftara kadar yat.. tımmı omar123.. görüşürüük..- Birisi Kahve Yapsa da İçsek Şöyle Hüpppppppppppppp Diye
sevgiler bilem sanal omar123.. bi de senin hani bi gün.. ışınlayıverdiğin paralar vardı ya.. sanal?- Birisi Kahve Yapsa da İçsek Şöyle Hüpppppppppppppp Diye
marak etme sen.. inşaallah yapçez.. yanına da ne arzu edersen.. dile dileyebildiğini.. bu dünyada her istediğin oluyo.. da.. birasçık sanal.. ossun..- Çağrışım
yük içinde samanlık yesin seni maymunlar.. (irfan öğretmenim)- Birisi Kahve Yapsa da İçsek Şöyle Hüpppppppppppppp Diye
sn. admin'imin elleri dert görmesin.. gönlü neş'eyle dolsun.. birlikte.. son'un başlangıcını görürüs inşaallah..- Birisi Kahve Yapsa da İçsek Şöyle Hüpppppppppppppp Diye
omar123 illüzyon çocum o kahfe.. oruç bosmas.. yo eyer bosar diyorsan eywah efladım.. bikoz yaşamın tamamı iftar olur yawriim.. seher iç olmas o takdirde.. ben sana iftarda köpüklü bi kahfe yapçem söz.. allah kabul etsin uruc'unu.. recul'lüğünü de görürüs inşaallah..- Çağrışım
vur vur inlesin tüm türkiye dinlesin uyusunda büyüsün tıpışlamaya başlasın - Çocukken favori oyuncağınız neydi?
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.