İNTERLOCK tarafından postalanan herşey
-
DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
.. konuya devam: Şeyh-i Ekber, bu konuyu iyice uzattıktan sonra şunları söylemektedir: "Anlaşıldı ki rüya yoran herkes o rüyayı nakledenden evvela kendi hayâlinde tasavvur edinceye kadar tabir edemez. Bu suretle rüyayı anlatanın hayâlinde hâsıl olan suret bulunduğu mahalden hadîs-i nefsî/gönül sözü yahut şeytanın keder verici bir ilkâsı olarak o rüyayı yorumlayanın hayâline intikal eder. Sonra Hak Teâlâ bir kimseye bir rüya göstermek istediğinde rüya sahibi için gördüğü rüyasında rüyanın gerektirdiği şeylerin mahiyetine göre hayır veya serden bir nasîb halkeder. Yalnız bu nasibi Hak Teâlâ Hazretleri bir kuş şeklinde tasvir eyler ki aslında kuş suretinde bir melektir. Nasıl ki hayırlı amellerden de Cenâb-ı Hakk meleklik, ruhânîlik, misal âlemine mahsûs olan cisim ve cesetlerde şekil ve suretleri yaratıyor. Hak Teâlâ üyayı, rüya meleğini kuş şeklinde yaratmıştır. Zira (Arapça’da;) 'Onun nasibi (hissesi, bir şeydeki payı) böylelikle uçtu' denir. (Buradaki) kuş da, haz (hisse, nasîp) demektir. Hak Teâlâ; 'Talih kuşunuz sizinle beraberdir,' dedi. 'Hayır ve serden hisseniz nasibiniz sizinledir,' demektir. Rüyayı bu kuşun ayağına asılmış olarak bırakmıştır ki, rüya bu kuşun kendisidir. Rüya yorulunca yorumlanan şey için oradan düşer. Düştüğü zaman kuş yok olur. Zira kuş rüyanın aynıdır. Rüyanın (tabirine) düşmesi ile bittabi kuş yok olacak, his (müşahede) âleminde rüyanın üzerine çıktığı hâle te’vil ve tabire göre şekil ve suret alacak, ve binnetîce rüyanın sureti başkasına değil, hâlin aynına dönecektir. O hâl ya bir araz (sıfat) veya bir cevher (madde) yahut bir velilik veya sâireden bir nisbet olsun, hepsi de o rüyanın suretinin ve o kuşun aynıdır. Bu halet ondan yaratılmıştır. Bu halet cisim araz veya nisbet olsa da o suret muhakkaktır. Nasıl ki Hz. Âdem topraktan, biz de değersiz ve hakir bir sudan yaratılmış bulunuyoruz." ..
-
DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
yoksa sevgili @@DostunDostu küre mi raks ediyor.. zamanın üzerinde? ..
-
BAHARİSTAN - MOLLA CAMÎ
.. Peygamber ki, Nuşirevan'ın çağlarında kutlu yüzüyle cihanın gözlerine ışık verdi; "Ben Nuşirevan gibi adaletli padişahın günlerinde doğduğumdan dolayı zulmünden uzağım," buyurmuştur. Bütün halkın iyiliğini isteyen o büyük öğütçü, zalim padişahın kulağına ne güzel söylemiştir. Buyurmuştur ki: "Zulüm karanlığını düşün de adaleti sınama yolunu tut; eğer adalet, sana zulümden daha hoş gelmezse, sonra ayağını zulüm yoluna bas!" HİKÂYE Tarihlerde yazılıdır ki, dünya saltanatı beş bin yıl kâfirler ve ateşe tapanlar eline geçmiş ve bu devlet onların soyunda kalmıştır. Çünkü onlar halka adalet gösterdiler, zulmü uygun bulmadılar. Peygamber şöyle buyurmuştur; "Tanrı- Davud peygambere haber gönderdi ve buyurdu ki: 'Ulusuna anlat. Acem Şahları hakkında kötü söylemesinler, onlara söğmesinler. Çünkü onlar, kavimlerinin rahat yaşamaları için cihanı adaletle bezemişlerdir.' " KITA Adalet ve insaf öğren; çünkü yurdu korumakta küfür ve din, adalet kadar işe yaramaz. Dünyanın düzeni için dinsiz adalet, dinli hükümetin zulmünden daha iyidir. HİKMET Hükümdarın yakın dostları iyi düşünceli, ağır başlı olmak gerektir. Yoksa şaklaban nedimlerden bir hayır gelmez. Çünkü iyi düşünen ciddi dostlar onu kemâl derecesine yükseltir, öteki soytarı meşrepli olanlar ise değerini alçaltırlar. KITA Bilginlerin dudaklarından dökülen her nükte bir cevher hükmündedir. Göğsünü bu mücevher hazineleriyle süslenmek ne hoştur. Engin gönüllü kimse hikmet cevherleriyle dolu bir hazinedir. O hazineyi kendinden uzaklaştırma. HİKÂYE Bir sabah mecûsî başrahibi, Kubad Şahı ile atbaşı beraber giderken bindiği hayvan fena halde terslemiş, kuyruğundan tırnaklarına kadar bacaklarını kirletmişti. Rahip bundan çok utanç duydu. Kubad Şah söz arasında rahibe, padişahlarla yolculuk yapmanın usûl ve kaidelerini sordu. Rahip şu cevabı verdi: "Bunun birinci şartı, padişahla atlı yürüyüş yapacağın günün gecesinde hayvanına fazla yem vermemektir. Çünkü, sabahtan binicisini utandırır." Kubad Şah, Rahibin verdiği cevabı çok beğendi ve "İşte!" dedi, "Bu anlayış ve bilgi sayesindedir ki, eriştiğin mevkiye yükselmişsin." BEYİT Kendi isteğine göre yürüyen akılsızın bütün edep ve terbiyesi doğruluk yolundan sapar. Akıl, ancak kendi kaidelerine uymakla iş görebilir. Hayvanlara edep öğretmek de br uyanıklık eseridir. HİKMET Sultanın yakınları yüksek dağlara çıkmış kimselere benzerler. Günün birinde zamane'nin sarsıntıları onları tırmandıkları yerden aşağıya yuvarlıyacaktır. Lâkin şüphe yok ki yüksek bir yerden düşmek daha çetin, alçak bir yerden yuvarlanmak daha kolaydır. MESNEVÎ Yüce Şah'a yakın bulunmak, yüksek bir eyvana çıkmaktır. O eyvanın çok yukarısına bakma; Korkarım ki, oradan düşersen başka düşenlerden yaman düşersin. HİKMET Padişaha, memlekette olup bitenleri haber verecek nedimler gerektir ki; işlerin ne yolda yürürdüğünü anlayabilsin; halkın ve milletin ahvalini kendisine ulaştırsınlar. Derler ki: Ardişir Bâbegân, uyanık bir padişahtı. Her sabah yanına gelen nedimlerine; "falan kimse bu gece şöyle yapmıştır, yahut falan kadın veya cariye ile buluşmuştur," Hulâsa her ne olmuşsa onları olduğu gibi söylerdi. Nedimler, 'acaba gökten bir melek mi iniyor da, bu adama haber getiriyor,' diye şüphelenirlerdi. Gazneli Mahmud da bu türlü padişahlar sırasındadır. Padişah ordusunun halinden habersiz olursa; asker, onun kahrından nasıl çekinebilir? Zulüm kasdiyle binlerce bahane uydurur, ahlâksızlık saziyle binlerce terane bestelerler. ..
