Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Kadına bunu "Özgürlük" diye benimseten sistemin yanlış olduğunu söylüyorum Mavi... Eskiden "Köleler", kölelik sistemine sebat ederlerdi, benimserlerdi... Ya da Kast Sisteminde, herkes kendi Kastını öyle ya da böyle benimser... Bu benimseyiş ve Kast'ı geçerli bulmaları "Özgürlük" müdür? Hayır, koşullanmışlıktır... Erkeğin nefsini idare etmek için kadına örtünmeyi koşulluyorlar ve: "Bak örtünmek senin özgürlüğün" diyorlar... Özgürlük hiç bir koşul karşılığında olur mu? "Şunu yaparsam özgürüm, bunu yaparsam özgürüm" denilebilir mi? Bu özgürlük değildir ki? Düşünsene, bir çoçuğun var ve onu yetiştireceksin... Ama diyorsun ki yetiştirirken; "Bak sakın şu çiti geçmemen gerektiğini biliyorsun değil mi? Kim ne derse desin, senin o çiti geçmeme özgürlüğün var!" şeklinde koşulluyorsun... Bir süre sonra çocuk, o çiti geçmeme kararın kendi öz kararı olduğunu düşünüyor ve benimsiyor... İleride o çocuğa niçin çiti geçemediğini sorduklarına: "Geçmek istemiyorum, geçmeme özgürlüğümü kullanıyorum" diyor... Bu çocuğun gerçekten kendi kararı mıdır?
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Erkeğin uçkuru denk dursun diye, kadını kapatmaya zorlayan anlayışın ürünüdür de ondan... Bunu istediğiniz kılıfa sokabilirsiniz ancak mantığı budur... Erkeğin iradesizliğini kadına mal eden AtaErkil geleneğin bir ürünüdür...
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Başı kapatmak bir tercih midir? Başı kapatmak özgürlüğe dayalı bişr eylem olabilir mi? Özgürlük, başı örtmenin mantığına başlı başına terstir...
-
ALLAH PUTU
Tabii ki her zamanki gibi sana öyle geldi... Yoksa konu başka zaten...
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Farz olduğu nerede geçiyor söyler misiniz? Ya da örtğnmek ama ne için örtünmek?
-
İslami Nitelikli Yazılar
Bence çok yanlış tanımladığınız gibi, birde kendi görmek istediğiniz gibi görüyorsunuz... Taklamakan'ı tanıdığım kadarıyla, söylediği şey tam olarak onun bakış açısını yansıtıyor. Bir kimsenin, kendisini "Bir amaç uğruna dünyaya geldiğini" düşünmeye iten şey temelde psikolojik bir bunalımdır ya da en iyimser yaklaşımla o kişiye dikte edilmiş bir kabul olsa gerek... Çünkü insan doğanın bir parçasıdır... Bir Elma ağacının amacı, insanları beslemek değildir... Elma ağacı kendi doğası gereği, üreyebilmek için meyvesini verir... İnsanlarda o meyveyi alır yer, bu kadar... Bir tavuğun var olmasının amacı yoktur... O kendi doğası gereği vardır, üremek için yumurtlar ve insanlar da bu yumurtayı alıp yerler... Aslanın ceylanı yemesi gibi... Ceylan, Aslan onu yesin diye var değildir... Ceylan vardır ve Aslan'da yaşamak için beslenmek zorundadır... Bu kadar... İnsanın da var olmasının özel bir amacı yok. Amacı insan kendi belirler... Bana göre amaçlarım; Ressam, Müzisyen, Edebiyatçı ya da Coğrafyacı olmaktı... Ama Tarihçi oldum... Başkasının amaçları da vardır ama doğmasının nedeni bu amaçlar değildir... İnsanın kendisini "Bir amaca hizmet için doğmuş" olarak tanımlamasının nedeni Büyük ihtimalle kompleksli olmaktan kaynaklanmaktadır. Hiç bir işe yaramayan, ezilmiş ya da ezilmişliği, acizliği benimseyen bir insan, Bu varoluşunun aslında kutsi birşey olduğuna, Var oluşunun bir amacı olduğuna inanmak zorunda kalır, kendisini buna inandırır... Çünkü benimsediği "Acizlik" düşüncesi karşısında başka çaresi kalmamıştır... O yüzden, ben aciz değilim ki; dünyaya gelişimin, benim planmadığım bir amacı olsun? Ben aciz olmadığım için, bir amaç doğrultusunda, seçilmiş ya da kutsanmış bir kişi olarak Ya da kutsanmış bir inanç üzerine gelmediğim dünyaya... Aksine, Aciz olmadığım için kendi varoluş amaçlarımı kendim belirleyebiliyorum...
-
ALLAH YOKTUR!
