Zıplanacak içerik

LostsouL

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

LostsouL tarafından postalanan herşey

  1. üşümek en kötüsüdür sevgilinin kollarında yalnız kalmak gibi oysa başkasına ihtiyacın olmadıgında nasıl bir his yokluğunu hissetmek hic sahip olmadıklarının ya ait olamadıgın o yerleri özlemek? üşümek en güzelidir kayboluşların sarılırken kendine hayallerini yakıp içinde ısınırken derin bir iç çekip sönmesin diye nefesini usulca dudaklarının arasından bırakırken... uyanmasın diye sevgilini öpmeye bile kıyamazken üşümek o gecenin sabahında diğer yarısı boş bir yatakta uyanmak gibi bu bir rüya deyip uyanmamaya çalışırken....
  2. düş yorgunu kızıl ışıklar vurur bir akşam üstü beyaz dallarına... farkına varmak ağır gelir bazen, sonbaharın bittiğinde teslim olduğunu görmek kışın yorgunluğuna...
  3. hayatla ölüm arasında duran bir şairden atılan son bir çığlıktır, bu sayfaya yazılanlar...
  4. LostsouL şurada bir blog başlığı gönderdi: LostsouL's Blog
    Genel olarak son bir kaç, aslında yaklaşık son 15 yıldır ciddi olarak oturup izlemiyorum televizyonu. Daha öncesinde de sinema ve çizgi film merakım olmsa yine izlemezdim. Ama şu bir gerçekki izlediğim reklamların haddi hesabı yoktur.. Her ne kadar reklam başladığı anda başka kanallara geçen biri olsamda dönem dönem özelikle durup izlemişimdir reklamları... Küçük çocukların hatta bebeklerin bile o renkli ekranda en çok ilgilendikleri programlar reklamlar olmuştur.. Belki de çok fazla görsel ve işitsel unsur içerdiği için dikkat çekiyordur... İyi bir hafızaya sahip olmasamda aklımda kalan bazı reklamlar var.. Yada sadece görüntüler ve şarkılar.. Çünkü bazı reklamlarda tanıtılan markadan yada üründen çok reklamın kendisi ilgimi çekmiştir. Bu bir reklamcılık başarısı olabilir mi emin değilim. Çünkü amaç ürünün tanıtılmasını sağlamaksa pek basarılı olmamıslar... reklam hafızamda önemli bir yere sahip bir ses var.. Aslında bir müzik, şarkı, bir kaç nota. Sucu Çocuk reklamı.. genç arkadaslarımız belki hatırlamayabilirler ama o harika müzik eşliğinde küçük bir çocuk, sıcak bir yaz günü su satmaya başlıyor elinde bir şişe ve bir bardakla.. Ve bozuk para sesi arada.. Su..!!!! Soğuk Su..!!! diye seslenen çocuk bir kaç zaman sonra daha büyük bir şişeyle su satmaya başlıyor ve bir süre sonra bir su tezgahı alıyor kendine.. İşlerini büyütüyor... Ama o reklamdaki müzik, yanılmıyorsam akustik bir gitarla çalıyordu. Önce yavaş yavaş, sonra yükseliyor ve ritmi hızlanıyordu... Bir banka reklamı için farklı bir konuydu ama güzeldi. ne zaman o reklam başlasa çakılıp kalırdım ekran karsısında... Acaba o sucu çocuk simdi nerde ve ne yapıyor? Yine bir bankanındı yanılmıyorsam arzum onan oynuyordu haluk bilginerle..sağduyu reklamı.. Zaten o günden sonra arzum onan hayranı olmustum:p kent şekerlerini bayram için yaptıgı o ihtiyar teyze ve amcanın yakınlarının beklemesi.. ciddi anlamda sarsıcı bir reklamdı ve belkide en etkili tanıtımlardan biriydi.. tekerleme gibi olan reklamlar vardır birde.. Çocuklugumda dilimize en çok yapısanlardan.. : -Bir bilmecem var çcocuklar..!! haydi sor sor... -Çayda kahvaltıda yenir..!! acaba nedir nedir?? bisküvi denince akla... tamam şimdi buldum, her an onun adı gelir eti eti eti.. bu şarkı radyo reklamlarından hafızama kazındı sanırım.. çünkü görsel anlamda hiçbir sey hatırlamıyorum. Bir de Şell rotella 20/50 diye yüksek ve kalın sesli abilerin söyledigi bir reklam sarkısı vardı Sonra Müjdeee Müjdeee size... parisienden müjde size diye ince narin sesli ablaların söylediği meşhur bir şarkı daha vardı lombardini çalışınca sular caglayıp cosuncaaa..!! diye bir sarkı daha anımsıyorum o dönemlerden.. bonibon reklamının müzigide fena değildi aslında.. bir sürü küçük çocuk koro eşiliğinde söyluyordu:) en tatlı sabahlarrrr çokokremle başlarrrrr..çokokrem... olsada yesek simdi:p birde nuhun ankara makarnası reklamı vardı ama bugunlerde o sarkıda gecen sözler pek iyi ellerde kullanılmıyor dalin reklamı vardı bide kucuk cocuklar yine anneccim anneciim baksanaaa sampuanım bitmiş alsanaaaa..!!!! obaa obaa nefis makarnaa..oba lezzet her sofradaaaa.... şıpsevdi reklamının bir sarkısı vardı.. sanırım genclik çagımızda oldugumuz icin bize cok romantik gelirdi ama simdi anımsayamıyorum nasıl birsey oldugunu ve grup vitaminin sarkısını yaptıgı ve söyledigi yedigün reklamının müzigi.. takmayacaksın tak açacaksın gibi bişiydi sanırım.. bu arada Gökhan kardesimizi rahmetle anıyorum.... birde sloganları vardı bu reklamların... : -Bira Bu kapağın altındadır..!! -hiç tanımadığınız bir erkek size çiçek verirse şaşırmayın nedeni impulse..!! -aç-kapa...aç-kapa... artema... -tıhk tıhk tıhk...ei günler..!!!! -rodeoo..!! ahmetler hüseyinler aliler için...!! ayşelerde tadabilir -çakar çakmaz çakan çakmak... -Ağzı olan konuşuyor..!!! -Ohhh Beee..!!!! -arkadaslar aramızda ülker cikolatalı gofret sevmeyen var mı? yokmu? Birde ciddi bir iğnelemenin söz konusu olduğu kült reklamlar vardır.. Ve bu reklamlar genelde tv ekranlarında gösterilmezdi: -Bir çocuk içeçek makinasını başına gelir, parasını atar ve bir coca cola alır.. Sonra tekrar para atar ve bir cocac cola daha alır.. Onları yere koyar, üstüne cıkar parasını atar bu sefer