Zıplanacak içerik

sarıgöl

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

sarıgöl tarafından postalanan herşey

  1. Batı?nın teknolojik üstünlüğünü ?NOBEL?e bağlayıp! buradan hareketle ?Yahudi ve hırıstiyan? olan üstündür imajınımı serdetmek ve buradan hareketle ?İSLAM VE MÜSLÜMANA? a yüklenmek ya yabancı hayranlığıdır yada ? MİSYONER? (Oryantalizm) saplantısıdır ve yahut batı ?Yahudi ve Hırıstiyan? olan Dini inanışının (çoğunlukla) teknolojik üstünlüğüne fazla bir katkısı olmamıştır diyerekten (objektiflik adına) Müslümanların ?TEKNOLOJİK? olarak neden geri kaldıklarını sormak irdelemek methetmeye çalışılan ?Batı? tipi uygarlığa (hayran) daha layık olmazmı?. Merak: Bu teknolojide üstün batı acaba uygarlığında sonu olabilirmi. (Batı tipi teknolojik uygarlık) Soru- Emperyalizm nedir. Ve Ahlak?i (etik) bir düşüncesi varmıdır batı tipi (teknolojik) uygarlığın. Sonuç ?NOBEL? de siyasi,dini, entrikalar varmıdır.
  2. Doğru "ALLAH c.c." a karşı bu eylem haşa yapılamaz nasılki kanlı,canlı kişi "AKLI'nı" bildiği halde kulağından tutup getiremediği gibi.
  3. Kur'an Diliyle Allah'a İman Kur'an'ı bilenler anlamışlardır ki. modern bilimlerin Allah kavramı hep Kur'an istikametindedir. Ama henüz çağımızda gerçeğe bu yaklaşım sağlanabildi. Allah'ın gerçeği kendi dilinden; yalnız Kur'an'dan bilinir. Allah diğer semavî kitaplarda sıfatlarını anlatmış, tanımlar vermemiştir. Kur'an'da Allah tüm sıfatlarını bozan açık. bazan üstü kapalı vermiştir. Ayrıca Allah Kur'an'da kendi esrarına ait pek çok açıklamalar ve tanımlar da yapmıştır. Allah'ın Kur'an'da kendini çok açıkladığı iki emir vardır, bunları özetler halinde vermeye çalışacağım. A. Kur'an diliyle en öz tek Tanrı deyimi Sûre-i İhlas'ta verilmiştir: «De ki O Allah (ancak) ahad'dır. O Allah samed'dir. Doğurmadı ve doğurulmadı. Ve (ancak) O'nadır ki hiç bir küfüv olmadı.» AHAD : Mukabili sayı olmayan mutlak tek. SAMED: Hiç bir şeye muhtaç olmayan, her şeyin O'na muhtaç olduğu nitelik. KÜFÜV: Zıddı ve benzer. Bu anlamlarla toplarsak; De ki: O Allah mutlak bir kesinlikle tekdir. Herşey O'na muhtaçtır, O birşeye muhtaç değildir. Doğmadı ve doğurmadı (bir şeyden oluşmadı, varlıkları da parçası halinde kendinden eksilterek yaratmadı). Ve ancak O'na bir eş bir benzer olmadığı gibi O'nun zıddı da yoktur. Bu tarifle Kur'an Allah kavramına yanılgı getirecek tüm eksik düşünceleri ortadan kaldırıp tek Tanrı kavramını insanoğluna lütfen bağışlamıştır. B. Kur'an'da Allah'ın başka bir tanımı ise çok daha derinlerde O'nun gerçeğine yaklaşım sağlar; Evvel ve ahirdir (önce olan da. sonra olan da O'dur). Zahir ve batındır (Gizli olan da, açık olan da O'dur). Ve O'nun ilmi her şeyi kapsar (Her şeyi ilmiyle emrinde tutar). Zaman ötesidir. Öncede (ezelde) O vardır, sonrada (ebedde) O vardır, her olayda hem açıktır, hem gizlidir. Hem derinlerde olayın iç dizisinde, hem dışında; afakında O vardır, O hissedilir. Çünkü herşeyi ilmiyle kurmuş ve kurduğu sistemi kompitürleri ile daim bilgi tasarrufuna, yönetimine almıştır. Allah konusunda önemli bir Kur'an tanımı da, Kelime-i Tevhid (Allah'ı tekleme sözcüğü) dir. Lâ ilahe illallah (Hiç bir ilah yoktur, ancak Allah vardır). Yani Allah dışında bir yaratıcı, bir kudret yoktur,yalnız Allah vardır. Allah konusunda özellikle Allah'ın sıfatları konusunda pek çok âyet vardır. Bunların teker teker yorumu yerine topluca özetlemeyi tercih ettim. Büyük İslâm düşünürlerinin tanımlarını da göz önüne alarak, Allah kavramı konusunda çok önemli Kur'an yasalarını şöyle özetleyebilirim : a. Allah'ın Zat ve Sıfatları: Allah'ın bir kendi gerçeği vardır ki onu kimse bilemez, kavrayamaz. Allah kendi bilinmezliğini, güzelliğini seyretmek için kendi özünde tecelli ederek (yansıyıp intikal ederek) sıfatlarını (etki, özellik ve güçlerini) yarattı. Sıfat ve zat tanımlarını İslâm düşünürleri güneş ile onun ışınlarına benzetirler. b. Allah'ın Sıfatları: Allah'ın çeşitli evren ve kullarını yaratışta ve onları bir san'at niteliğinde sergilemesinde, güçlerinin yansıması ve kullara iletişimler O'nun sıfatlarıdır. Allah'ın bildiğimiz bilmediğimiz bir çok sıfatları vardır. 1. Kulları ile ilgili şefkat ve merhamet sıfatları: Rahman (sonsuz rahmet ve himaye edici), Rahim (şefkat ve merhamet eden). Kerim (veren, ikram eden), Rezzak (rızık verici), Selâm (aydınlığa çıkarıcı), Gaffar (afv edici), Safi (kurtarıcı), Settar (koruyucu, örtücü). 2. Yaratıcılıkla ilgili sıfatlar: Hâllak (yaratıcı), Kaadir (kudretle yapıcı), Basîr (her şeyi gören), Habir (herşeyi haber alır, bilir), Semî (herşeyi duyar), Kayyum, hakim (her olaya hakim), Malik (herşeyin gerçek sahibi), Adil. 3. Gücüyle ilgili sıfatlar: Samed (herşey O'na muhtaç), Mustaan (herkese O yardım eder), Subhan (Saltanatın mutlak sahibi), Baki (daim kalacak olan), Hay (daim canlı), Cebbar (kaderin j yaratıcısı). 