Zıplanacak içerik

sarıgöl

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

sarıgöl tarafından postalanan herşey

  1. sarıgöl şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Ateizm
    Madde aynı zamanda düşünür ve aç kapa,aç kapa prensiplerine göre çalışır eğer aç kapa,aç kapa prensipleri çalışmazsa devreye tesadüfler girer bu arada "MADDE" düşünerekten?" DNA,MOLEKÜL" üzerinde çalışır fakat tesadüf olayı devredeyken düşünmekte ne olaki der ve böylece tekrar aç kapa. aç kapa prensipleri devreye girer böylecede bu masal sürer gider gökten üç elma düştü biri Maddenin başına, biri aç kapanın başına, öbürüde tesadüfün başına böylece bir masalda sona erdi darısı ............ başına.
  2. İslamın savunmaya ihtiyacı yoktur. Yanlız eleştirel yaklaştığını zannedenlere bir itirazım var acaba yukarıdaki alıntıda yazdıkları gibimi her şey, ve bu eleştirel bir yaklaşımmı ama olsun ben aciz Sarıgöl'le fikir tartışması yapamayanlar "İSLAM" a zaten yaklaşamazlar.
  3. Bismillahirrahmânirrahîm 1-FATİHA: 1 - Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. 2 - Hamd o âlemlerin Rabbi, 3 - O Rahmân ve Rahim, 4 - O, din gününün maliki Allah'ın. 5 - Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti. (Ya Rab!). 6 - Hidayet eyle bizi doğru yola, 7 - O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil. "önceki vahiylere bak ve kendi kendine sor".Muhammed (a.s.v.) Hak peygamberdir sözde inkarcılar istemeselerde böyledir. Resullerimizden, senden önce gönderdiklerimize sor..." Bundan maksat peygamberlerin icmaı ile Tevhide delil getirmedir. Ki bununla hem o icma haber verilmiş, hem desteklenmesi için araştırılması emredilmiştir. Yani haberin olsun ki peygamberlerin hepsi Allah'tan başka ilah olmadığı hususunda sözbirliği içindedirler. Hiçbirisi müşrikliği, putperestliği kabul etmemiştir.
  4. sarıgöl şurada cevap verdi: sarıgöl başlık Dini Şiirler ve Hikayeler
    Canım İstanbul Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. İstanbul benim canim; Vatanim da vatanim... İstanbul, İstanbul... Tarihin gözleri var, surlarda delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutta saha kalkmış Fatih'ten kalma kir at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakısta o mana: Öleceğiz ne çare? Hayattan canlı olum, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karaca Ahmet... O manayı bul da bul! İlle İstanbul’da bul! İstanbul, İstanbul... Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. Her aksam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... Bir ses, bilemem tambur gibi mi, uda gibi mi? Cumbalı odalarda inletir katibi mi... Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak. İstanbul, İstanbul... Yedi tepe üstünde zaman bir gergef isler! Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler... Eyüp oksuz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgar, ucan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından. Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar... Gecesi sümbül kokan Türkçe’si bülbül kokan, İstanbul, İstanbul... Necip Fazıl Kısakürek
  5. “Şerif Mardin, “Türkiye’de entelektüel yok; yalnızca literati var”, demişti. “Emre Kongar”, tipik bir laik Türk literati’sidir. Aydın değildir. Entellektüel hiç değildir. Düşünürse, aslâ değildir. Sadece literati, yani okumuş yazmıştır. Literati, “ezbere konuşan”, yani bildiklerini mutlaklaştıran, bilmediklerini ise yoksayan; dolayısıyla aklıyla ve özgür iradesiyle değil, yalnızca hisleriyle (=vaziyeti kurtarma güdü/m/leriyle) hareket eden bir figürdür. Dahası, literati, başkalarını, nasılsalar öylece görebilme, kabul edebilme kabiliyetine de, özgüvenine de sahip değildir. Literati, mesela, Müslüman bir toplumu, Müslümanlığın temel kodlarıyla değil, Marksizm’in anakronikleşmiş kodlarıyla veya Batılı toplumların spesifik koşullarının ürünü olarak üretilen laik sosyal bilimin kavramsal çerçeveleriyle açıklamakta bir sakınca görmez. Böyle yapmakla, “kendi dili”ni değil, Batılıların geliştirdiği dili konuştuğunu, bunun Batılıları Özne, kendisini Nesne konumuna yerleştirdiğini; bu oryantalist, mutasyona ve metamorfoza uğratıcı dilin, kendisini Batılıların karikatürü yaptığını, kendi kendini sömürgeleştirmeye neden olduğunu ve felç olmuş, zihinsizleştirilmiş bir zihne mahkûm ve mahpus ettiğini göremez. O hâlde, soru/n şu: “Emre Kongar”’ı (dolayısıyla laik Türk literatisini) ciddiye almak gerekir mi? “Emre Kongar”ı ciddiye alabilmemiz için, “Emre Kongar”ın, öncelikle kendisini ciddiye alması, onun için