Efendi Türkler tarafından postalanan herşey
-
İLginç tasarımlar
- ÜC POLISIMIZ ŞEHİT OLDU
prensim olarak yazdiklariniz dogru olabilir! onlarin o anda koyduklari davraniş bicimide dogru olabilir kendilerine göre herşeyi dogru uygulamislardir.. fakat birde şöyle düsünelim disarda birkac amerikali vatandaş kalsaydi onlarda vurulsaydi amerikan halki ve yazarlari hepsi sizin düsüngünüz şekildemi bakiş acisi olacakti.. bakin agrida kaybolan kendi vatandaslari icin almanya özel komondalarini onlari kurtarmak icin hazir bekletiyor demek istedigim amerikalilar düsman ülkede degilki daha özverili davranip yaraliyi bilahire iceri alabilirlerdi... veyahutda en azindan bu olay karsisinda seyretmek yerine bir davranis bicimi ortaya koyabilirlerdi.. eger bizim basimiza amerikada böyle olay gelseydi muhakkak onlarin yazarlari binbir cesit konu bulurdu bir candündarin buldugu azbile...- İLginç tasarımlar
- Objektiflerin hıza yetişemediği anlar..
- ERGENEKON TUTSAKLARI OLDURULMEK ISTENIYOR.
ERGENEKON TUTSAKLARI OLDURULMEK ISTENIYOR. Kandıra F Tipi cezaevine konulan emekli Paşalar ve ATO Başkanı Sinan Aygün PKK'lıların protestosuna maruz kalıyor… Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan emekli Paşalar'a ve Aygün'e PKK protestosu. Geçtiğimiz gece Metris cezaevinden Kandıra F Tipi cezaevine büyük bir gizlilik ve yoğun güvenlik önlemleri altında sevk edilen emekli Orgeneral Hurşit Tolon, emekli Orgeneral Şener Eruygur ve ATO Başkanı Sinan Aygün PKK'lı mahkümların protestolarına maruz kalıyorlar. Cezaevinde PKK'lı suçluların olduğu bloklara yerleştirilen Tolon, Eruygur ve Aygün bu sabahtan beri yoğun protesto eylemine maruz kalıyorlar. PKK'lı mahkümların kapılara vurarak ve sloganlar atarak emekli paşaları ve Aygün'ü protesto ettikleri öğrenildi. katil PKK'lı teröristlerin bulunduğu bölüme onlarla yıllarca mücadele etmiş olan emekli komutanların konulması kafalarda soru işaretlerinin oluşmasına neden oluyor. Daha önce Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklananların olduğu bölüme koyulmayan Tolon, Eruygur ve Aygün'ün neden katil PKK'lı azılı suçluların bulunduğu bölüme konulduğu merak konusu. İnternetajans-ÖZEL- ÜC POLISIMIZ ŞEHİT OLDU
Terörist? Önceki gün şehirlerarası yoldaydım. Radyoda TRT FM açıktı. Haberler başladı. İlk haber şuydu: "Amerikan Başkonsolosluğu'na düzenlenen saldırıyla ilgili 4 kişi gözaltına alındı." İkinci haber: "Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ergenekon terör örgütüyle ilgili açıklamalar yapan eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. Hilmi Özkök'ü kabul etti." Üçüncü haber: "Başbakan Erdoğan Irak'a gitti. Terör örgütü PKK'nın sadece Türkiye'nin değil, Irak'ın da düşmanı olduğunu belirtti." Dördüncü haber: "Hakkâri'nin Şemdinli ilçesinde terör örgütü PKK'nın yola döşediği mayın, 8 askerin yaralanmasına neden oldu." * * * "Tam bir terör ülkesi" manzarası... Ama dikkat çekmek istediğim şey başka: İkinci haberde, halen iddianamesi hazırlanan "Ergenekon"dan "terör örgütü" diye söz ediliyor. Üçüncü ve dördüncü haberlerdeki PKK'dan da öyle... İlk haberde ise "terör saldırısı" denmiyor. "Baskınla ilgili olarak gözaltına alınanlar" da diğer haberdekiler gibi "terörist" değil; onlar, "kişi..." Gazetecilik ilkesi gereği zanlılara sıfat biçmeyeceksek Ergenekon zanlılarını niye baştan "terör örgütü üyesi" ilan ettik? Yok, "Terör, terördür. Adını koymak gerekir" diyorsak, El Kaide ya da her kimse, elçiliği basanları da "terörist" saymak zorunda değil miyiz? Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay "terörist"... Konsolosluk baskınıyla ilgili gözaltına alınanlar "kişi"... Öyle mi? Sam Amca seni istiyor! Yabancı birine söyleseniz anlamakta zorlanır: Amerikalılara yönelik bir saldırı düzenleniyor. Amerikalılara saldıran 3 Türk ölüyor. Amerikalıları koruyan 3 Türk de şehit düşüyor. Onlar Amerika uğruna birbirini vururken, Amerikalılar ortada yok. Amerika'nın "silahsız koruma görevlileri" çatışmaya müdahale etmiyor. Amerikan konsolosluğunun kapıları da olay anında kapanıyor. Saldırganlarla çatışırken yaralanan trafik polisi de içeri alınmıyor. Amerikalıların tıpkı Ergenekon'da olduğu gibi- aslında gırtlağına kadar içinde olduğu, kendisiyle doğrudan ilgili bir konuyu "Türkler arasında bir mesele" gibi görüp kapıyı örtmelerinde bir tuhaflık yok mu? Dün, ölen polisler için başsağlığı dileyen Amerikan Büyükelçisi'nin, ondan önce kapıda bırakılan yaralı polis ve çatışmayı seyreden Amerikalı korumalar için özür dilemesi gerekmez mi? Hastabakıcıyla çiçek göndermek yeter mi? Can DündarAda- foruma her bes dakikada tekrar giriş yapmak zorunda kaliyorum
foruma her bes dakikada tekrar giriş yapmak zorunda kaliyorum.. foruma giristen sonra herangi bir iletiye cevap hazirlarken cevabi gönderecem fakat o arada forum disi kaliyorum.. bazen hazirlanan yazilarda bosa gidiyor!! bunun yaninda farketmiyor forumun icindeyken sürekli uzun zamandir sürekli forum disinda kaliyorum bir saatin icinde yüzkere giris yapmaktan biktim bunun bir caresi yokmu?- yardım lütfen