4. Güzelliğiyle ilgili sıfatlar: Azîz (seven, sevilen güzel). Cemal (güzelin güzeli). Nur, Vedud (Sevdiğini ihya eder), Ala (güzel iyinin en iyisi), Kuddus (kutsal), Lâtif (merhametle yumuşak güzel). Diğer bazı sıfatları; Kahhar (yok edici), Vehhab, Fettah (en yüce erişici, feth edici). Hafız (koruyucu), Şehid (herşeyi gören), Hak (tüm gerçeklerin kendisi), Muhsı (tüm güzellikleri toplayan), Muhyı (ihya eden can, güç, imkan veren), Berr (her yanlıştan arınmış), Cami (herşeyi toplayan eksikten vabeste), Müntekim (zalimlerden mazlumun ahım alıcı), Sabır (bilinçle bekleyen, telaşa kapılma ihtiyacı olmayan). c. Teklik (Vahdet) ve Çokluk (Kesret) Tanımları: Allah tektir. Tüm kudret, yukardaki sıfatlardan anlaşılacağı üzere O'nundur. O zaman varlıkların yeri nedir? Bu soru yine güneş ışınına benzetilerek (Attar - M. Arabi) teklik çokluk sistemi içinde incelenmiştir. Yani kumun parlaması nasıl güneş sayılmazsa. Tanrı sıfatlarının (benzetmede) varlık gösteren çokluk aleminin temsilcisi varlıklar da elbette Tanrı değildir. Bugün için teklik ve çokluk deyimlerini daha iyi anlamak mümkündür. Kuant dediğimiz etkinin geometrik değer kazanan dalgası kah ışın olur, kah madde halinde binbir bileşik yaratır. Ortaya çıkan farklı varlıklar temelde teklik aleminin kudret (empuls) sırrından ibarettir. Ne var ki görünen eşya kuant değildir. Onun geometrik bir yansımasıdır Allah tekliğinin kesin niteliği de böyledir. Sıfatlar kombine olarak evrenlere tecelli ve intikal etmiştir (iletişim, yansıma, aksetme). Allah sıfatlarının her biri kendi içinde teklik sırrı taşır. Mesela annenin yavrusuna duyduğu şefkat ilâhi rahmetin yansımasıdır. Tüm merhametler bu sıfatın teklik özelliği içinde bir yansımadır. Çokluk aleminin niteliğinden doğar. Eşyayı Allah'ın bir parçası görme ise yanılgıdır. İhlas sûresinde emredildiği gibi doğurmamış; yani O'ndan birşey ayrılıp çıkmış değildir. Tıpkı bu yanılgının benzeri, bir başka yanılgı çokluk aleminin özelliklerini o çoklukta sanmaktadır. Çünkü tüm nitelikler Allah'ın tekliğinin yine teklik sırrı içindeki sıfatlarının yansımasından doğmaktadır. Bu karışık görünüm, Allah sıfatlarının birçok; fakat hepsinin ayrı ayrı teklik sırrı içinde oluşundan doğmaktadır. Mesela Allah'ın kaadir sıfatı ile kuantlar doğmakta, alîm (her şeyi bilen) sıfatı ile bu kuantlar birçok geometrik şekil almaktadır. Atomda bazan bâkî sırrı doğar ve onun varlığı uzar. Bu teklikler tümüyle Tanrısal iletişimlerden ortaya çıkar. Çokluk aleminin varlıkları ayrıcalıklarla kişilik görünümü kazanmaktadır. Halbuki tüm maddesel varlıklar kuant etkisinin çekilmesiyle birden yok olur. Ama o varlıkların hiç biri Tanrı cüz'i (parçacığı) değil, sıfat görünümlerinin farklı yansımasında doğan pırıltılardır. Tıpkı güneş ışığından yansıyan renkler gibi. d. Allah ve Kul (İnsan): Allah sıfat tecellileri açısından diğer varlıklarla insan arasında fevkalade önemli farklar vardır. İnsan madde ve mana (Ruh, gönül, nefes) kombinezonlarından kuruludur. Maddesiyle diğer varlıklardaki çokluk kurallarına tabidir. Yani sıfattaki tekliklerin çokluk yansımalarından ibarettir. Manası ise çok ilginç özellikler getirir. Manasına iki yönlü ilgi vermiştir. Bir yönü nefsin çokluk aleminin yasalarına kapılıp, kişilik farklılık kazandıktan sonra kendini kudretli bir varlık saymasıdır. Bilincin, aklın gölgesinde insan kendini yaratıcı bir varlık saymaktadır. Hatta ileri giderek Tanrı'ya kendini eş tutmaktadır. Daha önemli yanı ise insanın ruh ve gönlüdür. Bu iki mana özelliği ile insan Tanrı ile özel bir irtibat (iletişim ve ulaşım) haline sahiptir. Allah sıfatlarının hangisini isterse ruh kablosundan insan oğluna intikal ettirmektedir. Adem'in ilâhi vekâlet niteliği işte burdan doğmaktadır. Allah insanı yaratarak onda tecellilerinin yansımalarını görmek istedi, bu nedenle ona tecelli ettiği an onu kutsallaştırdı. Nitekim, meleklere: «Adem'e secde edin» dendiği zaman bu tecelliyi; bu yansımayı onda görün demek istemiştir. Allah'ın insana, onun ruh koordinatlarından iletişim sağlaması insanın kesretteki (çokluk alemi) niteliği ile bağdaşmaz görünümdedir. Ne var ki insan bu iletişimin Allah'a ait olduğunu; kendisinin hüviyeti icabı (kesrette) sonlu bir ferd olduğunu idrak ederse mesele çözülür İşte insanın kendi kesretindeki halini idrak etmesine kulluk diyoruz. Tanrı'nın ruh kanalı ile yansıyan tüm esrarı, sıfatları O'na aittir. Bunu idrak kulluğun temel şartıdır. Aksi halde sapıtır, kendini Tanrı'dan bir parça sayar ki daha önce dediğimiz gibi İhlas sûresine ters düşer. İnsanın kulluk sınırlarını iyi tayin ederek ve arınarak Tanrı'nın yansıma ve iletişimlerine daha uygun hale geleceği de ayrı bir gerçektir. Tanrı'nın yalnız insana has tecellileri karşısında; kendini kulluğun arınmasına bırakanlar daha da yeni tecellilerle insan; Tanrı'nın kendini seyrettiği bir ayna haline gelir. Tam tersine Allah'ın ruh kanalı ile iletişimlerini kendi gücü sananlar ise, yeni iletişimler kapısını kapatır ve kesrette (çoklukta) sıradan bir mahluk olur. Ancak Allah'ın yeni tecellileri, yansımaları için Allah'a inanmak yetmez, O'nu içtenlikle sevmek gerekir. Dr. Halûk NURBAKİ İnsanların sui zanlarından "ALLAH'a" sığınır ve affetmesini dilerim bu kısa (alıntı) bu konu hakkında (vahdeti vucud) bilgisi sınırlı üstelik bilmediğini bilmeyenlere hasbelkader bir hatırlatmadır tekraren "ALLAH" tan af diler bağışlamasını (hatalarımdan dolayı) bütün acizliğimle "O" Merhameti her şeyi kuşatmış olan "RAHMAN VE RAHİM" olan İsmi Celaline "SIĞINIRIM".