en üstteki pepsiyi alıp icmeye baslar Evet belki etik açısından hoş bir yaklaşım değil ama yaratıcı arkadasları cidden kutlamak isterdim:p Opet ve cem yılmaz işbirliğiyle hazırlanan reklamlar zaten iyi kurgulanmış seri bir film tadındaydı. Peluş karakteri hala herkesin hafızasındadır.. Ve son olarak yine cem yılmazın turk telekom reklamı.. her ne kadar türk telekomun satılmış olmasından, bunun ulkeye ihanet oldugunu düşünecek kadar rahatsız olsamda kabul etmem gerekiyor reklamları oldukca iyi... yine cem yılmazın tamamen duygusal..!!! reklamı vardı ama artık o gsm firması battı Ali desidero reklamları vardı birde.. jilet reklamı.. bu reklamın ilginc yanı bir kac yıl ara verdikten sonra ali desideronun geri gelmesiydi reklama Mesaj veren reklamlar vardır mesela.. belkide en hoşuma giden Kirlenmek Güzeldir.!!! bırakın çocuklar oynasın... Omo Öğretici reklamlar vardır mesela yurdum insanın büyük bir kısmı Papua yeni gine diye bir ulke oldugunu bir reklamdan ögrenmiştir:p yanımıyosam palio reklamı vardı.. kırmısı ısıkta araba durur bir bisikletli gelir ve arabanın yanında durup kaportasına dayanır.. ikinci ısıkta yine aynı manzara araba durur, bisikletli gelir arabanın yanında duru ve ayaklarını yere koymadan kaportasına dayanır.. ucuncu ısıkta ise yine bisikletli kendine guvenrek gelir arabanın yanına bu defa araba biraz geri alır ve bisikletli yere düşer:p bilmem kac milyon tane baloncuk yutturan bir gazoz reklamı vardı..sanırım frukoydu ve cok tatlı kücük bir kız cocugu oynuyordu reklamda.. baloncuk yuttum dedikten sonraki kıkırdayarak gulumsemesi öyle tatlıydıki... birde tadelleydi yanılmıyorsam.. kucuk cocuk milli takımın soyunma odasına girip herkese tadelle verir... sonra mahsun bir sekilde cıkar.. fatih terim arkasından seslenir.. Arkadaşş.. Sağol..!! birde markasını bırakın ürünün ne oldugunu bile bilmediğim bir reklam vardı.. Cocuk muhtemelen sevgilisinden yeni ayrılmış.. Yolda yürüyor, yanından geçen herkes cift halinde.. hayvanlar bile çift.. karsıdan karsıya gecicek yeşil yanıyor trafik lambasındaki yesil ısık bile yanyana yürüyen cifti gosteriyor.. cocuk kahroluyordu... Çok ince düşünülmüş bir reklam dı cok hosuma gitmişti... Hafızam beni yanıltmıssa firma sahiplerinden özür dilerim:p ama basta dedigim gibi.. markadan urunden cok reklamların kendisi girmişti hayatıma.... ama bir defa olsun bir reklamdan etkilenipte gidip o ürünü almıs değilim.. bu nasıl çelişkidir bilmiyorum. yinede seviyorum bu reklamları....
  5. ve yazmak kalıyor geriye tene dökülemeyen her söz içinde hissedemedigin her his kelime oluyor akıyor icinden tasıyamıyorsun cunku agır geliyor uzanıp dokunamıyorsun öpemiyorsun o düş yorgunu kızıl dudaklardan avucların terlerken ve yazmak kalıyor geriye tortusu birikirken icinde bir sevdanın tene dökülemeyenlerinin akıldan süzülüp özgür bırakılamayan dusuncelerin neden yazıyorum su anda paylasmak varken yatagını... neden soğuk bir kalem avuclarımda güzel ellerini öpmek varken... neden yanımda değilsin şimdi bir sabahı daha sensiz karsılarken direnirken sensiz bir uykunun karsısında kadermiydi bu, böyle acıklanabilrmi? birbiri icin yanıp tutusan iki beden hangi kitaba sığardı bu utanmazmıydı aşkın tanrısı bu çaresizlikten?
  6. LostsouL şurada bir blog başlığı gönderdi: LostsouL's Blog
    attığım her adımda ayaklarımın altındaki parke taslarından sesler geliyor.. kulaklarımdaki çınlama, gercekleri bastırıyor gibi.. halüsünasyon mu bu , bir göz aldatmacasımı.. hangsinde daha gerçek kalıyor insan? konusuyorkenmi kalabalık karsısında? yalnzıkenmi kendi basına? kelebek ömrü kadar kısa süren bir yanılmaydı bu, dogru yerde dogru kelimeyi kullanabiliyor olmak hala yetmiyordu guclu olmaya... ve insan vicdanının baskısından kurtulamadıgı icin hala bu dünya yaşanacak bir yer gibiydi.. inceden yayılır bir türkü cıglıgı.. cogu kimse bilmesede o mısraları mırıldanırdı biliyormus gibi... çogu insan yasamada yasıyormus gibi yapmıyormuydu zaten bu hayat adı verilen yalnızlıgı... şimdi sen bu satırları okuduktan sonra sokaga cıkıp birsey olmamıs gibi hayatına devam edeceksin.. belkide arayıp sevgilini özledim diyeceksin. yada işe gideceksin kufrederek soylenerek lanetler okuyarak.. kimbilir belkide hersey yolundadır peki o zaman bu icindeki boşluk niye? bir dokunusu yeterdi hatta nefesi bile.. sahip oldugum hayatın vasat seviyesine glemesine.. ama o kadar umursamıyor olmalıydı beni.. belkide kucuk cocuk tecavüzcülerini daha cok seviyordur.. benim gibi abuk subuk herifler yerine.. kimbilir.. saygı duyuyorum yinede cunku elimden baska birsey gelmez.. sen yinede isyan etme gel sukret haline diyenlere tek sözüm: benden daha kötüleri var diye bu halime sükretmelimiyim? kimbilir belkide benden daha kötü durumda olanlar var diye ben bu halimi hakediyorumdur onada eyvallah... sıkıldım ben bu düzenden..sürekli düzülen olmaktan.. değiştirmek icin elimden ne gelir diye dusunuyorum bazen..hicbirsey..belkide tadını cıkarmalıyım bu düzülmenin... o düzmenin tadına varıyorken sen.... ne haddime sesimi cıkarmak... beygirin arka tarafında yasayan sinek kadar bile yaşayamamak bir hayatı.. bunamı sukretmeliyim.. sende haklısın... daha kötüleri var dimi.. daha beter olmalıyım ben...!!!!