de “sömürgeci aydın”ı gibi hareket etmemesi; dolayısıyla Müslüman bir toplumu, Müslümanlığın dışındaki laik ve/veya kaba pozitivist kavramsal şemalarla açıklamaya kalkışmamasıgerekir. “Emre Kongar”, böyle bir şeyi yapabilir mi? Batılı düşünürlerin, Batı’daki akdeminin insan bilimleri departmanlarının laikliği bütün yönleriyle tartıştıkları, “seküler aklın ötesi”, “post-seküler felsefe” gibi arayışlar içine girdikleri bir zaman diliminde, “Emre Kongar”, literati olarak kalmayı sürdürdüğü (yani Müslüman bir topluma, laik bir kimliği dayatmaya kalkıştığı, laikliği tartışılmaz bir ilâhî yasa gibi gördüğü) sürece böyle bir şeyi yapamaz. Ya ne/yi yapar? Önceki hafta pazartesi günü, üstelik de “Aydınlanma” (!) adını verdiği köşesinde, “Uzlaşalım: Hem Dayak Ye, Hem Sus” başlıklı yazısında yazabildiklerini yazar; başka bir şey yapamaz. Emre Kongar, sözkonusu yazısında, tam bir literatinin algılama biçimi ve diliyle, “demokratik rejimimizin” AKP iktidarından “gözünün morardığını, dudağının patladığını, sürekli dayak yediğini” iddia ediyor ve “gerçeklerin saptırıldığını, düşünceye ambargo konulduğunu, … eğitime önce sızıldığını, şimdi tümüyle el konulduğunu, … kuran kursları ve imam hatip okullarında çocukların ve gençlerin beyinlerinin yıkandığını, şimdi aynı işin tüm eğitimde yapıldığını” söylüyor! Danıştay ve Cumhuriyet gazetesine yapılan saldırıların, belli bir süredir bu tür söylemleri daha yüksek sesle dillendiren laik literatilerin sözlerinden sonra gerçekleşmiş olmasına dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Emre Kongar’ın yazısını şöyle bitirmesi bana oldukça ürkütücü gelmişti: “Hiç merak etmesinler, demokratik rejimin nakavt olup tümüyle sesinin kesilmesi yakındır.”(!) Kongar, ister darbe imasında bulunmuş olsun, isterse AKP’lilerin veya “dincileri”n demokratik-laik rejimi nakavt edeceklerini kastetmiş olsun; buradaki “tersinden tehdit” havası, ürkütücüdür Elinizi vicdanınıza koyun ve cevap verin: Bu ülkede yaklaşık 100 yıldır “dayak yiyen” kim? Evet, bu milletin tarih yapmasını mümkün kılan büyük rüyalarını, Braudel’in deyişiyle “dünya-tarihsel” iddialarını ve ideallerini yok ederek, batılı seküler projeleri sorgusuz sualsiz tepeden monteleyerek bu milleti laik Batılıların karikatürü, ülkeyi de kendi kendini sömürgeleştiren tuhaf bir ülke yaparak Batı’ya “teslim” eden, böylelikle yok olmanın eşiğine getirenler kim/ler? Laikliği pekiştirmek için düzenlendiği ve tam bir tezgâh olduğu anlaşılan, çorap söküğü gibi aydınlığa kavuşmaya başlayan Danıştay ve Cumhuriyet Gazetesi saldırılarında da son kez görüldüğü gibi, ülkeyi karıştırmaya çalışanlar kim/ler? Ürktücü olan şey şu: Türkiye’de laikliğin pekişmesi adına, laik “aydın”lar öldürülüyor. Birileri de, bu işin gerçek azmettiricilerini bildikleri hâlde, bizi aptal yerine koyarak, dikkatlerimizi, “dinci” süsü verilen taşeronlara çekiyorlar: Ortaya çıkan şey, ülkenin karışması ve kriz yönetimi oluyor. Ülke, kriz durumlarından medet umularak yönetiliyor. Bu, çok tehlikeli bir şey. Tam bir akıl tutulması hâli yani. Batılı düşünürlerin çoktan aştıkları pozitivizmi, çatır çatır tartıştıkları laik aydınlanma düşüncesini kutsayan literatileri, ülkeyi çıkmaz bir sokağın eşiğine sürüklediklerini hatırlatmak için ciddiye alabiliriz yalnızca! Laik literatilerimizi, laiklik misyonerliği’ne soyunarak Batılıların karikatürü olmak ve “gönüllü acentalığı”nı yapmak yerine, hiç olmazsa, artık kendilerini ciddiye almaya, söylediklerini ve eylediklerini gözden geçirmeye; kaba oryantalist ve anakronik pozitivist gözlüklerini çöp tenekesine atarak bu toplumla bütünleşmeye, bu toplumun derinlikli medeniyet iddiası ve rüyasını yeniden benimseyerek özgürleşmeye davet ediyorum.” Yusuf Kaplan’ın yazısı da böyle.. Bu analize menfi bir şey söylenebilir mi? Muhakkak söyleyenler olacaktır. Ama ben kesinlikle Yusuf Kaplan’ın söylediklerine katılıyorum. “Zihni iğdiş edilmiş” sözüyle kastettiğim tam da bu şekilde kendi kendini sömürgeleştiren aydın müsveddeleridir. Eklemlenme meraklısı olanların bu “aydınlanma” gayretleri bütün hızlarıyla devam ediyor. Bari takip ettiklerinin bugünkü fikrî yapılarından haberdar olsalardı. 200 yıldır bir netice vermeyen bu maceranın, bu anlayış ve geçmişe bakışla, ne bugün ne de gelecekte bir netice vermesi beklenemez. Batının bizi görüp tanımladığı oryantalist bakışı sahiplenerek aynı açılardan kendi medeniyetine bakan “bilimadamları” nı gördükçe derin bir üzüntü duymamak elde değil. Sömürgeci aydınlarının artık gözlerini açmaları dileğiyle..
