LostsouL tarafından postalanan herşey
-
Tekirdağ yolu ayrıntısı...
yarım satte bir minubus kalkardı tekirdağa.. ve yol en iyi ihtimalle 50 dakika sürerdi.. alabildigine tarla manzaralı dümduz ovaların arasında uzanan gidiş geliş birer şeritli yoldan ibaretti yolculuk.. ve genelde o 25 kişilik minibus dolardı.. merkezden biraz uzaga gidince binenler ayakta kalırdı.. cogu zamanda bizler genc olarak ayaga kalkıp birilerine yer verirdk.. sigara icmek yaskatı belki ama en zevkli sigarada o araclarda icilirdi.. muavin icerken bunu hissedebilirdiniz.. yol boyunca onlarca tabele gorurdunuz.. filanca köyü filanca köyü.. tekirdaga su kadar km kaldı.. haftada bir yada iki defa inerdik tekirdaga ve hep merak etmisimdir o yolu her sabah ve aksam gecmek zorunda kalan ogrenciler nasıl dayanıyor diye.. eger uyumuyorsanız yada yanınızda sohbet edecek biri yoksa bitmezdi o yol.. zaten dogru duzgun radyoda cekmezdi valkmen dinleyeseniz.. kaset dinlersenizde piller mutlaka fazla dayanmazdı.. simdiki gibi mp3 playerlerımızda yoktu bizim.. genelde hafta sonu yolculukları olurdu cumartesi sabah ilk arabayla inilirdi tekirdaga.. direk sahile inerdik limanın kenarındaki balıkcılardan misine ipligi igne ve biraz yem alır gemilerin yanastıgı iskeleye giderdik.. balık tyutmakicin.. ama onca gitmişilikten sonra tek br balık tutmamısızdır.. arada bir takılan kaya balıkların saymassak... bir kac saat oyalandıktan ve arkadaslar arasında psikolojik analizler yaptıktan sonra yine carsıya cıkar bir koftecide yada muhtemelen bir cafede birseyler atıstırıp kultur merkezindeki sinemaya giderdik.. butun sehirdeki tek sinema salonu..vizyondan dusmus filmlerde olsa yinede seyre degerdi.. belkide kalabalık oldugumuz icin o kadar eglenceliydi..film biter hızlı adımlarla cıkar son arabaya yetişmeye calısırdık.. cunku son arabayı kacırırsak geri dönmek icin fazla alternatifniz kalmıyordu.. ya orda kalırdınız yada otostop yapardınız.. ama hic orda kalmadık yada hic otostopta yapmadık hep zamanında döndük ve zamanında nevalemizi alıp ogrenci evindeki sohbetlerimize geri döndük biz... o yol o kadar uzunduki ve o kadar yorucu...ve o kadar sade.. ve o kadar agır.. istanbula gelmek bile dokunmazdı cogu zaman... tekirdaga inmek kadar...
-
ilkokul ayrıntısı-1
ilkokul hayatım acaipti benim.. 5 senenin bazı dönemlerinde sabahcıydım ki en cok bunu severdim bazı dönemerinde ise öglenciydim.. gunun oyun oynananacak en güzel saatlerini okulda gecermek gibi kötü birseydi bu... toplam bes dersimiz vardı bir gunde.. ve aralarda on bes dakika teneffus yapıyorduk... ne cok sey yapardık o onbes dakikalarda..simdi ise bir sigara bile icemiyor insan... belkide kücük bir cocuk oldugumuz icin zaman bize büyük geliyordu.. simdi ise hicbir zaman aralıgına sıgmıyoruz... genelde ilk dersten sonraki teneffuste pek bişi yapmazdık..kimisi kantine kosar simit falan alırdı..o zamanlarda okul kantinlerinde sadece simit, cam şişede ayran ve çamlıca gazozu satlırdı sonrada yeşil şişe frukolar gelmişti.. ikinci teneffusler ise kendimize geldigmiz saatlerdi mutlaka birimizin sırasını altında plastik bir top olurdu ve daha ogretmen sınıftan cıkmadan bizi topu kapar bahceye kosardık.. hızlı bi sekilde takım kurar ve mac etmeye baslardık.. o on bes dakikada terden sırılsıklam olacak kadar cok kosardık.. bazen ders zili calar ama biz son ogrenci girene kadar devam ederdik.. hatta birisi ogretmenin sınıfa dogru gidip gitmedigni gozlerdi.. yani her saniye bizim icin degerliydi.. teneffuse cıktıgmız hızda derse geri giderdik ki ilk on bes dakkası soluklanmakla gecerdi dersin.. temizlik kolu gibi bir kolluk vardı.. sınıfın temizliginden sorumlu.. o koldan olmak pek iyi birsey değildi cunku teneffuslerde sınıfta kalmanız gerekebiliyordu.. yada her gun birileri gorevli oluyordu.. digerleri bahcede oynarken o gorevli kurbanlar çöpü bosaltır tahtayı silerdi.. ilkokuldan binlerce ayrıntı cıkartılabiliyormus.. mesela o kara denilen yeşil tahtadan bir suru cıkabilir.. birde en az teneffusler kadar sevdgimiz beden derslerimiz vardı.. hava guzelse kesinlikle bahceye cıkardık ve cogunlukla oyun oynardık.. neyse fazla ayrıntıya girmesem iyi olacak yoksa bu gece cıkamam bunun icinden:p
-
ayrıntı...
