mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey
-
Doğuda ÇOCUK,KADIN ve İNSAN olmak........
Yoksulluğun dolaylı etkilerinin başında ailenin genel "tükenmişliği" ve eğitimsizliği nedeniyle çocuklarındaki hastalık bulgularını erken fark edememesi veya önemsiz bulması ve esas önemlisi yoksulluk nedeniyle sağlık kuruluşlarına geç getirmesi veya hiç getirmemesidir. Yakın zamanda yapılan bir araştırma, Diyarbakır'da yaşayan çocukların yüzde 62'sinin babasının işsiz olduğunu, yüzde 80'inin ekonomik yetersizlik nedeniyle doktora getirilemediğini göstermektedir(26). !!!!!Daha önce değinildiği gibi, yoksulluk çocuklardaki hastalık sıklığını arttırırken, bu kez aileler yoksulluk nedeniyle zamanında ve yeterli sağlık hizmetine ulaşamamaktadır. Resmi verilere göre toplumun yüzde 80'i sağlık güvencesi kapsamında görülmektedir; ama özellikle doğuda ve kentlerin varoşlarında sağlık güvencesi oranı yüzde 50'nin altındadır. Kocaeli Tıp Fakültesi Çocuk Kliniğine Ekim 2002 itibarıyla bu yıl yatan 986 çocuğun 413'ünün yeşil kart sayesinde hastaneye yatabilmiş olması, Türkiye'nin görece gelişmiş bir bölgesinde bile "Yeşil Kart"ın ne kadar önemli bir işlev gördüğü göstermektedir. Yoksulluk kronik hastalığı olan aileler için çok daha büyük bir sorundur. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde çocuk nefroloji uzmanı olarak bir süre çalışan Doç. Dr. Zelal Bircan'ın bölgedeki kronik böbrek hastası çocuklarla ilgili gözlemleri yoksulluğun yarattığı çaresizliği yeterince anlatmaktadır: "Diyarbakır ve çevresindeki illerden gelen hastaların geçerli bir sağlık sigortasının olmaması, zaten zorlu bir savaşımı gerektiren kronik böbrek yetmezliğini daha da dayanılmaz bir hale getirmekte ve aileler çaresizlik içinde çocuklarını tedavi ettirmeden taburcu ettirmektedir. Bu durum hastalara hizmet veren sağlık personelini de olumsuz etkilemektedir" Antalya'da yapılan bir vaka kontrol araştırmasında babanın ücretli, maaşlı veya işsiz olmasının ishali 4.5 kat, kişi başı gelirinin düşük olmasının 5.0 kat arttırdığı bildirilmiştir!!!!
-
Hukukun Dışına Çıkamayan Paşaları Hukuk İçine Aldı.
Kavgası olmayan var mıdır?Bakın arkadaşım dediğiniz gibi şeriat tehlikesi olabilr,başka tehlikeler de bunu yanında tetikte beliyordur zaman zaman.İnsanlar aynı düşünmez,düşündüklerini isterler.Sizin için tehlike olmayanlar bazen onlar için bir tehlikeye dönüşür.Bunu kimse değiştiremez.Yalnız ülke için zor olan böylesi bir dönemde olayı kalkıp da farklı kutupların kavgasına dönüştürmek oldukça tehlikelidir.Bırakalım,zaman verelim.Ne olacak.Suçlu kimse o çeksin cezasını.Millet değil.Sakın Akp ve benzeri bir partinin veya bir gazetenin dedikleri,yazdıkları diye düşünme.İnanın ben başka partilerin kapatılması söz konusu olunca yargıya saygı diyen bir partinin kendi kapatılması sürecinde bunu söyleyememesinin ne demek olduğunu çok iyi biliyorum.Ama bunun yanında darbelerle kesintiye uğrayan bir demokrasi değil;sonunda halkımızında tüm bildikleriyle hukuki olan bir demokrasi istiyorum.Ve devlet otoritesini hiçe sayıp da kendilerince vatanı kurtaranların söz sahibi olduğu bir ülke değil;bu ülkenin gerçek sahibi olan bizlerin söz hakkına sahip olduğu bir ülke istiyoruz.
