Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İNTERLOCK

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    4.060
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    70

İNTERLOCK tarafından postalanan herşey

  1. ... mmmm of ne nepis.bi ot yemee bu? bu günkü konumuzun esasını ebegümeci adlı ve hubbaziye fasilesinden olan nebatımız teşkil edeciktir ve naka'mız halhal takıcak ritmik ayak yere vurma fiiliyatını ika edicektir ebe: ezâdan gelme olup üzgü eziyet kimin bişi olmaktadır gümeç: esasen cool rating anlamına gelebilicekse de nazik bi fırçanın nasın olabiliciği hususunda mantık aranmaması gerektir aran bi mama da ne idüğü belirsiz bi mama olup bebelere yedirmeyiniz nâmatlubtur dolayısı ile azap çektiren fırça ismi deruhte edilmiş ve vazifeye me'mur edilmiş daha baştan foul bi nebatattır zati bahçe köşelerinde sağır yol kenarlarında dahi harabelerde yetişir harnup nebatı ilen yakın akrabalık zamanla teessüs ettiğini dedi-kodulardan öğrenmiş bulunmaktayım kaynağım saklı kalsın basın etiği mucibince sakıncalıdır bi de bu fırçamızın köküsü çok uzundur derinlere kaden batar çölde bile rastlamanız bu kabildendir sapısında ve yarpağında mugaddi bi mayi vardır ve işin sırrı bu noktada tebarüz eder bikoz zebze olaraktan yememizin esvabı mucizesi ortaya çıkmıştır bizi gaza getirdiği hususu tescillidir sayın pek müdavim karilerim nasın kavurmalıyız: önce harabe virane mezarlık felan gezip pek faideli bitkimizi bulup-buluşturunuz sona oralarda kalmayınız akşam akşam sakıncalı olabilicektir çünkü akşam olmuş olabiliceği zannımca mümkindir arıya arıya böle olu tabii heman mutlu yuvanıza dönünce otumuzu acık cıcık sudan geçiriniz ve kıymık kıymıklayınız şööle sapıylan ki eşki olsun he şimdi de zeytin ve tere ya alın çukur çelik tenceremise doldurun içine otumuzu da atın arpacık soğanı ile rose yapın salça domata salt ile türlü biberlerimisten katın artıkın kaynıya dursun unutun gitsin film pempedizi zeka müsabakaları seyredin pop bilgilerinizi günçelleyin gecenin bi vakti yeme oçaktan indiriniz o zati maçun kimin bişey oldu onu bi kafanosa yığınız kapanı steril edinis konsevre yapınız çünkü bu ot bulamacı: göysü yumuşacık yapar fekat sakın sürmeyiniz yeyiniz öskürük keser mustafa keser kusturmaz ateş düşürür pronşite eyidir dişetine faidelidir yemek vaktı elma yesenis de kan sıyrılmas iğrençlik olmas karın arısına birebirdir kapslık gidermes bilâkis sıkar amigdalanın dostudur beyinciğin iki ton ton lopudur cilt kremi gibi de kullanınız başka yapıca bi necaset kalmadığından eyi geceleeer.. by
  2. .. Kişisel Erk Tanımlaması: İnsanın ne olduğuna ve ne olacağını direkt olarak belirleyen etkili olan etmen geçmişi değil kişisel erkinin toplamıdır. İnsanın geçmişi sadece şu anki toplam kişisel erkini etkilediği için dolaylı yoldan etki eder. Büyücüler, erklerini kişisel geçmişlerinden kurtarıp kusursuz edimlşerine bağladıklarından son kerte erkli olurlar Erk, sanılanın aksine insanın biriktirip depolayabileceği bir şeydir. İnsan edimleri erk biriktiren ve erk harcayan olarak ikiye ayrılır. Yaşam için zorunlu olan erk harcama biçimleri olsa da bunlar gün içinde erkimizin çok az bir kısmını harcar. Kişisel erkin büyük bir kısmını tüketen edimler aslen bencillik maskesi altında insanın kendine acımasından kaynaklanan edimlerdir. Eğer bu edimler bırakılabilirse erk birikmeye başlar. Erk basitçe paraya benzetilebilir. İnsanı her sabah hesabına 100000 ytl gibi büyük bir para yatan bir zengin çocuğu olarak varsayalım. İnsan bu paranın %99.9'unu sürekli; "başkaları benim hakkında ne düşünüyor, bunu niye şöyle yaptılar, şunu niye böyle yaptılar, yazık bana, keşke şurda şöyle yapmasaydım, şu şöyle, bu böyle" gibi hiç gereksiz konuları evirip çeviren bir danışmana/benliğe maaş olarak verip, 100 ytl ile hayatını idare etmeye çalışır. İnsanın hatası benliğine hakettiğinden çok çok fazla enerji yatırıp böyle yapmanın yaşamı için son derece gerekli olduğunu sanmasıdır. Koruyucu ve yol gösterici olması gereken benlik böylece bir kan emici olur. İnsan da sonuçta erk biriktiremeyip sıkıcı bir hayatın esiri olur. Büyücülük ise aslında tamamen benliğin bu despot görevden alınıp, hakettiği göreve ve maaşa atanması çalışmasıdır. Bir kez benliğini bu seviyeye indiren insan, her gün muazzam bir erkeyi boşa çıkarır ve bu enerji ile muazzam manevralar gerçekleştirebilir. milleplateaux
  3. BÜYÜCÜLER DÜNYASINA GİRİŞ / RÜYACI Örnek:1 Büyücüler, egolarının ölüm acısına katlanırlar ve yeniden doğmanın coşturucu sevincini tadarlar. Doğar doğmaz, bir bebeğe, binyılların bayatlamış şablon kişisel senaryo ile, içinde yaşadığı dünyaya ilişkin standart kalıp bir dünya tanımı empoze edilir. Bebeğin, bu yutturmacaları reddetme şansı yoktur. Büyücüler, farkındalıklı kişiler olarak, yedikleri bu kazığı sindiremeyip, ondan kurtulma yolunu seçerler. Yani, uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra, bencillik/ ego senaryosuyla dünya tanımını silerler. Bu silme sürecine mecaz olarak "ölüm", ardından görkemli senaryosuzluk ve tanımsızlığa da "yeniden doğuş" diyoruz. Örnek:2 Büyücüler, farkındalıklarını geliştirebilmek amacıyla erk ve enerji biriktirirler. Bebekler büyüyüp az da olsa farkındalığı