Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Yayamaz Kayımca

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey

  1. Suudi Arabistan’da yedi erkeğin toplu tecavüzüne uğradıktan sonra 200 kırbaç cezasına çarptırılan ve oturduğu şehrin adıyla "Katif Kızı" diye anılan genç kızın verdiği ifadeyi Amerikan ABC televizyonu ele geçirdi. "16 yaşında, bir gençle telefon arkadaşlığına başladım. İlişkiyi aileme açıklamakla tehdit edince resmimi gönderdim. Resmi geri isteyince beni buluşmaya zorladı. Arabasına bindim. Yolumuzu kestiler, bıçak zoruyla tecavüz ettiler." SUUDİ Arabistan’ın doğusunda bulunan, Şiilerin çoğunlukta olduğu Katif şehrinde 7 kişinin tecavüzüne uğrayan genç kıza 200 kırbaç ve altı ay hapis cezası verilmesine dünyadan tepki yağıyor. "Namahrem" erkeklerle aynı otomobilde bulunarak "halvet" suçu işlediği gerekçesiyle mahkum edilen "Katif Kızı"nın 2006 yılının aralık ayında İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne verdiği ifadeyi, Amerikan ABC News televizyonu ele geçirdi. ............................................... Buyrun işte gelinde din denilince çileden çıkmayın Şeriatın kestiği parmak acımaz diyorlar ama nedense bu parmaklar hep kadınlar oluyor.İyide arabada bulunan erkeklere ne ceza verilmiş?Haram neden sadece kadınların suçu oluyor tek başınamı işliyor bu haramı.Gelde dinden imandan çıkma degilmi ama??????
  2. Özgür Masonlar Büyük Locası Evrensel Bildirgesi 1991 1991 yılında Özgür Masonlar Büyük Locası (Büyük Mason Mahfili), kısaca CLIPSAS adını taşıyan uluslararası nitelikli bir mason örgütü ile ilişki kurmaya hazırlanıyordu. CLIPSAS, 1961 yılında kurulmuş bir uluslararası mason ilişkileri örgütüdür. Bu uluslararası örgütün, aslı Fransızca olan tam adı şöyledir: "Centre de Liaison et d'Information des Puissances Maçonnique Signataires de l'Appel de Strasbourg" (Strazburg Çağrısını İmzalayan Masonik Güçlerin Haberleşme Merkezi). Görüldüğü üzere "CLIPSAS" bu örgütün adının kısaltılmışıdır. Büyük Mason Mahfili Derneği yasalarımız uyarınca Bakanlar Kurulu'na başvurdu ve bu örgüte üye olabilmek için onay dileğinde bulundu. Bakanlar Kurulu kararı ile verilen izin uyarınca da anılan örgüte üye oldu. O tarihte yayımlanıp diğer mason örgütlerine de iletilmesi sağlanan aşağıdaki bildirge, bugün de Özgür Masonlar Büyük Locası'nın benimsediği görüş ve ilkeleri aynen yansıtır. Biz, evrensel, hümanist, özgürlükçü, barışçı, çağdaş ve evrimsel bir Masonluk anlayışını benimsiyoruz. Mason birimleri, örgütleri, ritleri ve sistemleri arasında, Masonluğun evrensel amacına hizmet etmek ve bunun için çalışmak esas olduğu sürece, hiçbir neden ve gerekçe ile ayırım ve ayrıcalık gözetmiyoruz. Tüm insanların ve tüm toplumların barış ve mutluluk ortamı olacak bir "insanlık ideali"nin gerçekleştirilmesi için çalışmayı amaçlayan, üyelerinin de bu amaç doğrultusunda yetişmelerini ve bireysel çabalarını birleştirmelerini öngören tüm mason obediyanslarını, evrensel Masonluğun gerçek ve düzenli kuruluşları olarak tanıyoruz. Hepsine ve tüm üyelerine, kapılarımızı ve gönüllerimizi her zaman açık tutuyoruz. Biz, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti'nin simgesel üç derecesinde çalışma yapıyoruz. Ancak diğer ritlerde ve farklı derecelerde çalışmakta olan diğer tüm mason örgütlerini de, aynı oranda saygın buluyoruz. Bir mason locasının veya obediyansının kurulabilmesi ve "düzenli" niteliğini taşıyabilmesi için, Masonluğun evrensel amacından sapma göstermemesine ve öteden beri uygulanan asgari örgütlenme kurallarına uyulmuş olmasını gerekli ve yeterli buluyoruz. Bir mason locasının ya da obediyansının gerçek ve düzenli bir loca ya da obediyans olarak nitelendirilebilmesi için, bazı mason kuruluşlarının kendilerine özgü olmak üzere benimsemiş oldukları ilkelerin ve yöntemlerin, aynen benimsenmiş olmalarını ya da benimsenmiş gibi gösterilmeleri koşulunu yerinde bulmuyoruz. Her mason locasını birbirine, her mason obediyansını da birbirine eş değer sayıyor, uluslararası politikanın ya da ulusal ekonomik güç mertebesinin, veya ilgili ülkenin coğrafi konumunun ya da yönetim şeklinin ve tarihinin, mason obediyanslarının üstünlüğünü belirleyici etkenler sayılamayacağını öngörüyoruz. Bir kimsenin mason olabilmesi için; ergin yaşta, özgür düşünce sahibi, dürüst, iyi ahlaklı, art niyetsiz ve samimi, Masonluğun ilkelerini ve amacını anlayabilecek düzeyde temel eğitim görmüş, gelişmeye ve örnek insan olmaya elverişli bir kişiliğinin bulunmasını hem gerekli hem de yeterli görüyoruz. Mason olabilecek kişilerde başkaca birtakım zorunlu nitelikler aranmasını, her mason kuruluşunu kendi anlayışına bırakıyor, bu bakımdan da mason kuruluşlarının birbirlerini hor görmemelerini gözetiyoruz. Ancak biz, mason olabilecek kişiler arasında ırk, din, mezhep, inanç, dil, ulus, sosyal sınıf, töre ve ekonomik düzey farklılıklarından ötürü ayırım gözetilmesini, mason topluluğunu belli ve ayrıcalıklı bir zümrenin tekelinde tutma eğilimi olarak nitelendiriyor ve bundan sakınıyoruz. Hangi ırktan, hangi soydan, hangi dinden ve inançtan, hangi ulus ya da toplumdan olursa olsun; tüm insanların, birbirlerini anlayış ve toleransla karşılayabildikleri sürece kardeşçe kucaklayabileceklerini, birbirlerine sevgi ve saygıyla bağlanabileceklerini, el ele ve omuz omuza birlikte çalışabileceklerini benimsiyor; tüm bunların dinsel ve ulusal duyguları zedelemeyeceğini, hatta hiç etkilemeyeceğini savunuyoruz. Biz, şu anda yalnızca erkek üye kabul ediyoruz. Ancak kadınların Masonluğunu benimsiyor ve destekliyoruz. 1991 yılında Büyük Mason Mahfili (Özgür Masonlar Büyük Locası) üyeleri tarafından kurulmuş olan KADIN MASON BÜYÜK LOCASI'nı, düzenli bir MASON OBEDİYANSI olarak tanıyoruz. Masonluğun evrensel ülküsünün gerçekleştirilebilmesi için; masonların ve mason olacak kimselerin, önceden belirlenmiş birtakım inanç ilkelerini benimsemeleri zorunluğu altında tutulmamaları gerektiğini, böyle bir tutumla Masonluğun ancak bir belli inançlar topluluğu olabileceğini ve belirli bir dinin ya da inanç sisteminin uydusu ya da aracı olmaktan öteye gidemeyeceğini, bunun da o dini ya da inanç sistemini benimsemeyen büyük insan kitlelerini dışlamak olacağını, böylelikle de İnsanlık İdeali'ne aykırı düşeceğini savunuyoruz. Hiç kimsenin dinine, inancına ya da inançsızlığına, sosyo-ekonomik ve politik eğilim veya tercihlerine karışmamayı ve karışılmamasını öngörüyoruz. Dinler, inançlar, politik sistemler ve sosyo-ekonomik düzenler arasında fark, ayrıcalık ve üstünlük gözetmenin, insanlar ve toplumlar arasında yalnızca çekişme, kavga ve düşmanlık yaratacağını, dolayısıyla Masonluğun bunların dışında kalarak birleştirici ve uzlaştırıcı olması gerektiğini ileri sürüyoruz. Masonluğun, yüzyıllardan beri süregelen, kendine özgü yöntemleri ve gelenekleri bulunduğunu benimsiyoruz. Ancak bu yöntemlerin ve geleneklerin hiçbir zaman ve hiçbir ortamda değişmeyeceklerini ileri süren tutumlara katılmıyor, bu tutuculukların ancak Masonluğu çağın koşul ve gereksinmelerinin gerisinde kalmaya tutsak edeceğini düşünüyoruz. Bu nedenle, artık anlamlarını ve geçerliliklerini yitirmiş olan yöntem ve geleneklerin terk edilebileceğini, bunların yerine getirilecek çağdaş yöntem ve uygulamaların yaygınlaşarak benimsenmeleri halinde gelenekselleşebileceklerini, böylelikle Masonluğun evrimselliğini koruyacağını savunuyoruz.
  3. Masonca bakışla İnsan ve İnsanlık Büyük Mason Mahfili Derneği üyesi kardeşler, çalışmalarına “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” üçlemesiyle başlarlar. Özgürlük; düşünmede özgür olabilmeyi, bunun ürünü olan özgür düşünceyi ve özgür düşüncenin yeşereceği düşünce özgürlüğü ortamını içerir. Tüm insanların barış ve mutluluğu olarak belirlediğimiz asal amacımıza ayrıcalıklı ülke ya da bireylerin özgürlüğüyle değil, tüm ülke ve bireylerin uyumlu özgürlüğü ve bunun bilinçle kullanılmasıyla varılacağına güveniriz. İnsanların, insan topluluklarının ve ulusların özgürlüklerini kısıtlayan nedenler sorgulanmalı ve engeller aşılmalıdır. Bu zorlu süreçte bilimsel bakış, bilinç ve bilgelik gerektiğini unutmaz ve gelişimin bir gün insanlığı bu düzeye eriştireceği umudunu hep canlı tutarız. Eşitlik; kendi yolunu çizmek ve kendince gelişebilmek açısından öncelikle bireylere tanınması gereken haklar ve fırsatlar eşitliğini olarak algılanır. Bireyler her koşulda eşit saygınlıkta kabul edilirler. Irk, dil, din, cinsiyet gibi farklılıklardan kaynak bulan ve insan olma onuruna yakışmayan ayırımcılıklar gündemden düşmelidir. İnsanca doğmuş bulunmada eşit olan bireylerin, insanca yaşama hakkında da eşit olmaları gerekir. Bu hakkı kullanabilecekleri ortam oluşturulmalı ve özgürce bilinçlenmelerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Kuşkusuz gelişebilme hakkının eşitçe elde edilmesi demek, herkesin eşit olması demek değildir. Bu hakkı kullanabilmenin farklı açılımlarında bireyler, değişik birikimler ya da sosyal konumlar elde ederler. Masonluk, bireyin kazanım ve sorumluluklarını üstlenmesi ancak gücüne dayanarak bir başkasının saygınlığını göz ardı etmemesi görüşündedir. Herkes kendi kendisinin efendisidir ve olabileceğini olmaya çalışması doğal hakkıdır ! Kardeşlik ya da eski karşılığıyla “Biraderlik”; Masonlukta kardeşlerin bir aile bütünlüğü oluşturmaları, sevgi ve saygı içinde düzenli ve uyumlu birliktelikler kurmaları, istemli çalışmalarını el ele sürdürmeleri anlamına gelir. Kuşkusuz bu birliktelik sadece gündemli toplantılarda birbirine kardeşçe davranmayı içermez, içten ve sevecen bir kaynaşmanın yaşama yansımasını da öngörür. Mason kardeşliği sadece masonlara özgü olmamalıdır. Öyle olursa, bağnaz boyutlar içeren kulüp taraftarlıklarından, ideoloji birliklerinden ya da inanç kardeşliklerinden pek farkı kalmaz. Masonlar insanların barış ve mutluluğun giden yolda “tüm insanlarla kardeş “olmayı ilke edinirler. Kardeşlik “ben” yerine “biz” diyebilmeyi öğrenme ve benzerleriyle oluşturduğu bütünün esenliği için birlikte yetkinleşmeye çalışma anlamına gelir. Mason kardeşliği asla bir çıkar birliği değildir. Ortak ülkülerde bütünleşebilmenin ve mutluluk arayışında kalıcı olabilmenin özlemidir. Hepimiz kısacık yaşamlarımızda bu dünyada bir iz bırakıyoruz. O izin, başka insanlara da olumlu katkılar sağlaması, bunun sonuçlarını görmeye ömrümüz yetmeyecek olsa da, yaşamımıza anlam ve onur katacaktır. “Ülkü”ler birey yaşamına sığan kısa erimli beklentiler değil, insanlaşma sürecine aydınlık getirmek için atılan özverili adımlar olmalıdır. Bu bağlamda tüm insanların kardeşliği onurlu bir ülküdür! Masonluk özgürlüklerin kuralsız olmasından yana değildir! Düşünme özgürlüğü sınırsız, eylemsel özgürlük ise başkalarının haklarıyla ve özgürlükleriyle sınırlı olmalıdır. Farklı kişilerin özgürlük alanları uzlaşı ve uyum içinde birlikte gelişebilmelidir. Masonluk karşılıklı anlayış, tolerans, özveri, sevecenlik, şefkat ve erdem ortamıdır. Düşünsel farklılıklar “gelişim”, eylemsel uzlaşılar ise “düzen” getirir. Masonluk bir barış içinde gelişim ve düzen kurumudur! Masonluğu bazı kişi, kurum, ideoloji ya da ülkelerin yandaşı sananlar çok olmuştur. Özgür Masonluk sadece insanlığın yandaşıdır! 1700’lerin İngiltere’sinde, masonca çalışma yöntemlerini yazıya dökenlerin kültür birikimleri içinde Yahudi ve Hıristiyan düşünce yapılarının bulunması kaçınılmazdır. Ancak bu yapı taşları da aslında insanlığın ortak ürünleridir ve gelişim sürecinde simgelere dönüşerek, günün koşulları uyarınca masonlarca yorumlanmaktadır. Örnek olarak, bugün İsrail bayrağında bulunan altı köşeli yıldızı gösterebiliriz. Bu Masonluğun da simgelerinden biridir. Ancak buna dayanarak Masonluğu Siyonizm’le eş tutmaya kalkmak yanlış olur çünkü Siyonist düşünceler çok daha sonraları, 19ncu yüzyıl düşünce yapısında filizlenmiştir. Ayrıca Siyonizm tek bir ulusa özgüdür oysa ki Masonluk evrenseldir. Peki o zaman, bugün Siyonizm’in simgesi sayılan altı köşeli yıldızın Masonluk’ta işi nedir? Araştırmacılar, insanlık tarihi boyunca çok farklı uygarlıklar tarafından bolluk, bereket ve refah simgesi olarak kabul edilen altı köşeli yıldıza farklı yaşam çevrelerinde sıkça rastlandığından söz etmektedirler. Orta Asya kilimlerinde, Anadolu el işlemelerinde, Osmanlı padişahlarının bastırdıkları paralarda, Barbaros Hayrettin Paşa’nın sancağında ve Fatih Sultan Mehmet’in türbesinde de altı köşeli yıldızı bulabiliriz... Altı köşeli yıldız İsrail bayrağında olduğu gibi Buruni bayrağında da vardır, hem de bir tane değil, üçgen oluşturacak şekilde üç tane. Oysa Buruni, Siyonizm ya da Musevilik’le hiç ilgisi olmayan bir Afrika ülkesidir. Masonluk insanlığa anlam katmış tüm kültür değerlerine eşit yakınlıktadır ve onları güne uygun şekilde yorumlayarak gelişimini sürdürür. Örneğin altı köşeli yıldız, özgür masonlar açısından savaşın, egemenlik arayışının ya da yayılmacılığın değil, insanlaşma sürecindeki uyum ve uzlaşının simgesidir! Özgür Masonluk - Yahudilik ve Siyonizm de dahil olmak üzere - hiçbir din ya da ideoloji ile özel ilişkiler içinde değildir, olamaz da! Tüm din ve ideolojileri anlamaya çalışır, olumlu yönlerini özümser ama hiçbirinin doğrudan güdümüne girmez. Gerçeklerin renginin gri tonlarında bulunduğunu bilir ve simsiyah ya da bembeyaz gibi mutlak tanımlamaları benimsemez. Beyazı hedefler ama siyah ve beyazın grideki uzlaşısına sevgiyle el uzatır! Masonluğun içerdiği en önemli değer sevgidir! Hiçbirimiz tam ve yetkin değiliz. Eksikliklerimizin açığını sevgiyle kapatmalı, başkalarının eksikliklerini de toleransla karşılamalıyız. İşte o zaman tüm insanlarla kardeş olabilme umudumuzu canlı tutabiliriz! Masonluk romantik bir hayalin değil, çok uzun erimli bir ülkünün peşindedir ve on binlerce yıllık insanlaşma öyküsü içinde yaklaşık seksen yıllık bir yaşamın nicelik açısından bir nokta, nitelik açısından ise yetersiz olduğunun bilincindedir. Mason bütün insanlar için barış ve mutluluk vadeden bir toplumun, kendi kısa yaşamı içinde gerçekleşmesini beklemez. Ama bu ülküsel amaç için, kendinden önce yaşamış masonların yolunda kardeşleri ile birlikte el ele yürüyerek, insan olmaya çalışma onurunu yarınlara taşımayı istemektedir. Bu yaklaşımla denebilir ki; Mason olmak, insan olmaya çalışmaktan başka bir şey değildir !...