Sevgili Ftoyd... Sendeki bu azmi takdir ediyorum... Belki biraz uzun olabilir yazacağım şey ancak bir iki noktaya değinmek isterim... Ben çok iddialı olmamakla birlikte, bildiğimden emin olmadığım hiçbir konuda tartışmam ve ispatlayabileceğimden emin olmadığım hiçbir şeyi de yazmam diye düşünüyorum... Ve hatam ya da çelişkim ispat edilirse, bunu da kabul ederim demek geliyor içimden... Yani bunu forumda beni tanıyan herkes bilir... Bilmeyenlerde geçmiş iletilerimden tespit edebilir... Bunları söylememin nedeni şu; Biz insan olarak yanlış tespitlerde bulunabiliriz... Bildiğimizi sandığımız birçok şeyi, aslında yanlış anlamlandırmış olabiliriz... Bunlar çok normal... Hele ben daha 25 yaşındayım ve bu foruma geldiğimde 23ümdeydim, 2 sene olmuş... Yani yaşça büyüklerim karşısında yeterince deneyim sahibi olamadığımı düşünüp, hep bir soru işareti bırakırdım ifadelerimde... Ve doğruluğu ispatlanan herşeyi de kabul etmeyi "Gereklilik" olarak görüyorum... Herşeyin belirli bir tutarlılık arzetmesi gerektiği de kaçınılmaz bir gerçekliktir... Şimdi sen mesela "Varlık" hakkındaki düşüncelerimin sana etki ettiğini söylüyorsun, Eğer seni tatmin eden bir düşünceyse söylediklerim ve anlamlandırabildiysen Ben buna sevinirim... Gördüğüm ve tanıdığım kadarıyla sen, burada birilerine taraf ya da birilerine karşı-taraf olma konusunda katı değilsin. Fakat ne yazık ki buraya "Aaa bakın ya hu bize saldıranlar var, gelin hemen savunalım be, izin vermeyelim" düşüncesi ile hareket edip sürü psikolojisi ile katılanlar var. Ve bunlara gerçeği ya da doğru bilinenleri öğretmek imkansız... Çünkü onlar için "Doğrulardan" ziyade "Sürü" önemli... Ot'un bittiği yerin uçurum olup olmamasını söylemeniz önemli değil onlar için... Onlar için önemli olan, çobanları o otun yenilmesini emrediyorsa; yenilmesidir... Ama illa ki belirli bir çobana ve sürüye de gerek yok. Bazen ortak bir beyin varmışçasına, o insanlar anında koşullanmış bir tepki gösterirler ve sadece ama sadece yazarlar... Kimileri yazmaz bile, kopyalayıp yapıştırırlar... Çünkü kendi üretebilecekleri ve üretebildikleri bir bilgileri ve birikimleri yoktur. Sonuçta da "Ahandan ben biliyorum, ispatladım" ayağına yatarlar... Yazıktır bunlara, acınasıdır... Şimdi bu forumda dini konulara aktif olarak katılan, diyelim ki 50 insan var ise eğer... 50 tane farklı düşüncenin de var olduğundan emin olabilirsin... Fakat temelde 3 tane ortak payda var: "İnananlar" "İnanmayanlar" "Taraf olmayanlar" İnananlar; Belirli bir gerçekliği arıyor değiller... Ya da başka bir gerçekliğin olduğunu düşünmeyi bile akıllarından geçirmemekteler... Veya inançlarının aslında başka bir ifadeye sahip olduğu düşüncesine bile karşıdırlar. Tek bildikleri şey, onlara dikte edilenlerin "Kaçınılmaz Doğru Olduğu" Klasik Koşullanmasıdır... Tek dertleri, inançlarına paralel olmayan bir düşünce sergilendiğinde, ne ve kim olursa olsun karşı çıkmak... Düşünmeden, üretmeden, öğretilenleri ve koşullanılanları dikte etmek... Örneği çok var; Kopyala/Yapıştır yaparlar... Kendilerine ait tek şey "Nick"leridir... Bunlar kesin çizgilerle ayırt edebilirsin, belirli söylemleri vardır... Belirli bir üstadları vardır, onu överler, diğerlerini söverler, "Ötekleştirici"dirler... Ama öyle olmadıklarını iddia ederler. Kur'an-ın alakasız bir ayetini alıp, kırk kılıfa sokup binbir anlama bulayıp "Aha bak şu bilimsel bilmem neyi ispat ediyor" diyebilirler ama aynı zamanda Kur'anda yeri olmadığı halde de "Ehl-i Kitapların Değiştirildiği", "Yoktan Var Etmenin Olduğu", "Her Yaratılanın Bir Sonu Olduğu", "Tanrı'dan Başka Bir Varlığın Daha Olduğu" "Kur'an-ın Evrime Karşı Çıktığı/Çıkması Gerektiği" gibi uydurmalara inanırlar... Bu gerçeklikleri yüzlerine çarptığınızda da sizin için dua ederler, daha fazlasını anlamazlar... Mesela "Ay Yarılması" diye birşey imkansız olduğu halde, sırf üstadları! öyle diyor diye kayıtsız şartsız yarıldığına inanırlar, gülünürler. Kur'an-daki bu ifadenin aslında başka bir anlamı ifade ettiğini düşünmekten yoksundurlar. Risale-i Nur'u ezberledikleri halde, ellerine Kur'an almışlıkları pek azdır. "Risaleler ne diyorsa o"dur onlar için. Takdir ettiğim tek tarafları; olumsuz bir özellik olmasına rağmen, hiçbir şekilde kendi içlerinde tartışmamalarıdır/Tartışamamalarıdır... Birisi "Tanrı Ademden beri hep İslam'ı tebliğ etti" der, diğeri tam aksini söyler... Siz ikisinin aynı inanca dair çelişkilerini ortaya koyarsınız ama ikiside tartışacak cesareti gösteremezler ve Ö.M.ler ile kendi aralarında örtbas edip aramıza mutlu bir aile havası ile katılırlar... Birisi "Arapça kutsaldır" der, diğeri aksini söyler ama yine böyle çelişkilerini siz sundukça, onlar birbirlerini ifşa edebilme dürüstlüğünü gösteremezler... Ayıptır... Birisi çıkar resmi tarihçiliğe karşı durmak adına Atatürk'ü İngiliz işbirlikçisi addedecek ipe sapa gelmez iddialar ortaya atar, aynı şekilde Hz. Muhammed hakkındaki