geliştikçe, yaşamı boyunca alışageldiği zırh ve prangalarından kurtulmak için büyük miktarda enerjiye gereksinim duyar. Büyücüler buna "erk biriktirmek" derler. Tek-düze modern yaşamın bunaltıcı kalıplarını kırıp, ve yeni ve daha insanca senaryolar üreterek farklı yaşam düzeyine geçebilmek için, ekstra erk birikimi kaçınılmazdır. Ne var ki, birçok aydın kadın ve erkek, bu erk biriktirmeyi, başkaları üzerinde üstünlük kurma ve zorbalıkla eş tutarlar. Oysa, hedeflenen erk birikimi, yalnızca; "yanlış senaryo ve tanımların diktatörlüğünü ve kıyımını silip atma" savaşında kullanılır. Örnek:3 Büyücüler, kendilerini çevreden ve başka insanlardan ayrı, onlara yabancı varlıklar olarak görmezler. Başıma en çok gelen bir açmazdır bu: zira, ne kadar zeki ve okumuş da olsalar (aslında, okumuş oldukları için salt entelektüel yaklaşımı benimsediklerinden ötürü), sıradan kişiler kendilerine duyulan ilgiyi, yakınlaşma isteğini, aşkı, aşılanan senaryo gereği, daha kendi duygu ve bedensel dürtülerinin farkında olmaksızın, “yabancılardan uzak dur” kuralına uyarak dışlarlar ve birtakım köhne nedenlerden dolayı kendilerini savunma stratejisini benimserler. Oysa büyücüler şöyle davranır: insanın teni, sıradan insan için, kendisini dış dünyadan, başka insanlardan yani nesne ve yabancılardan ayıran bir zırhtır, bir sınırdır. Onun için onlara dokunmak, onlara temas etmek istemeniz, onların pek korktuğu, dehşet verici yasak bir olgudur. Büyücü için ise, teni, kendisini dış dünyadan/başkalarından ayıran sınır değil, tam tersine, ilgi duyduğu şey ve kişilerle temasa geçmeye, onlarla bütünleşmeye olanak sağlayan bir serbest limandır, bir alışveriş noktasıdır. RÜYACI Don Juan’ın Kadın Çömezlerinden f. donner Çeviren: NUR YENER ..
  4. .. kuru soğanlı sahanda yumurta.. ama dikkat edin.. soğanlar tam kararında kıyılmış vee tam öldürülmemiş.. bazıları soğanı karamelize eder ve sonra yumurtayı kırar.. bence böylesi daha güzel.. yumurta dahi diri..
  5. .. gizli ilimler kütüphanesi Rüya Nedir? Rüya; Geçici ölüm denilen uykuda görülen garip hâller; Niçin ve ne surette rüya görüyoruz? Bu bir fenomendir. İlk insan'ın yaratılışından bu güne kadar filozoflar, birçok bilim adamları çeşitli şekillerde açıklamışlar, düşünmüşler; fakat rüya sırrını kesin bir şekilde belirleyememişlerdir. Ancak şu kadarını bilmemizde fayda vardır ki rüya, büyükve bilinmeyen ve soyut bir dünyadır/Gaib ve mücerred bir âlem.. Aynı zamanda rüya, öldükten sonraki yaşantımız ile de ilişkilidir. Bu ilişkiyi yakalamak, temiz duygular, çıkar gözetmeyen gayeler ve arınmış ruh bağlantısı ile ancak mümkün olabilmektedir. Rüya ile çok ince gerçekler keşfedilmiş ve sonsuza kadar da keşfedilmeye devam edilecektir. Chicago Üniversitesi'nin uyku bölümü araştırma grubu üyelerinden Allan Rechtschaffen, uykunun hiç bir fonksiyonu olmadığı, adale yorgunluklarını azaltmasına rağmen vücudun, dinlenmesi için uykuya ihtiyacı olmadığını ifade etmiştir. Çünkü vücudumuzdaki hücrelerin kendi kendilerini tamir etme yeteneği vardır. Araştırmacıların tespitlerine göre bu yenilenme ya da tamir esnasında bedenin faaliyetten uzak olmasına, veya dinlenme ya da uyku durumunda bulunmasına da gerek yoktur. Uyku sırasında alınmış olan EEG kayıtları üzerinde yapılan hassas incelemelerde beyinde durgunluk ya da faaliyetsizlik görülmemiştir. İngiltere Milli Fizik Laboratuarı Bilgisayar bilimleri bölümünde psikolog araştırmacı Dr. Evans'a göre, uykunun tek maksadı rüya görmemiz için, zemin hazırlamasıdır. Stanford Tıp Merkezi Uyku Kliniği' nden Dr. William Dument'in görüşüne göre ise; rüya görme olayı son derece önemlidir. Rüyalar fiziki dengenin oluşmasını sağlamaktadır. İnsanoğlu hayatının yaklaşık bir bölü üçünü uykuda geçirir ki, bu da; 60 yıllık ömürde, 20 yıl demektir. Eski çağlardan beri insanları ilgilendiren rüyalara ilkel toplumlarda çok önem verilmiştir. Rüyaların, korkulan tanrılar tarafından verilen armağan veya cezalar olabileceğine inanılmıştır. Daha sonraları kâhinler rüyaları açıklamaya ya da yorumlamaya başlamışlardır. İlk rüya yorumcularının ne zaman ortaya çıktıkları da belli değildir. Ancak Babil' deki kâhinlerinin büyük ün yaptıkları bilinmektedir. (Kur'an ve Harut/Marut olayı) Kaldeliler; Astroloji ve benzer ilimlerinin yanı sıra rüya yorumları/te'vilinde de başarı kazanmışlardır. Zamanla belirli rüyaların anlamları da kesinleşmiştir. Kadim Mısırlı, Yunanlı ve Araplar' dan, rüya bilimi alimleri rüyaların yorumları/şifrelerinin çözümüyle ilgili kitaplar yazmışlardır. Uyku; günlük çalışmalardan yorgun düşen insan bedeninin ve sinirlerinin dinlenme zamanıdır. Ünlü Ruhbilimci Sigmund Freud'un araştırmalarının büyük bölümünü oluşturan uyku sırasında, kişinin bilinçaltı'nda düşüncelerinin, özlemlerinin ya da isteklerinin bir film şeridi gibi gözünün önünden geçtiği varsayılır ki buna Rüya adını verilir. Freud'a göre bilincin gizlediği, tamamen sakladığı olgular ortaya çıkabilmek için yol aramaktadır. Bilinçaltı'nda gizlenmiş olguların bazıları rüyalar haline girerek kendilerini gösterir. Freud'un yolunda ilerleyen doktorlar da günümüzde rüyalara önem vererek ve rüyaları bilimsel verilerle açıklayarak hastalarını tedavi etmektedir. ..
  6. İNTERLOCK