  4. Nisa-24. Meşru şekilde [nikah yoluyla] sahip olduklarınız dışında bütün evli kadınlar . Bu, üzerinize farz olan Allah'ın buyruğudur. Bunların dışında kalan bütün [kadınlar], kendilerine mal varlığınızdan [bir kısmını] vermeniz ve gayrimeşru bir ilişki ile değil de evlilik bağı yoluyla meşru bir şekilde almak kaydıyla size helaldir.Kendileriyle evlenmek istediğiniz kadınlara hak ettikleri mehirlerini verin; ama bu meşru yükümlülük [üzerinde anlaştık]tan sonra [başka] bir şey üzerinde serbestçe anlaşmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. AÇIKLAMA. Muhsane terimi, lafzen, "(iffetsizliğe karşı) güçlü kılınmış kadın"ı ifade eder ve üç anlam taşır: (1) "evli bir kadın", (2) "iffetli bir kadın" ve (3) "hür bir kadın". Hemen hemen bütün otoritelere göre, el-muhsanât terimi, yukarıdaki bağlamda "evli kadınlar"ı ifade eder. Mâ meleket eymânukum ("sağ ellerinizin sahip oldukları"; yani, "meşru şekilde sahip olduklarınız") ibaresi ise, çoğunlukla, Allah yolunda yapılan savaşlarda esir alınan kadınlar olarak anlaşılır . Bu anlamı tercih eden müfessirler, kendi ülkelerinde evli olsalar da, bu köle kadınlar ile evlenilebileceği kanaatindedirler. Ancak bu tür bir evliliğin meşruiyyeti konusunda Hz. Peygamber'in Ashâbı arasında bile meydana gelen temel görüş farklılıklarının ötesinde, bazı önde gelen müfessirler, mâ meleket eymânukum ibaresinin burada "nikah yoluyla meşru şekilde sahip olduğunuz kadınlar" anlamına geldiği görüşündedirler. Mesela Râzî, bu ayet ile ilgili yorumunda ve Taberî alternatif açıklamalarından birinde (Abdullah b. Abbâs, Mücâhid ve diğer bazı isimlere kadar uzanarak) bu görüşü paylaşır. Râzî, özellikle, "bütün evli kadınlar"a (el-muhsanât mine'n-nisâ') yapılan atfın yasaklanmış ilişkilerin sayılmasından hemen sonra gelmesinin kişinin kendi meşru eşinden başka herhangi bir kadınla cinsel ilişkiye girmesinin yasaklandığını vurgulamayı amaçladığına işaret eder. Lafzen, "mallarınızla istemeniz"; yani, Hukuk'un öngördüğü gibi, onlara uygun bir mehir teklif etmeniz. Nihle ifadesi, kişinin hiçbir karşılık beklemeden, kendi rızasıyla bir şeyi isteyerek vermesi anlamına gelir (Zemahşerî). Ayrıca, damadın geline vermesi gereken mehrin miktarının hukuken belirlenmemiş olduğu da unutulmamalıdır. Bu tamamen iki tarafın anlaşmasına bağlıdır ve herhangi bir şeyi kapsayabilir, hatta sadece sembolik bir şeyi bile... Hadis Külliyatı'nın çoğunda kaydedilen bazı sahih rivayetlere göre, Hz. Peygamber, eğer gelin kabul etmeye istekli ise, "demir bir yüzüğün" veya "daha da azı"nın, hatta "Kur'an'ın bir ayetinin öğretilmesi"nin bile yeterli olabileceğini belirtmiştir.
  5. ********* Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30)
  6. tengeriin boşig. Derin bilginizden istifade etmek için size bir soru yöneltmek istiyorum “SUBHANALLAH.LAİLAHE İLLALLAH” ne demektir. Öteki yazdıklarınıza cevap yazmayacağım kendini biraz tart’ta ondan sonra benimle yazış. Bundan maksad bahsedilen konular çok önemli üstelikte bütün yazdıkların (düşüncelerin) seni alakadar eder ama bilgi ve tecrübede önemlidir. Sonra “vahdeti vucud” hakkında başka bir topikte usulünce size bir yazı yazdım yine aynı teraneleri döktürmüştün bana “DİN” ve “vahdeti vucud” hakkında uzun.uzun yazma yazdıklarını bir akıl süzgecinden geçir ondan sonra yaz sebebide şu yazdıkların. Başka bir şey yazmama gerek yok hadi iyi günler ve mutlu yaşamlar. Saygılar.
  7. Saygı değer katakuta. "Lafımı bilip konuşma tarzım" eğer sizi incitti ise zatalinizden özür dilerim "HADİS"i olduğu gibi naklettiğinizi yazıyorsunuz doğrudur'ki her zamanki yaptığınız iş (kopya) bu itibarla doğrudur yanlız şu farkla yaptığınız alıntıların "doğrumu.yanlışmı" olduğuna bakmıyorsunuz kimseyede "ÇAMUR" atmak gibi bir niyetim olmadı ve olmaz yanlız yazılan yazıların eleştirisini yapıyorum "HASBELKADER" birde benden "ARAPÇA" kaynak istiyorsun (Hadis) iddiayı ben yapmadımki madem o kadar biliyorsun ve size "çamur" attığımı düşünüyorsun neden "Arapça" asıl kaynağını siz yazıpta benim yazdıklarımı çürütmüyorsun neyse sizinle konuları kişiselleştirip " POLEMİK" yapmayacağım nede olsa "POLEMİK'TE" bir sanattır yapabilene. Sabote kelimesini pek sık kullanır oldunuz sebebi nedir acaba buda bir merak konusu oldu. "HADİS" ilmi pek bir geniş alandır alakası olan bilir bu itibarla "TÜRLERİ VE TÜREVLERİ" vardır anlayanlar bilir. en derin muhabbetlerimle saygılar sunarım sayın katakuta.