  6. Ben ispata çalışmamki var olanı. Asıl olmadığını (haşa)iddia edenler ispat etsin değilmi. Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık. Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren. Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar. Zorba, saygısız, sonra da kulağı kesik. (Kalem Suresi, 10-13) Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. (Enfal Suresi, 2) Muhammed Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur: İncil'deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış(ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va'detmiştir. (Fetih Suresi, 29)
  7. Sakallı, gözlüklü, kültürlü bey... Bu başlığı seçerken, ilhamı, değerli sosyolog Prof. Dr. Emre Kongar'dan aldım... Çünkü, Hürriyet gazetesinden Ayşe Arman'a verdiği mülakatta, "Nilüfer Göle ve Tülin Bumin adlı iki hanım var" diyordu, kendisinden beklenmeyen (aslında nicedir beklediğimiz) bir nezaketsizlikle. İki hanım... Belli ki, Göle ve Bumin'i istihfafla karşılıyor. Dün Nuray Mert de değinmişti: Konu türban olunca, türbana karşı ılımlı yaklaşan herkese, hemen her düşünce ve görüşe "hoyratça", "küçümseyici" bir eda ile karşılık verme, üst perdeden konuşma üslubu benimseniyor. Kongar da üst perdeden bakıyor. Daha doğrusu (tabirimi mazur görün), üst perdeden atıyor. Biri sosyolog, diğeri felsefe profesörü olan "bu iki hanım" fevkalade yanlış analizler yapıyorlarmış; bu iki hanımın farklı yorumları ya olayı "bilimsel olarak" (yine "bilimsel"; bu nitelemeden artık daral geldi) yanlış değerlendirmelerinden kaynaklanıyormuş, ya da daha kötüsü popüler kültürün esiri olmalarından... Bakar mısınız? İstihfaf kesmemiş olacak ki, Kongar "bu iki hanımı" bir de "popüler kültürün esiri olmakla" itham ediyor. Sanki ortada (yine Nuray Mert'in sözleriyle söylersek) bu mevzulardan tamamen uzak ve durduk yerde enteresan fikirler ileri sürme gayretiyle çırpınan "iki hanım" varmış gibi... O iki hanımdan biri Türkiye'nin en parlak siyaset felsefecisi: Prof. Tülin Bumin... Diğerini zaten tanıyorsunuz: Prof. Nilüfer Göle... Arada bir kendine hakim olamayıp, cefelkalem "aydınlanma" ve "Türk aydınlanması" (!) konularına da dalan ve güncel/ideolojik görüşleriyle seçkin gönüllerde taht kuran Kongar'ın, boş bir zamanında Tülin Bumin'in aydınlanma felsefesi konusunda yazdığı kitaba (hiç değilse "şöyle bir") göz atmasını salık veriyorum; çünkü "aydınlanma felsefesi" konusunda esaslı bir "aydınlanmaya" ihtiyacı var. Diğer hanımın (Nilüfer Göle'nin) "Modern Mahrem"ini illa ki okumuştur. Konusunda yazılmış neredeyse tek temel kitap... Ama bir kez daha okumasında yarar görüyorum. Fakat beni, şimdilik, kendisinde "istihfaf" yetkisi vehmeden bir "bey" olarak Emre Kongar'ın türban ve özgürlükler konusundaki düşünceleri ilgilendiriyor. Kongar'a göre türban kadının özgürleşmesi, modernleşmesi simgesi olamaz; nerden bakarsak bakalım, "ortaçağ simgesi" bu... Nerden bakıyoruz? Militan bir cumhuriyet geçmişine sahip Fransa'dan mı, yoksa din-devlet ilişkilerinde farklı bir tarihsel geçmişe sahip Türkiye'den mi? Kongar'ın "hazır kalıp yargılardan" medet umması acıklı bir defans çabasına işaret ediyor. Çünkü türbanı bireyselleşmenin, özgürleşmenin ya da bir tür cemaatsel karşı koyuşun simgesi olarak değil, ısrarla "dinin dönüşü" (egemenlik iddiasıyla dönüşü) olarak düşünüyor. (Başbakan'a sosyoloji dersleri veren bir sosyolog olarak Kongar'ın, bu cemaatsel karşı koyuşu nasıl anladığını/anlamlandırdığını ayrıca çok merak ediyorum.) Hulasa: Bu sakallı, gözlüklü, kültürlü bey türbandan hoşlanmıyor. Kendisi için istediği özgürlüğü başkasına çok görüyor. Hatırlayacaksınız, 12 Eylül'ün sıkıdüzeninde, bireysel özgürlüğünün simgesi olan "sakalına" sahip çıkmış, geniş kesimlerin takdirini kazanmıştı... Konu "türban" olunca işin rengi değişiyor. İnsan hiç değilse sakalına gösterdiği özeni gösterir yahu... [email protected]