    ŞAİRLER ŞEHRİ

    ağustostan sonra, şöyle bir sabah, güneş, doğmamakla-doğmak arası, insan, uyanmakla-hiç uyanmamak, mevsim öylesine yürek yarası.. ağustostan sonra, biraz aydınlık, belki biraz daha yaz bahçelerinde, en mavi yerinde kararan ufuk. söyleyin bulutlar, ötesi nerde? ağustostan sonra, işte bir akşam. öyle sabahların, böyle akşamı. ağacından ırak düşmeyen armut, bu mevsimde bütün vaktin anlamı.. ağustostan sonra, geceler gece, ama günler, o günler değil. kalbi karanlığa çeken başka şey, bildiğimiz dertler-hüzünler değil.. ağustostan sonra, şöyle bir sabah, güneş doğmamakla-doğmak arası, insan, uyanmakla-hiç uyanmamak, mevsim öylesine yürek yarası.. y.aybar ..
  7. .. Başlangıçtan beri, insanoğlu, nereden gelip nereye gittiğini ve varoluşunun amacını, ölümden sonraki yazgısını öğrenmek arzusuyla yanmış; buna koşut olarak da, bütün çağlar boyunca, bir takım ezoterik örgütler, evreni yöneten bütün yasaları kavramış olduklarını, temel soruları çözen; "Dile Getirilmez Giz" e ulaştıklarını ileri sürmüşlerdir. "Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz?". İnsanoğlu, sınırsız kudrete ve Tanrı'ya ulaşmaya duyduğu susuzlukla, her zaman bu üç soruyu soragelmiştir kendine. Bu kesin ve eksiksiz bilgiye açlıktır. İster dinî, ister felsefî, ister mistik ya da isterse Gizlici/Occult olsun, tüm ezoterik örgütleri besleyen ana kaynak bu açlıktır. Gizlicilik/Occultisme; Evrenin gizli gerçeğine ancak doğaüstü ve büyüsel işlem ve yöntemler kullanarak varılabileceği inancıdır. Teosofik inançlar, Hermetik Bilimler: Astroloji, Simya, Teürji/Theurgy: Sihir, Fal, Mucize, Kehanet, Büyü gibi işlemler hep bu kapsam içinde yer alır. Ezoterizm ve Din Tarihsel olarak değerlendirildiğinde, ezoterik örgütlerle dinlerin eski çağlarda hemen hemen tümüyle, (Örneğin Mısır'da Hermetizm, Yunan'da Eleusis, Donysos Misterleri ve Orfizm, Yahudi'lerde Kabalacılık ve Essen'liler, Ortadoğu ve Akdeniz çevresinde Mithracılık, Manicilik, Hristiyanlık'ta Gnostikler, Katarlar, Şovalye Tarikatları, İslam'da Batıni Tarikatlar), yakın çağlara kadar kısmen de olsa içiçe girişerek geliştiklerini görebiliriz. Bu gün bile, ezoterik örgütlerden bazısı belirli bir din çerçevesi içinde kendini sürdürme çabasındadır. Yapısal açıdan değerlendirildiği zaman, ezoterik örgütlerle dinler arasındaki benzeşim ve ayrımlar kolayca ortaya çıkar. Her iki kurumda da, inançlar ve/veya öğretiler, belirli ayinler, tören ve ritüeller aracılığıyla pekiştirilmekte; bütün bunlar belirli bir hiyerarşik yapı/sistemin gözetim ve denetiminde gerçekleştirilmektedir. Ve yine her iki kurum da, çeşitli simge, mit, efsane ve allegorilerden geniş boyutlarda yararlanmakta; "Olumlu Bilimlere" ise ancak kendi ilkelerinin koyduğu sınırlar içinde göz yummaktadır. Ayrımlara gelince, tek bir temel ayrım bulunur: Dinler, kuralcı ve biçime dayalı inanç sistemlerini yayma çabası içinde olduklarından, herkese açık kurumlardır. Diğer bir ifade ile, ekzoterik/exoteric' dirler. (Avamsal, haricî, sıradan ve genel-ortak) Oysa, ezoterik/esoteric kurumlar, ilkesel olarak, özel nitelikler ve eğilimler taşıyan kişilere açık olmaktadırlar. ** İnisiyasyon/Initiation'un Kökeni: İlkel Topluluklarda "Erginlenme" Törenleri: "to be enlightened, be initiated: aydınlanma/illuminant yoluna giriş" Yapılan bilimsel araştırmalar, ilkel topluluklarda, zaman ya da mekân farkı olmaksızın tümünde, bilimsel adı "Geçiş Ayinleri/Rites de Passage olan, (Unseen'e ulaşmak için yol ya da kanal belirleme yöntemleri uygulama..) bir tür inisiyasyon töreni/ritüellerin var olduğunu ortaya koymuştur. ..
  8. HURUF: Harfler. Sözcüğün arapça kökü, "bir kılıcın kesen kenarı" anlamını taşır. Aynı zamanda, "bir ağız, bir kıyı" demektir. Harfler eylemlerdir. Harfler farklılaştırılmamış dinginliği keser. Farklılaştırmanın birinci göstergesidirler. Kenarlıdırlar, kesen ağızdırlar, kıyıdırlar. Resmederler. Biçimlendirirler. Bu sebeble de tüm canlı biçimlerin ve tüm cansız biçimlerin derinden derine şifrelenmesine aracılık ederler. Harf yetisi/faculty, sınırlı ana kaynağı olan geniş bir mahzendir. Bu sınırlı ögelerle yaradılış süreci arasındaki uyum, İslâmî kozmolojilerin temelidir. Göreceğiz ki, bütün yaradılış süreci şifrelenmiş anlamlardır ve anlamların çözülmesi de yaradılışa bir eklenti değil, yaradılış gerçeklerinin sadece bir seslendirmesidir. İnsanın herhangi bir şeyi "keşf edeceğini", gizleri açacağını ve bilmezleri çözeceğini düşünebilmek, cehaletin büyüklüğünü gösterir. Yalnızca cehalet ve bilgi vardır. Bilgiler seslendirilmiştir. Ağız, dil, damak ve dişlerden oluşan konuşma kutusu ile birlikte gırtlak söz söyleme aracıdır. Evren insanın ayrılmışıdır. İnsan evrenin toplanmışıdır. Bu nedenle, yaradılış gerçeklerini "beyan eden" insan, yalnızca "konuşma" olarak ifade ettiğimiz anlam örüntüleri içerisinde çeşitli ayrılmışlıkları seslendirmektedir. O, bunun için yaradılmıştır, konuşan ses yalnızca bunu konuşur/gizleri açığa vurur ve hepsi bu tek birleştirilmiş kozmosun yaradılmasına övgüdür. Konuşma/Mükâleme/Kelime kullanmanın harfleri ise, temel elementler ile organizmalar/System/ Bünye örgüsü/Canlı varlıklardaki farklılaşmanın yaradılışında meknuz/gömülü harflerden başka bir şey değildir. Abdülkadir es-Sufi Yeti=Faculty: Fakülte/Allah vergisi/ Yapma özgürlüğü/Ayrıcalık İmtiyaz/Yetenek/Kabiliyet Kozmoloji=Cosmology: -Evrenbilim/Uzay bilim -Evreni/Uzayı yöneten genel yasalar bilimi. -Uzayın oluşumunu, yapısını inceleyen felsefe ve bilimsel öğreti. -Bilgi boyutunda geçişmeli/mütedahil mantık. Muhakeme. Temel Elementler: The main elements: -Atmospheric forces: Atmosferik güçler. -Hava/Esir ortamındaki zorunlu geçişlilik/Nüfuz.