  4. Masonluk ve Gizlilik Masonluk gizli bir örgüt müdür? Bu soruyu yoldan geçen yüz kişiye sorsak, önemli bir bölümü “evet” diye yanıtlar. Oysa ki, mason dernekleri bulundukları ülkelerin yasaları uyarınca kurulan ve öncelikle ulusal yasalara tam bağlılığı ilke edinen kuruluşlardır. Türkiye’de Özgür Masonluğun çatısı altında çalışma yaptığı kurum, “Büyük Mason Mahfili Derneği” adını taşımaktadır. Bu dernek, Türkiye Cumhuriyeti yasaları uyarınca kurulmuştur ve bu yasalarla tam bir uyum içinde çalışmaktadır. Kurucuları, yöneticileri, üyeleri bellidir. Dernekler Masası’nda kayıtları vardır. Derneğin yasal tüzükleri uyarınca iki yılda bir başkan ve yönetim kurulu, genel kurulun oylarıyla belirlenmektedir. Genel kurulda, hükümet komiseri de yer almakta, tam bir açıklık ve şeffaflıkla, çağdaş demokratik anlayışla uyumlu seçim süreci tamamlanmaktadır. Derneğin başkanı ve yönetim kurulu üyeleri tüm işlemlerinde Dernekler Yasası’nı ve yasaları gözetmeyi önde gelen görevleri saymaktadırlar. Çok açıktır ki, kurumsal boyutta bir gizlilikten söz etmek mümkün değildir. Peki masonların kimlikleri gizli midir? İlgili kamu görevlileri için üye kayıtlarının gizli olması düşünülemez. Ama bir üyenin mason olup olmadığının başkalarına açıklanması onun kendi bileceği iştir. Büyük Mason Mahfili Derneği üye ve yöneticileri kendi mason kimliklerini özel ya da genel anlamda açıklamakta özgürdürler. Sadece, bir kardeşin mason olduğunu, ondan onay almadan açıklayamazlar. Bu en basit nezaket kuralı olduğu kadar uyum ve esenlikle birlikte yaşama duyarlılığı açısından da çok anlaşılabilir bir tutumdur. Ayrıca, yüzlerce yıllık gelenekten gelen bir öz savunu anlayışıdır. Dış ortamda, yanlış bilgilenme ya da kışkırtmalar yüzünden mason olduğu için bir kardeşin zarar görmesine neden olmamak ve mason kimliğinin açığa vurulmasını sadece onun kararına bırakmak geleneksel bir yaklaşımdır. Masonlar gizli işler mi yaparlar? Hayır, gizli işler yapmazlar! Masonluk bireylerin düşünsel gelişimini amaçlar. Masonluk’ta üyeler, insanlığın barış ve mutluluğu ülküsüne engel olan nedenleri sorgulayarak, kendilerini bilimsel yöntem, akıl, bilgelik, erdemler ve güzellikle donatmaya, bu şekilde bireysel gelişimlerini destekleyen düşünsel ve töresel gücü sağlamaya çalışırlar. Çalışma yapılacak konu önceden bir gündem ile duyurulur. Yapılan çalışmalar sonrasında da bir tutanak tutulur. Genellikle iki haftada bir toplanılır ve kavramlar, erdemler, simgeler ya da Masonluğun tarihçesi üzerinde yapılan bir konuşma sonrasında dileyen kardeşlerin katkılarıyla konu zenginleştirilir. Toplantıdan çıktıktan sonra da kardeşler edindikleri izlenimi kendilerince değerlendirir, dilerlerse benimser ve özümserler ya da sadece dinlemiş olmakla yetinirler. Bu tür bir çalışma “gizli” sözcüğüne yüklenen derin anlamlar gölgesinde yıpratılmak istenirse, bu insansal değerler ve özgürlük kavramı açısından büyük bir haksızlık olur! Peki, masonların çalışmalarına mason olmayanlar da katılabilir mi? Ya da çalışma tutanakları isteyene verilebilir mi? Bu tür soru soranlara bir karşı soru sormakta yarar vardır: “Bir büyük şirketin yönetim kurulu toplantısına her isteyen girebilir mi? “ Böyle bir şirketin yasal karar defteri yasanın belirttiği kişiler dışında her isteyene gösterilir mi?” Büyük bir şirketin yönetim kurulu toplantısı yasaldır, gizli değildir ama ilgililer dışında kalanlara kapalıdır! Bu Masonluk için de böyledir! Toplantılarımız üyelerimiz ve yasal yetkililer dışında olanlara kapalıdır. Bu bütün kulüp, dernek ve işletmelerde hatta partilerin özel toplantılarında da geçerli bir kural değil midir? Masonluk “gizli” değildir, “kapalıdır”. Masonluğun gizli olduğu savı, biraz da, tartıştığımız konuları irdelerken kullandığımız simgesel dilden kaynak bulmaktadır. Gerçekten de uzun bir geçmişin taşıdığı geleneksel yapısıyla Masonluk, pek çok simge barındırmaktadır. Tek bir sözcükle belirtilen bir simge, masonca çalışmalara alışık olanlar için sayfalar dolusu açılım anlamına gelebilir.Biz simgeleri günün koşullarında yeniden yorumlayarak gelişiriz. Simgesel dil, bizim evrensel dilimizdir. Bu tür çalışmalara ilk kez katılanlar tüm konuşulanları kavramakta zorluk çekebilirler. Bunun gizlilikle hiçbir ilgisi yoktur. Üzerinde çok çalışılmış, çok yorumlanmış ve işlenmiş konular bilim adamlarının dilinde de kısacık simgelere dönüşmez mi? Hukukçuların, doktorların hatta din adamlarının konuşmaları yorum gerektiren konuya özgü sözcükleri içermez mi? Masonlar aralarındaki barış ve kardeşliği, karşılıklı saygıyı, düşünce özgürlüğü ortamını, bilgece sevecenliği algılayacak, benimseyecek ve yansıtacak kişilerle çoğalmak isterler. Niceliğe değil, niteliğe önem verirler. Aralarına alacakları yeni kardeşler konusunda dikkatli ve özenlidirler. Mason olacaklarda para, güç ya da ün değil kendi dar kalıplarını aşabilme yeteneği aranır. Bu nedenle Masonluğa girmek çok da kolay değildir. Niceliksel gelişim konusundaki bu titizlik dıştan bakınca gizli bir örgüt izlenimi verebilir. Oysa ki, kullanılması gereken doğru sözcük “seçici” olmalıdır. Masonluktaki seçicilik ile “sosyal seçkinlik” kavramını karıştırmamak gerekir. Masonluk, gelişebilme yetisi olan tüm uygar ve erdemli bireylere açıktır. Düşünen beyinlerin yok edildiği, aydınların yakıldığı, cadı avına çıkıldığı günler Ortaçağ’da kalmıştır. O günlerin koşullarında değişim ve gelişime dönük her yenilik yaşayabilmek için gizlenmek zorunda kalırdı. Özgürlükçü demokratik rejimlerde ise, ancak yasa dışı kuruluşlar gizli olabilirler. Masonluk Türkiye Cumhuriyeti yasalarının bir kurumudur !
  5. Masonluk ve dışa bağımlılık Masonluğun dışa bağımlı olduğu sıkça dile getirilen bir suçlamadır. Dünyayı yöneten karanlık güçlerin bulunduğu ve bunların masonlarla ilintili olduğu hatta masonlardan emir aldığı zaman zaman dile getirilir. Komplo teorilerinin çok sık rastlanan bir uzantısı da, bu konularda araştırma izlenimi veren romanlar yazmak ve “en çok satan kitap” ödülleri alarak iyi para kazanmaktır. Her yıl Tapınak Şövalyeleri, ezoterik (içrek) örgütler, Ortaçağ söylenceleri, simya mucizeleri ya da dinlerin gizli yan kolları gibi konularda pek çok kitap çıkar ve bir şekilde Masonluk’la bağlantılar kurulmaya çalışılır. Bunlar sabun köpüğü gibi olsalar da, belleğimizde bazı izler bırakır. Kaldı ki, birinin öyküsü unutulmadan bir yenisi kitapçı vitrinlerini süslemeye başlar. Masonluk, insanlaşma süreci de dediğimiz tarihsel gelişim sürecinde iz bırakmış olan bütün kültürlerin olumlu bulduğu yanlarını almış; tamamen insansal bir yaklaşım içinde, hep gelişime açık olarak yapılanmıştır. Masonluğun kurumsal olarak şekillendiği 18nci yüzyıl, Aydınlanma Çağı altyapısının belirginleştiği dönemdir. Masonluk’ta da bunun izlerini buluruz. Yukarıda sözünü ettiğimiz tapınak şövalyeleri, mistik örgütler, Ortaçağ, simya konulu çalışmalar, dinler ve gizli yan kolları genellikle 18nci yüzyıl öncesindeki tarihlere ilişkin olgulardır. Masonluğun kurumsallaştığı dönemde, bütün bunlardan yararlanılmış, hepsinin olumlu bulunan yanları yeni bir yapının taşları olarak kullanılmıştır. Örneğin şövalyeliğin mertlik ve yiğitlik erdemi, içrek örgütlerin simgesel dil zenginliği ve usta çırak yöntemi, Ortaçağ sanatından kalma duyarlılık, simyacıların değişim ve gelişim anlayışı, mistik yapılanmalarda evrensel gerçeğe duyulan ilgi hep farklı boyut, yorumlama ve uyarlamalarla masonlar tarafından değerlendirilmiştir. Bu olgu, Masonluğun kendisinden yüzyıllar önce var olan bir başka kurumun eylemlerinden sorumlu olduğu anlamına gelmemelidir. Masonluk eski kurum ve arayışların mirasçısı değildir, her birinden aldığı olumlu yönleri bir yapı taşı gibi kullanarak yepyeni bir yapıt oluşturmuştur. Bu yönüyle Masonluk, tarihsel süreçteki kurumlara ya da onların günümüzdeki (varsa) uzantılarına bağlı değildir; sadece o kurumların kültürel değerleri, pek çok diğerleri gibi, bazı olumlu yönleriyle Masonluk’ta yer almıştır. Masonluğun gelişim sürecinde farklı coğrafyalarda, farklı ilişkilerin yaşanmış olması kaçınılmazdır. Ayrıca Masonluk, tüm kültürlerin sadece iyi yönlerini almak istemiş olsa bile bunda mutlak bir başarıya ulaşabildiğini savunmak da zordur. Özellikle 18nci ve 19ncu yüzyıllarda pek çok kurum, görüş, örgüt, inanış ve politika Masonluğa egemen olmayı amaçlamıştır. Bireysel yanılgılar ve çıkar ilişkileri Masonluğu barış ve kardeşlik amacının dışına çekmeye çalışmıştır. Bunların bir kısmı da dönemsel olarak başarı sağlamıştır. 19ncu yüzyılın son çeyreğine girilirken masonların en çok şikayet ettikleri konu dinsel ve politik baskıların varlığıdır. Masonluğu kendine göre yapılandırmaya ve kendi dünya görüşüne bağlamaya kalkanlar çok olmuştur. Masonluğun yansız tutumunu sürdürmek isteyenler 1875 tarihinde Lozan’da bir araya gelmişler ve özgürlükçü görüşler içeren bir “İlkeler Bildirgesi” yayımlamışlardır. Buna göre, mason localarında din ve politika konularında övücü ya da yerici hiçbir söyleme asla izin verilmeyecek, Masonluğun yansız ve bağımsız tutumu sürdürülecek, bu şekilde evrensel gerçeklerden yana kimliği korunacaktır. Bütün bunlara karşın geçen yüzyılın başlarında, pek çok ülkede olduğu gibi Osmanlı topraklarında da politika için Masonluğun kullanılması girişimleri olmuştur. Masonluk’tan beklenti ve eğilimleri doğrultusunda yararlanmak isteyen kişi ya da kuruluşlar, yüzyılın ilk çeyreğinde etkili olmaya çalışmışlar ancak çok kısa sürede gerçeğin aranışındaki yansızlık ilkesi, ulusal Masonluğa egemen olmuştur. Ülkemizde Anglosakson yaklaşımının temel benimsemeleriyle uyumlu olan “geleneksel masonluk” ile bizim liberal görüşlü “özgür masonluk” anlayışımız farklı kurumsal yapılarda çalışmaktadır. Liberal kesimde bir de hanımlara özgü kurumsal yapılanma vardır ve tüm insanların barış ve mutluluğu için çalışmalarını başarıyla sürdürmektedir. Tüm ulusal mason kuruluşlarına saygıyla yaklaşarak, biz sadece Özgür Masonlar Büyük Locası’nı, eş deyişle Büyük Mason Mahfili Derneği’ni, bu çalışma başlığı altında tanıtma hakkını kendimizde görüyoruz. Biz Özgür Türk Masonluğu’nun temsilcisi olan Büyük Mason Mahfili Derneği; Türkiye dışında hiçbir ülkeye, hiçbir yerli ya da yabancı mason kuruluşuna, niteliği ne olursa olsun hiçbir açık ya da gizli örgüte hesap vermeyen, uzantısında olmayan, güdümüne girmeyen özgün kimliğimizle tam olarak ulusal, bağımsız, liberal ve özgürüz! Masonluk Avrupa’da kurulmuş ve gelişmiştir. Doğal olarak Avrupa kültürünün ve özgürlük arayışının izlerini taşır. Masonluğun Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki yapılanması küresel ve yerel koşulların sosyal ve kültürel bir sonucudur. Değişik koşullara bağlı süreçler, çeşitli ülkelerdeki mason kurumlarının niteliklerinde bazı farklılıklar geliştirmiştir. Yerelden evrensele ve evrenselden de yerele etkileşimlerin oluşturduğu birikimler, her konunun olduğu gibi Özgür Masonluğumuzun da zenginliğidir. Bununla birlikte bir mason kuruluşu olabilmek için, Masonluğun temel amaç, ilke ve yöntemleriyle uyum içinde bulunmak gerekir. Masonca niteliğin ve kurumsal kimliğin doğal gerekliliği olan bu uyum bir bağımlılık değil, mason olabilmenin, masonca ülküyü ve “düzen”i yaşatabilmenin ve yüzlerce yıllık gelenekleri sürdürebilmenin tartışılmaz koşuludur. Masonca düzen ile uyumlu kuruluşlar birbirlerini mason kuruluşu olarak tanır ve aralarında eşit düzeyde ilişkiler kurar. Türkiye’de Özgür Masonluk açısından bu ilişkilerde, hiçbir ülke ya da kurumun ayrıcalığı ya da egemenliği söz konusu değildir. Türkiye’de Özgür Masonluk dünya Masonluğuna kapalı değildir. Avrupa Topluluğu’na uyum yasalarının Dernekler Yasası’nda ortaya koyduğu iletişim olanakları öncesinde bile, Büyük Mason Mahfili Derneği, cumhurbaşkanı ve başbakan tarafından da imzalanmış üçlü kararname ile yurt dışında yapılacak mason toplantılarına katılmaya ve yurt içinde uluslar arası toplantı yapmaya yetkiliydi. Özgür Türk Masonları özgün ve bilimsel çalışmalarıyla uluslar arası ortamda dünya masonlarıyla eşit düzeyde görüşlerini paylaşmaktadırlar. Bu paylaşımlar sadece düşünsel düzeydedir ve yerelden evrensele, öz eleştiriden eleştiriye kadar çeşitli açılımları içermektedir. Bu başı dik, gerçekçi ve onurlu tutumun ülkemize daha çok kazanım sağlayacağından kuşku duyulmamalıdır. Özgür Türk Masonluğu bilimselliği yol gösterici olarak benimser. Gerçeklerin araştırılmasını, karanlıkların aydınlatılmasını gözetir. Gelişimden, aydınlıktan, haksızlıklara baş kaldıran insan onurunun ışıldamasından yanadır. Yabancı oluşumlara; ister mason, ister bir başka örgüt, kişi ya da ülke olsun saygılıdır ama asla bağlı değildir. Büyük Atatürk’ün özdeyişiyle “Bağımsızlık bizim karakterimizdir!”
  6. Kurucularımız Türkiye'de ulusal masonluğun kurumsal kimlik kazanması, 1909 yılında mümkün olabilmiştir. Masonlukta Geleneksel (muhafazakar) ve Gelişimsel (ilerici) ayırımları daha o zamandan vardı. Anglosakson Masonluğu da denilen muhafazakar kanadın ilgi göstermediği Türk Masonluğu, ilerici kesimde yer almış, hatta 1932 yılında Gelişimsel Mason Kuruluşları Uluslararası Kongresi'ne ev sahipliği yapmıştı. İlk günden başlayarak Fransa, Belçika ve Avrupa kıtası ülkeleri mason kuruluşlarıyla aynı doğrultuda çalışmalar yapan Türkiye Büyük Doğusu, İkinci Dünya Savaşı sonrasının moda akımları ve sosyopolitik rüzgarları uzantısında kendisine yeni bir kimlik arayarak, Anglosakson Masonluğu içinde yeniden yapılanma kararı aldı. Bu kimlik değişiminin yarattığı iç tartışmalar, kardeşler arasında bazı çözülmelere ve karşıtlıklara neden oldu. Çeşitli görüş farklılıklarının görüldüğü bu ortamda, bir politikacıya gerçek dışı bir belge verilmiş olması, erdemleri önde tutan bazı kardeşlerce büyük tepkiyle karşılandı.Hele bu belgeyi imzalamış olan mason yöneticisi, bir oldu bitti ile, büyük üstatlığa gelince, bazı kardeşler "masonluk bir düzen ve erdem topluluğudur ve politikaya bulaşmamalıdır " diyerek yollarını ayırdılar. Bu kardeşler kendi aralarında localar kurdular, biraraya gelip bir genel kurul oluşturdular ve temellerini saygınlık üstüne yapılandırdıkları yeni bir büyük locanın kurucuları oldular. Aşağıda onların içten duruşunu belgeleyen kuruluş tutanağını ve her biri tarihte yerini alan bu kardeşlerin kimliklerini bulacaksınız: 01 no.lu Feza Muhterem Mahfili 13 Mayıs 1966 Üstadı Muhterem Birinci Nazır İkinci Nazır Hat:. Kat:. Haz:. Em:. Has:. Em:. Birinci Muhkk:. Teşr:. D:. Muh:. Mustafa Sakarya Z.Rıza Şahinoğlu Özcan Onat Mahmut Yalay Kemal Umur Mehmet Gürsel Orhan Eğinlioğlu Muvaffak İyimen Selahattin Kütükbaşı Ahmet Akdamar 02 no.lu Namık Kemal Muhterem Mahfili 21 Mayıs 1966 Nuri Rüstem Kurucu Üs:. Muh:. Hayri Çakaloz Şevket Beşe Kemal S.Aysay Fahri Nişli Kemal Soydan Turgut Birecikli Hayrettin Öngünşen 03 no.lu Helikon Muhterem Mahfili 07 Mayıs 1966 Üstadı Muhterem Birinci Nazır İkinci Nazır Hatip Katip Hazine Emini Hasenat Emini Muhakkik Teşrifatçı Teşrifatçı Muavini Muhakkik Muavini Dahili Muhafız Muammer Yenerman Necip Alsan Vedat Yeğinsü Zare Magar Mehmet Ülger Baha Çalt Bünyamin Sobran Ercüment Tarcan Turgut Övünç Sadi Çalık Kadri Duna Hasan Cafer Ergin 04 No.lu Ar Muhterem Mahfili 18 Mayıs 1966 Kurucular Ali Galip Taş Edip Kantemir Tuğyan Asaf Atatür Fikret Kandemir Zeka Başaran İbrahim Bilginer Nejat İkiz Vedat Zeren Halis Göymen 1966 – 1967 Görevliler Üs:. Muh:. Birinci Nazır İkinci Nazır Yas:. Söz:. Sek:. Haz:. Üst:. Yar:. Üst:. Sor:. Tör:. Üst:. İç Kor:. Sancaktar Mühürdar Şöl:. Gör:. Avni Teoman Fuat Altınok Ekrem Tetik Fikret Erkman Mecdi Devrim Arif Hikmet Holtay Osman Köknel Faruk Ertekin Raşit Dalmak Zeka Başaran Fikret Kandemir Nejat İkiz Tuğyan Asaf Atatür Fikret Erkman İbrahim Bilginer Faruk Ertekin Ender Beller Dündar Zaim Arif Hikmet Holtay Lütfi Banat Fikret Erkman Osman Köknel 05 no.lu Nar Muhterem Mahfili 24 Mayıs 1966 Muhiddin Osman Omay Necmeddin Mahir Sılan Hüsameddin Sunol Tahsin Hamdi Yazıcıgil Lutfi Nazım Dorman Cemal Kıpçak Enver Şazi Sirel Hamit Ören Hikmet Feridun Arda İhsan Mizanoğlu Hasip Yıldırım Halit Babacan Serkis Torosyan Said Turan (İstifa etmiş) Şükrü İmre Hayri Meriç 06 no.lu Özgür Muhterem Mahfili 18 Mayıs 1966 Üstadı Muhterem Birinci Nazır İkinci Nazır Hatip Katip Hazine Emini Hasenat Emini Muhakkik Teşrifatçı Dahili Muhafız Ethem Fikriğ Ali Ülgezen Muvaffak Özbudun Cevat Taluy Şefik Keskin Nuri Sargınlı Muhsin Türen Burhan Haker Samim Kar (vekaleten) Mesrur Kip 07 no.lu Murat Muhterem Mahfili 31 Mayıs 1966 Üstadı Muhterem Birinci Nazır İkinci Nazır Hatip Katip Hazine Emini Hasenat Emini Muhakkik Teşrifatçı Dahili Muhafız Osman Edip Seydi Abdullah Arif Atasagun Halit Şevki Akyüz Jak Eseyan Feridun Sevil Abdurrahman Yazgan Binay Yavuz Kermen Şaban Besen Rene Modiano Mustafa Necip Emre