  8. Brain. Olay benim açımdan bitmiştir size yaşamınızda mutluluklar dilerim.
  9. Aslında hz.İbrahim ve hz. İsmailin akheneton'dan evvel yaşadıkları için "EBLA" krallığını örnek vermek gereksiz bu durumda akheneton nasıl olurda "VAHİY,SEMİTİK DİNLERİN" kaynağı olur sebebide Hz. İbrahimin "TEVHİD,VAHİY,SEMİTİK DİNİN ORTADOĞU'DAKİ İLK TEMSİLCİSİDİR VE AKHENETONDAN EN AZ BİN SENE EVVEL YAŞAMIŞTIR" sonra Ebla yazıtların- da semitik dinlerde olan isimlerle benzeşmesini "SUÇMUŞ VEYE BASİTMİŞ" gibi göstermekte ne demek bu güne kadar semitik dinler hakkında akla hayale gelmeyen eleştiriler getiren inançsızlar (yokturlar,hayaldirler) şimdi Ebla tabletlerini ne yapacaklar onun için biraz saygı. Ve eksik aktarma yok ne ise o. Ebla krallığında (Adem,Havva,İbrahim,Saul,David) isimlerinin kullanılması bir şeyi ispatlar "ADEM İLE HAVVA" ismi semitik dinlerde neyi ifade eder bunu inançsız arkadaşlara bırakıyorum ve Adem,Havva,David,Saul un o dönemde peygamber olduklarınıda kimse iddia etmiyor bunların semitik dinlerdeki yeri zamanı belli aslolan Hz İbrahim,Hz İsmail İn o dönemde yaşayıpta isimlerinin tabletlerde geçmesidir demekki semitik dinlerde bir isim geleneği var ve Adem,Havva ve benzer isimler daima kullanılmış şimdi akheneton nerede kaldı birdaha onu örnek vermek abesle iştigaldir. Doğrudur zira inançsız arkadaş kendi söylüyor "İSİM BENZERLİĞİ OLACAĞINI" esas olan yazdığım gibi Hz. İbrahim ve İsmailin adının geçmesi yoksa David,Saul,Adem,Havva adlarının geçmesi başka bir şeyide kanıtlar semitik dinlerin dediği gibi İsim kültürü oluşmuş ve İnsanlar o isimleri nasıl bu gün semitik dinlerde kendilerine veriyorlersa o zamanda veriyorlarmış. Hz. İbrahimin mücadelesi dolayısı ile "semitik,vahiy dinlerinin" "ŞİRK KOŞAN PAGAN PUTPERESTLERLE" olduğunu inkar eden yok zaten bununla söylenmek istenen şey aslında semitik dinleri dahada bir gerçek kılar sebebide zaten mücadele olmazsa Peygamberler ve kitaplar olmaz bu itibarla Ebla'nın putperest olması inançsızlara bir delil olmaz. 1000 Yıllık farkda anlaşılmıştır umarım. Yanıtları yukarıda verildi şayet anlaşılmaz yada anlayamaz,belkide anlamak istenmez sorulursa hasbelkader cevaplamaya çalışırım.
  10. Biraz yaklaşmıssın. Bu doğru ve kimsenin itirazı olamaz. Yanlız bir tanesini yazayım (protestan) "EVANJELİK" yeter zannedersem. yazıpta katkı yaptığın için sağol.