resmi tarihçiliğe karşı çıkıp çıkamadığını sorduğunuzda gıkı çıkmaz/çıkamaz/yemez... Böyledirler işte... İşlerine geldiği sürece, Cihadın her türlüsü makbuldür... İnanmayanlar; Bu arkadaşlar ise en tuhaf arkadaşlardır ve açıkçası İnançlı arkadaşları takdir ettiğim noktada bunları kınıyorum! ama aslına bakarsanız ironik bir şekilde de belki de takdir edilecek bir özellikleridir bu, bilemiyorum... Çünkü bu arkadaşlar herhangi bir ilaha inanmamakla birlikte ortak noktaları olarak dinleri eleştirirler ve ellerinden geldikçe öyle olduğunu düşündükleri çelişkilerini ortaya koyarlar... Fakat bunların öyle bir özelliği var ki, hepsi ne yazık ki! birer insan olduklarının ve insanların beyinlerini, deneyimlerini kullanarak farklı görüşler üretebileceklerini keşfetmişlerdir. O yüzden İnananların gösterdikleri "Mutlu Aile Tablosunu" örnekleyen sürü psikolojisini gösteremezler. İnançlara karşı mücadele verirken, aynı zamanda birde birbirleri ile mücadele ederler yapıcı bir şekilde, birer insan olarak birbirlerinin hatalarını ve eksik düşüncelerini birbirlerine ve tüm forum ahalisine karşı ifşa edebilecek kadar rahattırlar. Ne yazık ki! bir bütünlük sağlayamazlar aralarında ve bu yüzden bir sürü psikolojisi ile hareket edemezler. Birisi diğerinin yanlışını mı gördü, hemen yazıverir... Forumda bunun örnekleri onlarca var, ispatlanabilirdir bu... Kısaca bu arkadaşlar bir "Taraf" gibi görünse de aslında bir "Bütün" olmaktan o kadar uzaktırlar. Ortak paydaları vardır ama bu ortak paydalarının kendi öz bünyelerindeki miktarı farklıdır... Taraf Olmayanlar; Bunlar bir o taraftan, bir bu taraftan lanse edilirler... İşine gelindiğinde poh pohlanır, gelinmediğinde yuhalanırlar... Yukarıdaki her iki tarafa da ait değildirler, kendilerince bir şeylere inanırlar ya da inanmazlar... Söyledikleri açık açık her iki tarafa da zıt düşebilir, her iki tarafın kabullenebileceği şeyler de olabilir. Her iki tarafın söyleyebileceği doğrulara da açıktırlar, yanlışlara da kapalıdırlar... Kendi halindedirler... Etliye sütlüye karışmazlar pek.... Lafı gediğine koyar, köşesine çekilirler. Kendisine ait, kendine has bir duruşları vardır, inancı vardır ya da yoktur bunu pek söz konusu yapmazlar ama tutarlıdırlar. Bu gruptakiler kendilerine ait bir dünya oluşturmuş gibidirler. Doğru ve tutarlı olduğu sürece gerçeklere açıktırlar. Hiçbir yere ait olmadıklarının peşin hükmünü kolaylıkla verebilirsiniz... Sonuçta demek istediğim Sevgili Ftoyd... Tamam sen kabul ediyorsundur bazı gerçekleri ve inancınla pekiştirebiliyorsundur... Bazıları mantıksız bulup reddediyordur ama başka gerçeklikleri kabul ediyordur... Ama hergün gördüğümüz bir gerçektir ki, hala Evrim Teorisinin "Tesadüfleri" savunduğunu ve Evrim Teorisinin "Darwin"den ibaret olduğunu sanan ve 150 yıllık Evrim teorisinin hiç bir birikiminden ve yeniliklerinden haberdar olamayan adamlar var... Karadelikler için "İçleri bomboştur" diyebilen adamlar var... "Ruh"un ağırlığının ölçülebildiğini iddia edebilen adamlar var... Enerji'nin Korunumu Kanunun (hiçbir şey yoktan var edilemez yasası), Yoktan Var Etmeyi ispat ettiğini söyleyebilen komedyenler var... Yani en kötüsü yukarıda ilk gruba ait insanlar var... Diğer iki grup tehlike arzedemiyor, çünkü onlar zararsız, bir bütün oluşturmaktan uzaklar... Ama seni gerçekten takdir ettim... Çünkü dikte edilen şudur: "Tanrı herşeyi yoktan var etti..." Ve bunun bir İslam Emri olduğu öğretilir, oysa kur'an-da böyle geçmez, açıklamıştım... Farabi bile bu yüzden, hep olanın "Varlık" olduğunu düşünmüştür. Zaten bu yüzden Cennet ile Cehennem, birer yaratılmış olmalarına rağmen sonsuza kadar var kalacaktır İslam düşüncesine göre... Genelde öğretilen dini öğreti şudur: "Yaratılmış herşeyin bir sonu vardır" Fakat yaratılmış olduğu halde Ruh, Cennet ve Cehennem'in sonu yoktur... Demek ki öğretilenlerde ve bilinenlerde çok büyük yanlışlıklar var... Ve birçok insan, o üstad dedikleri bilmez ve sığ kimsenin söylediklerini "Eleştirememek/İman" adına, bu yanlışları görmekten acizler... İşte sen burada böyle şeyleri keşfetmiş gibi duruyorsun... Yani bak inancını paylaşıyorum ya da paylaşmıyorum, bu değil mesele... Ama en azından "İslamı Savunuyorum" dediğinde, gerçekten İslam'ın mantığı ile paralel hareket eden asıl kişiliklerden sadece birisisin... Diğerleri ise İslam'ı değil, İslam adıyla yutturulan Çelişkili akıl dışı öğretileri savunuyorlar... Bu çok açık ve ne kadar komiktir ki bunu bile kabul edemiyorlar... BrainSlapper'ındı sanırım bir sözü vardı: Tanrı Kur'an-da "Ben şöyleyim vs." diyor... İnançlı çıkıyor diyor ki "Yok canım, kesin sen şöyle demek istemişsindir..." diyor. Tanrı başka yerde "Bak ben şöyleyim, Kur'an apaçık bir kitaptır vs." diyor... İnançlı hala diyor ki "Yok canım, başka bir anlamı var mutlaka, kesin sen şöyle demek istedin..." diyor... Hoppa da vermiş olabilir bu örneği, tam ayrıntısı ile hatırlayamadım...