  9. .. KITA Özür dilemek yolunu tut ve bağışlanmak istediğini göster. Çünkü eski dostların sevgi temelleri sarsılıp çatlayabilir. O çatlaklık tatlı bir dil ile kapanmazsa, tâmirine altın ve gümüş harç kullanmaya gayret et. HİKÂYE Haccac, bir avlakta yoldaşlarından uzak düşmüştü. Bir tepeye geldiği zaman orada hırkasının böceklerini ayıklamakta olan bir ârabî'nin, oturmakta olduğunu gördü. Develeri etrafını çevrelemiş otluyordu. Hayvanlar yabancı bir adamı görünce ürktüler. Deveci başını kaldırdı öfkeyle: "Bu çölde böyle parlak kaftanlarla dolaşan kimdir? Tanrı'nın lâneti onun üzerine olsun!" Haccac hiç bir şey söylemedi. BedevÎnin karşısına gelerek selâm verdi. Ârabî: "Sana Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi değmesin," diye cevap verdi. Haccac, su istedi. Ârabî: "Aşağı in, zilletle, hakaretle iç; ben senin ne uşağın, ne de yoldaşınım," Haccac aşağı indi. Suyu içtikten sonra da ârabî'ye döndü: "Ey ârabî," dedi. "İnsanların en iyisi kimdir? "Senin aksine olarak Hazreti Peygamberdir," Haccac tekrar sordu: "Ebi Taliboğlu Ali hakkında ne dersin?" "Cömertlikte ve yücelikte onun adı ağızlara sığmaz," "Ya Mervanoğlu Abdülmelik için ne dersin?" Ârabî cevap vermedi. Haccac ısrar etti: "Bana bir cevap ver," Ârabî: "O kötü adamdır!" "Niçin?" "Ondan öyle bir hatâ meydana gelmiştir ki, fenalığı doğudan batıya kadar her tarafı kaplamıştır," "Hangi hatâdır o? "O Haccac denilen kötü, zalim ve ahlâksız adamı müslümanların başına musallat etmesidir," O sırada ansızın bir kuş uçtu ve bir cıvıltı çıkardı. Ârabî yüzünü Haccac'a dönerek sordu: "Sen de kimsin be adam?" Haccac: "Bu ne sorgudur, neden icab etti bu? Ârabî cevap verdi: "Bu kuş, bana bir leşkerin geleceğini ve senin de onların başbuğu olduğunu haber verdi," Tam bu sırada Haccac'ın adamları yetiştiler. Ona hürmetle selâm verdiler. Ârabî bu hali görünce rengi attı. Haccac, adamlarına deveciyi birlikte götürmelerini emretti. Ertesi gün sabah üzeri önüne bir sofra kurdular. Halk toplanmıştı. Haccac, deveciye seslendi. Deveci hemen huzuruna koştu: "Selâm sana ey emîr," dedi. Haccac: "Ben, senin bana söylediğin gibi cevap vermeyeceğim; sana da selâm olsun." Sonra sordu: "Yemek yer misin? "Yemek senindir. Eğer müsaade edersen yerim," Haccac: "Müsaade ediyorum," dedi. Ârabî, emirin karşısına diz çöktü ve yemeğe elini uzatırken: "Tanrı'nın adiyle başlarım; İnşaallah yemekten sonra karşıma çıkacak şey hayır olur." diyebildi. Haccac gülerek dedi ki: "Bilir misin dün başımdan neler geçti? Ârabî hemen atıldı: "Tanrı seni ıslah etsin ey emîr; Dün seninle benim aramda geçen gizli bir hâdiseyi bugün açığa vurma," Haccac, bu sefer ârabî'ye sordu: "Ey Ârabî, iki şıktan birini beğen. Ya benim yanımda kal ki, seni hususî dostlarım arasına alayım, yahut seni halife Abdülmelik'in sarayına göndereyim ve hakkında söylemiş olduğun sözleri ona bildireyim de o dilediğini yapsın? Ârabî cevap verdi: "Başka bir şekil de bulmak mümkündür." Haccac tekrar sordu: "Başka nasıl bir şekil?" Ârabî: "Beni bırakırsın doğruca ve selâmetle memleketime dönerim. Bir daha ne ben seni görürüm, ne de sen beni.." Haccac güldü ve hemen emir verdi; ârabî'ye bin dirhem para vererek memleketine gönderdiler. KITA Er gerektir ki, uygun sözler ve yolunda cevaplarla, zalimleri, zulüm yapma isteklerinden geri bıraksın. Vergiden, cömertlikten ürkmüş olan her bir kerem sahibini, söz tılsımıyla tekrardan cömertlik yoluna çevirsin. ..
  10. .. beş ileri bir geri kaçırmış keçileri yapma çucum numara ofsaytten gittin gole as istedik attın vale ofsaytten gittin gole bunun hakemi nerede? ikile koçum ikile ikile koçum ikile angıralı durgud ..
  11. ilâveye ne hacet.. senin için kararmış yavriim.. biri ikilemeden yapamıyosun.. n'apalım bare.. ikile meğer kimin.. ikile he mi.. eferin eferin.. çalış.. ..
  12. .. @@servetkklt gel sen.. bu kafayla bana mürid ol çocum.. bak ne acip-garip dahi işler yaparıh.. crass action.. he mi..
  13. böyle anlamlı.. böyle zarif.. böyle extraordinary bi lâkırdı ile heç karşılaşmamıştım.. tebrik ederim walla.. ve devamını dilerim.. ..
  14. .. hele @@servetkklt sen bu gece şaşırdın mı? delirdinmi? tozuttun mu? hadi gel boşluğumuza geri gidelim yağmur-altı çayları orda içelim.. bu dünyada bi necaset yok gel öbür tarafa keyif edelim.. ..
  15. İNTERLOCK