  11. Ateist evren anlayışı "İLKEL ÇORBA MASALINDAN ÖTEYE GİTMEZ" ve tesadüflere birde aç kapa,aç kapa ayaklarına dayanır semitik dinler dendiğinde yanlızca "Müslüman" olana indirgenip yahudi ve hırıstiyan'ın es geçilmeside veya onların ilahiyatına katılan sonraki uydurmalarıda Müslümana mal etmek ya tarafgirliktir veya bilmemektir yada kasıtlı çarpıtmadır bundan dolayı şimdi vereceğim Ayet meali bütün inanmayanların bu güne kadar ileri sürdükleri bütün tezlerini yıkar. "ENBİYA" "30.O inkar edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? "
  12. " "ALLAH" vardır ve yarattığı İnsanın "AKLI" da vardır. Rahman Rahim ALLAH adıyla. HAŞR. 22.O Allah ki, O'ndan başka İlah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur. 23.O Allah ki, O'ndan başka İlah yoktur. Meliktir; Kuddûstur; Selam'ır; Mü'mindir; Müheymindir; Azizdir; Cebbardır; Mütekebbirdir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. 24.O Allah ki, Yaratan'dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.
  13. Aslında sınır mevhumu inanmayanda var sebebide ileri sürdükleri her teori,argüman "TESADÜF" üzerine kurgulanmış ve delilide,ispatıda yok madde derler nasıl oluştuğunu açıklayamaz enerji,füzyon vs vs der bilimden şaşmayacaklarını deklare ederler fakat yanlız kendi işlerine yarayacağına inandıkları bilimsel (teori) buluşlara itibar ederler fakat her bilimsel buluşu çürüten yeni buluş kendi lehlerine sandıkları eski buluşu çürüttüğünde ve metafizik'e yaklaştığında misal "dna,bilinç,evren" bu sefer tekraren eski alışkanlıklarına döner sorguladığını zannedip aynı tekerlemelerini sürdürürler "madde sonsuzdur,tesadüfen oluşmuştur,darvinizm vs vs" bu itibarla inananların elinde bir veri var "KİTAP VE PEYGAMBER" ve her şeyide doğru ve inanmanın bir şartıda özgür olarak "TESLİMİYETTİR" şimdi ben derimki acizane bizde sınır yok ve olamaz birde inanmayanlar sınırlarını değilde kendi bilgilerini "tarafsız bir biçimde" inceleseler görülürkü olay değişik bir boyut alacaktır dolayısı ile her şey (Hiç bir şey kendi kendisinin nedeni olamaz. Çünkü, nedenin kendisi, oluşandan öncedir.) nedir sorusunun sınırını kaldıracaktır.
  14. Aurelius. Kusurumu bağışla ama daldan dala atlayıp verdiğim cevapları "polemik" boyutuna çekip işi geyik muhabbetine çekiyorsun lütfen size yazdığım (sokrates ile ilgili iletiyi) dikkatlice okuyun aradığınız soruların cevabı orada sonra "ALLAH VE KUL İLİŞKİSİNİ" anlayan anlar anlamayana sokrates perensipleride fayda vermez değilmi kişide olan biligiyi meydana çıkarmaktır aslolan bilgi yetersizse ne yapsan nafile.
  15. İslam hak dindir amenna birde müslümanın bir takım sorulardan kafası karışmaz sebebide "taklidi iman değil tahkiki iman önemlidir" fakat konu misyonerlik ve açtığım başlıkta neden her kılığa girerlerdi yoksa misyoner "ateist gözüksün liberal gözüksün vs vs" önemli değil misyonerlerin hangi psıkolojik,sosyolojik,stratejik konumda olup ne elde etmek istedikleridir yoksa zaten savundukları her ne ise zaten"ABSÜRT" tür yoksa kılıktan kılığa girerlermi konu anlaşılmıştır umarım konumuz "misyonerlik".
  16. 'Aurelius' Sokrates yöntemi imiş veya bilgiyi var olan "US"dan sorularla meydana çıkarmak gibi bir "NEDEN'İ" hiç düşünmedim çünkü zaten var olanın,var ettiği meydanda (ESER,KAİNAT) bu itibarla tesadüfe sığınan (NEDENSELLİK) gibi bir düşüncem zaten olamaz dolayısı ile "KAİNATTA TESADÜFE, TESADÜF EDİLEMEZ" prensibince " İsra 36. Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur " Ayeti gereği Müslüman olarak "Zariyat 56 Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." Ayetini "GÖRMEDİĞİM AKLIM İLE" bilerek ve isteyerek "İRADİ" olarak "KULLUK" bilincine (karınca kaderince) varmak için okuyorum üstelik hatırlattığın içinde teşekkür eder saygılar sunarım.
