Zıplanacak içerik

mavi olmayan gökyüzü

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey

  1. Niye askere hesap sorulmaz mı?Taraf ve diğer şeriat gazeteleri ha!Ben sizin yerinizde olsam Taraf okurum.Nitekim siz biraz daha başkalarını yok sayanlar kategorisindesiniz.Nerden çıktın,sende kendini demokrasi şahini mi zannettin demeyin sakın;sadece yardımcı olmaya çalışıyorum. Ve Taraf bence oldukça objektif bir gazete!Eleştirmek zor olandır.Eleştirene helal!Bir zamanlar AKP ile suyu ayrı gitmeyen ''hak ve hukuk bayraklı gazeteler'' nasıl olduysa ona cephe aldı.Böylesi bir basın medyada ben kusura bakmayın en iyisi TARAF derim.Ha bu arada bugün ki o müthiş gözaltılar da işin cabası.Bakalım daha neler bekliyor bizi?
  2. İyi sizde hoşgeldiniz!Kapatalım değil mi?Hemen emredin!!!!
  3. İnsan hakları sizi rahatsız etmiyor mu?Bence de etmemeli.Sayın Politika bazı iletilere,sizin dışınızda,bakıyorum da vayvayvaylar bize demekten kendimi alamıyorum.Kimi o kadar ileri gitmiş ki ''alo AB bizi istemiyorsa,biz de onu istemiyoruz'' gibi gelinlik kız hallerini anımsatmış.Değerli arkadaşım siz neden takmışsınız duygulara,dünya siyasetinde hangi mantık dostaneliği arar! Evet dediğiniz gibi o devlete göre uzatılan haklardan bende haberdarım.Daha geçen gün Irak yine kan gölüydü.Neden?Canım yufka yürekli ABD çooooooook uzak komşusuna Demokrasiiiiiii(') götürdü.Size demokrasi öğretmenliği gerekiyor mu ki öyle yorumladınız?AB uluslarası arenada sözü geçen,kendi kriterleri çerçevesinde,bünyesinde barındırdığı ülkelerle işbirliği içerisinde sorunlara çözüm arayan ülkeler topluluğudur.Bu kadar basit.Ve o kriterlere gelince bunlar AB kriteri değil İNSAN olma kriterleridir.İşkence,yaşama hakkını hiçe sayma,haberleşme ve yayma özgürlüğünü yok sayma,farklılıkları es geçme... biraz daha özele geleyim mi?F tipinde tecriti,sokaklarda çaresizliği,düşüncenin esaretini kutsallaştıran topraklar mı yoksa...Emin olun hayırsa cevabınız bu AB kriterleri içerisinde yer alır;ama bu AB kriterlerin varlığını değil İNSANCA YAŞAMA HAKKINI kutsallaştırır. Ve AKP kapatılamalı diyen arkadaşlarım,bende artık sizin gibi düşünüyorum.Hatta ne yapalım biliyor musunuz?Hazır AKP ve DTP kapanıyor,gelin CHP,MHP birde ÖDP yi de kapatalım.Demokrasi anlayşını bir tarafa bırakalım.Hem ben zaten Mhp yi sevmem,yani ne gereği var demokratlaşmaya...Belki kapanırsa tüm partiler bizde birbirimizi biraz daha az yemeye bakarız. Eğer başkasının şampiyonluk yapıp yapmama derdine düşeceksek,ben önce demokrasiyi kesinlikle haketmeyen,tiranlığa alışık halkımı gösteririm.Ne gereği var uzaklara...
  4. Zehirler miyim ben seni?Valla Rua yok,halbu ki daha ben evdeki, fare ilacını daha göndermemiştim.Canım sen iyileş sana daha neler yapacağım.Şu an bilmiyorum ama tyariflerden çalacağım ben artık uyusam iyi olur,yarında işe geç kalırsam vay halime!Müdür ''kızım okulda bitti,derste yok bu ara;niye geç kalıyorsun?'' dedi ben de ''ama burası çok sıcak dedim'' iyi bakmaya devam etsin canımızı tamam mı?
  5. Taraf,Taraf,Taraf.... Olmadı ama! Ne yaptın sen? Herkes susarken ne gereği vardı gerçeği haykırmaya! DÜŞÜNMEK TARAFSA ben tarafım!!!!!!!!!!