  8. " Balcığından? tadmadan..." Hadis ilmi ne zamandan beri "ARGO" oldu (haşa) ve dini bilgileri yetersiz kişilerce istismar konusu yapılmaya başlandı? dolayısı ile itibar etmemek lazım. Hadîs Âlimi (Muhaddis): Hadîs-i şerîf sahasında mütehassıs kimse. Çok sayıda hadîs toplayıp, senet ve metinleriyle ezberleyen, râvilerin cerh ve ta'dîl (güvenilir olup olmadıkları) noktasından durumlarını bilen, bu ilimde ihtisas kazanıp kitaplar yazmış olan âlim. Muhaddisin çoğulu muhaddisîn'dir. Hadîs İmâmı: Üç yüz binden çok hadîs-i şerîfi, râvîleri (rivâyet edenleri, nakledenleri) ile birlikte bilen büyük hadis âlimi. Buna, hadîs müctehidi de denir. Hadîs-i Âhâd: Hep bir kimse tarafından rivâyet edilen, bildirilen, müsned-i muttasıl (Resûlullah efendimize varıncaya kadar, rivâyet edenlerden yâni nakledenlerden hiçbiri noksan olmayan) hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Âmm: Herkes için söylenmiş hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Cibrîl: Peygamber efendimiz Eshâbı (arkadaşları) ile otururlarken, Cebrâil aleyhisselâmın insan sûretinde gelip; İslâm'ı, îmânı ve ihsânı sorduğunda Resûlullah efendimizin verdiği cevabları bildiren hadîs-i şerîf. Hadîs-i Garîb: Yalnız bir kişinin bildirdiği sahîh hadîs. Yahut, aradaki râvîlerden (nakledenlerden) birine, bir hadîs âliminin muhâlefet ettiği hadîs. Hadîs-i Hâs: Bir kimse için söylenmiş hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Hasen: Bildirenler (râvîler) sâdık (doğru) ve emîn (güvenilir) olmakla beraber hâfızası, anlayışı sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan kimselerin bildirdiği hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Kavî: Resûlullah efendimizin, söyledikten sonra, peşinden bir âyet-i kerîme okuduğu hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Kudsî: Mânâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise, Resûl-i ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından olan hadîs-i şerîfler. Hadîs-i kudsîleri söylerken, Peygamber efendimizi bir nûr kaplardı ve bu, hâlinden belli olurdu. (Abdülhak Dehlevî) Hadîs-i Maktû': Söyleyenleri (râvîleri), Tâbiîn-i kirâmakadar bilinip, Tâbiîn'den rivâyet olunan hadîs-i şerîfler. Tâbiîn'den rivâyet edilen, bildirilen maktû' hadîslerin sonraki râvîleri (nakledenleri) Ehl-i sünnet âlimlerinden iseler, bunlar hakîkaten hadîs-i maktû'dur. Mevdû sanmamalıdır. (İbn-i Kudâme-Buhârî) Hadîs-i Mensûh: Peygamber efendimiz tarafından ilk zamanda söylenip, sonra değiştirilen hadîsler. Hadîs-i Merdûd: Mânâsı olmayan ve rivâyet şartlarını taşımayan söz. Hadîs-i Meşhûr: İlk zamanda bir kişi bildirmişken, ikinci asırda şöhret bulan, yâni bir kimsenin Resûl-i ekremden, o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan dahî, başka kimselerin işittiği hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Mevdû: Bir hadîs imâmının şartlarına uymayan hadîs-i şerîfler. Bir müctehid (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlim), bir hadîsin sahîh (doğru) olması için, lüzûm gördüğü şartları taşımıyan bir hadîs için; "Benim mezhebimin usûlünün kâidelerine göre mevdûdur" der. Yoksa; "Resûlullah'ın sallallah ü aleyhi ve sellem sözü değildir" demez. (Dâvûd-ül-Karsî) Hadîs-i Mevkûf: Eshâb-ı kirâma kadar râvîleri (nakledenleri) hep bildirilip, sahâbî olan râvînin, Resûl-i ekremden işittim demeyip, böyle buyurmuş dediği hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Mevsûl: Sahâbînin (Resûlullah efendimizin arkadaşları); "Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdiği hadîs-i şerîfler. Bunda, Resûl-i ekreme kadar rivâyet edenlerin hiç birinde kesinti olmaz. Hadîs-i Muddarib: Kitab yazanlara, çeşitli yollardan, birbirine uymayan şekilde bildirilen hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Muhkem: Te'vîle (yoruma, açıklamağa) muhtaç olmayan hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Mu'allak: Baştan bir veya birkaç râvîsi(rivâyet edeni, nakledeni) veya hiçbir râvîsi belli olmayan hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Munfasıl: Aradaki râvîlerden (nakledenlerden), birden ziyâdesi (fazlası) unutulmuş olan hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Müfterâ: Müseylemet-ül-Kezzâb'ın ve ondan sonra gelen münâfıkların (kalbiyle inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların (kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri. Ehl-i sünnet âlimleri (Resûlullah efendimiz, dört halîfesinin ve ashâbının arkadaşlarının yolunda olan âlimler), müfterâ hadîsleri aramış, bulmuş ve ayırmışlardır. Din büyüklerinin kitablarında böyle sözlerden hiçbiri yoktur. Hadîs-i Mürsel: Sahâbe-i kirâmın ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den (Sahâbeyi görenlerden) birinin, doğruca Resûl-i ekrem buyurdu ki dediği hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Müsned-i Münkatı': Sahâbîden başka bir veya birkaç râvîsi (nakledeni) bildirilmeyen hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Müsned-i Muttasıl: Peygamber efendimize kadar râvîlerden (nakledenlerden) hiçbiri noksan olmayan hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Müstefîz (Müstefîd): Söyleyenleri üçten çok olan hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Müteşâbîh: Te'vîle (açıklamaya, yorumlamaya) muhtâç olan hadîs-i şerîfler. Hadîs-i Mütevâtir: Bir çok Sahâbînin Peygamber efendimizden ve başka bir çok kimsenin de bunlardan işittiği ve kitâba yazılıncaya kadar, böyle pek çok kimsenin haber verdiği hadîs-i şerîfler. Mütevâtir hadîsleri rivâyet edenlerin yalan üzerinde sözbirliği yapmaları müm kün değildir. Hadîs-i mütevâtire muhakkak inanmak ve bildirilenleri yapmak lâzımdır. İnanmayan kâfir olur, îmânı gider. (İbn-i Âbidîn) Hadîs-i Nâsih: Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, son zamanlarında söyleyip, önceki hükümleri değiştiren hadîs-i şerîfleri. Hadîs-i Sahîh: Âdil ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, müsned-i muttasıl (Resûl-i ekreme kadar, rivâyet edenlerin hepsi tam olup noksan bulunmayan), mütevâtir (bir çok sahâbînin rivâyet ettiği) ve meşhûr (önceleri bir kişi bildirmişken, sonraları şöhret bulan) hadîsler. Hadîs-i Şâz: Bir kimsenin, bir hadîs âliminden işittim dediği hadîs-i şerîfler. Hadîs-i şâzlar kabûl edilir, fakat sened (vesîka) olamazlar. Âlim denilen kimse meşhûr bir zât değilse, kabûl olunmazlar. Hadîs-i Zaîf: Sahîh ve hasen olmayan hadîs-i şerîfler. Zaîf hadîsi bildirenlerden birinin hâfızası, adâleti gevşek olur veya îtikâdında (inancında) şübhe bulunur. Zaîf hadîslere göre fazla ibâdet yapılır; fakat ictihâdda bunlara dayanılmaz. YUKARIDA "HADİS" HAKKINDA KISA BİR AÇIKLAMA. Teşekkür ederim.