  17. Mecaz. Vikipedi, özgür ansiklopedi Sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır. Anlatımı daha etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır. Mecaz, söze güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek için kullanılır. Ad değişimi de denir. Örneğin: Kandilli yüzerken uykularda Mehtabı sürükledik sularda Bu dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçledirme, güzelleştirme, anlanlamdırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla kullanılmasına örnektir. Mecaz, Sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır. Sözcük mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır. Batı dillerınde mecaz için metafor kelimesi kullanılır. Bu kelime Antik Yunancada taşıma (bir anlamı ötekine gönderme) demektir. Bir edebi sanat türüdür. Ad Aktarması, Düz değişmece ya da metonomi diye de adlandırılır. Bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden başka bir sözcük yerine kullanma sanatıdır. Günlük yaşamda da yaygınlıkla kullanılan mecaz-ı mürsel, iki nesne ve kavram arasında çok çeşitli ilgiler kurulmasıyla gerçekleşir. Neden yerine sonucun (bereket yağdı gibi), içindeki yerine kabın (sobayı yaktık gibi), özel yerine genelin (at yerine hayvan gibi), soyut kavram yerine somut adın (gözüme girdi gibi), yapıt yerine yazar adının (Siham-ı Kaza okuyorum demek yerine Nef’i okuyorum demek gibi) kullanıldığı çeşitli türleri vardır. Viki sözlük. “AK” İsim. Anlamlar: [1] (renk) Beyaz [2] (mecaz) Temiz, pak [3] (halk ağzı) Ayran 1] Beyaz [2] Doğuş, doğum [3] Yükseliş [4] Parlaklık [5] Devinim, hareketlilik [6] (mecaz) Namusluluk, iffet ve güvenirliğin sembolü Mecaz Sözcük mecazlari Fikir mecazlari İstiare Tesbih Alegori Tezat Mecaz-i mürsel Telmih Kati Mübalaga Hasiv Teshis Intak Türk Edebiyatında Mecaz Aanlamları Mecaz edebiyatta sözcükleri gerçek anlamlari disinda kullanma sanatidir Degismece olarak da tanimlanabilir. Bir sözcügün ya da sözcükler toplulugunun, gerçek anlami disinda anlatimda bir anlam inceligi elde etmek, daha etkili, daha çarpici kilmak amaciyla bir baska anlamda kullanilmasidir Bir baska ifadeyle söze hosluk canlilik, kuvvet vermek için kelimelerin kullanilisinda yapilan degisikliklerdir Anlatimi daha etkili kilmak ve söze canlilik kazandirmak amaciyla basvurulan mecaz, Türkçe dilinin zenginliginin de bir göstergesi kabul edilebilir Bir örnek vermek gerekirse; Sözgelimi bir kimse için yüreksiz'' denildiginde bu yüregi olmayan'' anlaminda degil korkak'' anlaminda kullanilmistir Ayni sekilde Burnu havada'' sözü magrur ve kendini begenmis'' anlaminda eli siki'' ise cimri'' anlaminda kullanilir Mecazlar sözcük ve fikir mecazlari olarak iki ayri baslikta toplanir Sözcük mecazlari kelimelerin gerçek anlamindan baska anlamlarda kullanilmasidir Bunun da istiare, yaygin istiare, hasiv Mecaz-i mürsel gibi türleri vardir. Sözcük mecazlari arasinda en çok basvurulan istiare ve Mecaz-i Mürsel´dir Fikir mecazlari ise kelimelerde bir degisiklik yapmadan anlaminda baskalik göstermeye yarar Onun da çesitleri vardir
  18. Rahman,Rahim, ALLAH ın adıyla. Hakka. 13) O halde, [son Saat'i gözünün önüne getir,] [hesap vakti] sûru[nun] bir tek üflemeyle ses verdiği, 14) yeryüzü[nün] ve dağlar[ın] bir tek darbe ile yerlerinden sökülüp parçalandıkları (ânı)! 15) İşte böyle, olup bitmesi gereken o Gün olup bitecek; 16) ve gök yarılıp parçalanacak çünkü o Gün zayıf ve güçsüz düşecek-; 17) ve melekler onun başlarında [duracak]; ve onların da üstünde, o Gün sekiz(i) Rabbinin kudret ve egemenlik tahtını taşıyacak. 18) O Gün hesaba çekileceksiniz: en gizli işiniz [bile] gizli kalmayacak. Açıklama. Yani, bildiğimiz üzere dünyanın sonu; ki arkasından yeniden dirilme ve nihai yargılama gelecektir. Semâ' terimi, burada, "gök" veya "gökler"i gösterir: yani, görünür gökyüzü veya mecazî anlamıyla "semâ" yahut "evren" kavramında ifadesini bulan kozmik sistemlerin bütünü . Onun "parçalanması", muhtemelen, kozmik sistemin toplu olarak çöküşünü ifade eder. Semâ terimi, başka bir şey üzerine çadır gibi serilmiş herhangi bir şey için kullanılır. Bu nedenle, yer üzerinde kubbe gibi yükselen ve onun adeta çatısını oluşturan görülebilir göklere "semâ" adı