    Boşluktan

    .. @servetkklt peki kalk gidelim hemen gidelim cuvarayı feneri yak.. gidelim.. ..
  16. .. kerem sahibi bir insan dostundan incinirse, ayrılık köşesine çekilmesi ve ondan uzaklaşması gerektir. Yoksa kötülüğe bel bağlamak ve kötü sözlerle eski dostuna dil uzatmak yaraşmaz.. Camî ..
  17. .. Şeyh-i Ekber, bu bahse ait sözü uzatmış ve sonra da şunları söylemiştir: "Hakîkaten Resûl-ü Ekrem Efendimiz sabahları ashabıyla buluştukları zaman onlara; 'İçinizden biriniz bir rüya gördü mü?' diye sorar 'Rüya peygamberliğin bir parçasıdır, zira vahyin başlangıcıdır.' derdi. Efendimiz Hazretleri ümmetine rüyayı (nübüvveti) isbat etmesini severdi. Halbuki insanlar Resûl-i Ekrem’in önem verdiği, her gün sorduğu rüyanın bu mertebesinden son derece bilgisizlik içinde idi. O zamanki câhiller, uykuda .yahut gayb ve fena hâlinde olmuş bir işi işittikleri zaman bu habere karşı baş kaldırmazlar, doğrulup bakmazlardı. (önemsemezlerdi). Ve; ‘Şu adamlar, uyku ve rüyalarla iyi, sâlih zâtların ulaştıkları derecelere ulaşmak istiyorlar,’ derler, güzel bir rüya görüp ona inanmış olanlarla alay ederlerdi. Bu, rüyanın makamını bilmemektir. Sen bil ki, rüyanın mahalli neş’et-i unsuriyye/maddî âlemdeki tabiî elemanların çıkış ve oluşudur. Melek için rüya yoktur. (Melekler rüya görmez. Çünkü onlar uyumazlar). Zira rüyanın yeri; hassaten Ay Âlemi' nin dünyayı saran kubbesinin içe dönük tarafının altıdır. (Ayın dünya etrafında dönerken çizdiği yörüngenin diğer bir deyimle ayın medarının yayma yakın yerlerdir). (Ay-Altı Âlem) Eğer bir kimse bir rüya mekânından dışarı çıkabilseydi, artık ondan sonra bir tek rüya görmezdi. Zira onda uyku hâli durmayacak, uyumayacaktı.” Hz. Şeyh bu konuda bir hayli izahta bulunmuştur. 363. babında rüya ile mübeşşirât arasındaki farkı izahla neticede: Rüya umûmîdir. Mübeşşirât husûsîdir. Zira insan bazen rüyasında kendi kafasından, gönlünden geçenleri; şeytanın oynayacağı, sevindireceği ve kederlendireceği şeyleri de görür. Eğer rüyada görülen şeylere dâir, onu görenler veya gösterilenlerin nefislerinde bir eser olmasaydı, şeriat kurucusu Hz. Peygamber, bu biçim rüyalara ait korku ve endişeleri giderecek (bir tedbir ve teselli) tâyin buyurmazdı. Halbuki Resûl-i Ekrem korkulu, sıkıntılı, bağırıp çağırtıcı rüya görenlerin (heyecan ile uyandığı zaman derhal) sol tarafına üç kere (hafifçe) tükürüp gördüğü rüyanın şerrinden Allah’a sığınmasını, uykada iken yattığı taraftan diğer tarafa dönmesini emir buyurmuştur. Böyle yapınca o rüyadan kendisine bir zarar gelmeyeceği ve bir yandan diğer yana dönmekle rüyasının zararlı halden çıkarak kendisi gibi yön değiştireceği anlatılmak istenilmiştir. Bu hareket tıpkı yağmur duası yaparken insanın, üzerindeki cübbe, palto veya ceketinin yönünü değiştirmesine (dış yüzünü iç yüzüne getirmesine) benzer. Bu suretle; ‘Hak Teâlâ Hazretleri kıtlığı bolluğa, pahalılığı ucuzluğa döndürür,’ demiştir. Allah bilir. Kibrît-i Ahmer Abdulvehhâb Eş- ŞA’RANİ Sayfa: 133-135 İzmir İlâhiyat Vakfı Yayınları ..
  18. SÜKÛT: Sessizlik. Kur'an sessizlikten gelir ve sessizliğe döner. Kıraat edilmiş bir kitaptır. Bir okuma. Devingendir, bunun için de karşıtından, dinginlikten doğar. Varoluş, üç alana sahip olarak tasavvur edilir. Daha doğrusu, şöyle diyebiliriz: İki alan vardır ve onları ayıran bir berzah, bir ara-bölge ile bölünmüşlerdir. Böylece şunu söyleyebiliriz: Varoluş: Mülk - Melekut'tur. Görünen âlem-Gizlenmiş âlem ya da Dal-Kök. İki âlemin ayrılmasına imkân veren berzah: Ceberut'dur, Kudret alanı, Nurlar kuşağı. Nurlar har iki alana da saçılmaktadır; fakat ikisi arasındaki bölme varoluşun temel gerçeği olarak kurulmuştur. Bu iki karşıt, merkezsel bir eşitlikte, algılama noktasında buluştuğunda algılayan yer yok olmaktadır. Eğer karşıtlar aynı noktada buluşursa yok olmaktadır; bu demektir ki, dış ve iç alan orta noktada çarpıştığında dış ve iç kalmamaktadır. Bütün karşıtlar için bu geçerlidir. Yani, sessizlik