Zıplanacak içerik

LostsouL

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

LostsouL tarafından postalanan herşey

  1. kanun hukmunde kararnamelerin gensoru onergelerin hayatımın butun politik ntiharlarının basında seni adın geciyordu ve seni cıakrtınca hayatımdan butun dokunulmazlıklarım havada kalıyordu baska bir cumhuriyetin cocukları gibiydik biz durmadan sorusturmaya tabi tutuluyordu birlikteligimiz ve seni benden beni senden ayrı goruntuleyen tek bir karesi yoktu siyah beyas fotografların uzun bir hayatın temeline konulan dinamitlerin sorumlusu gibiyidim sense bu hikayenin bir turlu temize cıkartılamamıs sucsuz cinayet zanlısı oysaki butun kanıtların isaret ettigi gibi bir intihar vakkasıydı bu ne cinayet silahında parmak izlerin vardı nede geriye bırakılan notta adın köşeye sıksıtırılmıs bir kurbanın son arzusu ölümden baska secenek yoksa eger yasamdan baska secenekleri degerlendirmek... intiharıma cinayet susu vermek benim fikrim deildi yada suc ortagı yapmak seni kapılıp bu karamsarlıgın ruzgarına oysaki odamdaki butun esyalardan silmiştim parmak iZlerini ve tenimdeki Öpüşlerini adli tıbba sevkedilirsem diye yapıLabilecek dna testlerinde sen cıkmayasın diye kEsip damarlarımı bileklerimden olabildigince bosaltmıstım kanımı... ve aklımı icinde senin oldugun her saniyeden... ne kokunu bulacaklar tenimden nede adını ardımda bıraktıgım intihar notundaki şifreli keliMelerden...
  2. durup durup eski sözlerime takılıyorum yenilerinin hesaplayamadıgım etkileri belki dolar gozlerin senden yıllar sonra yazılanların seninle bagdastırılacak ne yanı var? platonik bir sevdanın bilinmeyeniydin sen ne adını verdim kimseye nede unuttum her aksam ustu bekledigim binmeni tuhaf 92b otobuslerinin ve inatla saatlerine gore plan yaptıgım i.e.t.t. mudurlugunun belkide ne cok hayır duası ettim seni veriyor diye bana ve alıyor diye beddualarım ve hala gecenin bir yarısı actıgım sessis telefonlarım bilncli bilincsiz bir sevdaya alıstırma yapmalarım test sorularım ve bir turlu dogrulugundan emin olamadıgım cevap anahtarlarım.. ne senin gercekligini ispatlayacak kadar dersime calısmıstım ben nede yoksun diyerek realist bir hayatın öfkesine kapılmıs seninle birlikte gecirebilecegim halde bir turlu dogru zamanda dogru yerde olamıyorumu içime gömüp salaş gecelerin soğuklugunda mekanik bir ahizeden gelen sesine bıraktım bir gun sonra inkar edecegni bile bile bir gun öncenin gucuyle ayakta kalıyordum yuksek ates ve oksuruklu bir hastalıgın aşısı gibiydi sesini bedenim uzerindeki etkileri ve ben uc gunden uzun sure seninle konusamassam inanmıyordum yeniden ayaga kalkacagıma... tam 14 yılın ardından kelimelerim daha iddialı artık ve sözlerim curretkar sensiz de yasayabiliyor olmanın gucu damarlarımda ne kanım aktı nede canım yandı seni cıkarınca icimden ne geri geldin aglayınca nede seni unuttum baska bir kadının kollarında yerine koyamadıgım kadar yoksullugum hala adının harflerinden olusan şiirler yazamayacak kadar beceriksizim ve hala içinde senin gecmedigin bir şiir yazabilecek kadar guclu bir şair.. sensiz bir hayatı tekbasıma yasamaktan daha zordu geri kalan ömrümü baska bir kadının kollarında tamamlamaya calısmak ve utanıp sıkılmadan yalan soylemeye kızıl saclı bir kadının avucları arasına bırakmak senin icin yazılmıs bir şiiri bir baskasının gönlüne...
  3. farkına vardıgımdan beri kendime ihanetlerimin, sıradan bir sevdayla yetinemiyorum durmadan baskalarının aşkında gozlerim kucuk ayrıntıları inceleyip kendime pay cıkartıp gercekleri benim renklerimle boyuyorum ne beni cıkartınca icinden mantıklı kalıyor acıklamalarım nede ben soyleyene kadar inanıyorlar olan bitene soyulamayan kabugu gibi hayatın, uzerinden silkinip atamadıkların gun boyu aklının kosesinde durur ne unutmayı beceriyorsun nede unutmus gibi yapıp etrafına gulumsemeyi onu icinden cıkardıgından beri ne kadarını kaplıyorsun kendi hayatının o hayatına girmeden once ne kadar sahibiydin simdi gitti diyerek doldurdugun satırların büyüsune kapılıp kendini tatmin etme telasında sabah olsun diye sarhosluguna gömuyorsun anılarını yazıyorsun diye deil ustune attıgın toprak gibi yazdıkların anılarının sanıyorsunki ne kadar cok yazarsan bu sevdayı o kadar derine iner ruhunda ya dibe batmayıp üzerine cıkanları nereye saklarsın? acemi bir tamircinin yapıstırmaya calıstıgı ama bir turlu tamir edemedigi kurmalı bir oyuncagın parcalarını... kanımı cekiyor yalnızlıgım ne bir itirazım var nede temyize gitmek icin bir ust mahkemede yasal dayanaklarım lehimdeki butun delilleri toplayıp bir kutuya atese vermek istiyorum kaybetmek, kaybedilen sensen eger mazeretlerin bir halta yaramadıgıdır kaybetmek, sahip oldugum evin icindeki sesinin yankısını silmekse eger duvarlarımdan bir sabah daha aynı odaların birinde uyanamamaktır butun tıbbi mudahalelere ragmen...
  4. zamanının ötesine gecmiş kehanetler gibiyim ne simdi inanılıyor nede sonra anımsanacak duyup abartanlar tasıyamıyacagıcım sıfatlar yukleyecek adımın önune susup gormesden gelenler vicdani bir hesaplasmanın esiginde uzun suredir goremedigim icin olacakları hazırsız yakalanıyorum zamanından once dunyay gelmiş olmanın sabırsızlıgı bu olmalı uzun sureli planlar yapamıyorum ne bir kadının olacak erkektim nede kadınsıs yasayabilecek kadar buyumuş ne bir parcası oluyorum buyuk tasarımın nede beni cıkartınca tasarlanan sorunsuz calısabliyordu ne tanrısına iman eden bir kul olabildim nede lanetlendim yapmamam gereknleri yazdıgım icin.. bir suredir beklemeye alıp kalbimi arayan numaralara mesgul tonu veriyorum sesli kayıt sistemlerinden sıkıldım artık arayanlar ulasamasın istiyorum... gorev basındaki melekler kadar umursamaz bir tavırla geziyorum bu dunyayı gorevini bitirmiş bir fani kadar caresiz yeni dunyaya gelmiş bir bebek kadar özgur tadını bilmedigim zevklerin sevdalısı olmus tutulamayacak vaatlerin kölesi anlayamamaktan deil anladıklarımdan vazgecememekten korkuyorum artık farkedilmemekten deil farkedildikten sonra sıradan bir fani gibi hayatıma devam edememekten... ne tasıyamıyacagım sıfatlar ustlenmek istiyorum nede tasıyabileceklerimi gostermek... bir suredir kafiye kurmaktaki zorlanmamın nedeni plansızlıgımın ötesine gecmiş olması varlıgımın sıgamadıgı icin ruhumun öldürmesi gibi bedenimi...
  5. içime acılamıyor kapılarım dısardan yumrukladıgın benim kalbim aglayamıyorsam bu cahilligim uzun suredir kimsesizligin tadını cıkarıyorum adım, soyadım gibi soyadımı kimse bilmiyor beni bırakıp gittiginden beri butun zanlıların tariflerine uyuyor eşgalim ama hala icime acılamıyor kapılar bıkmadan yumrukladıgın benim kalbim... sessizlik vapur calıgıcıları gibi binmeyen bilemez kadıköyden eminonune gelirken ansızın yerinden kalkar adam elinde akerdeon ve bir cocuk sapkasını ters cevirp gezer insanlar arasında belki de ,istedigi para deil belki de para o an onun icin cok ta mühim deil sarı sacları mavi gozleri ve rus ezgileri arasında dans eder gibi süzülüsleri kadıköyden eminönüne inmiyorsan eger ve daha yeni sevişiip az once ayrılmamıssan göremessin ne notların cıkardıgı buguları neden kucuk cocugun elinde tuttugu sapkaya bakıp belkide hayalini kurdugu yarın sabah sıcak bir odada uyanabilme sevdasını... icime acılamıyor kapılarım bir suredir yoklugundan muzdarip kime baksam kime bakınsam kimin bakındıgı olsam kimsenin bekledigi olacak kadar becerikli deilim artık kimsenin duymak istedgini soyleyecek kimsenin sesi olacak beni okudugun icin benim seni cıkartınca icimden ne kadar benim kalıyorum burda seni cıkartınca aklımdan ne kadar caresiz ansızın cıkıp gelince cocuk gibi ansızın gidince bir ihtiyar ayagındaki nasırdan öfkeli ustelik agzı bozuk gunun yirmi saati ickili icime acılamıyor kapılar ustunu ortemedigin yalanların gibi icini bosaltamadıgın iltihaplı yaraların tabiplerin tanıyamadıgı tanıyanların gormezden geldigi bir hastalık gibi sensis kalan odalara acılan kapıların bir turlu acılmamak icin bu kadar inat etmesi...
  6. karamsarlıga karısmıs zaman insan umudunu ektigi tarlaların kurumasını izlemeye mahkum olmus icinden cıkartıp atamadıgın aşkın ızdırabını tasımak gibi akıntıya karsı yüzüp gelemediler diye balıklara kızması kör balıkcının ne zamanından onceydi bu tesaduf nede zamanlanmıs bir komplo gecmiş zaman hikayelerinden aşırma ve tutanaklara gecmemiş off the record dinlenmiş cogu zaman inanılmamıs bir askın sanıklarıydık biz aleyhimizdeki butun kanıtlara ragmen bir umut ektigimis topragın kurumasına tanık oluyor gibi kendi idamımıza dogru yol alıyorduk icimizde tasıdıgımız sevdanın buyuklugu kadar agırdık ve her gecen saniye dibe batıyorduk karısırken karamsarlıga doga ustu guclerimiz yoktu bizim yada takınca mavi pelerini yerden havalanamıyorduk uzun bir suredir aklımızdan cıkarmıstık ucabilmeyi artık ucabilmeli hayallere bile tutunamıyorduk yargılanıp ceza aldıgmız kanun maddelerinin bizim dilimizde bir acıklaması yok bize ogretildi diye iman ederken tanrımıza aklımıza takılan her sorunun buyuklugu kadar falakaya yatırıldı aklımız uzun bir suredir tek basına yol almaktan yorgun içi bosaltılmıs bir kavanoz gibi bosluguna sıkı sıkı kapanmıs kapağı aklımın icinden seni cıkarttıgımdan beri baskası girmesin diye üzerime surguledim kapımı soranlara haberim yok diyorum haberi olanlara görunmemek icin her sabah yeniden giriyorum aksam üstünü kapadıgım soguk cukura gelmiyorsun diye kendime kızıyorum gelirsen diye el acıp tanrıma...
  7. her gn biraz daha kayboluyor kayıp ruhumun tenimdeki izleri ne bir otopsiyle kanıtlanacak varlıgım nede bir mahkeme kararıyla belirlenecek ölüm nedenim bir süredir ertelenen bir suikastın failiyim katledilecek olan benim bedenim ne unutabliyorum acılarımı nede acılarımla ayakta durabiliyor aldanmıslıgın hazzıyla tazeliyorken sona erişlerimi bir suredir sakin bir hayalin menzilinde ne kacabiliyorum nede planlıyorum mumkun oldugunca sessis cenaze merasimlerini...