" Vizeniz ile ilgili olarak bazı hususların açıklığa kavuşması gerekmektedir." Arkadasim siz Aile birlesiminle ilgili vize aliyorsunuz,, bu demek Almanyaya kalici geliyorum süresiz bu ülkede yasayacagim demektir.. bu herhangi seyahat vizesi olmuyor!.. Almanlara göre bu Almanyada sürekli yasamin ilk adimidir,, Aile birlesiminle Almanyaya gelenleri Almanlarin birdaha onlari geri gönderme lüksü yoktur.. bakin burda sunu belirtmek istiyorum bizim vatandaslarin yillardir cok sahte evliliklerle buraya gelip iki ay sonra bosanim tekrar Türkiyedeki Ailesinle birlesip buraya yerlesenler cok oldu.. v.s v.b daha önce iki üc ay sonra bosanmalarda verilen bagimsiz oturma izni iki seneye cikarildi bu bir,, yanlis anlamayin arkadasim siz sahte evlilik yapiyorsunuz demiyorum.. yani demek istedigim bu sahte evliliklerin ispati yok onun icin yabancılar dairesi kafayi takarsa bu vizeyi vermemek hakki vardir ,, eger bir sorun cikarsa Alman eşinizin düzenli geliri bir meslegi varsa bu sorun kisa dönem sonra atlatilir yani bir gelgit olur okadar ... simdi gelelim " Vizeniz ile ilgili olarak bazı hususların açıklığa kavuşması gerekmektedir." zannediyorum sizle yabancilar dairesindeki görevliler sizle tanismamis? direk görüsmek istiyorlar takdir haklarini kullanmak icin eger aranizda ciddi bir yas problemi yoksa 40.yas gibi hic bir problem cikacagini zannetmiyorum... onu bile yildirarak bir yerlere kavusmaya calisirlar ama basarili olamazlar? cünkü siz Alman vatandasinla evlisiniz.- 'Ben Türk'üm, ismim de Mehmet'
'Ben Türk'üm, ismim de Mehmet' Fenerbahçe'den sürpriz bir kararla ayrılarak İspanya'nın Real Betis Kulübü'ne üç yıllık imza atan Mehmet Aurelio ile yeni takımının yöneticileri arasında ilginç bir diyalog yaşandı. Tecrübeli oyuncu ile dün bir araya gelen Real Betisli yöneticiler, "Yeni sezonda giyeceğin formanın arkasına Marco mu yazılsın, yoksa Mehmet mi?" sorusunu yönelttiler.Aurelio bunun üzerine "Ben Türk’üm. İsmim de Mehmet. Bu yüzden formama Mehmet isminin yazılmasını istiyorum. Türkiye formasını taşımaya devam edeceğim" karşılığını verdi.Türkiye'de Milli Takım'a alınması sürekli tartışma konusu olan ancak gösterdiği performanslı A Milli Takım'ın değişmezleri arasına adını yazdıran yıldız oyuncunun bu cevabı İspanyolları bir hayli şaşırttı. GÖRÜŞTÜĞÜNÜ DOĞRULADI Mehmet Aurelio dün Marca gazetesine verdiği röportajda da Türk futbolseverlerin kendisini anlayışla karşılaması gerektiğini bir kez daha tekrarladı, "Buraya gelmeyi kendim istedim" dedi. Milli oyuncu, Fenerbahçeli yöneticilerle yüz yüze görüştüğünü de belirterek, "Aramızda bir toplantı oldu. Benimle direkt pazarlığa oturmak istediler. Ben de kendilerine 'lütfen menajerimle konuşun' dedim. Daha sonra anlaşma sağlanamadığını öğrendim" ifadelerini kullandı. Real Betis ile yaptığı anlaşma sonrası tekrar Brezilya'ya giden Aurelio'ya 23 Temmuz'a kadar izin verildiği açıklandı. (milliyet) .................... Türk'üm, demek yeterli gelirmi?- yardım lütfen
Arkadasim RADYA NIN VEDE RUA NIN SAYESINDE iletine ulaşabildim! şimdi sana saglikli bilgi verebilmem icin,, ilk önce nasil bir Aile birleşimi,, evliliklemi yoksa Ailen ordada onlarin yaninami gidiyorsun ilk önce bunu acikliga kavusturalim... eger konu hakkinda benim bilgilerim yetersiz gelirse, birinci elden bütün ayrintilariyla ögrenir sana yardimci olmaya calisirim... yeni kanuna göre biraz zorluyacaklardir... siz 9 hafta önce basvurmussunuz yeni kanun o tarih icinde gecerlimi senin durumuna göre arastiririm saygilarimla- ŞEYTAN DÜNYAYI NASIL YÖNETIYOR!
Şeytanı yeğleyenler Şeytanı yeğleyenler Başlığımız, Kur'an'ın Zühruf Suresi 36-38. ayetlerinden esinlenerek atılmıştır. Şöyle deniyor o ayetlerde: "Kim Rahman'ın zikrini/Kur'an'ı görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytan musallat ederiz, o ona can yoldaşı olur. Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hâlâ hidayet üzere olduklarını sanırlar. Sonunda bize geldiğinde şeytan yoldaşına şöyle der: 'Keşke aramızda iki doğu arası kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü yoldaşmışsın sen!" Rahman'a karşı şeytan söz konusudur burada. Zikir, Kur'an'ın adlarından biri olduğuna göre, karşı karşıya gelen değerler, Kur'an değerleriyle şeytanın değerleridir. Burada göz ardı edilmemesi gereken en önemli nokta, şeytanı yeğleyerek Kur'an'a sırt dönenlerin, kendilerini ışık ve aydınlık üzere gören kişiler olmasıdır. Yani bu ‘şeytan yeğleyiciler’, öyle dinsiz-imansız inkârcılar değil, hidayet iddiasında kendilerini öne çıkaran kişilerdir. Allah adına avukatlık yapmakta olan din yaygaracıları, şeriat isterükçüler, din baronları bu cümledendir. Kur'an