-
DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
Fütûhât-ı Mekkiyye’nin 188. bab'ında Şeyh-i Ekber: "Bir müslimin rüyasını onu başkasına haber vermedikçe talih kuşunun ayağına takılıdır. Birisine anlattığı zaman "kuşun ayağından ayrılır/düşer." Sahih Hadis Şu îzahta bulunur: "Bil ki Hak Teâlâ Hazretleri rüyaya müvekkel ve ruh denilen bir melek yaratmıştır. Bu melek dünya göğünün altında durur. Elinde bütün cesetlerin suretleri vardır. Uykuda bulunan herkes kendisini veya başkasını bu suretlerde idrâk eder. Aynı zamanda rüya meleğinin elinde madde ve mânâ alemindeki oluşlardan haber veren şeylerin suretleri de vardır. Bir insan uyuduğu yahut kendisini kaybettiği veya bir fânilik hâline girdiği, yahut da kuvvetli bir idrâke sahip bulunduğu zaman onu uyanık hâlindeki mahsûsât (beş duyu organıyla his ve idrak ettiği şeyler) rüya meleğinin elindeki suretleri idrâke mâni olmaz. O gece (hâiz olduğu manevî kuvvetle) uyuyanın rüyasında gördüğü şeyleri aynıyla uyanık hâlinde idrak eder. Zira (ruh denilen) insanî latîfe bütün kuvvetleriyle his ve müşahede âleminden yeri dimağın ön tarafı olan bitişik hayâl âlemine intikal eder. Bu suretle, suretlere, şekillere müvekkel olan o ruh, munfasıl hayâl âleminden bitişik hayâle Hak Teâlâ’mn izin verdiği şeyleri o uyura yahut gaibe veya fâniye idrak edilebilecek mânâları cisim ve cesetlenmiş (şekil ve timsaline bürünmüş) ve benzeri bir halde verir, akıtır. O da hakkı ve hakikati bu surette görür." .-.
-
DR. TERROR'S HOUSE OF HORROR
.. Yönetmen: Freddie Francis Ülke: İngiltere Tür: Korku Vizyon: 1965 Süre: 98 dak. Senaryo: Milton Subotsky Müzik: Elisabeth Lutyens Görüntü Yönetmeni: Alan Hume Yapımcı: Max Rosenberg, Milton Subotsky, Joe Vegoda Firma: Amicus Productions Çekim Yeri: Shepperton Studios, Shepperton, Surrey, England. Oyuncular: Christopher Lee/Peter Cushing, Roy Castle/Ann Bell. ** Hikâyesi: Yağmurlı ve soğuk bir akşam, beş yabancı bir trene binerler ve aynı kompartımanda esrarengiz bir falcı tarafından bir araya getirilirler. O gizemli kişi, Tarot Kartları üzerinden beş adamın geleceklerini okur ve beş kişi için farklı bir Recitation/Transporting sunum/ Unfold yapar/gözlerinin önüne serer. Bir süre sonra, tren bir istasyonda durur. Beş yolcu inerler ve tren gider. Fakat çevreye baktıklarında, ıssız bir çölsü ortamda oldukarını fark ederler. O ara esinti ile ayaklarına dolaşan eski gazetede, bindikleri trenin kaza geçirdiğini ve kendilerinin de öldüğü haberini okurlar.. ** Beş ayrı adamın, beş ayrı gelecek hikâyesi: Werewolf: Bir tasarımcı, atalarından kalan evine, rivayeten yüklenmiş olan bir "kurtadam" söylencesini araştırmak ve temizlemek için gelir; Vampire: Bir doktor, yeni evlendiği eşinin vampir olduğunu anlar; Creeping Vine: Muazzam ve kuyruk gibi dalları olan dev bir bitki; "Bearish Plant" evi ele geçirir; Voodoo: Bir instrumentalist; özel büyüler yaparak zihinlere korkunç resimler oyar. Disembodied Hand: Bir sanat eleştirmeninin peşine, bedeninden kopuk bi el takılır. ** Son Söz: Hikâye, bir geri dönüş ile biter. Ve Tarot fallarına bakan Dr. Schreck'in; Ölüm yada Azrail'in bizzat kendisi olduğu anlaşılır. Vikipedi ** ** "Dr. Schreck; bir "zaman gezgini"dir ve ölüm meleği de değildir. Sadece olacakları önceden gören bir özel varlıktır; Silent Flute de olduğu gibi. Belki "Hızır" olarak adlandırılabilinir "İlm-i Ledün" sahibi bir birey. Kişisel http://youtu.be/WD-YsNJrLdQ
-
Böyle Buyurdu Zerdüşt - F. Nietzsche
.. devam: Hangi anlama gelirse gelsin, iyi ile kötünün hayat için kaçınılmaz olduğunu; belli bir açıdan görmenin kaçınılmaz olduğunu bilir. Nietzsche’ye göre, "insanların farklılığı," yalnızca iyi bulduklarının çizelgelerindeki farklılıkta, yani, çabalamaya değer iyi anlayışlarında değil de, bir de az ya da çok değerli bütün ortaklaşa tanıdıkları iyilerin farklılığında ya da sıralanma düzenlerinin farklılığında gösterir kendini: Hatta bunlardan daha çok, bir şeye sahip olup, o şeyi ele geçirmekten ne anladıklarında kendini ortaya koyar. Özgür insan, bu dünyanın realitelerinin anlamlarını, kendi gözleriyle görmek ister. İnsanlarla ilgili her şeyin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini görerek hiç olmazsa bunun da yolunu açmak ister. Özgür insan bu anlamda hazırlayıcı insandır. Açtığı yol, üstinsanın yoludur. Özgür insan, kendi kendini yenileyen, kendini eğiten, herhangi bir şeye saplanıp kalmayan insandır. Özgür insan kendi erdemi için yaşar ve birçok erdemi olsun istemez, kendisi olmak ister. Onun erdemi, başkalarının erdemsizliğinden acı çekmeyen propaganda yapmayan, yasak olan her şeyi yapan, moral dışı bir erdemdir. Ancak kendi kendisi olmak isteyen özgür insan, sürekli maske taşır, kendisini olduğu gibi göstermez. O kendisinden utanmaz. Başkaları onu anlamadığı için onun gerçek yüzünü göremezler. Özgür insan, yalnız kalmak ister. Çünkü kendi işini yapabilmesi için yalnız kalması gerekir. O, yalnız kalabilen insandır. O, kendi kendine yeter. O, yığınla, sürü insanına söz söylemez. Ancak kendi gibileriyle ve kendi gibi alacaklarla konuşur. Öte yandan özgür insan, hazır olan her şeye karşı şüphecidir. Bununla birlikte hazır olan her şeye el uzatma hakkını da tanır kendine. Sonuç olarak diyebiliriz ki; özgür insanın bütün değerlendirmelerine yön veren bir tek düşünce vardır. Bu da özgür insanın, üstinsana ulaşabilmesi uğraşısıdır. Özgür insanın yüceliğini belirleyen neden, sadece kendini kurtarması, kendini özgür kılması değil, bütün bunları ne için yaptığını bilmesi ve bunu başarmasıdır. Kişi yabancılaşmasını kendi ego tatmini ya da çıkarı için değil, bir ideal uğruna, gelecek olana yolu hazırlamak için aşar. Nitekim Nietzsche bunu Zerdüşt’te şöyle dile getirir: İnsana yüce olan, onun köprü olmasıdır, gaye değil: İnsanda sevilecek olan şey onun başlangıç ve bitiş olmasıdır. Ben batmaktan başka türlü yaşamasını bilmeyenleri severim, çünkü bunlardır karşıya geçecek olan.. Ben, batmak ve kurban olmak için yıldızların ötesinde sebep aramayıp, kendisini, yeryüzünün bir gün üst insanın olsun diye yeryüzüne feda edenleri severim.. Ben bilmek için yaşayan ve bir gün üst insan yaşayabilsin diye bilmek isteyeni severim.. Böylece "özgecilik" ve "feda ediş" özgür insanın en büyük özellikleridir. Bununla birlikte özgür insan kendini mükemmelleştirmek ister. Bu da yeni bir insan tipini ortaya çıkarır. Bu yeni insan tipi, trajik insanın, diğer adla "üstinsan"ın ta kendisidir. Bu insan tipi, Nietzsche’nin ifadesiyle: "yeryüzünün efendileri" dir. Böylece özgür insanın kendini feda etmesiyle artık "üstinsan" ortaya çıkacaktır. ..