  7. ölmek üzereyken susuzluktan son anda yetşmişler de sanki iki damla su vermişler dudakları arasına silinecekse bu satırlar neden yazılır ya bu hayatlar bir gun kazma kürekle kazınacaksa topraklara nerede saklanır sevdalar? tesellisi nerde bu kayıpların batan bir iskele gibi çaresizim ama yakısıklı görünüyorum öyle değil mi? aklım fikrim muzurlukta biri bana gelsin alkış tutsun diye aklıma geleni yazıyorum komik duruyorum ama gülmüyormusun? yoruldum her gün sahneye cıkıp ünlü olamamaktan sıkıldım bir sürü satır yazıp tek birini okuyamamaktan bıktım planlar yapıp ilahi denen gücün karsısında diz çökmekten baştan kaybe meyilli bir savaşa girerken yenildim ya sen kazandın diye nede mağrursun? ben ölüp hapsolurken iki metre karelik bir cukura sen bu zaferden nasılda tatmin olursun? ağlıyorum işte sen mutlumusun? cehenneminde yak beni kazandıgın bu zaferle tanrımı olursun?
  8. palmiyelerle süslü yolun kenarında elinden tutup yürümek varken ve hayalini kurmek kışın ortasında bir yazlıkta sevişirken sahile inmek isteyip başaramazken dikenli tellerin üzerinden atlamayı gecenin bir yarısı bakıp gökyüzüne yıldız yıldız olmuş apaydın sarılmak sana bir binanın yedinci katındaki balkonunda bomboş bir havuzun mavisine bakıp hayal kurmak yanında uyanmanın güzelligi tariflere sıgmıyor ya seni öpmek karartma gecelerinde istila altındaki bir sehirde özgür kalmak için mülteci kurguları itiraf edip yalan bir itirafa sıgınıp ele vermek en yakın dostlarını sırf biz birlikte olabilelim diye ihanet etmek ve sıgdırabilmek küçük kırılgan bir vicdana bunu ne cok sevmiştim seni inandıgmı savundugumu ruhumu pazarlıklarda kaybettiğim utancımı gururumu örtbas ettigim senin koynunda bir sabahın karsısına bütün iyiniyetlerimi koydugum bir kumarsa bu tamam kaybettim ben kalkarken masadan son bir kez öp beni dudaklarımdan kışın ortasındaki bir yazlıkta öptüğün gibi sevgilinmişim gibi öp beni
  9. LostsouL şurada bir blog başlığı gönderdi: LostsouL's Blog
    geniş 4 şeritli bir yolun iki yanındaki geniş kaldırmından asagıya dogru yurumek.. sahil deniyordu o yola, su olmayan bir yol kenarına sahil demek..tuhaftı ama mantıklıydıda... insanlar aksam saatlerinde o geniş kaldırımda asagıdan yukarıya yada yukarıdan asagıya yururler, kültür parkı sınırlayan duvaların uzerine tourur sohbet ederler cogu zaman dedikodu yaparlardı.. lise cagındaki kızlar ve erkekler kacamak bakıslarda bulusur biraz daha cesaretli olanlar konusurlardı..mekanın en karlı işletmecileri cekirdek satan seyyar satıcılardı.. mevsimine göre dondurma tezgahı acanlar yada haşlanmıs mısır satan el arabalarıda iyi kazanıyordur şüphesiz... kültürel bir faaliyet gibiydi ve oldukca revaçtaydı özelikle gencler arasında.. aksam hava karardıktan sonra yaklasık 500 metrelik bir kaldırımda asagı-yukarı yurumek.. tanıdık yuzlerle karsılasmak selam alıp vermek.. yanınızda yuruyenlerle sohbet etmek.. kimi zaman geyik muhabbeti kimi zaman memleketi kurtarma girişimleri.. o ilcede yasayıpta birinden hoslanıyor ve söyleyemiyorsanız o sahil adı verilen akldırımlar size en buyuk kıyagı yapabilrdi bu konuda.. belkide bu yüzden bu kadar önemliydi yerel halk icin orası kimbilir... ve bir yabancıysanız dısradan gelmişseniz halkın arasına karısmak icin daha iyi bir yol bulamazdınız.. yine de bana her zaman tuhf gelmiştir.. sahil adı verilen sıradan dort seritli bir yolun kenarında uzayan geniş bir kaldırımda yurumek yada kaldırmın kenarındaki duvarların uzerine oturup gelen geceni seyretmek... yapacak daha iyi bir kültürel etkinligimiz olmadıgı icinmi yoksa sırf meraktanmı ordaydık emin degilim ama yazın cogu geceler orda olurduk... çoğu zaman bizim derdimiz kafayı cekip sohbet edecegimiz kafa dengi adamlar bulmak olurdu... yerel halktan birilerini tanımak sarttı cunku sadece onlar bilirdi gece onikiden sonra nerden alkol temin edilecegini... yeterlki cogunluga sahip olununca ki bazen bu cogunluk sadece 3 kişi bile olsa yeterdi bize sahilden yavasca uzakllasırdık.. gereken nevaleyi hesaplayıp en yakın tekel bayine ugrayıp kücük bir pazarlıkla istediklerimizi alıp eve giderdik.. ilk yudumla birlikte baska bir dunyada acardık gozlerimizi icinde buldugumuz dunyaya kapatıp... cogu zaman bildiklerimiz gorduklerimiz ogrendiklerimiz oyle agır gelirdiki, tüm bunlara katlanabilmek icin sarhos olmak gerekirdi.. ve biz dahda büyük bir bilince sahip olmak icin ordaydık düşüncesi kötü bir kısır döngüye sokuyordu bizi... anlık zevklerle uyusturulmak ayıldıgımız zaman ne zaman yine sarhos oluruzu dusunmek kaygısıyla akşam o sahili beklemek.. içiyorsak vardır bir sebebi... genelde hep icerdik ve cogu zaman bir sebep gerekmezdi bize..cünkü öyle guzeldiki alkolluyken saz çalan arkadasların yanında olup türkü söyleyebilmek.. bazen takılır bir iki mısraya hatırlayamaz, kendimi uydurur kendi şiirimizi bestelerdik.. ayılınca unutmak sarıtyla..cogu zaman unutmazdık ama unutmus gibi yapardık... bazen sadece anlamak isterdik.. insan nasıl oluyorda otoyola deniz gözüyle bakar ve kaldırımına sahil adını verip sanki o sahilde yuruyormus gibi hayaller kurardı... belki de sırf bu yüzden hep dısardan gelen yabancılardık biz...ne geldigi yere nede bulundugu yere ait olamayan....