verilir. Ve terimin Kur'an'daki asıl anlamı da budur. Daha geniş anlamda ise "kozmik sistem" çağrışımına sahiptir. "Yedi gök" ibaresine gelince, Arapça kullanımında -diğer Semitik dillerde de olduğu gibi- "yedi"nin çoğu kez "birkaç/birçok" kelimesiyle eşanlamlı olduğu unutulmamalıdır (bkz. Lisân'ul-Arab). Tıpkı, "yetmiş" veya "yediyüz"ün de, genellikle, "çok" yahut "pek çok" anlamına geldiği gibi (Tâcu'l-Arûs). "Her semâ, kendi altında bulunana nisbetle bir semâ'dır" (Râğı şeklindeki dilbilimsel tanım ile birlikte ele alındığında, "yedi gök" ifadesinin, kozmik sistemlerin çokluğunun bir işareti olduğu daha iyi anlaşılır. Allah hem zaman hem de mekanda sonsuz/sınırsız olduğundan, O'nun "taht"ı (arş) tamamen mecazî bir yükleme sahiptir ve Allah'ın mevcut olan veya olabilecek her şey üzerindeki mutlak ve erişilmez derinlikteki otoritesini gösterir ). Bu sebeple, O'nun kudret tahtının "taşınması", ancak bir mecaz olabilir, yani Allah'ın kudretinin Hesap Günü'ndeki tam ve kesin tezahürünün işareti. Kur'an, bu tezahürün dayandığı "sekiz"in ne veya kim olduğu hakkında bir açıklama yapmaz. Bazı ilk dönem müfessirler, onun sekiz melek olduğunu, bir kısmı ise meleklerin sekiz derecesini gösterdiğini iddia etmişlerdir. Buna karşılık, diğer bir kısmı, burada kasdedilenin "sekiz" mi, yoksa "sekiz bin" mi olduğuna karar vermenin imkansız olduğunu itiraf etmişlerdir (Hasan Basrî, Zemahşerî tarafından nakledilmiştir). Belki de burada Allah'ın (herhangi) sekiz sıfatına yahut O'nun yaratmasının sekiz yönüne/aşamasına atıfta bulunulmaktadır: ama, Kur'an'ın başka bir yerde ifade ettiği gibi, "Allah'tan başka kimse onun kesin anlamını bilemez"
  19. sarıgöl şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
    Misyonerlik; nedir nasıl yapılır,acaba misyonerlik yanlız hırıstiyanlığamı mahsustur veya misyonerlerin kendi dini inançlarını saklayıp (her türlü kılığa girip Ateist,riberal,kapitalist,humanist vs vs) Müslüman toplumlarda bir tür kafa karışıklığı yapmakmıdır yoksa Misyoner inandığı Dini "SAF VE TEMİZ " bir biçimde yaymakmıdır yazıpta katkı olursa memnun olurum.Saygılar.
  20. Akheneton (Ameophis IV) M.Ö. 1364 yılında tahta çıktı günümüzden 3371 yıl önce. Bazı ateist ve inançsızlar iddia ederki “SEMİTİK DİNLER” Akheneton’la başlar yalnız bir arkeolojik kanıt bu iddiayı siler fazla sözede gerek yok “EBLA” ve ikide bir aynı iddiayı ortaya atmak “FUZULİ ŞAGİL” dir yani abesle iştigal veya bilgi kirliliği yapmaktır Akheneton’dan 1100,1200 yıl evvel “EBLA TABLETLERİNDE ADI GEÇEN İBRAHİM,DAVUT,İSMAİL” semitik dinlerin Akhenetonla başlamadığını belki Akhenetonun “Semitik,vahiy” dinlerden etkilendiğidir bu itibarla artık Akheneton muhabbeti yapmak kolaycılıktır. yer Altında Saklı Kalan Dinler Tarihi 1975 yılında yapılan kazılarda ilk bulunduğunda, o zamana kadar klasik bir arkeoloji başarısı olarak değerlendirilen Ebla Krallığı, gerçek önemini çivi yazılı yaklaşık 20.000 tablet ve parçalarından meydana gelen arşivin bulunması ile kazanmıştır. Bu arşiv, aynı zamanda diğer arkeoloji uzmanlarının üç bin yıldan beri bildikleri bütün çivi yazılı metinlerin dört kat daha fazlasıydı. Tabletlerdeki dil, Roma Üniversitesi'nde arkeolojik yazı uzmanı olan İtalyan Giovanni Pettitano tarafından çözüldüğünde, konunun ne denli önemli olduğu daha da iyi anlaşılmış oldu. Bu sayede Ebla Krallığının ve bu muazzam devlet arşivinin bulunmuş olması artık yalnızca arkeolojik değil, dini çevreleri de ilgilendiren bir konu haline gelmişti. Çünkü tabletlerde Kuran-ı Kerim'de adı geçen melek Mikail (Mi-ka-il) ve Hz. Davut ile beraber mücadele eden Hz. Talut'un (Sa-u-lum) yanı sıra (Doubleday, 1981, s. 271-321) üç İlahi kitapta bahsedilen peygamberlerin adı geçiyordu. Hz. İbrahim (Ab-ra-mu), Hz. Davud (Da-u-dum) ve Hz. İsmail (Iş-ma-il)'in isimleri... (Howard La Fay, "Ebla: Bilinmeyen Büyük Bir İmparatorluk", National Geographic Magazine, Aralık 1978, s. 736) Yaşadıkları dönemden yaklaşık 4500 yıl sonra ortaya çıkan Ebla tarihi ve Ebla Tabletleri gerçekte çok önemli bir gerçeğe de dikkat çekmektedir: Yüce Allah, Ebla'ya da her topluluğa olduğu gibi elçiler göndermiş ve onlar da kavimlerine gönderilen dini tebliğ etmişlerdi.