-
KATLİAMLAR VE YORUMLAR
''SETİF KATLİAMI 8 mayıs 1945'te II. Dünya Savaşı'nın bitmesi nedeniyle yapılan kutlamalarda halk bağımsız Cezayir bayraklarıyla sokağa döküldü. Kutlamalar sırasında Fransız işbirlikçiler öldürülünce Fransa çıkan olayları bastırmak için göstericilere ateş açtı. Katliamda kaç kişinin öldüğü kesin olarak bilinmiyor. Ancak 10 ile 45 bin arasında kişinin hayatını kaybettiği sanılıyor. Fransa 1959'da, 132 yıl boyunca sömürgesi olan Cezayir'in bağımsızlığını tanıdı. Ama Setif Katliamı başta olmak üzere, iki ülke arasındaki tarihi hesaplaşma hala sonuçlanmadı. '' Fransa ve diğer ülkeler...Katliamlar ve bunu meşru sayanlar!Madımak dediğimize bakmayın;Nazilerin yaptığı katliamları da biliriz,toprakları işgal edilen milletlerin değilde işgal edenlerin szö sahibi olduğu katliamları da biliriz.Ve Irak'ta görülmeyen katliamların sadece bir iki kelimeyle nasıl geçiştirilidiğini de biliriz. ''Irak ordusunun baskın düzenlediği bir yetimhaneden yansıyan görüntüler, savaşın öksüz bıraktığı Iraklı çocukların nelerle karşı karşıya kaldıklarını gösterdi. Bağdat'ta bir yetimhanede aç bırakılmış ve çıplak halde 24 engelli çocuk bulundu. Çocuklara işkence ve tecavüzle suçlanan 4 kişi gözaltına alındı. Bağdat'taki yetimhanede, çocuklar çırılçıplak yerde yatıyor, biri ayağından yatağa bağlı. Fotoğraflardan çocukların yetimhanede bulunan onca gıdaya rağmen aç olduğu anlaşılıyor. Söz konusu yetimhane, geçtiğimiz hafta Irak güçleri tarafından basıldı. Çocuklara işkence, hatta tecavüz etmekle suçlanan dört kişi gözaltına alındı. Iraklı uzmanlara göre, yetimhaneler Saddam Hüseyin döneminde çok daha iyi yönetiliyordu. Bugün bu duruma düşülmesinin sebebi yolsuzluk. Savaşın yetim bıraktığı Iraklı çocukların kesin sayısı bilinmiyor. Ama bu sayının her geçen gün arttığı biliniyor.''
-
Hukukun Dışına Çıkamayan Paşaları Hukuk İçine Aldı.
Ayrıca son günlerde yapılan tüm müdahaleleri bir Kemalist-Şeriatçi kavgasından ibaret kılmak gibi...
-
Nihat GENÇ:"Taraf Gazetesi Türkiye'nin yeni Ergenekon'udur"
Yanlış bilmiyorsam Dağlıca baskını ile ilgili haberler Genelkurmay tarafında doğrulanmıştı.Ayrıca;taraf tutmakla suçlanan Taraf'tan; ''İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ BAKSIN • Genelkurmay Başkanı Taraf’ın finansöründen kuşkulanıyorsa imalı suçlamalar yapmak yerine, devletin bütün istihbarat örgütlerine gazetemizi inceletebilir. Taraf’ın hiçbir örgütle, partiyle, cemaatle ilişkisi yok. ADİL BİR GENERALDEN BEKLENEN • Büyükanıt o gizli finansörün kimliğini açıklasın. Dürüst ve adil bir generalden beklenen budur. Taraf’ın gizli bir ilişkisini, gizli bir para kaynağını ortaya çıkarırsa, biz de dürüstlüğün gereğini yapar bu gazeteyi kapatırız. PSİKOLOJİK SAVAŞ AJANLARININ SUÇLAMASI • Gazeteci kılığına girmiş “psikolojik savaş” elemanlarının Taraf’ı ne zamandır Fethullahçı, AKP’li, Sorosçu diye tanımlayıp bu çevrelerden bize para aktarıldığını yaydıklarını biliyoruz. Onlara aldırmıyoruz ama Genelkurmay Başkanı sözünü kanıtlayabilmeli.''
-
Haydi Forum Kullanıcı Kurallarını revize edelim...
Teşekkür ederim Sayın Admin;gayet açıklayıcıydı.Galiba sorun kendi gerçeklerimizin yanlışa dönüşmesine olan tahammülsüzlük.Teşekkür ederim.