  10. -söylesene beni kaç harfle sevdin? hangi kelimeye yükliyeyim seni sevmenin anlamını yada kac tanesine? anlatmaya başlasam çalışsam hangi anlamını tasıyabilir? yapışsan zamanın yakasına tutabilsen ne kadarını değiştirir yeteneksizliğimin? söylesene hangi kelimeye güveneyim bu ilişkinin tuzak sorusu bumuydu? hangimizi deniyordun bunu sorarken... benim sadakatimi mi ölcüyordun? yoksa duymak istediklerini söylediğim icinmi bu kadar öfkelisin.... seni seviyorum... her harfinde bir özlem, iliklerime kadar çektigim bu nefes tarif edilemeyen ütopyası bu sevdanın düğümlenen bogazım, terleyen avuclarım gozlerinden kacırırken gözlerimi saçmalarken izah etmeye calısırken başaramazken susmak yerine bir seni seviyorum'a sıgınırken ben belkide gereğinden fazla iyiydim açıklarken... anlamlandırırken bu aşkı sen sokaktaki sıradan sevdalara karıştırdın bizi... ellerinden tutabildiğim bir aşk benim ki.. o elleri ilk gördüğüm zaman birgün tutup öpebilecekmiyim diye hayal ederken sabah uyandığımda ilk görmek istedigim ve gece uyumadan önce öpmek istedigim tek kadındın sen diye özetlemeye calışırken altında kalıyorken kelimelerim birer birer tasıyamadıkları anlamların bir seni seviyorum'a sığındım.. kandırdın beni sevgili... ilişkinin tuzak sorusuna yakalandım bir kitaba konu olabilecek kadar basit olsaydı bu sevda ilk satırım sen olurdun.. ya sen sevgili? anlamlandıramadıgın bu sevdanın kaç satırına sığdırabildin beni?
  11. LostsouL şurada bir blog başlığı gönderdi: LostsouL's Blog
    muhtemelen benden 50 sene kadar daha büyük bir binada asansör olmak...sanki taş devri insanının otomobil lüksüne sahip olması gibi birseydi sanırım.. iki tarafa dogru açılan ahşap kapıları akerdeon misali ortadan ikiye katlanıyordu. bu kapıların kanatlarını actıktan sonra metal bir kapı daha vardı buda bir tarafa dogru tamamen katlanıp toplanıyordu... dar bir kabin.. ve oturabilmeniz icin bir bölüm bile ayarlanmış.. sanırım bu asansörü yapan kimse biraz romantik biriymiş.. cünkü iki kişi aynı anda asansörü kullanabilmeniz icin sevgili olmanız daha bir tercih sebebi olacaktır:p bundan elli yıl önceki insanların boyutlarıda bizden cok farklı değildi belkide tek kişi icin yapılmıştır kimbilir.. belkide ellerinde asansörü yerlestirecekleri boşluk yüzünden o kadar kücük ve dardı... altı katlı görkemli bir binanın merdiven boslugundan yukarıya dogru cekildiğinizi hissediyorsunuz içindeyken.. ama hareket etmeden önce en dıştaki ahşap kapıları ve içerdeki metal cerceveli kapıyı tam olarak kapatmanız gerekiyor.. kapıların üzerinde birbirine temas etmesi gereken yerler var ve kapılar kapanmadıgı zaman birbirine dokunmuyor..icerdeki dugmeler calısmıyor.. dısardan bakıldıgı anda o kadar guven vermeyebilir ama icindeyken tuhaf bir güven veriyor size.. dügmeye basıp yukarıya dogru hareketine baslamadan önce hafif bir sarsıntı oluyor. sonra biririne sürten lastik ve kayısların sesini duyuyorsunuz fısıltı gibi. o kadar nazik ve yavaşca ilerliyorki muhtemelen merdivenlerden yürüyen biri olsa o an rahatlıkla sohbet edebilrsiniz kendisiyle...kabinin her tarafı pencereli ve dısarsını net bir sekilde gorebiliyorsunuz..içindeyken oturabileceginiz yer oldukca rahat ve arkanıza yaslanıp dinlenebiliyorsunuz bu yolculuk esnasında hatta hayal bile kurabiliyorsunuz eski zamanlara dair.. ineceginiz kata geldiginizde bir klik sesi duyuyorsunuz ve duruyor asansör..önce metal cerceveli kapıyı ardından ahsap kapıları acıp yavasca icinden cıkıyorsunuz... sanki zamanda yolculuk yapmak gibi.. ama gidiş-dönüş bir seyahat oluyor bu... bunca yılın ardından bu kadar düzgün ve özveriyle işini yapan kac makina vardır ki? ne kadar aceleniz olursa olsun, ne kadar öfkeli ve kızgın olursanız olun sanki iyi bir terapist gibi insanı sakinleştiren bir makina...indiginiz zaman tekrar kapılarını kapatmanız gerekiyor yoksa o katta mahsur kalıyor asansör..sanki sizinle tanıstıgına memnun oldugunu belirtir gibi ahsap kapının kolu elinize daha bir sıcak geliyor ayrılırken... aradan bir kac saat geciyor bu defa baska bir binanın asansörü önündeyim.. sanırım 22 yada 23 katlı mavi camdan bir bina... agır metalik kapılarıyla dört tane asansör birden calısıyor.. aç bir canavar gibi her gün yuzlerce insanı dişleri arasına alıp ögütüyor ve sonra posasını dısarı atıyor gibi..dügmesine basınca yeşil bir ısık yanıyor dijital göstergesinde kacıncı katta oldugu yazıyor.. sanki saatin saniyelerini sayması kadar hızlı bir sekilde akıp geciyor rakkamlar ve agır-soguk metal kapılar acılıveriyor iki yana.... belkide bir cogumuzun odası kadar geniş bir kabin.. sağ tarafta onlarca dügme... yine dijital bir gosterge ve kabinin duvarları boydan boya aynalarla kaplı.. belkide insan içinde kendini yalnız hissetmesin diye o aynaları koymuslardır... ama nasıl yalnız olabilirki insan aynı anda 18 kişiyle yolculuk yaparken...spot lambalarla aydınlatılmış müzik yayını olan sanki birinci sınıf mevkide yapılan ucak seyahati gibi.. hatta otomatik olarak calısıp duran bir havalandırma cihazı bile var.. ve toplam yapacagınız yolculuk süresi maksimum 12 saniye... kapıları kapatmak gibi bir mecburiyetiniz yok yada mekanik anlamda calısmasına ilgi duymanızda gerekmiyor.. cunku makina gereken her işi kendisi yapıyor size gereksinim duymadan.. siz sadece gideceginiz katın dügmesine dokunuyorsunuz onun dısında dokunmanızı istemiyor sanki ona.. tek istediği en kısa sürede sizden kurtulmak gibi... ilk asansörü yapanların hayali hangisiydi bazen merak ediyorum.. 12 saniyede 22 katı cıkabilen metal ve aynalı teknolojinin son harikası makinalarmı? yoksa 6 katı 45 saniyede cıkabilen ahşap ve camlı içindeyken oturup dinlenebileceginiz, merdivenlerdekilerle sohbet edebileceginiz, hatta sevgilinizle bindiginiz zaman, tartışmış bile olsanız, birbirinize sarılmak zorunda kalabileceginiz o küçük ama duygusal makinalar mı?