-
/// evrenin yaradılışı ///
Kur'an-da "Tersine Evrim"in kanıtları da var ama nedense kimse bunu kabullenmeye yanaşmıyor... Tersine Evrim'in ne olduğunu biliyoruz; bugünkü formuna evrilmiş bir canlının, daha önce evrildiği canlının özelliklerini genetik olarak sergilemesidir... Kur'a-nda bir takım ayetleri aparıp koparıp: "Aha Kur'an-da yazıyor; dünya da demir var, herşey yoktan yaratıldı, dağlat yere çakıldı, gök yüzü yedi kattır, dünya altı günde yaratıldı!" naraları atanlar, "Kur'an-da Tersine Evrim var, anlatılmış 1500yıl önce" demek cesaretini gösretemiyorlar... Apaçık yazmış: Bir takım insanlar için "Maymunlar olunuz" demiş... Ayrıca hala insanlar Evrim Teorisinin Tesadüflere dayandığını iddia edebiliyorlar ya, pes doğrusu... Ve bunu binlerce kitap okuduğunu iddia edebilenler söylüyor, hayret... Artık Evrim'in otoritesi Darwin değil... Darwin'in teorisi bir adım attı ve bugün artık bitti... Yerine Evrim'i tanımlayan ve Darwin'in bile hayal edemediği teoriler var... Artık biraz daha okuyun, okuyun, okuyun...
-
BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR
Sayın Rehşa, Ben uzun zamandır, Kur'an-ın "Yoktan Var Ediş"ten bahsetmediğini yani hiçbir şeyi yoktan yaratmadığını, "Evrime Karşı Çıkış"ın yani "Akıllı Tasarım Fikri"nin Hıristiyan Doğmasının bir ürünü olduğunu, İslam'da Evrim'e karşı çıkmaya dair tek bir gerekçenin bile gösterilemeyeceğini söylerim... Herşey bir "Oluş" içersindedir... Ayrıntısı neyse ama senin şimdi gidip Muhiyiddin Arabi'den, Mevlana'da falan bahsedip, Mesnevi'den bahsedip, bunlardan aldığın öğretilere birde Risale-i Nur'u ekleyebilmen son derece Eğreti kaçmış... Said Nursi ve Risale-i Nur'u; ne Mevlana ve Mesnevi ile, ve ne Muhiyiddin Arabi ile, ne Hallac ya da Yunus ile, Nesimi ile karşılaştırılamayacak ve hatta adları yan yana bile anılmayacak kadar sığdır, yüzeyseldir, işe yaramazdır... Tamam diğer söylediklerin eyvallah ama Risale-i Nur'u karıştırıp bari buna sahip olamayacağı bir önem atfetme...
-
siz ateist değilsiniz?
Ahha ha haa... Peki bağlayan nedir? Sen işine gelince Psikolojideki Savunma Mekanizmasından bahsedeceksin, İşine gelmedi mi Psikoloji Biliminde genel geçer bir bilgi olarak Maslov'un İhtiyaçlar Hiyerarşisini reddeceksin... Hahha ha ha... Komedi yaa... Bunlar "İnanma İhtiyacı" değildir... "İnanma İhtiyacı" denilen şey bir uydurmacadır, böyle bir ihtiyaç yoktur. Bu söylediklerin ise İnsanın "Sosyal İhtiyaçları" arasında yer alan "Ait Olma İhtiyacı" içersinde değerlendirilir... Cemaat ya da Dinler "Ait Olma İhtiyacı"nın bir ürünüdür, toplumsallaşmanın bir ürünüdür... "İnanma İhtiyacı" adıyla uydurulmuş ve gerçekliği olmayan birşeyin değil... Biraz Bilime yönelin... Dediğim gibi, Bu "Ait olma ihtiyacı"nın bir sonucudur... Sizin uydurduğunuz "İnanma İhtiyacı"nın değil... Ya hu Kara Madde (ya da Karşı Madde demek istedin sanırım) ile Ruh'u nasıl bir tutabiliyorsun sen? Karşı Madde dediğimiz şey gerçek mi değil mi bilemem ama Bilimsel Teoriler var olduğu yönünde bilgi veriyor... Matematiksel olarak ta bir gerçekliği var... Ruh'un böyle bir gerçekliği yok... Eğer varsa, dediğim gibi Tanrı'nın da Maddi bir gerçekliği, ölçülebilirliği olmaz zorunda... Bak böyle de canımı ye işte... Böyle tartışmaya can kurban vallahi... Ben böyle dürüst bir ileti istiyorum işte ama çoğunluk bunu yapamıyor ne yazık ki... Bu cevabınız için gerçekten teşekkür ederim, en azından samimi idi...
-
Başlık bulamadım:))
Valla sen sonunu kestiremediğim yazılar yazmayı seviyorsun sanırım... İkinci yazın olarak gayet güzeldi... Devam et böyle Kiraz...
-
siz ateist değilsiniz?