bunları neden, ‘hidayet iddiası içinde sapmışlar’ olarak gösteriyor? Cevap, mesajın esasıdır: Kur'an dışında hidayet aramışlardır, bunun doğal sonucu olarak şeytanın dostu olma kaderini yüklenmek zorunda kalmışlardır. Mesajı tekrarlayalım: Hem Müslümanım deyip hem de Kur'an dışında hidayet arayanların dostu şeytan, nasipleri ise sapıklık ve hüsrandır. Ürkütücü olan şu ki, bu hüsran, hidayet yafta ve iddiasıyla sahnelenmektedir. Tahribin büyüklüğü işte buradan kaynaklanmaktadır. Ayet, ‘dine-İslam'a, mukaddesata’ vs. gibi siyasal ifadeler yerine, vahye dayanan bir tâbiri, ‘Kur'an'a ters düşmek’ tâbirini kullanmıştır. Yani, Kur'an'dan onay almayan bir hidayet iddiası ve bu iddiaya bağlı din söylemi, perdenin arkasını görebilenler için, katıksız bir sapıklıktır. Katıksız ve katmerli. Zaten Türkiye’de en yıkıcı sapıklıklar, en ********* ahlaksızlıklar; ‘din, mukaddesat’ perdesi altında milleti soyanlar tarafından sergilenmektedir. Çünkü inkârcı sapıklığın aksine, Kur'an dışı dincilik şeklinde beliren sapıklık, Allah'ın saf ve iyi niyetli kullarına musallat olur ve onları din-iman diye diye perişan eder. Bugünkü İslam dünyasını ettiği gibi. İslam dünyası ve o arada ülkemiz işte bu perişanlığın kahrı altında inlemektedir. Olay açık ve inkâr edilemez bir biçimde ortadadır: Kendisine ‘İslam dünyası’ adını veren câmia, iddia ve söylemlerinde ısrar ederse, akıl bizi iki şeyden birini kabule zorlayacaktır: 1. Bu câmia aldatılıyor veya kendini aldatıyor, yaşadığını iddia ettiği din, Kur'an'ın getirdiği ve adını ‘İslam’ koyduğu din değildir, 2. İslam dünyası doğru sözlü ve dürüst özlüdür, bozukluk ve tutarsızlık (hâşa) Kur'an'dadır. Bu iki şıktan birini seçmek zorundasınız. İslam dünyasının perişanlığı tartışmasız olduğuna göre, "Hem bu câmia sağlamdır hem de Kur'an" demeye kalkmak aklın apaçıklık ilkesine zıt olur. Biz, yukarki iki şıktan birincinin doğru olduğu inancını taşıyoruz. Sebebi de, hiç kuşkuya düşmeden belirlemiş bulunuyoruz. Bir kez daha söyleyelim: ‘İslam dünyası’ denen câmianın yaşadığı din, Kur'an'ın getirdiği ve Hz. Muhammed'in gösterdiği din olmaktan çıkmıştır. İçinde o dinden bir şeyler elbette vardır ama tamamı o din değildir. Kur'an'ı ‘anlamak’ için okuyanlar, bu gerçeği hemencecik görüverirler. Ülkemizde de, politik ve ekonomik saltanat çıkarları uğruna Kur'an'ın sadece adı kullanılmak suretiyle sergilenen bu ‘Kur'an dışı din’, menfaat veya aldatmayla susturulmuş kitleler hariç, aklı ve idraki sağlam hiçbir insanı ikna edemez. Bu apaçık olduğu içindir ki, Kur'an dışı dinciliğin savunucuları, sürekli bir biçimde aforoza, tekfire, tehdide, şiddete veya ulûfe dağıtma yoluna başvurmaktalar. Çünkü idrâk ve aklı tatmin edecek hiçbir şeye sahip değillerdir. Daha da vahimi, ahlaka sahip değillerdir. Ülkenin en büyük soygun ve talanlarında, en yıkıcı yalanlarında onların imzası vardır. Kur'an'a sırt dönen dinci sömürüyü tanıtıp belletemezsek, körpe kuşakların şu üç beladan birine teslim oluşunu seyrederiz: 1. "Din bu ise olmaz olsun" diyerek dinsizliğe geçiş, 2. "Dinsiz yaşanmaz ama kılı ve kumaşı tanrılaştırmış bir dine de katlanamam" diyerek başka bir dine geçiş, 3. Bilgisizlik, duygusallık yüzünden veya ekonomik-politik sebeplerin itişiyle Kur'an dışı dine bağlılığını devam ettirerek ruh ve kişilik dengelerini yitirmek. Sahte dinin, bu üç ihtimal dışında vaat edeceği hiçbir şey yoktur. Dünya ve âhiret mutluluğuna yatırım yapmak isteyenlere, aklın egemenliğini esas alan Kur'an'daki İslam’ı öneriyoruz.- Hotmail'i bulan Hindistanlı bir Müslüman
Sayin Notamatik herseyden önce Müslüman insan yalan uydurmaz... sonra bu Hotmail'i bulmak Dünyada ezilen Müslüman halkin,, teki dahi sevinecegine bu sahsi omuzlarina alacagina inanmiyorum belki bir tebessüm edebilir... bana gelince ne zaman Müslüman ülkeleri cagdasligi yakalayip teknolojide harikalar yaratmaya baslarsa ve bizleri MARS´A Isinlamaya basarirlarsa sevincden MARSDAN asagiya kendimi birakirim... bak arkadasim bati medeniyetine herzaman biz göc veriyoruz??? bu göcü zorlayan bati dünyasi onlara sundugu bütün imkanlari sadece bulus yapmalarina yasaklayarakmi sunuyor dersiniz??? Sonra bati Dünyasi bu beyin göcünü kendisinin kurnazlikla zorladigi beyin göcünü Ülkelerinde kalipta oralarda basariya imza atmasina izin verirmi dersin? bakin ASALSEN örnegi... ne oldu topluca yok oldular??? kim hesap soruyor!!! Sonra SILAH Tüccarlari ac kalmazmi,, düsünün bugün silahi biz üretsek dogudaki terörislere onlarin silah ihtiyacini biz karsilasak bati dünyasi bu teröristlere desteklemeye devam edermi dersin!!... Sayin Notamatik bu basligi acarken cok bilmek istedigim duymak istedigim düsünceler vardi.. sizin degerli katilimizindan dolayi daha degisik birseyler yakaladigim icin mutluyum... Saygilarimla- Lale Mansur: 'Ergenekonu' görmemek utanç verici, bu gazetecilik mi?