-
GuNuN SoZu (SeNCe)
.. maymunun davranışı aptalı oynamaktır; maskaralıklarına gülerken sen arkandan ısırıverir! ve eğer ego'suyla oynarsan bir korkağın da maymun gibi gizlendiğini görürüsün.. kör adam silent flute ..
-
ERİŞİLMEZ İKON'UN SAHİFESİ.....
.. MUSA VE HIZIR Musa, Allah tarafından halka gönderilmişti. Aynı zamanda Peygamberdi. "Ulu Allah Musa'yı, vahyin en son mertebesi olan "kelâm" ile taltif etti. O, bütün bu büyüklüğüne, bilgisine ve Allah'a olan bu kadar aşinalığına rağmen Hızır'a talip oldu ve Allah'dan Hızır'la konuşmayı dua ederek diledi. Pek çok yalvarıp yakardıktan sonra Ulu Allah, onun isteğine: "Sefer et ve benim o has kulumu ara ki ona eresin" hitabesiyle karşılık verdi. Musa, böylece hareket etti. Bir deniz kıyısına gelince orada Hızır'ı buldu. Gözü ve gönlü onun yüzü ile aydınlandı ve istediği birçok şeyler onunla bir konuşmada hasıl oldu. Bir bakışta o kadar hil'atlar giydi ve o kadar nimetler tattı ki, bunları şimdiye kadar ne bir göz görmüş, ne bir kulak işitmiş, ne de bir insan tahayyül etmiştir. Hızır'ın arkadaşlığını ve sohbetini istedi. Daha görmeden ona nasıl âşıktı! Bunları gördüğü ve tattığı zaman aşkının ne hale geldiğini sen kıyas et! Hızır buyurdu ki: "Ey Musa! Şimdiye kadar elde ettiğim fayda ile kanaat et ve artık geri dön. Bizim konuşmamız mühimdir ve tehlikelidir. Allah saklasın! Bundan sana bir zarar gelebilir." Musa aşkının ve bağlılığının fazlalığından yine yalvardı. Bir zaman beraberce gezip dolaştılar. Bu sefer esnasında deniz kıyısında, o zaman asırlarca çalışsa benzerini kimsenin yapamıyacağı bir gemi buldu. Hızır böyle görülmemiş bir gemiyi harap etti, deldi. Tamamiyle işe yaramaz bir hale getirdi. Musa: "Bu türlü hareket etmen ve bu yaptığın iş doğru değildir. Çünkü bu hikmet ve şeriata aykırıdır. Bu yaptığının adalet mihenginde, fazilet ve şeriat terazisinde karşılığı hiçtir" dedi. Hızır: "Sen benimle yapamazsın dememiş mi idim?" deyince, Musa kendine gelip: "Yaptığım yemini ve sözleşmeyi unuttum. Bu ilk günahımdır, bağışlanabilir." dedi. Ve Hızır'a o kadar yalvardı ki nihayet Hızır dayanamayıp Musa'nın bu suçunu bağışladı. Tekrar bunun üzerinden bir müddet geçti. Dolaşmakta devam ederken bir adaya geldiler. Burada, şehrin çocukları arasında, yeryüzünde bundan daha güzeli bulunmayan, henüz çok küçük bir çocuk gördüler. Her ikisi birden hayretle: "Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne kadar güzeldir." dediler. Sonra Hızır, bu çocuğu, diğer küçüklerin arasından okşadı ve gönlünü alarak ayırdı. Elinden tutup yürüdü. Musa şaşkınlık içinde uzaktan onu takibetti ve acaba Hızır bu çocuğu nereye götürüyor? diye düşündü. Hızır, insanların gözünden uzaklaşıp onu tenha bir yere götürdü ve hemen orada çocuğu ayakları altına alarak, kafasını kesti. Musa büyük bir isyanla: "Böyle günahsız ve masum bir çocuğu öldürmek doğru mudur?" diye bağırdı. Hızır: "Benimle arkadaş olamazsın; sen benim yaptığım işlere dayanamazsın geri dön git dememiş mi idim?" deyince, Musa kendine gelerek: "Hata ettim; unutkanlığım galip geldi" dedi. Hızır da: "Her zaman işlerimi inkâr ediyor, sonra da hata ettim diyorsun" buyurdu. Musa: "Allah için bu defa da bağışla, sünnette üç defaya kadardır. Eğer bir kere daha inkâr edecek olursam mazeretimi kabul etme" dedi. Hızır böylece ikinci günahı da, üçüncü günahta ayrılmak ve başka bir mazeret ve bahane kabul etmemek şartiyle bağışladı. Bundan sonra yine bir müddet arkadaşlık ettiler. Tesadüfen bu seferde yedi sekiz gün, yiyecek bulamadılar. Az daha açlıktan öleceklerdi. Şeriat, açlık halinde, murdar olan haram etin bile yenilmesine müsaade eder. Böyle bir zaruret içinde, iken, bir adaya geldiler. Kalabalık ve büyük bir şehirde bulunduklarını gördüler. Bu şehirde, birçok hazineleri bulunan çok zengin yetimler vardı; bunların oturdukları sarayın duvarı yıpranmış ve eğilmiş, yıkılmak ve harap olmak üzere idi. Hızır bu eğri duvarı doğrultup harap olan kısımlarını onardı. Musa bunu görünce, bu kadar