  12. sanırım ben cok büyük ve ciddi bir hata yapmısım.. üzmez o cocukla birlikte olmamıs... tecavüz diye birsey ortada yok.. arada sözkonusu cinselilkle ilgili bir ilişki zorlamasıda yok.. zaten ebeveynler herhangi bir suclamada bulunmadılar.. cocukta suclamada bulunmadı.. demekki ortada sadece bir iftira ve karalama calısması var sayın üzmeze karsı.. bekir arkadasımızda bunu cok acık bir sekilde belirtmiş tesekkur ediyorum kendisine bu aydınlatma icin.. demekki vakit gazetesi butun baskılara ragmen kendi yazarını koruyarak buyuk fedakarlık yapmıs.. belki de bu yüzden sayın adalet bakanı konuyla cok ilgilenmedi sadece sesinizi yukseltmeyin dedi.. demekki ben yanılmısım.. bu yuzden basta sayın üzmez olmak üzere, digerlerinden ve burdaki arkadaslardan sözlerim icin özür diliyorum... adalet ve hukuk sistemimize sonuna kadar guveniyorum.. halkı ve ülkesi icin calısan adalet ve kalkınma partisi calısanlarına, uyelerine, ve oy verenlere basarılarının devamını diliyorum... buna bile bir kılıf cıkartılmış ya benim söyleyecek başka sözüm yoktur... durmak yok yola devam....!!!!
  13. bir anlamı olması gerekmiyordu aslında altalta yazınca kafiye olsun diye değil sıkıldıgım icin uzun cumle kurmaktan olur olmaz yerde kısa kesmelerim aklım başımda değilki ansızın alıp gitmelerim tuhaf olsun şimdi burda olsun ve okusun diye yazdıklarım hic burda olmadıgı icin benim ısrarla yazmadan duramayısım.. elimde olsa simdi yanına gelip sana sarılıp yatmazmıydım? ben gönüllü olmadımki bu hezimete bir kurban gerekiyordu ve önde duran bendim ses cıkarmadımmı sanıyorsun isyan etmedimmi bu kayba? ben seni beklerken en ön sırada sen başka bir adamın koynunda başka bir hayatın kafiyesinde nede mutluydun uyanırken her sabah benden uzak bir şehrin gürültüsünde benim öldügümü duyamayacak kadar meshguldun... hazırlayacak yemeklerin ve agırlayacak misafirlerin vardı akşam o adam evine dönünce onu karsılaması gereken bir kadın vardı ve sabahında onu işine ugurlayacak bir kadın... gecesinde yanında yatacak, dokunma mesafesinde...
  14. LostsouL şurada cevap verdi: iLyAdA başlık Şiir Forumu
    sonra gece karısır kanına içinde örtbas edilememiş duygular hangi kelimeyi kullansan yetmez bu sancıya bu karın agrısı bu tutsaklık bazen gönüllü itaat eder insan başka bir varlıga aklın mantıgın suspus olur belkide en yanlış dediğin diline söz olur nasılda yüzün kızarır en ayıp tahammül olur durup durup anlatamadıgın aşk olur bir gün bir rüzgar değer tenine hissettiğin yaşamak olur...
  15. ne cok kalabalıksın sen.. oysa bir tek kadını sevmiştim... bir sözünden kafiyeler uydurdugum ordasın diye, varsın diye, okursun diye panikledigim olur olmaz sonra tamam okudu deyip gülümsedigim bir kadındın sen tanıdım diyebildigim teninin tuzu dudaklarımda inkar edemedigim ne cok korkmustum dizlerinin dibinde kırılmaktan cok kırmaktan yarım kalmaktan belkide en ateşli yerinde sevdanın belkide öyle yorgundum ki bir kez daha öpse beni kalbim buna dayanmazı düşünüyorken ayrılık bir otobüs penceresine sığmıştı sanki bir kac dakika önce o güzel dudaklar benim tarafımdan öpülmemiş gibi bir hoşçakalı fısıldıyorlarken...
  16. gittim ayrılırken buz tutmuş ellerindi dokunamadıgım kaçamak bakışlarımız yasaklara sabitlendi oysa görmek yasaktı biz sıradan cümlelerde belirtisis sıfatlara yüklendik vedalaşmayı bile beceremiyorken sevda şiirleri yazmaya yeltendik.. son bakışınla kalabalığın arasında düzmece bahanelere kandık... gittim... içinde binlerce kelimemi bıraktım beynimin kıvrımları arasından sıyrılıp gecelerine karışan peşinden gelen gölgeler gibi aynaların yansımasında gördügün ve avunamadıgın ucuz oyunlarımla yaşamına sıgdıramadıgın bir ur gibi büyüyen içinde sözlerim kaldı gittim... kalsaydım bir işkenceye dönerdi bu yanlızlık bir gestapo subayı edasıyla zamanın karsısında kıvranmana izin veremezdim bu yüzden bu kadar soğuktum belkide bu kadar cani iliklerinde ben kalmıyayım diye bütün kanını akıttım, aklındaki bütün benle baslayan anılarınla seni yarım yamalak bir kötürüm gibi bırakmak pahasına gittim ayrılık damarlarında yayılıyorken bunu bile bile sen geçmişin dökümünü alırken sonbahar hüznüne karısırken sözlerin gelsem çiçeklenirdin ışık kaplanırdı her yanın bunu bile bile gittim... senin yoruldum dediğin benim bir türlü tarif edemedigim bu isyanın türkçesidir... gittim.. cünkü kalamayacak kadar çaresizdim...
  17. gözlerimi açabiliyor olmak uyanmakmıdır? ne zamandır insanlar onlara yüklenen rolleri layığıyla oynayabiliyorlar... senin yanımda olmadıgın sabahlar bir göz yanılgısımıdır? hadi bir sabah daha uyandım diyelim sensiz bir gece daha nasıl sabaha bağlanır? ne gerek vardı ki sana? senden önce de yeterince zordu kabullenmek senden sonra, bir hayatı yaşıyormuş gibi sonraki günlere paylaştırabilmek... sanki bana hiç dokunmamışsın gibi öpmemişsin gibi çatlayan dudaklarımı isteklerimi gömmek bir ulu çınar dibine... sanki bir gün gelip unutabilecekmişim gibi....