Bütün bu ergenekon tantanasida, gundemin sıkıştırılmasıda tamamen insanların dikkatini çekmek içindi.... Taşları sıraya koyun! 1- Talatpaşa Komüstesi dağıtıldı (elbette söz sahibi olanlar göz altına alınarak), 2- Akabinde KKTC Cumhurbaşkanı adı bilmemne menem bişi olan rum lideri ile sarmaş dolaş oldu, 3- Global kriz zaten Türkiye ye girmişken, sadece devlet eliyle devülasyon yapılmayarak, akepe nin kapatılma davasına kadar bekeltilmesi, 4- Krizden sonra "gördünüzmü, ben size akepeye dokunmayın demedimmi" demeye hazılanan avrupanın artık zıvanadan çıkan açıklamaları, 5- ABD nin nedense bu tarihlerde ermenei diasporasının yalanlarına evet demesi, 6- İzmir i işgal eden ve daha ayak basar basmaz, tüm silahları alınmış, ordusu bile olmayan halkı kıyan yunanlılar, denize döküldükleri tarihi yunan katliamı olarak dile getirmeye başlaması, 7- Yabancılara toprak satışının NO-LIMIT önünün açılması (kraliçelerinin buyruğunu yerine getirdiler), 8- İşte tam bu dönemlerde ABD ile Türkiye nin karşı karşıya geleceği her türlü markajın hızlanması, 9- İran ı vuracağım diye tantana yapan ABD nin aslında güneydoğuya yerleşmek için özellikle İran-Türkiye çatışması için düğmeye basması, 10- ZarultılıZurultuluFetoşcuğumun oturum izni alamaması (Hümeyni geliyor Hümeyni beylerrrrr), .... daha yazayımmı???- ÜC POLISIMIZ ŞEHİT OLDU
'Başkomiserim Amerikalılar kapıyı açmadılar’ ABD İstanbul Başkonsolosluğu binası 93 bin m2 üzerine kurulu 120 milyon dolar harcanan bir yapı; ’Kartal Yuvası’ ya da ’ABD’nin Boğazdaki Kalesi’ olarak adlandırılıyor. Boğaza hakim... İçerden Amerikan Deniz Piyadeleri, dışardan da Türk polisi tarafından korunuyor. Binanın yapımı Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı döneminde başladı. RP, o zaman Büyükşehir Belediye Meclisi’nin komisyon seçimlerinde üyeliklerinde ağırlık sağlayamıyordu. Bunun üzerine 11 ANAP’lı ile 2 DSP’li transfer edildi. Erdoğan, inşaatın planlarının Meclis’ten hemen geçmesi için yakından ilgilendi. Plan tadil işlemlerinin takip edilmesinde ANAP’dan RP’ye geçen Erhan Şenol (Eyüp), Zeki Yeşildağ (Beyoğlu) ve Nuri Yazıcı’yı (Üsküdar) bizzat görevlendirdi. ABD binasının temeli Erdoğan döneminde atıldı, Ali Müfit Gürtuna döneminde açıldı. (Bundan bir süre öne ABD’de yaşayan Engin Civan’ın kız kardeşi ile evlenen Rizeli Zeki Yeşildağ’ın abisi eski ülkücü Hasan Yeşildağ bir çek suçundan tutuklanıp Pınarhisar cezaevinde Erdoğan’a korumalık yapmıştı. Bu üç isim üçüncü dönemdir Belediye Meclisi üyesi.) Saldırının bir başka acı yönü omuzundan vurulan genç polisin İstinye Hastanesi’nde başkomiserine yakınmasıydı: "Başkomiserim vurulduğum an yerimden kalktım, kapıyı açın diye bağırdım, duymadılar, açmadılar. Hiçbir Amerikalı da yardıma gelmedi. Orada yığıldım kaldım." Hesabını sorabilir miyiz?- BAŞINA İKİ KOY,ÇEVİR....!?
Kisacasi artik kral ciplaktir... BAŞINA İKİ KOY,ÇEVİR....!? godzii samimi söylüyorum simdiye kadar forumda gördügüm en güzel baslik- Ruyalarimizi yorumliyalim mi?
- Ruyalarimizi yorumliyalim mi?
- Hotmail'i bulan Hindistanlı bir Müslüman
Hotmail'i bulan Hindistanlı bir Müslüman Dünyanın en çok kullanılan mail programlarından Hotmail'in gerçek sahibi bazılarının düşündüğü gibi Bill Gates değil, Hindistanlı Müslüman bir genç. Dünyanın en fazla kullanılan e-posta servislerinden Hotmail'i Hindistan asıllı bir Müslüman gencin bulduğu ortaya çıktı. Şu anda Microsoft firmasına ait olan söz konusu mailin arkasında aslında büyük bir başarı hikâyesi yatıyor. Bu başarının altına imza atan genç Hintli Müslüman'ın adı Sabir (Sabeer) Bhatia. 1988 yılında Sabir, Stanford Üniversitesi'nde eğitim görmek üzere ABD'ye gelir. Buradan mezun olduktan sonra internet firmalarından birinde işi başlar, ardından aynı üniversiteden mezun olan Jack Smith adlı bir gençle tanışır. Sabeer Bhatia İki genç kafa kafaya verip çalıştıkları şirket içerisinde daha sonra kuracakları şirket hakkında istişare etmeye başlarlar. Çalıştıkları şirketin sahibi onların bu projelerini fark ettiğinde, bu projeleriyle ilgili şirketin imkânlarından yararlanmamaları konusunda uyarır. Bu dönemde Sabir, herkesin kendisine özel bir e-posta programı kullanmasına imkân veren bir programı bulmuştur. Bu programı geliştirmek ve halkın kullanımına sunmak için gizli bir şekilde çalışmalarını sürdürür. Program, piyasaya çıktığı 1996 yılında internet kullanıcıları arasında hızla yayılır çünkü başka programlarda olmayan farklı özelliklere sahiptir. Gates'e 400 milyon dolara sattı Bu e-mail programı, ücretsizdir ve gizliliğe olanak vermektedir. Ayrıca dünyanın her yerinden kullanılabilir. Toplu kullanıma açıldığı daha ilk on günde Hotmail, milyonlarca insan tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Bu program dünyanın en zengin adamı olan Microsoft firmasının sahibi Bill Gates'in dikkatini çeker ve bu programı satın almak ister. Hotmail'e 50 milyon dolar vermeyi teklif eder ancak programın öneminin farkında olan Sabir, Hotmail için 500 milyon dolar istemiştir. 1998 yılına kadar yapılan uzun pazarlıklar sonucu Sabir, programı kendisinin Microsoft şirketine uzman olarak atanması koşuluyla 400 milyon dolara satmaya razı olur. Bugün Hotmail'in kullanıcıları yaklaşık 90 milyonu bulmuş olup her gün 3 bin yeni kullanıcı bu programa katılmaktadır. Devlet başkanları taltif etti Sabir satışı gerçekleştirdikten sonra bununla yetinmez ve online alışveriş yapmak isteyenlerin güvenliğini sağlayan Arzu adlı bir program yaparak şöhretine şöhret katar. Öyle ki Sabir, bu başarıları nedeniyle ABD Başkanı Bill Clinton, Fransa Devlet Başkanı Jacques Chiraq ve Hindistan Başbakanı Beyhari Vacabani tarafından misafir ve taltif edilir. Servetini eğitim kurumlarına bağışladı Sabir'in şahsiyetine olan hayranlığı daha da artıracak olan husus, onun parayı alır almaz birçok enstitü kurarak eğitim imkânları kısıtlı olan öğrencilere yardım etmesi olmuştur. Sabir, o kadar çok hayır işlerine katkıda bulunmuştur ki serveti hızla 100 milyon dolara gerilemiştir.Haber Merkezi / TİMETURK- DOĞU PERİNÇEKLER SERBEST BIRAKILSIN!