talihsizlik, kısmetsizlik ve açlıktan sonra, yiyecek şeyler ve giymek için de gümüşlü hil'atlar geleceğini umdu. Hızır Musa'nın elini tuttu ve o sahilden başka bir yere doğru gitmek üzere ayrıldı. Orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular ve Hızır onu doğrulttu. Musa'nın sabrı kalmamıştı, ve "Ey Hızır, biz açlıktan ölüyoruz; murdar ve haram olan şeyler bile artık bize helâl olmuştur. Sen, başka bir kimsenin tamir etmesine imkân olmıyan bir duvarı doğrultup tamir ettirdin. Ev sahipleri çok zengindi. Onlardan yaptığın işin karşılığı olarak, birkaç gün orada kalıp yeniden güç ve kuvvet bulmamızı isteseydin veya bundan vazgeçtim hiç olmazsa yemek için bir parça ekmek isteseydin. Yaptığın bu hareket insafsızlıktır ve hiç kimse bunu doğru bulmaz." dedi. Hızır: "Ey Musa işte üçüncü günahında tamam oldu, artık bir mazeretin kalmamıştır. Bu üçüncü günah, ayrılmamıza sebep oldu. Başlangıçta hep inkâr ettiğin bu üç işin sırrından seni haberdar edeyim ki benim yaptığım şeyleri inkâr değil, kabul etmek gerektiğini anlıyasın. Sen işi tamamen tersine yaptın. Gemiyi delmemin sebebi şu idi: O gemi fakirlerin, müminlerin ve iyi işler yapan kimselerin malı idi ve kâfirlerin onu, kendi ellerine geçirerek, müslüman kalelerine gidip müslümanların ve iyi insanları yok etmek düşüncesinde olduklarını sır gözü ile gördüm. Bunun için gemiyi harap ve işe yaramaz bir hale getirdim. O küçük çocuğu öldürmemin sebebi de şu idi: O çocuğun babası ve annesi mümin ve evliyadan idiler. O çocuğun cevheri kötü olduğundan kötü işler yapacak, annesini ve babasını din yolundan alıkoyacaktı. Kötülük ve dinsizlik yeryüzünden eksilsin, annesi babası dinsizlikten kurtulsunlar diye onu öldürdüm. Örneğin, bir bahçıvan da faydalı ve iyi dalların kuvvetlenmesi için cılız ve faydasız dalları kesmez mi? Yetimlerin harap olmuş ve eğilmiş duvarını doğrultmamın ve tamir ettirmemin ve buna karşılık o kadar zaruret ve çaresizlik içinde bulunduğumuz halde onlardan ücret ve karşılık istemememin sebebine gelince: O çocukların babası ve annesi, Allah'ın has ve salih kullarından idiler. Müfessirler, onların yedinci cedlerinin salihlerinden olduğunu ileri sürerler. Bazı kimseler de "onların yetmişinci ceddi salihlerden idi" derler. Halk, ahiretin bütün hazinelerine sahip olan ve hazineler bağışlayan Hızır gibi bir kimsenin, yedinci veya yetmişinci cedde karşı gereken saygıyı ve tazimi göstereceği, onların çocuklarına kimsenin elinden gelmiyen önemli bir hizmeti yaptıktan sonra, bu kadar zaruret ve ihtiyaç içinde bulunduğu halde, onlardan hizmetine bir karşılık ve ücret almayacağı inancındadır. Siz müflis, çaresiz ve günahkâr olduğunuz halde yardıma muhtaçsınız. Bu durumda evliyanın çocuklarına nasıl hizmet etmek lâzım geldiğini kıyas ediniz" dedi. Tebriz'de bir alevî pazarda kendinden geçmiş bir halde yere yığılmış, kusmuş, yüzü, sakalı salyaya ve toprağa bulaşmıştı. Dindar, büyük bir hoca, bu hali görünce küfrederek yüzüne tükürdü. O günün gecesi bu hoca Peygamberi rüyasında gördü. Peygamber gazapla: "Senin benden olduğunu iddia ediyorsun ve bana tâbi olduğun için cennete gitmeyi umuyorsun da, beni pazarda salyalarla bulaşmış olarak gördüğün zaman niçin evine götürmedin, beni okşamadın ve yüzüme, sakalıma bulaşan pislikten temizlemedin? Köleler efendilerine hizmet ederler, sen ise bana bunların hiçbirini yapmadın. Yüzüme tükürmene gönlün nasıl razı oldu?" dedi. Hoca içinden kendi kendine: "Ben Peygamber'e bunu ne zaman yaptım?" diye geçirdi. Peygamber, derhal ona: "Benim çocuklarımın bizzat 'ben' olduklarını bilmiyor musun? Bizim çocuklarımız bizim ciğerlerimizdir, Eğer böyle olmasaydı babanın malı oğluna kalır mıydı?" cevabını verdi. Hoca, Muhammed'in heybetinden, dehşetinden uyandıktan sonra o alevîyi aradı ve buldu. Kendi sarayını, malını ve mülkünü yarısını ona verdi; yaşadığı müddetçe daima alevinin hizmetine bel bağladı. Hülâsa bu üç sırrın hikmetini, böylece Musa'ya anlattı ve birbirinden ayrıldılar. Maarif Sultan VELED ..