  6. Çok geçmiş olsun!Umarım istediğiniz sonucu alırsınız!Bu arada cumartesi eğitimcilerimiz eğitimde dökülmüş;canlarım sorular çok mu zorladı Cevap olarak işaretlediğiniz kutucukta sorun olabilir nitekim buna kendileri dahi kara veremedi Ya siz boşverin o anı verin cevabı,sonrası mı?Gülelim biz ağlanacak halimize... İlk 2 yılımızda Mühendislikteydik!Çok hoş oluyoru mimar ve mühendislerle takılmak!Hoş biz ders biter bitmex kendimizi o çölden Fen Edebiyata atardık ya! Şimdi ta kampüsün en çölleşmiş alanına kurmuşlar Eğitimi.İlahiyat ile Ziraat arası.Ya inanın ki oraya gidene kadar ''kardeş ben oraya gitmiom,bu ne ya'' diyen kampüs içi şofürlerin azarını işitiyoz! Neyse ki benim gibi sabırlı öğrenciler var ki katliam haberleri daha gelmedi Dicleden...Tekrar geçmiş olsun!
  7. Karadeniz hırçın,Karadeniz yorgun.Kazım Koyuncu'muz yenik düştü.Karadeniz çırpındı,kimse ses vermedi.Karadenizin deniz gözlü çoçuğunu kurban verdik.Karadeniz çırpınıyor,hala ses veren yok! diye belirttim zaten!Maalesef yetirdik!Zamansız ve acıydı gidiş!
  8. Hiç sorun değil,bende baya zaman sonra öğrendim hepimizin hep beraber mutlu olacağı mutlu yıllara...Teşekkürler
  9. Ya olur mu?ben seni özlediğim için gel dedim sen inanma acemi avukata o daha acemi ondan bana almadın ha tamam ya almam artık!
  10. Arkadaşlar lütfen bu sayfaya siyasi görüşleri taşımayın;olumsuz veya olumlu!!!Bu sayfa tartışmayı değil,dinleyen ve sevenleri buluştursun.
  11. AB bizim dostumuz ya da değil;acayip bir anlayış.Değerli arkadaşım zaten uluslararası ilişkilerde dostluk aranmaz;sadece denge ve çıkar vardır.AB sizi sevdiği için almıyor zaten! AB kriterlerine gelince;AB kriterlerini kendime yakın bulduğumdan değil yada bunları AB kriteri olduğundan değil;öyle olmasını düşündüğümden dolayı yakın buluyorum kendime.İnsan hakları sizi niye rahatsız ediyor ki!İnsan hakkı kadar kutsal ne olabilir ki?Benim için insandan özel olan hiçbirşeydir.Mesela ben bir insanın renginden,dininden dolayı yok sayılmasını kabul etmem!Sokak ortasında linç edilmesini vahşice bulurum vs.Demokrasi hakkında tüm söyleyeceklerimi yazdım.Kendimi tekrar etmeye niyetim yok! Yaşar Nuri Öztürk'ün kim olduğunu çok iyi biliyorum.AB,ABD vs onların da ne olduğunu çok iyi biliyorum.ABD'nin savaş uçaklarıyla IRAKTA NASIL KATLİAM yaptığını da biliyorum.Söz konusu Filistin olduğunda sözüm ona DEMOKRATİK devletlerin nasıl SUSTUĞUNUDA biliyorum.Emperyalistin de Faşistin de kim olduğunu çok iyi biliyorum.Bildiklerime devam edeyim mi?kusura bakmayın ama bu bildiklerimden dolayı şu bildiğimi es geçmeyeceğim;AB bizim için çok büyük bir alternatif!!!
  12. Değerli arkadaşım iletinizi yeni gördüm.Benim yarın yapacak ilk işim bu konuda arkadaşlarımın desteğini alarak ihtiyaç duylan kitapları tedarik etmek olacak.En kısa zamanda bu forumda sizden adres isteme temennisiyle...Sesinizi emin olun ki herkes duyucak.Saygılar!