Postal yalıyorum! Ahmet Hakan'dan, gözaltıları eleştiren herkese 'postal yalayıcısı darbe yanlısı!' yaftasını yapıştıranlara yanıt Zavallı Kuddusi Okkır’ın içine çökmüş gözlerinden söz ettiğim için... Ve o gözlere bakarak vicdanım kanadığı için... Bana "***! Postal *******" diyecekseniz... Size vereceğim karşılık şudur: Evet birader, ********... Ahmet Hakan yazıyor... POSTAL YALIYORUM! TUTUKLU olduğu cezaevinde kansere yakalanan... Kanserden ölünce de... Cenazesini kaldıracak parası olmadığı anlaşılan... Üstelik "Ergenekon’un kasası" diye takdim edilen... Zavallı Kuddusi Okkır’ın içine çökmüş gözlerinden söz ettiğim için... Ve o gözlere bakarak vicdanım kanadığı için... Bana "**********" diyecekseniz... Size vereceğim karşılık şudur: Evet birader, ********.. * * * Türk tarihinin en önemli soruşturmasını yürüten... Hakkında ketumiyet ve ciddiyet abidesi olduğuna dair sayısız masal dinlediğimiz... Abdurrahman Bey’in zıddı olan savcı Zekeriya Bey’imiz... İçeri tıkmak için yanıp tutuştuğu gazeteciyi sorgularken... Masasının çekmecesinden çıkardığı en kıytırık faks metnine "kozmik belge" muamelesi çekerek... Aziz Nesin’e rahmet okutuyorsa... Ve ben de sırf bu nedenden dolayı... Savcı beyimizi sarakaya alıyorsam... Ve bu yüzden beni "Eruygur’un *******! Tolon’un adamı" olarak damgalayacaksanız... Size vereceğim karşılık şudur: Evet birader, adamıyım... Evet birader, ********... * * * "Beş leşe sahip" bir Tophane kabadayısı muamelesine tabi tutularak... Bileklerine kelepçe geçirilip götürülen gazeteciye... Yüz binlerce "okkalı" belgenin arasından kafayı çıkarıp... "Söyle bakalım gazeteci efendi... Telefonda konuşurken Başbakan’a neden küfrediyordun?" sorusu soruluyorsa... Bu durum karşısında bana düşen... "**** yoksa keleğe mi geliyoruz?" sualini patlatmak ve "okkalı belgeler" hakkında kuşkuya düşmektir... Bunu yaptığım için... "Darbe yanlısı" diyecekseniz... Size vereceğim karşılık şudur: Evet, darbe yanlısıyım. * * * Büyük bir gürültüyle gözaltına alınınca... "**** gerçekten de karanlık işlere bulaşmış olabilir mi?" diye fısıldadığımız... Ancak... Gözaltından çıkınca... "Oraya neden gittin? Telefonda neden böyle dedin? Falancayla neden fotoğraf çektirdin?" türünden sade suya tirit, tırışkadan sorulara muhatap olduğunu öğrendiğimiz Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay karşısında sergilenen "acıklı belgesizlik hali"ni eleştirdiğimiz için... Ve Balbay gibi gazeteciden çok "misyon adamı" haline dönüşmüş birine, "en kahraman gazeteci" olarak caka satma fırsatı sunulmasına içerleyip ah çektiğimiz için... "Darbeci" cenaha taş taşımakla suçlanacaksam... Size vereceğim karşılık şudur: Evet, taş taşıyorum...- TEHLİKENİN FARKINDAMISINIZ?... (''Ülkemiz şu anda hiç görmediğimiz büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. Bir taftan bölücü terör, diğer taraftan irtica)
oyun nedir??? Amac Türkiye'yi savunmayı suc haline getirmektir. Büyük Ortadogu Projesi cercevesinde AKP'ye verilen görev budur.... Ama Cumhuriyet Yargısı ve yurtsever cumhuriyetci gücler, bu emperyalist saldırıyı boşa çıkaracaktır... Cumhuriyet kazanacak, Amerika'nın BOP görevlileri kaybedecektir!- TEHLİKENİN FARKINDAMISINIZ?... (''Ülkemiz şu anda hiç görmediğimiz büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. Bir taftan bölücü terör, diğer taraftan irtica)
ORDUEVİ'NDE KALIRKEN GÖZALTINA ALINAN BİR PAŞA'NIN SORGUDA YAŞADIKLARI! Ergenekon Soruşturması'nın dünkü adı "Bomba Davası" idi. Aylarca süren soruşturmalar sonucunda, avukatlar, bürokratlar, öğrenciler, emekli askerler ve en sonunda Paşalar gözaltına alındı; işkenceli sorgulamalardan geçirildi. "Bomba Davası"nın hedefinde hangi komutanlar vardı? İktidar klikleri arasındaki çatışmanın temelinde ne yatıyordu? Emekli Tümgeneral Celil Gürkan gözaltına alınışını ve sorguda yaşadıklarını bakın nasıl anlatıyor... "Gece yarısından sonra eşimle birlikte arabamızla Orduevi'ne döndük. Orduevinin lobisine girdik. Eşim asansöre doğru yöneldi. Ben de, odamızın anahtarını almak üzere resepsiyona yaklaştım. Lobide kollarında kırmızı 'As. İz./Askeri inzibat' kolluğu takılı bir deniz, bir hava subayı ile bir de sivil kişi bulunuyordu. Görevli ere oda numaramızı söyledim. Er anahtarlığa döndü, kutudan çekip aldığı anahtarı verirken, 'Komutanım bu beyler sizinle görüşmek istiyor' dedi. Dönüp baktığımda, erin bana bu şekilde hitap etmesi üzerine yerlerinden kalkan ikisi subay, üç kişinin bana doğru yaklaştıklarını gördüm. İçlerinden deniz Yarbayı olan, 'komutanım. Siz emekli Tümgeneral Celil Gürkan'sınız değil mi?' diye sordu. Evet, dedim. Bu yanıtım üzerine Yarbay, ' komutanım bir konu hakkında bilginize başvurmamız gerekiyor' dedi. Benimle oracıkta oturup konuşacaklarını sanarak, 'Hay hay Yarbayım' dedim ve holdeki koltuklara doğru yöneldim. Yarbay sıkılarak, 'komutanım burada değil Emniyet Müdürlüğü'ne kadar gideceğiz' dedi... Emniyet Müdürlüğü'ne gittik. Yukarı çıktık ve bir odaya girdik. Çalışma masasının başında orta yaşlı sivil bir kişi oturuyordu. Biz odaya girince ayağa kalktı. Nöbetçi Emniyet Müdürü imiş. Beraber geldiğimiz Yarbay, nöbetçi müdüre, 'Bizim işimiz kalmadı Müdür Bey, gidiyoruz' dedi ve bana veda ederek odadan ayrıldılar. Nöbetçi müdürle ben başbaşa kaldık. 