-
BAHARİSTAN - MOLLA CAMÎ
.. HİKÂYE Padişahın biri bir filozoftan öğüt istedi. Filozof, padişah'a: "Senden bir mes'ele soracağım, bana yanlışsız cevap ver," dedi ve ilâve etti: "Altını mı seversin, düşmanı mı?" Padişah: "Altını severim." deyince, filozof şu sözleri söyledi: "Nasıl olur da burada bırakacağın bir şeye yani altına sevgi besliyorsun da, birlikte götüreceğin şeyi yani düşmanı sevmiyorsun? Padişah ağladı. "Öyle güzel bir öğüt verdin ki," dedi. "Bütün öğütler bunun içindedir." KITA Cihan halkına bin türlü düşmanlık ediyorsun; bu altın ve gümüş toplama hevesindendir. Dostların; altın ve gümüş, Düşmanların; onların sahipleridir. Onları zulüm ve şiddetle sahiplerinin ellerinden almak ne aklın, ne de fikrin icaplarındandır. Çünkü, dostu bırakıyor ve düşmanını beraber götürüyorsun. HİKÂYE İskender, iş adamlarından birini şerefli vazifesinden azletti; ona daha bayağı bir iş verdi. Bir gün o adam bir iş için huzura çıkmıştı. Hükümdar sordu: "Yeni hizmetini nasıl buluyorsun?" Adam cevap verdi: "Padişahın ömrü uzun olsun. Kişi büyük işlerle şeref bulmaz. Belki iş, kişiye göre şeref ve itibar kazanır. Ancak her işte güzel gidişli olmak gerektir." Bu sözdeki insaf ve adalet İskender'in hoşuna gitti ve ona eski mevkiini verdi. KITA Fazilet ve hüner kavramlarına bağlı kalırsan, sana yüksek mevkiler yaraşır. Çalış; kişinin yüceliği mansıpla olmaz, belki mansıp kişinin himmeti sayesinde yücelir. HİKMET Üç zümreye üç şey çirkin düşer: Padişahlara; sertlik. Bilginlere; mal sevdası. Zenginlere; cimrilik. KITA Nakkaşın kalemi şu üç kimsenin işlediği üç şeyi amel defterine çirkin nakışlarla yazar: Kudretli padişahta; sert huyluluk. Âlimde; hırs. Zenginde; Cimrilik. HİKMET Feylesoflar demişlerdir ki: "Cihan adaletle bayındır, yahut zulümle viran olsa adalet kendi yerinden bin fersah mesafeye kadar her yana aydınlık verir. Zulüm de kendi durağından bin fersahlık mesafeye kadar karanlık saçar. KITA Adalete çalış ki, o sabah ışığı gibi doğar, parıltısı bin fersah yere kadar dağılır. Zulmün karanlığı ortalığı kaplarsa, cihan zulmetle hayat acılığiyle, darlıklarla dolar. HİKÂYE Yüce himmetli bir derviş, kudretli bir padişah ile dost olmuştu. Bir gün padişahın biraz ağır davrandığını sezdi. Her ne kadar sebebini araştırdıysa da bunun, padişahla fazlaca düşüp kalkmaktan başka bir şey olamıyacağını anladı. Nihayet padişahın meclisinden eteğini topladı, dostluk segisini dürdü. Başka bir gün derviş, padişahla bir yol üzerinde karşılaştı. Padişah dervişe sordu: "Ey derviş; bizden kaçmanın ve derneğimizden ayak çekmenin sebebi neydi?" Derviş cevap verdi: "Huzurunuza gelmemekliğimden dolayı sormanızın, sizi sık sık ziyaret etmem dolayısı ile hoşnutsuzluk göstermenizden daha iyi olduğunu bildiğim için." KITA O zengin, dervişe; "Niçin ziyaretime gelmiyorsun?" diye sordu. Derviş: "Bana niçin gelmiyorsun demek, neye geldin? demekten daha hoştur da onun için." cevabını verdi. BAHÇE III Üçüncü bahçe, adalet ve insaf meyvalarını yetiştiren hükûmet ve eyalet bağlarındaki çiçeklerin açmasından bahs eder. FAYDA Hükümdarların varlığındaki hikmet, adalet ve insaf kaidelerinin meydana çıkması içindir. Yoksa ululanma ve öfke sıfatlarının görünmesi için değildir. Nuşirevan, dine yabancı olduğu halde adalette ve doğrulukta eşsizdi. Cihan başbuğu ulu peygamber: "Ben Âdil sultanın günlerinde doğdum." diye öğünmüştür. ..
-
GÜNAYDIN
.. bu da derme-çatma'sından bi günaydın..
-
INITIATION / MYSTERION /GİZLİ ÖĞRETİ - 1
.. katıldığın için çok teşekkür ederim sevgili @@DostunDostu kafalar karışırsa karışsın.. "denizler durulmaz dalgalanmadan.." demiş bi diyen.. yerleşik düzende anarşi yaratılmazsa.. eskiler yakılıp-yıkılmazsa.. o eski yüklenmiş program çökmezse.. nasıl yeni bir yapılanma.. yeni ve bi üst program yüklenecek ki? sen yazıp-söylemeye devam et.. bişi olmaz.. bişi olmaz.. sadece sormak istiyorum kızmazsan; sen mesnevî'yi türkçe çevirisinden mi okuyorsun.. yoksa "mesnevî'yi doğru ve dürüst terceme edecek kadar fars'ça biliyorsun da.." farsî yazımından mı okuyorsun? bilgilendirirsen sevinirim.. merhaba ..
-
THE GULLIVER'S SHIP..
.. o ile öbürü'ne ait komut dosyası'ndan.. öbürü: kestirimciyi kim felce uğrattı? o: lâle! öbürü: oligarşi içeren bi cevap bu o: çaylâk karşısında gözucu bi cevap; La La La! öbürü: terstürev nicem sokağında yeni bi aksiyon evi açılmış biliyor mıydın? o: orada, çıktıları girdilerin toplamı ile değerlendirilmiş oyunlar betimleniyor neden kendimi savunmaya alayım? öbürü: yargıç seni hipnotize etmiş yoksa profilde oyunu sahneye koyan o dediğin La'nın biridir kurguda çakırkeyf olan sensin gösteriyi kişiselleştiren yane ilâveten diyorum ki; "sahnede ve oyun ve seyreden sen simülasyon-ul beyin kombinasyonudur sinaps sensörünü temizle asab'ının bozulma nedeni bu işte!" o: kaynaşmış sözcükler ile alacağına şahin bi kopozisyon çiziyorsun uzun bi koridor ve pis ve yol üzerinde soda/kola otomatı istemsiz hareketler kapris nöbetleri ve interkoneksiyon "avcı bi çukur kazıyor, kazdığı çukura giriyor ve sitoplazmik, endişeli, muammalı bi iletişime geçiyor.." öbürü: hava biraz soğudu.. ben gideyim bare.. by ..
-
SILENT FLUTE / CIRCLE OF IRON
1978/Sessiz Flüt Süre: 102 Dak. Yönetmen: Richard Moore Senaryo: Stirling Siliphant/Stanley Mann Bruce Lee/ James Coburn Müzik: Bruce Smeaton Oyuncular: David Carradine/Jeff Cooper/Christopher Lee Roddy McDowall/Eli Wallach/Anthony De Longis ** Dövüş ustası Cord, Zetan isimli bir büyücü tarafından korunan; "Efsanevi Bilgi kitabı" na ulaşmak için bir dövüş turnuvası/yarışına katılır. Cord son karşılaşmada galip gelir ama kuralları çiğnediği için galibiyet rakibine verilir. Fakat Cord herşeye rağmen Zetan ve Kitab'ı bulmak için yola koyulacaktır. Yolculuk boyunca karşısına çıkan insanlar ve insansılar ona hayatı yeniden değerlendirmesi gerektiğini öğretir. **** Cord: Ne zamandır körsün? Kör Adam: Sen ne zamandır körsün? C: Ben kör değilim. K: Ben kör müyüm? C: Her soruyu sorgular mısın? K: Sen her cevabı sorgular mısın? C: Seninle konuşmak duvarla konuşmak gibi. K: Budha bir defasında bir duvarın önüne oturmuştu. Ayağa kalktığı zaman aydınlanmıştı. C: Kendini Budha ile mi kıyaslıyorsun? K: Hayır, sadece duvarla. ** Filmin Hikâyesi: 1969 Yılında, Bruce Lee,James Coburn ve Stirling Siliphant tarafından tasarlanmış.. Bruce Lee'nin ölümünden sonra Silliphant ve Stanley Mann senaryoyu tamamlamış.. David Carradine, 4 ayrı karakteri oynuyor ve bir döğüş/karate filmi değil.. Filmin başında bir yazı var: ''Bruce hikâyeyi daha önce hiç varolmamış ve olmayacak olan muhayyel bir ülke'nin üzerine tasarlamıştır. Bu film, işte bu özel nedenle Bruce Lee'ye ölümünden sonra adandı..'' Böylece filmi Bruce Lee ye ithaf etmisler.. David Carradine: "Bu filmde oynamak, benim için kutsal bir görevdi/sacred mission.." demiş. ** Filmde; Kör Adam ile Cord, Musa ile Hızır'ın yerlerini alıyor ve onların Tevrat ile Kur'anda anlatılan karşılaşmalarını, birlikte yaşadıkları yolculuk ve maceraları, aralarında geçen konuşmaları bire bir anlatıyor. Eğer filmi seyretmeden önce bu kıssayı bir yoldan okuyabilirseniz, filmin içerdiği öze daha bir kolay ulaşabilirsiniz. Kişisel Not ** ** when you work you are a flute through whose heart the whispering of the hours turns the music. Which of you would be a reed, dumb and silent, when all else sings together in unison. Khalil Gibran
-
GuNuN SoZu (SeNCe)
.. Cahil insan kendinin bile düşmanı iken, başkasına dost olması nasıl beklenir. Socrates ..