  7. Bir ulusal Türk masonluğu kurmak isterken, Jön Türklerin iki amacı vardı : Açılım kazanmakta olan özgürlük rejiminden yararlanmak ve özgür bir ortam bulunca politik ve ulusal bağlamda ortaya çıkan iyileşme doğrultusunda, bağımsız bir Türk Masonluğunun oluşumunu sağlamak. Hatırı sayılır sayıda karşı tepki almaya devam eden özgürlük ortamını savunabilecek ve tutunduracak özgürlük yanlılarının yetişeceği bir ocak oluşturmak. Ama kısa sürede, Jön Türklerin karşı görüşleri susturmak ve etkin olabilmek için locaları yandaşlarıyla doldurduğu söylentisi açık açık söylenir oldu. Masonlar Jön Türklerin bu hızlı çoğalışından yakınıyorlardı. Devrimci Jön Türk komitesine yakın olmaktan başka hiçbir özelliği olmayan kişiler, localarda toplanıyorlar, hatta hiçbir karşı tutuma olanak tanınmaksızın masonluğa katılıyorlardı. Uzun bir süre, İstanbul’daki locaların yönetiminde görev alanların neredeyse tamamına yakını Jön Türk kökenli militan ya da devrim komitesine oldukça yakın partililerden oluştu. Öyle ki, oturumlar, Masonların saygın çalışmalarından çok, İttihat ve Terakki Partisinin toplantılarını çağrıştırır oldu. Saygıdeğer ve mason localarına girebilecek nitelikte pek çok kişi, sadece İttihat ve Terakki’nin politikalarını benimsemedikleri için acımasızca reddedildiler. Eski rejime yakın bulunan ya da eski rejimin yakınlarının tanışı olanlara da benzer uygulamalar yapıldı. İstanbul’u işgal eden Makedonya Ordusunda , önemli sayıda mason vardı. Senatörler, mebuslar, polisler, jandarma yetkilileri, her kesimden ve her düzeyde memurlar localara dolmaya başlamışlardı. Gerçek bir karmaşa yaşanıyordu. Herkes, yeni rejimin yöneticilerine hoş görünmek için mason olmak istiyordu. İçten dileğiyle bir locaya katılan kardeşlerin sayısında büyük düşüş olmuştu. Bu durum, bir yıldan fazla sürdü. Ne mutlu ki, korkulduğu kadar kötü sonuçlarla karşılaşılmadı. Gerçekten de, Jön Türkler görev ve sanları dağıtmaya bir son verince, Devletin bütçesinden geçinmek için, herhangi bir görev alabilmeyi aklına koymuş ve bu amaçla aydınlanmış olan bütün masonlar, hep birlikte çalışmalara gelmez oldular. Öyle ya, artık bulabilecekleri hiçbir somut çıkar kalmamıştı ! İyi masonlar kaldılar ve direnmeye çalıştılar. Hatta, masonlar arasında bir tür eleme gerçekleşti ve çeşitli nedenlerle bazı masonlar localardan uzaklaştırıldılar. İki yıl çok çabuk geçti. Jön Türkler artık, eski rejim yandaşlarının tepkisinden korkmayacak kadar güçlenmişlerdi. Komite, ülkenin gerçek egemeniydi. Artık özgürlük için savaşta locaların desteğine gereksinim kalmamıştı. Büyük Üstat Talat Bey ile başlamak üzere, İttihat ve Terakki Partisi’nin yöneticileri, localara uğramaz oldular. Bu arada, üst derecelerde olup bitenin ve masonik görevlerin denetimini yitirmemeye özen gösterdiler ve buralara hep İttihat ve Terakki’nin güven duyduğu kişilerin geçmesini destekleyerek, olayları uzaktan seyrettiler. Günümüzde (1922) Egemen Gran Komandör olan doktor Mehmet Ali Bey (Talat Beyden sonra ) Büyük Üstat seçildi. Bu saygıdeğer yaşlı kişi, genellikle sevilir ve sayılırdı. Kendisini görevine bedensel ve ruhsal olarak adadı. Genç yaşında olsaydı, kuşkusuz Büyük Doğu yönetiminden geçişte, daha da derin bir iz bırakırdı. Yine de, önemsenecek başarılara imza attı. Onun yoğun çaba ve baskılarıyla, localar her yerde kurulmaya ve çoğalmaya başladılar. (İzmit, Adana, Konya vb.,) Bütün bunlara karşın, savaş sürerken, İngiliz Localarının yetkililer tarafından istenmeyen bir şekilde kapatılmasına ve Türk Localarının çalışmalarının da uzun bir süre için durdurulmasına engel olunamadı. Oysa ki, bu konudaki kararı veren Jön Türk kabinesinde pek çok mason vardı. Ancak, doğruyu söylemek gerekirse, onları suçlayamayız çünkü, Savaş Nazırı Enver Paşa’nın çelikten istem gücü ve direnişi karşısında çok zayıf kalıyorlardı. Talat Paşa ve Mithat Şükrü kardeşlerimiz, bir yıldan fazla uğraştıktan sonra, Türk Locaların yeniden açılma iznini almayı güçlükle başarabildiler. 13 yıldan beri, pek çok kişi, masonların Büyük Üstatlık görevini üstlendi. Sadece bu sanı taşımak bile, kendi içinde büyük bir onurdu. Ancak, bu dönemde çok önemli ve parlak bir başarıya imza atıldığını söyleyebilmek oldukça güçtür. İncelememize gerçekçi boyutlarda devam ederek, bu kardeşlerin sadece var olanı koruma başarısı gösterdiklerini ama, olması gereken açılımları ve yeni düzenlemeleri uygulamaya geçiremediklerini belirlememiz gerekiyor. Meşrutiyet duyurusundan bu yana politik karmaşa hiç sona ermedi. Savaşlardan da hemen hemen hiç başımızı alamadık. Ne yazık ki, günümüzde de bu konuda olumlu bir tablo yok. Herkesin gerekli gördüğü (masonlukta ) iyileştirme çalışmalarını verimsiz kılmaya, sadece bu karmaşa ortamı bile yetiyor. Günümüzde, Türkiye Büyük Doğusu (ya da Büyük Locası), bu görüşlere dayanıyor ve her biri içtenliğin, namuslu ve yararlı çalışmanın kanıtı olan kişilerden oluşuyor. Ülkedeki farklı etnik öğeler arasında sağlam ve özverili bir anlayış ortamının oluşması için, elinden gelenin en iyisini yapmayı görev biliyor. Türkiye Büyük Doğusunun programı, Etoile D’Orient Sayın Locasının kuruluş töreninde, bir kardeşin yaptığı konuşmada da özetlenmiştir. (Bu konuşmayı 5 sayılı ekte bulabilirsiniz) (Kitapçığın ekinde böyle bir konuşmanın metni yok ancak, Etoile D’Orient Sayın Locasının kuruluş töreninde , sözü edilen konuşmayı yapan, Jessua'nın kendisidir.) Bugün görevi üstlenen Büyük Üstat Profesör Besim Ömer Paşa’nın en büyük uğraşlarından biri, yabancı mason Obediyanslar ile düzenli ve kardeşçe ilişkiler kurmayı başarmaktır. Özellikle de, İngilizce konuşan localarla ilişkilerin, düzenli kılınmasına çalışılmaktadır. Günümüzde (1922), Türkiye Büyük Doğusu, Avrupa ve Amerika’nın hemen hemen tüm Süprem Konsey ve Büyük Doğularıyla yasal ilişkiler içindedir. Aynı ritte çalışan pek çok düzenli mason örgütüyle, dostluk elçisi niteliğindeki görevliler atanmasına ilişkin anlaşmalar yapılmış, ancak düzensiz masonlarla ilişki kurulmasından özenle kaçınılmıştır. Türkiye Süprem Konseyi ve Türkiye Büyük Locası, İngiltere Ulusal Süprem Konseyi ve Büyük Locası ile ilişkileri sağlamlaştırmayı içtenlikle ve ısrarla istemişlerdir. Ancak, İngiliz masonluğundan bir yaklaşım beklemeye dönük düzenli girişimlerinin , karşı tarafta bir yankı bulduğunu söyleyebilmek pek mümkün değildir. Bu izlenimin en acı tarafı da, Süprem Konsey ve Büyük Loca uygulanan katı tavrın nedenlerini bilmemektedirler. İngiliz masonluğuna yanlış anlamaları ortadan kaldıracak her türlü bilgiyi vermek, açıklamayı yapmak ya da iki kardeş mason örgütü arasında dostça ve kardeşçe bir işbirliğinin oluşumunu engelleyen nedenleri tartışmak en büyük arzularıdır. İçindeki bütün olumsuz öğeleri ve çıkar elde etmek için aydınlanmış olanları topluluğundan uzaklaştıran Türkiye Büyük Doğusu (Büyük Locası), İngiliz masonluğunun getirebileceği her türlü uyarı ve karşı görüşü içtenlikle değerlendirmeye hazırdır. İki simgesel masonik güç arasında bir anlaşmanın ancak bu şekilde sağlanabileceğine inanmaktadır. 4.) Bugünkü durum : Günümüzde, Türkiye Büyük Doğusu (Büyük Locası) altında, İstanbul’da, 1’den 3’e kadar olan derecelerde çalışan ve Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’ni uygulayan on tane loca var. Bu localarda, ulusu oluşturan bütün etnik öğelerden ve ülkemizde az veya çok kalarak geçen yabancılardan meydana gelen bir kardeşler mozaiği, (Türkler, Rumlar, Ermeniler, Museviler, Araplar, Kürtler, Arnavutlar, Fransızlar, İngilizler, Slavlar, Avusturyalılar, Slovaklar, Macarlar) Eski ve kabul Edilmiş İskoç Riti’nin uluslararası düzenleyicisi olan Belçika masonluğunu uygulamalarına örnek alarak ve bu bağlamda oluşturulmuş yönergeler doğrultusunda, çalışmalarına devam ediyorlar. Bu atölyeler Türkçe çalışıyorlar. (Sadece Etoile D’Orient Sayın Locası, yabancı kardeşlerin çalışmalarımıza katılımını sağlayabilmek için Fransızca olarak çalışıyor.) İstanbul’da çalışmalara katılan kardeşlerin sayısı yaklaşık olarak beş yüz. 1 Mayıs 1922 tarihinden itibaren, yani birkaç günden bu yana, çalışmalarını kendi binasında yürütmeye başlayan Türkiye Büyük Doğusu (Büyük Locası), İstanbul’da ve taşrada uykuda olan masonların düzene dönüşünü sağlamaya çalışmaktadır. Bu durumda olan yüzlerce kardeşimiz vardır. Ama, herhangi bir çıkar elde edebilmek amacıyla aramıza gelmeye çalışanları elemek için tüm çabamızı göstermeyi sürdüreceğiz. Türkiye Büyük Doğusu (Büyük Locası) çalışmalarını her türlü dinsel ve politik tartışmadan korur. Çalışmalara sadece düzenli masonlar katılabilirler. Savaştan ve özellikle Anadolu hareketinden bu yana (Mareşal Mustafa Kemal Paşa’nın ulusal eylemi), Türkiye Büyük Doğusu, bir anlamda Türkiye’nin İstanbul dışındaki bölgeleriyle iletişim kuramamaktadır. İzmit, Adana, Konya gibi taşra localarının çalışmaları hakkında yeterince bilgi alınamamaktadır. İzmir’de çalışan Güneş Locası, günümüzde çalışmalarını İstanbul’a taşımıştır. İzmir’deki çalışma düzenine yeniden dönmenin bekleyişi içindedir. Saygıdeğer Üstadı Ferid Aseo Kardeşimiz, bu konuda çok yoğun çabalar göstermektedir. On yıl süren savaş, bazı locaların kapanmasını kaçınılmaz kılmıştır. Bunlar arasında ; İttihat ve Terakkinin Gerçek Dostları, Osmanlı Kardeşliği, Vatan, Meşrutiyet localarını sayabiliriz. Ama bu arada açılan başka localar da olmuştur. Etoile D’Orient, Sultan Murat V gibi (Bu sonuncusu, sonsuzluğa göçen kardeşimiz Sultan’ın anısınadır). 5.) Süprem Konsey Günümüzde bir Aeropaj ve iki Rose-Croix Şapitrinden oluşmaktadır. Türkiye Büyük Doğusuna (Büyük Locasına) bir konkordato (anlaşma) ile bağlıdır. Bu konkordato iki taraf arasındaki ilişkileri düzenlemektedir. Buna göre, Türkiye Süprem Konseyi, Türkiye Büyük Doğusunu (Büyük Locasını), çırak, kalfa ve üstat derecelerinden oluşan ilk üç derece için, bütün Osmanlı İmparatorluğunda tek yasal vedüzenli simgesel güç olarak tanımaktadır. 6.) Masonik Kulüp : İstanbul’da, Türkiye Büyük Locasının (Büyük Doğusunun) desteğiyle, bir Masonik Kulüp açılmıştır. Bu kulübün açılışı, bütün düzenli masonları bir araya getirerek, sağlam ve bağlı bir bütün oluşturma yolundaki çabalara itici güç kazandıracaktır. Ayrıca, farklı ırklar arasında derinleşen anlayış farklılıklarını büyük ölçüde yumuşatacak ve ülkenin etnik öğeleri arasında içten ve kalıcı bir yakınlaşmaya yönelik katkılar sağlayacaktır. Bu çok güç bir uğraştır ama olanaksız değildir. 7.) İyilik İşleri : Yurt dışındaki tüm Sayın Localar gibi, Türkiye Büyük Locası ( Büyük Doğusu) da, iyilik işlerine daima önem vermiştir. İnsan sevgisini odak alan birçok kuruluşta, ya doğrudan sorumluluk almış ya da destekleyici olmuştur. Çocuk Esirgeme Kurumu, başlı başına görkemli anıtlarından biridir. Bu eser, ırk ve inanç farkı olmaksızın, çok sayıda çocuğu giydirmekte, beslemekte ve eğitmektedir. Türk masonluğu, Kızılay’ın kuruluşunda da, çok etkin bir görev üstlenmiştir. Bu insancı kuruluş, binlerce mutsuz insanın acılarını dindirmektedir. Bugünkü (1922) Büyük Üstadımız, Profesör Doktor Besim Ömer Paşa, aynı zamanda, bu çok önemli kuruluşun da başkanıdır. Bugünkü Süprem Konsey Egemen Gran Komandörü Doktor Mehmet Ali Bey (33) de, Kızılay’ın kuruluşunda, Genel Denetçi olarak görev yapmıştır. Var güçleriyle bu kuruluşun başarısı için çalışmışlardır. Türkiye Büyük Locası, ayrıca, bir Uluslar Topluluğu (Ligue des Nations) oluşumu için büyük çaba göstermiş ve katkılarda bulunmuştur. Bu kuruluşun Yönetim Kurulunda, pek çok kardeşimiz vardır. Bu konudaki destek ve katkı kararı, geçen yıl katıldığımız Cenevre Masonik Kongresinden sonra alınmıştır. Bu arada, bir Osmanlı Locası, Etoile d’Orient, övgüye değer bir uğraşın sorumluluğunu taşımaktadır : Dilenciliğin yok edilmesi ! Her iki cinsiyetten de pek çok çocuk, sefaletten kurtarılmış ve özenli eğitim olanaklarına kavuşturulmuştur. Dönemsel ya da anlık iyilik işlerine özveriyle katkıda bulunan başka başka kardeşlerimiz, daha pek çok eserin oluşumunu sağlamaktadırlar. Örneğin, fuhuşla mücadele çalışmaları, önemli ölçüde masonlar tarafından yönetilmektedir. İstanbul, 15 Mayıs 1922 Büyük Üstat Büyük Sekreter Prof. Dr. Besim Ömer Ali Refik =imza= =imza= (Çalışmanın sonuna yetkililerin imzası alınarak, şu ana kadar anlatılanlara yasal nitelik kazandırılmakta ve içerik onaylatılmaktadır.-çevirenin notu- ) EK : 1 (Kitapçık içinde Ek:1’den söz edilmekle birlikte, 1 sayılı ek yerinde bulunmamaktadır. Ekler bölümü 2 sayılı ekle başlamaktadır. Bu kitapçığın bazı sayfalarının bir şekilde yok olduğunu düşünmemiz mümkün değildir, çünkü sayfa numaraları birbirini izlemektedir ve Ek:2’ye geçerken herhangi bir eksiklik görülmemektedir. Bilmediğimiz bir nedenle, kitapçığın 1 sayılı eki, yayında yer almamıştır. 