'Paşam yarın sabah İstanbul'a oldukça uzun ve yorucu bir yolculuk yapacaksınız. İstirahat etseniz iyi olur. İçeride bir yatağımız var. Orada yatabilirsiniz' dedi. Vakit gece yarısını bir iki saat geçmişti. Ellerim kelepçelendi gözlerim bağlandı İzmir Emniyet Müdürlüğü'nden saat 09.00 gibi İstanbul'a hareket ettik. Ben kendi otomobilimi kullanıyorum. Yanımda dün gece beni teslim almaya gelen emniyet komiseri var. Önde bir polis trafik arabası, tepesindeki mavi sinyal lambası sürekli çalışıyor ve zaman zaman da sirenini çalıyor. Arkada sivil giysiler içindeki emniyet mensuplarını taşıyan resmi plakalı bir otomobil var. Gerçekten görkemli bir gidiş! Bana bir telefon açıp İstanbul'a gitmemi isteselerdi bunu derhal yerine getirirdim. Devlete bu denli külfet yüklememiş olurdum... Saat 22.00 sıralarında Selimiye kışlasının nizamiye kapısı önüne vardık. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne ait binek otosundan inen iri yarı görevli yanıma gelerek, 'Paşam burada araba değiştireceksiniz. Şu arabaya geçin' dedi. İzmir'den beri bana eşlik eden Komiser ile vedalaştık. Hareket ettik. Doğru Kadıköy İskele Meydanı'na. Emniyet Amirliği binası önünde tekrar araba değiştirdik. Dodge marka askeri bir kamyonete bindirildim. İçerisi karanlık. İçeri girmemle birlikte görüp seçemediğim biri elindeki bantla gözlerimi bağladı ve yan kanapeye oturttu. Bileklerime kelepçe taktı. Araç hareket etti... Ziverbey Köşkü sorgu merkeziydi Yavaşlaması ile bir bahçe kapısından girip yaptığı izlenimi veren araba, kırma taş dökülü bir zemin üzerinde biraz ilerledikten sonra durdu. Bu arada birkaç kez duyduğum köpek havlaması, girdiğimiz binanın koruyucu köpeklerle pekleşirilmiş bir güvenlik düzenine sahip olduğunu gösteriyordu. Koluma giren kişi, 'dikkat merdiven çıkacağız' dedi. Yanılmıyor isem helezon biçimi merdivenden bir kat çıktık, sola döndük. Biraz yürüdükten sonra bir kapı açıldı ve beni içeri soktular. Kapı kapandı ve asıl önemlisi gözümdeki silah bant çıkarıldı. Gördüğüm manzara şu idi: Yaklaşık 4X4 metre boyutunda, tahta zeminli tahta tavanlı bir harap oda. Tavanda oldukça güçlü çıplak bir ampul. İki cephede pencere. Camları tamamıyle beyaz boya ile boyandığı için dışarıdan ışık alıyor ama dışarıyı görmeye olanak vermiyor. Köşede, her yönü ile hurdaya çıkmış izlenimi veren bir demir karyola. Eski bir tahta masa ve hurdaya çıkmış bir koltuk. Odada iki sivil kişi ve bir üniformalı çavuş. İki kişiden yaşlıca olanının boynunda bir fotoğraf makinesi. Genç olanı, 'Üstünüzde ne varsa, saat dahil çıkarıp masanın üzerine koyun. Elbiselerinizi de çıkarın, şu pijamayı giyin' talimatını verdi. Arkasından bana duvar önünde durmamı, cepheden ve yandan vesikalık fotoğrafımın çekileceğini söylediler. Bu arada da elime, üzerinde iki veya üç haneli bir numara yazılı bir tahta parçası vererek bu tahtayı göğsümün üstünde ve çenemin altında tutmamı tembihlediler. Eeee kolay mı? 'Büyük sapıkalı' ele geçirilmiş! Pijamamı giydikten sonra genç adam çavuşa, 'tak zincirlerini' dedi. Çavuş, paslı ve beygirleri ahırda bağlamak için kullanılan zincir ile iki bileğimi birbirine bağladı ve zincirin uçlarını da gene paslı bir kilitle kilitledi. Aynı işi ayak bileklerim içinde uyguladı. Zincire bağlandıktan sonra şimdi sıra genç adamın talimat vermesine gelmişti: 'Odada dolaşmak yasak. Pencerelere sokulmak yasak. Elektriği gece gündüz söndürmeyeceksiniz. Yatakta yatmadığınız zaman en çok yatağın yanındaki masanın başında bulunan koltuğa oturabilirsiniz. Kapının açılış ve kapanışı sırasında kapıya arkanızı döneceksiniz.' Görevli gence, yatarken zincirlerin çözülüp çözülmeyeceğini sordum. Sorum tuhafına gitti. 'Yok öyle şey, bu halinizle yatıp kalkacaksınız.' 31 Mayıs 1939 günü büyük umutlarla, büyük sevinçlerle, onur duyarak Harp Okulu'ndan mezun olmuş, kılıç kuşanmış, apolet takmıştım. Otuzdört yıl sonra 31 Mayıs 1973 günü, emekli bir Tümgeneral olarak, elli beş yaşında, pranga mahkumu gibi zincire vuruluyordum. Neydi başıma gelenler? Niçin getirilmiştim bu meçhul yere? Getirenler kimlerdi ve amaçları ne idi?.." Sorgucuların hedefinde hangi komutanlar vardı "Gözlerim bantlı, ellerim ve ayaklarım zincirli ve pijamalı halde sorgucunun karşısındayım. Sivil olmalarına rağmen herkes birbirine 'Albayım, Yarbayım' diyor, gerçek kimliklerini saklamak istiyorlar. Beni son derece şaşırtan bir soruyla başladık. 'Paşam siz son derece değerli bir subay idiniz, komutan idiniz, seviliyordunuz. Neden **** Gürler'e, **** Batur'a (burada yinelemek istemediğim bazı kaba sözcükler kullanarak) alet oldunuz, onların oyunlarına geldiniz? Sorgucunun bu sözleri söylediği tarihte, (Faruk) Gürler Genelkurmay Başkanlığı'ndan yeni ayrılmış olmakla beraber Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koymuş fakat kazanamamıştı. (Muhsin) Batur ise fiilen Hava Kuvvetleri Komutanı bulunuyordu. Sorgulama çok ilginç bir önsöz ile başlamıştı. Sözde 'Albay', benden Adapazarı'nda 2'inci Tümen komutanlığım dönemimden başlayarak son güne kadar geçen olayları anlatmamı istedi. Başladım anlatmaya. Araya giriyordu. 'Yoo Paşam öyle değil, gerçeği söyleyiniz. Biz herşeyi biliyoruz. Sonra külahları değiştiririz!' Ben anlatıyor o araya girip, 'Cuntaları anlatın cuntaları' diyordu. Cunta falan yoktu. Kara, Hava ve Deniz Kuvvetlerindeki silah arkadaşlarımız, kendi aralarında olsun, komutanları ile beraber olsun, olağan görevleri gereği zaman zaman bir araya gelerek, 12 Mart öncesi tehlikeli gidiş üzerinde durmuşlar, Ordunun uyarıcı görev yapması üzerinde görüş alışverişinde bulunmuşlar, ne gibi önlemlerin alınabileceğinin değerlendirmesini yapmışlardır. Kent Oteli'nde cunta toplantısı! 