-
ERİŞİLMEZ İKON'UN SAHİFESİ.....
.. Cybernetics; Güdü-Bilim; Kibernetik Bugün, çok kısa olarak, "Haberleşme, Kontrol ve Denge Kurma Bilimi," olarak tanımlanan Sibernetik, dikkat edilirse, üç işlemi birden kapsamaktadır. Bunlardan biri; "Bilgi Alış-Verişi," Diğeri; "Kontrol," Sonuncusu da; "Denge Kurma ya da Ayarlama," işlemleridir. Sibernetik kelimesini, bu üç işlemi de kapsayan bir biçimde kullanan ilk düşünür, Eski Yunan Filozof'u Eflâtun/Platon' dur. Eflâtun, bir diyalogunda; "..Kübernetes, yalnız ruhları değil, bedenleri ve malları da büyük tehlikelerden kurtarır.." derken,"Sibernetik" kelimesini, "İdare Etmek" anlamına kullanmıştı. Eski Yunanca'da "Kübernetes, "Dümenci" demekti. Kısaca, gemiyi yöneten "Dümenci" nin yaptığı iş, geminin gidişi boyunca, çevreden aldığı ve gördüğü bilgilerle, gemisini kontrol etme; dalgaların şiddetine göre onu ayarlama ve sonuçta istenilen hedefine ulaştırma'dan başka bir şey değildi. Eflâtun da bu nedenle olsa gerek, "Dümenci" nin yaptığı "Kontrol ve Yönetim" işi'nin çok önemli olduğunu görmüştü ve "Kübernetes" krlimesini "İdare Etme Sanatı ve Bilimi" olarak kabul etmişti. Bugün, "Hükümet Etmek/Yönetimde Bulunmak" karşılığı, Fransızca'da kullanılan "Gouvernement" ile, İngilizce'de ise "Government" kelimesi, eski Yunanca'daki "Kübernetes" kelimesinden türemiş olabilir. Sibernetik; Mesaj'ların iletimi, dil çalışmaları, toplum ve makinaları kontrol etmek için mesaj çalışmalarını, hesap makineleri ve farklı diğer otomatik makinelerin geliştirilmesini, bunların psikolojik ve sinir sistemleri üstüne olan yansımalarını, deneme niteliğinde yeni, bilimsel yöntem teorisinin geliştirilmesini kapsayan çok geniş bir alanı ifade etmek için kullanılır. 1948 yılında ise, Norbert Wiener tarafından; "İnsanların İnsanca Kullanılışı" adı altında yayımlanan bir kitapta, bu anlamda da kullanılmıştır. Bazı araştırmacılara göre, "..eski Çin'de "Sibernetik; Yaratıcısına yardım etmek üzere canlandırılmış Heykel," anlamına gelmektedir. Bu anlamda, "Khwai-şuh" adı kullanılırdı. Gerçekten de, tıpkı bir organizma'nın, kendi kendine çalışması gibi; "makinaların kendi kendilerine çalışması"nı sağlamak işine bu ad verilmiştir. ..
-
Böyle Buyurdu Zerdüşt - F. Nietzsche
.. Özgür İnsan Özgür insan nasıl bir insandır? Kimdir özgür insan? Nietzsche’ye göre, özgür insan, ahlak dışı insandır. "Özgür insan, içinde yetiştiği ve yaşadığı sürüden kopmuş, kendi yolunu arayan, insan ile ilgili şeyleri, insanın her şeyini kendi gözleriyle görmek isteyen insandır." Ancak özgür olma yolunda her kişi, birkaç dönem geçirmek, birkaç basamak inip çıkmak zorundadır. Bazı kişiler bu basamakların herhangi birinde takılıp kalırlar, asla ileri gidemezler. Böyle durumlarda çeşitli "kopmuş insan" tipleri, değerler karşısındaki tutumları bakımından başka başka olan çeşitli "kopmuş insan" tipleri ortaya çıkar. Geçerli olan ahlâk kabullerinin dışına çıkan ilk adım; "büyük kopma" dır. Ahlaki değerler ve değer yargılarının havada kaldığının farkına varan bir kişi "büyük kopma"nın sınırına gelmiş demektir. İşte bu noktada insanın karşısına "nihilizm" sorunu çıkmaktadır. Bu temel problem karşısında ancak etkin ve aktif olan kişi, terk ettiği değerlerin yerine yeni değerler yaratma ve ortaya koyma imkanı bulabilir. Bu anlamda özgür insan, yaşadığı ve yetiştiği ahlâkın ve onun değer yargılarının, gereklerinin dışına çıkan ahlâksız/ ahlâk dışı insandır. Ahlak dışı kavramından ise Nietzsche şunu anlar: "Aslında iki yadsıma girer ahlakdışı sözcüğümün içine. Bir yandan, şimdiye kadar en yüksek sayılan bir insan tipinin, iyileri, iyilikseverleri, iyilik yapanları yadsıyorum; öte yandan, gerçek ahlâk diye geçerli ve egemen olan bir tür ahlâkı, dekadans ahlâkını, daha somut deyimiyle Hıristiyan ahlâkını yadsıyorum.." Özgür insan, birçok erdemleri olmasını asla istemeyen insan tipidir. Özgür insan sadece erdemi ister ve kendi erdemini sever; onun için mücadele eder, savaşır. Kısaca onun için yaşar. Öte yandan, "Özgür insan, hangi şeyden özgür olmak istediğini sormaz; niçin ne için özgür olmak istediğini sorar ve buna verdiği cevapla kendi işini sorar, bulur." Özgür insanın bütün değerlendirmelerine ve tüm yapıp ettiklerine yön veren tek düşünce vardır. Bu da insanın hiçbir zaman ona doymadığı idealidir ve bu ise yaratıcı insanın ideali, trajik insanın idealidir. Nietzsche’nin ifadesiyle; ..daha önce olmuş ve şimdi olanla yalnız uyuşmayı, ona katlanmayı öğrenmiş olan insanın değil, aynı zamanda bunun daha önce ve şimdi olduğu gibi, bir daha olmasını isteyen, hep olmasını isteyen, yalnız kendisine değil, tüm piyasa ve oyuna, ve yalnız bir oyuna değil, aslında tam bu oyuna ihtiyacı olana ve onu gerektiren, yüksek şeyleri en çok seven, en canlı, hayata en çok "evet" diyen insanın idealidir. Özgür insan, ahlaki değer yargıları kurmaz. Özgür insan, iyinin ve kötünün ötesine geçmiştir. Özgür insan, kendisi ahlâk dışı bir insan olsa da, farklı değerlendirme tarzlarının varlığını, zıt değerlendirmeler yapan insanların varlığının farkındadır. ..