  13. Tuna Kiremitçi Çırpınırdı Karadeniz Bu, Kazım Koyuncu hakkında bir yazıdır. Şahsen tanımasam da, yukarıdaki başlıktan pek hazzedeceğini sanmıyorum. Çünkü malum, milliyetçi gençlerin marşı olmuş bir türkünün adı bu. Kazım’sa bildiğim kadarıyla sol görüşlüdür. Ama ne yapayım ki başlık yazıya uyuyor. Kazım Koyuncu solcu olmasının dışında Karadenizlidir, benden bir yaş büyüktür ve rock müzisyenidir. Biz Kumdan Kaleler albümünü hazırladığımızda, onlar da Zuğaşi Berepe topluluğu olarak ilk Lazca Rock albümü olan ‘Vamişkunan’ı yayımlamışlardı. Aynı dönemde benzer şeyler yapmaya çalışan insanlardık; merakla dinlemiştim tulumla elektrogitarın dansını. Kazım Koyuncu bugünlerde biraz rahatsız. Kendi söylediğine göre ‘germ hücreli tümör’ olarak tanımlanan bir tür kanser teşhis edilmiş vücudunda. Ama bunu dramatize etmeye niyeti yok. Çünkü birincisi, iyileşme ihtimali çok yüksek olan, ‘iyi huylu’ bir tümör bu. İkincisi, her Karadeniz uşağı gibi Kazım’ın mizah duygusu da gayet sağlam görünüyor. Öyle ahlayıp vahlayacak biri değil. Zaten hastalığının medya tarafından dramatize edilmesinden korkuyormuş en çok. Üzülmek için çok neden yok çok şükür; ama kızmak için nedenler var. Sabah Gazetesi’yle geçen günlerde bir söyleşi yapmış. Aynur Erdem, haklı olarak hastalığıyla geçmişteki Çernobil faciasının ilgisini sormuş Kazım Koyuncu’ya. “Neredeyse her ailede bir kanser vakası var ve bu tesadüf değil” diyor Kazım: “Adamlar pişkin pişkin çıkıp çay içti karşımızda. Bunu yapan insan ya geri zekâlıdır ya da çıkar gruplarına hizmet ediyordur. Eğer bu insanlar karşımızda çay içeceklerine erken teşhis için birtakım çalışmalar yapsalardı, sonuç daha farklı olurdu. Şimdi bunlar cinayet değil mi? Buna karşı önlem almamak o çok korktukları terörden daha kötü değil mi? Çok korktukları vatan hainleri var ya, asıl vatan hainleri, halk düşmanları Osmanlı'dan günümüze dek gelen bu tarz yöneticilerdir.” Hatırlıyoruz değil mi; 26 Nisan 1986 günü Ukrayna’daki Çernobil Nükleer Santrali’nin dördüncü reaktöründe sabaha karşı bir patlama olmuştu. Edirne’den Baltık Denizi’ne, çok geniş bir alanı etkileyen bu olay, Hiroşima ve Nagasaki’den sonraki en büyük nükleer patlama olarak geçmişti tarihe. O zaman on üç yaşındaydım. Annelerimiz çay tüketimini asgariye indirmişlerdi. Özellikle Kuzey Anadolu halkı endişe içindeydi. Çünkü Karadeniz’in hemen yukarısında olmuştu patlama. Ta İsveç’e ulaşan radyasyonun Trabzon’a, Hopa’ya, Samsun’a ulaşmaması için bir neden yoktu. Tam o sırada bıyıklı bir bakanın televizyona çıkıp gözümüzün içine baka baka çay içtiğini ben de gayet net hatırlıyorum. Adamın adı silinmiş aklımdan. Çok önemli değil zaten. Ülkemizde benzerine her dönemde rastlanan bir yönetici tipinin o zamanki temsilcisi yalnızca. Ama torunlarının torunları bile Google’a girip ‘Yalan’ ‘Çernobil’ ve ‘Bakan’ sözcüklerini bir arada yazdıklarında onun ismiyle karşılaşacaklar. Karadeniz çırpınıp durmuş ama kimseye anlatamamıştı derdini. Ama dediğim gibi, bir siyasal taşlama yazısı değil bu (pek sevmem o yazıları). Yazarın kendisini okurlardan