'Albay' (kimliği daha sonra ortaya çıktı: MİT görevlisi Eyüp Özalkuş idi. SY) sanırım elindeki yazılı bir metinden okuduğu izlenimi veren bir ton ile sordu: 'Paşam, siz emekli olduktan sonra, 16 Mart 1972 tarihinde emekliye sevkedilen 5 General/Amiral ve 8 Albay eşlerinizle birlikte Ankara Kent Oteli'nin meyhanesinde, daha doğrusu gece kulübünde toplanmışsınız. Aranızda bir de üniformalı Kurmay Albay varmış. Bu toplantıda sizi emekli ettikleri için Silahlı Kuvvetlerden intikam almaya yemin etmişsiniz. Bunu anlatın.' Bu suçlama karşısında sarsıldığımı hissettim. Aklıma, vaktiyle bir yerde okuduğum ve beğendiğim şu söz geldi: Ben size insanım diyorum, oysa siz benden **** olmadığımı ispatlamamı istiyorsunuz! Emekli olmuş, ellerinde hiçbir güç, kuvvet bulunmayan, sadece içinde yaşadıkları memleketin refahını isteyen 13 emekli subay adına benden, niçin Türk Silahlı Kuvvetleri'nden intikam alma andı içtiğimizi açıklamamı istiyorlardı? 'Albayım' dedim, size bu bilgileri veren kaynağın kim, neresi olduğunu bilmiyorum. Öğrenmek de istemiyorum. Şayet resmi bir kaynak ise, ülkemin güvenliği açısından üzülerek karşılarım. Herbirini çok yakından tanıdığım arkadaşlarımın, içinden yetiştiğimiz ve her türlü nimetlerini gördüğümüz aziz Silahlı Kuvvetlerimizden sırf emekli edildik diye intikam andı içecek derecede serseri, sağduyudan yoksun kişiler olmadıklarını biliyorum. Elhamdülillah sağduyumuzu, aklımızı yitirmiş değiliz. Bu suçlamayı nefretle reddederim. Kent Oteli'nin gece kulübü ya da meyhanesi, yerli yabancı, dost düşman, casus, istihbaratçı, hırlı hırsız her türlü insanın bulunduğu bir yer. Eğer cehalet bir andiçme sözkonusu olsaydı bunu herkesin gözü önünde yapmazdık. Cuntanın içyüzünü anlatın Sorgumun ikinci günü ifademi yazılı olarak vermem istendi. Beyaz kağıtlar verdiler. 12 Mart (1971 askeri darbesi) öncesi, Silahlı Kuvvetler içindeki örgütlenme çalışmalarını yazacaktım! Ne ilginçti. Eğer benim de içinde bulunduğum örgütlenme çalışmaları 'cuntacılık' sayılıyorsa, bu 'cuntaya' liderlik etmiş iki kişiden biri Silahlı Kuvvetleri'n hava gücünün başında idi. Öteki de daha düne kadar Silahlı Kuvvetlerin tümünün başındaydı. Eski Genelkurmay Başkanı ile fiilen hava gücüne komuta etmekte olan bir Hava Kuvvetleri Komutanını suçlayacak bir dosya hazırlanıyordu demek. Sürekli soruyorlardı: Başınızda kimler var? Sizi kullananların içyüzünü açıklayın da bitsin bu iş. Yazdıklarım beğenilmedi. Vaki olmayan bir cuntadan, ihtilal ya da darbe girişiminden ve cunta üyeliğinden sözetmemi istiyorlardı. 'Albay' sürekli tehdit ediyordu, 'Yoksa külahları değiştiririz...' Yazdım beğenmediler, yazdım beğenmediler. İstediklerini alamadılar. 'Konforlu Köşk'teki konukluğumun altıncı günü saat 10.00 sıralarında gözlüklü bir Yüzbaşı geldi: 'Paşam bugün öğle yemeğinden sonra sizi serbest bırakacağız. Şimdi elbiselerinizi gönderiyorum, hazırlanın' dedi. Sevinmedim dersem yalan olur." "Darbeci" olduğu iddiasıyla gözaltına alınan emekli tümgeneral Celil Gürkan'ın bu anlatımları, "12 Mart'a Beş Kala" (Tekin Yayınevi) kitabından özetlenerek alınmıştır. Bugün adı Ergenekon Soruşturması dünkü adı Bomba Davası idi Tarih 6 Mayıs 1972 Bombalı bir eylem sırasında elleri ve ayakları kopan İbrahim Çenet adlı öğrencinin ifadesiyle başlayan soruşturma bir anda bambaşka gelişmelere neden oldu. Türkiye gündeminden aylarca düşmeyen ve adına 'Bomba davası' adı verilen soruşturma kapsamında eski polis müdürlerinden doktorlara, avukatlardan üniversite öğrencilerine, bürokratlardan emekli askerlere kadar 57 kişi gözaltına alınıp, anayasa düzeni yıkmak iddiasıyla tutuklandı. Bomba Davası sanıkları yapılacak bir askeri ihtilal amacıyla, soygun ve bombalı saldırılar düzenlemek ve Boğaz Köprüsü'nü havaya uçurmak gibi uyduruk iddialarla İstanbul'daki Ziverbey Köşkü'nde işkenceli sorgulamalardan geçirildiler. "Kontgerilla" adı ilk kez bu köşkte dile getirildi. Sorgulamayı yapanlar kendilerini 'Kontrgerilla' diye tanımlıyordu. Ziverbey Köşkü'nden çıkan ifadeler doğruymuş gibi gazete manşetlerine taşındı. Bu yalan haberlerle kamuoyu oluşturulmaya çalışıldı. Örneğin, güya sanıklardan Orhan Kabibay, gemi batırmak için Bülent Ecevit'ten 4.500 lira almıştı! Peki, soruşturma neden birden bire büyümüş ve başka kanallara doğru gitmişti? Talat Turhan mahkemede şöyle diyordu: "Yapılmak istenen Atatürkçülerin ve 27 Mayısçıların tasfiyesidir. Huzurunuzdaki sanıkların çoğu ve ben, o tarihte kuvvet komutanı olan Orgeneral Gürler, Orgeneral Muhsin Batur ve Oramiral Kemal Kayacan'ı suçlanmaya zorlandık. Bunu yapanlar, bazı hallerde bu en değerli komutanların kendilerine ve ailelerine açıkça küfrediyorlardı. Çünkü bizi bir iktidar kavgasında kullanmak isteyen gayri meşru bir örgüt esir almıştı; tabir benim değil onlarındır. " Bomba Davası büyük gürültülerle sürdü ama sessizce bitti. Yargısal süreç, beraat ya da mahkumiyetle son bulmadı. 1974 yılında çıkarılan afla dava düştü. Sanıklar davanın düşmesine itiraz ettiler; suçsuzluklarının mahkeme tarafından kabul edilmesini istediler. Dosya Askeri Yargıtay'a gitti ama karar değişmedi. Peki, "Bomba Davası" siyasal amacı gerçekleşti mi? Evet, en önemlisi suçlanan Faruk Gürler Cumhurbaşkanı seçilemedi. Bomba davası üzerine araştırmalar yapan rahmetli Uğur Mumcu şöyle diyordu. "Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay - Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Faik Türün üçlüsünde simgelenen emperyalistlerle bütünleşmiş işbirlikçi iç güçler, ulusalcı Faruk Gürler-Muhsin Batur- Kemal Kayacan üçlüsünü buna engel görüyorlar ve onları bertaraf etmek istiyorlardı." Bugünü anlamak için fazla söze gerek var mı? Soner Yalçın- DOĞU PERİNÇEKLER SERBEST BIRAKILSIN!