ayrıntının ayrıntısı olurmu... insan nasıl bir ayrıntıyı yazabilir..bir ucundan anıyı yakalarsınız..ve sonra sadece onu tek cümlede kullanırsınız.. sonra o cümledeki bir kelimeyi alır baska bir cumle kurarsınız.. mesela kaldırım taşları gibi... sarı ve beyaz renge boyarlardı karayolları calısanları.. bir el arabasına sarı kirecten boya koyarlardı digerine beyaz.. önce sarı arabayla bir sokagı boydan boya gezerlerdi.. her defasında bir tası bos bırakıp digerini boyayarak.. sonra beyaz kirec boyalı arabayla bos bıraktıkları tasları boyarlardı..cok fazla dikkat etmelerine gerek yoktu.. sadece tasları boyarlardı cunku kimse onlara resim dersinden not vermezdi.. gibi.. böyle baslıyor işte bir ayrıntı yazmak.. aklınıza bir tas atıyorsunuz.. sonra suyun uzerindeki dalgaları anlatıyorsunuz..tas attıgnız su zihninizden ibaret ve dalgalar anılarınız..cogu insan biliyor bunları cogu insan belki her gun yasıyor ama o kadar sıradanki kimse durupta bunda ne var diye dusunmuyor.. sadece yasıyor ve zamana teslim ediyor... hickimsenin zamanı durdurmak gibi bir gücü yok.. boyle bir gucu olsa bile kimse durupta o anki ayrıntılara dikkat etmiyor.. kime bunun bir faydası olabilirki... gecmişimizdeki bir zamanın ayrıntılarını hatırlamak kime ne kazandırabilir? belkide bu yuzden sadece yasayıp geciyoruz...
-
duman ayrıntısı...
sigara dedinde aklıma geldi... genelde eski esyalar satan bir emanetci vardı.. hala varmı bilmiyorum.. adamın milattan kalma faks makinasını tamir etmek icin gtmiştim.. arızanın yazılı oldugu formu okuyunca o arızanın düzelmeyecegini daha dogrusu artık makinanın miladını doldurdugunu bu yuzden o arızayı yaptıgını biliyordum.. ama iş iştir.. biraz arasamda adresi buldum ve gittim. kapının agzına kadar dolu bir dükkandı.. ve icerdeki her esyanın üzerinde toz vardı.. kapıdan iceri girip bir iki adım atıp seslendim.. -meraba..kolay gelsin.. ses yoktu.. bir adım daha attım kuru bir öksürük sesi duydum.. sonra catallı bir ses beni cagırdı.. arka tarafa gel diye.. ordan burdan sarkan esyalara takılmadan ilerledim.. dukkanın dip tarafında eski ahsap bir masanın arkasında sacı sakalı beyazlamıs dudagının ucunda bir sigara tüten ihtiyar bir adam.. yanına dogru ilerledim.. servisten geliyorum faksınız bozukmuş dedim.. adam faksı isaret etti.. tahmin ettigim gibi faks makinasıda o dukkandaki diger esyalardan genc gorunmuyordu..cantamı yere bırakıp araladım.. icinden bir tornavida ve bez parcası aldım.. şikayeti sordum.. -ölmek üzere.. dedi adam.. bende belki biraz sihir onu kurtarır deyip gulumsedim.. faks makinasını okuyucunun uzerindeki tozları sildim.. bir iki test sayfası cıkardım.. sihir işe yaramıstı.. makina calıstı.. ama güvenmiyordum.. cunku ben o dükkandan cıktıktan bir saat sonra yine bozulabilrdi.. adama durumu acıkladım.. adam önemli değil dedi.. bende servis formunu doldurdum ve imzalamasını istedim.. adam borcunu sordugunda borcnuz yok dedim.. cunku sadece dokunmustum o makinaya tamir etmemiştim.. adamın hosuna giti sanırım.. gülümsedi.. sigara icermisin diye sordu.. -sigara ? evet iciyorum ama bırakmam lazım dedim.. bunu duyunca bana uzattıgı paketi geri cekip kendisi bir tane aldı icinden.. dudaklarının kenarında tütmekte olan sigarayı ates olarak kullanıp yeni sigarayı yaktı.. -neden bırakıyorsun sigarayı? -kokusunu sevmiyorum artık..dedim yalandı aslında o an aklıma gelen ilk cumle oydu.. adam gülümsedi ve bir sigara daha uzattı.. yorgundum gün boyu kosturmaktan sigarayı aldım.. sonra cebimdeki cakmagı cıkartıp yaktım... -pek bırakabilecek gibi gorunmuyorsun... haklıdydı aslında.. sadece müşterinin yanında icmemek gibi bir huyum vardı.. göz göze geldik bir an icin.. sonra tuhaf bir soru sordu: -şu ictigin sigaranın dumanın agırlıgı ne kadardır sence? -dumanın mı? -bunun ölcülebilecegini sanmıyorum..dedim.. gülmeye calıstı ama öksürügü buna engeloldu.. ayaga kalktı.. yıllardır onu tasımaktan hantallasmıs iri yapılı ve yaglı vucut sallandı.. sag tarafa dogru uzandı ve kucuk kollu bir terazi aldı.. -sigaranı sag tarafa koy.. dedi..dedigni yaptım.. sol taraftaki bos keseyede incecik agrlıkarı yerlestirdi... iki tarafıda esitledi.. -simdi sigaranı al ve yak..küllerini de bos olan tarafa dök.. sigarayı alınca terazini agırlıkları olan kısmı asagıya dogru indi.. sigarayı yaktım.. -bir sevgilin varmı? -bir sevgilim yok ama birlikte oldugum biri var.. dedim.. -gencler artık birbirleyile olmak icin sevgiye ihtiyac duymuyorlar sanırım... -bilmem hic bunu dusunmemiştim... dedim.. -nasıl biri bu birlikte oldugun insan biraz anlatırmısın..diye üsteledi.. -kusura bakmayın dedim..analtacak birsey yok.. bu arada söyledigi gibi külleri terazini bos kefesine döküyordum..ama sanki hic etki etmiyordu.. daha önce ne iş yaptıgını sordum adama... -yani bu eski esyaları satmadan önce ne satıyorsunuz? -yazardım..gazetelerde dergilerde yazılar yazıyordum.. -hic bir kitabınız varmı? -kitap yazabilecek kadar iyi değildim.. o yüzden artık eski esyaları satıyorum... -o kadını anlatmayacakmısın..diye üsteledi.. -dedigim gibi anltacak birsey yok.. ve dediginz gibi arada sevgi olmayınca yaşananlar bu duman gibi ucup gidiyor... -dumanı küçümseme..!!! birden ciddileşmişti ses tonu.. ve sigaram bitmek üzereydi..söndürmek icin bir kültablası istedim... -o izmaritide kefeye koy dedi.. dedigi gibi yaptım.. yinede dedigin yaptım..ama bir tuhaflık vardı.. sigara bütünken esit duran terazi artık değildi.. yeniden esitlemek icin küllerin arasına bir agırlık daha koydu.. -işte ictigin sigaranın dumanın agırlıgı bu kadar..dedi.. evet mantıken haklıydı.. sigaranın dumanın sigaradan cıkartınca aradaki farkı gorebiliyordum artık.. -o sigarayı icerken dusunduklerinin agırlıgıdır bu.. sonra gülümsedi... -aklından gecenlerin agırlıgını ölcebilrmisin?