-
Hukukun Dışına Çıkamayan Paşaları Hukuk İçine Aldı.
BİR GÜN HERKESE LAZIM OLAN HUKUK! Bu aralar kime lazımsa onun.Evet maalesef hala ortada bir iddianame yok.Bu tüm yaşananları o kadar belirsiz kılıyor ki.Bunun da ötesinde tam anlamıyla toplumsal kutuplaşma çanları bir yerlerde duyuluyor.Ekonomi olarak çok da iyi hatta hiç iyi bir yerde olmadığımız gün gib,i aşikar.Zenginin daha zengin fakirin daha da fakirleştiği bir ülke ekonomi adına tüm iyi göstergeleri çoktan gümlemiştir. Ve Ergenekondan tutun,son dönemin kapatılma, genelkurmay ilişkilerine kadar bence bu ekonomi kadar bizim kendi iç hesaplaşmalarımızın birer meyvesi.Nokta dergisinde yayınlanan darbe günlükleri ve hemen akaibinde bu derginin mağduriyeti.Şimdi aynı şey Taraf gazetesi için geçerli.Az önce bugün Taraf ekinde verilen darbe günlüklerini okudum.Oldukça ürkütücü.Tamamlanmayan bir iddianame var ortada ama aynı zamanda korkutan,geri adım attıran senaryolar da var gündemde.Vicdan sahibi olmak lazım,neden ben yarına hala darbelerle beslenen bir zihniyeti miras bırakayım.Anlamak gerek,okumak gerek,düşünmek gerek.gerek de gerek... Ve işin aslı bu gelişmeler beni hiç de şaşırtmıyor.Emin olun ki gün yüzüne çıkmayan o kadar kokuşmuşluk,ince hesaplar vardır ki!Hukuk herkese lazım,ama bu ülkede daha çok da işine gelen lazım.Lazımlık gibi bir şey!
-
KPSS :(
Olur mu?Bak bende mağdurum;gerçi deneme amaçlı girmiştim ama Eğitim gerçekten zordu.Zor değil saçmydı.İstasyon falan galiba kendini aşma çabaları.Düşünsenize bir gün önce baktığım deneme deki cevap sınavda oldukça değişik bir cevapla çöpe gitti.Boşverin.Sıkmayın canınızı...
-
DİNİ KONULARDA YAZAN ARKADAŞLAR!
Genel anlamda güncel konular ve politka bilimini takip eden biri olarak ;dini konularda yazılanları görmemezlikten gelmişim.Az önce ilk defa bu kadar dikkatli ve uzun süreli olarak yazılanları okuma şansını yakaladım.Bu başlık burada mı olmalıydı,aslında buna net bir cevabım yok.Ama burada özellikle dini konularda yazan arkadaşları kutluyorum.İnanan ve inanmayanın bu kadar sağlam bilgilerle yer aldığı bu forumda onlara burada teşekkür etmek düşer bana.Bu konuda fazla bilgim olmadığı için sadece yorumlarla idare ediyorum;Floyt,Sarıgöl,Evren,Xem..,Antro..Demirefe,Dipnot ...(nickleri tam olarak hatırlamadım,özür dilerim)çok iyi yazıyorsunuz!Hepinize saygılar!
-
Haydi Forum Kullanıcı Kurallarını revize edelim...
Forumlarda ki temel amaç paylaşımdır.Tabi ki insan onurunu zedeleyici,değerlerini küçümseyici yazılara izin verilmeyecektir.Yalnız az önce bir üyenin daha yasaklanmış olduğunu gördüm.Yasaklanmış üyelerin yasaklanma nedenlerini parantez içlerinde belirtirseniz seviniriz.En azından güzel yazıyorv dediğimiz arkadaşların ne için yasaklandığını görmüş oluruz.Saygılar!