daha akıllı zannettiği köşe yazılarından hiç değil (köşe yazılarına da bayılmadım kendimi bildim bileli). Bu, Kazım Koyuncu hakkında bir yazı. Kazım Koyuncu’ya destek yazısı değil. Kazım en büyük desteği kendi içinin derinliklerinde bulmuş çünkü. Herhalde gitarıyla çaldığı her akort, tokat gibi patlıyordur o terbiyesiz tümörün yüzünde. Bu, insanları Kazım Koyuncu’ya sahip çıkmaya çağıran bir yazı da değil. İnsanlar ona sahip çıkıyor zaten. Geçen hafta Yeni Melek’teki konseri anlata anlata bitiremiyor görenler (bebeği bırakamadığımız için gidemedik biz). Özellikle kemoterapi yüzünden saçı dökülen sanatçıya jest olsun diye sahneye kafayı kazıtıp çıkan orkestra hareketin ‘kralını’ yapmış bence. Böyle topluluk, tüm rock solistlerinin başına. Bu, Kazım Koyuncu’nun hastalığına sinirlenip adını kimsenin hatırlamadığı bir bakana ‘saydırma’ yazısı hiç değil. Zaten Kazım’ın dediği gibi, ancak Osmanlı’dan gelen bir zihniyetin temsilcisi olarak önem taşıyabilir o küçük adam. Sonra daha zamanın başbakanı var, cumhurbaşkanı var... Hepsini sayıp güzelim yazıyı mundar etmenin alemi var mı?. “Gerçek bir sanat eseri zırhımızı delip içimizdeki bilgelikle ilgisi olmayan, doğuştan gelen yanımıza dokunabilir. Bu da o eseri alımlayanlar arasında bir kardeşlik, bir yürek dayanışması doğurur. Dünya görüşleri ne olursa olsun” diyor Joseph Conrad, ‘Ölüm Seferi’ adlı romanıyla ilgili bir yazısında. Benimki de Kazım’la ilgili bir yazı. Ona uzaktan selam çakmak için yazılmış bir yazı. Sol görüşlü de olsak, müziğiyle içimizdeki Karadeniz’i çırpındıran solcu bir müzisyene teşekkür yazısı. Geçmiş olsun yazısı. ‘Long Live Rock and Roll’ cümlesinin Lazca’sı neyse, işte onun yazısı.'' Karadeniz hırçın,Karadeniz yorgun.Kazım Koyuncu'muz yenik düştü.Karadeniz çırpındı,kimse ses vermedi.Karadenizin deniz gözlü çoçuğunu kurban verdik.Karadeniz çırpınıyor,hala ses veren yok! Hey gidi Karadeniz Doldi da taşamadi Etmiyelum sevdaluk Edenler yaşamadi E verane raüani - Ey verane tepe Guri üoxomiüani - Yüreğimi oynattın Megaşkva vigzalare - Bırakıp gideceğim (ama) Eüemire ûiüani - Sırtımda sepet gibisin(sensiz gidemiyorum)
  14. ..... Bir önemli din önderi ile Nobel ödülü kazanmış bir edebiyatçının kendi kendilerini sürgüne gönderdiği bir ülkeyiz, bu durumdaki garipliği sorgulamanın aklımıza gelmesi için bir piyanistin “Giderim ha!” demesi gerekiyormuş. Belki de en geniş 'sürgün edebiyatı' bizde olduğu içindir. Osmanlı döneminde rejim muhalifleri soluğu İstanbul'un elinin uzanamadığı topraklarda alıyordu; dönemin 'samizdat' türü yayınları öyle uzak köşelerinde yayımlanıyordu İmparatorluğun. Çoğu muhalif ise, Fazıl Say'ın da aklından geçtiği üzere, Batı ülkelerini tercih ediyordu sürgün yeri olarak... Londra, Paris, Berlin gibi Batı başkentleri, yıllarca, kendilerini sürgüne çıkarmış (ya da öyle olduğunu düşünen) Osmanlı aydınlarına yuva teşkil etti. ....... Say Ailesi'nin ideolojik akrabası Nazım Hikmet 17 yıl cezaevlerine katlandıktan sonra kendini 'sürgüne' atmamış mıydı? 27 Mayıs'ın darbeci kadrosu çatlayınca, muktedirler, içlerinden 14 kişiyi 'sürgün' görevlere göndermişti. 