hem içinden sözcük ve harflerin çıktığı sürekli bir boşluk, hem de içinde seslerin titreştiği ve geri döndüğü bölgedir. İçinde harflerin zamanının belirdiği mekândır. Ya da aynı şekilde, içinde harflerin mekânının belirdiği zamandır da diyebilirsiniz. Sessizlik "sürer", fakat aynu zamanda "yayılır". Abdülkadir es-Sufi Melekut: -Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. -Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. -Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. -Hükümdarlık. Saltanat. -Ruhlar âlemi. Mülk: -Mal. Yer. Bina. -Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu. -İzzet, azamet, şevket. -Bir şeyin dış yüzü. -İnsanın sahip ve malik olduğu şey. -Akıl sahiplerini tasarruf etmek. -Mâlik olmak: Her şeyin bir mülk, diğeri melekut, yâni bir dış, diğeri iç olmak üzere iki ciheti vardır. Mülk ciheti bazı şeylerde güzeldir, bazı şeylerde de çirkin görünür. Âyinenin arka yüzü gibi. Melekut ciheti ise, her şeyde güzeldir ve şeffaftır. Ayinenin dış yüzü gibi. Öyle ise; çirkin görünen şeyin yaradılışı, çirkin değildir, güzeldir. Ve aynı zamanda o gibi çirkinlerin yaradılışı, mehasini ikmâl içindir. Öyle ise, çirkinin de bir nevi güzelliği vardır. Binaenaleyh, bu hususta ehl-i İ'tizalin: "Çirkin şeylerin halkı Allah'a âid değildir" dedikleri safsataya mahal kalmadı. Ceberut: -Azametin daha dâimîsi ve bâtınîsi. -Büyüklük. Hâkimlik. Kudret, celadet. -İfrat-ı kibir ve azamet. ..
  19. .. EvrenDoğum; Cosmogony ya da Universe System, evrenin/kâinatın oluşumu, yaradılışı ile ilgili ilksel ve inançsal tasarımlardır. Genel olarak Evrenin; Yoktan, Hiçlikten, Kaos/Pie varedildiği inancı, yani Yaradılış/Creation kavramı EvrenDoğum'u ifade eder. ** ** Kur'an Bakara: 2/30 Ve düşün ki rabbin melâike'ye: "Ben Yerde; (Arz: presentation; demonstration sunuş, tanıtım, ispat, kanıt, gösterim,) muhakkak bir halife atayacağım" dediği vakit: "Orada fesat edecek/Spoil Man: (karışıklık çıkaracak/'play havoc with= Altını üstüne çevirerek harab edecek/ disorganize/ransack) ve kanlar dökecek bir mahlûk/Guy mu yaratacaksın?" dediler. ** ** Adem'in İlk Günahı, Tevrat'ın Tekvin bölümündeki Cennet'te "elma çalma" öyküsüdür. İnsan soyunun bu nedenle her zaman günahkar olarak yaşayacağı dogmasının temel olarak kabul ettirildiği, Aziz Paul ve Aziz Augustinus tarafından oluşturulan dogma, İsa'nın bu yüzden cisimleşerek, "günahkar insan" soyunu bağışlatmak için kendini feda ettiğini ileri sürer. Bu ilk günah insan soyunun mutsuzluğunun nedeni sayılır. Özetle, inisiyasyon; Bir "Arınma/Sublimation" dır. İnsan böylece, eksiksiz, yetkin bir varlık olabilmek için, dış yaşamdan getirdiği/bulaştığı/tasalluta uğradığı tutku/bug ve yanlışlarından sıyrılır. Bir "Nurlanma" dır. İnsan böylece, yitirilmiş bilgi'ye erme, "Yitik Kelâm"ı yeniden bulma umuduna kavuşur. Bir "Bütünlenme" dir. İnsan böylece, Günah'tan önceki ayrıcalıklı durumuna yeniden doğar ve evrenin özündeki "Büyük Varlık" la birleşir. Yitik Kelâm/Lost Logos; Yitirilmiş Bilgelik; insanoğlu'nun yaradılış sırasında sahip bulunduğu ve fakat sonradan yitirdiği sonsuz özgürlük ve mutluluk veren eksiksiz bilgiyi simgeler. Tanrı bu Bilgi'yi/Proposal/Offer/Teklif'i insanlara vermiş, ancak haketmediklerini görünce geri almıştır. ** ** Kur'an Bakara: 2/ Allah hiç bir benliğe, yaratılış kapasitesinin üstünde bir yük yüklemez/teklifte bulunmaz. ** ** Bu "Bilgi"ye yeniden ulaşabilmek için, hak etmek, yani Çileli/Acı çekilmesi kaçınılmaz olan bir çaba göstermek/Programı yaşamak şarttır. Bu nedenle, gelişigüzel her insanın gizlenmiş olan bilgiye ulaşması olası değildir. Sadece seçkin/seçilmiş kişiler, belirli sınavlar ve aşamalardan geçerek sonuca ulaşabilirler. Not: Konu ile ilgili bir film olan; Sessiz Flüt/Silent Flute Forum'un sinema bölümünde önerilmiştir. ..