1 sayılı ekin, Türkiye Büyük Doğusunun (Büyük Locası) kuruluşu amacıyla, Türkiye Süprem Konseyinin, Türkiye’de çalışan tüm localara yayınladığı 1 sayılı duyuru olduğu, yazının içeriğinden anlaşılmaktadır. Bu 1 sayılı duyuru , aynı zamanda ulusal bir Obediyans kurma çalışmalarının da, ilk belgesidir. EK : 2 Türkiye Büyük Doğusu ( Büyük Locası ) UNIVERSI TERATUM ORBIS ARCHITECTIONIS AD GLORIAM INGENTIS ORDO AB CHAO UNION-FORCE-PROGRES Merkezi İstanbul’da bulunan, bütün Osmanlı İmparatorluğu için Ritin egemeni, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin 33ncü ve sonuncu derecesinin Süprem Konseyi ----------------------------------------- Bütün Süprem Konseylere, Büyük Doğulara, Büyük Localara ve her iki yarımkürede bulunan tüm düzenli Masonlara Salut – Force – Progres (Selam – Güç – Gelişme ) ------------------------------- Çok Sevgili Kardeşlerimiz, Yüce kurulumuzun yasal varlığı ve düzene uyumu tanınıncaya kadar İskoç Riti’nin çalışmalarını sürdürebilmesi amacıyla, 25 Haziran tarihindeki oturumda, Süprem Konseyimiz geçici görevlilerinin seçimini yapmış olduğumuzu sizlere bildirmekle mutluyuz. İskoç Konfederasyonunun Çok Yüce ve çok etkin Süprem Konseyleri tarafından Süprem Konseyimizin düzene uygun olarak oluştuğu ve Osmanlı İmparatorluğu için Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin yasal Egemen Gücü olduğu tanınmıştır. Sadece, Süprem Konseyi 1907 yılında yapılan Brüksel Konferansında bağımsız olarak kabul edilmiş bulunan Mısır, bunun dışında tutulmaktadır. (özelde) Ritin ve genelde (masonik) düzenin yararları için, sürekli bir çalışma içinde bulunmamız gerekiyor. Bu nedenle, düzen gereğince oturuma çağırılan Süprem Konsey, Gök Kubbe altında, Zenit 41 derece, 01 dakika, 15 saniye kuzey enlemindeki Gerçek Mabedinde toplandı ve gerekli güncel çalışmalar sonrasında gündem gereğince, Süprem Konsey Büyük Görevlilerini belirleyecek kesin seçimlere geçildi. Aşağıda, Ritin gereklilikleri uyarınca yapılan seçimler sonucunda belirlenen seçilmişler listesini bildiriyoruz: Önerilmiş, seçilmiş ve duyurulmuştur : Egemen Gran Komandör, Büyük Üstat : General Prens Aziz Hasan Paşa 33\ Gran Komandör 1nci Yardımcısı, Büyük Üstat : Cavit Bey 33\ Gran Komandör 2nci Yardımcısı, Büyük Üstat : J. Sakakini Bey 33\ 1nci Saygıdeğer, Genel Denetçi : Faik Süleyman Bey 33\ 1nci Saygıdeğer, Genel Denetçi Yardımcısı : Mehmet Talat Bey 33\ Büyük Şansölye, Genel Yazman : David J. Kohen 33\ Büyük Hatip, Yasalar Sözcüsü : Mişel A. Noradungyan 33\ Büyük Hazine Görevlisi : Osman Talat 33\ Büyük Hazine Görevlisi Yardımcısı : Galib Mehmet Bey Büyük Yardım Görevlisi : Mehmet Ali 33\ Büyük Yardım Görevlisi Yardımcısı : Emmanuel Carasso (Karasu) 33\ Büyük Soruşturucu : Dr. Rıza Tevfik Bey 33\ Büyük Arşiv ve Kütüphane Görevlisi : Mehmet Arif 33\ Büyük Koruyucu : Galip Bey 33\ Büyük Koruyucu Yrd. : Mehmet Fuat Hulusi 33\ Büyük Tören Üstadı : Sarim Kibar 33\ Büyük Sancak Taşıyıcı : Mithat Şükrü 33\ Büyük Kılıç Taşıyıcı : Rahmi Bey 33\ Selanik temsilcisi : Sabri Katipzade 21 Aralık 1909 Oturumunda belirlenmiş ve duyurulmuşlardır. Gran Komandör Yrd. Genel Sözcü Büyük Şansölye Büyük Üstat Egemen Gran Komandör, Büyük Üstat M. Cavit 33\ J. Sakakini 33\ Aziz Hasan 33\ Büyük Hatip Genel Yazman M. A. Noradungyan 33\ D. J. Kohen 33\ ------------------------------------------ TÜRKİYE SÜPREM KONSEYİ ONURSAL GÖREVLİLERİ ---------- Pek Aydın Pek Güçlü, Ömür Boyu, Onursal Egemen Gran Komandör Kont Goblet d’Alviella Belçika Süprem Konseyi Egemen Gran Komandör Büyük Üstadı ----------- ONURSAL ÜYELER Pek Aydın Pek Değerli Alphonse de Paepe Kardeşimiz, Belçika Süprem Konseyi Büyük Şansölye Genel Sekreteri Pek Aydın Pek Güçlü Emmanuel Galanis Kardeşimiz 33\, Yunanistan Süprem Konseyi Egemen Gran Komandörü Pek Aydın Pek Güçlü Joseph Junck Kardeşimiz 33\, Lüksemburg Büyük Dükalığı Masonluğunun Büyük Üstadı -------------- Türkiye için 33\derece Süprem Konseyinin, 21 Aralık 1909’dan 20 Aralık 1918 tarihine kadar görevli YÖNETİM KURULU General Prens Aziz Hasan : Egemen Gran Komandör Mehmet Cavit : Gran Komandör 1nci Yardımcısı J. Sakakini : Gran Komandör 2nci Yardımcısı Faik Süleyman : Büyük Genel Denetçi Mehmet Talat : Büyük Genel Denetçi D. J. Kohen : Büyük Şansölye, Genel Yazman Mişel A. Noradungyan : Büyük Hatip, Yasalar Genel Sözcüsü Osman Talat : Büyük Hazine Üstadı Mehmet Arif : Büyük Arşiv ve Kütüphane Üstadı Sarim Kibar : Büyük Tören Üstadı Galib : Büyük Koruyucu Mithat Şükrü : Büyük Sancak Taşıyıcı ------------------------- ETKİN ÜYELER Mehmet Galib – Mehmet Ali – Rahmi – Mehmet Fuat Hulusi – Emmanuel Carasso – Rıza Tevfik – Sabri Katipzade ----------------------- Diplomaları imzalayacak görevlilerin imza örnekleri : Egemen Gran Komandör :............................................ Gran Komandör 1nci Yardımcısı :............................... Gran Komandör 2nci Yardımcısı :............................... Büyük Şansölye, Genel Sekreter :................................ Büyük Hatip, Genel Sözcü :......................................... Büyük Hazine Üstadı :................................................. Saygıdeğer Büyük Genel Denetçi :.............................. Süprem Konseye bağlı YÜKSEK ATÖLYELER : İstanbul Vadisinde, Krallık Sırrının Yüce Prensleri Konsistuarı 32\ 30\Kadoş Şövalyeleri Konseyi : İstanbul Vadisinde La Sentinelle Du Bosphore (Boğazın Gözcüsü) 18\Rose Croix şövalyelerinin Egemen Şapitri : Les Pionniers de l’Avenir (Geleceğin Öncüleri) La Concorde (Uyum) ------------------- Osmanlı İmparatorluğu için 33ncü derecenin Süprem Konseyine, bir dostluk anlaşmasıyla bağlı bulunan ve düzenli bir Osmanlı Masonik Örgütü olarak Simgesel Locaları yönetimi altında bulunduran ; PEK SEÇKİN (SERENISSIME) TÜRKİYE BÜYÜK DOĞUSU (TÜRKİYE BÜYÜK LOCASI) Kuruluş Tarihi 1909 İstanbul’da bulunan 8 loca Osmanlı Topraklarında, taşrada bulunan 9 loca Gran Komandör 2nci Yardımcısı Egemen Gran Komandör J. Sakakini 33\ Aziz Hasan 33\ Büyük Şansölye Genel Yazman D. J. Kohen 33\ EK : 3 Türkiye Büyük Doğusu ( Büyük Locası ) UNIVERSI TERATUM ORBIS ARCHITECTIONIS AD GLORIAM INGENTIS ORDO AB CHAO UNION-FORCE-PROGRES Merkezi İstanbul’da bulunan , bütün Osmanlı İmparatorluğu için Ritin egemeni, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin 33ncü ve sonuncu derecesinin Süprem Konseyi ----------------------------------------- Bütün Süprem Konseylere, Büyük Doğulara, Büyük Localara ve her iki yarımkürede bulunan tüm düzenli Masonlara Salut – Force – Progres (Selam – Güç – Gelişme ) ------------------------------- Çok Sevgili Kardeşlerimiz, Türkiye Büyük Doğusunun (Büyük Locası) İstanbul’da, Eski ve Kabul edilmiş İskoç Riti Süprem Konseyimizin desteğiyle gerçekleştirdiği kuruluşun yasal tutanaklarına dayanarak ; Geçtiğimiz 9 Ağustos tarihinde, anılan Büyük Doğunun (Büyük Loca) İstanbul Vadisinde düzenli olarak kurulduğunu konusundaki Süprem Konsey duyurusunu dikkate alarak ; 1786 tarihli Büyük Yasaların, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti yasalarına ve genel kurallarına sıkı sıkıya bağlı olunması gerektirdiğini unutmayarak; Süprem Konseyin kendi yetki bölgesinde (jüridiksiyon), 3ncü dereceden yukarı dereceler olan 4’ten 33’e kadar tüm dereceler için mutlak yönetici olduğunu bilerek; Süprem Konseyin, Büyük Doğu (Büyük Loca) Yöneticilerinin, Görevlilerinin, ve bütün üyelerinin Ritin gerekliliklerine uygun davranacaklarına tam ve katışıksız bir güven duyduğunu tekrar ederek : Her iki Yüce Kuruluş, bu kapsamda, birbirlerinin yetki alanlarını belirleyen bir anlaşma (konkordato) hazırlamışlar ve 20 Kasım 1909 tarihinde taraflarca gözden geçirilerek benimsenen bu metin, karşılıklı olarak imza ve kaşeyle onaylanmıştır. Süprem Konsey, Brüksel’de 1907 yılında yapılan uluslararası Konferansta alınmış olan kararlar uyarınca, Eski ve Kabul edilmiş İskoç Riti’nin sadık bir izleyicisi olmaya devam edecektir. Ortak Kararname (Décréte et a décrété ) 1.) Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti uyarınca oluşturulmuş ve kurulmuş bulunan Büyük Doğu (Büyük Loca), Osmanlı İmparatorluğu için yasal olarak tanınan tek düzenli Simgesel Güçtür. 2.) Büyük Doğu (Büyük Loca), Eski ve Kabul edilmiş İskoç Riti’ne asla karşı çıkmayacak, isterse düzenli tanınan bütün ritlere, bağrında yer verebilecek, ancak herhangi bir çekince ve karşı hakkı olmaksızın, Konkordatonun sınırları içinde davranacaktır. 3.) Büyük Doğu (Büyük Loca), Osmanlı sınırları içinde ilk üç derecenin özerk Simgesel Gücü olarak ilan ve tebliğ edilmiştir. Süprem Konseyin yerleşim yerinde, Büyük Locanın Büyük Üstadı ve Büyük Yazmanının da katılımlarıyla hazırlanmış, onaylanmış ve yasal geçerlilik kazanması için karşılıklı imzalanmıştır. İstanbul, 22 Kasım 1909 E\V\ Egemen Gran Komandör Büyük Doğunun Büyük Üstadı Aziz Hasan 33\ Talat Sai 33\ Yardımcı Danışman Büyük Hatip Genel Sözcü Jozef Sakakini 33\ M. A. Noradungyan 33\ Büyük Şansölye Genel Yazman Büyük Doğu Büyük Yazmanı D. J. Kohen 33\ Osman Talat
  8. Ulusal Oluşum (1909) Türk Masonluğunun Kısa Tarihi Mayıs 1922’de İstanbul’da, Fransızca olarak bastırılan bir kitapçığın çevirisi......... Yazan : Is\ Jessua (Büyük Yardım Üstadı) Özet Bilgiler : Osmanlı topraklarında pek çok yabancı Obediyansa bağlı olarak kurulan ve özellikle İstanbul, İzmir ve Selanik’te odaklanan localarda, ilk üç derecedeki yabancı, azınlık ve Müslüman kardeşler, genellikle bir arada çalışıyorlardı. Genel olarak 19ncu yüzyılın başlarından itibaren canlanan Osmanlı Masonluğu, Kırım Savaşı sonrasında ivme kazanmıştı. 19ncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde, yabancı ülkelerin Büyük Localarına veya Büyük Doğularına bağlı olan, hemen hepsi Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’ni benimsemiş ama uygulamada ritüelleri ülkesel küçük farklılıklar gösteren pek çok loca, ilk üç dereceyi kardeşleriyle paylaşıyorlardı. Masonluğun tarihsel süreçteki yapılanması içinde, önce ilk iki derecenin bulunduğunu, sonradan üçüncü derecenin de eklenmesiyle yönetsel bir örgütlenmeye gerek duyulduğunu ve ilk üç dereceyi kapsayan bağımsız Büyük Locaların oluştuğunu hatırlamalıyız. Daha sonraki tarihlerde üst dereceler kavramının gelişmesiyle, 1789 Büyük Yasaları uyarınca 33 derecelik bir sistemin benimsendiği ve bunun Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti adını aldığını da gözden uzak tutmamalıyız. Tarihsel süreçte, doğal olarak önce ulusal Büyük Loca kavramı ve buna yönelik oluşum var. Ulusal Süprem Konseyleri kurarak üst derecelerde örgütlenmeyi gerçekleştirenler de, bu kaynaktan gelen kardeşler. Osmanlı Masonluğuna gelince, burada farklı ülkelerin Büyük Localarından ve Büyük Doğularından gelen kardeşler, ilk ulusal örgütlenmeyi 1861 yılında bir Süprem Konsey kurarak yaşamışlar. 1909 yılındaki yeniden yapılanmaya kadar, ulusal Süprem Konsey ve bunun yanında, ilk üç derecede yabancı Obediyanslara bağlı olarak çalışan kardeşler var. Süprem Konsey, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin Türkiye’deki egemen gücü. Ama, ulusal Süprem Konseye kaynak olan kardeşler, yabancı Obediyanslara bağlı localardan geliyorlar, farklı ritüeller uyguluyorlar ve Obediyanslarının Süprem Konseyle herhangi bir anlaşması (konkordato) ya da Masonluğun evrensel ilkeleri dışında birlikteliği yok. Bu durumda, Türkiye Süprem Konseyinin ilk yaptığı iş, ulusal bağlamda bir Büyük Doğu (ya da Büyük Loca) kurulması için çağrıda bulunmak oluyor. 1909’da gerçekleşen bu oluşum, Büyük Doğu (Grand Orient) adını alıyor. Aslında, masonik terminolojiye göre, mavi localar da denilen ilk üç derecenin egemen gücüne farklı iki isim verilebiliyor. Obediyansı oluşturan tüm localar aynı rite bağlıysalar Büyük Loca adını alıyorlar, farklı farklı ritleri uygulamakla birlikte yönetsel bir bütün oluşturmayı istedilerse Büyük Doğu (Grand Orient) olarak adlandırılıyorlar. Türk Masonluğunun ilk üç derecesindeki ulusal oluşum, Süprem Konseyin çağrısı ve onunla yapılan anlaşma gereğince tek bir riti, Süprem Konseyin uyguladığı riti benimsiyor. Bu durumda adının Büyük Loca olması gerekiyor. Ancak, farklı Obediyanslardan gelen locaların bu yeni birlikteliğinde, “tek rit” kavramı birleşmeyi zorlaştırıyor. Bu nedenle, birleşmeye dönük bir çözüm arayışının sonucu olduğu sanılan “Büyük Doğu” (Grand Orient) adı benimseniyor. Aşağıda, Türk Masonluğunun kuruluş öyküsünü, kaleminden izyeceğiniz Jessua bu nedenle, çalışmasında hem “Büyük Doğu”, hem de parantez içinde “Büyük Loca” adlarını kullanmış. Oldukça kısa, yazıda söz edilen bazı eklerin orijinal baskıda yer almadığı ve yer yer Jessua'nın kişisel değerlendirmelerini de içeren bir çalışma olmasına karşın, aşağıda sunulan özgün kitapçığın değeri yadsınamaz. E:. U:. M:. Y:. TÜRKİYE BÜYÜK DOĞUSU (Büyük Locası) TÜRKİYE’DE MASONLUĞUN KISA TARİHİ İs:. Jessua K:. Türkiye Büyük Doğusu (Büyük Locası) Büyük Yardım Üstadı 1.) Türkiye Süprem Konseyi Türkiye’de ulusal masonluğun oluşumu, göreli olarak çok yenidir. İstanbul’da, 1786 Büyük Yasaları uyarınca, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti Türkiye Süprem Konseyi’nin kurulması için, 1861 yılında Mısır Prensi Halim Paşaya yetki verilmiştir. Halim patentleri de denilen bu yetki belgeleri uyarınca kurulan Süprem Konsey, 1869 yılında tüm uluslararası ilişkilerinde düzenli kabul edilmiştir. Çünkü aynı yıl, Süprem Konseyler Birlikteliği Ana Süprem Konseyi’nin yetkisini kabul etmiş ve onun tarafından da yasal olarak tanınmıştır (Bu Ana Süprem Konsey, Kuzey Amerika’da Charleston’da yerleşiktir). Türkiye Süprem Konseyi, o tarihlerde, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin, Türkiye için, tek düzenleyici gücüydü (Bakınız : kitabın ekindeki 1 sayılı belge). Ancak, bu Süprem Konseyin çalışmaları hakkında, günümüze (1922) herhangi bir bilgi gelmemiştir. Bu kısa tarihçeyi yazan ben kardeşinizin çok uzun süren araştırmaları sonucunda da, 1861 yılında, Halim Patentleri ışığında kurulmuş olan Türkiye Süprem Konseyi’nin, uluslararası düzeyde tanınmasını izleyen yıllarda, dikkat çekecek bir etkinlikte bulunduğunu kanıtlayacak herhangi bir belge elde edilememiştir. Ancak Meşrutiyetin ilanından sonra, 1909 yılında, Türkiye Süprem Konseyi yeniden ve yeni temeller üzerinde yapılanabilmiştir. Mısırlı süvari generali Prens Hasan Paşa, Egemen Gran Komandör olarak görev üstlenmiştir. Uyarlanan Rit, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti olmuştur. Pek Değerli ve Pek Aydın Kardeşler David J. Kohen (33ncü derece), Mişel Noradungyan (33ncü derece), Mithat Şükrü Bey (33ncü derece), Jozef Sakakini (33ncü derece), Mısır Süprem Konseyi’nin üyeleri, Fuat Hulusi (33ncü derece), De Nari, R. Ricci (33ncü derece) bu yeniden yapılanmaya büyük katkılar sağlamışlardır. Süprem Konsey Yönetim Kurulunun geçici seçimleri 25 Haziran 1909’da İstanbul’da gerçekleşmiş ve dünyadaki düzenli masonik oluşumlar tarafından Türkiye Süprem Konseyinin düzenli ve yasal olarak tanınması için girişimler yapılmıştır. ( Bakınız : kitabın ekindeki 2 sayılı belge ) Beklenen yasal tanınma 1909 yılının Ekim ayında gerçekleşmiştir. Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti Süprem Konseyleri Birlikteliği, Ulusal Türk Süprem Konseyi’ni, Osmanlı topraklarında, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin tek yetkili ve egemen gücü olarak tanımıştır. Mısır, bu Süprem Konseyin yetki alanının dışında tutulmuştur çünkü 1907’de Mısır Süprem Konseyi, bağımsız ve egemen bir masonik güç olarak tanınmıştır. 1907 yılında, Brüksel’de toplanan Uluslararası Konferansta Jozef Sakakini Kardeş, Bağımsız Mısır Süprem Konseyi temsilcisi olarak yer almıştır. Söz konusu tanınmanın gelmesinden sonra, Türkiye Süprem Konseyi Yönetim Kurulunu kesin olarak belirleyecek seçimler 21 Aralık 1909’da yapılmış ve görevliler aşağıdaki gibi belirlenmiştir : Egemen Gran Komandör ve Büyük Üstat : Prens Aziz Hasan Paşa (33) - General- Gran Komandör 1nci Yrd. (Lieut\ ) Büyük Üstat : Cavit Bey (33) -Eski Maliye Bakanı- Gran Komandör 2nci Yrd. (Lieut\ ) Büyük Üstat : Jozef Sakakini Bey (33) -Mısır Süprem Konseyi üyesi - 1nci Saygıdeğer (Vénérable) Büyük Denetçi : Süleyman Faik Paşa (33) –Ordu Komutanı- 1nci Saygıdeğer (Vénérable) Büyük Denetçi Yrd. (Adjoint): Mehmet Talat Paşa (33) -Eski Başvekil- Büyük Şansölye Genel Sekreter : David J. Kohen (33) Büyük Hatip Yasalar Sözcüsü : Mişel A. Noradungyan (33) Büyük Hazine Görevlisi : Osman Talat Bey (33) -Avukat- Büyük Hazine Görevlisi Yrd. (Adj\ ) : Emanuel Karasu (33) -Avukat- Büyük Soruşturucu (Expert) : Dr. Rıza Tevfik Bey (33) -Senatör, Filozof - Büyük Arşiv ve Kütüphane Görevlisi : Mehmet Arif (33) -Avukat- Büyük Koruyucu (Capit\ des Gardes) : Galip Paşa (33) -General, Emniyet Gn. Müdürü- Büyük Koruyucu Yrd. : Mehmet Fuad Hulusi Bey (33) -Mebus, Avukat- Büyük Tören Üstadı : Sarim Kibar (33) -Tüccar- Büyük Sancak Taşıyan Üstat : Mithat Şükrü Bey (33) -Mebus- Büyük Kılıç Taşıyan Üstat : Rahmi Bey -Mebus, Vali- Selanik Temsilcisi : Sabri Bey, Katipzade (33) -Tüccar- Aynı tarihte, Belçika Süprem Konseyi Egemen Gran Komandörü ve Büyük Üstadı Kont Goblet D’Alviella’ya da, ömür boyu -ad vitam- Onursal Gran Komandör sanı verilmiştir. Bu, Türkiye Süprem Konseyi’ne yapmış olduğu unutulmaz katkıların anısına verilmiş olan bir onurdur. Ayrıca, aşağıda adları yazılı Pek Aydın ve Pek Güçlü Kardeşler de, onursal üyeler olarak kabul edilmişlerdir : Alphonse de Paepe (33), Belçika Süprem Konseyi üyesi Emmanuel Galanis (33),Yunanistan Süprem Konseyi Egemen Gran Komandörü Joseph Junck (33) Lüksemburg Büyük Dükası. Türkiye Süprem Konseyini oluşturan üyeler aşağıda adları yazılı kardeşlerdi : Prens Aziz Hasan, Mehmet Cavit, Jozef Sakakini, Süleyman Faik, Mehmet Talat, David J. Kohen, Mişel Noradungyan, Osman Talat, Mehmet Arif, Sarim Kibar, Galip Paşa, Mithat Şükrü. Aşağıdaki kardeşler de, aktif üye ilan edilmişlerdir : Mehmet Galip Bey, Mehmet Ali Rahmi, Fuat Hulusi, Emanuel Carasso, Rıza Tevfik, Sabri Katipzade . 