Ya İstanbulian... Sen gerçeten "İnanma İhtiyacı" diye bir ihtiyaç kategorisinin olduğuna inanıyor musun? Çok ciddi soruyorum bunu... Zira iletin gülünüp geçilecek bir cinsten... "Savunma Psikolojisi" diye birşey yoktur, "Savunma Mekanizması" vardır... Psikolojiden bu kadar haberdarsan, Maslov'un İhtiyaçlar Hiyerarşisini de biliyorsundur... Bak bakalım "İnanma İhtiyacı" diye bir ihtiyaç var mı? Bu bir yana şu "Ruh" konusunda hala bir cevap veremediğini görüyorum! Baksana cevap vermiyor zaten bir türlü...
-
siz ateist değilsiniz?
İmanlıysa daha ağır çekiyor Taklamakan... İmansızsa hafifçek oluyor... O değilde, arkadaş hala bu konuda bir cevap vermedi!
-
siz ateist değilsiniz?
Puuhhaaahahahhahaahohoohoohhoooo... İnandırma İhtiyacı'da var yani öyle mi? Hehhe hehe... İlahi İstanbullu... ("Al Yazmalım" filminde "İlahi İstanbullu" demez) Hah ha ha... Sen beni güldürdün ya, Allah'ta seni güldürsün e mi!?.
-
Meleklerin seyrettiği namaz:
Sana bir sır vereyim mi ftoyd? Şimdiye kadar hiç cin görmedim... Cin hakkında konuştuğum kimselerinde kendi deneyimleri yoktu ya da bir kere benzer birşey yaşadığını söylerdi... "Cin" hakkında konuştuğum kimseler hep şöyle derler: "Bizim bir arkadaş görmüş, bana anlattı..." "Bizim bir tanıdık görmüş, bana anlattı..." "Bizim bir akraba görmüş, bana anlattı..." "Bizim bir arkadaşın arkadaşı görmüş..." Ben böyle rivayetlere inanmıyorum ne yazık ki... Cinler var olsaydı en azından bende görürdüm...
-
siz ateist değilsiniz?
Taklamakan, arkadaş bu düşüncesine verdiğim cevabı geçiştirmeyi ve görmezden gelmeyi daha uygun! buldu sanırım. "Ruh"un ölçülebilir olması demek, "Tanrı"nın da ölçülebilir maddi bir değer olması demektir... Bu da bilinen İslam Düşüncesine göre "Şirk"tir. Yani bilgi sunarken, neyin nerede patlayacağına dikkat etmekte lazım bazen... Ama düşünsene, ele geçirip sorguladığımız bir Tanrı'yı?
-
rüşvet belgelendi
Hahha ha ha... Ben mi cevap veremiyorum? Emin ol ki bu forumda cevap yetiştirmeyi benim kadar seven başka birisi daha yoktur, bunu herkes bilir... İletinizi cevap vermeye değer bulmadığımdan olabilir mi acaba cevap vermiyor olmam? Çünkü yazdıklarım zaten gayet net... Gelmiş bana şeriat devletlerindeki onlarca yıl ve belkide yüzyıl ve hatta daha fazla sene geç kalmış hukuki iyileştirmeleri örnek veriyorsunuz. Bunun neyine cevap yazayım? Ciddiye alınacak bir tarafı var mı sizce gerçekten iletinizin? Eğer gerçekten cevap yazamadığımı düşünüyorsanız, isterseniz bir cevap yazarım sorun değil... "Cevap veremiyorsun" şeklindeki bir düşünce sergilemeniz, sadece, bir açık bulduğunuzu sanıp egonuzu tatmin etme gayretinizden kaynaklanmaktadır. Bunu konu edinip "Ahanda bak cevap veremiyor, heeyoooo heeeyooooo" tavrına bürünmenizden belli... Tavrınızın nedeni belki de ciddiye alınmamanın verdiği huzursuzluktur, bilemem... Uzatmanın alemi yok yani... Ama yine de takunya tesbih seslerinin arttığı konusunda sizinle hemfikiriz... Sadece bakış açımız farklı... Ben, Atatürk'ün dediği gibi, görüşlerimi sizin gibi gökten indiği sanılanlardan edinmiyorum, gerçeklerden ediniyorum...
-
rüşvet belgelendi
Ufff... Tamam yaa, sen biliyorsun herşeyi... Biz televizyonu açıp izlemekten, gazetelerden ve net'ten dünyayı takip etmekten aciziz, merak etme! İslam'da ki kuralların nerede ve nasıl uygulanacağını bir tek sen biliyorsun, hiç endişen olmasın... Sıkılmaya başladım, ipe sapa gelmez nitelemeler falan... Kabullenememeler, kılıflaşmalar... vs. vs. vs.