12 Mart ve 12 Eylül dönemleri 'sol' kadrolarından bazısı cezaevleri yerine Batı'ya sürgünü yeğledi. O dönemde kendilerini sürgüne yollamışlardan Şanar Yurdatapan'ın besteleyip Melike Demirağ'ın seslendirdiği 'İstanbul'da Olmak' şarkısı o dönem siyasi sürgünlerinin hislerini yansıtır. Sanatçılarımızın durumu da çok farklı olmadı. Bu yazıyı yazarken bir yandan da Ahmet Kaya'nın 'Dosta Düşmana Karşı' albümünden şimdilerde Niran Ünsal'ın da fevkalade başarıyla seslendirdiği 'Giderim' şarkısını dinliyorum; Ahmet Kaya hastalık ve ölümle ülkesinden uzakta, sürgünde karşılaşmadı mı? Cem Karaca da, Turgut Özal sistemi zorlayarak kapıyı aralamasaydı, aynı âkıbete uğrayabilirdi. ...... Fazıl Say “Çekip giderim” dediğinde hepimizin içinde bir tel koptu. Onun gitme sebebi 'siyaseten kaybetmişlik duygusu'; kendisini sayıca az bir grubun içerisinde görüyor, çoğunluğun tercihlerinin ve değerler sisteminin kendisinin varlığına tehdit teşkil ettiğini düşünüyor. Orhan Pamuk gibi 'yakın ve açık bir tehlike' değil onun için söz konusu olan; sadece bir duygu. Aslında o duygu da bize hiç yabancı değil: Osmanlı'dan beri aydınlar, ne zaman halk kendine gelip gücünü hatırlatmışsa, o tuhaf duyguya esir düşmüşlerdir. ......... Arka planda Ahmet Kaya hâlâ çalıp söylüyor: “Artık seninle duramam / Bu akşam çıkar giderim / Hesabım kalsın mahşere / Elimi yıkar giderim // Sen zahmet etme yerinden / Gürültü yapmam derinden / Parmaklarımın üzerinden / Su gibi akar giderim.” Ahmet Kaya'ların kapıyı çarpıp gitmesi gerekmiyor bugün. Bugünün Türkiye'si insana 'gitme' veya 'kaçma' düşüncesi veren bir ülke değil çok şükür. Yabancıların ilgisi en tepe noktada; güney kasabalarımız bir ara Osmanlı aydınlarına evsahipliği yapmış İngiltere ve Almanya gibi ülkelerden insanlara yuva haline dönüştü. Çeşitli sebeplerle daha önce terk edenler dönüyorlar; sürgünler de dönmeliler. .........(Alıntıdır)
  15. İlkay Akkaya ablacığımdan;Hayali Gönlüm'de
  16. Ya bu fromun şu meşhur askeri değil mi?Askerlik geliyor aklıma
  17. Madımak belki de demokrasinin ve Laikliğin bu kadar anlaşılmadığı bir coğrafya da olması,yaşanması gerekenler statüsüne yer edinmiştir.Laiklik din ve devlet işinin birbirinden ayrılmasıdır diye tanımlanırken bile bizler onu bazen kutsallaştırma bazen de yok sayma yoluyla o kadar farklılaştırdık ki! Madımak bir utançtır tarih sayfalarında!!!İnsanlarımızın nasıl birbirini yok edeceğini,nasıl da acımasızlaştığını gösteren bir utan abidesidir.Madımak bir Alevi sorunu değil;başkalarını yok sayan zihniyetlerin var olma sorunudur. Madımak İslam dini değil;o dini bile anlamaktan yoksun olan bireylerin kalkıp da birilerinin cezasını verme yanılgısıdır.Üstelik bunlar kimleri diri diri yaktığını bilmeyen zavallılardır. Alevi sorunu da nedense bir türlü çözüme kavuşturulmayan,çoğu zaman yok sayılan bir sorundur.Bize Alevi halkını tanımadan,tanımamanın verdiği cehaletle yerden yere vurma sorunudur.Laiklik midir yada Demokrasi midir çözüm?Evet belki de bunlardır.Ama dediğiniz gibi gerçek olanından!!!