  20. .. Aristo der ki: "Padişahların en iyisi etrafı leşlerle çevrili kartala benzeyendir; yoksa her tarafı kartallarla çevrilmiş leşlere benzeyenler değildir. Memleketi gafletteyken padişah uyanık bulunmalıdır. Padişah, kendisinden habersiz, ancak memleket, onun haline vâkıf olursa vay haline! KITA Padişah kartal gibi etrafındaki leşleri gözetlemelidir. Böyle yapmazsa işlerinin çıkarı için gagalarını bileyen kartallarla çevrelenmiş bir leşten farksız olur. HİKÂYE Nuşirevan; Mihrican ve Nevruz bayramlarında işret meclisi kurdururdu. Bu meclislerden birinde kendi yakınlarından bir davetlinin altınlı bir şarap kadehini koynuna soktuğunu gördü, fakat görmemezlikten geldi, hiç ses çıkartmadı. Meclis dağılırken sofracı: "Hiç kimse yerinden ayrılmasın . Araştırma yapacağım, altınlı kadehlerden biri eksiktir," dedi. Nuşirevan işaret etti: "Bırak onu! Çalan geri vermez, gören de müzevirlik yapmaz." Birkaç gün sonra kadehi aşıran adam şahın katına gelmişti. Sırtına yeni kaftanı ve ayaklarına yeni çizmeleri giymiş.. Nuşirevan işaret etti: "Bu câme, o câm'dandır! (Bu elbise, o kadehtendir!) Adam eteklerini kaldırarak çizmelerini gösterdi ve ilâve etti: "Bu da ondandır." Nuşirevan güldü ve anladı ki zavallı adam sıkıntı ve yoksulluk yüzünden bu suçu işlemiştir. Ona daha bin miskal altın verilmesini emretti. KITA Cömert huylu padişah senin bir suçunu anlarsa, ondan gizleme, kereminden özür dile; inkâr yoluna sapma ki, inkâr ikinci bir günahtır. Suçu gizlemek, onu işlemekten daha beter bir suçtur. HİKÂYE Me'mun'un sarayında abdest suyu hazırlamaya memur bir köle vardı. Birkaç günde bir ibrik veya leğenlerden biri ortadan kaybolurdu. Bir gün halife, köleye dedi ki: "Ne olur buradan götürdüğün leğen ve ibrikleri yine bize satsan," Köle hemen cevap verdi: "Emredersen, şu hazır duran leğeni satayım," "Kaça satarsın?" "İki dinara," Halife köleye iki dinar vermelerini emretti ve sordu: "Artık bu leğen senden canını kurtardı öyle mi?" "Evet." KITA Kullarına para vermekte kıskanç davranma! Ola ki, bu hareketinle cimrinin hırsını dindiresin; malını telef etmekle, canını onun elinden kurtar ki; canını telef etmesine meydan vermiyesin. HİKÂYE Ukayl bin Ebu Talib ile Muaviye arasında tam bir dostluk ve arkadaşlık vardı. Bir gün bunların sevgi yoluna bir diken düştü, muhabbetlerinin çehresine toz kondu. Ukayl, Muaviye ile ilişiğini kesti. Onun meclisine gidip gelmekten ayak çekti. Muaviye ondan özür dileyerek bir de mektub yazdı, şu sözlerle gönlünü almak istedi: "Ey Abdülmuttalib Oğullarını yüce direği, Kusay ailesinin son ümidi; İbnî Abd i Menaf'ın nafından misk saçan AhûSu; ve ey Haşim Oğulları'nın cömertliğinin kaynağı; peygamberlik hakkındaki âyet sizin şanınızda inmiştir. Yalvaçlığın değeri sizin ocağınızda parlamıştır. O bütün büyüklük ve yumuşak huyluluk faziletleri nerede kaldı? Gel, tekrar gel! Ki, aramızda geçmiş olan şeylerden pişman ve gittiğinden dolayı da perişanım." RUBAÎ "Daha ne zamana kadar kin oklarına amaç olacak, hicrânınla gönülsüz ve dinsiz yaşıyacağım. Yeryüzünde senin karşında yüzüm yerdedir. Yerin altında da böyle kalacağım." Ukayl, Muaviye'ye tam yerinde bir cevap olarak bir şiir gönderdi: ŞİİR "Doğru söylüyorsun; fakat ben seni görmemeyi, senin de beni görmemekliğini arzu ediyorum. Ben, dost hakkında fena şeyler söyliyenlerden değilim. Fakat bana cefa ettiği zaman da ondan ayrılırım. 'Camî, bu şiiri daha ziyade aydınlatmak için şu sözleri ilâve ediyor:' (Yani; kerem sahibi bir insan dostundan incinirse, ayrılık köşesine çekilmesi ve ondan uzaklaşması gerektir. Yoksa kötülüğe bel bağlamak ve kötü sözlerle eski dostuna dil uzatmak yaraşmaz.. Dost, seninle cenkleşmek düşüncesini güderse, ilk önce ondan uzaklaşmaktan başka yol tutma; Düşmanlığı artırmaya çalışma, biraz barış yeri bırak.) Muaviye bu şiiri aldıktan sonra özür dileyerek dargınlıktan vazgeçti, barış isteğinde bulundu. Yüzbin dirhem sulh tazminatı göndererek dostluk temellerini yeniden sağlamlaştırdı. ..
  21. yeter; dumanlı ışımalardan.. ışımalarının gölgelerinden.. ve gölgeleri anlamaya çalışmaktan usandım!