  18. biri bir pencere acabilirmi.... yada bu kanalların bir kapısı varmı? sağ ust kosedeki carpı dısında yada simge durumunda ufaltılabiliyormu su anda yasadıgım hayat ve yeni bir pencere acıp oraya ne kadar yazabilrim biri bir pencere acsın yada camı kırsın kac saattir damarlarımdaki pis kanı akıtıyorum iltihap yuklu asklarımın hesabını veriyorum tanrıya ve özur diliyorum tum gunahlarım icin ihtiyar bir rahip buldum simdi beni kutsadı en son sevgilimin saclarıyla yusumu kuruladı simdi sadece acık bir pencere istiyorum camı kırsanısda olur ve ben hala yangından en son kurtarılacak bir cekmecede sıkısıp kalmıs bir yarının hesabını yapıyorum simdiki zaman yohk gecmiş zaman yohk gelecek zamanların canı cehenneme hangi alkol ikindisinde yasıldıki bu satırlar simdi yakamoz misali aklıma carpıyor yoruldum biri benim icin bir pencere acsın yada neyse ben atarım kendimi kendimi bosluga bırakıp ucabildigim kadar ucmak istiyorum kanatlarımın beni tasımaması umrumda degil... simdi o eskiden tanıdıgım kucuk kızın beni gelip almasını bekliyorum... gelmiyecek olmasının hicbir önemi yohk.. biri su pencereye uzanabilirmi..acmasına gerek yohk.... sadece artık nefes alamıyorum...
  19. ne boyalarım kaldı elimde nede kelimelerim duvarlarını boyayamayacak kadarda yorgunum artık bu kendi mahzenimin insan neden kabullenemez yenilgiyi neden hep bir inattır dik durmaya calısır dizlerinin üzerine düştükce.. artık kazanabilir olmak bile cekici gelmez insana iş işten gecmiştir sıradan mukafatlar için fazla doyumsuz mucizeler içinse hanüz o kadar olmadım ben... altını cizerek yazıyorsun diye bu satırı dahamı önemli digerlerinden?
  20. içimi kemirip duran ucuz düşünceler kimleydin ne zamandın nerdeydinleri sıralıyorum bir acıklaması olsun diye değil belkide sırf soru olsun diye aklıma takılıp duran huzursuzluk olsun rahata alışmasın diye içimdeki cocuk yorulsun usansın diye belkide hani hersey yolundayken nazar boncugu olsun diye bir ucunu kıvırmak kösesine bir cizik atmak içindeki cocuk alışmasın diye hor kullanılıp bir köşeye atıldıgında cok kırılmasın hazır olsun diye baştan böyle ağır abi havalarım fiyakam kimeydi aslında ucuz bir komedinin boyaları yüzünden akmış palyacosu şimdi bitti derken sen nasılda alıp hafife hayır bitemez ben istersem ancak derkenki zavallılığım... şimdi bu gögsümü sıkıstıran zaman mı? yüzümdeki boyaları silip cizgilerini bırakan bir aynanın karsısında apoletlerini sökmeye calısan hangi meydandan kaçırılmış bir kumandan kaybettiği bir savastan arda kalan yırtık üniforması ve bakışları yorgunlugundan kapanırken gözleri sökerken apoletlerini gercek rütbeleri gibi işlenmiş bedenindeki yara izlerini elleriyle kapamaya calışan artık bitti diyen yaveriyle gözgöze gelemeyecek kadar yenilmiş kağıt üstündeki bir teslimiyettende acısı kalbini kaçarken agır gelmesin diye ardında bırakmış bir kumandan tek perdelik bir komedinin oyuncusu şimdi yara izleri kapanmış bir sonraki sahneye hazırlanırken calıştıgı replikleri bir muzaffer edasıyla verdiği emirleri yerine gecerken ne cok kaybetmişti aslında bu savaşı her defasında biraz daha yabancı ayrılmıştı sahneden...
  21. kıyısında durup izliyorum batmakta olan koca bir şehri sislerin ardından kirli gri ışıklar gölge boyları uzadıkca karanlıga karısıyor fısıltıları insanların beni nereye götürecegini bilmeden baslıyorum yurumeye yol secmiyorum uzun zamandır kısa cümle boylerında soluk alıp verirken yorgun düşmüş derin bir iç çekip yeniden baslamıs gibi konusmaya kurulmamış bir sofranın basında hazır beklemek gibi aç gözlülüğüm için beni bağışla sevginin arsızı yetiştirilmiş ruhum öpsen dudaklarımdan fazlasını istiyorum bir girdabın calkantısına bırakıyorum kendimi köpüren suların arasına tutup kolumdan ceksen yukarı yada görmezden gelip yürümeye devam etsen karnı burnunda bir birliktelikti bizimkisi ayrılıga gebe sancılı bir dogumda masada kaldık ikimizde...
  22. LostsouL şurada yorum gönderdi LostsouL'nın blog başlığı içinde LostsouL's Blog
    zamanını ötesinde bir akla ve görüşe sahip olmak... en yakın dostlarınızın bile sizi anlayamaması ve bunu bilerek olası ayrılıklara karşı önlem almak... biz bugun aradan gecen onlarca yıl, olan biteni bilmemize ragmen, daha büyük imkanlara sahip olup onun 80 yıl önce bugun olacakları bilmesi ve bu yolda calısması sayesinde burda olmamıza ragmen hala bir cogumuz onu anlamamakta bu kadar diretirken O'nun zamanında yasayan insanların onunla gercek anlamda bir arada olamamasından daha doğal ne var? bahsedilen yalnızlık bence O'nun hissettiği yalnızlık bundan kaynaklanıyordu.. yanında birilerinin olmaması yada ona duyulan sevgi, özlem, baglılık, saygı eksikliği değil... onu tam anlamıyla dinleyip neler hissettigini anlayabilecek kimseyi yanında bulamadıgı icin yanlızdı... belki de bu yüzden ne zaman bu durumla başetmekte zorlansa yazmaya baslıyor yada kendine zorlu uğraslar buluyordu... ve bu filmde iyi işlenmiş konulardan biride buydu...