-
gözlük ayrıntısı
25 yıl önce takmıstım ben.. sadece 1 sene falan.. oda dinlendirici dediklerinden.. 0,75 sanırım derecesi buydu.. gozlerini dinlendirir demişti doktor.. işin ilginci ben ne zaman gözlükleri taksam basım agrırdı gözlukcuye gittigimizi anımsıyorum.. cerceve secmemi istemişlerdi.. ince sarı yani altın rengi cerceveli olanı secmiştim ben.. kardesimede siyah cerceveli olanı almıstık.. oysa kardesim sarısın ben esmerdim:p kullanıslı bişi değildi gozluk..mesela kosarken cıkartmak zorundasın, top oynarken, yatarken, kavga ederkende cıkartmak zorundasın:p bide malum o zamanlar degerli bişidi dikkat etmen gerekiyordu.. her ne kadar pek alısamasamda insana değişik bir hava kattıgı kesin.. biraz daha olgun gosteriyordu.. eger cocuksan biraz daha akıllıymıssın gibi.. tanıdıgım butun gozluk takan cocuklar ya derslerinde cok iyidi yada cok usluydular:p bide gozluklerin insanın burnun uzerinde bıraktıgı izler vardır.. cok uzun sureler takan birini gozluksuz gormek garip gelirdi insana.. sanki sacların farklı kestirmiş gibi.. yada her zamankinden cok farklı giyinmiş gibi.. ben gozluklu tanıdıgım birini gozluksuz gordugum zaman gozlerine pek bakamazdım.. cunku anlamazdım nereye baktıgını.. bu şaşı olmasıyla falan ilgili değildi ama ne bileyim tuhaf gelirdi bana.. ben gozluk takmaya basladıktan sonra bazen gozluklerimi cıkartıp aynaya bakardım öyle farklı gorunuyormuyum diye.. hic farklı olmazdım belkide bu yuzden bir dahada gözluk takmadım.. cunku bana göre değildi...
-
Atm ayrıntısı...
aslında dün gece aklıma gelmişti ama ordaki muhabbet daha tatlı geldigi icin yazamamıstım.. gerci ne kadar ayrıntı cıkartılabilirdiki bir Atm cihazından... atm kelimesini bilimsel bir acklaması vardı ama bilmiyorum.. sonraki yıllarda birde Btm cihazı oldugunuda ogrendim.. sanırım su online para yatırılabilen makinalara btm cihazı deniyor.. neyse işin teknik kısmı beni aşar.. sıradan bir kullanıcıydım ben.. ilk atm cihazıyla tanısmam lise birinci sınıfıma denk gelmişti.. o zamanlarda bazı büyklerimiz akıllı ama durumu iiy olmayan cocuklara bus veriyorlardı.. simdide veriyorlardır sanırım.. benim adıma bir hesap acılmıstı ve senede iki defa bir miktar para yatırılıyordu.. allam ya o zamanda maddi acıdan pek parlak durumda değilmişim 20 sene gecti hala aynıyım:p neyse duygu sömürüsü yapmaya gerek yok.. iş bankasında bir hesap acılmıstı adıma.. ilk bankamatik kartımıda o zaman kullanmaya baslamıstım.. soluk ekranlı metal tusları olan bir makina.. soluk ekran yeşil yazılar beyazdı.. ekranın sagında ve solunda kare şeklinde tuslar vardı.. menuleri ordan seciyordunuz.. bazı yerlerde ingilizce yazılar olsada genel olarak benim kullandıgım yerler hep türkceydi.. zaten kartı yuvasına takıyordunuz.. sifrenizi girip para cekme kısmına gelip tutarı girip tamam diyorsunuz... bir atm cihazıyla daha fazla bir ilişkiye girmek pek mumkun değildi.. ilerleyen yıllarda ilk kredi kartımı ve baska bankalarlada hesaplarımı acınca cuzdanımdaki kart sayısıda arttı.. dokunmatik ekranlı cihazlar cıktı.. renkli ekranlı cihazlar.. bir süre sonra abarttılar konusabilen cihazlar cıktı.. en nihayetinde para yatırabileceginiz cihazlarıda cıkardılar ve sanırım bu sayede bir cok banka calısanı işini kaybetti... yada yeni işgucu alımlarına gerek kalmadı.. genelde akıllı cihazlardı mesela kartınızı taktıgınz zaman ekranda uyarı mesajı verirdi şifrenizi kimseye göstermeyin diye.. söylemeyin yardım almayın dikkat edin diye.. sonralarda ara ara duyardık filanca yaslı teyzenin emekli maası makinadan cekilip calınmıs diye.. ama buna ragmen insanımız o soguk makina karsısında zor durumda kalmamak icin hep yabancılardan yardım istemeyi tercih eder durumdadır.. birde bankalardaki guvenlik gorevlilerini sorumlulugundadır genelde bu cihazlar.. mesela bir sorun yasasanız ilk sesleneceginiz kişi kapının yaknııda duran guvenlik gorevlisidir.. gercekten böyle bir sorumlulukları varmı bilmiyorum ama eminim bir cogu atm cihazları konusunda uzman haline gelmişlerdir.. önceden bu cihazlara para yatırmak pek kullanıslı değildi.. kartınızı takıp para yatırma kısmına geliyordunuz size bir zarf veriyordu