  8. aşkın e halinde gibi topraga dusunce filizlenen gül fidanı ve uyandıgın kabuslardan arta kalan alnından damlamaya hazır ter damlaları ne tamamlanabiliyor sonuna nokta konunca bu satırlar nede üç noktayla genis zamanlara sarkıtılıyor mutluluk zamanları hep bir yetersizlik hep bir güven kaygısı duymak istedigmiz en buyuk yalanı sevdiklerimizden bekleriz belkide ihanetin buyuklugu kadar kendimizi büyük görmemiz... ne sırtından bıcaklanabilecek sezar gibi olabildik nede elinde bıcagı tutan brütüs ne bir arenanın kumları arasına saklandı kalbimiz nede bir paslı bir zincirle tutturuldu bileklerimize hala bir alışma cabası kendi söyledimgiz yalanların pesinden giderken hep sonunu merak ettik bu filmin sanki biz yazmamısız gibi hikayesini... şimdi ne ekleyebiliyorum üstüne yasadıklarımın nede cıkarabiliyorum aklımdan saatleri belirlenmiş bir sevdanın gelip giderken kart basan işcileri gibiydik ay sonunda gec geldigi dakikaları sevdasından düşülen... mazeretsiz üç gün işe gelmedi diye planlanmıs bir sevdanın sofrasından kovulan ve hala hic bir yasa tarafından guvence altına alınmayan kaçak calısan işçileriydik asgari sevgi karsılıgında ilk gördügü kız cocuguna tutulan...
  9. bazen fısıldamak istersin bazen susmak alıp basını gittigin sehrin yabancısı olmakta sehrin sahibi olmaya yeter belki ya yanında kaldıgın kadının yabancısıysan artık ister fısılda bundan sonra ister sus istersen şiirler uydur uydurabildgiin kadar neresindesin hayatının ve ne kadar kaldı bir yabancı gibi durma saatine ne zaman insan susmak ister ne zaman fısıldar elveda sözlerini... hatırlamaktan daha cok acı veren hatırlanmayı ummaktır cunku bir sure sonra umutlar yakmaya baslar paslı bir hava gibi icine cektiginde cigerlerini en tehlikeli yerinde bedeninin kötü huylu bir ur gibi büyür umutlar ne cerrahi bir operasyonla kurtulabilrsin nede uzun sure bir yabancı gibi kendi hayatına devam edebilrsin.. eksiltebildigin kadar gulumsersin ustune eklediklerin kadar kararır gözlerin ve ancak baska bir yabancı gelinceye kadar kendi sürgününde cezanı cekersin..
  10. 'Piyer Loti'nin adını değiştirme teklifi İSTANBUL (AA) - İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi toplantısında tarihi Piyer Loti kahvesinin de bulunduğu tepenin adının “Eyüp Sultan Tepesi” olarak değiştirilmesi teklif edildi. Saraçhane'deki Belediye Sarayı'nda gerçekleştirilen İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi toplantısında, çeşitli müdürlüklerden gelen teklifler, ilgili komisyonlara gönderildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Harita Müdürlüğünce, “Eyüp Belediyesi Sosyal Tesisleri ve Teleferik üst ayağının bulunduğu tepenin 'Eyüp Sultan Tepesi' olarak isimlendirilmesi” teklif edildi. Teklif görüşülmek üzere Harita Komisyonuna havale edildi. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi bütün İstanbul sorunlarını çözdü... istanbuldaki trafik sorununu halleden. yeşil alanları, park ve bahceleri arttıran belediye, kültürel atılımları hızlandırdı. Sehrin dört bir yanında müzeler ve arkeolojik calısma alanları acılarak binlerce yıllık mirasa sahip cıkıldı. Şehrin onumuzdeki 50 yıllık enerji ve su ihtiyacı stok haline getirildi. Altyapısı nufus 40 milyon olsa bile sorun cıkarmıyacak sekilde düzeltildi... Dunya capında yapılacak etkinliklerine evsahibi olması icin İstanbula teklif yagıyor. Asayişde beligrin bir düzelme gözleniyor. Suc oranı binde birin altın düştü. İstanbuldaki ceza evleri kültür merkezleri haline geliyor. İstanbulda yasayan herkesin dini vecibeleirni yerine getirmesi icin gereken kolaylıklar saglandı adeta Kudüs gibi dinlerin ortak bulusma merkesi haline getirilip turizm alanında ataga kalktı... İşte büyük belediyemiz butun bunları basardı baska hicbir derdi kalmadı 100 yıllık ecnebi isimleri değiştirme kararı alıyor... Pieere Loti kadar bu ulkeye hizmet edemeyen aciz bir belediyenin baska hicbir derdi kalmadı sanırım ezikliklerini bastırmak icin bu ulkeye hizmet edenlerin isimlerini silmeye calısıyor. belki boylece kendi acziyetinden kurtulup insanların beyninde dogru yerlere gelebilirler... O tabeladaki ismi değiştirebilrsiniz ama bizim beynimizdeki Fransız yazarı nasıl sileceksiniz merak ediyorum...
  11. Bundan sadece 13 yıl önce yaşanmış bir insalık dramı.Belkide 100 yıldan beri bize dayatılmaya calısılan soykırım konusu üzerine bizi suclayanların bizzat ortak olduğu(sessis kalmakta ortalık değilmidir?) afrikanın göbeğindeki bir ülkede yaşanılanlar. İşin ilginc yanı bizim yerli sitelerimizin hicbirinde konuyla ilgili materyal bulamayışım. Sadece sinemayla ilgili sitelerde konuyla ilgili cekilen filmlerin konuları, filmlerin gsterildigi seans ve salon bilgileri dısında. Peki dunya capında karsı karsıya oldugumuz sözde soykırım suclamasıyla ilgili neden yetkililierimiz yakın dunya tarihinde var olan bu olayları alıp bizi suclayanların suretlarına carpma basiretini gösteremezler merak ediyorum. Rwanda hakkında bazı bilgiler daha elde ettim. Bunlara dikkat edecek olursak kucuk ve gelişmekte olan ulkerin uzerinde oynanan oyunların benzerligi dahada ortaya cıkıyor. ulkemiz de bunlara dahil edilebilir. Konum: Orta Afrika, Demokratik Kongo Cumhuriyetinin doğusunda yer alır. Coğrafi konumu: 2 00 Güney enlemi, 30 00 Doğu boylamı Haritadaki konumu: Afrika Yüzölçümü: 26,338 km² Sınırları: toplam: 893 km Arazi yapısı: Çoğunlukla yeşil yayla ve tepelikler mevcuttur; arazi genellikle dağlıktır. Doğal kaynakları: Altın, kalay, tungsten, metan, hidro enerji, işlenebilir arazi Arazi kullanımı: tarıma uygun topraklar: %35 daimi ekinler: %13 otlaklar: %18 ormanlık arazi: %22 diğer: %12 (1993 verileri) Nüfus: 7,312,756 (Temmuz 2001 verileri) Nüfus artış oranı: %1.16 (2001 verileri) Mülteci oranı: -1.21 mülteci/1,000 nüfus (2001 tahmini) Bebek ölüm oranı: 118.92 ölüm/1,000 doğan bebek (2001 tahmini) Ortalama hayat süresi: Toplam nüfus: 38.99 yıl erkeklerde: 38.35 yıl kadınlarda: 39.65 yıl (2001 verileri) Ortalama çocuk sayısı: 4.89 çocuk/1 kadın (2001 tahmini) HIV/AIDS - hastalıklarına yakalanan yetişkin sayısı: %11.21 (1999 verileri) HIV/AIDS - hastalığı olan insan sayısı: 400,000 (1999 verileri) HIV/AIDS - hastalıklarından ölenlerin sayısı: 40,000 (1999 verileri) Ulus: Rwandalı Nüfusun etnik dağılımı: Hutu %84, Tutsi %15, Twa (Pygmoid) %1 Din: Roma Katolikleri %52.7, Protestanlar %24, Adventist %10.4, Müslüman %1.9, yerel inançlar ve diğer %6.5, inançsız %4.5 (1996) Diller: Kinyarwanda (resmi), Fransızca (resmi), İngilizce (resmi), Kiswahili (Swahili) Okur yazar oranı: 15 yaş ve üzeri için veriler toplam nüfusta: %48 erkekler: %52 kadınlar: %45 (1995 verileri) Yönetim biçimi: Başkanlık Tipi Cumhuriyet Başkent: Kigali İdari bölümler: 12 bölge; Butare, Byumba, Cyangugu, Gikongoro, Gisenyi, Gitarama, Kibungo, Kibuye, Kigali Rurale, Kigali-ville, Umutara, Ruhengeri Bağımsızlık günü: 1 Temmuz 1962 (Belçika'dan) GSYİH: Satınalma Gücü paritesi - 6.4 milyar $ (2000 verileri) GSYİH - reel büyüme oranı: %5.8 (2000 verileri) GSYİH - sektörel bileşim: tarım: %40 endüstri: %20 hizmet: %40 (2000 verileri) Enflasyon oranı (tüketici fiyatlarında): %4 (2000) İş gücü: 3.6 milyon Sektörlere göre işgücü dağılımı: tarım %90 Endüstri: Çimento, tarım ürünleri, meşrubat, sabun, mobilya, ayakkabı, plastik ürünler, sigara Endüstrinin büyüme oranı: %8.7 (1998 verileri) Tarım ürünleri: Kahve, çay, pyrethrum, muz, fasulye, patates, çiftlik hayvanları İhracat: 68.4 milyon $ (2000 verileri) İhracat ürünleri: Kahve, çay, deri, kalay İhracat ortakları: Almanya, Belçika, Pakistan, İtalya, Kenya İthalat: 245.9 milyon $ (2000 verileri) İthalat ürünleri: Gıda maddeleri, makine ve parça, çelik, petrol ürünleri, çimento ve yapı malzemeleri İthalat ortakları: Kenya, Tanzanya, ABD, Benelux (Belçika, Hollanda, Lüksemburg Ekonomik Birliği), Fransa, Hindistan Dış borç tutarı: 1.3 milyar $ (1999) Matematik konusunda iyi olmasamda nufus/yüzölcüm arasında denklem kurarsak aslında ekonomik verilerinin ulkemizdekilerle aynı oldugunu gorebilriz. Gecenlerde sayın basbakan cıkıp ekonomik verilerle ilgili gurur duydugunu ve kemal ebiye tesekkur etmemis gerektigni acıkladı. Ama aynı verilere dunyanın en fakir ülkesi Rwanda'da sahip zaten. Bizdeki nufus onlarda olsaydı onlarda su anda bizim oldugumuz konumda olacaklardı. Evet biz simdi Rwanda'ya gore iyi durumdayız cunku onların 10 katı kadar buyuk bir ulkeyiz. Peki bundan 13 yıl once ne oldu? Uzun yıllar belcika ve fransanın sömurgesi olarak var olan bir ulke. Genelde bu tür sömurgeleri kontrol altında tutmanın en iyi yollarından biridir huzursuzluk insanları birbirne düşman etme. İki insan aynı mahallede düşman olarak yasamaya basladıgı anda guvenmek icin bir yabancıya ihtiyac duyar. Buda Rwanda'da belcika ve fransaydı. Aslında en dikkat cekici husus Rwanda'lıların kimliklerine ırkalarını yazmaları. Yani Rwanda vatandasının yanına bir bölüm daha koyup oraya ırk olarak ne olduklarını yazmıslardı insanları. Ve bu ırklar arasında birine digerini gore imtiyaz vermişlerdir. Yıllardan beri ulkemizde de buna benzer oyunlar oynanmaya calısılıyor sanırım yoksa benmi yanılıyorum.? Belcika oncelikle Tutsi'lere imtiyazler veriyor halk icin de elt bir konuma getiriyorlar, buda toplum icinde catısmaları beraberinde getiryor. Diger taraftan ezilen kısımda kalan Hutu'larıda el artından destekliyorlar. Ve aradan yılar gecince iki tarafında aşırı ucları birbirini öldürmeye baslıyor. 1994 yılına gelindiginde mevcut basbakanın öldurulmesini hemen arından 3 ay gibi bir surede 1 milyon Tutsi ve 200 bin ılımlu Hutu katlediliyor. Öludurulen her insan icin para ve yiyecek dagıtıyorlar. İnsanlar komsularını, kardeslerini, arkadaslarını öldürüyor yada öldürülmesine tanık olmak zorunda kalıyorlar. Tam bunlar olurken dahası olayların olacagı belliyken durumdan haberdar olan Belcike, Fransa ve Birleşmiş Milletler sadece kendi guvenliklerini saglıyor hatta bazı kaynaklara göre soykırımın yapılmasına destek oluyorlar. Soykırıma baslanmadan bir sure once dunyanın belli baslı ulkelerinden korkunc miktarlarda silah sevkiyatı yapılıyor ulkeye. Bu ulkelerin kim oldugu asla acıklanmıyor. Buyuk guc mazlumun dostu ezilen halkların koruyucusu abd ise bu bir kabileler arası savastır ic meseledir diyerek uzaktan izliyor. Yani göz göre göre 1 milyon 200 bin insan katlediliyor. Kadın, cocuk, genc, yaslı ayırt etmeksizin. Yüzbinlerce kadına tecavuz ediliyor ve bu olaylardan sonra Aids hastalarının sayısındaki artısta patlama yasanıyor. Olaylardan yılar sonra acılan mahkemelerde ise 82 kişi yargılanıyor. Ölümlerden sorumlu olarak. Ama soykırım ifadesi kullanılmıyor. Bu 82 Rwanda vatandasından 21 tanesi hapse mahkum ediliyor. Bizzat ölümlere katıldıkları icin. Digerleri Serbest bırakılıyor. Ölümleri izleyen ve sessiz kalanlar ise yargılanmıyor bile. Fransa ve Belcika devletleri konudan mumkun oldukca uzat duruyorlar. Hicbirsekilde sorusturma acılmasına izin vermiyorlar. Şimdi merak ediyorum 'Soykırım' ne demektir? Bunun bir tanımı varmıdır bu bir sucsa eger cezası nedir? Rwanda'da olanlar bir soykırımsa eger neden bundan sorumlu olan devletler yargılanmazlar buyuk avrupa birligi mahkemeleri bu konuların uzerine gitmezler. Eger Rwanda'da yapılanlar soykırım değilse soykırım ne demektir? Rwanda'dakine benzer olaylar dunyanın her yerinde oluyor ve her olayda bir sekilde batılı devletlerin izleirni görmek mumkun. Elimizde boylesine tarihi gercekler ve kanıtlar varken bize yöneltilen sözde Ermeni soykırımı suclamasında kullanılmazlar? Peki biz Büyük Türkiye Cumhuriyeti olarak bizzat tanık oldugumuz bu vahsetlere sessiz kalırız? İnsanlara yardım etmek icin illede din yada ırk bagıyla baglı olmak sartımı gereklidir? Yada toprakları uzerinde zengin petrol, dogalgaz yada elmas yataklarımı olmalıdır.?