  23. LostsouL şurada bir blog başlığı gönderdi: LostsouL's Blog
    bu konu icin dogru yer oldugundan emin değilim ama sanırım filmde farkettiğim bir kac ayrıntıyı yazmam gerekiyor.. kimbilir herkes farketmiştir belkide bu yüzden gunlerdir surekli filmle ilgili dusuncelerini anlatıyorlar ama Can Dündarın bir sözü hoşuma gitti... Bu benim Mustafa'm ben böyle gördügüm icin eserimi böyle yaptım dedi.. kimbilir belkide haklıdır.. ama bahsedilen insan taşıdıgı ve ona yuklenilen sıfatlar gözönüne alınınca kişisel anlamda benim demek pek kolay olmuyor. bende kendi yazımı yazmak istedim... Mustafa... Mustafa adıyla hitap etmek düsünmek bile tuhaf geliyor ama kötü anlamda bir tuhaflık değil bu.. bunu tarif edecek dogru kelimelerim yok belki ama Mustafa sanki Kemal ve Atatürk isimlerinin verdiği resmiyetten sıyrılmış gibi sade ve sıradan bir insanmıs gibi sanki benim veya sokakta hergun yanından gectigim herhangi biriymiş gibi... filmin ilk sahnesinden bunu hissettiriyor insana.. keske o doğduğu büyüdüğü yerlere son birkez gidebilseydi dedim..o dört mevsim isimli tabloda gordukleri ve hissettikleri.. farklı cümleler ve alıntılarla ustaca kurgulanmıs bir belgesel film, yada bir senaryo uyarlaması... öyle bir hayatı iki saate değil binlerce saate bile sıgdıramayabilrsiniz anlatırken.. sadece alıntılar yaparsınız ve bunları birleştirirsiniz.. bazı bulmacalar vardır. noktaları birleştirirsinz ve ortaya resim cıkar.. bu noktaları dogru sekilde birleştirirseniz anlamlı bir resim ortaya cıkacaktır ama yanlış noktaları secerseniz o zaman ortaya cıkan resminde anlamı olmaz..yada cok farklı bir yerde bulursunuz kendinizi.. film vizyona cıktıktan sonraki iki hafta boyunca nerdeyse butun tv kanallarında butun gazetelerde kose yazılarında tartısıldı durdu.. karsı cıkanlar iyi olmus diyenler ortada kalıp ses cıkarmayanlar... belkide bu yüzden bütün önyargılarımdan sıyrılmıstım iyi ve kötü anlamdaki bütün yargılardan bagımsız... sadece bir film izlemeye gittim.. beyoglundaki kücük bir salonda ve kalabalık sessiz bir grupla sadece izledim... muhteşem müzikler ve gözümün onunden akıp giden siyah beyaz kareler, fotograflar, canlandırmalar.. saatlerce cıkmadan orda izlemeye devam edebilrdim.. kimi zaman şiirsel bir anlatım kimi zaman ince espriler.. ama arada bir durup durup Mustafa'nın agzından söylenen: -ben de insanım... bu söz sanki her on bes dakika bir tekrarlanıyor gibi hissettim.. bazen bir fotograftaki bakısında bazen o dönemde cekilmiş siyah beyaz bir filmin karelerinde bazen O'nun agzından seslendirilen bir cumlede... yalnızlık ve karanlıktan korkması... zaten bir cogumuz da böyle değilmiyiz... bir cogumuz iş hayatında okul hayatında yada aile hayatında yasadıklarıyla defalarca kendisine bende insanım yeter artık demiyor mu? tarlada kargaları kovalayan kücük bir cocukken de yalnızdı yıllar sonra bir ulkenin kaderini değiştirirkende yalnızdı... kimbilir belkide bunu O secmemişti ama ustlendigi gorevler mecburen diger insanlarla arasına mesafe koymasına neden olmustu ve onun ödemesi gereken bir diyet gibiydi bu yalnızlık.... tüm yasadıklarının bir bedeli gibi... belki de isyanı bu yüzdendi hicbir zaman yüksek sesle dile getirmedigi her zaman icinde bastırdıgı isyanı... O'da bir insandı sonucta..zaaflarıyla, hatalarıyla, zayıflıklarıyla hırsı öfkesi neşesi ve aşklarıyla bir insan... bu film bunu anlatmaya calısıyordu.. onun szölerinden kücük alıntılarla, yakınlarının tuttugu notlarla, yazılan mektuplar ve cekilen telgraflarla, resmi tutanak ve gazete kupurleriyle, cekilmiş fotograflarla boş bir sayfaya noktalar konmuş ve sonra bu noktalar birleştirilip bir insan silüeti ortaya cıkartılmıs... Kemal Atatürk'ün karsısına Mustafa konmak istenmiş gibi... Aslında son zamanlardaki tartısmalara bakıp ikisi cok farklı insanlarmıs gibi dusunulebilir... hatta aldıgnız ezberden sonra bu filmi izlerseniz ilk izlenim olarak sizde bunu dusunebilirsiniz ama aslında tek bir insandan bahsediliyor hem filmde hem ezberimizde aynı insan...Mustafa Kemal Atatürk... Filmin bu kadar eleştiri almasının ve ses getirmesinin bazı nedenleri var ve acıkcası benimde dikkatimi cekti... ama üzerinde durupta bir komplo teorisi uretmek biraz gereksiz geldi... boş sayfa üzerine noktalar konurken özelllikle bazı noktalar konunun dısındaymıs gibi hissettim... Atatürk gibi bir önderin insansı yanlarını anlatırken bu sırıtan noktalar insanların kafasında soru isaretleri uyandırdı.. mesela binlerce farklı konularda farklı fikirleri varken bir arada bir kac saniye icinde Mustafa'nın agzından su sozler soylendi...'kürtlere özerklik verilmeli ama ülke sınır bütünlüğü korunmalı...' evet Atatürk böyle bir söz söylemiş olabilir ama filmin o yerinde bu sözün ne işi var diye dusunuyor insan... bir baska yerinde yaklasık bes dakika süreyle meclisin nasıl acıldıgı, acılırken hangi duaların okundugu, özellikle cuma gününe alındıgı bu acılısın ve halifelikle saltanatın kurtarılması icin acıldıgı işleniyor... ve filmin devamında bundan bir kac defa daha bahsediliyor... Evet buda dogrudur buna kimse itiraz edemez... baska bir yerdeki sözde oldukca ilgi cekici... Atatürk konusmasında ' müslüman din kardeşlerim ve kominist yoldaslarımın işbirliğiyle...' medreselerin kapatılma nedeni icinde medresede egitim alırken yedigi dayagın intkamını aldı gibi bir ifade kullanılıyor ama bu cok ciddiye alınacak bir söz değil gibi.. cunku inceden bir espri oldugunu seziyorsunuz filmi izlerken.. ama filmi izlemeden bu sözü duyarsanız ve okursanız gercekten tuhaf gelicektir bundan eminim... tüm bunların arasında Mustafa anlatılmaya ve hayatından kesitler verilmeye devam ediliyor yine en insancıl yanlarıyla.... filmin sonuna dogru ise bir fransız gazetesinin küpürü gosteriliyor.. zevkine düşkün olan Kemal Atatürk bunun bedeli olarak hastalandı gibi bir ifade kullanılıyor... işte belkide tüm film boyunca en gereksiz ve en yanlıs sahnelerden biride buydu... Bİnlerce farklı gazeteden binlerce farklı makale haber alınabilecekken neden özellikle bu satırlar secilmişti? Atatürk gercekten zevklerinden vazgecemedigi icinmi icki ve sigara kullanıyor ve hasta oluyordu? bütün bir film boyunca bir insanı anlatıcaksınız ve sonunda sanki o filmi siz yapmamıssınız gibi tamamen yanlıs bir ifade kullanıp bütün bir resmi karalıyacaksınız.... Eger can dündar bu sahneyi bilincli bir sekilde filme koyduysa ya bunu kasıtlı yapmıstır yada kendi arastırıp ortaya cıkardıgı filmden hicbirsey anlamamıstır diye düşündüm... tam bunu düşünürken filmin sonunda mecliste yaptıgı son konusmanın iki cumlesi üzerinde duruluyor ve vurgulanıyor: 'gökten inme gaipten gelme düşüncelerle değil, yaşamın kendisine ait düşüncelerle....' belkide bu iki cumleyi filme koymadan önce o konusmanın tamamını vermeliydi... Mustafa savaş bitipte ilk defa İstanbul'a geri döndügünde kendisni karsılayan coskulu kalabalık karsısında heyecanlanıp heyecanlanmadıgnı soranlara ise, bu kabalalık birgün aynı coskuyla bizi asmak icin bir araya gelebilir diyordu... belki de bütün bir filmin özeti gibiydi bu söz... 'Beni hatırlayınız...' bu söz ise son 50 yıldır bize diretilen, uygulanıp hayata gecirilmek istenen bir psikolojik baskının, O'nun unutturulmak isteneceginin bir öngörüsü gibiydi... O'nu yaptıklarını ve fikirlerini unutmak demek bu millet icin tarihin sayfalarına karısmak demekti...O yıllar öncesinden bugün olacakları bilmiş uyarılarını ve görevini yapmıstı... O bir insandı.. Ülkesini seven ve ona hizmet eden sıradan bir insan... tek yaptığı sahip olduğu yetenekleri hicbir cıkar gözetmeden üülkesi adına kullanmaktı...kendini harcamak pahasına... bence filmi izleyin...zaten Mustafa kendini anlatıyor resimleriyle, sözleriyle, görüntüleriyle... sırf bunu görmek icin bile gidilirdi bu filme....