    1. Önceki yorumları göster  5 daha
    2. İNTERLOCK

      İNTERLOCK

      "görüş açısı ya da görüş alanı.."

       

      anlamına da geliyor efendim:))

       

    3. Radya

      Radya

      anladım şimdi:)öptüm kocaman

    4. İNTERLOCK

      İNTERLOCK

       

      bir mukabele örtmenim.. izninizle:))

       

  22. .. çok ittalıyım çünkü anlaşılır olmam istenmiştir vee bendeniz de bi defacık da olsa anlaşılır yazcam ittiam oradandır buyurunus: bu günkü makalemiz, kal'a sur ve dışarıdakiler!? üzerisine bir makalem'dir. tikat ile irdeleyiniz ümitliyim önçelikle kızıl gerdan'ın şiyimisin bi sevimli bi photosunu sunuyorum beni ondan koruyunuz çok reca ederim o munis kaygan şeyden ana! kızılgerdan kal'a sayibinin yalakasıdır amma eşzemanlı ve yakınsar bir davlumbaz'ıdır da kal'a; tepededir baaçeside vaadır geniş mi? geniştiir narbûlbûlü' müz robu bedenine yakışmış, yeniden üretim gerekçesiyle heç bir önlem almadan kaynakları ham-hum-şapırlûp yapmaktadır mıdır? irdeleyiniz bu arada-deresinde köprüden gelin geçmekte olup saçbağını çözmektedir dilâyla bu noktada, "dilâyla" oraya ööle lâf ossun deyu mu kondurulmuştur? haayıır "zabaniler" annamına gelibilicektir Alunus'umus, böyük ozan ne demiştir? demiştir ki; "taht; kal'a da, kal'a; dıvar içinde dıvarları, taht ördürdü belli absurd biçimde kal'a ya nakit gerekti, hayalinde tacir oldu. bu nedenle, "hassas" yükseldi dıvarlar- ki belli stres içinde dıvar dışı; şehr-i ramadan aman ki aman! taht verir emri; "sis oruç tutasız heman! cayil- i cüheylâ reaya sisi.." efet şayirimiz Alunus böyle dedi miştir netice olaraktan; felâsife el'an denişik kal'a baççelerinde tartışılmaktadır ve günler birbirisini kovalamaktadır ve cum'a yı cum'a-ertesi ta'kib edicektiir!. son neticemis ise bir şiirimistir; stoa ustası oturur tahtta duvarcısı ise yön verir bahta by ..
  23. .. DOĞAL AFETLER KURAMI / CATASTROPHE CATASTOPHE: 1. felâket 2. afet 3. felâketle sonuçlanan olay 4. dönüm ve değişim noktası 1960'lı yıllarda Fransız matematikçi Rene Thom bir teori ileri sürüyor; Katastrof/Catastrophe.. Ancak, öğretinin başlangıcı olarak genellikle Fransız doğabilimci Baron Georges Cuvier kabul edilmektedir. Kuramın esası, değişik zamanlarda çökelmiş kayaç katmanlarında değişik yapıda fosillerin bulunmasını açıklamak için, jeolojik çağlar boyu yaşanan büyük doğal afetlerin yeryüzündeki canlıları yok ettiğini ve sürekli olarak yeni türlerin yaratıldığını izah etmek üzerinedir. Bu teoriyle Yer'in jeolojik tarihini dağoluş hareketleri, denizlerin karalara doğru ilerlemesi ve çekilmesi, bazı canlı türlerinin evrim geçirmesi ve bazılarının da yok olması gibi birbirini izleyen dönemlerle açıklanmaya çalışılır. Teorinin bir uzantısı olarak bazı akımlar ve kuramlar ileri sürülmüştür. Katastrof oluşumunu, Dinamik Sistem Teorisinin bir alt başlığı olarak kabul eden görüş: "İçerisinde bulunulan zaman ve mekân şartlarında ortaya çıkacak ve nedeni muğlak küçük değişiklikler, davranışlar üzerinde hızlı ve şiddetli değişimler meydana getirebilecektir. Böylesi bir durum, evrime zorlayıcı zincirleme gelişen bir dizi olaya, Katastrof'a/Doğal Afetlere yol açabilir." ifadesini kullanıyor. ÜÇ CİSİM PROBLEMİ: Üzerlerinde karşılıklı kütleçekiminin dışıda herhangi bir başka etki bulunmayan üç cismin/bedenin deviniminin belirlenmesi problemi. Bu problemin ya da üçten çok cisim içeren daha genel problemin herhangi bir genel çözümü olanaklı değildir! Problemin esası, cisimlerden birinin asal ya da merkezî cisim çevresindeki deviniminde, üçüncü cismin etkisiyle ortaya çıkan tedirginlikleri belirleyebilmektir. Böylesi bir duruma örnek olarak, Ay'ın Yer çevresindeki devinimi üerinde Güneş'in yarattığı tedirginlikler ya da herhangi bir gezegenin Güneş'in çevresindeki devinimi üzerinde bir başka gezegenin neden olduğu tedirginlikler gösterilebilir. Toplumlar üzerinde yönlendirici tedirginlikler yaratacak olaylara/etkilere bir örnek olarak; şayia'ları ve şayiaların yayılımını hızlandıran, etkisini artıran teknik ekipmanları göstermemiz mümkündür. Sonuçta, bir felâket, bir doğal âfet olarak nitelendirilen Katastrof devresi, bu süreci bir biçimde ve de fazla zarar görmeden aşabilen varlıklar için, evrimleşme ve tekâmül vesilesi olarak görülebilir. ..
  24. İNTERLOCK

    OL HUBB-U ŞEKER.. NEREDE ACABA?

    .. "Nigâr-ı hûb-o şekker-bâr cûnest Çerağ-ı dîde vu dîdâr çûnest" Şekerler yağdıran o eşsiz güzel nicedir; gözün, yüzün ışığı ne haldedir? Nasıldır o gammaz bakış acaba; ne âlemdedir o düzenbaz saçlar acaba? Nasıldır o güzellik pazarının meşhuru; ne haldedir o gül bahçesinin parlaklığı? Gönlüm, sevgi yüzünden yaslara batmış, oturmuş; sevgilinin gönlünde bize karşı bir sevgi var mı acaba? Lûtfundan sevgilim dedi bana; acaba o sevgili, sevgilisiz ne halde? Görünüşte kullarını okşamada, hatırlarını almada; acaba iç yüzde bu kulla nicedir? İlk görüşte can bağışladı bana; bağışta ne halde, hemen anladım. O lûtfu iki kere yaparsa tekrarlayışta da ne halde olduğunu, nasıl davrandığını anlarım. O atlaslar giyinen siyah saçları, atlasa benzeyen yanaklarının çevresinde nasıldır acaba? Âşıklar hekimine bir daha sorun, o hasta nerkis gözler nasıldır ki? Acaba o Tatar nâfesi ne halde; acaba o eşsiz Bulgar güzeli ne âlemde? Acaba o gerçeğe ulaşma çizgisinin değirmisinde yüzlerce pergel kıran güzel ne halde? Ben zîr perdesinden ağlayıp durmadayım; bir günceğiz olsun, o ağlayan ne halde diye sormaz. Gönlüm, hırsızlama ona bakıyor; oysa beni çalmada; acaba o, hırsızı sıkıştıran hırsız ne âlemde? A dost! Seninle mağara dostuyum ben, bir kerecik, nasıl yermiş şu mağara diye başını uzat da bak! Seni bir göreyim de canımı feda' edeyim; halka da görüş nasıl olurmuş, göstereyim. Sözüme son yok; fakat söyleyiş ne şekil olurmuş, onu gösterdim ancak. mevlânâ divan XXII
  25. .. MIRRA.. HE! yudumlayınız ve afiyet şeker bal olsun..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.