  12. Fransa ve Rwanda soykırımı 1994 yılında Rwanda'da bir soykırım yaşanmış, 100 gün içerisinde bir milyona yakın insan hayatını kaybetmişti. Büyük güçlerin seyirci kaldığı bu soykırım, Batı dünyasının en büyük ayıplarından biridir. O dönemde Rwanda'daki BM Barış Gücü'nün komutanı olan General Romeo Dallaire, soykırım konusunda Batı'nın "kriminal sorumluluğu" olduğunu söylemişti. ABD, AB, BM bu soykırımı engellemek için hiç bir ciddi girişimde bulunmamıştı. Başkan Clinton, daha sonra bu konuda özür diledi. Benzeri şeyler 1995'te Srebrenitsa'da da yaşanmadı mı? Peki, Rwanda'da yaşanan bu korkunç olaylarda Fransa'nın rolü neydi? Soykırımı gerçekleştirenlere Fransa'nın desteği olmuş muydu? Rwanda hükümeti, soykırım konusunda Fransa'yı suçluyor. Soykırımı gerçekleştiren Hutuların bir kısmının Fransa tarafından eğitilip silahlandırıldığını savunuyor. Soykırımın son haftalarında, güvenli bölgeler oluşturmak için Fransız askerleri BM kararı ile Rwanda'ya gönderilmişti. Rwanda hükümeti, Fransız askerlerinin soykırım yapan Hutuların Tutsi kamplarına girmelerine izin verdiğini de ileri sürüyor. Rwanda hükümeti, kısa süre önce bu konuda bir soruşturma başlattı. Tarihçi, hukukçu, asker, saygın Rwandalılardan oluşan bir kurul, Fransa'nın rolü konusunda soykırımı yaşayanların ifadelerini dinliyor. Soruşturma altı ay kadar sürecek. Soruşturma kurulu, tüm tanıkları dinledikten sonra, Rwanda'nın Fransa aleyhinde Lahey Adalet Divanı'na başvurup başvurmayacağına karar verecek. Rwanda'daki soruşturmadan bağımsız olarak, bir Fransız askeri mahkemesi de, 6 Tutsi'nin başvurusu üzerine Fransız askerlerinin soykırımda rolü olup olmadığını araştırıyor. Fransa'nın Rwanda soykırımındaki rolü tartışmaları yeni değil. 12 yıldan beri konu tartışılıyor. Fransa parlamentosu bu konuyu araştırmak için bir komisyon oluşturmuş ve bu komisyon 1998 yılında Fransa'nın soykırım konusunda sorumluluğu olmadığı ancak "stratejik hatalar" yapıldığı sonucuna varmıştı. Rwanda'da şimdi başlatılan soruşturma konusuna geniş yer veren BBC World televizyonu, sözkonusu Fransız parlamento komisyonu üyelerinden biri ile söyleşi yaptı. Fransız parlamenter, büyük kızgınlık içinde Fransa'nın soykırımla ilgisi olmadığını savunarak Rwanda hükümetini suçladı. BBC spikeri ona "stratejik hataların" ne olduğunu sorunca daha da kızdı. Kendilerinin stratejik hata yapmadığını söyleyerek, 1998'de hazırladıkları raporla çelişti. Belli ki Rwanda soykırımı ile ilgili suçlamalar Fransız yetkilileri kızdırıyor. Kızma sırası onlarda. Rwanda soykırımı Cumhurbaşkanı Habyarimana'nın öldürülmesi ile başlamıştı. Hutu olan cumhurbaşkanının uçağı düşürülmüştü. Bunun üzerine Hutu milisler, Tutsileri ve ılımlı Hutu'ları öldürmeye başladılar. Sonuç soykırımdı. Fransa, öldürülen cumhurbaşkanını ve Hutuları destekliyordu. O dönemde Fransa'da Mitterand Cumhurbaşkanıydı. Mitterand'ın oğlu ise, babasının Afrika işleri danışmanlığını yapıyordu. Fransa'nın Hutu rejimine silah sağladığı ileri sürülüyor. Geçen yıl, emekli bir Fransız askeri, soykırımdan önce iki yıl soykırımı gerçekleştiren Hutu milisleri eğittiklerini söylemişti. Rwanda'da şimdi oluşturulan soruşturma kuruluna ifade veren Rwanda'nın eski Paris büyükelçisi Jacques Bihozagara, Fransa'nın soykırım yapanlara silah ve eğitim sağladığını söyledi. Rwanda soykırımı konusunda kitap yazan Fransız gazeteci Patrick de Saint-Exupery de, Fransız subayların soykırım yapanları eğittiklerini yazdı. Fransa'nın soykırım planlarını önceden bildiği de ileri sürülüyor. Soykırım devam ederken Fransa "Turkuaz operasyonu" adı altında Rwanda'ya 2500 asker göndermişti. Fransız askerlerin soykırımı engellemek için hiçbir şey yapmadığı belirtiliyor. Bu konuda çeşitli iddialar var. Bir tanesi şöyle. Bir kolej binasına sığınan iki bin civarında Tutsi, BM Barış Gücü tarafından korunuyordu. Fransız askerlerin, BM askerlerini bölgeden uzaklaştırdığı ve Hutuların binadaki iki bin kişiyi öldürdüğü ileri sürülüyor. Fransa'nın Rwanda soykırımında rolü olup olmadığı gün gele ortaya çıkacak. Konu çok hassas. Somut verilere ve belgelere dayanmadan kesin bir şey söylemek yanlış olur. Ama, Fransız yetkililerin bu konunun tartışılmasından niye gocunduklarını anlamak mümkün değil. Fransızlar tarihleri ile yüzleşmeyi öğrenmelidirler. Öyle değil mi? Rwanda'da başlatılan soruşturma önemli. Türkiye'de şimdiye dek hep Fransa'nın Cezayir'de yaptıkları ön plana çıkarıldı. Fransa'nın Rwanda soykırımındaki rolü ile ilgili gelişmeleri ve tartışmaları yakından izlemekte yarar var. Hele, Rwanda Fransa'yı Lahey Adalet Divanı'na şikayet ederse, konu daha da büyüyecek. Rwanda soykırımı ile ilgili suçlamalar konusunda Fransa ne yapabilir? Örneğin, Fransa'nın Rwanda soykırımında rolü olduğunu söyleyenleri hapis ve para cezasına çarptıracak bir yasa tasarısını Fransa Meclisi'ne sevkedebilir. Bu tür konuları yasalarla çözümleme yöntemini benimsemediler mi? Dr. İsmail KEMAL 26 Ekim 2006 Kıbrıs Gazetesi
  13. LostsouL şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Gerçek hayattan alınan hikayelerin filmlerde nedense daha çok ilgi göreceği düşünülüyor. Hotel Rwanda’nın basın ilanında, ‘Hayat kurtarmak için elinden gelen herşeyi yapan bir adamın gerçek hikayesi’ cümlesi geçiyor. Soykırım gibi utanç verici ve tüyler ürperten bir tarihi olayı anlatmak cesaret işi. Bir de bu soykırım, on yıldan bu yana hala devam eden, dünyanın umursamadığı, BM’nin ihmalinin sözkonusu olduğu bir gerçek trajedi ise. Hikaye, 1994 yılında Rwanda’nın Hutu Cumhurbaşkanı Juvenal Habyarimana’nın uçağının Kigali havaalanı üzerindeyken düşürülmesi üzerine Hutuların, Tutsi azınlığın kökünü kazımak için darbe yapmasıyla başlıyor ve üç ay içinde aralarında ılımlı Hutuların da bulunduğu çoğunluğu Tutsi yüz binlerce Rwandalı katlediliyor. Bu sırada Rwanda’nın başkenti Kigali' de sahibi Belçikalı olan dört yıldızlı Hotel des Mille Collines’i işletmekte olan Hutu Paul Rusesabagina, Tutsi asıllı eşi Tatiana ve çocuklarının da aralarında bulunduğu, bin 268 Tutsiyi otelinde saklayarak, Hutu militanlarının eline geçmelerine engel oluyor. Otelde saklananlardan bir kişinin bile kılına dokunulmazken, otelin işletmecisi filmin kahramanı olur... Film, her ne kadar bu insanlık dramını sürükleyici bir dille anlatsa da, Rwanda' da gerçekten ne oldu ve dünya müdahale etmekte neden geç kaldı hala anlaşılması kolay değil. İşte Rwanda' da yaşananların gerçek öyküsü; Rwanda'da gerçekten ne oldu? Rwanda' da iki etnik grup aynı geleneklere sahip, aynı dili konuşuyor. Ortak bir tarih ve kültür geçmişine sahip, yüzyıllardır aynı okullara gittiler, aynı işlerde çalıştılar, birbirine bitişik evlerde yaşadılar. Hutu çoğunluk ve Tutsi azınlık arasında etnik gerginlik oldu geçmişte fakat düşmanlık derecesine, koloni döneminde arttı. 1916 yılında Rwanda’ya gelen Belçikalı koloniciler, Tutsileri, Hutulardan üstün gördü, Tutsiler de bu üstünlüğü kabul ederek, karşılığında gelecek 20 yıl için komşularından daha iyi iş ve eğitim imkanı elde ettiler. İki gruba farklı muamele yapan koloniciler, halka verdikleri kimliklerde etnik kökenlerini bile yazdılar. Zamanla kırgınlıkları büyüyen Hutular’ın 1959 yılında başlattığı, isyanlarda 20 bin civarında Tutsi ölürken, sağ kalanlardan çoğu, komşu Burundi, Tanzanya ve Uganda’ya sığındı. Belçika’nın 1962'de Rwanda’ya bağımsızlığını vermesinin ardından Hutular, kolonicilerin yerini aldı ve Tutsiler herşeyden sorumlu tutuldu. Ilımlı Hutuların desteğini alan Uganda'daki sığınmacı Tutsiler, Rwanda Milliyetçi Partisi’ni (RPF) kurarak, ülkelerine dönmenin yolunu aramaya başladılar. Ayrımcı Hutu başbakan Habyasimana’yı ortadan kaldırmak konuşulurken, Rwanda'da ki tüm Tutsiler, RPF yandaşı muamelesi görüyor ve barış görüşmeleri yapıldığı dönemde bile katledilmeleri durmadı. Kigali'de başta Sabena Havayolları olmak üzere bir çok Belçikalı iş yeri, otel ve ofis vardı. Bir çok Afrika ülkesinde olduğu gibi başkentin ana hoteli, elit, poltikacı ve yüksek rutbeli askerlerin buluşma noktası olduğundan, otelin müdürü Paul Rusesabagina, onlardan ikili görüşmelerde anlaşma ve pazarlığın nasıl yapıldığını öğrenmişti. 1994 yılında başkan Habyarimana’nın uçağının düşürülmesi bardağı taşıran son damla oldu. Başbakanın 9 Nısan günü suikasti üzerine, uzun zamandır planlanan katliamın yapılacağı biliniyordu. 