30 Nisan 1914 tarihinde, Pek Aydın ve Pek Güçlü Dr. Mehmet Ali Bey kardeşimiz, Prens Aziz Hasan Paşanın yerini alarak Türkiye Süprem Konseyi Egemen Gran Komandörü seçilmiştir ve halen (1922) bu görevi yürütmektedir. Bu arada, Süprem Konseyin egemenliği altında aşağıdaki çalışma atölyeleri de oluşturulmuştur: İstanbul Vadisinde, 32. derecede çalışan bir Krallık Gizleri Yüce Prensleri Konsistuarı İstanbul Vadisinde, 30. derecede çalışan bir Kadoş Şövalyeleri Areopajı İstanbul Vadisinde, 18. derecede çalışan iki Rose-Croix Şövalyeleri Egemen Şapitri (Les Pionniers de l’Avenir –Geleceğin Öncüleri- ve Concorde ) 2.) Türkiye Büyük Doğusu ( Büyük Locası ) Ekte bulacağınız 1 numaralı sirkülerin 2nci paragrafında da görüleceği gibi, İstanbul’da, 1909’dan önce de bir Türkiye Büyük Doğusu oluşturmak için girişimde bulunulmuştu. Bu projenin yönlendiricisi olan ve olumlu sona ulaşamayan Forte Kardeşimizi saygıyla anıyoruz. Türkiye’de ve ağırlıklı olarak İstanbul’da çalışan, farklı Obediyanslara bağlı yabancı locaları tek ve aynı Obediyansın çatısı etrafında toplamaya çalışmış ama başarı sağlayamamıştı. Türkiye’de ulusal Büyük Doğu (Büyük Loca) kurulması için yeni bir girişim, ancak 9 Temmuz 1909 tarihinde, Türkiye Süprem Konseyi’nin, İstanbul’da ve taşrada çalışan Sayın Locaların Saygıdeğer Üstatlarına “1” sayılı bildirisini göndermesiyle mümkün olabildi. Bu bildiriyle Sayın Localar, ulusal düzeyde bir Büyük Doğu (Büyük Loca) kuruluşuna katılmaya ve katkıda bulunmaya çağırılıyorlardı. O tarihte, İskoç Riti ile çalışan İtalya Büyük Doğusuna (Gr\Or\d’Italie) bağlı bulunan Bisanzio Risorta Sayın Locası Saygıdeğer Üstadı, Çok Değerli De Nari Kardeşimiz, Fransa Büyük Doğusuna (Gr\Or\de France) bağlı bulunan Renaissance Sayın Locası Saygıdeğer Üstadı Çok Değerli Jean Siotos Kardeşimiz, İtalya Büyük Doğusuna (Gr\Or\d’Italie) bağlı bulunan Italia Risorta Sayın Locası Saygıdeğer Üstadı Çok Değerli Rafael Ricci (33) Kardeşimiz, Suriye’de çalışan bir Sayın Locanın Saygıdeğer Üstadı Çok Değerli Nadra Moutran Kardeşimiz bu çağrıya hemen olumlu yanıt verdiler. 13 Temmuz 1909 tarihinde yapılan toplantıda konu görüşüldü ve ayrıntılı olarak tartışıldı. Sayın Loca temsilcilerinin de katılımıyla yapılması planlanan gelecek oturumun gündemi, iki madde olarak saptandı : Düzenli bir Türkiye Büyük Doğusu kurulması Görevlilerin seçimi. Bu seçim 1 Ağustos 1909 tarihinde yapıldı. Bunu izleyen 9 Ağustos 1909 toplantısında, Türkiye Büyük Doğusu ( Büyük Locası) yasalar uyarınca kuruldu. Türkiye ile ona bağlı bölgelerde, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin ilk üç derecede Simgesel Gücü olduğu, düzenin gereklerine göre duyuruldu. (1’den 3’e kadar çalışan Mavi Locaların egemen gücü -Corps-Pouvoir- ) Türkiye Büyük Doğusunu (Büyük Loca) oluşturan locaların listesi, kuruluş tarihlerine (matrikül numaralarına) göre aşağıdaki gibiydi : No.1 Vatan ( Sadece Rit’in son derecesi olan 33ncü dereceyi almış kardeşlerden oluşuyordu ) No.2 Muhibban-ı Hürriyet (Özgürlük Dostları) No.3 Vefa No.4 Resna No.5 Şafak No.6 Bisanzio Risorta No.7 İttihat ve Terakkinin Gerçek Dostları (Bu locadaki kardeşler, Fransa Büyük Doğusuna bağlı olarak çalışmalarını sürdürmek isteyen Renaissance Sayın Locasından ayrılmışlar ve Türkiye Büyük Doğusu (Büyük Locası) içinde çalışmak amacıyla yeni bir loca kurmuşlardı.) No.8 Osmanlı Kardeşliği 9 Ağustos oturumunda, katılımcı locaların temsilcileri Türkiye Büyük Doğusuna (Büyük Locaya) bağlılık andı içtiler. Burada bir noktanın altını çizmek gerekir. İstanbul’da çalışan İngiliz Obediyansına bağlı mason kardeşler, Osmanlı Masonluğunun oluşum çabalarını sempatiyle izlemişler, , hatta sık sık Türk localarının çalışmalarına katılarak onları yüreklendirmişlerdir ama, Türkiye Büyük Doğusunun (Büyük Locasının) kuruluşunda hiçbir etkin ve doğrudan tavır ya da katkıları olmamıştır. (1. Dünya Savaşı sonrasında, İngiliz kardeşler Türk Locaların çalışmalarına gelmeyi kesmişler hatta İstanbul’da İngiliz Obediyansına bağlı locaların çalışmalarına da katılmaz olmuşlardır. ) 1 Ağustos 1909 tarihli seçimlerde aşağıdaki sonuçlar alınmıştır : Büyük Üstat : Talat Paşa Büyük Üstat Yardımcısı (Kaymakamı) : General Galip Büyük 1nci Nazır : Dr. Mehmet Ali Büyük 1nci Nazır yardımcısı : Edvard De Nari (Bisanzio Risorta Saygıdeğeri) Büyük 2nci Nazır : Osman Fehmi Büyük 2nci Nazır yardımcısı : Nadra Moutran Büyük Yasalar Sözcüsü : Rıza Tevfik Büyük Yasalar Sözcüsü yardımcısı : M. Noradungyan Büyük Sekreter : Osman Talat Büyük Sekreter yardımcısı : Casanova Solon Büyük Hazine Üstadı : Dr. Modiano Büyük Yardım Üstadı : Dr. Suhami Büyük Tören Üstadı : Rafael Ricci Büyük Soruşturucular : Algrante Viktor ve Tevfik Bey Bu noktada altının çizilmesi gereken bir başka önemli konu var. Türkiye’de masonluğun oluşumunu sağlayan kişilerin düşünce ve istekleri, hep bir Büyük Doğu değil, Büyük Loca kurulmasını sağlamaya yönelik idi. Ekteki bildirilerde de bunu açıkça görmek mümkündür. İlk üç derecenin egemen gücünün yönlendirici ve kurucuları, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti gerekliliklerine tamamen ve sıkı sıkıya bağlı kalmayı istiyorlardı. Buna göre de, Ritin düzenleyicisi Süprem Konsey’in yanında, 1’den 3’e kadar Mavi Locaların yönetsel gücü olan bir Büyük Loca oluşturulmalıydı. Eğer, Türkiye Ulusal Büyük Locası farklı bir şekilde ve Büyük Doğu adıyla tanımlanmışsa, bunda Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti gerekliliklerine ters düşmekten çok, yanlış bilgilenmekten kaynaklanan, açıklanamayan ve açıklığa kavuşmamış bir davranışın izlerini aramak gerekir. İngiliz masonluğunun, bu güne kadar Türk masonluğunu tanımamakta direnmesinin en önemli nedeni, hatta belki de tek nedeni, bu konuda odaklanmaktadır. Bu ise, sadece basit ve şanssız bir adlandırma hatasıdır ve yukarıda da açıkladığımız gibi, asla, Türk masonlarının sıkı sıkıya bağlı oldukları İskoç Masonluğu ilkelerinden istemli bir uzaklaşma değildir. 3.) Tarihsel Bakış : İncelemekte olduğumuz gibi, 1909’dan önce, Osmanlı İmparatorluğu ve ona bağlı bölgelerin topraklarında bağımsız bir obediyans bulunmamaktaydı. Ama, daha 1820’lerde, pek çok yabancı mason locası ülkenin değişik yerleşim bölgelerinde kurulmaya başlamışlardı. İstanbul’da, Makedonya’da, Trakya’da, Epir’de (Yanya dolayları), İzmir’de, Silisya’da, Suriye’de, Filistin’de ve Mezopotamya’da ağırlık kazanan bu oluşuma, diğer bölgeler de katılıyorlardı. Bu localar genellikle İtalya, İspanya ve Fransa Süprem Konseyleri, Büyük Locaları ya da Büyük Doğularına bağlı olarak çalışıyorlardı. Bu localarda genellikle az sayıda Türk vardı. Ağırlıklı olarak ülkede uzun ya da kısa süreler için bulunan yabancıların katıldığı toplantılarda, ülkenin öz vatandaşı olmakla beraber, azınlık statüsünde yabancı güçlerce hakları korunan Hıristiyan ya da Museviler de çalışıyorlardı. Türkler, ya da genel bir tanımlamayla Müslümanlar, masonluğa pek az ilgi gösteriyorlardı. Bu, bizim görüşümüze göre, iki temel nedene dayanıyordu : Bağnaz ve cahil halk yığınlarında, mason sözcüğünün bir aşağılama olarak kullanılmakta olması, Ülkenin tüm vatandaşlarının ama özellikle Türk olanlarının baskısı altında ezildikleri çok katı “ispiyonculuk rejimi”. Ancak, aydınlanmış olan Türklerin, masonluğun ülküsüyle bağdaşmayacak nitelikte olduklarını söylemek asla adil ve gerçekçi bir yargı olmaz. Türkiye’de dinsel ve politik bağlamda göreli bir özgürlük ortamı doğar doğmaz, Türkler yüzlerce kişilik istekli toplulukları halinde localarda yerlerini almaya başlamışlardır. Bunların içinden birçokları, erdem ve masonik bilinç açılarından örnek olacak niteliktedirler. Meşrutiyet duyurusuna temel oluşturan ve tiran 2. Abdülhamid’in devrilmesine neden olan Jön Türk devrimi, Makedonya mason localarında ve özellikle de Selanik’te hazırlanmıştır. İtalya’ya bağlı Macedonia Risorta, Fransa’ya bağlı Veritas ve Labor et Lux ile İspanya’ya bağlı Perseverencia bu konudaki odak noktalarını oluşturmuşlardır. ( 1911 tarihli Mason Yıllığı, Labor et Lux locasının Fransa’ya değil, İtalya’ya bağlı olduğunu belirtiyor –çevirenin notu) Devrimci Jön Türk komitesi, İstanbul’a gelip yerleşmişti. Şefleri Talat Paşa, Mithat Şükrü Bey, Rahmi Bey, Mazliah Nesim, Galip Paşa, Emanuel Carasso bir araya geldiler ve yabancı Süprem Konseylerin de desteğiyle bir Osmanlı Ulusal Süprem Konseyi oluşumunu sağladılar. (Osmanlı Ulusal Süprem Konseyi değil, Osmanlı Ulusal Büyük Locası demek istediğini sanıyorum-çevirenin notu.) Bu amaçla, İstanbul’da yabancı Obediyanslara bağlı localarla ilişkiye girdiler ve önceki sayfalarda belirttiğimiz gibi, tekliflerine yasal ve çok sıcak bir destek sağladılar. Bu şekilde, örneğin, eski bir İtalyan locası olan ve uzun zamandır Roma Büyük Doğusuna bağlı olarak çalışan Bisanzio Risorta Locası, olduğu gibi Türkiye Büyük Doğusunun kuruluşuna katılıverdi.
  9. Masonluğun kısa tarihçesi Öncelikle Masonluğu kavramsal ve kurumsal olarak ikiye ayırmakta yarar var. Kavramsal zenginliğimiz; soru soran, yanıt arayan ve bulduğuyla yetinmeyip hep gelişimden yana çaba gösteren eski bilgeler kadar uzak geçmişlere dayalı. Masonluk insanlaşma sürecinde yok olmamış, ayakta kalabilen kültürel zenginliklerden payını almaya çalışmış. Kendi yapılanmasında insanca gelişim sürecinin kültür zenginliklerini kullanmış. Bunu yaparken de, “tüm insanların barış ve mutluluğu” amacıyla uyumlu olması dışında, hiçbir ayırım gözetmemiş. Bu yönüyle Masonluk, binlerce yıllık insanca var oluş arayışının bir sonucu ... Kurumsal geçmişimiz ise, büyük binaları yapan usta, kalfa ve çırak birlikleri ile tarih sahnesinde yerini almış. Özellikle Ortaçağ Avrupası’nda, dev katedralleri inşa eden yapıcı mason (duvarcı ustası) topluluklarına tam bir çalışma, örgütlenme ve seyahat özgürlüğü tanınmış. Rönesans ve reformasyon sonrasında katedral yapımları azalmış. Birlikteliklerini koruyan ama işleri azalan yapıcı mason topluluklarının arasına, o çağın aydınları da karışmış. Bina yapım çalışmaları, düşünsel çalışmalara dönüşmüş. Kardeş sofralarında her şeyi akıl, bilim ve bilgelik doğrultusunda tartışır olmuşlar. Önceleri, o günlerdeki göreceli özgürlük ortamı nedeniyle, kurumsallaşmanın adresi İngiltere olmuş. On sekizinci yüzyılın başlarındaki kurumsal kimlik arayışını, Aydınlanma Çağı’na giden yolda çeşitli Avrupa ülkeleri de benimsemişler. Değişik ülkelerdeki masonca çalışmalar, ulusal mason örgütlerinin kurulmasına yol açmış. Masonluk Aydınlanma Çağı’nın itici güçleri arasında yerini almış. Çırak, kalfa ve üstat dereceleriyle yetinmeyen masonlar, yeni dereceler oluşturup sistemi 1-3 ve 4-33 olarak iki farklı ve bağımsız örgütlenmede geliştirmişler. Öte yandan, İngiltere’deki ilk örgütlenmenin ortaya koyduğu geleneklerin değişmezliğini benimseyen “Muhafazakar Masonluk” ile, bağımsız ulusal örgütlerde evrimsel doğrultuda değişime açık olmanın yandaşı “Özgür Masonluk” tarihsel süreçte farklı yollar izlemişler... İlk Osmanlı masonu olarak 1730’larda Paris elçisi olan Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin oğlu Sait Çelebi’yi görüyoruz. Önceleri Osmanlı topraklarındaki yabancılar arasında bulunan masonlar, bir araya gelerek localar kurmuşlar. Bu locaların çalışmalarına Osmanlılar da katılmaya başlamış. Bir yandan yurt dışında mason olan Osmanlı aydınları, diğer yandan da Osmanlı topraklarında çalışmakta olan yabancı localara önde gelen yöneticiler, sanatçılar, yenilikçiler ve aydınların katılımı, Masonluğun Osmanlı topraklarında yayılmasını sağlamış. Mason olan Osmanlılar arasında şeyhülislamlar, müftüler, paşalar, şairler, vezirler, veziriazamlar olduğu gibi, veliahtlar da var. Bunlardan biri olan Veliaht Murat Efendi, V.Murat adıyla kısa bir süre padişahlık da yapmış. İlk Ulusal Mason Örgütü, 4.-33. derecelerin yönetimi için 1861’de resmen kurulmuş. Sultan Abdülhamit döneminde yabancı masonların çalışmaları desteklenmiş ama Osmanlı Masonlarına göz açtırılmamış. Çareyi çalışmalarını tatil etmekte bulan Osmanlı Masonluğu, Meşrutiyet sonrası 1909’da hem 4.-33. hem de 1.-3. dereceleri yönetmek üzere iki ayrı, ulusal ve yasal örgüt kurarak toplumda yerini almış. Biz bu çalışmada sadece kendi yönetim çevremize giren ilk üç dereceye ilişkin aktarımlarda bulunuyoruz. Türk Masonluğu’nun temeli “Özgür Masonluk” doğrultusunda atılmış. 1923- 1935 yılları arasında Türk Masonluğu çok hızlı gelişmiş. Devlet yöneticileri, toplum önderleri, Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucuları arasında pek çok mason görüyoruz. 1932’de İstanbul’da, 28 ülkenin mason kuruluşlarını temsil eden yöneticilerin katılımıyla uluslararası bir toplantı da yapılmış. Tüm gazetelerin ilk sayfalarında yer alan bu önemli olay nedeniyle Atatürk’e bağlılık telgrafı çekilmiş ve Ulu Gazi’nin memnuniyet mesajı alınmış. Genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan kalma, Avrupa’dan ithal ya da gelenekçi kuruluşlar yerine kendi özgün kurumlarını yaratma sürecinde, Halkevleri’ni sosyal aydınlanmaya yönelik bir model olarak ortaya koymuş. 1935’te, CHP’nin altı okuna da yansıyan masonca ilkelerin Halkevleri tarafından yaşama geçirilmekte olması yeterli bulunmuş; masonlar çalışmalarına ara vermişler. 1950’lere gelindiğinde masonlar tamamen yasal olarak çalışmalarına yeniden başlamışlar. Bu kez de “gelenekçi-özgürlükçü”, “muhafazakar- liberal” gibi farklı yaklaşımlar masonlar arasında ayrılıklara neden olmuş. Bunun sonucunda, 1968’de, 1700’lerdeki kuruluş ilkelerinin değişmezliğini benimseyen“Gelenekçi Masonluk” ile liberal bir bakışla değişime açık olan “Özgür Masonluk” iki farklı örgüt bünyesinde çalışmaya başlamışlar. Biz yani Özgür Türk Masonluğu’nu temsil eden Büyük Mason Mahfili Derneği, eş deyişle Özgür Masonlar Büyük Locası, 6 farklı bölgede 40’ı aşkın çalışma birimi ile kardeşlerimizin düşünsel gelişimine katkıda bulunmayı amaçlıyoruz. Bireysellikten kurumsallığa, kurumsallıktan ulusallığa, ulusallıktan küreselliğe ve küresellikten de evrenselliğe giden açılımda hiçbir ayırım gözetmeden tüm insanlara saygı duyuyor ve tüm canlılara hatta canlı cansız tüm varlıklara karşı taşıdığımız insan olma sorumluluğunun tarih sürecinde giderek arttığına inanıyoruz!