bak arkadasim ikide bir bana numara cekme gibi laflar olmasin ikincisi alintiladigin seyi bütün gercekliginle alintila... sadece anabaşlık ile girişi okumuşsunuz...biraz oku gerceginle okumaya calış 1.Si, Taraf ın askere saldırıları ile Aydınlıkta cıkan TSK yazısı aynı degildir. Birisi ergenekonla TSK yı karşı karşıya getrmeye ve hatta Büyükanıt Paşam emekli olunca onuda iceri atma hayalinde.... 2.Si, Aydınlıkçıların bahsettigi olay komplo degildir. İcinde Emekli Paşalardan olusan bir parti bildirilerinde askeri alanada hayal ürünü seyler yazılmaz.... Bahsedilen komplo, aynen ABD de ele alınmış olup, şuan kimsenin hesap edemediği, Dogu Akdenizi ABD denizi haline getirlmesi planlarıdır. Eger ABD Akdenizde saglam bir yer tutamazsa; Kıbrıstaki son gelişmeler ve iki halkın birleşip rum olarak anılmasını istemelerinin asıl sebebi de budur; İrana saldıramaz, kürt devletini kuramaz. Düşün bir kere, hem İran ı vuracaksın, bunuda Türkiye üzerinden yapacaksın, Türkiye deki üsleri kullanacaksın ve Türkiyeden toprak alıp kürdistan kuracaksın...Akıl işi degil! O halde, Türkiye kürtlerle ugraşırken sen Akdenizdeki üslerin sayesinde İran ı mafedebilirsin,, İşte anlatılmaya calışılan olay budur... ABD, Toroslarımızın güneyine göz koymuştur! Kıbrısa cıkarma yapıp "sen burada işgalcisin hadi kaybol demek icin zemin hazırlamaktadır!- bizkackisiyiz'in sefinin nerede ve nasil askerlik yaptigini bilen varmi?
siz bana birtane saygi duydugunuz siyasetci söyleyebilirmisiniz?- bizkackisiyiz'in sefinin nerede ve nasil askerlik yaptigini bilen varmi?
Daha düne kadar kemalist orduda,, Türk ordusunda görev yapmam diyenler her dönem Türkiyeye karsi isbirligi icinde olanlar!!! kemalist diyenler yesil holdinglerin disardaki isyerlerinde kendilerini calisiyor göstererek binlercesi parali askerlik yapanlari unutanlar... Türk ordusunda görev yapmam diyip daglara cikanlari bir kenara koyup.. birileride cani cok yanmis gibi bu tiplemelere karsi cikan özkani karşisina aliyor...- ÜC POLISIMIZ ŞEHİT OLDU
Araç bomba yüklü ABD Konsolosluğu önünde düzenlenen saldırı sonrasında kaçan 4. teröristin kullandığı 34 US plakalı Ford Focus marka aracın bomba yüklü olduğu iddia edildi. ABD konsolosluğu önünde saldırıyı gerçekleştiren saldırganlardan 3'ü öldürüldü. Aracı kullanan saldırgan ise olay yerinden kaçmayı başardı. 34 US plakalı gri Ford Focus markalı araçla kaçan saldırganın yakalanması için tüm İstanbul'da havadan ve karadan operasyon başlatıldı. Gelen bilgilere göre polis aracın bomba yüklü olduğunu düşünüyor.. 2 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI Bazı adreslere baskın yapan polis, 2 kişiyi gözaltına aldı. Saldırıda öldürülen teröristlerin kimlikleri belirlendi: Bitlis doğumlu Raif Topcıl (20), Bitlis doğumlu Erkan Kargın (26) ve Iğdır doğumlu Bülünt Çınar (23). Erkan Kargın'ın hırsızlıktan sabıkası ortaya çıktı. - ÜC POLISIMIZ ŞEHİT OLDU
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.
Navigation
Configure browser push notifications
Chrome (Android)
- Tap the lock icon next to the address bar.
- Tap Permissions → Notifications.
- Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
- Click the padlock icon in the address bar.
- Select Site settings.
- Find Notifications and adjust your preference.
Safari (iOS 16.4+)
- Ensure the site is installed via Add to Home Screen.
- Open Settings App → Notifications.
- Find your app name and adjust your preference.
Safari (macOS)
- Go to Safari → Preferences.
- Click the Websites tab.
- Select Notifications in the sidebar.
- Find this website and adjust your preference.
Edge (Android)
- Tap the lock icon next to the address bar.
- Tap Permissions.
- Find Notifications and adjust your preference.
Edge (Desktop)
- Click the padlock icon in the address bar.
- Click Permissions for this site.
- Find Notifications and adjust your preference.
Firefox (Android)
- Go to Settings → Site permissions.
- Tap Notifications.
- Find this site in the list and adjust your preference.
Firefox (Desktop)
- Open Firefox Settings.
- Search for Notifications.
- Find this site in the list and adjust your preference.