11 Nisan günü tüm beyazlar ülkeden çıkarıldı. Paul Rusesabagina’nın Belçikalı beyaz patronu da bunlar arasındaydı ve Belçikalı iş yerlerinin kontrolü Paul’a bırakıldı. BM de yabancı işyerlerini korumakla görevlendirildi. Rwanda Başbakanını kimin öldürdüğü hala bilinmese de, suikastın ardından kurulan ‘İnterehamwe’ denilen militan grup, muhalefet partisi lideri, Tutsiler ve ılımlı Hutuların katline başladı. Sivil Hutular, polis ve asker tarafından Tutsi asıllı komşularını katletleye teşvik edildi, karşılığında para ve yiyeceğin yanısıra öldürdükleri Tutsilerin arazileri bile verildi. Bu kıyımlar yaşanırken, Rwandalılar uluslararası toplum tarafından kendi hallerine bırakıldı. BM askerlerinden bir grup olaylar başladığında oradaydı fakat 10 askerin hayatını kaybetmesi üzerine ülkeden ayrıldı. Bu sırada Amerikan uydu fotoğraflarından binlerce bedenin Kagena Nehri’nden Victoria Gölüne sürüklendiği görülüyordu. Tutsi ve ılımlı Hutular, Paul’un sorumlu olduğu otele gelmeye başlayınca, otel kısa sürede sığınma kampına döndü. Pragmatik bir yaklaşımda olan Paul, sığınmacıları nasıl koruyacağını biliyordu. Tutsileri aramaya gelen askerlere, politik yaklaşıp otelin mahzenindeki ülkenin yegane şarap deposunu açarak, verdiği rüşvetle onları otelden uzaklaştırdı... Otelde saklananlar katliamın bitmesi üzerine, 18 Haziran' da otelden ayrıldılar. Filmde kahraman gösterilen Paul, 1996’dan bu yana Bürüksel de yaşıyor. Rwanda' da ki her Hutu, otelci kadar iyi niyetli değildi. Öğretmen, avukat, işadamı gibi toplumun eğitimli sınıfı Hutular bile Tutsileri katleden İnterehamwe’e katıldılar. Görevlerinin karşılığında her öldürdükleri Tutsi başına, 200 bin Rwanda frankı aldılar. Yüz gün içinde bin kişi katledildi ve Tutsi nüfus, yüzde 14’den yüzde 9’a azaldı. İhanete uğrayanlar Bundan on yıl önce araştırmacı gazeteci Linda Melvern, kendini savunacak gücü olmayan bir halkın, toptan öldürülmesi ve BM askerlerinin orada olmasına rağmen neden bu soykırımı durdurmak için müdahale etmediklerinin ardındaki gerçekleri bulmak için yola çıktı. Katliamlara göz yumanlar hakkında bulduğu inanılmaz gerçekleri, ‘A People Betrayed / İhanete Uğrayanlar’ adlı kitabına yayıncı bulma çabaları sırasında, anlattıkları çok acıklı olduğundan satmaz diye kimse kitabı basmak istemedi ve nihayet Londra da küçük bir yayıncı kitabı bastı. Malvern’in bulgularından etkilenen Kigali'deki yeni hükümet, yazarın istediği tüm kaynaklara, hatta katliamı yöneten başbakanın itirafına kadar her türlü bilgiye ulaşmasına yardım eder. Katliam sırasında BM barış gücünün başında olan bugünkü BM genel sekreteri Kofi Annan, sıkı kurallara rağmen Melvern’in güvenlik konseyinin arşivini incelemesine izin verir. Melvern’in araştırması, BM güvenlik gücünün katliam yapanlara ilgisiz ve korkak yaklaştığını açığa çıkarır. Melvern’e yardım eden diğer bir kişi ise Tutsi kurbanlarını korumak için boş yere uğraşan Rwanda' daki BM gücünün kahraman generali Romeo Dallaire. Daha sonra kendisi de ‘Shake Hands with the Devil/Şeytanla El Sıkışmak’ adlı bir kitap yazan Dallaire, soykırım olduğu sırada Rwanda’daki BM askerlerinin başında, Amerikan ordusundan günderilen Kanadalı bir askerdir. Soykırımdan dört ay önce 3 Aralık 1993 de Hutu liderinden aşırıcı Hutuların, Tutsiler üzerine katliama hazırlandıklarını bildiren bir mektup alır. 10 Ocak 1994 de katliamın detayları kendisine ulaşır. Soykırımın yapılacağını New York’taki BM merkezindeki üstlerine haber verir. Fakat Kofi Annan, Dallaire’ye harekete geçmemesini söyler. Dallaire, durdurmak yerine 800 bin kişinin katledildiği bu korkunç etnik temizliği seyretmeye bırakılır. Asker için vücudunda izler olursa övgü fakat zihninde sorun çıkarsa utançtır ilkesini takiben, ordudan sağlık nedeniyle erken emekli edilen Dallaire, soykırım bitince Kanada’ya gönderilir. Rwanda' da gördüklerinden sonra uzun dönem terapi görür, iki çocuğuyla birlikte hatta. Psikolojik hastalıkları nedeniyle hala ilaçlar alan zamanın, Rwanda hakkında konuşmalar yapmak için her çağrıldığı yere gidiyor ve birgün Rwanda’nın yeşil tepelerinde yürüyüşe çıkmayı hayal ediyor. Cesetler etrafında yığınlar haline gelince, ölü bedenlerin üzerine benzin dökerek, ortadan kaldırmaları unutmak isteyip de aklından atamadığı. Bugün et satılan dükkanlara giremiyor, et görmeye bile dayanamıyor. Rwanda da ki dehşette çürüyen bedenlerin kokusunu hatırlattığı için sebze ve meyva kokusuna bile katlanamadığını yazıyor kitabında. Katliama yataklık edenler Sadece katliam değil üzücü olan, daha önce yaşanan büyük boyutlardaki can ve mal kaybından ders almamış olmak daha acı verici... Bir milyon insan kabile savaşında değil, önceden hazırlanan ve iyi planlanmış bir komplo sonucu topluca katledildi. Bu soykırımda bilhassa Fransızlar kusurlu. Savunmasız insanları acımasızca katleden Hutu ordusunun eğitimine yardım eden ve öldürmeler başlayınca Rwanda’dan çekilirken, Hutu müfritleri ve kendi vatandaşlarını götürürler, soykırım kurbanlarını değil... Rwanda müttefiklerini terk eden sadece Fransızlar değildi. Belçika da Rwanda'yı terketti, korunma için yalvaranlar, gözleri önünde öldürülürken. Birleşik Devletler, 18 askerini aynı yıl içinde Somali' de kaybettiği için tedirginlik içinde sadece kendi vatandaşlarını tahliye eder. Dallaire, BM güvenlik konseyine öldürmelerin başladığını haber veren mesajında, durdurmak için tahminen sadece beş bin kişilik bir orduya ihtiyacı olduğunu söylemesine rağmen, üye devletler asker sağlamayı düşünmez. Zamanın BM Genel Sekreteri Boutros-Boutros Ghali, dünyanın harekete geçmesi için gereken liderliği sağlamakta başarısız olur. BM Güvenlik Konseyi üyeleri aynı derecede kusurlu bulan general Dallaire, ‘Bağışlanamaz bir ilgisizlik ve ahlaki yaklaşım kavramanın ötesinde...’ diyor BM güvenlik konseyinin soykırıma tepkisizliğine... Britanya’nın oynadığı rol ise son derece irkiltici. Çatışmaların kabileler arası bir iç savaş olduğu ve ihtilafa karışmamayı tavsiye eder. BM ordu isteyince de bunun Britanya’nın değil Fransız sahnesi olduğunu söyler. Rwanda' da büyük katliam bitmiş olsa da etnik katliamlar ve adalet arayışları devam ediyor. Katliama karışan, 500 kişi ölümle cezalandırıldı ve yüz bin kişi hapiste. BM suçunu kabulederek özür diledi... Rwanda, 1994 soykırımından önce safari turları ve gorillalarıyla gündeme gelen bir Afrika ülkesiyken, bu hale geldi. Rwanda Hotel ise bu güzellikler üzerine değil ne yazık ki, bu güzelliklerin nasıl unutturulduğu üzerine kurulu. Perihan Korkmaz - 02 Nisan 2005, Cumartesi Hürriyet Gazetesi
  14. tanrım neyi... bu tuhaf kosusturmanın cevaplanılamayan soruları tanrım hangi zamanın sınırları arasındayız silmek icin ugrasır insan aklının köselerindeki sivrilikleri geri dönülesi bir karamsarlıktan sıkılıp hayata tutunmaya calısıyorum iki kat arasında kalmıs ve bir turlu karara baglanamamıs asansör gibi... ne boslugumun bana bir faydası var nede hakkımda karar alacak yargıcların... tutup kollarımdan sarsabilirmisin beni? bana tutunamadıgından beri ipini kopartmıs bir ucurtma gibiyim senin baktıgın yerden kendime bakabiliyor olsaydım belki sadece basımı öne eğip yururdum alnının yazısı yazdıklarından belli kendi lanetini kabullenmiş serseri bir sairim ben öldukten sonra ismi istanbulun bir sokagına verilecek kendime gelebilirsem eger simdi yazdıklarımı da senin isminle bitirebilecek... adını söylersem şiir sunuyor sairler bana hatta kafiyesini benim istedigim gibi hatta hecelerini hatta benim sevgimi benim gibi yazıyorlar bazı sairler siparişle şiir yazıyorlar.. yazdıklarını okuyunca sen cıkacakmıssın harfleri birlestirince adın duyulacakmıs hicbir zaman beceremedim sipariş uzerine yazmayı simdi de beceremiyorum nede sonra olmayacak adınla baslayan bir şiir yazmak gizli öznesi sen oldugun her cumleden vazgecmek bana göre deil ne kimse bilsin adını ne de kimse inansın özlemimden yorulmus ve aslına ihanet etmiş bir yabancıyım ben... zorlama bir kabul edişin ardından, kendini öldüren... lanetlendigimin farkındayım, son bir kez görebilseydim seni... eski bir şiirin bir turlu tamamlanamayan dizeleri gibi... merhatmetinden uzagım tanrımın isyankar ruhumun kaybı melankolik bir şairin bos bir sayfaya karaladıgı son şiiri...
  15. ağlıyorum işte yalnızlıktan yoruldum bir aksam üstü ansızın kapı calmalarını özluyorum bazen nedensis telefon acıp susmalarını attıgın mesajları silmiyorum bazen gittigini unutup sanki yeniden gelmissin gibi umut baglıyorum yüregime gecenin bir yarısı aklımı sarkıtıp karanlıgın icine seni tutmaya calısıyorum olmuyor... ağlıyorum simdi dudaklarımın ucunda sevda sözleri yazbildiklerim cesaretim ne tanrısına isyan edecek kadar adamdım ben nede soruldugunda cevap verebilecek kadar cesur bir süredir bilirkişi raporlarında adım geciyor faili mechul bir cinayetin azmettiricisi olarak mansetlerdeyim ne kendime kıyacak kadar katildim ben nede bu hayatın ruzgarına karısıp ucabilecek kadar şair... aglıyorum simdi duduklarımın ucunda acınası kelimelerimle aldıgım nefesin yetmedigi kadar yorgunum eski bir sarkıyı duyup anımsamıs kadar mutlu simdi alıp gururumu ayaklarımın altına yukselmek hevesindeyim aglıyorum ne sen duyuyorsun bunu nede ben inanıyorum ne sen yanımdasın simdi nede ben avutabiliyorum sensis kaldıgı ilk gunden beri yasamak icin mazeretler uyduran beni simdi unut bunları ben hala kırmısı ojelerin, kızıla yakın siyah saclarınla kafisyesini kuramadıgım senin icin yazdıklarımla ve bir turlu kollarında olamadıgım hayalinle ve simdi unut bunları ben bırakıpta gidemedigin adam ben her gun inkar edip gecesinde sessis telefonlar actıgın adam ben senin kufrettigin her sabah yeniden tutuldugun adam ben, sen diye her gun yeniden yaşamaya baslayan adam... şimdi unut bunları ya beni gel al bıraktıgın yerden yada birileri bu salonun ısıklarını kapayıp gitsin artık film bitti... senin bitti artık dediginden beri jenerik müzigi calınıyor ve hala mutlu sona inanmıyor kız cocukları mutsuzlugun kadar gercegim ben düğmesine basıp kapatabilecegin kadar yakın ne bitirebiliyorum bu şiiri nede yeniden baslıyabiliyorum seni sevmeye ne benim oluyorsun nede ben seni cıkartabiliyorum aklımdan ne alıp basını gidiyorsun nede kadınım olup kalıyorsun yanımda ne inanıyorsun bana nede inandırıyorsun kendini iki kişilik bir oyunda, ben ışık görevlisiyim sen yönetmen... baska yabancılara veriyoruz rollerimizi sonra oturup en ön sıradan izliyoruz her yıkılışımızdan sonra geriye kalan kırmızı harabeleri....