-
Doğuda ÇOCUK,KADIN ve İNSAN olmak........
kefensiz, törensiz bir çukura attınız onu utanırım her defasında gözlerinize korkuyla bakmaktan utanırım her defasında sizinle aynı dünyayı paylaşmaktan yere batsın tanımam törelerinizi, ben anneyim şimdi yaralı bir kuş gibi çırpınıyor kalbim şimdi param parça her yerim şimdi kış kadar soğuk ve çaresiz ellerim şimdi pınarlar gibi çağlıyor gözlerim ''Bu topraklarda kadınlarımızdan çok erkeklerimiz okumalı'', töre ve geleneklere sığınmış ataerkil bir toplumda sunulması gereken bir reçete olabilir.Erkek egemenliğinin tüm yönleriyle hissedildiği,erkeğe ait kuralların yüceleştiği bir Doğu'da,Türkiye'de ve dünyada kadını bir ''cinsel obje,köle,ihtiyaçlar listesi'' olarak algılayan beyinler bırakın okumayı bana göre ''eğitim kampları''n da saatlerce körelmiş beyinlerine kadının da onlar kadar insan olduğu ve yarının kadınlarla yüceleştiği bir kez değil bin kez anlatılmalı.Ama; Töre dediğimiz olgunun sadece erkeklerle açıklanamayacağı,zorla evlendirilen kadın kadar töreler gereği kardeşini vurmak zorunda kalan bir erkeğin de ''töreye kurban olarak sunulduğu'' unutulmamalı.Doğuda kadın olmak zordur dedik çünkü; Onlar kendi hayatlarını yaşayamazlar,kendilerine sunulanları kaderin cilvesi deyip kabullenmek zorunda bırakılırlar, Yaşadıkları toplum onlara sürekli kadın olduklarını hatırlatır,kadına ve kadınlığına yaptırımlar sunarlar, Töre gereği berdel usulüyle evlendirilen bir genç kız;taşıyamayacağı bir yükün altında ezilmeye mahkum bırakılır,hem de sevmek zorunda kaldığı bir hayat arkadaşıyla, Namus denilen kavramı daima yanlarında taşırlar,namusuna laf uzatılınca silahların kendisine doğrulmasını kaderlerinden sayarlar, Kendisine şiddet uygulayan eşlerinden baba evi denilen kutsal yuvaya sığınırlar,çaresizlikleri yalnızlığa dönüşür yine şiddete teslim bırakılırlar. Erkek okumalıdır,kadın okumalıdır.Erkek kadar kadında ayakları üzerinde durmalıdır.Bir kadına şiddet vurulacak bir tokattan ibaret değildir;onu okuma hakkından mahrum bırakmak,cahilliğni kadınlığına bağlamak ve kocalarına bağımlı bir yaşam alanı sunmak da şiddettir. ''Kadınların en insani haklarını kullanamaması ,sadece evlilik sırasında değil bütün alanlarda sözkonusu.Kendi hayatını seçme,kendini gerçekleştirme ,eğitim görme,çalışma,ve diğer temel hakların ihlal edildiği bir ortamda: kadınlar çoğu kez evliliğe başlama veya gerekiyorsa bitirme konularında söz sahibi olamıyor. Kadının insan haklarının tanınmadığı bir ortamda böyle bir isteği dile getirmek bile bir çok tehlikeyi ve yoksunluğu göze almayı zorunlu kılabiliyor. Kadınların erkeklerle eşit itibarlı bir yurttaş olduğunu ve hayatı hakkında özgürce karar veremeye hakkı olduğunu sadece kadınların bilmesi yeterli değil.Tüm yurttaşların temel insan hakları ve ihlal durumunda yaptırımlara maruz kalacağı bilincinin oluşması gerekiyor. Bunun için çok ciddi ulusal bir politika,çok ciddi kaynak ve sivil girişimlerin güçlendirilmesi zorunlu.'' Şunu da eklemek de yarar var. Dün cahil denilen kadınlara uygulanan şiddetin bugün eğitim sürecin çeşitli kademelerinden geçmiş kadınlara uygulanması tabi ki öncelikle erkeklerin bazı şeylerin farkına varmasını zorunlu kılıyor.Ve tabi ki Doğu ise bahsimiz Doğuyu bu kadere zorlayan sistem de en az insan olmayı becerememiş,güç gösterisine dönüşen zihniyetler kadar sorumludur bu olanlardan.
-
Kazım Koyuncu!