  21. 17/41 Biz, and olsun ki öğüt almaları için bu Kuran'da bunları türlü türlü açıkladık. Fakat bu açıklamalar ancak onların nefretini artırmıştır. 18/54 And olsun ki, Biz bu Kuran'da insanlara türlü türlü misali gösterip açıkladık. İnsanın en çok yaptığı iş tartışmadır. “Fiziksel dünya, mucizevi olgularla dolu bir birlik fenomenidir. Evrendeki milyarlarca galaksi arasında dağılmış olan trilyonlarca yıldızı yöneten, 15 milyar ışık yılı uzaklığa kadar uzanan aynı yasalar, 0,0001 santimetrelik bir hücre içerisindeki kimyasal reaksiyonları da yönetmektedir. Organik hücrenin 10 -5 metrelik alanından evrenin 10 26 metrelik alanına kadar, 10 -26 kilogramlık atom kütlesinden, 10 30 kilogramlık Güneş kütlesine kadar, aynı yasalar. Ama neden? Evren neden böylesine idrak edilebilir ve tutarlıdır? Buna bilim tek başına cevap veremez. Muhtemelen bizler, fiziksel olanın içerisinde tutulan metafiziğe dair ip uçlarıyla karşılaşmaktayız.” Gerald L. Schroeder,
  22. Evrende her şey rast gele hareket eder?(ama bağlayıcı olan fizik kurallarıdır'mış) bir kere fizik kurallarının bağlayıcılığı ne demek yani onlar rast gele hareket etmezmi demek isteniyor o zaman evrende hiç bir şey rast gele hareket etmez sebebide evrendeki her şey zaten fizik kuralları ile bağlıdır bu itibarla evrende rastgele olmaz yani kainatta tesadüfe,tesadüf edilmez. Bir kere "EVRENDE ZAMAN GÖRECELİDİR" evvela kainatta zamanı bilmek lazım bu bir.İkincisi evrenin yaşının 15 milyar yıl genişliği 75 milyar ışık yılı olduğundan hareketle (tahmini) bunun nasıl oluştuğunu iyi kavramak lazım yaş 15 milyar,genişlik 75 milyar ışık yılı demekki görecelik var. Üçüncüsüde ( "Hiç bir şey kendi kendisinin nedeni olamaz. Çünkü, nedenin kendisi, oluşandan öncedir.") prensibidir bu itibarla tartışma sağlıklı olması için "ABSÜRT" teorilerle uğraşmamak lazımdır.
  23. şimdi tartışılan her neyse ne ile tartışacağız "ZİHİN" ile peki zihin ne demek "AKIL" o zaman şu akla geliyor "BİLGİYİ" üreten ne "ZİHİN,AKIL" madem öyle her kimde "ZİHNİ VEYA AKLI GÖSTERSİN" yok eğer kimse bir kanıt ,veri sunamıyorsa boşuna teori üretmesin bu itibarla her şeyi sınırsız olarak bilen "ALLAH" vardır ve İnsanında istediği biçimde özgürlüğü vardır çünkü İnsanda "İRADE" vardır "İYİYİ,KÖTÜYÜ" şeçebilir günah işlediği zaman kişi kendi tercihi (iradi) olarak yapar bu itibarla kimse benim özgürlüğüm sınırlı istediğimi yapamıyorum diyemez'ki her şeyi yaratan,her şeyi sonsuz ilmi ile bilen "ALLAH" kendisini inkar edeni hemen cezalandırırdı demekki insan özgür ama bütün özgürlüklerinde bir bedeli vardır "DİNE VE ALLAH'A" kişi inanmayabilir ve inanmadığı şeyide ispat etmesi gerekir hadi "ALLAH" yok diyen (HAŞA) OLMADIĞINI İSPAT ETSİN" tık yok peki "VARSA VE'Kİ VAR" o zaman yine tık yok bir sürü absürt teori ne oldu başladığı gibi bitti o zaman susmak yeterli.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.