  16. yıkayınca cıkmıyor bu askın izleri gogsumdeki verem izlerini temisleyememesi gibi hicbir doktorun senin yoklugunun da bir tedavisi yok henuz hala yazabildgiim kadar özgurum bu dunyada hayalini kurabildigim kadar gercek... ne telafisi var kaybettigim yıllların nede bir kurtarma sınavı yaz okuluna gelmeye mecbur kaldıgım icin deil gelecegim okulda sen oldugun icin burdaydım ben ne yeterince temizdim cennet icin nede yeterince gunahkar ilahi adaletin sorgusunda idama mahkum olmak icin... hala yetmiyor aldıgım kan takviyeleri radyo anonslarında kan grubum reklam ediliyor ama kimse gelmiyor... ameliyat masasında kan kaybından ölmek üzere agır kanamalı bir hastayım... kullanmak istedigim ötenazi hakkımı kimse önemsemiyor.. damarlarıma hayat enjekte ediyorlar bedenim kabul etmiyor aklım kabul etmiyor sensiz biz hayatı... uzun süredir bitmesini bekledigim bu sıkıcı film bitmeden ve ısıkları yanmadan salonun kalkıp cıkmak istiyorum son sahnede şaşırmayacak hic kimse... herkesin beklentisi karsılanacak sanki yokum gibi... alıp basımı gitmek istiyorum bu hayat sofrasından yarı doymus bir inanclı gibi.. inanmadıklarımın sorgusundan bunaldım... saf bir bagımlılık istiyorum anlayamamak umrumda deil teslim olmak istiyorum dizlerimin üstünde savasmaktan yoruldum... senin olmak istiyorum yoklugunun her yeni gununde yeni birşeyler yazmaktan ve her kendime gelişimde bir yabancıyla uyanmaktan doğup büyüdügüm bu sehrin yabancısı olup sokaklarında kaybolmaktan ve her gece yokluguna ikna edebilmek icin bu aklı bir kilo rakıya gömmekten yoruldum... yeni bir ben istemiyorum yeni bir hayat istemiyorum yeni bir baslangıc istemiyorum sadece bitsin... gittgiinden beri icimde bıraktıgın boslugu doldurup nefes alabilmek istiyorum tüm caresisligim ve utancımla sensiz bir hayata beni baglıyamıyorsan canımı almanı istiyorum....
  17. Kac kişinin haberi var yada hangi gazeteler mansetten verdi, hangi haber bultenlerinde bahsedildi bilmiyorum. Belki de surekli olarak takip ettigim köşe yazarları olmasa benim bile haberim olmaycaktı. Üzerinde durup düşünmeden gececektik. Necati Dogru'nun da dediği gibi olmayan petrol kaynaklarımız icin hukumet neden sessiz sedasız bir yasa cıkartmaya calısıyor? Ve neden simdi cıkartılıyor. Secim dönemine girerken. Bu yasaya gore petrolu bulup cıkaran sirketler kim olursa olsun cok buyuk imtiyazlara sahip olacaklar. Peki bu sirketler hangileri olabilir? Zaten ulkemizde de halen faaliyetlerini surduren belli baslı sirketleri hepimiz biliyoruz BUnlar ingiliz abd ve fransız şirketleri. Yani su anda ırak ta cıkartılan petrolun ırak yasaları tarafından peşkeş cekildigi firmalar. BUgun butun dunyanın da kabul ettigi gibi ıraktaki petrol yatakları yuzunden abd tarafından isgal edildi. BU savasın sponsoru olarakta zaten bu petrol firmalarının oldugu herkezce malum. Bir ulkeyi topyekun silahlı kuvvetleriyle isgal edebilecek bir guc var. Peki bu güç baska bir ulkenin daha el degmemiş petrol yatakları icin o ulkenin hukumetini satın alabilrmi? Sayın hukumetimzin olmayan petrol kaynaklarımız icin verdigi tavizlerin aynısını işgal altındaki kukla ırak hukumeti kendi kaynakları icin vermiştir. Peki bizim hukumetimizn işgal altındaki bu kukla ırak hukumetinden farkı yokmu? Sinsi politikalar ve guclu şirketlerin perde arkasaından hukumetleri yonetmesile ilgili öyle cok komplo teorileri uretiliyor ve bunların bir cogu kafaları karıstırmak icin bizzat bu sirketler ve kuklaları tarafından ortaya cıkartılıyorki insanlar cok basit gercekleri goremez hale geliyorlar. Önümüzdeki secimlerde akp nin en cok kan kaybedecegi konu pkk sorunudur. 4 yıl boyunca kılını kımıldatmayan ustune ustluk uyguladıgı politkalar yuzunden yeniden ateslenen bu terör yuzunden yeniden sehitler vermeye basladık. Sayın basbakan cıkıp cok acık sekilde kendi dusunclerini hic sıkılmadan halkıyla paylastı ve bu sehitleri hic umursamadıgını her sekilde ifade etti. Bu konuda fikri ve sözü bir olan sayın basbakanımızı takdir etmiyor değilim en azından cıkıp biz ulkemizi seviyoruz ulkemiz icin herseyi yaparız, sehitlerimize laf soyletmeyiz onlara deger veririz gibi söylemlere girmek yerine direk dusundukleirni soyledi. Sanırm bu halkın pek hosuna gitmedi. Peki bu yuzden kaybedilen oyların kazanılması icin ne yapmak gerekiyor? Pkk terörü icin somut adımlar atılmalı... Sayın Tezkan'ın da dedigi gibi son bir kac aydır hukumet bu konuda yogun bir sekilde ugras veriyor derken, durup dururken Fransa basta olmak uzere avrupadan pkk lı teroristlerin yakalandıgı haebrleri gelmeye basladı. Eger hatırlayacak olursak koalisyon hukumetleir doneminde DSP cok buyuk oy kaybından sonra secimlere girmeden önce pkk terör örgütü elebasısı apoyu yakalayıp Türkiyeye getirtince ulkenin her kesiminin takdirini ve ve dolayısıyla oyunu kazanmıs oldu. Böylece bir dönem daha hukumete girebildiler. Bu oldukca etkili bir yöntemdi kaybedilen oyların kazanılması icin. Cunku binlerce sehit veridgmiz boyle hassas bir konuda yıllardır yapılamayanı yapıp örgüte en buyuk darbelerden biri vurulmus oldu. Simdi sayın hukumetimiz benzer bir kozu elinde tutarak secimlere yaklasırken aynı metodu uygulayacak gibi gorunuyor. Muhalefet pkk terörünü engellemek icin ne yaptınız diye bastıracagı kesin, simdi tam 4 yıl sonra birden bire belkide dıs ilişkiler acısından en gergin oldugumuz ulkeler tarafından yapılan bu jestler sayesinde hukumetin elinde sağlşam bir kart olacaktır masaya surmek icin. Petrol konusuyla son gunlerde avrupada yapılan pkk abskınları arasında nasıl bir ilişki var diye sorabilirsiniz. Pkk en buyuk destegini avrupadaki baglantıları sayesinde alıyordu. Ama asıl destegin avrupa maskesi altında amerikadan geldigi her zaman fısıldandı durdu. Hatta son ırak isgalinden sonra avrupa biraz devre dısı bırakılıp bu destek bizzat ırak ve ordaki kurtler tarafından verilmeye basladı. Yani amerikanın avrupaya ihtiyacı kalmadı. Cunku birinci elden elinde pkk kartını tutmaya basladı. Ulkemizdeki petrol rezervleri bilinmiyor. Ne kadar oldugu ne kadar verimli olup olmadıgı konusuda bilinmiyor yada henuz bize acıklanmadı. Düz mantıkla dusunecek olursak guneydogu sınrımızın bir kilometre ilersinde petrol kuyuları acılırken bir kilometre geride petrol olmadıgnı dusunmek her ne kadar jeofizik muhendisi olamsamda bana biraz tuhaf geliyor. Kaldıki söylenenler gibi petrolumuz yoksa neden kaşla goz arasında sessis sedasıs bir petrol yasası cıakrtılıyor? Aksini dusunelim ya ulkemizde petrol avrsa ve ıraktaki kadar zengin kaynaklara sahipsek? Bu durumda petrol icin ırakı isgal etmeyi goze alan devletler ve arkasındaki petrol şirketleri aynı sekilde Türkiye'yide işgal etmeyi dusunebilirmi? ONumuzdeki bir kac yıl bu cok muhtemel gorunmuyor dahası işgal edip masrafa girmek yerine cok daha azını harcayıp elelrindeki kartları kullanarak zaten bu ulkenin petrolunu almak dururken neden yeni bir sıcak savasa girsinler? Oturup birileriyle anlasma yaparlar. Iraktakine benzer bir yasa cıkartıp yer altı kaynaklarının işletmesini alanlara cok buyuk imtiyazlar alırlar. Ama bunun karsılıgında bir kart öne surmeliler. Buda tabiki artık bir işlevi kalmayan paravan olma özelligini yitiren avrupanın devre dısı bırakılması. Yani Avrupadaki pkk unsurlarının bir bir temizlenmesi. BU sayede hukumet pkk terörü konusunu buyuk oranda cözmüş olacaktır. Karsılıgında cıkacak yasayla Abd ingiltere ve fransa ırakta savasarak aldıkları imtiyazları masa basında sesiss sedasız alacaklardır. Bu arada Pkk da yıllardır hayalini kurdugu gibi kuzey ırakta sözde federe bir kürt devleti kurarak özerklik alacaktır. Bu acıdan bakacak olursak herkes gayet mutlu bir sekilde bu anlasmadan yararlanacaktır. Peki bizim ne cıkarımız olacak bu işten diye dusunecek olursak. Akp bir dönem daha secilme sansını dolayısıyla hem meclisi hem cumhurbaskanlıgını ele gecirme sansını bulacaktır. Böylece Sayın cumhurbaskanımız Necdet Sezer gibi kendi emellerine ulasmalarını saglayacak cok buyuk bir engel ortadan kalkacaktır. Mesela bugun Sayın Necdet Sezer olmasaydı bu yasa aynı sessislikle onaylanıp gecseydi. bir ulkenin ne kadar kolay bir yolla satıldıgını sanırım kendi adıma ben farkedemeyecektim. Yıllar sonra anladgımızda iş işten gecmiş olacaktı. Tıpkı mavi akım ihalelerinde oldugu gibi.. Simdiki hukumetin onceki hukumetlerden söyle bir farkı olduguna inanıyorum. Onceki hukumetler ulkenin kaynaklarının sattılar surekli olarak. Kaynak kalmayınca gelecege yonelik anlasmalar yapıp ulkenin 10-15 yılını sattılar. Ama simdiki hukumet buyuk dusunuyor. Eger bu ulkenin petrol ve dogalgaz gibi kaynakları varsa ve NEcati Dogru'nun dedigi gibi 58 milyar dolarlık bir bagımlılıktan kurtulup 58 milyar dolarlık artı bir kazanca kavusursa dunyanın en buyuk guclerinden biri olması icten bile değil. Bu kadar guclu bir ulus ve ülke haline gelmemiz akp nin işine gelmez cunku o zaman kontrolu zor bir ulke olacaktır istedigi gibi kendi sakladıgı ideolojisini yayamayacaktır. KÜçük ve kaynakları kısıtlı bir ulke egitilmemiş nufus, dininiz elden gidiyor gibi ucuz sloganlarla kontrol edilebilecek bir millet icin bu ulkenin butun gelecegini satmaları gerekiyor. Sanırım bu petrol yasası sayesinde bu olacak. Bu ülkenin 10-15 yılı değil butun gelecegi satılacak. Ve muhtemelen 10-15 yıl kadar sonra bizde arabistandaki tuhaf krallıklar yada seyhlikler gibi bir hal alıcaz. Gırtlagımıza kadar petrolun icine batıp aclıktan nefesimiz kokacak bir ulus haline gelicez... Umarım bütün bunlar bir kabustur ve görmeden uyanırım... Cunku öyle basit ve öyle gercek gorunuyor ki...