Kâzım Koyuncu (1971 - 2005), Karadenizli, Laz bir rock şarkıcısıdır. Artvin'in Hopa ilçesine bağlı P´anç´ol Köyü'nde, 7 Kasım 1971'de doğdu. Resmi doğum tarihi 10 Mayıs 1972'dir. Müziğe ortaokul birinci sınıfta mandolin çalarak başladı. Çocukluğu, "üstadım" dediği, "Kemençeci Yaşar" lakabı ile tanınan Yaşar Turna'nın yanında türkü dinleyerek geçti. İstanbul'a üniversite eğitimi için geldikten sonra müzikle yoğun olarak uğraşmaya başladı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden siyasi nedenlerle ayrıldı. 20 yaşında iken, 1992'de Ali Elver le "Dinmeyen" adlı özgün müzik grubunu kurdu ve profesyonel müzik yapmaya başladı. Daha sonra Lazca müzik yapmak için bu gruptan ayrılsa da rock'tan kopamadı ve Laz etnik müziğini rock tabanlı yorumlamaya başladı. 1993’te Mehmedali Barış Beşli ile birlikte Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) adlı rock müzik grubunu kurdu. Lazca rock yapma iddiası ile yola çıkan ve 1995'te Va Mişkunan (Bilmiyoruz), 1998'de de İgzas (Gidiyor) adlı albümleri yaparak bu iddialarını da gerçekleştiren grup, sınırlı sayıda (yalnızca 130 adet) basılmış bir konser albümü (Bruxel Live)çıkardıktan sonra 1999 yılında dağıldı. Kazım Koyuncu, tek başına müziğe devam etti ve Salkım Söğüt adlı projelerin ikincisinde 3 şarkıyla yer aldı. 2001’de Viya adlı ilk solo albümünü çıkardı. Daha sonra Kanal D televizyonunda yayınlanan ve çok sevilen Gülbeyaz adlı dizinin hem müziklerini yaptı, hem de dizinin bazı bölümlerinde oyuncu olarak görev aldı ve bundan sonra yurt çapında tanınmaya başlandı. Daha sonra da Kemal Sahir Gürel ile birlikte Sultan Makamı adlı televizyon dizisinin müziklerini hazırladı. Karadeniz müziğinin güçlü temsilcilerinden Fuat Saka, Volkan Konak ve Bayar Şahin ile birlikte düzenledikleri, büyük ilgi gören Hey Gidi Karadeniz konserler dizisinin de öncülüğünü yaptı. Nisan 2004'te çıkardığı ikinci solo albümü Hayde ile yoluna devam etti. 2004'ün sonlarında akciğer kanseri (Bir çeşit testis kanseri olan tümör akciğerinde bulunduğundan akciğer kanseri etkisi yaratmıştır) teşhisi konuldu ve tedavi görmeye başladı. 25 Haziran 2005'de, 34 yaşında, tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. 26 Haziran 2005'te Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda düzenlenen tören sonrası onbinler tarafından Hopa'ya uğurlandı. 27 Haziran 2005'te doğduğu köy olan P´anç´ol'da fındık ağaçlarının çevrelediği köy mezarlığında ebedi istirahatgahına konuldu. Fakat maalesef kendi isteği ile köyünde toprağa verilen sanatçıya dünya görüşü ve hayat duruşuyla kesinlikle bağdaşmayan şekilde anıt nezar yapılmaktadır. Adeta fındıklıklar ve doğadan izole edilmek istenircesine duvarlarla mermerlerle etrafı çevrilmektedir. Sanatçının sevenleri buna tepki göstermişler ve hiç değilse mezarın üzerinin mermerle kapatılmasına yönelik projenin değişmesini sağlamışlardır. Sevenlerinin toprağına dokunabileceği fakat onu ifade etmeyen duvarlarla çevrili bir mezar maalesef ailesi tarafından kendisine layık görülmüştür. 16 şarkının 4 tanesi konser kaydı, 4 tanesi (Dünyada Bir Yerde, Yalnızlığı Anla, Hoşçakal, Yine Burada) demo kayıt, geri kalanı ise farklı albümlerde (Gitarın Asi Çocukları (Anılar Düştü Peşime), Grup Patika/Aşk Beni Büyütmedi (Ayrılık Şarkısı), Seyduna (Hayat), Tuncay Akdoğan/Bir Nehir ki Ömrüm (Darbedar), Dinmeyen/Sisler Bulvarı (Askıda Yaşamak), dizi müziği (Le le le) yer alan Dünyada Bir Yerdeyim albümü Halkevleri tarafından Ocak 2007 çıkartıldı. Albüm gelirinin tamamı Kazım Koyuncu’nun adını yaşatacak, onun müziğini ve tüm değerlerini gelecek kuşaklara ulaştıracak bir projeye aktarılacak.. Dipnot Akıllardan hiç çıkmayacak bir sözü:"Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Çe" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik.Teşekkürler dünya."