  18. mavi olmayan gökyüzü şurada bir başlık gönderdi: Fan Club
    7 yıl önce öldüğünü söylediklerinde çok umursamamıştım. Son günlerinde o zamanki beni tatmin etmekten çok uzaktaydı. Bana göre kendi isteğiyle uzaklaşmıştı. Şimdi bakınca O’nun hayatında bir kimlik arayışını görmek çok da zor olmuyor. İddialı bir yazı olacak... Çünkü Ahmet Kaya öyle biriydi ki; üstüne herkesin söyleyeceği bir sözü vardı ve ne söylenirse karşılığı oluyordu, sohbetlerde. Ben de onlardan biriyim, umarım kimse alınmaz. Ahmet Kaya’yı övmek ya da yermek gibi bir derdim yok. Derdim başka… Bağlamayı eline aldığında 9 yaşındaydı. 5 çocuklu evin en küçüğü olarak, müziğe ilgisinde ailesinin payının da büyük olduğunu tahmin etmek zor değil. Evin küçüğü her şeye rağmen şımartılabilir. Babası da buna sığınarak küçük oğlu Ahmet’e doğum gününde boyu kadar bir bağlama hediye etti. O bağlamasının teline vurduğu yıllarda, Türkiye, yeni bir harekete ısınıyordu. Türkiye’de sol hareket bağlamayı, her grevde, eylemde, gözaltında eksik etmiyordu. Bir süre sonra, buğulu sesiyle buluşturduğu notalar, Ahmet Kaya’yı aşar hale gelmişti. Türkiye’nin zor, daha doğrusu zorlaştırılmış yılları, O’nu ve bağlamasını taşıyamaz hale geldi. Hızla gelinen 12 Eylül, herkesi vurdu. Yüz binlerce kişi tutuklandı. Darbe o kadar ağırdı ki, dışarıda kalanlar bile bu yükü taşıyamıyordu. Derdini türküleriyle söyleyen Ahmet Kaya’yı dinleyecek kimse kalmamıştı etrafında. Ama babasının hediye ettiği bağlamasının ötesinde, annesinin kendisine bahşettiği sesi, zor yılları aşmasında yardımcı oldu. Her albümü ayrı bir olaydı. Türkiye bir Ahmet Kaya tanımaya başladı. Ya da daha doğru bir ifadeyle, Türkiye artık, Ahmet Kaya’ları tanımaya başladı. BENİ TARİHLE YARGILA "Titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is, Ve göz gözü görmez bir sis değildik biz Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla, Ve tarihle yargıla..." Bal değildir ölüm bana, İdam gül değildir bana, Geceler çok karanlık, Gel düşümdeki sevgilim, Ay ışığı yedir bana... ”Ahh... Ben hasrete tutsağım, Hasretler tutsak bana Bıyığımdan gül sarkmaz, Bıyık bırakmak yasak bana, Mahpus bana, sus bana. Yağlık ilmek boynuma... Sevgili yerine Koynuma idamlar alır, idamlar alır yatarım, Ve sonra sabırla beklerim, Bulutları çekersiniz üstümden, Suçsuzluğumun yargılayıcılarını yargılarsınız, Ve o güzel geleceği getirirsiniz bana... Ölüm tanımaz işte o zaman sevgim, Tırnaklarımı geçirip toprağın sırtına, doğrulurum, Gözlerimde güneş koşar, Ve çiçekler ekersiniz, çiçekler ekersiniz toprağıma...” Duygu bana, öykü bana, Roman gibi her an bana Hücremde yalnızım gel, Gel düşümdeki sevgilim, Soyunup hazırlan bana. “Biraz sonra asmaya götürecekler beni, Biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni, Hoşçakalın sevdiklerim; Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök... Bütün doğa hoşçakalın... Hoşçakalın sevdalılar, Çocuklar, üniversiteliler, genç kızlar, Sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar, Hoşçakalın... Hoşçakalın senfoniler, oyun havaları, Sevda türküleri ve şiirler. Bildirilerimizin ve seslerimizin yankılandığı şehirler. Dağlarında yürüdüğümüz toprak, Yalınayak eylem adımlarıyla geçtiğimiz nehirler hoşçakalın... Hoşçakalın ağız tatlarım; Sıcak çorbam, çayım, sigaram... Havalandırma