-
Allah'ın Varlığına Dair -Önyargısız Araştırma-
Pronger, Bak şimdi, bir inanç bana gelip; "Bana inanacaksın, çünkü ben Evrenselim... Ama beni anlamak için Arapça öğrenmek zorundasın, yoksa tam olarak beni anlayamazsın!" derse, ben o inançtan ve o inancın evrenselliğinde şüphe duyarım... Çünkü bu akla ve mantığa sığmayacak, onu geçtim vicdana bile sığmayacak bir düşüncedir... Ben iki ya da üç yaz almadım bu eğitimi, ilköğretim hayatım boyunca aldım ve şükür ki üç yaşında bu eğitime başlamadım... Açıkçası bu eğitime üç yaşında başlanmasını da sağlıksız bulduğum gibi verimli de bulmuyorum... Üç yaşında bir adama, babasının Tanrı olduğunu benimseterek büyütürseniz, ona da mı iman edeceksiniz? Ufacık bir çocuğun zihni koşullanmayaaçıktır ve eğer "Güven"den bahsedeceksek, en güvenilmez hatipler, daha kendilerini bilmeden dine inanmaya koşullanmış olan o bahsettiğiniz hatiplerdir, bundan emin olun. Çünkü inanç, onların zihinlerine dikte edilmiştir ve bilnçaltlarına iyice kazınmıştır, ne olursa olsun sorgulayamazlar ve bırakamazlar... Bu çok açık ve net... Ben herhangi bir "Din"in artık yaşaması gerektiğini düşünmüyorum ki zorlukları olup olmaması konusunda kaygılanayım? "Din" denilen kurum bir toplumsal yapıdır ve ait olduğu yer geçen yüzyıldır. Artık Anayasal düzen var... Dil konusunda da dediğim gibi, Bir inancı benimsemek için başka bir dil öğrenmek zorunda kalınıyorsa Bu, o inancın belirli bir kültüre ve topluma ait, yerel bir kültür olduğunun ve evrensel olmadığının, demek ki her dile ve millete hitap edemediğinin en büyük ve en önemli kanıtıdır... Bunun da lamı cimi yoktur... valla Türkçe'yi başka dile değişmem açıkçası... Dünyanın espriye en yatkın dili Türkçeymiş sanırsam... Amaan boşver, Türkçe kadar esnek ve kullanışlı bir dil mi var ki!
-
Allah'ın Varlığına Dair -Önyargısız Araştırma-
Angel, sağol... Ben şimdi pusuda bekliyorum, birisi çıksında "Madem kültür emperyalizmine bu kadar karşısın, Latin Alfabesini niçin kabul edip kullanıyorsun?" diye sorsun diye... İlk kim soraca merak ediyorum açıkçası...
-
siz ateist değilsiniz?
Hahha ha... Arkadaşım, sanırım senin için burada aynı şeyleri tekrar tekrar yazmamı beklemiyorsun değil mi? Hani biliyorsundur, Türkiye'de Aristokrasi yok... O yüzden herhangi bir Aristokrat'ın emri ile tekrar tekrar aynı şeyleri yazmıyoruz ve kişilerin biraz tembellikten sıyrılıp araştırmaya yönelmesini sağlamaya çalışıyoruz... Bu bir... İkincisi; Ben Ateist değilim... Yine size bunu uzun uzadıya anlatma gereği hissetmiyorum... Eski iletilerime ulaşmanız mümkün, 3000küsur iletiyi sizin için özetleyemem... "Canlılık", Ateistlere göre bile söylediğiniz şekilde oluşmadığı gibi İbrani kökenli dinlerin tarif ettiği gibi insanın balçığa bilmem birisinin üfürüklemesiyle canlanması şeklinde de olmamıştır... Ya da "Okus pokus" der gibi, canlılar birden bire yaratılmamışlardır... Mesela size göre bir Goril ya da Fil nasıl yaratılmıştır, söyler misiniz? Kur'an-da buna dair nasıl bir bilgi var, merak ediyorum... Buna da üç diyelim... "Doğa insanın içine inanma ihtiyacını nasıl koymuş" gibi bir soruyu sormanızdan da anlaşılacağı gibi, Siz illa ki ne olursa olsun mutlaka bir "Üstün Akıl" düşüncesine koşullanmışsınız. Yani Ateistler "Tanrı Yok" dediğinde, sizin aklınıza "Doğa'nın iradesi mi var?" sorusu geliyor... Oysa "Tanrı yok" demek, doğanın da bir iradesi olması gerektiği anlamına gelmez... Bu sizin kendi öz koşullanmanızdan kaynaklanan bir sanrıdır. Bu da dört olsun... Ayrıca "İnanma ihtiyacı" diye birşey yoktur... Ne bilim ne de bilimsel bir alan olan Psikoloji ya da herhangi bir otorite "İnanma İhtiyacı" diye bir ihtiyaç tipini tanımlamaz, çünkü böyle bir ihtiyaç türü yoktur, bu uydurmadır. İnsanın en temel ihtiyacı, gerek nesnel/bedensel olarak ve buna bağlı olarak gerek psikolojik olarak "Güvende olma/Güvende olduğunu hissetme" ihtiyacı vardır. Şöyle örnekleyeyim: Mağarada yaşayan iki adam düşünün. Bunlar dışarı çıkmaya korkuyorlar, çünkü dışarıda kendilerini güvende hissedememektedirler. Yırtıcı hayvanlar, karanlık, savunmasızlık vs... Ama bir süre sonra birisi açlığına dayanamaz ve kendisini yeterli şekilde güdüleyerek dışarı çıkar ve bir hayvan avlar gelir... Karınlarını doyururlar... Sonra ertesi günü aynı adam tekrar çıkar, çünkü kendisine güveni gelmiştir... Tekrar avlanır gelir ve beslenirler... Fakat öteki birey artık ilkinin sahip olduğu cesarete sahip olamayacaktır, çünkü o ilki dışarıya çıkarken, karşısında dışarıya çıkmış bir insan örneği yoktu. Kendisinden cesaret alara dışarı çıkmıştı ve avlanmıştı. İkinci adamın dışarı çıkması, bu ilk adamın dışarı çıkmasından farklı olacaktır, çünkü karşısında bir örnek vardır ve ve o örnekteki adamın dışarıdaki deneyiminin farkındadır. İkinci adamda bir süre sonra dışarı çıkar ama ne olursa olsun kendisini öteki adamın deneyimine muhtaç hisseder... Ortama alışması için ilk adam onu uzaktan gözetler, onun tek başına kalabilmesi