  9. "İNSAN": İmtihan olan tek "YARATILAN VARLIK" ve İrade.Nefs. Şimdi "İmtihan'da olan İnsan'ın" hür iradesi ile talep ettikleri yani yaptıkları (her iki anlamda'da günah ve sevap) "KADER" değilmidir ve "KAZA'DA" bir kader değilmidir... "AN".
  10. Demekki "BİR" var.
  11. VAHDET-İ VÜCUD NEDİR ? Vahdeti vücud bir tasavvuf terimidir ve onun felsefesi Allah'tan başka varlık olmadığına, mevcud olan tek varlığın Allah olduğuna, var gibi gözüken ne varsa Allah'ın parçaları olduğuna inanmaktır. Bu ina-nış tasavvufun amentüsünün ilk şartıdır. Bu felsefe-nin künhüne vakıf olan mutasavvıflar Lâ ilâhe illallah demeyi terk edip la mevcude illallah diyerek bu amentüyü ikrar ederler. Allah'tan başka mevcud, varlık olmadığına i-nanmayı gerektirecek ne bir ayet, ne bir hadis var-dır. Allah'ın isimlerinden bahsettiği, bütün varlıkları yok saymak, her nasılsa -inançlarına göre- varlık ol-mayan şeylerin yaşadığını ve öldüğünü söylemek, me-leklere iman ettim demek fakat onlar varlık değildir, Allah'ın parçalarıdır diyerek her parçayı ilah say-mak, cennete ve cehenneme iman ettim demek, sonra onların varlık olmadığını, Allah'ın parçaları olduğunu söylemek, önünde secde edilen putun bile Allah'ın bir parçası olduğu bu sebeple zahirde tapılan put olsa da aslında o secdenin Allah'a yapıldığı gibi saçma ve delilsiz zırvaları uyduranların asıl gayesi İslam dinini tahrif etmek ve müntesiplerini yoldan çıkarmaktır. İşte bu inanışa göre bir tasavvuf şeyhi Allah'ın bir parçası olduğu gibi yolda duran taş, ağaçtaki kuş, kovalanan kedi ve kovalayan kufuryok ve o köpeği vuran bir zabıta eri dahi (haşa) onlara göre Allah'ın parça-sıdır ve dolayısıyla onlara Allah demek doğru bir sözdür. İsmi tasavvufçular tarafından veliler listesi-ne alınan müşriklerin "Ben Allah'ım" demeleri ve benzeri sözleri sarfetmeleri bu sapık inanışlarından kaynaklanmaktadır. Bu sapkın söylem ve inanışlar üzerinde tevhid ehli olanlar için te'vil edecek yol aramaya ve hatta düşünmeye bile gerek yoktur. Çün-kü bir Müslüman kabul veya red etmek için Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in böyle bir şeyi öğretip öğretmediğine bakması yeterlidir. Hiç akletmezler ki durum onların dediği gibi olsa, inanan kimdir, inanılan kim ? Yaratan kimdir, yaratılan kim ? Hüküm koyan kimdir, mükellef kim, mükafat ve ceza veren kimdir, ödüllendirilen veya cezalandırılan kim ? Ateşe koyan kimdir, ateşte yanan kim ? İşte vahdeti vücut gibi bir zırvayı ortaya atan kafirler İslam ümmetini yüzyıllarca oyalayacak bir işi başarmışlar ve maalesef gözlerinden yaş gelesiye, karınları ağrıyasıya halimize gülmekteler. Birilerinin aslında küfür olduğunu bildikleri, fa-kat o bunu söylemişse bir hikmeti vardır kabilinden te'vil etmeye çalıştığı, bu cümleler nasıl söylenmişse kastedilen mana odur, çünkü inanç öyledir. Sizin tap-tığınız benim ayağımın altında diyen adam toprağı kastetmiştir, çünkü ona göre çiğnenen, işenen, o top-rak Allah'tır (haşa) . Böyle olunca birinin çıkıp ben Allah'ım demesi onlara göre gayet tabi bir durum-dur, sırf o değil onlara göre kafir biri dahi bu sözü söylese doğru söylemiş olur çünkü o da Allah'tan bir parçadır! Bu cümleleri vecde, aşka gelince, kendinden geçince söylemenin sebebi nedir derseniz, can pazarı bu kolay değil. Müslümanlar bu sözden pek hoşlan-mazlar ve insanın başına kötü şeyler gelebilir. Nite-kim tarih bu müşriklerin nasıl taşkınlık ettiğini ve nasıl öldürüldüklerini zaptetmiştir. alıntıdır.. Teferruata gerek varmı...
  12. Aslında brainslapper doğruyu yazmış (sınavlarda neden "anlamak" üzerine) tesis edildiğini birde "DEZONFARMASYON" ne demektir onuda yazsada bilgilensek değilmi "AKIL.MANTIK" süzgecinden geçirmek için. Bu kadar şeyi doğru anlayıp yazan "TÜRKÇE" olayları "DİNİ" olduğu zaman niye kendi anladıklarını İnsanlara doğru diye sunar vede "AKIL.MANTIK.FİZİK" üzerine yazdıklarıma cevap vermeden kendi yazdığı yazıyı anlamadığımızı bize anlatmaya çalışır buda başka bir çelişki olayları kendi istediği gibi "MANİPULE" et sonra "TÜRKÇEYİ" anlamadığımızı yaz ayıp oluyor brainslapper. teşekkür ederim.
  13. Aklı ermeye başlayan insan: KUR’AN ı okuyup kendisini leyleklerin getirmediğini fark etmiş… Kaf dağı diye bir yer olmadığını anlamış? gerisini yazmaktan hicap duyuyorum anlatmak istediğim (ateist) birinin “KUR’AN”da leylek,kaf dağı olmadığı halde varmış gibi gösterip veya kendisinin çok akıllı olduğunu bu vesile ile belirtmesi (çarpıtmanın alasını yapması). Dinden çıkan İnsan? deizm’e giriyor… ancak süreç bitmiyor sırada “ateizm” var hiçbir kaynakta yok sadece AKIL.Mantık ve Fizik var. Şimdi bir ALLAH’a (c.c.) Gönderdiği peygamberlere dolayısı ile “DİN’E” inanan bir “MÜSLÜMAN” olarak bende merak ettim AKIL NEDİR .MANTIK NEDİR. VE FİZİK NEDİR GÖRÜLÜRLERMİ.GÖRÜLMEZLERMİ NASIL OLUŞMUŞLAR. Birde “AKLIN KAYNAĞI NEDİR” nasıl oluşur. fizik nedir nasıl oluşmuştur. teşekkür ederim.