  18. Kavga beklenmedik yerden patladı.. AKP-CHP kavgası bekleniyordu.. MHP-AKP kavgası çıktı.. Hem de ne kavga.. Başbakan’ın şu sözlerine bakın: “Irkçılık, kafatasçılık yapmak, dışlayıcı milliyetçiliktir, ayrımcılıktır, bölücülüktür.” Adres kim? MHP lideri Bahçeli.. Onun yanıtı ne? “Türk milliyetçiliğini karalamak ve aşağılamak için çok tehlikeli bir kışkırtıcılık misyonu üstlenen Başbakan’ın içinde bulunduğu ruh hali, bu anlamda çok vahim bir klinik tablo oluşturmaktadır.” Aslında böyle bir kavga bekleniyordu ama biraz erken oldu.. Hrant Dink cinayeti kavgayı tetikledi.. Öne çekti.. Peki kavga neden bekleniyordu? Şundan.. ABD’nin Kuzey Irak’taki tutumu.. PKK’ya karşı Türkiye’nin elini kolunu bağlaması.. Avrupa Birliği’nin Kıbrıs dayatması.. Müzakereleri askıya alması, milliyetçilik duygularını alevlendirdi.. Milliyetçilik rüzgârını körükledi.. ABD düşmanlığı.. AB karşıtlığı.. Radikal milliyetçiliğe dönüştü.. Radikal milliyetçiliğin güçlenmesi en çok kimin işine gelir? MHP’nin.. Peki Erdoğan bunu görmedi mi? Gördü.. Söylemini değiştirdi.. Kurban Bayramı’ndaki afişlerini hatırlıyor musunuz? Hani ‘Kurban olam ayına yıldızına’ diyen afişleri.. İşte o afişler AKP’nin milliyetçilik kulvarına geçeceğinin ilk işaretleriydi.. Arkası gelecekti.. Bahçeli de bunu gördü.. Karşı atağa geçti.. Kavga da böyle çıktı.. Peki kuru kuruya laf söylemek, nutuk atmak AKP’yi kurtarır mı? Hayır.. O zaman bir şeyler yapmalı.. Yapıyor.. Abdullah Gül’ün gündeminde tek konu var.. PKK.. 2002 yılında.. 2003’te, 2004’te, 2005’te.. İktidar PKK ile bu kadar ilgilendi mi? Hayır.. 2006’da mayınlar yeniden patlayınca birdenbire akıllarına PKK meselesi geldi.. ABD’yi ikna etmek için, Avrupa’yı razı etmek için az ter dökmüyorlar.. Avrupa ne yapacak? PKK’nin para kaynaklarını kesecek.. PKK’yı kıskaca alacak.. Hükümetin istediği bu.. Peki Avrupa bunu yapar mı? Yapmaya başladı bile.. Paris’te Brüksel’de çok ciddi operasyonlar yapılıyor.. PKK’nın Avrupa sorumluları tutuklanıyor.. Avrupa yıllardır yapmadığını bugün yapıyor.. Peki, ABD ne yapacak? Kandil Dağı hükümranlığına son verecek.. Yapar mı? Görürsünüz.. Önümüzdeki günlerde, aylarda çok şey olacak! PKK’nın lider kadrosundan iki-üç isim Türkiye’ye teslim edilirse hava döner mi? Döner.. AKP’ye doğru döner.. Erdoğan’a doğru döner.. MHP’nin fiyakası söner.. Peki bu noktada şöyle bir soru sorulabilir: Yıllar sonra PKK ile mücadeleye başlayan.. Avrupa.. Amerika.. Seçimlerde AKP’yi destekleme kararı mı aldı? Elini kuvvetlendirmeye mi çalışıyor? Yelkenlerini doldurmak mı istiyor? Onun bilemem.. Ama bildiğim bir şey var.. Radikal milliyetçiliğin geniş bir tabana yayılması onları da rahatsız ediyor.. Onları da ürkütüyor.. Düşündürüyor.. Mehmet Tezkan
  19. Petrolcülerin kılavuz sözüdür; “fırsata hakim olan hayata, çoğrafyaya ve dünyaya hakim olur” derler. Petrol fırsat. Bul petrolü, çıkart petrolü, döşe boruyu, sat petrolü; fırsata hakim ol. Çağ, fırsat çağı! Fırsat arayıcı ol. Fırsat yaratıcı ol. Fırsat bulucu ol. Petrolü sana vermek istemiyorlar mı? Gir aralarına. Demokrasi, özgürlük, medeniyet getireceğim diye nifak sok. Rüşvete boğup satın al, taşeronlaştır. Kuklalaştır. Kürt-Arap-Sünni-Alevi- kral-emir-köktenci İslam-ılımlı İslam diye birbirine düşür. Sür ordunu petrolün bol olduğu ülkeye. İşgal et, 750 bin insanı öldür. Hakkın var. Çünkü gücün var. Kurdur kukla iktidarı. Kukla mahkemeyi. Yazdırt kukla anayasayı. Petrolün çıkartılmasını, işlenmesini, satılmasını kendi şirketlerine en iyi fiyatla, en iyi imkânla, en iyi imtiyaz şartları ile bağla. Fırsata hakim ol. Böyle yapıyorlar. Dünya tarihi tanıktır. 120 yıldır sayısız örneğini gördük. En son örneğini Irak’ta, ibret verici gözlerle izliyoruz. *** Bir görüşe göre bizim Türkiye topraklarında petrol yok. Doğal gaz da yok. Araştırdılar. Sondajladılar. Delik deşik ettiler. Bulunamadı. Bizim Türkiye’nin petrolü ve doğal gazı olmadığı için yılda dışarıya ne kadar enerji bedeli ödüyoruz biliyor musunuz? 58 milyar dolar. Evet evet. Enerji Bakanlığı verilerine bakın, göreceksiniz. Kaçak giren petrol ya da akaryakıt hariç 2006 yılında ödediğimiz 58 milyar dolardır. 52 milyar doları doğal gaz ve ham petrole, 6 milyar doları da petro-kimya ürünlerine yatırmaktayız. Petrolümüz bulunsaydı. Doğal gazımız olsaydı. Bu kadar büyük para dışarıya gitmeyecekti. Anadolu okullarında çocuklar; bu çağda kışın tezekle ısınmak geriliğine mahkûm olmayacak ve okula gitmesi gereken 12 yaşındaki çocuklar kış ortasında tarlaya çalışmaya götürülürken bindirildikleri kamyon nehre uçunca boğulmayacaktı. Lanet olsun! Kör talih! Petrolümüz yok. Doğal gaz da yok. *** Yani; “Türkiye’de delinmedik yer kalmadı fakat petrol bulunmadı” diyenler söylüyor. Ben de diyorum ki; Türkiye’nin topraklarının altında petrol yoksa bizim iktidar partisi, Meclis’ten niçin “çıkacak petrolü neredeyse yabancı şirketlere peşkeş çekercesine” bir yasa çıkartıyor? Yasa veto edildi. Ancak iktidar kararlı. Yasa yeniden çıkacak. Olmayan petrol için yabancı petrol şirketlerini “fırsatların hakimi kılacak yasa” çıkarılıyor. Onlara Türkiye’ye gelip petrol arayıp bulurlarsa büyük ayrıcalıklar sunuluyor. Hatta; “petrol şirketleri Irak’ta silahla yaptıklarını Türkiye’de yasa ile yapıyorlar” diyebilirsiniz ve “olmayan petrol peşkeş çekilir mi?” diye sorabilirsiniz. Ne hoş soru olur. Yılın sorusu. Petrol yoksa niçin bu yasa? Bu ayrıcalık, bu peşkeş, bu imtiyaz? Bu yasayı yapan yüce Meclisimizin üyesi milletvekillerimiz, parti başkanlarımız, enerjiden sorumlu bakanlarımız, başbakanımız; “Yabancı petrol şirketlerinden; Türkiye topraklarında petrol ve doğal gaz vardır diye bir ışık, sinyal, uyarı, tiyö mü aldılar” ki bu yasayı hazırladılar. Petrol yok. Yabancıya imtiyaz var. Niçin? Yılın sorusu! Necati Doğru
  20. Yine burdaki konu baslıgım altında defalarca yazmıstım... HUkumetimzin ne tur yolsuzluklara bulastıgı ve neden hicbir önlem almadıgı konusunda. Ama sonra anladımki bizzat kendi icinde oldugu bir durumda neden önelm alsınki... İktidara gelir gelmez butun vatandasların saglık sorunlarınca çözüm üretecegini, artık insanların hastanelerde rehin kalmayacagını anlatan hukumet hemen bir saglık reformu yasası cıkartıp devlet guvencesindeki hastalara özel hastanelerin bakması konusunda anlasma yapmıstır. Gelin görünki daha oncede belirtmiştim tam da yeni hukumetimiz doneminde butun turkiyede mantar gibi özel hastaneler acılmıstır. Bu tesaduf yani cıkan yasayla özel hastanelerinde sosyal guvence kapsamındaki hastalara bakabilmesi ve bu kadar cok hastanenin birden acılması gercekten halka yararlı olacakmıdır diye bekledik ve gördük. Yine binlerce insanımız hastane kuyruklarında bekliyorlar, devlet hastanelerinde hizmet kalitesi iyice dustu ve durumdan sikayetci olan hastalar surekli özel hastanelere sevk edilmeye baslandı. Devlet bir anlamda kendi yükümülügü olan halkın saglıgını özellestirmiş oldu. ve kitabına uydurarak. Derken bugunku gazete haberinden de anlasılacagı uzere kendi hastanelerini duzeltmek hizmet kalitesini arttırıp insanların saglık sorunlarını cözmekte beceriksiz kalan devlet özel firmalara ait hastaneleride kontrol edemiyor belkide etmiyordu. ONceden yolsuzluklar olurdu herkes biliyor ama genelde hastane icindeki insanlar tarafından yapılırdı ve bir sekilde ortaya cıkartılıp kişilerden hesabı sorulurdu. Sİmdi ise dönen paranın buyuklugu göz kamastırıcı olmalı ki bu oastadan herkese pay dagıtılmaya baslanmıs. Yasanın cıktıgı gunden secime kadar gecen surede hangi özel hastane ne kadarlık ödeme alacak devletten, bu hastanelerin akp ile yakınlıları ne ölcüdedir merak edenler icin yukarıdaki haber buzdagının sadece görünen yüzüdür diyebilrim. Sayın basbakan bugun acıklama yaptı gecen senenin bütcesindeki acıgın azaltıldıgnı gogsunu gere gere acıkladı ve özellikle butun insanların artık hastanede rehin kalmadıgını söyledi. Kimbilir.. ben hala yakınlarımdan duruyorum kimin hangi hastanede neden rehin kaldıgını.. Sanırım sayın basbakan baska bir ulkeden bahsediyor... Belki de secimlere yaklasırken akp sponsorlugunu bu özel hastaneler ustlenmiştir kimbilir? Ne de olsa devletin malı deniz, bosa gitmesin de onumuzdeki secimler icin yatırım amaclı bu özel hastaneleri kullanalım, hem halkımız da bizi hizmet basında gorsun diyorlardı... Neden eldeki devlet hastaneleri sosyal guvenlik kuruluslarına baglı hastaneler duzeltilmez diye merak ediyordum. Oysaki bir tasla ne cok kus vuruyor sayın hukumetimiz.. Bu durum bana ramazan aylarında kurulan iftar cadırlarını anımsattı... Butun bir sene aclıkla terbiye et halkını, sonra sende bir ay gunde bir ögün yemek verip hzmet yapıyoruz diye reklam yap...Marifet halkı ac bırakmamak oldugunu unutturup... Simdide devletin elindeki saglık sistemini o kadar berbat bir hale getirip insanların hayatlarıyla oynayıp, sonra da cıkıp alın size özel hastane gidin ordan ucretsis muayene olun diyorlar... Peki o hastanelere yapılan ödemeyi kimden alıyorlar? Ya o iftar cadırlarında dagıttıkları yemegin parası kimden alındı? Olabilecek en kötüsüne alıstırıp sonra lutfedip buyrrun sizin icin yaptık diyorlar... halkım da bunlara inanıyor... Cem uzan televizyon ekranlarında reklamlar veriyor okurken egleniyoruz.. ütopik vaatlerde bulunuyor, cogu kimse inanmıyor gülüp geciyor. Oysa o vaatlerin bile gerceklesme yolu var simdiki hukumet gibi hareket edecek olursa. Halkın sırtındaki vergi oranını 10 katına cıkartırsanız eger memura 14 maas ikramiye de verirsinis, butun okulları ucretsiz hale de getirirsiniz, butun ulkenin vatandaslarına omur boyu ucretsis saglık hizmeti de verirsiniz. Halkın bir cebinden alıp diger cebine koymanın bunu yaparken de biz hzmet icin burdayız diyerek süslemenin en guzel örnegini sunuyor akp... Biraz ince hesaplar yaparsanız nasıl olsa bu halkın kafası basmıyor ya anlamaz ve sizi secmeye devam eder.. Hayırlı işler dilerim sayın vekillerim...