için deneyim kazandırmaya çalışır, çünkü kendisi tek başına öğrenmişti avlanmayı. Bir süre sonra ilk adam durup dururken ortadan kaybolur; ölmüş olabilir, bir hayvana yem olmuş olabilir ya da başka bir yerde yaşamaya karar vermiş olabilir. İlk adam mağarada yalnız kalmıştır ama bir taraftanda avlanmaya ihtiyacı vardır... Dışarı çıkmaya korkar, avlanmayı öğrendiği halde, onu izlediğini bildiği ilk adam yoktur... Ama bir süre sonra dışarı çıkar ve anlamlandıramadığı bir yalnızlık korkusu kaplar içini... Bu sefer o ilk adamın onu izlediğinin hayalini kurar. Nasıl biz bugün karanlıktan korktuğumuzda "birşey olmayacak" diye kendi kendimize söylenirsek, O da öyle yaptı belki de, buna benzer... Araan zaman geçer ve ikinci adam, ilk adamın yokluğuna alışmıştır ama yine de alıştığı üzere onun izlediği düşüncesine kapılır... Sonra bir dişi ile karşılaşır ve o dişiden daha deneyimli olduğu için avlanmayı öğretirken birisinin onu izlediğini düşünmesini, kendisini iyi hissedeceğini söyler... Sonra çocukları olur ve onlara da öyle öğütler... Sonra torunları olur ve onlara da öyle öğütler... Sonra bu öğreti nesillere yayılır... İslam Tarihine göre "Put"ların nasıl ortaya çıktığını biliyorsunuzdur sanırım... İşte "Tanrı/Allah/Çalap" düşüncesi de aynı nedenden dolayı çıkmıştır ortaya... Hz. Hamza çölde yalnız kaldığı zaman Tanrı'nın var olduğuna inanmak istemiştir, çünkü gökyüzüne baktığında korkmuş ve ıssız çölde sığınacak başka bir idea/düşünce bulamamıştır... Yani insanlarda "İnanma İhtiyacı" yoktur... "Korkak-Aciz İnsan" vardır ya da "Cesur-Yetkin İnsan" vardır... Şimdi kaynatmaya çalıştığınız asıl konuya gelelim: Lütfen 48 numaralı iletimi okuyunuz ve açılmış olan şu "Ruh"un ne olduğu konusuna bir açıklık getiriniz ya da çelişkinizi kabul etme cesareti gösteriniz... Konuyu geçiştirmeyiniz...
-
Allah'ın Varlığına Dair -Önyargısız Araştırma-
Ahha ha ha... Ne yani Arapça kulağa hoş geliyor teranesi ile mi avunacağız? Türkçe bence kulağa daha hoş geliyor... En azından ne denildiğini anlıyorum... İnsanın Tanrısıyla, kendi diliyle anlaşabilmesi kadar güzel birşey olabilir mi yaa? Düşünsenize, inancınızdan zevk almak için başka bir dil öğrenmek zorundasınız! Tanrıya yakarabilmek için başka bir dil öğrenmek zorundasınız! Ve bu o kadar komik bir hurafeye dayandırılıyor ki, inanamazsınız... Ben Kur'an kursuna giderdim küçükken... Ki uzun süre gittim, ilkokul ve orta okul boyunca... Dualar, Arapça falan derken birgün hocaya dedim ki; "Ya hocam, ben bu dili sevmiyorum, hem öğrenemiyorum da! Zor..." Ya hu bir kere telaffuzu zor kardeşim... Üni. okurken bile Arapça Gramer dersi veren hocamız "Hiç bulaşmayalım şimdi!" diyerek geçiştirmişti. Dilin telaffuzu Türkçe'ye hiç uygun değil, Ana dili Türkçe olan birisi kolay kolay çeviremez... Her harfin değişik telaffuzları ve yazılışları falan var... Üstüne üstlük Harekeler var birde... Harekeler gibi özel işaretler falan... Adamların başka bir işi yokmuş, daha kolay bir Abece yerine illa ki buna ekleme yapmışlar habire... Neyse, Sonar hoca bana şu cevabı verdi, hala canım sıkıldıkça hatırlar hatırlar gülerim: "Öğrenirsin evladım, sen şimdi buraya öğrenmek için geliyorsun ya hani? Attığın her adım bile sevam olarak yazılıyor. Sonra sen öğrenmek için çabaladıkça cennete o kadar çok yaklaşıyorsun." Ya hu çocuk aklı işte, bende Kur'an kursuna küçük küçük adım ata ata giderdim, daha çok sevap kazanayım diye... Sonra elimden geldiğince geç öğrenmeye ama yine de öğrenmeye çabalardım, çünkü ne kadar uzun süre çabalarsam, cennete o kadar çok yaklaştırılacaktım... Ya hu daha 6-10 yaşlarında bir çocuk, bunlarla oyalandırılır mı yaa? O yaştaki bir çocuğun dünyası "Kur'an Kursu"ndan ibaret bırakılır mı? Gerçi babam ile annem zorlamıyorlardı ama Mahalle Baskısı o zamanlarda vardı... "Bizim çocuklar ElifBa'yı bitirip Kur'an-a geçtiler, sizinkiler naptı komşuuuu!" Yazık yaa... Bizimkiler ne yapcak? Bizimkiler ağırdan aldı, ağırdan aldıkça gözden kaçanları yakaladı, ne olacağıdı ki? Yani Pronger, ha inanırsın inanmazsın bu beni ilgilendirmez... Ama inanmak için Arapça şart değil... Arapçanın şart olmadığını kavrayabilen bir insanda, gerçeği bulmaya ve hurafelerden kurtulmaya yönelik ilk adımı atmış demektir zaten... Ben yıllarca gittim Kur'an Kursuna... Şu iletinizde bile "Aslında Arapça ibadet etmezsen olmaz ama hadi neyse bari idare ederiz!" havası veriyorsunuz... Yemişim Arapça'yı, Türkçe gibi dil mi var yaaa... Bir Irk ya da Millet olarak Araplara değil ama Arapça'ya uyuz oluyorum... Hele de dinin gereğidir diye satıldığı zaman daha da uyuz oluyorum... Ya hu bu resmen Kültür Emperyalizmi yaa... Ben nasıl olurda sırf Tanrı'ya inanıyorum diye Arapça öğrenmek zorunda bırakılırım kardeşim? Nasıl olurda benim ya da başkasının dili Arapça karşısında acizmiş ya da kutsuzmuş gibi kabul edilir? Arapça da kim oluyor ya hu? Ya gidin Türkçe öğrenin, Türkçe öğretin, budur sizin göreviniz yaa... Arapçı olmayın...