  14. Arkadaş benim "KUR'AN" dan alıntı yaptığım "Ayet meali'ne (bakara suresi)" düşünerek:? bir mantıksal yaklaşım sergilemiş. Ne imiş: kadını,erkeğin yerine koymuş ve üzerinede güya "MANTIK" yürütmüş aslında burada sergilenen veya sergilenmek istenen tam bir "İLİZYON" sebebide çok basit " KADIN ERKEK OLMAZ" dolayısı ile yazılan,çizilen tam bir safsata yumağı yani cevap yazmaya gerek yok. Saygılar.
  15. Bir gün Hz. Muhammed (a.s.v.) ashabıyla otururken huzuruna bal getirilmiş Hz. Peygamber (a.s.v.) orada bulunanlara "bu nedir?" diye sorduğunda, herkes "Baldır,Allah'ın Rasulü" demiş. Hz. Ali ise ancak tattıktan sonra "BALDIR" cevabını vermiş.Bu durum Peygamberimizin (a.s.v.) hoşuna gitmiş ve "Doğrusunu Ali söyledi" buyurmuştur. " TATMAYAN BİLMEZ"
  16. Yukarıdaki "ALINTI" yazdığım iletilere "GÜYA" cevap? aslında ileti yazmaya başlarken verilecek yanıtı üç aşağı beş yukarı tahmin etmiştim sebebide kendilerine verilen cevapları "YA ANLAMIYORLAR,YA ANLAMAMAZLIKTAN GELİYORLAR,YADA ANLAMADIKLARINI ANLAMIYORLAR" bu itibarla üzerinde düşünüp yorum yapmaya değmez haydi sana iyi günler ve mutlu yaşamlar. ******
  17. BAKARA SURESİ. 225) Allah, düşünmeden yapmış olduğunuz yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmayacak, ama kalplerinizin [ihtirasla] arzuladıklarından sorumlu tutacaktır: Allah, çok affedicidir, çok tahammül (hilm) sahibidir. 226) Eşlerine yaklaşmayacaklarına dair yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır; şayet [yeminlerinden] dönerlerse, unutmayın ki Allah çok affedicidir, rahmet kaynağıdır. 227) Ama eğer ayrılmaya kararlı iseler, unutmayın ki Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir. 228) Boşanmış kadınlar, evlenmeksizin üç ay hali boyunca bekleyeceklerdir: Çünkü eğer Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanıyorlarsa, Allah'ın rahimlerinde yarattıklarını gizlemeleri meşru değildir. Ve bu süre zarfında barışmak isterlerse, kocalarının onları kabul etmeye öncelikle hakları vardır; ama adalet ölçülerine göre, kadınların [kocaları üzerindeki] hakları, [kocaların] onlar üzerindeki haklarına eşittir, ancak erkekler [bu konuda] onlar üzerinde öncelik sahibidirler. Ve Allah kudret ve hikmet sahibidir. 229) Bir boşama iki defa [geri alınabilir], ki bu durumda evlilik ya iyilikle devam eder veya güzel bir şekilde sona erdirilir. Ve kadınlarınıza verdiklerinizden herhangi bir şeyi geri almanız, her iki [taraf]ın da Allah'ın koyduğu sınırları koruyamamaktan korkmaları hali dışında, sizin için helal değildir: O halde, ikisinin de Allah'ın koyduğu sınırları koruyamayacaklarından korkuyorsanız, kadının serbestliğe kavuşması için [kocasına] bazı şeyler bırakmasında her iki taraf için de bir günah yoktur. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır; onları ihlal etmeyiniz: Zira kim Allah'ın koyduğu sınırları ihlal ederse, işte onlar zalimlerdir! 230) Ve erkek, [sonunda] kadını boşarsa, bu kadın, başka bir erkekle evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz; eğer sonraki erkek de onu boşarsa -her ikisinin de Allah'ın koyduğu sınırları koruyabileceklerini düşünmeleri şartıyla- birbirlerine dönmelerinde ikisi için de bir günah yoktur: Bunlar, anlama ve kavrama yeteneğine sahip olanlara Allah'ın açıkladığı sınırlardır. 231) Böylece, kadınlarınızı boşadığınızda ve onlar bekleme sürelerinin sonuna yaklaşmak üzere iken onları ya güzellikle alıkoyun ya da güzel bir şekilde bırakın. Ama, arzuları hilafına, eziyet etmek için alıkoymayın: Çünkü, böyle bir davranışta bulunan, (yalnızca) kendisine haksızlık etmiş olur. Ve Allah'ın [bu] mesajlarını önemsemezlik yapmayın; Allah'ın size lütfettiği nimetleri ve size öğüt için indirdiği vahyi ve hikmeti hatırlayın; Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, ve bilin ki Allah her şeyin aslını bilir. 232) Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerinin sonuna gelmişlerse, aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları takdirde başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın. Bu, Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanan her biriniz için bir uyarıdır; bu, sizin için en erdemli ve en temiz [yol]dur. Allah her şeyi aslıyla bilir, ama siz bilemezsiniz. Görüldüğü üzere cımbızla “AYET” şeçip üzerinede kişisel yorum eklemek sıhhat derecesi yanlış olan bir kritik etmeye götürür insanı üstelik sorgulamayı yapanların “DİNİ” bilgisi zayıf birde önyargılı oldumu kendilerinde olduğunu iddia ettikleri (bilimsel eleştiri) sınırlarını bayağı zorladıkları görülüyor bu durumda “AYET” açıklamaları dahi yapmadan sağduyulu insanların yukarıda verilen “AYET” meallerine bakmalarını ve ona göre kanaat oluşturmaları dileği ile. Teşekkür ederim.
  18. “Sonsuzluk sonuna kadar nasıl bilinir,bilinirse sonsuzluk olmaz” bu söz yaratılan (İnsan) için doğru fakat Yaratan için sonsuzluk ilk ve son ezel,ebed bir şey ifade etmez çünkü sanatkarı “O” sınırlarını çizen “O” bize ne bildirdiyse o kadar konuşabiliriz buradaki sınırlardan kasıt kainat için “AHİRET” için değil. Sorgulayan insan bana “AKLININ,DÜŞÜNCENİN” sınırlarını göster değil “SONSUZLUĞUN” madem her şeyi araştırıyorsun “Zaman” kavramını açıkla “Zaman” nedir düşüncede,fikirde kısaca beyinde (AKIL) nedir “SONSUZLUKLA” bir ilgisi varmı ispata gerek yok kainat sonsuzmu,nasıl oluşmuş sınırları varmı (TESADÜFENMİ OLUŞMUŞ” bilgilendirirsen memnun olurum bu arada kainat’ın sonu varmı varsa tekrar nasıl oluşacak yoksa sonsuz olarakmı kalacak. Sorgulama hakkında benim hakkımda karar vermişsin dolayısı ile inananlar hakkında sen kendi sorguladıklarınla meşgul ol bak ne kadar ilerlemişsin. ( MÜSLÜMANLAR ŞİRK KOŞMAZ) bu yazdığın doğru. Öbür yazdıkların slogan absürt yazılar cevap yazmaya gerek yok. İnkar edenler, evren (gökler) ve yer birbirleriyle bitişik iken onları ayırdığımızı, her canlıyı sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Yine de onlar inanmayacaklar mı? (21 Enbiya Suresi, 30) Saygılar sunarım. NOT. Hiç bir zaman (çok bildiğimi) Alim olduğum iddia etmedim etmemde.