makina.. bazı bankaların ise bu zarfları kenarda bir yerde dururdu.. ordan alıp icine fişini ve parayı koyup yine cihazın istenilen bölumune atıyordunuz.. ama hep bir şüphe tasırdım icimde.. bu parayı acan kişi ya o parayı alıp zarfı yırtıp atarsa kimin haberi olucak diye? tabiki bu boş ve sacma bir dusunceydi.. neden böyle bir seye tenezzul edilsinki.. ki hic bir zaman boyle bir olayıda duymadım.. eskiden bu atm cihazları kucuk kulube gibi bir yapının icinde olurdu.. simdi pek kalmadı onlardan.. buraya girmek icin kartınızı kapının yanındaki yuvaya sokardınız ve kapı oyle acılırdı.. sanki size özel bir eviniz varmıs gibi gelirdi bana.. hatta bazı yagmurlu soguk havalarda onlara sıgınmısımdır... sıcaktı cunku icerisi.. birgun evsiz kalırsam bunlardan birinde yasayabilrmiyim diye bir dusunceye bile sahiptim:p tabi artık pek öyle atm cihazları kalmadı sonra bu para yatırma olayını geliştirdler siz paraları direk yuvaya bırakıyorsunuz makina kendisi anlıyor ne kadar yatırılıdıgını ve size onaylatıyor.. tabi yatıracagınız paranın yırtık yada burusuk olmaması sahte olmaması gerekiyor.. acaba sahte parayatırmayı deneyen varmıdır? yada makina sahte parayı anlayınca alarmlar falan calıyormudur? hic rastlamadım simdiye kadar:p eger yatıracagınz paralar burusuksa yada yırtıkca sıkısma olayı olabiliyor işte o zaman buyuk sorun.. hele birde arkanızda bekeleyenler varsa.. paranız sıkısmıssa bu cidden sinir bozucu bir durum.. aranızda teknolojik cihazlarla hicbir zaman iyi olmamıssa tam bir felaket.. ama komik bir durum bence teknolojik sogukluk diye bir kavram uydurdum kendi kendime.. bu sogukluga sahip olanların en buyuk kabuslarından biridir bu tür atm cihazlarını kullanmak.. zaten boyle insanları her makina basında farkedebilrsiniz.. briaz kasılırlar sanki diken ustundeymiş gibi rahatsız dururlar.. lütfen öyle insanlarla karsılasırsanız tepesinde dikilmeyin biraz acılın hava alsınlar yoksa işiniz baya uzun surecektir ve genelde 10 tanesinden sekzinde makina arıza verir:p iyiki ayrıntısı yok demişim bu cihazların bide ayrıntı bulsaydım neler yazardım acaba:p
-
Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...
bir sözün nasılda dagıtıyor tüm karamsarlık bulutlarını bir mesajın nasılda pembeye boyuyor göğümün pencerelerini bir dilegin bir adam yaratıyor şu kurbaga müsfettesinden bir dokunuşun sihir gibi hayata baglıyor beni kopardığı yerden...
-
Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...
suyun üzerinde sektirmeye calısıyorum attıgım tasları.. ama her defasında ilkinde gmuluyorlar suyun icine.. oysa cekirge bile 3 defa zıplamıyormuydu? ben neden hep ilk denememde kaybediyorum..
-
Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...
şimdi napıyorsun? o kitabımı okuyorsun hala... kenarlarına sayfaların kücük notlar aldıgın yoksa yatagındamısın yorgunluktan belkide cok konusmaktan sızıp kaldıgın dısardamısın yoksa arkdaslarla bir barda türkü söyluyorsun üzerinde ne var? incecik tül gibi bir elbise ve omuzlarında şalınla üşümeyesin diye değil iyi gorunuyorsun diye burdan cıkınca ne yapıcaksın? balık ekmekmi yiyeceksin limandaki o eski teknede belki sahilde yürüyüp yanındakiyle dertleşiceksin şimdi napıyorsun? aklından neler geciyor? coktan uyudun mu? üzerin acık kalmıs yine ellerin dizlerinin arasında üşüyormusun? yoklugumu hissediyormusun sırtında? ya boynunda dudaklarımı? ya içinde sıcaklıgını kelimelerimin? simdi napıyorsun? aklında cevapsız soruların? yoksa coktan gectinmi bunları? ya beni neresinde bıraktın unuttun sanırım ama ne kadarımı? ne kadar uzagız simdi? her sabah nasıl uyanıyorsun? her sabah kim öper dudaklarını kim sımsıkı sarılır sana uyanmak istemedigin zaman kim cekip durur saclarını ya uyanmazsan?
-
Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...
sadece sesli harflerin değil BÜYÜK YAZILAN HARFLERİNDE BİR SESİ VARDIR..!!!!!
-
Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...
yorgunlugundan ölüyorum sus biraz nolur nefeslen aklımı basımda tutamıyorum avuclarımdaki terleme vucuduma yayılıyor düzgun cumleler kuramıyorum kanımın alkole verdigi tepkiler farklılasıyor sanki ölüyorum...