  21. YOLSUZLUK DİZBOYU..!!! Başkent’te 9 kişi gözaltında SSK’dan sağlık karnesi bilgileri üzerinden sahte evrak düzenleyerek kurumu zarara uğrattığı ileri sürülen 2’si bürokrat 9 kişi gözaltıda Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği ekipleri, yaklaşık 3 ay önce gelen bir ihbar üzerine SSK Teftiş Kurulu Başkanlığı müfettişleri ile birlikte ortak bir çalışma başlattı. Savcılık izniyle zanlıların telefonlarını dinlemeye alan polis, “Ameda” isimli medikal firmanın çalışanları ile SSK bürokratlarının ilişkilerini belirledi. “Yama” adı verilen operasyonda, teknik takip sonucu medikal firma ile ilişkileri tespit edilen SSK Sağlık İşleri İl Müdür Yardımcısı Cemalettin Ö. ve şef Leyla A. ile medikal firma sahibi Abdurrahman A, çalışanları Nevin Y, Adnan A., Ahmet A., İlhan T., Ramazan Ş. ve İhsan Z. gözaltına alındı. İşleme koydular Polis, bakanlık bürokratları ile firma çalışanları arasındaki ilişkiyi de tespit etti. Buna göre, firma sahibi Abdurrahman A.’nın, sağlık karnesi bilgilerini kullandığı SSK’lı hastaları ameliyat olmuş gibi gösterdikten sonra “Dualmesch” isimli bir yara bandını satmış gibi fatura düzenleyerek, SSK’dan bu parayı tahsil ettiği saptandı. Sağlık Bakanlığı bürokratları Cemalettin Ö. ile Leyla A.’nın da işlemleri onaylayarak, firmaya ödeme yapılmasını sağladıkları belirlendi. İki SSK görevlisinin ayrıca doktorların “olumsuz” görüşle kuruma gönderdiği hastalara ilişkin dosyaları da işleme koydurduğu öne sürüldü. Kredi çekmişler Firma sahibinin sekreteri olan Nevin Y. adına da paravan bir şirket kurarak, SSK’lı hastaları bu şirkete borçlu gösterip, düzenledikleri senetleri bankalara teminat olarak vererek, yüklü miktarda kredi çektiği de anlaşıldı. Firmanın muhasebecisi Ramazan Ş.’nin de şirketin bilançolarını yüksek göstererek, bankalardan çekilecek kredi miktarının artmasını sağladığı belirtildi. Medikal firmanın bugüne kadar değişik bankalardan toplam 1 milyon YTL çektiğini de tespit edildi. Bir günde 41 anjiyo olur mu? SSK müfettişleri, ihbar üzerine incelemeye aldığı özel hastanelerde bir doktor, parasını devletin ödediği 41 hastaya bir günde anjiyo yapmış görünüyor. Aynı hastanede bir ayda yapılan arjiyo ise 1071!.. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı SSK Müfettişleri, ’usulsüzlük yapıldığı’ ihbarıyla bazı özel hastaneleri mercek altına aldı. SSK müfettişleri yaptıkları araştırmada, bir günde 41 kişiye anjiyo yapan, son bir ayda 7 bin 701 kişinin anjiyo olduğu Şafak Hastaneler Grubu, Medicana Hastaneler Grubu ve İsviçre Hastenesi’nde inceleme başlattı. SSK müfettişleri, bazı devlet hastanelerinde çalışan doktorların gereksiz yere hastaya anjiyo yaptırmak için özel hastanelere sevk ettiği ve anjiyo yapılmış gibi faturaları şişirdiği ihbarıyla harekete geçti. Ayrıca iddialar arasında, adı geçen özel hastanelerin hayati önem taşımasına karşılık, sadece bir kez kullanılması gereken ve SSK yönetmeliğinde belirtilen kateterlerin tekrar tekrar sterilize edip kullanıldığı da yer alıyor. İstanbul’da anlaşması bulunan 150 özel hastaneye yaklaşık 40 milyon YTL bütçe ayıran, bunun yaklaşık 16 milyonunu sadece kalp-damar cerrahisine ödeyen SSK’nın müfettişleri, özel hastanelerin faturalarını didik didik inceledi. Faturaları inceleyen SSK müfettişleri, Şafak Hastaneler Grubu’na bağlı Avrupa Şafak Hastanesi’nde çalışan Dr. Ercüment Yılmaz’ın tek başına günde 41 kişiye anjiyo yaptığını, ayda da tam 494 kişiye anjiyo uyguladığını tespit etti. Ortalama 30 dakika süren anjiyoyu bir doktorun tek başına bir günde 41 kişiye yapmasını ’imkansız’olarak nitelendiren müfettişler, bu durumu, incelenmesi için İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’ne bildirdi. İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü de gerekli incelemeyi yapacağını açıkladı. Ayrıca yine aynı hastaneler grubuna bağlı Avrupa Şafak Hastanesi’nin sadece Haziran ayında 1071 kişiye, 6 doktor tarafından anjiyo yaparak rekor kırması da raporda yer aldı. SSK düğmeye bastı İstanbul’daki özel hastanelerin faturalarını incelemeye alan ve şüpheli görülen, şişirilmiş faturaların geldiği hem 3 gruba bağlı hastanelere, hem de diğer özel hastanelerin incelenmesi için müfettiş gönderen SSK Teftiş Kurulu, sonucu da hem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murad Başesgioğlu’na, hem de Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a ileteceklerini söyledi. 5 ayda Şafak Hastaneler Grubu’na sadece Kardiyovasküler Cerrahi ve Kalp Damar Cerrahisi işlemleri için SSK tam 8 milyon 700 bin YTL ödedi. SSK, Florence Nightingale’ye 5 milyon 227 bin YTL, Medicana Grubu’na 3 milyon 367 bin YTL, İsviçre Hastanesi’ne 2 milyon 391 bin YTL ödedi. SKK en çok ‘kalp parası’ ödüyor SSK, özel hastanelerde yapılan işlemlerde en yüksek parayı kalp hastalıkları ve kardiyovasküler cerrahiye veriyor. Özel hastanelerin çoğunluğunda bu işlemlerden SSK’lı hastalardan fark almıyor. SSK’nın ödediği ücretler şöyle: * Anjiyo: 500-650 YTL arası * Balon: 1029 YTL * Stend: 839 YTL işlem bedeli, 200 YTL de stend için. * Mekanik kapak: 7 milyon 500 YTL * By-pass: 7 milyon 800 YTL- 8 milyon 800 YTL arası. Belediyede Uzun imparatorluğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin üst düzey bürokratlarından İrfan Uzun’un akrabalarının, belediyeye bağlı şirketlerin yanı sıra, AKP’li ilçe belediyelerinden çok sayıda ihale aldıkları ortaya çıktı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin üst düzey bürokratları arasında yer alan İmar ve Şehircilik Daire Başkanı İrfan Uzun’un, aralarında eşi ve çocuklarının da bulunduğu yakın akrabalarının, Büyükşehir Belediyesi ve bağlı şirketlerinden aldıkları trilyonluk ihaleler dikkat çekiyor. 15 yılda hızla yükseldi Aslında Rizeli Uzun’un, Güngören Belediye Başkan Yardımcısı olması ile birlikte başlayan belediye bürokratı olması ile birlikte başlayan hızlı yükselişi dikkat çekici. 1973 yılında başlayan devlet memurluğunun ardından, 1993-1999 yılları arasında Güngören Belediyesi’nde, Belediye Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Uzun, Ali Müfit Gürtuna’nın belediye başkanlığı döneminde Büyükşehir Belediyesi Planlama ve İmar Müdürü oldu. Encümen üyesi 2002 yılında Planlama ve İmar Daire Başkanı olan Uzun, bu görevi ile birlikte Belediye Encümeni’nin de doğal üyesi olarak yapılan ihalelerde görev almaya başladı. Daire Başkanlığı görevi Kadir Topbaş’ın iş başına gelmesinden sonra da devam eden Uzun, Kasım 2005 tarihinde belediyede yaşanan görev değişiklikleri sırasında Boğaziçi İmar Müdürlüğü’ne atandı. Bu görevde bir yıl kalan Uzun, 2006 Kasım ayında yeniden İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı koltuğuna oturdu. Eşi de şirkete ortak Uzun’un belediye bürokratı olduğu yıllarda, aile üyeleri tarafından kurulmaya başlanan şirketlerde oldukça dikkat çekici. Uzun’un kardeşi Numan Uzun tarafından, 1991 yılında kurulan Uzunlar İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş., ilk göze çarpan şirket. Sekiz ortaklı bu aile şirketinin büyük hissedarlarından biri de İrfan Uzun’un, 6 çocuğunun annesi Hacer Uzun. Uzunlar İnşaat şirketi, özellikle Büyükşehir Belediyesi ile bağlı şirketleri ve AKP’li ilçe belediyelerinden aldığı trilyonluk ihalelerle dikkat çekiyor. Şirket aldığı ve yaklaşık bedeli 100 trilyonu bulan ihaleleri, internet sitesinden de ilan ediyor. Davet usulü katılıyor Uzunlar firması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin davet usulüyle yaptığı ihalelere çağrılan şirketler arasında da yer alıyor. 22 Şubat 2006’da Büyükşehir’in davetli olarak yaptığı 17 ihalenin 4’ünde, Uzunlar İnşaat da yer alıdı. Firma, bu tarihte kendileri ile birlikte 8 şirketin teklif verdiği, “Güngören İlçesi Mehmet Akif Kavşağı ve Çevresi Yol, Ortak Altyapı Düzenleme İnşaatını”, 8 milyon 563 bin 216 YTL ile bedelle almayı başardı. İki oğlu şirkete ortak Uzun ailesi, 1993 yılında UTAŞ Yapı Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi kurdu. Uzun’un kardeşi Numan Uzun, şirketin büyük hissedarı oldu. Numan Uzun, UTAŞ Yapı’nın hisselerini oğlu Mehmet Uzun’a devretti. İrfan Uzun’un oğlu Vahit ve Rıdvan Uzun inşaat sektörü içinde faaliyet gösteren iki ayrı şirketin ortakları arasında yer alıyor. İki kardeş, kurdukları Tuva İnşaat Mühendislik şirketlerinin yanısıra, ortak oldukları Hat Yapı adlı firma ile inşaat işleri gerçekleştiriyorlar. Haber: Ayla ÖZCAN Vatan Gazetesi 08.02.2007
  22. paydaları bir turlu esitlenemeyen matematik denklemleri gibiydik.. eşitligin iki yanını da istedigin sayıyla carp yada böl bilinmeyeni bir turlu bulamayan iki buyuk dehaydık biz.. kendi kaos ortamımızı yaratıp icinde kaybolan ve bir turlu tanımlanamayan o iki bilinmeyenli denklemin bilinen karsılıklarıydık biliniyor olmamız bu sorunu cözmüyordu artık... karsılıksıs cıkan bir cek gibi hesabımıza yazılan her lekeden muzdarip belkide işlemedigmiz sucların zanlısı olmaktan yorgunduk cekildigmis sorgularda birbirmisin adını vermemek icin kendi adımızı unutuyor kendimize geldigmizde yeni bir sehre uyanıyorduk ne kadar yabancı kalsakta aynı kadına ve aynı adma asık oluyorduk... ne sen benden uzakta yasayabilecek kadar gucluydun nede ben sensiz bir hayali kurabilecek kadar özgur sahip oldugumuz bedenlerin ötesinde bir sevdaydı bu ne sen yetebiliyordun kendine nede ben bu bedenden cıkınca seni unutabiliyordum... simdi alıp basını gittigin sehirlerin kokusunu düşleyip bir basıma kalmanın hasarlarını hesaplıyorum.. hangi enkazın altında kac gun kalırsan yasarsın... yada yeterince uzun yasamak icin ne kadar enkaz gerekli insana? ictigi son sigarayla birlikte topraga gomulen bir silüetten baska neyim ki ben... verdigim son nefes yuzunde gezinen rusgar olsun diye tuhaf hayaller kuran...