-
ÖZLEDİKLERİMİZ
Şimdi sadece Yayamaz Kayımca'yı
-
KEMAL GÖZLER'İN ENTERESAN MAKALESİ
Umarım öyledir,yanılgı değil de direk ot falan!Neyse...
-
KEMAL GÖZLER'İN ENTERESAN MAKALESİ
Ya arkadaşım neden olayı bu noktaya getirdiğini anlamadım.Bana mı ot diyorsun.Cani olmaktan iyidir.Rahatsız oldunuz yazdıklarımdan.Ot ot var mı başka izahı,ne kadar da basitleştiriyor konuyu.Amacınız karşısındakini önemsemediğinizi göstermekse emin olun sadece suçlayan birini bende önemsemem!Lütfen AKP ne olduğunu göstermeye çalışırken kendinizi unutmayın,zira Efendi Türkler'in bu sözlerle ne anlatmak istediğini anlamadım.
-
KEMAL GÖZLER'İN ENTERESAN MAKALESİ
Çok mu güldünüz?Fıkra ile durumu açıklamaya çalışan sizdiniz!Hem neden rahatsız oldunuz ki yazdıklarımdan!Varsa rahatsızlık veren birşeyler olması gereken yerde yazın.Bence herşeyden önce ot kavramını anlatmak lazım!
-
KEMAL GÖZLER'İN ENTERESAN MAKALESİ
Bu yazdıklarınız insanı,vatanı bir satılacak mal olarak görmenin vereceği bir yanılgıdan başka birşey olamaz.Yalnız burada ki başlıkla pek alakası yok.Özelleştirme başlı başına tartışılması,anlaşılması gereken bir konudur.Ve eğer burada verdiğiniz örnekler gerçeği yansıtıyorsa bu sadece bir gerçekle değil,gerçeğin sorgulanması yönüyle ele alınmalıdır. Değerli arkadaşım yazı ''güçler ayrılığı'' ilkesi ve güçlerin ayrılığında ki denetim ve son söz hakkını sorgulamaktadır.Ve son günlerde sıkça duyduğumuz ''anayasa mahkemsi yanlış yaparsa onu kim denetleyecek'' türünde ki açıklamalara,kafa karışıklığına bie nebze olsun açıklama getirmektedir.Bu başlığa bu yönüyle bakılması daha faydalı olacaktır.
-
AZ SONRA...........
Az sonra Murathan Mungan'a döneceğim. Ertelenmeyecek kitaplarımın dünyasına bırakacağım kendimi gecenin en güzel olan bu saatinde...
-
SİYAH SÜT! Elif Şafak'tan...
''Siyah Süt, cesur, şaşırtıcı, tılsımlı bir roman. Bunca kötülüğün ortasında, bize umut veriyor Elif Şafak, dayanabilmek, direnebilmek ve sonra hayata, bir mucize gibi başlayabilmek için.'' Selim İleri. Bu kitap unutulmak için yazıldı diye başlıyor Elif Şafak! Sadece unutulmak için yazılan, bir kadının ''yazarlık'' ve ''çocuk'' arasında gelgitler yaşayan dünyasına oldukça açık ve içten bir yaklaşım. ''İÇİNDEKİ SESLER KOROSU'' ne kadar da birbirine zıt, aynı bütün içerisinde. Bir tarafta sürekli okuyan ''sinik entel hanım'', diğer taraftan olayları sadece izleyen, kendisini hayatın akışına veren bir ''can derviş hanım'' Ve diğerleri...Büyük yazarlar erkek olan yazarlardır. Peki neden? Cevabı çok açık değil midir? Örneğin Fuzuli demiştir Elif Şafak. Fuzuli ailesi tarafından bir deha olarak görülürken aynı yeteneklere sahip olan bir kız kardeş varsayımı ise toplumun yerleşik değerleri ile yok sayılır. O iyi bir anne,sadakatli bir eş olamlıdır;yazar değil... Kadın yazarlar, cesurdur kimi zaman, bölük parça bir yaşamın kıyısındadır yazdıkları. Bazen de korkak! Kimi kadın yazarların erkek isimleri ile edebiyat dünyasında yer almaları bundandır Elif Şafak'ta... Dili oldukça sade, anlaşılır. Kitabın sonuna doğru yoğun duyguların arasına sıkıştırılmış ''deprasyon bilgiler'' içeriğin bütünlüğünden alıkoysa da sizi; Elif Şafak'ın dilinden içinizi ısıtan bu otobiyografik roman okunmaya değer...İyi okumalar! ''öylesine benzersiz, öylesine kıymetli...Aynı zamanda çetrefil, karmaşık ve kimi zaman hayli ağır'' '' sürgünüm haftaya bitiyor. Sonra? Denize giderim, herhangi bir deniz kıyısına...........Mavi, genişlik, deniz, kıyılar. Peki kocası, peki ev?.....mavi değildir artık o özgürlük''(kitaptan)