  24. allah aşkına biri bana acıklasın benim kafam almıyor cunku.. bu ulkede 17 yasındaki bir kızla 18 yasındaki bir cocuk asık oıluyo ve aileleri izin vermedigi icin kız cocukla kacıyor, cocuk yakalandıgı zaman reşit olmayan bir kızla birlike olmak yuzunden ceza alıyor senelerce ceza evinde yatıyor nolur bana simdi bu durumu biri acıklasın? 70 yasındaki adam 14 yasındaki bir kızla cinsel ilişkiye giriyor ve adam serbet kalıyor? benim aklım almıyor midem kabul etmiyor bu durumu bana izah etsin biri lutfen hukuksal acıdan acıklasın yada din acısından acıklasın yada kutsal kitaplardan alıntı yapsın yada bir sekilde cıkıp bunun dogru oldugunu bu herifin yaptgının dogru oldugunu izah etsin ve bu yuzden serbet kaldı desin? bu ulkede artık sokaklarda 16-17 yasındaki kız ve erkekler elele bile gezemez oldular.. otobuslerde minubuslerde kadınlarla erkekler yanyana bile oturmuyor ama 70 yasındaki adam 14 yasındaki kızın ırzına gecehbiliyor bu normal karsılanıyor.. bu kadarmı midesiz bir toplum olduk biz bu kadarmı zavallıyız bu kadarmı dusunemiyoruz goremiyoruz olan biteni? yada bendemi bir sorun var aklım almıyor.. anlayamıyorum bu olan bitenleri dogal karsılayamıyorum.. 70 yasındaki herif üzmez değilde sokaktaki herhangi bir adam olsaydı simdi ne olurdu? bugune kadar cocuklara tecavüz edenler ne ceza aldılar bu ulkede bu yaratığın ayrıcalıgı ne? neden bu yasalara adamına göre farklı muamele yapıyorda kimse cıkıpta sesini cıkartamıyor? bu dini bütün müslümanlar, bu cok inananlar bu her kosuda sartta islamı savunuruz diyenler bu savunmaya ne zamandır tecavüzcüleri hırsızları insanları diri diri yakanları katıyorlar? bana biri cıkıp 14 yasındaki cocuga tecavüz etmenin dini yönden yararlarını acıklasın? az önce neyi tartısıyoruz diye sormustum... öyle bir döneme geldikki kız cocuklarına tecavüzün dogru olup olmayacagını ne zaman bir cocuga tecavüz etmek suc olur ne zaman olmazı tartısıyoruz.. bu kimseye tuhaf gelmiyor mu? allah askına ilk gunden beri akpyi saunan arkadaslart yada akpli olmayıpta akpnin yaptıklarını dogru bulan arkdaslar yada dini acıdan benden daha fazla bilgiye sahip olan dini butun arkadaslar bana su sorunun cevabını versinler: -14 yasındaki bir kız cocuguna tecavüz edip günahkar olmamak ve bu ulke yasaları tarafından ceza almamak icin ne kadar ibadet etmek gerekir? farkında değilmisiniz bir yaratık, kücük cocuklara sehvet besleyen hatta daha ileri gidip bir kız cocuguna tecavüz eden tuhaf bir yaratık serbest kalıyor ve biz hangi cocuga tecavüz edilir hangisine edilmezi tartısmaya basladık... adalet bakanı cıkıp bu carpıklıkla ilgili tek bir adım atmıyor sadece basın yayın organlarına fırca atıyor bu adamı konusturmayın diye.. demekki sayın adalet bakanı bu adamın yaptıgını dogru karsılıyor..demekki adalet bakanın mensubu oldugu parti ve uyeleride bu adamın arkasında duruyorlar.. demekki bu partiye oy verenlerde bu üzmez denen yaratıgın ceza almasını istemiyrolar... nasıl bir ülke olduk biz? Durmak Yok Yola Devamm..!!!!!! ama benim midem artık bunu kaldırmıyor....
  25. nasıl olsa bu yaratık müebbet ble yese cumhurbaskanı bunu affetmeyecek mi? madımakta 37 insanı canlı canlı yakanlar idam cezası bile alsa cumhurbaskanı onlarıda affetmeyecek mi? cumhurbaskanı onu o makama getirenlere borcunu ödemek icin tereddut edermi? hırsızlık yaptığı yargı tarafından belirlenmiş ve ceza alınmıs bu ulkenin trilyonlarını alan insanları affetmedimi? bunların ne farkı var? neyi tartısıyoruz? adet gören kız cocuklarına tecavüz etmenin mübah olup olmadıgnımı? hangi dinde yada inanısta bunun sartları belirtiliyor? bundan yüzlerce yıl önce zamanın sartlarına göre belirlenmiş kuralları bugun kesin ve mutlak dogrudur diye hayata gecirmeye calısmak nasıl bir düşüncedir nasıl bir mantıktır? neyi tartısıyoruz? Durmak Yok Yola Devam..!!!!!

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.