-
tren ayrıntısı
halkalı-sirkeci hattında çalışan bir trenimiz var bizim istanbulda.. her ne kadar benim hayatımda cok fazla yeri olmasada lise zamanlarında okulu asıp bir cok defalar kaçak olarak binmişligim vardır.. lisedeyken yani bundan yaklasık 15 sene öncede kullanılan vagonlar eskiydi bugunde eski yani boyası dısında pek değişmiyor.. biz genelde kazlıcesme yada zeytinburnu istasyonunda kacak olarak binerdik.. bekci vardı ama cokta öenmsemiyordu en zaından o zamanlarda.. zaten biz cocuklardan baska kacak binende pek yoktu trene.. tren yolunda istasyondan biraz uzaklasınca yola paralel tellerin arasından bir delik bulur ordan iceri atlar caktırmadan istasyona kadar kosardık yolun kenarından.. aslında gittigimiz tek bir yer vardı oda bakırköy istasyonuydu.. o metal büyük vagonların icinde plastik tahtamsı koltuklarında oturmak gibi bir derdimiz yoktu sadece o koltuklarda dizlerimizn uzerine kalkar acık camdan dısraı sarkardık.... birde genelde acık duran kapılar vardı.. ruzgarın yuzumuze carptıgı yolculuklar en zevklisi ve tehlikelisiydi. bazen kapılar kapalı olurdu ama her vagonda kapı imdat acaacagı bir dugme vardı ona bastıgnız zaman biraz zorlayınca acılırdı kapılar ve bir dahada kapanmazdı... birde cok önemli bişi vardı bize göre.. istasyona girince tren durmadan o kapıdan atlamak.. trenin gidiş yönüne dogru atlamnız gerekirdi boylece biraz kosup durabilrdiniz.. ama bazı acemi yolcular ters istikamette kendilerini istasyona atarlar ve cakılırlardı yere:p o zamanlarda trenlerde guvenlik gorevlileri yoktu cunku trenlerde gasp olayları yasanmazdı.. belkide o dönemlerde trenle yolculuk edenlerin hicbirinde milyar liralık telefonlar olmadıgı icindir kimbilir.. zaten cogu kacak biniyordu trene adamın parası olsa trende ne işi vardı.. ortalama onbes-20 dakiada bir gelirdi tren ve beklemesi hic eglenceli değildi.. cunku istasyonlar asırı sıkıcıydı.. ama şuda br gercekti sabah işe gidiş aksam işten dönus saatlerinde full dolardı vagonlar.. biz gnelde öglen saatlerinde okulu astıgmız icin belkide sıkıcı geliyordu beklemek.. bakırköy istyasyonunda iki cıkıs vardı biri meydan cıkısı digeri zuhurat baba tarafındaki cıkıs.. ordan üst gecide baglanırdı ve bakırkoyun belkide en sakin kısmına cıkardınız.. yuzde doksan meydana cıkardı cunku.. biz bazen o ust gecide cıkar orda kitap satan seyyar satıcılarla geyik yapar kitapları karıstırır genelde birsey almadan uzardık.. sonra meydana dogru o ara yan yoldan yürürdük.. yanılmıyorsam orda evlendirme dairesi gibi bi yermi vardı beyaz ahşap kaplamalı bir bina.. hala duruyormudur acaba? yinede o zamanki tren bugunku metrodan daha eglenceliydi...
-
gazos kapağı ayrıntısı...
gasos kapaklarımız vardı bizim.. daha dogrusu şişe kapakları hani su acılınca tekrar kapatılamayan kapaklardan.. cocuklugumuzun varlıklı olma belirtilerinden biriydi.. ne kadar cok gazos kapagınız yada misketinz varsa o kadar itibarlıydınz:p bir çeşit kumar gibi oynardık.. yol boyunca dizerdik yanyana gazos kapaklarını .. en sol yada en sagda kalan kapagın üzerine bir kac tane koyardık ordan vuran diger hepsini alırdı.. elimizde mermerden taslar.. mermer tasınız varsa ve kenarları yuvarlaksa yerde daha iyi kayar ve düz giderdi boylece kapakları vurma sansınız o kadar yüksek olurdu. yada yumusak sarı kilden tasınız varsa onu yontar sekil verirdiniz ama bir sure sonra oynarken kırılırdı o taş.. eger mezarlıklara yakın bir yerde oturuyorsanız mutlak size yakın mezar taşı yapan bi yer vardır.. orda işe yaramayan mermer parcalarını alıup kendinize taş yapabilrdiniz.. birde macunlu dediğimiz bi taş vardı.. daha dogrusu sarelle bardaklarını kapagını alırdınz icine cam macunu doldurup macunlu üst kısmına bir kac gazos kapagı yapıstırırdınız.. bu hem daha hafif olurdu hem mermere gore daha az sekerdi.. ne kadar uzaktan atarsınız atın kapakları rahat vurabilrdiniz.. genelde macunlu tası olanlar en cok kazananlar olurdu.. bazı kapaklar digerlerine gore daha degerliydi.. 5 yada on tane kapak yerine gecerdi cunku nadiren bulunurdu ve cogu kimse onları yere dizmek istemezdi.. mesela kınık maden sodası kapağı degerliydi.. çamlıca gazozu batmıstı onlarında kapakları degerliydi.. mesela scwepss kapakları degerliydi digerlerine göre.. oynamak kaybetmek yada kazanmak basitti.. yanyana dizerdiniz kapakları.. sonra elinizdeki tasları en uzaga atardınız.. en uzaktaki ilk atıs yapma sansına sahip olurdu..sonra digerleri.. ortada bir cizgi gibi kapaklar dururdu atıslar yapılırdı.. diger taraftada en zauk kalan oyuncu ilk atısı yapardı.. kapakları vurdugunuz yerden itibaren en sag yada en sol taraf sizin olurdu.. teknolojik anlamda hicbirseyi olmayan cocuklar olarak ne kadar üsre oynadık hatırlamıyorum bu oyunu.. en son bir poset dolusu kapagım oolmustu.. bazen yağma ederdim elimdeki kapakları.. ama en sonunda hepsini cöpe atmıstım.. oynayacak kimse kalmayınca...
-
eski bayramlar ayrıntısı...