-
INITIATION / MYSTERION /GİZLİ ÖĞRETİ - 1
.. İnisiye olan kişinin üzerinde oluşturulan ruhsal etki, altında yatan nitelik olarak, i"nisiyasyon töreni"nin, "haricilere aktarılamaz" olan temel niteliğidir. Aristoteles, Eleusis Gizemleri' nden söz ederken; "öğrenmek yerine hissetmek" diyordu. İnisiyasyon sırasında da, aktarılan bir öğreti yoktur, yaşanan yoğun duygular vardır. Fakat, bu duygular, ilerde öğretinin serpileceği uygun arka plânı/zemini de yaratmaktadır Demek oluyor ki; "inisiyasyon"un gizemi ya da hikmeti "dile getirilemez, sözcüklerle anlatılamaz" bir gizemdir; ancak ritüeller vasıtasiyle yaşanır, çilesi çekilir, hissedilir. Gerçekten, bütün ritüelleri en ufak ayrıntısına varıncaya kadar hariciler tarafından bilinse bile, ezoterik örgütlerin gizemleri tam olarak çözülemez ve çözülemeyecektir. Zira bu gizemler sadece kişisel olarak yaşandığı zaman duyumsanabilir. Bütün ezoterik örgütlerde bulunan ve yüzeysel olarak incelendiğinde anlamsız görünen bu ritüellerin, aslında, ister korkutucu olsun ister yadırgatıcı olsun, inisiye olan kişilerin üzerinde bazı psikanalitik tedavi etkisini andıran tinsel yankılanmaları vardır. Bu durumda, inisiyasyon yoluyla, birey kendi kendini "gerçekleştirmekte", yetkinleşme sürecine ilk adımlarını atmakta, kendi özünde saklı olanları teoriden eylemsele yöneltmektedir. Üstelik bu durum bir kez kazanılınca, bir daha yitirilmeyen bir niteliktir. İnisiyasyon olgusu artık sürekli bir "durum"dur. İnisiye olmak bir daha geri alınamaz bir özelliktir. Sonuç olarak; Ezoterik İnisiyasyon: Kişinin önceden belirlenen eğilimleri ve özellikleri üzerine yapılandırılan; Bariz bir ruhsal etki yaratarak, kişinin bilinçaltına yönelen; Bireyin kendisinin tamamlaması gereken bir "saklı özün gerçekleştirilmesi" çabasından oluşan üçlü bir süreçtir. İnisiyasyon Törenlerinin Nitelik ve Amaçları: Ezoterik örgütlerde, İnisiyasyon Törenleri, bireyin benliğini etkilemeyi amaçlayan ve hem fizik ve hem de tinsel birer "sınav" niteliği taşıyan deneyimlerdir. Aslında, inisiyasyon, ezoterik örgüt üyelerinin, haricilere açmamak konusunda yemin ettikleri bir "gizem" dir. Törenlerin, katılanın kişiliğine bağlı olmayan, kendiliğinden bir etkenliği vardır. Bu etkenlik, törenin kendi içeriğinden kaynaklanmakta olup, töreni yöneten ve düzenleyenlerin, ayrıca diğer katılımcıların kişiliğinden bağımsızdır. Töreni yöneten önemli değildir, önemli olan törenin işlevidir. Buradaki yaklaşım, dinsel yaklaşımla paraleldir; örneğin, namazın değerinin, imamın kişiliğinden bağımsız olması gibi. Diğer yönden etkin sonuçlara ulaşabilmek için, uygulamanın ritüeline, en ufak ayrıntısına kadar uyulması gerekmektedir. Ancak, yine de, eğilimleri açısından yatkın olmayan kişilere uygulanan inisiyasyon'nun etkisiz kalması olasıdır. İşte bu noktada, dinsel yaklaşımdan ayrılınır; örneğin, hristiyanlarda, vaftiz töreni, eğilimine bakılmaksızın herkese uygulanır. Gizemci aradığı ışığa, bilgiye bir anda sezgiyle ulaşabilir. Buna karşılık, inisiye olmuş kişi, bilgiyi ancak, zamanla ve bir takım aşamalardan sırasıyla geçerek elde eder. Bu nedenle, inisiyasyon yolu, uzun, çileli ve aktif katılımı gerektiren bir yoldur. Bunun sonucu olarak, inisiyasyonu temel alan tüm ezoterik örgütlerde, hiyerarşik bir yapı oluşmuştur. İnisiyasyonun çeşitli aşamaları, üyelerin ulaştığı varsayılan çeşitli yetkinlik düzeyleri, bir takım "derece" ve "rütbe" lerle belirlenmiştir. Bahsi geçen hiyerarşinin gereği, her ezoterik örgütlenmede, üyelerin seçilmesine, törelerin gözetilmesine, geleneklerin sürdürülmesine egemen olan, çoğunlukla oldukça karmaşık ayrıntılı bir organizasyon bulunur. Benzer şekilde, ritüellerin izlenmesinde de, yine hiyerarşik yapının bir gereği olarak, disipline sıkı sıkıya uyulur. ..
-
DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
.. Rüya Çeşitleri: Görülen rüyanın Rahmanî veya şeytanî veya ezgatü ehlam yani ehemmiyetsiz ve mânâsız rüya olup olmadığın fark ve temyiz için dikkat edilecek cihetler şöyledir: Rahmânî Rüyalar: Cenab-ı Hak ve enbiya-i izam, arş, kürsi, cennet ve cehennem, ashab-ı kiram ve ulema-i izam, Beyt'ül Haram ve MUkaddes, Kur'an-ı Kerim ve kütübi mukaddese ve ehadis-i şerife gibi dinen ve şer'an makbul ve muteber olan şeylerden birini muhtevi olan rüyalar Rahmanî'dirler. Bunlar iki kısımdır: Biri tebşir (iyi haber,müjde) ve diğeri tehzir yani Cenabı Hak bu rüya ile kullarını ya ahirete ve dünyaya ait bir haber ile tebşir eder veyahut ikab ve azabdan tehzir yani ictinabı emreyler. Rahmani rüya, karmakarışık olmayıp açık ve aşikar görülür ve kişi uyandığı zaman tamamıyla hatırda kalmış olur. Bu gibi rüyalar içindir ki; "Nübüvvetin kırkaltı cüzünden bir cüzüdür, Hazreti Allah'ın ibadına uykuda vahyidir." buyurulmuştur. Şeytanî Rüyalar: Beyn'el-müslimin örfen ve şeran memnu veya mekruh olan hususata ait olan ve emr-i bil ma'ruf ve nehy'i anil münkere yani ibadet ve takva ve hayır ve hasenata tergib ve teşvike ve menhi ve münker olan su-i ahvalden ictinaba delalet etmeyen ve alelade rüyalar şeytani olup bunların bazıları huzur eylediğinden tabir ve tevili lazımdır. Ancak daima hayr ile tefsir olunmalıdır. Şeytani rüyalarda dikkat edilecek cihet, karmakarışık olmamaları ve zihnin fevkalade meşgul bulunduğu şeylere temas etmemeleridir. Ezgat ü Ehlam: Karmakarışık, vuzuhtan ari, günlük meşgalelere temas eden ve uyanıldığı zaman unutulan ve zihinde hayâl meyâl kalan şeylerdir ki, bunların tabiri ve delâleti yoktur. Mesela gündüz bir kedi ile çokça meşgul olan bir adamın rüyasında aslan görmesi, karnı aç olarak yatan kimsenin güzel yemekler yemesi, susuzun buzlu sular ve şerbetler içmesi, ve emsali ezgat-ü ehlamdır. .. ..