  10. Masonluk nasıl bir şeydir? Aile bireylerini karşılıksız severiz. Annemiz, babamız, kardeşimiz, eşimiz, çocuklarımız sevgimizi cömertçe sunduğumuz yakınlarımızdır. Kendimize yakın hissettiğimiz diğer insanlar gibi... Peki onları böylesine severiz de, bir çıkar ilişkisi içinde olmadığımız insanlara, tüm insanlığa neden sevgi duymayız? Hiç tanımadığımız hatta hiç tanıyamayacağımız insanları neden sevmeyelim? Onların da bizim gibi duygu ve düşünceleri olduğunu, sevmeye sevilmeye muhtaç olduklarını hatta belki de bize çok benzediklerini neden göz ardı edelim? Tanımadığımız insanları neden ezmeye, incitmeye, onların önüne geçmeye, kendi doğru bildiklerimizi kabul ettirmeye ya da hor görmeye kalkışalım? Galiba insanın diğer insanlarla ilişkilerinde en önemli çatlak, salt kendi çıkarını gözetme isteğinden kaynak buluyor. Çıkara dayalı ilişkiler bizi acımasız, kıyıcı ve bağnaz yapıyor. Dar açılı, edilgen , yüreksiz, körü körüne her şeye inanan, algılayamayan, sorgulayamayan, yargılayamayan, sadece kısa vadeli çıkarları doğrultusunda boyun eğen insanlar ne kadar çok çevremizde. Çıkarımız için yok ediyoruz. Çıkarımız için kandırıyoruz. Çıkarımız için kanmaya hazırız. Çıkarımız için savunuyoruz. Çıkarımız için haklı görünmeye çalışıyor, kendimizi kandırıyor, “herkes böyle” diyerek avunuyoruz! Çıkar kavgası birey, kurum ve ulus boyutlarından taşıyor küresel boyutlara ulaşıyor! Çıkar ilişkilerinde kim acımasız?... Başkasına kendisine verdiği değeri vermeyen! Onu ezmek, sindirmek, elinden lokmasını almak, onu yok ederek üstün olmak isteyen! Uzlaşılara kapalı olan! Ben bilirim diyen! Dediğim dedik diyen! Paylaşmam diyen! Sömürmek isteyen! Bunun için ne yapılıyor?... İnsanlar zayıf, bilgisiz ve dirençsiz bırakılıyor; eziliyor! İnsanlara kıyıcı, hoyrat ve sevgiden uzak davranılıyor. Düşünceleri bastırılıyor. Özgürlükler yok ediliyor, bağnazlıklar egemen kılınıyor. Beden yaşasa da, akıl öldürülüyor! Çıkar ilişkilerinde kaybedenler sayısal olarak çoğunlukta. Ama düşünmeyen, sorgulamayan, kolay kandırılan ve hep yitirip neden yitirdiğini algılayamayan çoğunluklar!... Peki doğadaki temel yasa, kuvvetlinin zayıfı ezmesi mi? Öyle olsaydı kimileri zayıf, kimileri güçlü milyonlarca canlı birlikte ve doğa yasalarıyla uyumlu, yaşama becerisi gösterebilir miydi? Varlığın sürmesi doğal gerçeklere uyumun bir sonucu değil midir? Doğal gerçek nedir? Doğa yasalarını nasıl kavrarız? Bilim nedir? Bilimsel bilgi hangi yöntemle elde edilir? Bilimsel bilgi nasıl gelişir? Buradan aldığımız dersleri aklımızla nasıl değerlendirebiliriz? Aklımızı kullanmamız neden çok önemli? Aklın ve duygunun bileşkesinde nasıl bilgeliğe ulaşabiliriz? Bilge olmak, çıkarı yok saymak anlamına mı gelir yoksa çıkar ilişkilerinde başkalarının önüne geçmeden eşitlikle ve kardeşçe olanakları paylaşmak mı? Bunun için kendisini, diğer insanları ve evreni akılla kavrayıp bilimle değerlendirmek gerekmez mi? Akıl ve bilim, özgürlüğün olmadığı yerde gerçeklere ulaşabilir mi? Özgürlük, özgürce düşünme anlamına geliyorsa, bunun en büyük engeli de dogmalar, bağnazlıklar ve önyargılar! Bir başkasının bizim için düşünmesine gereksinme duymamalı, kendi adımıza düşünmeliyiz! Ama bunun için yetkinleşmek gerekir! Yetkinleşmek nedir? Aydınlanmak, çağın önünde olmak, tüm insanlar için barış ve mutluluk istemek ve bunun için çalışmak! Çalışmak düşününün eylemdeki özgürlüğü değil mi? Her şey barış ve mutluluk ortamında; uyum, güven ve sevecenlikle yaşamak için! Masonluk insan doğmanın ve insan olmaya çalışmanın onurunu yüceltiyor. Bizi öz varlığımıza, parçası olduğumuz insanlığa, paylaştığımız dünyaya ve evrenin sonsuzluğuna saygılı olmaya çağırıyor! Masonluk tüm insanların barış ve mutluluğunu amaçlıyor. Bunun için gelişmek gerektiğini öğütlüyor. Gelişmek için de gerçekleri araştırmanın ve çalışmanın önemine değiniyor. Bütün bunlara kısa insan ömrünün yetmeyeceğini biliyor. Ancak bu yolda atılan küçük adımların, insan ömrüne anlam katan bireysel gelişmeler doğuracağını öngörüyor. Kendiliğinden gelişebilmeyi bireysel ve toplumsal mutluluğa erişebilmek için yetersiz buluyor. Tüm insanların sevgiyle el ele verecekleri ve hep daha uyumlu, daha aydınlık ve daha mutlu yarınları hedefleyecekleri bir dünyayı özlüyor. Sevecenlikle başlayıp umutla süren toleransı, kendisine gösterilmesini istediği saygıyı başkasına da göstermeyi ve alçak gönüllülüğü, insanların birbirlerini sevmeleri için gerekli görüyor. Bilimin, aklın ve duyguların özgürce gelişmesini savunuyor, bunların bileşkesinde oluşan bilgeliği yetkinlik için gerekli buluyor. Gerekli buluyor ama yeterli bulmuyor. Bilgece tasarımların söyleme dönmesini, söylemlerin yürekli eylemlerle yaşama geçmelerini ve her eylemde erdemli olmanın güzellikler üretmesini bekliyor. Tüm insanların barış ve mutluluğuna giden yolun böylece aşılabileceğine inanıyor. Mason olmaya çalışan kişi, yaşam süresi yeterli olmasa da, insan olma ve tüm insanlara sevgi beslemenin onuruyla bu ülküyü yüreğinde ve beyninde özenle besliyor, yetkin insan olmaya çalışıyor!.. Masonluk felsefesel, dinsel, siyasal, toplumsal ya da bir başka öğretiye, eş deyişle doktrine, bağlı değildir. Hiçbirinin yandaşı olmaz ve hiçbirini yaymaz. İnsanların barış ve mutluluğuna yönelik olmaları koşuluyla hepsini saygı ile karşılar. Hiçbir doktrinin izleyicisi olmayan Masonluk, hiçbir doktrine karşı da değildir. Bu konularda kendi üyeleri de dahil olmak üzere insanların kendi vicdanları ile baş başa bırakılmalarını ister. Mason olmak, “simgesel anlamda” yetkin insan olmak demektir. Art niyetsiz, toleranslı, sevecen, dogmalara kapılmamış, sorgulayan, bilimsel yönteme güvenen, laik düşünceli, özgür, yürekli, kardeşçe ve eşitlik içinde tüm insanları kendisine eşdeğer gören, alçak gönüllü, geniş ufuklu, sonsuz umutlu, kendisini de eleştirebilen, gerçeklerin peşinde hep sorgulayan, aydın ve aydınlık insan!... Irk, dil, din, inanç, cinsiyet, mezhep, bağlılık, bağımlılık, sosyal sınıf, parasal güç, bedensel noksanlık ve benzeri farklılıkları gözetmeden tüm insanları sevebilen, onların barış ve mutluluğu için çalışabilmek amacıyla kendisini geliştirmeye çabalayan ve kim olursa olsun insanlara yüreğindeki sevgiyi, aklındaki bilgiyi, kişiliğindeki ilgiyi sunmaya çalışan insan ! Aslında hepimiz, farklı boyutlarda masonca davranışlarla uyumlu değil miyiz? Peki öyleyse, kötülük bunun neresinde?
  11. Bizler insan olarak doğmuş bulunmanın ortak paydasında eşit ve kardeşiz. Hepimiz benzer biyolojik bileşimlerde, birbirini andıran iç ve dış yapılardayız. İlk kez girdiğimiz bir ortamda sadece sarı, siyah ya da kızıl derili insanlar varsa ve tek tip giyinmişlerse onları birey olarak ayırmakta güçlük çekeriz. Aramızdaki önemli ayırımlar sonradan olmadır, eş değişle insanlaşma sürecinde ortaya çıkan karmaşık sosyal, kültürel, dinsel, ekonomik ve politik yaklaşımların belirgin kıldığı farklılıklardır. Özgür Masonluk dinsel inancı değil, dinsel inanç doğrultusunda insanlar arasında ayırımcılık yapmayı reddeder. Hangi dine bağlı olurlarsa olsunlar, neye inanırlarsa inansınlar ya da isterlerse inansınlar isterlerse inanmasınlar, din konusunu bireylerin kendi vicdanlarına bırakır. Mason olmalarını dikkate almaksızın, tüm insanların dinsel benimseyişlerini saygıyla karşılar ancak hiçbir dinsel görüşün kendi değerlerini başkalarına zorla kabul ettirmesini, yaşam biçimini diğer insanlara dayatmasını benimsemez. Dinleri ayırımcılığın, kaba gücün, kıyıcılığın, baskının, korkunun, ölümün değil; sevginin, hoşgörünün, bağışlayıcılığın, barışın, umudun ve yaşamın simgesi olarak görür. İnsanlar ölüm karşısındaki çaresizliği, bu dünyadaki ezilmişliği, benzerinden farklı yaşama zorunluluğunu, karşı karşıya kaldıkları haksızlıkları ilahi adalet duygusu ve ölümden sonraki yaşam inancıyla bir ölçüde hafifletebilirler. Bu umut; gereksinme duyan her insana yaşam bağlarını kuvvetlendiren, verimliliği artıran, yalnızlığı gideren bir destek sunabilir. Din insanlığın mutluluk, huzur ve barış özlemlerine umut ve şefkat ışıltıları taşımalıdır. Bu nedenle de din asık kara suratlı bir egemen değil, coşkulu ve güleç yüzlü bir dost olmalıdır! Nereden geliyoruz? Biz kimiz? Nereye gidiyoruz? Doğum ve ölüm ne? Ya ölümsüzlük? Ruh nedir? Bu türden pek çok sorunun yanıtları dinin yanında felsefe ve bilim tarafından da ele alınmakta ve araştırılmaktadır. Ama felsefe ve bilim çok yavaş gelişir. Bu sorulara bir anda yanıt bulamaz. Sınayarak ve yanılarak, çelişkiler içerip onlarla gelişerek, bilimsel bilgi süreciyle uyumlu olarak ve bilimsel yöntem gereği hep inceleyip irdeleyerek sorular sorar, bilinmezi deşmeye ve aydınlatmaya çalışır. Kaldı ki, deneye dayalı bilimsel yöntem ve bilimsel gelişim süreci çok yakın sayılabilecek yıllarda insanlık sahnesinde yerini almıştır. Eski çağlara ait sandığımız felsefenin tarihi de, insanlık tarihi içinde daha dün denecek kadar yakın zamanlara dayanmaktadır. İnsanlık, on binlerce yıllık bir zaman diliminde çok kolay gelişmemiştir. Düşünce yapımızın temel taşlarını oluşturan kavramların, insanlık sahnesinde yerini almaya başladığı bu süreçte, yukarıdaki sorulara da yanıtlar aranmıştır. Korkular, gereksinmeler, baskılar ve zorunluluklar; söylencelerin, ilkel inanışların, çok tanrılı dinlerin ve yansımalarının, insanlığın kültürel zenginlikleri arasında yer almalarına neden olmuştur. Tek tanrılı dinlere geçildiğinde, çok öncelerden kalan inanç sistemleri, uyumlu değişimlerle yeni kültür yapıları arasında yer almış, insanlar farkında olarak ya da olmadan, eski inanç ve birikimlerini yeni dinsel yapılanmalara taşımışlardır. O günün koşullarında bireysel ya da kamusal çıkarlar adına alınan bazı zorunlu kararlar, değişmez dogmalara dönüşmüştür. Çoğu zaman insanlara öz anlatılmamış, şekilsellik ezberletilmiştir. Dinler kökenlerindeki arılıktan zorunlu olarak uzaklaşmış, özlerindeki sevgi değeri, güç sağlamak isteyen egemenlerin ya da ruhban sınıfının özdeksel çıkarlarında zaman zaman aşınmıştır. Dinsel uygulamalar bazı dönemlerde şefkat ve umut yerine korku içermiştir. Ortaçağ Avrupa’sındaki Hıristiyan engizisyonu buna verilebilecek anlamlı bir örnektir. Bir dinin inançlıları kendilerine anlatılanları anlamadan ve olduğu gibi kabul edebilirler. Ya da içeriğini anlamaya, araştırmaya çalışabilirler. Özünü araştıranlara, tarihsel süreçteki değişimleri inceleyenlere, bazı dünyasal uygulamaların kökenine inmeye çalışanlara da rastlayabiliriz. Aslında dinle ilgisi olmayan bazı benimseyişleri bulup ayıklamaya çalışanlar da olabilir. Bunların hepsi, aynı dine inanmakla birlikte farklı açılardan bakmakta, iyi niyetli inançlarının onları taşıdığı farklı yerlerde durmaktadırlar. Masonluk, her konuyu sorgularken, dinleri de felsefesel ve bilimsel bir bakış ile ele alır, inceler. Özlerine ulaşmaya, tarihsel süreçteki gelişimlerini aydınlatmaya çalışır. Yansız olmaya ve dogmalara kapılmamaya özen gösterir. Özgür masonlar duygu ve inançlarını din konusundaki söylemlerine yansıtmazlar, dinleri öven ya da yeren bir tutum içinde olmamayı ilke edinirler. Özgür masonun birey olarak dine bakışı kendi benimseyişleriyle sınırlıdır, Özgür Masonluğun dine bakışı ise yansız, bilimsel ve araştırıcıdır Masonluk asla bir din değildir, tüm dinlere aynı saygılı mesafeden bakan ve her konudaki dogmaları sorgulayan bir düşünce disiplinidir. İnsanoğlu sorduğu sorulara henüz açık yanıtlar bulamamıştır. Yaşamın ve evrenin gizlerini aydınlatma çabası, bilimsel bilginin gelişim sürecinde her geçen gün daha fazla birikim ve umut üretmektedir. Ancak, bu güne kadar ulaşabildiğimiz bilgiler henüz hayli sınırlıdır. Özgür Mason, bilgilerinin sınırlı ve yetersiz olduğunun farkındadır. Evrenin, yaşamın ve insanın bilinmezleri çoktur ve önümüzde durmaktadır. Bu bilinmezlerin tümüne; evreni yaratan güce, yaşam denilen karmaşık düzene, insan olarak taşıdığımız iç ve dış dünyaların büyüklüğüne hem sorguyla hem de saygıyla yaklaşırız. Aklımızla sorgular, bilgelikle algılamaya çalışırız. Ve tanımını yapamadığımız sürece, yaratıcı güce ancak saygı duyarız. Adı bireyler tarafından ister Allah, ister Tanrı, ister bilimsel gerçek ya da bir başka kavram olarak benimsensin, biz onu “Evrenin Ulu Mimarı” simgesiyle anarız. Onun için biz özgür masonlar, çalışmalarımıza Evrenin Ulu Mimarı simgesiyle başlarız. Evrenin Ulu Mimarı simgesinde yer alan yetkinliğin doruğuna, evren bilgisinin tamlığına ve varlığın kaynağına ulaşmaya çalışırız!