hani bi geyik vardır ya nerde o eski bayramlar diye... düşünüyorumda belkide eski bayramlar eskide kaldıgı icin o kadar güzeldi..o bayramlarda yasadıklarımızı simdi yasamıs olsam pek o kadarda cazip gorunmuyor acıkcası.. bayramların en büyük özelliği biz cocuklar icin patlayıcı maddelerle oynamamıza izin verilmesiydi:p bi kac tane önemli madde vardı bunlardan biri torpil.. genelde küçük dort bes santimlik parmak kalınlıgında etrafı kalın bir ucunda siyah bir fitil olurdu... daha cok bir el bombası gibiydi ve güüm diye tok bir ses cıkartırdı.. belkide digerleri icinde en guclu patlayanı en cok ses cıkaranı oydu:p biz etkisi cok olsun diye plastik bir şişe bulur onun icine fitili atesleyip bırakır ve kacardık.. cidden cok ses cıkardı ve genelde mahallenin ihtiyarları cama cıkıp bizi kovalardı hey güdü gunler heyy.. bugun ben kendim cıkıp cama cocukları kovaladım sanırım bu en önemli ihtiyarlık belirtisi:p o zamanlarda kız kacıran dediğimz torpilden daha ince ve kucuk patlayıcılar vardı.. aslında tam olarak patlamıyordu bunlar.. bunların icindeki barut miktarı az oldugu icin sanırım yakılıp atıldıgında etrafta ucusmaya baslardı.. ve tısssss diye bir ses cıkartırdı.. genellikle nereye gidecegi tahmin edilemezdi bazen kucuk kazalarada sebp olurdu:p kız kacıran denmesini en buyuk nedenide buydu sanırım erkekler genelde sabit dururdu kızlar ise kacardı benim en cok sevdiklerimden biride çatapatlardı.. bunlar serit halindeki on-onbes santimlik kagıtların uzerine yapıstırılmıs damla seklinde karbon bişiydiler.. kibritlerin ucundaki kahverengi yanan maddeden vardı.. elinize alıp hafrifce sert bir yere sürttügünz zaman çıtır çıtır yanmaya baslarlardı..sonra elinizden bırakamanız gerekirdi yoksa parmak uclarınız yanardı.. yada yere atıp uzerine hafifce basıp surukledignizde yanmaya baslarlardı.. ben en cok elimde tutup bahce duvarlarına surtmeyi severdim.. hem ses hem guzel bi koku cıkardı birde duvarda iz bırakırdı kahverengi sonra bide en teknolijk olanları füzelerdi.. bunlar bir torpilin fitili olan yere plastik bir fırlatma ramapası monte edilmiş haliydi.. fitilleri biraz daha uzundu yolun ortasına yerlestirilirdi ve ateslenip uzaklasılırdı... yukarıya dogru fırlardı fitili bittigi zaman... belkide hayal gucumuzu calıstırması nedeniyle en cok ilgi ceken ve en pahalı patlayıcı bunlardı... torpillerde oldugu gibi bunlarıda bir kac tanesin bir araya baglayıp atesleme fikrirleri uretirdik daha yukarıya cıksın diye ama genelde husran olurdu.. nede olsa nasa muhendisi deildik ve bazı seyleri hesaplayamıyorduk ama düşüncesi bile guzeldi.. bide füzeşer fırlarken fiiiuuuyyyyy diye ses cıkartırdı oda oldukca afili bir sesti.. e cok kullandıklarımız bunlardı patlayıcı olarak.. sonra biz biraz büyüyünce şeker diye bişi cıkardılar bu tuhaf bir seydi yakılıp atıldıgında bir suru patlama sesi ve duman cıkartıyordu... birileri bzim torpilleri bir araya baglayıp yakma fikrimizi ticari olarak kullanmıstı ve sanırım iyide para kazanmıstı... o zamanlarda bilgisayar yada benzeri teknolijk urunlerimiz olmadıgı icin sanırım elimizdeki en düşük imkanları sonuna kadar kullanıyorduk.. belkide bu yuzden daha degerli ve güzel geliyor simdi geriye dönüp baktıgmızda... teeey teeyyyy..hey gidi eski bayramlar...
-
ŞEHİTLERİMİZİN ARKASINDAN SORULAR...
yıllardır bizzat pkk ya yardım ve yataklık yapan barzani-talabaniyle masaya oturanlar pazarlık yapanlar kim? apyla masaya oturup pazarlık yapan vatan haini olmazmıydı? simdi barzani apo talabani arasında ne fark var? ama sizin derdiniz bu değil.. sizin derdiniz pkkyla masaya oturanlara hesap sormak değil.. sizin derdiniz cephede canını veren askere komutanına hesap sormak..!!!! 1 senedir elinde savş acma yetkisi olan hukumet bu yetkiyi bir kez olsun kullanmadı.. gitti abdeden izin istedi sonucta hicbirsey alamadı.. bugune kadar son bir yılda onlarca sehit verdik sorumlusu olarak simdi askeri gosteriyorlar... kalkmıslar barzaniyle masaya oturacaklarını söyluyorlar.. bu vatana ihanet eden kimdir? bu ülkenin ordusumu? yoksa ona saldırmayı fırsat bilip elinden gelnei ardına koymayanlar mı? bugun Türk ordusuna saldırmak icin elinden geleni yapanlar, agzına geleni soyleyenler bu hırslarını akp iktidara geldiginden beri akpnin yapmadıklarını neden sorgulamadılar, akpnin 2002 yılında tamamen bitirebilecegi bir terörü bitirmemsini neden sorgulamazlar? neden gercek suclular bu kadar bariz ortadayken kör sagır dilsizler ama Türk Ordusunu karsısında bulunca hepsi demokrasi havarisi kesilirler? amacınız ne? Durmak Yok Yola Devam..!!!!!!! cevap mı istiyorsunuz? amacınız gercekleri ogrenmek mi? Siyaset meydanını izleyin... ama sanmıyorum orda konusulanlara bile bir kulp bulursunuz siz... Türk tarihinin hangi döneminde vardı sizin gibiler merak ediyorum...
-
ŞEHİTLERİMİZİN ARKASINDAN SORULAR...
gunlerdir askerimize saldıran bu arkadasları merak ediyorum.. simdi siyaset meydanını izliyorlar mı show tvde yayınlanan? amacları sorularına cevap bulmak mı? yoksa onlara emredileni yapmak mı? ******* bugun malum medyanın her yazdıgnı buraya tasıyanlar, savunanlar ne yaptıgını biliyor diye dusunuyorum... yoksa papaganlardan farkları kalmazdı... bilincli yapıyorsunuz ne yapıyorsanız... bu vatan bunu unutmaz..!!!!