-
KEMAL GÖZLER'İN ENTERESAN MAKALESİ
Güçler ayrılığı dediğimiz,yasama,yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olması,hukuk devleti olmanın ön koşuludur.Nitekim iktidarın elindeki gücün yasama,yürütme ve yargı arasında paylaştırılması hem bireyi devlete karşı koruyan hukuki bir zemin hem de bir devletin anayasa ile belirlenmiş sınırlarını çizmesi açısından oldukça önemlidir. ‘Anayasal demokrasi ilkesi, siyasal gücü elinde bulunduran kimselerin bu güçlerini kötüye kullanabileceklerinin varsayılmasını şart koşar.’ John Stuart Mill.Demokrasi kimilerine göre sınırsız olan özgürlüktü.Sınırsız özgürlük ise kimi zaman özellikle demokrasiyi bir tehdit olarak gören çevreler için anarşizmi ve devletin yıkımını meşrulaştıracak bir silahtı.Bir taraftan ''devlet'' diğer taraftan ''birey''.İşte tam bu noktada Avrupa ''Anayasal Demokrasi''ile hem demokrasiyi sınırlara yerleştirmiş hemde bireyi devlete karşı korurken,devleti hukuki kurallarla yaptırımlara zorlamıştır. Yasama organı ile Anayasa Mahkeme arasında farklı yorumlanacak bir anayasa maddesinde son söz Anayasal bir Hukuk devletinde tabi ki Anayasa Mahkemesindedir.Doğru ve yanlışlığı değil;geçerliliği bizim için daha önemlidir.Yalnız yasama halka dayanır.Onun çoğunluğudur.Anayasa Mahkemesi yasamayı ne zaman yok sayarsa emin olun ki o zaman bir hukuk devleti değildir o devlet,eksik ve yanlıştır hukukuyla.Bunun yanında da yasamaya göre anayasa maddelerini geçerli yada geçersiz saymak güçler ayrılığını yok saymaktır;ama alanen olan hukuk kurallarını,yasamaya göre yok saymakda aynı kapıya çıkar. Soyut bir varlık olan devlet tüzelkişiliği, egemenliğini kullandığı organlarının belirmesiyle hukuken ve fiilen somut bir içeriğe kavuşmaktadır. Güçler ayrılığı prensibine göre, devlet niteliği taşıyan her siyasal toplulukta (modern devletlerde) yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç temel devlet işlevine paralel olarak üç temel siyasi organ bulunmaktadır. Bireylerin sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması için yasama, yürütme ve yargı şeklindeki bu üç gücün birbirinden ayrı, bağımsız ellere verilmesi zorunludur. Buna göre devlet yasama organı aracılığıyla toplum yaşamını düzenlemeye yönelik kanunlar çıkararak yasama işlevini, yürütme organı aracılığıyla kanunları uygulayarak yürütme işlevini, yargı organı aracılığıyla kanunların uygulanışını denetleyerek yargı işlevini yerine getirmek üzere gerekli egemenlik yetkilerini kullanmaktadır. Temelde Montesquieu tarafından Kanunların Ruhu adlı eserinde açıklanan ve 1982 Anayasasında da yer alan güçler ayrılığı ilkesi esas olarak özgürlüklerin gerçekleştirilmesinin ancak devlet gücünün sınırlanması halinde mümkün olabileceği ön kabulünden hareket eder. Buna göre yasama, yürütme ve yargı güçlerinin ancak değişik eller marifetiyle kullanılması halinde güç, gücü sınırlayabilecek ve böylece gücün kötüye kullanılması önlenebilecektir.
-
YAYAMAZ KAYIMCA NIN YERI!