-
BAHARİSTAN - MOLLA CAMÎ
.. KITA Ömür evine haraplık düşmeden önce azdan çoktan ne bulursan ye; Eğer zengin isen istediğin zaman, yoksul isen bulduğun zaman yemeğe bak. HİKMET Bir filozof oğluna dedi ki: "Ağzına bir lokma yemek koymadan evvel evden dışarı çıkma; çünkü tokluk yumuşak huyluluk ve iyilik tohumu saçar, açlık ise kuru kafalılığın ve akıl eksikliğinin mayasıdır." KITA "Ahlâkını, oruç tutarak sertleştirme; her şeyden evvel yumuşak tabiatlı ve iyi huylu olmak gerektir. Tuttuğun oruç, herkesi incitmek için bir kötülük mayası olmaktansa, oruç yemen tutmandan daha hayırlıdır. Aç olduğun zaman gördüğün her yemek ve ekmek tabiatındaki isteği ayaklandırır, sendeki hırs birlikte bulunduğun tanıdıklara da geçer. BEYİT Evinde kurudan, yaştan her ne bulursan karnını doyuruncaya kadar yeman muvafıktır. Başkalarının nimetine heves etme, yabancıların ihsanlarına tama besleme." HİKMET Ev sahibi sofrasının bir köşesine kurulur ve kendisini misafirlerinin arasında görür. Fakat insana ciğerinin lokmasını yemek, onun sofrasındaki ekmekten ve kendi kanını içmek, öyle bir mağrurun ziyafetindeki şerbetten daha hoştur. KITA Her kim benim sofram, benim ekmeğim derse; elini onun ekmeğinden ve ayağını onun sofrasından çek; kendi bostanından yediğin tereotu, onun sofrasındaki kuzu kebabından daha tatlıdır. HİKMET Her kime şu beş saadet verilmiş ise, tatlı yaşayışın dizgini onun eline bırakılmıştır: 1- Vücud sağlığı, 2- Güven, 3- Rızk genişliği, 4- Şefkatli ve vefalı arkadaş, 5- Feragat duygusu. Her kim bu Tanrı vergilerinden mahrum ise, tatlı bir dirlik ondan yüz çevirmiştir. KITA Yeryüzündeki feylesoflar hoş yaşamanın beş şarta bağlı olduğu hususunda söz birliği etmişlerdir: Bunlar: Feragat, Güven, Sağlık, Geçim yeterliği ve güzel huylu, iyi seciyeli arkadaştır. HİKMET Akıllılar, ölümle sona eren her nimeti, nimet olarak hesaba katmazlar. Ömür ne kadar uzun olursa olsun ölüm yüz gösterince o uzunluğun ne faydası olur? Nuh Peygamber, bin yıl yaşamıştır. Bu gün beş bin yıldan beri ölüdür. Nimetin değeri sonsuz olmasında ve yok olmak tehlikesinden uzak bulunmasındandır. KITA Bilgin kimsenin katında nimet: Can'ı saadete kavuşturandır. Mezara girdikten sonra altın ve dümüş gibi varlıklar insanın başına dikilen kabir taşı gibi kalır. HİKMET Büzürçmihr'e sordular: "Hangi padişah daha arıdır?" Şu cevabı verdi: "Bu temiz ruhlu insanların güven beslediği ve suçluların korktuğu padişahtır." BEYİT Padişahlık vasfı; kalbi aydın ve aklı ergin olanlara, iyilere iyilikle, kötülere kötülükle muamele yapanlara yaraşır. HİKÂYE Haccac'a: "Allah'tan kork, müslümanlara zulüm etme," dediler. Son derece düzgün konuşan bu hatip mimbere çıktı ve şunları söyledi: "Yücer Tanrı beni sizlerin başına musallat etmiştir. Ben ölürsem biliniz ki, size benden daha baş erişmiyecek midir? Bu kötü huylar ve kötü işler sizdeyken daha başka ne bekliyebilirsiniz? Tanrı'nın benden başka daha çok kulları vardır. Ben ölürsem bilirsiniz ki, size benden daha baskın bir zalimi musallat edecektir." KITA Şahın adalet göstermesini istersen, onun hükmünün yürüdüğünü bil ve senin için bir savaş alanı olan işlerinde adalet yolunu tut. Şah, bir aynadır. Onda her ne görürsen bil ki, işlediğin şeylerin bir yankısıdır. ..
-
THE GULLIVER'S SHIP..
http://youtu.be/FxXDCQ26smM angustifolia'nın dalı aceba benim üzerine basmam ile mi kırıldı? sorunsalı üzerine sorular: şeftalî hakkında şu noktalar biliniyor ki sessiz penceresinden yılankavi olağan dalga bileşenleri zati borçlarını ödeme durumundadırlar! bu durum vahim midir? ve göz önünden akıp giden nehrin suyundan bir katre hedaye unsympathetic ve sibernetik etik-etki mi yaratmaktadır? ve iğde ağacı bu nedenle mi alt cenahında gölge oluşturmaktadır? ve aceba arsız sinek kanatlı heyvanatları su sineği olup ta dumuzi garibi mi taşımaktadırlar? ve bu teorisel sorgulamam alî uzmanlarımızca ele alınup mazhar osman usman'a da sorulmalıdır mı? hamiş dip not son sorumuz: ölü borçlu mudur? noktasından yola düşerek; sarmal bir block konsepti dahilinde ve her birey bir block açtıkta atmosfer gotik üslupta bir yapısallık mı oluşturmaktadır? keza maktadır koşullarında dumuzi virüsçüğü ürermi? türkümüz: "arabacı çekçekini koş getir ölüyom ben mozoleme taş getir my mind bilinen işi yaptı taş ilen beraber az çaput getir lingo lingo! kaymaktır diller açılsın gözler sarmaldır sonlar ne bilsin eller narinay ninay nay.." ..
-
tülvent' in Dağarcığı
- .....::Radya::.....
.. Öğretmen'im seni seviyorum.. ve Öğretmenler Günü'nü kutluyorum..- Yorumsuz
- .....::Radya::.....
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.