-
silgi ayrıntısı
silgilerimiz vardı birde.. kalemlerden ayrılmaz. en sevdiklerim yeşil renkli kaucuk gibi sert olan dikdörtgen silgilerdi. belkide en kalitelileri onlardı kolay bitmezdi mesela ortadan ikiye kesip bir arkadasına verebilrdin parcasını. genelde en sevdigin arkadasına verirdin. o silgiyle yazıyı silmek cok kolaydı biraz bastırınca cıkardı ama abartmamak gerekiyordu cunku sayfayı resmen kazıyordu.. tertemiz oluyordu sayfa sanki birsey yazılmamıs gibi.. bide dandik renkli şatafatlı silgiler vardı. biraz fazla abstırıp silince yazı dagılıyordu sayfa uzrinde gri bir leke oluyordu. onu temizlemeye calıstıkca batıyordu iyice sonunda sayfayı yırtıp atıyordum.. kokulu silgiler vardı birde. karanfil gibi kokardı bazıları bazıları biras daha çiçek gibi. o kokuyu alınca dayanamaz burnunuza dayardınız silgiyi.. sanırım tinerciler yada bali cekenler ilk o silgilerle basladılar cekmeye:p birde kalemlerin arkasındaki silgiler vardı. onlar cok kullanıslıydı mesela silgini evde unutunca dert etmiyordun kalemin arkasındaki kapagı acıyordun silgi orda duruyordu. yada tahta kalemlerin arkasına bir metalle sıkıstırılmıs oluyordu. ama cabuk bitiyordu ordaki silgi. bir sure sonra silgi ufalıyordu metal kalıyordu kalemin arkasında slmeye calısınca dik tutuyordun kalemi ama metal kagıdı yırtabiliyordu. birde sehir efsanemiz vardı tukenmez kalemi silen silgi diye birsey soylenirdi. en cokta dönem ödevleri hazırlanırken kullanılan dolma kalemlerle yada tukenmez kalemlerle yazılan yazıları silmek icin kullanılırdı. cizgisiz kagıda bir sayfa yazı yazmıssın ama bir harf hatası yapmıssın.. ya sayfayı yeniden yazıcan yada o silgiyi bulup silip duzelticen. sert bir silgiyle silmeyi denerdim. tabi kagıdı asındırırdı haliyle yazı cıkardı ama kagıt nerdeyse yırtılacak kadar incelirdi.. yuzde elli şansın var gibi birseydi. orta okula gelince tukenmez kalem yazısını silinmedigini tippexx denen seyle uzerinin kapatıldıgını ogrenmiştim boylece sehir efsanesi kaybolmustu
-
Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...
beni terkedip gidiyorsun ya.. birgün ölürsen yapılan otopside benden izler bulacaklarmı merak ediyorum kalbinde benim kelimelerim tenindeki parmak izlerim üzerindeki elbisede saç tellerim ve tırnaklarının arasında parçacıkları derimin...
-
kurşun kalem ayrıntısı...
kalemden yapılan toka... ben ilkokuldayken daha yeni yeni 0,5 kalemler cıkmıstı.. kırtasiyeye gidince 0,5 yada 0,7 uclu kalem alırdık.. bunlar otomatik kalemlerdi ucları ayrı satılırdı kucuk ince bir kutu icinde.. kalemin arkasında bir yer vardı dügme gibi bir defa bastırınca ucu biraz ileri cıkardı. elinizi cekince oyle sabit kalırdı. en inceleri 0,5 uclardı bazen guzel yazı dersinde bunları kullanırdık. ama normalde yazmak icin ben hep 0,7 ucları secerdim cunku hızlı yazardım bozuk yazardım 0,5 uclar hemen kırılırdı.. birde 0,9 uclar vardı.. onları resimde kullanırdım.. bu uclar bittikce gidip yenisini alıdrık. birde kötü yanı vardı son bir santim kaldıgında yazamazdınız uc iceriye kacardı mecbur atar yeni uc takardınız.. bu ucu takmak icin arkadaki kapagı ve silgili cıkartıp iceriye atardınız... yada arkadaki yere basılı tutup ucu önden sokardınız ama bu biraz riskli cunku incecik kursun uc kırılabilirdi ittirirken.. ama zevkliydide sanki önemli bir iş yapıyor gibi... birde normal kursun kalemler vardı.. bir tahtanın icindeki kursundu bu.. yazdıkca azalır ve kalemtrasla acmak zorunda kalırdınız.. bazı kursun kalemlerin ici kırılırdı cabuk kalemtrasla actıkca ucu kopar yeniden acardınız hemen biterdi.. birde bu kalemi falcata yada maket bıcagıyla acabilirdiniz.. ama herkes yapamazdı bunu.. sanki bir tahtayı yontar gibi ucunu yontardınız.. ve sivriltirdiniz bunu yaparken parmagınızın ucu boyanırdı kursun rengine... birde bu kursun kalemin en iyi yanı arkasını ısırıp kemiriyor olabilmekti.. o kursun tadı guzeldi cunku.. mesela dusunurken bişi farkında olmadan ısırırdınız ve cignerdiniz resmen yada kendi adıma oyleydi.. butun kursun kalemlerimin arkaları eziktir.. sanırım o kursun tadı bagımlılk yapmıstı bende... bide kırmızı kursun kalemler vardı.. boya kalemi gibi deildi derste yazarken baslıkları felan kırmızıyla yazardık dikkat ceksin diye... onların tadını sevmezdim.. en guzeli normal kursun kalemlerdi... birde silgiler vardı ama o ayrı bir ayrıntı konusu olur sanırım...
-
Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...
tanrı bana körlük ve sagırlık verdi dizlerimin üzerine düşsemde vazgecmedim yasamaktan tanrı bana bir aşk verdi kaybedip aglıyayım diye aglamadım tanrı bana saglık ve varlık verdi kaybedip isyan edeyim diye haklıydı isyan ettim tanrı bana bir hayat verdi farkına varıp ona kulluk edeyim diye farkettip ama sorularım coktu tanrı bana cevap verdi anlayıp inanayım diye inandı ama icimdeki cocuk çok yoruldu... tanrı bana umut verdi en karamsarlıgımda bile ısık olsun diye uzandıgım her ışık önce elimi yaktı... tanrı bana akıl verdi ondan cok uzaga gitmiyeyim diye bu arada şeytana bu aklı cezbetme yetenegi verdi adını irade koyarak tanrı bana bir sürü secenek verdi sanki neyi sececegimi bilmiyormus gibi sorumluluk ta verdi ve mukafat vaat etti cezayla tehdit ederek tanrı bana seni verdi karsısına kendini koyarak secmemi istedi sonra secimimi begenmedi beni lanetledi... tanrı bana hayat verdi geri alacagını taahüt ederek oturup tahtından izledi cogu zaman gülümseyerek secimlerimde özgürlük verdi ukalalık verdi birde kendini begenmişlik bana yüzünü gosterdi gördüklerime kimsenin inanmayacagını garanti ederek ve bana lütfetti beni secerek diger her yarattıgını sectigi gibi tanrı bana seni verdi her ihitmale karsı vazgecme olasılıgıma karsı sigorta ederek hayatımdan simdi geri aldı hep bir kapıyı aralık bırakıp geri dönersin diye tutunmamı sagladı tanrı cok eğlendi ben ayrıntılarla ugrasıp en basit soruyu atlarken ve tanrı sustu ben nefes almaktan vazgecerken
-
çatı anteni ayrıntısı...