  19. Abraham sormuş ve inanışımıza’da “AHKAM” kesmiş ( doğrular yanlışları götürmüyor) demiş? süper bir cevap sanki ÖSS sınavı. Her şeyi bilen “ALLAH” Kainatı yaratan , her şeyi yoktan vareden, her şeyin kanununu koyan, “EZEL ve EBED’İ” de bilir nasılki bir damla spermden var ettiği insanoğlu yaratıcıya karşı sonsuzluğu soruyor’ki sorma yetisini elde ettiği “AKLI’NI” bile anlayamamış onuda yaratan “ALLAH” ı ve var ettiği düzeni sorguluyor işin güzel ve mücize tarafıda bu zaten “YARATILAN, YARATANI” sorguluyor hiç düşünülmezmi yaratılanda olan sorgulamayı yaratanın var ettiğini ve “İMTİHANI”. Neyse soru ,soran evvela kendini düşünsün ve “AN’ı” anlasın ondan sonrada sonsuzluk hakkında söz söylesin. “ALLAH’ tan” habersiz yaprak bile kıpırdamaz doğru Amenna “ALLAH” yarattığı bu büyük kainatta en karanlık gecede,en ufak kara karıncanın,kara bir kayadaki ayak sesini bile duyar ama karınca,yaprak,doğa kendilerine verilen vazifeleri yapar yani “İRADELERİ” yoktur hepsi “İNSAN” için vardır dolayısı ile İnsan da hür iradesi ile şuçda işler sevapta yapar yaptığı her ne ise onuda “ALLAH” İnsan’ ın talepleri doğrultusunda yaratır karşılığınıda görmesi koşulu ile. Kuvveti,gücü,yaratan korkutmaz ikaz eder ister inan,ister inanma bu ikazda onun “ADALETİ’dir” sonradan haberimiz yoktu bilseydik yapmazdık teranelerine (sığınılacak ama) sığınılmasın diye.
  20. KÜÇÜK ŞEYİN DİLİNDEN. Hayır ve şer, biz iki kardeşiz. Aynı ağacın sonsuza uzanan kollarıyız. Maziden gelir, bu güne uğrar, geleceğe koşarız… Zaman hep bizim öykümüzü yazar. Biz görünmeyiz. fakat her şeyimizle sizde, sizinle birlikte yaşarız. Çiçeklerimiz ve dikenlerimiz aralıksız açar… Bunlara bakıp herkes bir şey söyler. Çiçeğe diken, dikene çiçek diyenler olur. Sonun başlangıç, başlangıcın son olduğunu ise kimse bilmez… Yorumlar birbirine karışır… İşin ilginç yanı, uğraşlar ve eleştiriler arasında unutulur gideriz. Seçiniz özgürsünüz.Fakat bizde büyümekte, gelişmekte ve seçilmekte hürüz. Olumlu çabanıza çiçeklerimiz: ihmallerinize, yanlış adımlarınıza ise ise dikenlerimiz aralıksız karşılık verir… Küçük şey yoktur. “ Göklerde ve yerde nice belgeler varki, yanlarından yüzlerini çevirerek geçerler” (Yusuf ,105) Öyle bir mükemmellik ki, ne bir şey ilave edilebilir ve nede ondan bir şey çıkarılabilir. Bu ahenkten sadece bir kuş şarkısı çıkarılsa, mutlaka noksan kalır onun yeri. Önce Evrendeki ahengi yorumlamak gerekir. Her şeyin aslında, gerçekte ne olduğu,İnsanın evrende taşımış olduğu değer,ancak böyle ortaya çıkar. Evrendeki birliği gören “ İNSAN” anlarki “Bütün” soyutlanan parça anlamını yitirir. “HER ŞEY AKILLARA DURGUNLUK VEREN “BÜTÜN” ÜN PARÇASIDIR” İnsan evrendeki ahenge uymak ve onun bir parçası durumundadır. Bu ilgiyi göremezse “İNSAN” ,kendini evrenin merkezi yada ekseni sanır.Kırık bir plak gibi, düşüncesi hep aynı nokta etrafında cızırdar durur. İnsan gerçeğin özüne inmez, kabukla uğraşırsa,esrarkeşin esrarla yada balığın yemle kurduğu ilişki gibi, vakit geçmez bir başka şeyi gerçek yapar kendine. “SAHTE AĞAÇ, HİÇ BİR ZAMAN HAKİKİ AĞACIN VERDİĞİ MEYVELERİ VERMEZ” Tüm sistemler,”İZM” ler, gerçeğin ancak bir parçasını elinde tutar. Birkaç parlak sloganla doğruyu oynamaya çalışır. Genelde her yeni fikir yanlışta olsa bir süre için gerçek gibi görünür. Fakat “YAPAYIN” ömrü azdır bir gözlem doğru gibi görünürken onu bir süre sonra bir diğeri yalanlar. Gerçeğin yanında kısadır “YALANIN” ömrü… “Sizi bebek olarak dünyaya çıkaran odur” (Mü’min 67) Her şey, ama her şey bir hatırlatma Her şey,her görüntü,ilginiç bir öğretidir İnsana kesin bir biçimde gelecek olan ölüm,öyleyse nasıl soyutlanır hayattan? Bak,sıraya girmiş,tabutlar ayrı ayrı…Gör, unuttukları kabre koşuşan “İnsanları”… Seherde öten horoz,trenin çığlıkları Bu kaçıncı çağrı? Bu kaçıncı uyarı? İnsan duymuyormu? Duymayacakmı? “KOŞUN KURTULUŞA” diye, “AĞLAYAN EZANLARI!!!”
  21. Şimdi buraya alıntılayacağım iki yazıyı okuyucuların (aynı kişiden) bilgisi ve yorumuna sunuyorum karar "HÜR" iradeleri ile sayın okuyucuların. HİÇ BİR YORUM EKLEMİYORUM İBRETLİK BİR YAZI ACABA NE YAZDIĞINI YAZAN KİŞİ BİLİYORMU?. Sayın Gece Kuşu. Yukarıya alıntıladığım yazılardan belki anlamışsınızdır (kime karşı ne yazılar yazıldığını) anlamamak istiyorsanız tekraren şunu yazmakta fayda görüyorum sizin yazdıklarınız ve iddia ettiklerinize cevap yazdım olaylarıda hiç çarpıtmadan direk sorulan sorulara karşı siz ise benim yanıtladığım sorularınızı bir tarafa bırakıp yine aynı klasıkleşmiş inanmayan mantığı ile asıl konudan sapıp tali konulara işi çekip "SPEKÜLATİF DEMOGOJİ" yapıyorsunuz ama olsun her ne kadar anlaşamıyorsakta (fikren) sizin "KİBAR VE DÜRÜST" olduğuna inandığım önerileriniz için teşekkür ederim aynısınıda sizin yaşamanızı diler saygılar sunarım esen kalın.