sıram, banyo sıram, kelepçe sıram... Parkamı, kazağımı, eldivenlerimi, ayakkabılarımı, Ve kalemimi, ve saatimi, Ve kavgamı bıraktığım sevgili dostlar Hoşçakalın, hoşçakalın...” Dostum bana, sevdam bana, Soluğunu geçir bana, Uyku tutmuyor gözüm, Anılar sıraya girdi. Gel anne süt içir bana. ”Hoşçakalın anılarımı bıraktığım insanlar, Mutluluğu için dövüştüğüm insanlar, Yedi bölge, dört deniz, Yedi iklim, altmış yedi şehir, Okullar, mahalleler, köprüler, tren yolları... Deniz kıyıları, balıkçı motorları, takalar, Asfalt yolu boyu dizilmiş fabrikalar, Ve işçiler ve köylüler... Hoşçakal ülkem Hoşçakal anne, hoşçakal baba, kardeşim, Hoşçakal sevgilim, hoşçakal dünya, Hoşçakalın dünyanın bütün halkları, Sınırlı olmayan mekâna, Sınırlı olmayan zamana gidiyorum ben; En sevda halimle, en yaşayan halimle, Gidiyorum dostlarım, Hoşçakalın, hoşçakalın... Beni yaşamımla sorgula iki gözüm, Beni yüreğimle, beni özümle, Bilimle anla beni, felsefeyle anla beni, Tarihle anla beni, Ve öyle yargıla. Söz: Ersin Ergün Müzik: Ahmet Kaya
  19. ''şarkılar politikadan, kurumlardan, sistemden daha güçlüdür. Hayatın sonuna kadar kalabilirler, temizdirler ve bir çok güzel şeye sebep olabilirler. İktidarlar, sistemler yıkılabilir, devirler değişebilir, şimdi dünyayı yönetenler kısa bir süre sonra üstelik bütün kötülüklerine rağmen unutulabilirler.''(Kazım Koyuncu) ve erken ayrıldın,zamansızdı gidişin!Ah dalgaların çocuğu bir bilsen şarkılar bile artık acı ve kinden ibaret!!! İşte gidiyorum Birşey demeden Arkamı dönmeden Şikayet etmeden Hiçbirşey almadan Birşey vermeden Yol ayrılmış, görmeden gidiyorum Ne küslük var ne pişmanlık kalbimde Yürüyorum sanki senin yanında Sesin uzaklaşır herbir Adımda Ayak izim kalmadan gidiyorum Gerdiğin tel kalbimde kırılmadı Gönülkuşu şarkıdan yorulmadı Bana kimse sen gibi sarılmadı Işığımız sönmeden gidiyorum
  20. Ve ne biliyor musunuz değerli arkadaşım empatiden yoksun oluşumuz bu sorunları daha da çerçefli bir hale getiriyor.Bizler dünyaya A veya B penceresinden bakmaya o kadar alışmışız ki;bizim dışında hiçbir dünya kendi alanımızda yer alamıyor.Burada yapılan tartışmalar bazen o kadar yıkıcı bir hale geliyor ki,birde bakmışsınız o yıkıcılardan biri de siz olmuşssunuz.Ne demeli ''bindik bir alamete,gidiyoz kıyamete''Ayrıca aldığım bazı özel mesajlar saygı sınırını fazlasıyla zorluyuor.Cevap yazma ğereği duymadığım bu arkadaşlar da lütfen beni suçlayıcı tavırlardan vazgeçsinler.Nitekim size benzemek istemiyorum.Ha bu arada biz galiba hemşomla ortak akıl yolunu nbulduk.Önemli olan bu topraklarsa dürüst ve cesur olmaya devam!
  21. Ya yoksa biz cidden Ruayı zehirledik mi?Valla ne yaptıysa Yayamaz Kayımca yaptı offffffffffffff çok yoruldum Yayamaza laf atmaktan ya duştan sonra ulaşamadım daha kendisine
  22. Az sonradan biraz sonra arkadaşlarla Diyarbakır surlarında karpuz kescez ya şimdi keserdik ama çoooooooooooooook sıcak,hele bi güneş batsın
  23. Birileri bana bir şekilde başbakanlık yolu açmış ya odur herhalde özel meslek intibahı!!!!Sustum zaten
  24. Beni taklid etme acemi avukat sen Yayamaz Kayımca ma dua et şimdi ona telefden mesaj çekip seni şikayet etcem Lahmacunlarrrrrrrrrrrrrrrrrrrr süper!Diyarbakır sıcağı da olmazsa ooooo burası ala memleket!Ben zaten Yayamaza gidim

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.