  12. Nice,niceeeeeeeeeeeeee yıllaya sevdiklerinle sevenlerinle Yayamaz Kayımca tabiri ile komacan öptümmm
  13. İşsizlik, Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri. Ancak işin içine kadınlar girince işsizlik çok daha ağır bir hal alıyor. Türkiye'de kadınların iş gücüne katılım oranları son derece düşük. Erkeklerin yüzde 69.5'i, kadınların ise sadece yüzde 25.1'i işgücüne katılıyor. 16 milyar 966 bin erkek iş gücüne katılırken, sadece 6 milyon 240 bin kadın çalışıyor ya da çalışmak istiyor. Yani kadınların işgücüne katılımı erkeklerin 3'te 1'i seviyesinde kalıyor. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) verilerine göre, 2004 sonu itibariyle 5 milyon 652 bin kadın çalışırken, 588 bin kadın işsiz. Kadınlardaki işsizlik oranı yüzde 9.4 iken, erkeklerde işsizlik oranının yüzde 10.7 olması kadın işsizliğinin daha düşük olduğu kanısı yaratıyor. Ancak bunun nedeni, kadınların işgücüne daha az katılması. DÜNYADA KADIN •Dünya'nın yüzde 49.7'si kadın. Yani kadın nüfusu 3 milyardan fazla. •Her yıl, yarım milyondan fazla kadın, gebelik ya da doğum sırasında yaşamını yitiriyor. •Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70'i eşleri ya da sevgilileri tarafından öldürülüyor. •Dünyada her 3 kadından 1'i hayatının bir döneminde şiddete maruz kalıyor. •Her 5 kadından 1'i hayatının bir döneminde tecavüz veya tecavüz girişimi kurbanı oluyor. •ABD'de her 90 saniyede 1 kadın tecavüze uğrarken, Irak'ta nisan 2003'ten bu yana savaş sırasında ve sonrasında, en az 400 kadının tecavüze uğradığı İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporlarında yer alıyor. •Dünyada, ağırlıklı olarak Afrika kıtasında 135 milyondan fazla kadın sünnet ediliyor. •Dünya genelinde mültecilerin yüzde 80'i kadın. •Gelişmekte olan ülkelerde okur-yazar olmayan her 3 kişiden 2'si kadın. •280 milyonluk Arap dünyasında her 2 kadından 1'i okuma yazma bilmiyor. •Suudi Arabistan'da kadının oy hakkı yok, araba kullanması yasak. •Dünyada 54 ülkede kadınlara yönelik ayrımcı yasalar bulunurken, 'namus savunması' Peru, Bangladeş, Arjantin, Ekvator, Mısır, Guatemala, İran, İsrail, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Venezuella'nın ceza yasalarında yer alıyor. •İran'da çok istisnai durumlar haricinde kadının boşanma hakkı yok. •Şeriat'la idare edilen ülkelerde zina yapan kadının cezası Recm yani taşlanarak ölüm. •Tüm dünyada sağlık çalışanlarının yüzde 75'i kadın. •Siyasette ve iş dünyasında da kadınların oranı gelişmiş ülkelerde bile epey düşük. Eğitim seviyesi arttıkça, işsizlik de artıyor Kadınlar açısından en çok dikkat çeken durum ise, eğitim seviyesi arttıkça kadınların işsizlik oranının keskin bir şekilde artması. Örneğin, okur - yazar olmayan 1 milyon 46 bin kadından sadece 53 bini işsiz, yani okuma yazma bilmeyen kadınlarda işsizlik oranı yüzde 1. Buna karşın, lise altı eğitim alan kadınlarda işsizlik oranı yüzde 5.8'e çıkıyor. Lise mezunu erkeklerde işsizlik yüzde 12.2'yken, aynı oran kadınlarda yüzde 25.3. Üniversite mezunu erkeklerin sadece yüzde 9.3'ü işsizken, üniversite mezunu kadınlarda işsizlik oranı yüzde 18.1'e ulaşıyor. Kadın emeği daha ziyade 'ucuz işgücü' olarak tercih ediliyor. Dikkat çeken bir diğer gelişme ise, kadınların büyük bir süratle işgücü piyasasına girmeleri. İşsiz erkekler arasında ilk kez iş arayanların oranı yüzde 19.9 olurken, işsiz kadınlar arasında ilk kez iş arayanların oranı yüzde 39.9. Bu veriler, kadınların giderek daha fazla oranda çalışma hayatında yeraldığını ortaya koyuyor. 'Türkiye'de Kadın Bilgi Ağı' DİE'nin internet sitesindeki 'Türkiye'de Kadın Bilgi Ağı' bölümünde, Türk kadınının geçtiğimiz yüzyılın ortalarından bugüne sosyal ve siyasal yaşamdaki kazanımlarına yer verildi. Buna göre, Türk kadınları ilk kez, 1843 tarihinde Tıbbiye Mektebi bünyesinde aldıkları ebelik eğitimi ile sosyal yaşamda yerlerini almaya başladı. 1847 yılında kız ve erkek çocuklara eşit miras hakkı tanıyan İrade-i Seniye'nin yayımlanmasının ardından 1856 yılında Osmanlı topraklarında kadınların köle ve cariye olarak alınıp satılmaları yasaklandı. 1858 yılında yayımlanan 'Arazi Kanunnamesi'nde mirasın kız ve erkekler arasında eşit olarak paylaştırılacağı hükmü yer alırken, kadınlar miras yoluyla mülkiyet hakkını kazandı. Aynı yıl Kız Rüştiyeleri açıldı. 1869: İlk kadın dergisi piyasada 8 MART TARİHÇE •1857 yılında, ABD'de dokuma işçisi kadınların daha insanca bir yaşam isteğiyle, eşitsizliğe ve ayrımcılığa, uzun ve insanlık dışı çalışma koşullarına karşı mücadeleye başladıkları 8 Mart, ilerleyen süreçte, tüm dünya kadınlarının kutladığı bir gün haline geldi. •1857’den beri dünyanın birçok ülkesinde kutlanan bu gün 1977 yılındaki Birleşmiş Milletler genel toplantısında Kadın Hakları ve Uluslararası Barış günü olarak kararlaştırılmış ve kadınların haklarının verilmesinin dünya barışını güçlendireceği kabul edildi. •Böylece 8 mart Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerde 'Uluslararası Kadın Günü' olarak kutlanmaya başladı. •8 mart, 19'uncu yüzyılın sonlarından bu yana kadınların talep ve özlemlerini dile getirmedeki kararlılıklarını sergiledikleri ve bu güne dek hiç de küçümsenmeyecek haklar elde ettikleri bir gün oldu. •Kadınların daha eşit ve daha yaşanılır dünya için başlattığı mücadele, toplumların her kesiminde yankısını bulbuldu ve destek gördü. •Günümüzde uluslararası insan hakları belgelerinde her insanın eşit ve özgür doğduğu, herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine hiçbir ayrım gözetilmeksizin fırsat eşitliği çerçevesinde sahip olduğu ve cinsiyete dayalı ayrımcılığın kabul edilemezliği ilkeleri benimsendi. Kadınlar ilk dergilerine 1869 yılında kavuştu. Kadınlar için ilk sürekli yayın olarak nitelenen haftalık 'Terakk-i Muhadderat' dergisi yayımlanmaya başlandı. Kızların eğitimine ilk kez yasal zorunluluk getiren 'Maarif-i Umumiye Nizamnamesi' ise 1869 yılında yayımlandı. Bundan bir yıl sonra da kız öğretmen okulu 'Dar-ül Muallimat' açıldı. Evlilik sözleşmesinin resmi memur önünde yapılması, evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması ve zorla evlendirmelerin geçersiz sayılmasını düzenleyen Hukuk-ı Aile Kararnamesi 1871'de çıkarıldı. 1876'da ise ilk anayasa olan Kanun-i Esasi ile kız ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirildi. 1897: İş hayatına atılan işçi kadınlar Giderek sosyal yaşamda daha çok yer almaya başlayan kadınlar, iş hayatına ilk olarak 1897 yılında 'ücretli işçi' olarak atıldı. Kadınların devlet memuru olmak içinse bu tarihten itibaren 16 yıl beklemeleri gerekti. Kadınlar ilk kez 1913 yılında devlet memuru olarak çalışmaya başladı. Bunun ardından bir yıl sonra kadınlar, tüccar ve esnaf olarak da iş hayatına girişti. Kızlar için ilk yüksek öğretim kurumu, 1914 yılında 'İnas Darülfünunu' adı altında açıldı. Kadınlar bilim dünyasıyla ilk kez 1922 yılında tanıştı. Bu tarihte yedi cesur kız öğrenci, Tıp Fakültesine kayıt yaptırarak eğitime başladı. 1923: Türk Kadını siyasete atılıyor Kadınlar siyasi hayatta da var olma mücadelesine ilk kez 1923 yılında başladı. Kadınlar ilk kadın partisi 'Kadınlar Halk Fırkası'nı, Nezihe Muhittin'in başkanlığında 1923 yılında kurmak istedi. Ancak partinin kuruluşuna, kadınlara oy hakkı tanımayan 1909 tarihli Seçim Kanunu gereğince valilikçe izin verilmediği için parti girişimi dernekleşme ile sonuçlandı. '29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte kadınların kamusal alana girmesini sağlayan yasal ve yapısal reformlar hızlandı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun 3 mart 1924'te çıkarılmasıyla tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanırken, kızlar da erkeklerle eşit haklarla eğitim görmeye başladı. Erkeğin çokeşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemelerin kaldırıldığı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı vemalları üzerinde tasarruf hakkı tanıyan Türk Medeni Kanunu, 17 şubat 1926'da kabul edildi. 1930: Kadınlara seçme ve seçilme hakkı Kadınlara siyasetin kapısını aralayan Belediye Yasası, 1930 yılında çıkarıldı. Böylece artık kadınlar belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı kazandı. Kadınların en önemli sorunlarından olan doğum izni, ilk kez 1930 yılında düzenlendi. Kız çocuklarına mesleki eğitim vermek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü 1933 yılında kuruldu. Kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyaç meclisine seçilme hakları ise 1933 yılında Köy Kanunu'nda değişiklik yapılarak verildi. Kadınlara siyasetin kapısı 1934'te yapılan Anayasa değişikliği ile seçme ve seçilme hakkı tanınmasıyla tam olarak açıldı ve ilk kadın milletvekilleri TBMM'de yerlerini aldı. 1935: 17 kadın milletvekili Meclis'te 8 şubat 1935'te TBMM Beşinci Dönem seçimleri sonucunda 17 kadın milletvekili, ilk kez Meclis'e girdi. 1936'da yürürlüğe giren İş Kanunu ile kadınların çalışma hayatına düzenleme getirildi. Bir yıl sonra da kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılması, ILO sözleşmesi ile yasaklandı. 1945: Doğum yardımı, yaşlılık sigortası Kadınlara doğum yardımı ilk kez 1945 yılında 4772 sayılı yasa ile düzenlendi. Yaşlılık sigortasının kadın ve erkekler için eşit esaslara göre düzenlenmesi ise 1949 yılında çıkarılan yasa ile gerçekleşti. 1950 yılında ilk kadın belediye başkanı Müfide İlhan Mersin'den seçildi. Sağlık Bakanlığı bünyesinde ana çocuk sağlığı hizmetleri verilmesine 1952 yılında başlanırken, gebeliği önleyici araçların satış ve dağıtımının serbest bırakılmasını ve tıbbi zorunluluk halinde kürtaj hakkı tanınmasını düzenleyen 'Nüfus Planlaması Hakkında Kanun' 1965 yılında çıkarıldı. Eşit değerde iş için kadın ve erkek işçiler arasında ücret eşitliğini sağlayan ILO sözleşmesi 1966 yılında onaylandı. 1971: İlk kadın bakan İlk kadın bakan Türkan Akyol, 1971 yılında göreve atandı. Yasal değişiklikle, 10 haftaya kadar olan gebeliklerin kürtajla sona erdirilmesi ve gönüllü cerrahi sterilizasyon yöntemlerine izin verilirken, kürtaj için evli kadınlara kocadan izin alma koşulu getirildi. Türkiye, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni 1985 yılında imzaladı. Sözleşme bir yıl sonra yürürlüğe girdi. 1985 yılında 'Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda kadın konusu, ilk kez bir sektör olarak yer aldı ve bu konuda politikalar belirlendi. İlk 'Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi', 1989 yılında İstanbul Üniversitesi'nde kuruldu. Bugün üniversiteler bünyesinde kurulan bu merkezlerin sayısı 13'e ulaştı. 1989: İlk kadın kaymakam 1989 yılında kadınlara da kaymakamlık yolu açıldı. İçişleri Bakanlığı, kaymakamlık sınavlarına kadınların da alınacağını açıkladı. Kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan Medeni Kanun'un 159'uncu maddesi, Anayasa Mahkemesi'nce 1990 tarihinde iptal edildi. Tecavüz mağdurunun hayat kadını olması halinde cezanın indirilmesini öngören Türk Ceza Kanunu'nun 438'inci maddesi, TBMM tarafından 1990 yılında yürürlükten kaldırıldı. Yerel yönetimler özellikle şiddete uğrayan kadınlara yönelik hizmet vermeye başlarken, Türkiye'de ilk kadın sığınma evi, Bakırköy Belediyesi tarafından 1990 yılında açıldı. 1991: İlk kadın vali Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kadın vali Lale Aytaman, 1991 yılında Muğla'ya atandı. 1993'te İstanbul Üniversitesi'nde ilk Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalı açıldı ve yüksek lisans programı vermeye başladı. Aynı yıl Kadın Dayanışma Vakfı, Altındağ Belediyesinin desteğiyle kadın danışma merkezi ve kadın sığınma evini açtı. 1993: Başbakan koltuğunda ilk kez bir kadın Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Başbakan koltuğuna ilk kez bir kadın oturdu. Türkiye'nin ilk kadın başbakanı Tansu Çiller, 25 haziran 1993 tarihinde hükümeti kurdu. Nüfusun yarısını oluşturan kadınların Meclis'teki temsil oranı ise yok denecek kadar az seviyede bulunuyor. Kadın milletvekili sayısı erkek milletvekillerinin sadece yüzde 4.2'sinde kalıyor. 1995: 'Mor Çatı' kapılarını kadınlara açtı Açtığı kadın danışma merkezi ile şiddete uğrayan kadınlara danışmanlık hizmeti veren 'Mor Çatı' Kadın Sığınağı Vakfı, 1995 yılında kadın sığınağını açtı. Bu arada, DİE'nin projeksiyonlarına göre, bu yıl ortasında kadın nüfusunun 36 milyon 101 bini bulacağı, erkek nüfusunun ise 36 milyon 743 bin kişi olacağı tahmin ediliyor. Bu yıl için kadınların doğuşta yaşam beklentisi 71.3 yıl olarak hesaplanırken, 2030 yılında ortalama yaşam beklentisinin 76 yıla çıkacağı öngörülüyor. Bu tarihte Türkiye'deki kadın sayısının erkek sayısının önüne geçmesi bekleniyor. 2030 yılında Türkiye'deki kadın sayısının 46 milyon 854 bin, erkek sayısının da 46 milyon 841 bin olacağı tahmin ediliyor. 1997: Kocasının soyadı yanında kendi soyadı Kadının evlendikten sonra kocasının soyadını almakla birlikte, kendi soyadını da kullanabilmesi, 1997 yılında Medeni Kanun'da yapılan değişiklikle sağlandı. Zorunlu temel eğitimi beş yıldan sekiz yıla çıkaran kanun, 1997 yılında yürürlüğe girdi. Aile içi şiddete uğrayan kişilerin korunması için gerekli tedbirlerin alınmasını düzenleyen 'Ailenin Korunmasına Dair Kanun', 1998'de yürürlüğe girdi. İstatistiklerle kadının eğitim düzeyi Türkiye'de 1975-2000 döneminde üniversite mezunu kadın sayısı 56 binlerden 910 bine kadar yükselirken, okuma yazma bilmeyen kadın sayısı, hala yüksek seviyede bulunuyor. 2000 yılı itibariyle Türkiye'de 25 yaşın üzerinde okuma yazma bilmeyen kadın sayısı 4 milyon 625 bini buluyor. Bu rakam erkeklerde 1 milyon 176 bin kişide kalıyor. Buna karşılık, 1975-2000 döneminde kadınların eğitimde büyük mesafe kaydettikleri de görülüyor. Nitekim dönem başında: · 1 milyon 920 bin seviyesinde olan ilkokul mezunu kadınların sayısı 7 milyon 644 bine, · 167 bin olan ortaokul mezunu sayısı 896 bine, · 199 bin olan lise mezunu sayısı da 1 milyon 539 bine çıktı. · Üniversite mezunu kadın sayısı da 56 binlerden 910 bine kadar yükseldi. Yıl 2000: Çalışma hayatında kadın 2000 yılı sayımında nüfusun 33.4 milyonluk bölümünü oluşturan kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 39.6 seviyesinde kalırken, 9.4 milyon kadın çalışıyor. Buna karşılık kadınlar işsizlik oranı açısından erkeklere göre daha şanslı görünüyor. Erkeklerde 2000 yılı için yüzde 9.9 olan işsizlik oranı kadınlarda yüzde 7.2 seviyesinde kalıyor. Tarım dışı kadın çalışanların oranı da hızla artıyor. 1997 yılındayüzde 17.7 olan bu oran 2003 yılına gelindiğinde yüzde 20.6'ya çıktı. Tüm bunlara rağmen, kadın ve erkek çalışanların ücret dengesizliği ise devam ediyor.
  14. Kadına yönelik şiddet.................. Son olarak İstanbul Beyazıt Meydanı’nda, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü sebebiyle düzenlenen gösteride polisin kadın göstericilere uyguladığı şiddet, Türkiye’de kadına yönelik şiddet tartışmalarını alevlendirdi. 7 martta Ankara’da Avrupa Birliği Troyka toplantısı öncesinde meydana gelen olaylar, AB liderlerinin de tepkisine neden oldu. Türkiye-AB Troykası'nın gündemine ilk sıradan yerleşen olaylarla ilgili, göstericilere karşı orantısız şekilde şiddet kulllanılmasını eleştiren liderler, "Türk yetkililerden böyle olaylarının yaşanmamasına yönelik bir soruşturma başlatmasını talep ettik" açıklamasında bulundu. Açıklamalarında, ''İstanbul'daki gösteriler sırasında kadınlara ve gençlere vuran polis görüntülerinden şoke olduk'' ifadelerini kullanan AB’li yetkililer, Türk polisine de kınama gelmesini talep etti. BEYAZIT EYLEMLERİ 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesinde İstanbul'da yapılan gösterilere 500 kişilik bir gruba polis müdahale etti. İzinsiz yürüyüş yapmak isteyen gruba biber gazı ve copla müdahale eden polis, yaklaşık 50 kişiyi gözaltına aldı. Olayın ardından 7 martta başkent Ankara'da toplanan AB Troykası, polisin göstericilere uyguladığı şiddeti kınadı. Her türlü şiddete karşı olduklarını vurgulayan AB heyeti, olaylarla ilgili soruşturma açılmasını talep etti. AP, Türk polisini kınadı Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu, Kadınlar Günü nedeniyle İstanbul'da düzenlenen gösterilerde çıkan olaylara ilişkin olarak, Türk polisini kınayan bir tasarıyı kabul etti. Kınama ifadeleri, AP'nin düzenleyeceği 'Dünya Kadınlar Konferansı' çerçevesinde daha önce hazırlanan bir karar tasarısına son anda eklendi. Tasarıda şu ifadeler yer aldı. · AP, 6 mart 2005 tarihinde İstanbul'da gerçekleşen ve Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla yapılan gösteride, Türk polisinin 'aşırı kaba' tavrını şiddetle kınar. · AP, en kısa zamanda Avrupa Birliği Komisyonu'ndan söz konusu olaylarla ilgili daha ayrıntılı bilgi talep eder. · AP, Türkiye'de kadın haklarının da içinde bulunduğu son reformlardan duyduğu memnuniyeti dile getirir, ancak buna rağmen, kadınların hedef alındığı töre cinayetleri ve şiddetin devam etmesinden duyduğu endişeyi de hatırlatır. Türkiye'deki kadın haklarına yakından takip Türkiye'de yapılan yasal reformların memnuniyetle karşılandığı ifade edilen tasarıda, 'bununla birlikte kadınların hala şiddete ve töre cinayetlerine hedef olmasının endişeyle karşılandığı' belirtiliyor. Tasarıda, AB Komisyonu ve Konseyi'ne çağrıda bulunularak, Türk yetkililerle işbirliği içinde Türkiye'deki kadın haklarının yakından takip edilmesi isteniyor. İstanbul'da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesinde geçtiğimiz pazar günü Beyazıt'ta izinsiz yürüyüş yapmak isteyen gruba polis müdahale etmişti. Polisin biber gazı ve cop kullandığı olayda yaklaşık 50 kişiyi gözaltına alınmıştı. Orantısız güç kullanımına müdahale İstanbul Valisi Muammer Güler, dün yaptığı açıklamada Beyazıt Meydanı'nda yapılan izinsiz gösteride polisin güç kullanımına ilişkin idari soruşturma başlatıldığını belirterek, ''eğer orantısız güç kullanımı varsa, onunla ilgili kanunun gereği yapılacaktır'' dedi. Olayın gerisindeki gerçeklerin de kamuoyu tarafından bilinmesini istediğini belirten Güler, Beyazıt ve Saraçhane'de gerçekleştirilmek istenen toplantı ve yürüyüş için, göstericilere bu alanlarda gösteri yürüyüşü yapılamayacağı konusunda kanuni tebligat yapıldığını açıkladı. Göstericilere aynı gün için Kadıköy Meydanı, Kazlıçeşme ve Çağlayan'ı önerdiklerini vurgulayan Güler, hak ve özgürlükleri en iyi şekilde kullandırtmaktan yana olduklarını belirtti. Polisin müdahale ettiği gündemdeki yerini korurken Emniyet Genel Müdürlüğü de, pazar günü yaşanan olayları soruşturmak amacıyla iki polis başmüfettişi görevlendirmişti Emniyet yetkilileri, Beyazıt Meydanı'nda ve Saraçhane Parkı'nda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle düzenlenen gösterinin 'izinsiz' gerçekleştirildiğini belirterek, olayların ardından iki polis başmüfettişinin soruşturma amacıyla İstanbul'a gönderildiğini açıklamıştı. İstanbul valisinden polis savunması İstanbul Valisi Muammer Güler, Beyazıt Meydanı'nda yapılan izinsiz gösteride polisin güç kullanımına ilişkin idari soruşturma başlatıldığını belirterek, ''eğer orantısız güç kullanımı varsa, onunla ilgili kanunun gereği yapılacaktır'' dedi. Olayın gerisindeki gerçeklerin de kamuoyu tarafından bilinmesini istediğini belirten Güler, geçtiğimiz pazar Beyazıt ve Saraçhane'de gerçekleştirilmek istenen toplantı ve yürüyüş için, göstericilere bu alanlarda gösteri yürüyüşü yapılamayacağı konusunda kanuni tebligat yapıldığını açıkladı. Göstericilere aynı gün için Kadıköy Meydanı, Kazlıçeşme ve Çağlayan'ı önerdiklerini vurgulayan Güler, hak ve özgürlükleri en iyi şekilde kullandırtmaktan yana olduklarını belirtti. "Herkes gösteri yerini tayin edemez" Eylemci gruba 25 dakika boyunca ihtarda bulunulduklarını hatırlatan Güler, "Beyazıt Meydanı'nda da basın açıklaması yapılmasına izin verilmiş, ancak topluluğun gösteri yürüyüşü için anayolu işgal etmesiyle yeniden müdahalede bulunulmuştur. Bu bizim kanuni zorunluluğumuzdur. Herkes kendi bildiği gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü yeri tayin edemez. Bu, yasalarla öngörülmüş bir tespittir" diye konuştu. Olaylarda bir polis aracı ile motosikletinin tahrip edildiğini belirten Güler, "özellikle belirtiyorum, burada bir provokasyon vardır. Altı polis memuru yaralanmıştır, taşlarla saldırılmıştır. Bunun da bir provokasyon olduğunu açıkça belirtmek istiyorum" dedi. Zor kullanmaya teşvik Gözaltına alınan kişilerin 17'sinin daha önce çeşitli terör örgütleriyle ilgili suçlardan dolayı kayıtlarının bulunduğunu kaydeden İstanbul Valisi Güler, "6 kişinin çeşitli suçlardan, 1 kişinin de terör örgütlerine yardım ve yataklık suçlarından arandığı tespit edilmiştir. Burada güvenlik güçlerinin zor kullanmaya adeta teşvik edildiği, tahrik edildiği belirlenmiştir" dedi. Polisin zor kullanırken, orantılı güç kullanma konusundaki hassasiyetinin devam etmesi için her türlü uyarı ve eğitim çalışmasının devam ettirileceğini vurgulayan Güler, "varsa bu konuda kanuni bir eksiklik, gereği yerine getirilecektir. Ancak polise de bu konuda anlayışlı davranılması, hak ve özgürlüklerin dilendiği gibi kötüyü kullanılmak amacıyla yerine getirilmemesini istiyorum" diye konuştu. Vali Güler, bir gazetecinin 'polisin uzun süredir güç kullanmadığı, ancak o gün yaşanan manzaraların da hiç iç açıcı olmadığını' söylemesi üzerine, polisin dağıtma yetkisinin kanunda bulunduğunu hatırlattı. "Polisin jop kullanma yetkisi vardır" Polise bir mukavemet söz konusuysa polisin jop kullanma yetkisinin olduğunu dile getiren Güler, ''Ancak bunun orantısını iyi hesap etmek lazım. Polise taşlarla, sopalarla saldırılması, ikazlara uyulmaması konusunda amirler ve polis, gerekli kuvvet kullanımını kendileri takdir edecekler. Elbette bunun ölçülü olması lazım'' diye konuştu. Güler, İstanbul'da geçtiğimiz yıl 1836 açık, kapalı yer toplantısı ve basın açıklaması yapıldığını bunların 1788'ine hiçbir müdahalede bulunulmadığını kaydetti. Kanunsuz olan sadece 48 gösteriye müdahalede bulunulduğunu belirten İstanbul Valisi, "bu da yüzde 97'lik bir oranı ifade etmektedir. Yani sadece yüzde 3'lük olaya polis müdahale etmiştir. Özgürlüklerin en iyi şekilde kullanılmasında polisin aldığı tedbirlerle de yardımcı olunmuştur'' diye konuştu. Başbakan'dan üstü kapalı uyarı AKP grubunda konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da üstü kapalı bir biçimde polisleri uyardı ve "kamu görevlileri kadınlara daha hassas davranmalı ve toplumsal sorumluluğu olduğunu unutmamalı. Provokasyonlara dikkat etmek zorundalar. Kamu görevlilerinin hassasiyeti çok önemli" diye konuştu. Bütün gözlerin çevrildiği İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ise olayla ilgili soruları yanıtlamadı. Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin de 'ölçü biraz kaçmış' yorumunda bulundu ve "Avrupa ülkelerinde de benzer görüntüler olduğunda bizde yadırgadık ve şoke olduk" dedi.