  22. Bilim "AKIL'LA" ilgilenirmi? yoksa "AKIL'MI" bilimle ilgilenir? "AKIL" yaratılmışmıdır yoksa tesadüfenmi meydana gelmiştir?. "AKIL" görünürmü,tesbit edilebildimi yani "AKIL" soyutmu,somutmu? "AKLIN" soyut,somut,görünür,görünmezliği üzerine bir kuram varmıdır ve "BİLİM" bu konuda uğraşırmı.
  23. ********** ** *************** ***************** *************** ************ ******** ***** dikkat edilirse hep sorarlar,hep sorarlar ve sordukları her ne ise hepte bilimsel bir mantığa oturtmak isterler fakat başaramazlar bu söylemleride ( ötekinin bilimsel veya çağdaş olmadığını) belirtmek içindir ama kendilerini aynada hiç seyretmezler tamamen ****** ve teoriden ileri gidemediklerini görmemek için bu itibarla şimdi cevaplara geçebiliriz. Arkadaşın? kim onu anlayamadım neyse “bir varlığın olduğuna inanmakla,yokluğuna inanmak arasındaki fark nedir? sorusuna var olduğunu yada yok olduğunu ispatlayamazsanız varsayımlardan öte inanışlar üretemezsiniz demiş biri. Aslında cevabı belli uzatmaya gerek yok “VARLIĞI OLANIN DELİLİ VAR ETTİKLERİ İLE DİR” var olmayan zaten kendisi yokki bir şey var etsin veya delili olsun dolayısı ile var olan hakkında yazmak,fikir üretmek somut olmayan hakkında yazmak,fikir üretmek soyuttur yani boştur bu itibarla varsayımlardan hareket edenler daima kendilerini (layusel) zannetmiştir bu durumdada aradaki “FARK DAİMA FARKEDİLECEKTİR”. Şimdi “ bir varlığın var ettiklerinden hareketle GÜL örneğini vermekteki maksadı’da anlayamamış muhatabımız? ve aynı taktik (bu durumda olanların daima yaptığı gibi) cevap anlaşılamamış üstelik anlamadığınıda kamufle etmek için güya irdeleme adına yine soru sormuş “Gül’ün varlığını var ettiği şeylerle irtibatlandırır (delil) mısınız demiş fazla uzatmaya gerek yok “ KOKU’SU” kafidir gerisi abesle iştigaldir. Saygılar sunarım.
  24. Aslında yazılanlara tek,tek cevap yazmayı düşünüyordum fakat yukarıdaki alıntıya baktığımda konu tamamen felsefi gibi görünüp ama spekülatif bir düşüncenin ürünü olduğundan ne kadar yazarsan yaz sonunda "NEDEN" dendiğinde tekrar başa dönüleceğinden alıntıya bende bir soru ekleyerek belkide öğrenmek istenilene dahada bir yaklaşırız. Bir "Varlığın" olduğuna inanmak "VARLIĞIN" var ettikleri ile irtibatlanır ve delillendirilir mesela bir gül aynısının tıpkısını yokluğuna inanan (inanmayanlar) meydana getirsinler görelim değilmi bak nasıl "ARADAKİ FARK ORTAYA ÇIKIYOR" bu itibarla tamamen "felsefi" gibi görünüp ama (demogojik bir polemik) ürünü teorik bir yaklaşım ile hakikate ulaşmak sorgulamak zannımca acizane abesle iştigaldir bu itibarla "VARLIĞIN VAR OLDUĞU ESERİ İLE BELLİDİR" var olmadığını iddia edenlerin olmayandan bir şey olmayacağını bilmelerininde beklemek galiba "VAR OLANA İNANANLARIN" hakkıdır. Farkta farkediliyor zaten.
  25. “Biz” (İnsan) doğunca nufusa yazdıkları için değil “ FITRAT’IN” gereği olarak (her doğan) bu inancı taşır sonradan ebeveynleri vasıtası ile veyahut kendi iradeleri ile istediği inancı yaşar nasılki “ATEİST” olması gibi. İnsan oğlunun atadan gelme “ELHAMDULİLLAH” demesi hem fıtratının gereği hemde gönderilen “Kitap,Peygamberler” vasıtası iledir isteyen inanır istemeyen inanmaz nasılki inanmayana,inanma dediler diyemi inanmadığı gibi. Ya varsa demekteki maksad kişinin veya kişilerin inanıp yaşarsa zaten sorun yok fakat inanmayanın sorduğu “Ahiret,İmtihan yok” klişesine güzel bir cevap çünkü her iki durumda “İnananın” kaybedeceği bir şey yok fakat “İNANMAYAN” bu durumda ne yapar cevabıdır. Hiçbir dayatma,özendirme,korku yaratma yok “GERÇEK VAR” var olan ve olacak olan. İnanıp veya inanmamak kişinin sorunu dikkat (ya varsa) buradada devrede inanmayanın sorunu burada başlıyor madem yok diyorsun delilin ne ve niye DİNİ sorguladığın gibi kendinide sorgulamıyorsun bu telaş niye?. Müslümanın etrafında düşünsel etki oluşması tabii’dir sebebide “Tahkiki İMAN Taklidi İman’dan” daha değerlidir ve her “AKIL” eşit değildir bu itibarla ateistler’dede düşünsel etki çok fazladır aynı zamanda iddialarını delillendirecek hiçbir kanıtları olmamasına rağmen çok fazla ısrarcıdırlar. İnananlar,İnanmak için sebep aramazlar sebeb zaten kendileridir” İnsan eşrefi mahlukat’tır” Beyin ve AKIL yeter. Diğerleri her kimse sebepleri ve delilleri zaten “TEORİ’DEN” öteye gitmediğinden sorun değil… Kişinin veya kişilerin sorguladığı şey yalnız ateistlere mahsus değildir üstelik sorgulanan şeyi ateistler yok olduğunumu “ispatladılarda veya bilimsel verilerinemi ulaştılarda bu kadar sallıyorlar. Vicdan rahatlatması nedir görülürmü acaba bu düşünceye inanmayan nereden varmış madem cehennem yok (varsaymak) inanmayan zaten yanmayacak bu durumda inananlara,inandıkları için vicdan muhasebesi yaptırmak ateist mantığı olsa gerek bizim yerimize siz neden karar veriyorsunuz beklide sizin düşündüğünüz gibi değildir mesela “İBRET ALIRLAR" değilmi. Devam edecek.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.