Heyyyyyyyyyyyyyyy tatlı Yayamaz Kayımcam gelde bize şu nickin hikmetini anlat bana kalırsa Kayımcam;zannederim anlamında ironi mi desek valla yoruldum En iyisi sana bırakmak sözü
-
Kürtlere artık sadece vaad yetmiyor...
Çok teşekkür ederim;kabul etmez olur muyum hemde büyük bir memnuniyetle...
-
Hırçın Karadenizli(sayın av katımız:).....
'' Eline alırsın kalemi;o kadar çok şey vardır ki yazılacak o güne dair.Birden bire düşünceler kaçışır,kalemin kırılır ve hiçbirşey yazarsın.''Hiçbirşey yazmak,belki de böylesi bir anda benim için sadece yorgun bir zihnin çırpınışlarına dönüşüyor. ''Bazen bir isyana dönüşür hayat.Özeti çoğu zaman istediklerin değildir hayatın;sadece yaşamaktır.'' Bugün galiba ne demek istediğini çok iyi anladım.İstediğim değildi bana sunulan,yaşadıklarımdı sadece!Az önce Diyarbakır sokaklarında, o bıraktığın sıcaklarda, tanımadığım insanlarla yabancısı olduğum kaderlere tanıklık ederken,tüm dediklerin beynimde uçuşuyor,ben dinlemeye çalışırken yorgun bedenleri,farkında değilim dinlendiğimin.Yaşlı bir amca elinde bastonu,alnında yılların yorgunluğu ortak oluyor sohbetimize.9 çocuk annesi olan ama hala anne olmayı beceremeyen Muazzez Abla ''ya ben baktım ki istediklerim değil yaşadıklarım,bıraktım kendimi yolun ortasına,ezen ezdi.Kavşağa vardım.Durdum,düşündüm bi ara.Baktım düşünmekle daha da acımasızlaşıyor hayat yine attım kendimi yolun ortasına.Vardığım nokta;9 çocuk ve bana değer bile vermeyen bir eş''diye sıralıyor hayat hikayesini.Yaşlı amcamız onayladıkça artıyor ablamızın ''of''ları.Elinde sigarası.Sigaraya başlama öyküsü de çok ilginçti. ''kocam beni sürekli döverdi,anama giderdim; o beni yine kocama teslim ederdi,kocam siniri geçmişse 'gel sigara içelim' derdi''Akşam karanlığı çökmüştü.Muazzez ablamıza teşekkür edip oradan ayrıldık.İsyana dönüşen bu hayatları kendi hayatımla kıyaslamaya çalışırken,gözüme küçük taşlarla ev yapmaya çalışan bir çocuk takılıyor.Yanına gitmeye yeltenirken,bırak diyorum kendi kendime...Başkalarının açlığı,çaresizliğini dinlemek mi yüceltiyor insanlığımı. Sevgili Emre, sana neden bunları burada yazdım.Yazmaya başlarken yazacak o kadar çok şey vardı ki aklımda.Az önce kendimi eve attım.Emre'ye bunu söylemiliyim dediğim,ama laf arası sohbetlerine kurban vermek istemediğim,seni anladığım bir anlar karesinden küçük bir kısımdı tüm bunlar sadece...Ondan sonra tanık olduğum o kadar büyük bir acı vardı ki(bunu şimdi sana kalemle anlatacağım)onu yalnızca sana anlatacağım;benim insan için yüreği çarpan en güzel dostum.Sakın askere gidersem ne olacak yarım kalan işlerim diye düşünme;senin bıraktığın yerde biz varız.Her ne olursa olsun,orada olmaya devam edeceğiz.Çocuklarımız bize emanet.Dedim ya Karadenizin hırçın çocuğu, seni bugün ilk defa bu kadar iyi anladım.Yolun açık olsun Emre!
-
Kürtlere artık sadece vaad yetmiyor...
Tuttuğum yol mu yanlış!Bende artık birşey yazmayacağım.Gerçekten sıkıldım sürekli aynı şeyleri yazmaktan.Siz beni anlamıyorsunuz;anlaşılmak mgibi bir derdim de yok.Aslında kendimizi kandırmaya da gerek yok;nasıl olsa hepimiz kendi pencerelerimizden dünyayı seyretmeye mahkumuz.
-
Bosna Hersek ' i izliyorum,Regaip Kandilinde
Maalesef!Ne kadar acı bir durum!!!!