eskiden bizim catı antenlerimiz var.. evimizin bulundugu muhite gore iyi cekerdi yada ne kadar yuksege koyarsanıs koyun cekmezdi.. bide kullandıgnz kablo önemliydi.. ek olmıyacak kabloda ve iletkeni iyi olucak.. bizim gocmen evimiz vardı katsız gecekondu gibi ama biraz daha luks... onunde ve arkasında bahcesi ve meyva agacları olanlarından.. o senelerde daha yeni renkli tvler ve kanallar cıkmıstı.. bir anten almıstık catıya koymustuk.. bide uzun direk bulmustuk daha yuksekte dursun diye.. genelde ben catıya cıkardım. o demir cubugu bacaya baglamıstık ama sabit durmuyordu pek... ruzgarda falan dönebiliyodu.. 360 derece cevirme sansınz vardı.. once asagıdan bir kanalın yayınını yakalıyordunuz kaydediyordunuz... sonra yukarı cıkıp cevirmeye baslıyordunuz.. bazen ses iyi olurdu goruntu giderdi bazende goruntu iyi olurdu ses parazitli.. bir kanalı idare eder sekilde ayaarlayınca hemen baska kanallara bakılırdı onlar iyimi diye.. genelde iki yer vardı yani kanallar ikiye ayrılırdı.. bir tarafa cevirinde anteni ordaki kanallar iyi olurdu diger tarafa cevirince diger kanallar.. gazeteden programa bakılırdı.. iyi programlar nerde varsa o tarafta kalırdı anten.. bi ara cift anten cift kablo yontemi diye bişi uydurmustum ama sonra iki anteni aynı direge koymak ve sabitlemek zor gelince vazgecmiştim.. o zamanlarda simdiki gibi uydu canak anteni diye bişi yoktu tabi.. ve biz belkide cocuklugumuzun en guzel prgoramlarını hep ya karlı yada bol cızırtılı izledik.. belkide bu yuzden simdi hayal gucumuzun bu kadar genis olması.. cunku eksik kalan replikleri hep kendimiz tamamlardık...
-
Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...
03:27 sabah olmuyormu banamı öyle geliyor.. zaman gecmiyormu benmi istemiyorum bunu sen yokmusun oysa ben böyle planlamamıştım aklım almıyor mu hangisi daha zor sensiz zamanın durmasımı sensiz yasıyor olmak mı? sözler nereye gitti mırıldanan kimin sarkısı kırılacakmı inceldigi yerden dayanırmı bu sevda yokluguna pişmanlıkları uc uca ekleyip sana yol yapıyorum sana varmıyorsa bu benim yoksullugum gelirsin diye yüzüm gözüm tertemiz öyle zorduki son dakikalar bitecek diye tutmaya calıstım zamanı avuclarım kanarken nasıl dokunabilrdim sana az sonra gidecegini bilirken nasıl öpebilrdim dudaklarını nasıl sarılırdım sana ellerini kacırırken ellerimden nasıl aklım alırdı bunu sen giderken sanki birsey olmamıs gibi hayatıma devam etmeyi...
-
Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...
Karanlıkta bir kadın Merdivenin dibinde Nasıl dayanır? Bu daha ilk gece… bu daha ilk gece merdivenin dibindeki kadın aklındaki her hece sanki kullanılmamıs daha önce bir adamın defterinde ve adam anlayamıyor gece neden karanlık bu kadar birer mum yakıyor her köşesinde kalbinin merdivenin dibindeki kadın nasıl onu göremiyor diye...
-
Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...
ne hayat geri sarılır nede gece saclı kız geri gelir artık.. söyleyecek söz bulamadıysan sus ne olur hala ısıklar soluk ve hala vaad edilen sabahlar karanlık... bazen dizip misketlerimizi kaybetmek icin oynardık öyle degerliydiki bazıları kırılmasın diye bile bile bosluga atar vuramadık diye yalandan hayıflanırdık...
-
kibrit ayrıntısı...
sokakta yururken hele birde ruzgarlıysa sigara yakmak ne zahmetli iştir... kibrit kullnıyorsanız özel bir bilek hareketi yapmanız gerekiyor. sigarayı dudaklarınızın arasına alıp hazır beklemelisiniz körüklemek icin.. Sonra bir elinizin işaret ve baş parmagı arasında dik bir sekilde kibrit kutusunu tutacaksınız. kahverengi yuzeyi dısa gelecek sekilde. parmaklarınız kutuyla birlestiginde olabildigince acık tutun. O seklinde olmalı.. yada recep ivedikin yaptıgı hareketi hatırlayın:p hani birini gosterip parmaklarıyla bi isaret yapıp bu adam bölemi diye soruyordu ya:)))) diger elinizin bas ve isaret parmagıylada ortasına yakın bir yerden kibriti tutacaksınız..cok geriden tutarsanız kibritin kırılma olasılıgı cok yuksek olur.. karbonlu kısmına yakın tutarsanızda yanma olasılıgınız artar.. kibritin ucunu asagıya dogru tutup kutunun kenarına dogru yaklasıtırıp ani bir hareketle surtersiniz. kibrit tam parlamaya baslayıp cosss sesi cıkartınca vakit kaybetmeden avucunuzda olusan o bosluga yerlestirirsiniz...yine dikkatli olmanız gerek... cunku avucunuzu yakabilrsiniz... hemen sonrasında sigaranın ucunu avucunuza yaklastırıp sigaranızı yakarsınız.. ne kadar rüzgar olursa olsun yuzde doksan ihtimalle basarıya ulasır bu tesebbus daha once bunu yapan birini izlemediyseniz bence pek denemeyin:p bir yerinizi yakıp bana kufretmenizi istemem