  15. Kadınların yasal hakları neler? Ankara Barosu Kadın Hakları Kurulu'nun broşürü yol gösteriyor Ankara Barosu Kadın Hakları Kurulu, kadınların yasal hakları konusunda yol göstereci 'Yurttaşım!, Kadınım!, Haklarım Var!' adlı bir broşür hazırladı. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle yayımlanan broşürde, kadınların aile içinde ya da toplumsal yaşamda karşılaştıkları sorunlar karşısında yapabilecekleri anlatılıyor. Ailenin Korunmasına Dair Yasa Fiziksel, duygusal, ekonomik ve cinsel şiddete uğrayan kadınların kapsamında yapması gerekenler: "En yakın karakola başvurup olayla ilgili şikayette bulunun ve bir tutanağa geçmesini sağlayın. Adli Tıp Kurumu'ndan rapor almak isteğinizi karakola bildirin. Cumhuriyet Başsavcılığı'na da başvurabilirsiniz. Başsavcılığa mutlaka Adli Tıp Kurumu'ndan rapor almak istediğinizi belirtin" "Ailenin Korunmasına Dair Yasa'dan yararlanmak için bir dilekçe ile Cumhuriyet Savcılığı'na başvurup aile içi şiddete uğradığınızı bildirin. Savcı, yasanın uygulanması için talebiniz olmasa dahi gereken tedbirlerin alınması amacıyla kendiliğinden Aile Mahkemesi'ne bildirecektir" "Cumhuriyet Savcılığı'na başvurmaksızın nöbetçi aile mahkemesine vereceğiniz bir dilekçeyle de yasanın korumasından yararlanabilirsiniz" "Ailenin Korunmasına Dair Yasa ile ilgili olarak yapılacak her işlemlerden hiçbir harç ve masraf alınamaz'' Türk Ceza Kanunu Broşürde, aile içinde ve toplumsal yaşamda karşılaşılan fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddetin Türk Ceza Yasası'na göre suç olduğunun altı çizildi. Buna göre: "Eş veya diğer aile bireylerinden biri bu şiddet türlerinden herhangi birine maruz kalırsa, hem Ailenin Korunmasına Dair Yasa hükümleri uyarınca ailenin korunmasını isteyebilecek, hem de TCK'ya göre Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunulabilecek" Cinsel şiddete uğrayan kadının, uğradığı eylemi yasal takibi: ''Olay anında en yakın polis veya jandarma karakoluna başvurun ve eylemde bulunandan şikayetçi olun. Adli Tıp Kurumu'na gönderilmenizi, tecavüzün ve varsa yaralanmanın doktor raporu ile tespit edilmesini isteyin. Olaydan sonra Cumhuriyet Savcılığı'na bir dilekçe ile de başvuruda bulunabilirsiniz. Tecavüz sırasında failin sperm ve kanının bulaştığı eşya var ise, tecavüz bir araç yardımı ile işlenmiş ise bu eşyaları saklayın ve Cumhuriyet Savcılığı'na bildirin.'' Türk Medeni Kanunu Evlilik içinde kadın - erkek eşitliğini sağlayan yeni Türk Medeni Yasası'na göre kadınlara sağlanan haklardan bazıları şunlar: ''Kadın ve erkekler 17 yaşını doldurmadan evlenemezler. Ancak önemli bir neden varsa ve 16 yaşını doldurduysanız, hakim kararı ile evlenmenize izin verilebilir. Herkes evleneceği kişiyi seçme hakkına sahip. Eğer evlenmeye zorlanıyorsanız Cumhuriyet Savcılığı'na şikayet edilebilirsiniz" "Yaşadığınız aile konutunu eşiniz sizin rızanız olmadan satamaz, kira sözleşmesini sona erdiremez. Bunu önlemek için tapu kütüğüne 'aile konutu' şerhi verilmesini isteyebilirsiniz" "Meslek ve iş seçiminde kocanızın iznini almak zorunda değilsiniz. Çocuğunuzun velayetini kullanırken, kocanızla ortak ve eşit haklara sahipsiniz. Eşinizle birlikte yaşarken, ayrı yaşarken ve boşanma davası sırasında nafaka isteyebilirsiniz. Nafaka davasının Türkiye'nin her yerinde açabilirsiniz" "Ortak hayat nedeniyle kişiliğiniz, ekonomik güvenliğiniz veya ailenin huzuru ciddi biçimde tehlikeye düşmüşse ayrı yaşama hakkına sahipsiniz. Ailenin ekonomik varlığının korunmasını isteyebilirsiniz. Bu durumda kocanızın malları üzerindeki tasarruf yetkisinin sınırlandırılmasını hakimden isteyebilirsiniz." Boşanma davası ve sonrası "Kocanız size kötü muamele ediyorsa, hayatınıza kast veya onur kırıcı davranışlarda bulunuyorsa, küçük düşürücü suç işlemişse veya haysiyetsiz bir hayat sürüyorsa, evlilik dışı bir başka ilişki varsa, evi terk ettiyse, tedavisi imkansız akıl hastasıysa ve şiddetli geçimsizlik sebeplerinden birine veya birkaçına dayanarak boşanma davası açabilirsiniz" "Eşinizden maddi ve-manevi tazminat isteme hakkına sahipsiz. Boşanma ile süresiz olarak nafaka yani yoksulluk nafakası isteyebilirsiniz. Boşanma kararı verilmesi durumunda çocukların velayetinin size verilmesini ve onlar için her zaman nafaka isteyebilirsiniz. Eşinizde kalan çeyiz ve ev eşyanız ile ziynet eşyanızın iadesini veya bedelinin ödenmesini isteyebilirsiniz" "Boşanma davası açıldıktan sonra nasıl geçinirim, nerede yaşarım endişesi taşımayın. Davaya bakan aile mahkemesi hakimi gerekli tedbirleri alacaktır." Evlat edinme "Evlat edinmek artık daha kolay. 30 yaşındaysanız ve en az 5 yıllık evliyseniz ve küçük bir çocuğu evlat edinmek istiyorsanız, en az bir yıl ona bakmış ve eğitimini sağlamış olmak koşuluyla onu evlat edinebilirsiniz" "Eşinizin önceki evliliğinden doğan çocuğunu iki yıllık evli olduğunuz takdirde evlat edinebilirsiniz. Medeni Yasa'nın korumasından yararlanmak istiyorsanız resmi nikah yaptırın. Evlilik birliği dışında doğan çocuğun velayeti anneye aittir ve bunun için bir mahkeme kararı gerekmez. Evlilik birliği dışında doğan çocuk baba nüfusuna kayıt edilmişse evlilik içinde doğan çocukla aynı miras haklarına sahip olur'' İş Kanunu Kadınların İş Kanunu kapsamındaki hakları şöyle: ''İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ve benzeri nedenlere dayalı ayrım yapılamaz. Cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, doğum ve süt izinlerini kullanmak iş akdinin feshi için geçerli sebepler değildir. Geçerli olmayan bir sebeple iş akdiniz feshedildiğinde işe iadenizi isteyebilirsiniz" "Geçerli olmayan bir sebeple iş akdiniz feshedildiğinde veya fesih bildiriminde sebep gösterilmemiş ise tazminat ve diğer işçilik haklarınızı isteyebilirsiniz. Eğer ödemez ise 1 ay içinde iş mahkemesine dava açabilirsiniz" "Çalışırken evlendiğiniz takdirde evlilik tarihinden itibaren bir yıl içinde isterseniz kıdem tazminatını alarak işten ayrılma hakkınız var. İşe başladığınız gün, yasa gereği sigortalı sayılırsınız. İşven çalışmanızı Sosyal Sigortalar Kurumu'na bildirmez ise işe giriş bildirgenizi siz verin.''
  16. İnsan sözün bitigi yer diye düşündügü noktadayım !!nasıl bunu göremiyorsunuz ya GECE KUŞU resimler ile anlatmanıza sevindim yazılardan ,ifadelerden anlamıyanlar adına çok sevindim!!!beliki görsel olması onları biraz düşünmeye iter ve hala sorgulamazlar neden türbana karşısınız bacımızın anamızın namusudur diye!!!!!!Teşekkür ederim...
  17. 'Cici mama' konular, 'acı mama' konular... Politik konular, "cici mama" konulardır; futbol maçlarıyla, paparazzi dedikoduları da öyle... "Cici mama" konuların beylik çengelleri de, "ulusal çıkarlar açısından", "kapalı kapılar ardında", "satırlar arasında verilmek istenen mesaj" vs. 200 devletin tepesine tünemiş horozlarla, tepelerdeki tünek kavgasına tutuşmuş horozların, "öö 'öre' öööö"leri hiç bitmez. - Öö 'öre' öööö, devleti yüceltmek için... - Öö 'öre' öööö devletin haysiyetini ayaklar altına alanlar... Un çuvalı gibi vurdukça tozuyan, tam bir "cici mama" işte: - Şu horoz iyi öttü, bu horoz kötü öttü, öteki horoz az öttü, beriki horoz çok öttü... Futbol maçlarıyla, paparazzi dedikoduları da aynı tür bir çeşme suyu; bardağını doldur doldur iç... Besbelli ki "cici mama" sektörünün getirisiyle rantı da, vazgeçilemeyecek boyutlarda. O nedenle vurdukça tozuyan un çuvalı benzeri hepsi. TV'lerdeki açık oturumlarda; politik yorumcularla, parti sözcülerinin ve emekli diplomatların, Kıbrıs konusuyla ilgili açıklamalarını dinlerken; Ankara Hukuk Fakültesi'yle birlikte gazeteciliğe başladığım 1946-50 yılları geliyor aklıma... Kurgulanmış mitinglerde çınlayıp duruyordu ortalık: - Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır, kahrolsun komünistler... Aradan geçen 50-60 yıl ve hâlâ sürüp giden Kıbrıs konusu... Herhalde Hazine'den geçinmeli horozlar için; gerek politik, gerek reel getirisi vazgeçilmez olmalı ki, yarım yüz yılı aşkın bir süredir hâlâ tozuyup duruyor aynı un çuvalı... Hem de eksisinin kime, artısının kime olduğu hiç şeffaflaşmadan. Tıpkı İttihatçılar döneminde olduğu gibi... Ünlü bir Arap Bacı fıkrası vardır. Bir ırmak kıyısındaki bir köye fal bakmak için bir Arap Bacı gelir. Köylüler ise Arap Bacı'yı görünce dert yanmaya başlarlar: - Aman Bacı, ırmağın üstündeki köprünün altında oturan bir Şeytan var; günde 2 kez köye gelip hepimizin ırzına geçiyor. Sen bir çare bulabilir misin buna? Arap Bacı, ırmağın üstündeki köprüye gider ve başlar Şeytan'la konuşmaya: - Sen Şeytan mısın? - Evet... - Senin yapamayacağın hiçbir şey yok mudur? - Yoktur. Arap Bacı, mahrem yerinden kıvrık bir kıl kopartır ve Şeytan'a uzatır: - Al bunu düzelt öyleyse... Aradan uzun bir zaman geçer. Arap Bacı'nın yolu yine aynı köye düşer. Köylüler davul zurnayla karşılarlar Bacı'yı: - Bizi Şeytan'dan kurtardın Bacı, diye ellerini ayaklarını öperler. Şeytan ise, köprünün altında hâlâ daha Arap Bacı'nın mahrem yerinden kopardığı kıvrık kılı düzeltmeye uğraşmakla meşguldür. Arap Bacı köyden dönerken, köprüden eğilip Şeytan'a bakar, sonra da: - Sen hele onu bir düzelt; bak daha burada ne kadar var, diye mahrem yerinin kıllarını gösterir Şeytan'a... 200 devletin horozları, medyası, halkı... "Yeryüzü"nün sağladığı olanak, kaynak ve servetin yarısını, dünya nüfusunun sadece yüzde 2'si paylaştığına göre; kim kimlerin ırzına geçen Şeytan, kim Arap Bacı, kim kimi kurtarıyor; bir hayli karışık... Yalnız şurası kesin ki, bizim Kıbrıs konusuna benzer "cici mama" konular; genellikle Arap Bacı'nın kıvrık kılına benzer konular. Yıllardır sürüp gidiyor düzeltme çabaları. Bir de görmezlikten gelinen "acı mama" konular var. Türkiye'deki vatandaşların "yaşam kalitesi" açısından, 173 ülke arasında neden 92'nci sırada bulunduğu gibi; neden "gelişmekte olmak"tan, "gelişmiş"liğe bir türlü geçilemediği gibi; neden Hazine'den geçinmeli horozların bu tür sorunlara hiç mi hiç değinmedikleri gibi. Küreselleşme evresinin şeffaflaşma süreci, Türkiye'yi de epey afallatacak gibi. Hele bakalım kutuplaşma doruklarında biraz daha tartışıla dursun Arap Bacı'nın kıvrık kılının, öyle mi düzelmesi gerektiği, yoksa böyle mi düzelmesi gerektiği... Ve asla tartışılmasın son 80 yılda resmi araba alımlarıyla bakımlarına kaç yüz milyar dolar harcandığıyla, itfaiye teşkilatına ne kadar yatırım yapıldığı. "Cici mama"lar ekranlara, "acı mama"lar Kafdağı'nın ardına... ÇETİN ALTAN
  18. UNUTTURULAN ATATÜRK Atatürkçülük ne demektir? Atatürkçülük, kısaca ulusal bağımsızlık ve ulusal onur demektir. Atatürkçülük, özetle antiemperyalist bir kurtuluş savaşını başlatan ve sürdüren bir eylem ve öğretidir. - Amacımız , ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü ve ulusal tam bağımsızlığımızı sağlamaktır. Buna engel olmak üzere karşımıza çıkacak kuvvet, kim ve ne olursa olsun hiç duraksamadan çarpışırız ve başarı kazanırız. Bu konuda karar ve inancımız kesindir. Atatürkçülüğü, "tam bağımsızlık" inancından ayırmanın ve çok yönlü uluslararası ipotekleri "Atatürkçülük" adına savunmanın hiç olanağı yoktur. Kurtuluş Savaşı'nın başlarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün programlarına dayanağı, şu iki temeldir: Tam bağımsızlık, kayıtsız koşulsuz ulusal egemenlik!.. - Tam bağımsızlık demek, elbette, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamı ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir. Biz, bunu sağlamadan ve elde etmeden başarıya ve esenliğe erişeceğimiz kanısında değiliz... İşte Atatürk budur, işet "Atatürkçülük" budur... Kurtuluş Savaşı, kökeninde "antiemperyalist" ve "antikapitalist" düşüncelerin kutsal harcını taşır: - Biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için genel kurulumuzca, ulusal kurulumuzca bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı kavga vermeyi uygun gören bir yolu izleyen insanlarız. Bu sözleri söyleyen ve her adımında ulusal bağımsızlığı, devrimci ve ilerici bir dünya görüşü ile sağlayıp pekiştiren Atatürk'ü bugün içine itildiğimiz ekonomik tutsaklığın temeli ve adı gibi görmek, Atatürk'e ve Atatürkçülüğe karşı yapılabilecek en ağır ve de en sinsi saldırıdır. Atatürkçülük bağımsızlık demektir, Atatürkçülük ulusal onur demektir, Atatürkçülük devrimcilik demektir. Kurtuluş Savaşımızın ve ulusal devrimlerimizin önderi Mustafa Kemal, bugünkü emperyalist ilişkileri daha o günden görmekteydi: - Karşılıklı güvenlik ve esenlik, bütün dünya uluslarının üzerinde titremesi gereken bir mutluluk ilkesidir. Ancak bu ilke bütün uluslar için gerçekleşmedikçe, genel bir barışma sağlamaktan çok, sömürülmek istenen birtakım uluslara karşı, bir takım güçlü ulusların yeni davranış ve ayrıcalıklar kazanmasını sağlamak niteliğinde görülse yeridir. Hele uluslararası silah alışverişinin, birtakım ulusların denetimi altında tutulmasını sağlayacak önlemlerin alınması bu kuşkuyu artırmaktadır... Unutturulan, unutturulmak istenen Atatürk ve Atatürkçülük budur! Televizyon ekranlarında Türk halkına tanıtılmayan, anımsatılmayan sözler de işte bu sözlerdir: - Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız... "Ezilen uluslar bir gün ezen ulusları yok edeceklerdir" diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, yeniden ezilen ulusların, Asya ve Afrika halklarının bayrağı yapmak, biz Atatürkçülerin, biz devrimcilerin namus borçlarıdır. - Bütün dünya bilsin ki benim için tek yanlılık vardır. Cumhuriyet yanlılığı, düşünsel ve sosyal devrim yanlılığı... Atatürk'ün bütün dünyaya duyurduğu bu ilerici ve devrimci düşünceleri ne yazık ki, ülkeyi Atatürk'ten sonra yöneten, yönettiğini sanan politikacılar eliyle hançerlendi ve Atatürk, gerçek nitelikleri ile değil, beylik anma törenlerinin donmuş kalıpları olarak tanıtılmak ve benzetilmek istendi. Atatürk'ü hiç olmazsa bu yıl, gerçek nitelikleri ile tanıtabilirsek, geçmiş dönemlerin ihanetleri bir ölçüde unutulmuş olur. Kurtuluş Savaşı'nın yüce önderini "Atatürk Yılı"nda inançla selamlıyoruz: Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa... UĞUR MUMCU
  19. ECEL______________Ölüm________________
  20. Tutmadı yaşlıyım ya saten var İşyerinde........
  21. Porselen alt ve üst çene takma dişe
  22. Ahhh ahhhhh hiç anlamıyorlar şu yaşlılayı ben bir keyem dişleri yatarken bardaga koyuyorum dökülmes dünya para verim porselen yaptıydım bak.... az sonra güselik uykuma yatacagım üsteki masa başında pineklerken
  23. Hiçte bilem senin o anlatıklayını bana tam 73 sene önçe annem +27 sene öncede rahmetli 7 ci eşim anlatırdı bak onda haklısın yagmurda yürümekten tabanlarım çöktü sen alırmısın bana o dediginden bir dene senin yerinde olsam yaşlılara saygı , sefgi,hürmete kusur etmesdim
  24. Hem bikeyem ben sahile inip balık tutma ihtiyacını gideriyim 5 dk ka sahile aram onun çılk su dolaçak botu bilem yok onun yerinde olsam çok konuşmas az daha çalışır kendime hemen acele tayafından bot alırdım
  25. sanma haklısın ben acı gerçekleyi kabul ettim artıkın az sonra tuhaf nickli üsteki üyeye inat nenide nenni yapacagımmmmm

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.