  23. İnsanların ellerinden umutlarını alırsanız, onlar mutlaka bunun yerine koyacak yeni umutlar bulucaktır. Kurtlar vadisini engelleyebilrsiniz. Yada toplumu kötü yollara gitmesine teşvik olan aşırı ucları silip atabilirsiniz. Ama siz bu insanların ellerindeki umutları aldgınız surece toplum kendi afyonunu yada cözüm yollarını bulacaktır. Sadece bunun ismi bugun polat olur yarın mehmet... Bu duruma neden olan zihniyeti değiştirmedigniz surece kurtlar vadisni engellemek sadece dallardan birini kesmektir. Bir sure once kadın programlarının yada bazı dizilerde gosterilen konuların bu insanları neden bu kadar cok etkiledigi uzerine bunu sacma oldugu konusunda bazı yorumlarda bulunmustum. Ama simdi yeniden dusununce insanlarımızın boyalı camdaki hayal ürünleriyle kendilerini uyusturmasını, hatta bir cogumuzun bu hayal ürünlerini kendi hayatları icin birer idol gibi görüp kurtulusu araması oldukca mantıklı geliyor. Siz insanların adalet sistemine guvenin ortadan kaldırırsanız insanlar kendilerini koruma yollarına giderler. Siz calısanlara hakkı olan iyi hayatı veremesseniz insanlar uretme gucunu bırakıp zor kullanarak hayalini kurdukları hayatın pesinden giderler. BUnları yapabilmek icin ellerindeki örneklere yani boyalı ekranlara bakıp sokaklara cıkarlar... Evet herkes icin yanlıs ve olumsuz sonuclar doguruyor olabilr. Ama umut bir sekilde hayatta kalmaya devam ediyor. Bazılarımızın hayatı pahasına da olsa. İçimizdeki herseye ragmen işlerin yoluna girecegini dusunen ve bu yuzden de karamsarlıga kapılmayıp hayatlarına devam edenlerin sayısı her gecen gun azalıyor. Toplumsal bir cinnetin eşigindeyiz en kucuk kalabalıklar bile linc yapabilme potansiyeline sahip. Hemde hic bir nedene gereksinim duymadan. Bilginin değeri her gecen gun azalıyor. Gunu kurtarıcak cözümler ve en kısa surede en cok kazancı verecek ugraslar arıyoruz. Surekli son vurgununu yapıp emekli olmayı dusunen hırsızlar gibiyiz. Ne vurgun sonuncusu oluyor nede biz emekli oluyoruz. Buldugumuz ornekler bile renkli camlardan geliyor artık. Eski romada sezar halkı yonetmek icin collesiumu ve oyunları kullanırmıs. Boylece istedigi her kararı al, vergileri arttırır kimse ses cıkarmazmıs. Simdi de renkli camları kullanıyor devletler. Özellikle bizimki gibi 3. dunya ulkelerinde.. Halkının elindeki butun gercek umutları alıp yerine boyalı kagıtlarla suslenmiş dikkat cekici ütopik dusunceler veriyor. Hic bir zaman gercek olmaması kimin umrunda... ben kurtlar vadisi dizisinin yaynılanmasının taraftarıyım. Cunku toplumun en buyuk afyonlarından biri oldu bu dizi. Gün geldi yapılan zamlardan cok bu dizinin karakterleri daha cok tartısıldı. Simdi böyle bir afyon eksikliginde neme lazım insanlar silkinip kendine gelir. Ustelik secim zamanında... BU ulkenin selameti icin yayınlanmalı dizi... Kimsenin işine gelmez cunku gerceklerin farkına varmıs kalabalık bir insan toplulugu...
  24. askın şiiri olmas oluyorsa eger o sadece şiirdir askın kafiyesi olmaz ne ölcüsü vardır hayatın icinde nede baglı oldugu dilbilgisi.. cahilligime ver sevdigimden beri ayrı yazamıyorum soru eklerini askın şiiri olmaz oluyorsa renkli gokkusagıdır o renginden utanır bakamaz insan ve en son öptugu kadının dizleri dibinde bulur kendini ansızın... askın şiiri olmaz oluyorsa yalandır o anlam yukleyebildigin kadar kelimelere anlasılırsın anlayamadıkların kadar altında kalırsın kuramadıgın kafiyelerin askın şiiri olmaz oluyorsa, bir kadının suya degiyordur ayakları öglenden sonra aşkını ertesine gune kadar tasıyamıyorsan şiir olur o okuduktan sonra gecer ve ac karnına alınmaması doktor tavsiyesidir aşkın şiiri olmas..yazılıyorsa eger o sevgiliye agıttır ne giden ne kalan..seni tanıdıgımdan beri aklımın icinde durmadan birseyleri kırıp döken... ne fazlası var ustu kalsın diyebilecegim.. nede azı... delinmiş ayakkabımı aylardır giyip boynumdaki kravat sayesinde adam sayılıyorum bir gun düşmeye göreyim ayaklarımın tabanı acılırsa gun yuzune ne kravataın asaleti kalır boynumda nede öptugum kadınların adı yazdıgım mısralar arasında... aşkın şiiri olmaz olan biten sıradan bir makaleden ibarettir biz buna abartıp ask siiri diyoruz abartamadıgmz kadar kafiye uydurup bir gun biri bestelerse diye uyaklamaya calısıyoruz... askın siiri olmaz olan biten sen ve benden ibaret.. ne seni cıakrtınca benden bir anlamı kalıyor nede seni aklımdan cıkarınca bir aşk şiiri oluyor... geriye kalan küstah bir yazarın laf kalabalıgı... şehvetinden gecelerin hesabını tutan kör bir meyhaneci gibiyim ne ictigmi biliyorum ne dokundugumu ne seninle yatabiliyorum nede sensiz beynimdeki sesleri susturabilmek icin kafama sıktıgım kursunlar bir suredir bir yabancının kafısiyesiyle uyanıyorum her yeni gune anladım ki senden sonra hayatıamın sonuna kadr bir baskasıyla olma dusuncesi tek basıma yalnız kalmaktan daha zor... aşkımın şiiri diyor kim yazıyorsa bunu... hangi askın şiiri olur yazılabiliyorsa şiirdir o..ask yazılamayan ask baskasının yazdıklarında okudugun o hic senin olmayacakmıs gibi duran..
  25. Bir suredir yargıya intikal etmiş bu konu icin olan bitenleri izleyip, belki de bir bakıma umutsuz hayallere kapılmıstım. Olmaz ya belki buyuk adalet kurumlarımızdan biri cıkar da istanbulumun cigerlerinin sökülmesini cezalandırır, ormanları geri verilir ve sonradan boyle bir sucu işlemek isteyenler cezanın buyuklugune bakarak vazgecerler diye. Nitekim acılan davalar sonucunda danıstay mahkemesi bir karar aldı. Bu karara göre Özel Orman arazisindeki yapılasma mevcut kanunlara uygun değildir ve bu yapılan yapıların tamamının yıklıması gerekir yonunde bir karar cıktı. Bir hukukcu olmadıgım icin Danıstay Mahkemelerini yasalar uzerinde yada yasaların uygulanması yönunde nasıl bir yaptırımı var emin değilim. Ama Ciddi bir kurum oldugunu ve o mahkemede alınan kararların uygulanması gerektigigini biliyorum. Bu kararın uzerine Beykoz Belediyesi Encumen uyeleri toplantı yaptılar. Bu Toplantı sonucunda Acarİstanbuldaki yapılmıs olan 138 villa icin yıkılamaz kararı aldılar. Ve bu karar uygulamaya sokuldu. Simdi Devletin mahkemelerinden biri olan Danıstay Mahkemesi bir karar alıyor ve Yerel yönetim bu karara baglı kalmadan adeta tekzip edercesine aksi yonde bir karar alıyor. Eger belediye encumen uyelerin aldıgı karar gecerilyse Danıstay mahkemelerine ne gerek var merak ediyorum... BUndan sonra danıstay mahkemelerini ilgilendiren konuların tamamını Belediye encumen uyelerine danısalım onların soylediklerini yapalım. TAm bu kararın acıklanmasın ardından cevre ve ustelik buda yetmesmiş gibi orman bakanımız bir acıklama yapıyor. Belediye Encumen uyeleri hakkında dava acacakmıs.. Simdi merak ediyorum Belediye encumen uyeleri hakkında acacagı dava hangi mahkemede olacak? Danıstay mahkemesinde dava acarsa ve uyeler suclu bulunursa gidip kendi aralrında baska bir karar alıp kendilerini aklayabilirler. Nede olsa mahkemeler ustu bir gcue sahipler. İşin tuhaf yanı Sayın Orman ve buda yetmesmiş gibi cevre bakanımızın bile bu Belediye Encumen uyeleri karsısındaki acizligi... Düşünün bu ulkenin tamamından sorumlu bir devlet bakanlıgı bir hukumet bir devletimiz var, fakat yerel yonetimden sorumlu adamlar ve bu adamların baglı oldugu özel bir sahıs var.. GOrudugumuz uzre yerel yonetim BUyuk devletimizi pek takmıyor gibi. Acaba Sayın basbakanın bahsettigi derin devlet bumudur? İşin ilginc yanlarından biri Belediye Encumen UYelerinin de aslına bizzat Akp uyesi olması. Yani sayın basbakan derin devlet var derken kendi lideri oldugu partiyi artık kontrol edemedigni ve bu durum yuzunden elinden birsey gelmiyeceginimi itiraf ediyor? Sayın Orman ve buda yetmesmiş gibi cevre bakanının acziyetini anlayabilrim bir yere kadar ama sayın basbakanın bu konuda aciz kalması oldukca ilginc..kaldıki yarın öbur gun cumhurbaskanı olacak biri icin bu acziyet ulke icin buyuk handikaplar tasıyabilir. Neyse diyor biz Acaristanbulumuza geri donuyoruz. Simdi basit dusunecek olursak Danıstay mahkemesi kararını bile hice sayan bu uyelerin Acar ailesiyle baglantısnı merak ediyor insan. Derken bugunku vatan agzetesinde ilginc tesaduf baslıgı altında bir ilişki su ustune cıktı. ''Acaristanbuldaki 138 villa yıkılamaz.'' kararrını veren Beykoz Belediyesi Encumeni Baskanı Yüksel Baki, acarlar hukuk komitesinde yer alan avukat Cumhur Yıldız'ın eski ortagı... Yüksel Baki'nin kardesi de Yıldızı'ın burosunda calısıyor... Aradaki ilişkilerin cıkmasını bekliyordum ama bu kadar cabuk ve bu kadar bariz bir baglantı kurulmasını acıkcası beklemiyordum. Ama su bir gercekki Akp nin icinde oldugu her yolsusluk, rusvet skandalında artık butun yapılanlar ayan beyan ortada ve acıkca yapılıyor. Acıkca İsmet acar cıkıp daha mahkemeler sonuclanmadan villa sahiplerine garanti verdi yıkamazlar dedi. BUna ragmen mahkeme kararı cıktı ama gordukki yine İsmet acarın dedigi oldu yıkılmadı. Buyuklerimzin bir lafı vardır. Adam gibi devletin olmadıgı yerde, devlet gibi adamlar peydahlanır diye... Gercekten devletimiz bu kadar bariz yapıldıgı halde bir yolsuslukla bir vatan hainligiyle basa cıkamayacak kadar aciz durumda mıdır? Yoksa devleti yontenlerinde işinemi geliyor bu vatanı satma provaları... Sanırım bunu zamanla gorucez...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.