-
siz ateist değilsiniz?
Puuuhahha ha haaaa... Komediye bakar mısınız? Yazdığım yazının üzerimden iki gün geçti ve birşeyler yazma çabasında olanlar bir cevap vermek yerine laf laf laf... Bir önceki sayfadaki 48 Numaralı iletime cevap verebilecek kadarsan ne ala... Ha eğer veremiyorsan, bu gibi cerbezelere girmeyelim rica ederim... Olur mu? Zira sadece komik olur... Haaa ama durun ben tekrar alıntılayayım da, cevap mıdır, değil midir, okuyun öyle karar verin... Belli ki tek bir kelimesini bile okumamışsınız, cevap olmadığını söyleyebilecek ciğere sahip olduğunuza göre... Bak şimdi, iyi izle... Ben neyin nerede patladığını çok güzel göstereceğim... Aslında sizin pek bilmediğiniz şey, "Ruh"un ne olup olmadığıdır... Siz İncil'i ve Tevrat'ı, Kur'an öyle olduğunu iddia etmediği ve bu iki kitabı her defasında referans gösterdiği halde "Değiştirilmiş" olarak kabul edebilirsiniz... Fakat ne yazık ki Tevrat ya da İncil, Kur'an-a göre bile değiştirilmiş değildir... Öyle ise "Ruh" kavramının neliğini, hem Kur'an-a ve hem de o iki kitabı referans alarak onlara göre de ele alacağız... Önce Kur'an-la başlayalım: "Ruh" kelimesinin geçtiği tüm ayetleri alıntılamaya gerek yok... Ama isteyen için hepsini getirebilirim. "Ruh", ister Tanrı'nın Nefesi olsun, ister Tanrı'nın kendi Ruhu olsun, ister herhangi bir Melek olsun... Neyse, sonuca bağlamadan önce şu ayetleri ve bu ayetlere göre Ruh'un ne olduğunu, Senyour'a göre Ruh'un ne olduğunu (ölçülebilir bir madde) düşünün, sindirin... Ve biz İncil'de Ruh'un tanımına bakalım: İncil'de bulunan, "Ruh" ile ilgili diğer ayetleri de getirebilirim ama gerek yok... Dikkat ederseniz, İncil'de "Cinler" içinde "Ruh" deniliyor... Aynen Kur'an-daki gibi, Tanrı'nın bir Ruhunun olduğundan bahsediliyor... Bunları da aklınızda tutun ve Tevrat'a geçelim: Tevrat'ta geçen Ruh'ta bu şekilde... Kur'an-ın ve İncil'in mantığına paralel bir şekilde, Tanrı'nın insana kendi ruhundan üflediği bir şey... Şimdi okuyucular, öncelikle bir hata olmadığını ve hatta bu yazdıklarımın onları destekler nitelikte olduğunu iddia edeceklerdir... Ve bende kendilerine katılacağım... Fakat gülmekten katılacağım... Öncelikle "Ruh" madem ki ölçülebilir bir şey... Biz biliyoruz ki "Ölçülebilen" herşey, bir Maddi değere sahiptir... Bunu öncelikle Bilim böyle kabul eder... Mesela Elektirik enerjisinin bir kütlesi yok ama biz onu ölçebiliyoruz ve bir maddi değere sahip... Süt'ün ağırlığını ölçebiliyoruz, çünkü maddi bir değere sahip... Şimdi peki "Ruh" belirli bir ağırlığa sahip ise, Bu, Ruhun belirli bir maddi değer olduğunun Yani "Ruh"un "Madde" olduğunun ispatı değil midir? Elbette öyledir... Zaten Madde olmasaydı, ölçülebilir bir değer olmasaydı, ölçülemezdi öyle değil mi? Öyleyse vardığımız kesin mantıksal sonuç şudur ki: "Ruh" Maddi bir varlıktır... İkinci adıma gelelim... İnsan Ruh'u, Tanrı'nın Ruhunun bir türevidir... Eşidir, ondan türemiştir... Tanrı insana, kendi ruhundan, kendi ruhunun aynısından, özünden üflemiştir. Yani okyanustan bir bardak su aldığınızda, okyanustaki su'da su'dur... Bardaktaki su'da su'dur... Öyleyse "Tanrı'nın Ruhu" "Cebrail" "Ruh'ül Kudüs" "Cinler" vs... Hepsi aynı zamanda "Madde"dirler... Çünkü hepsinin kaynağı, menbaı aynıdır... Yaratılışlarındaki öz ile aynıdırlar... Ve kendileri nasıl ölçülebilir ise, o kadar maddedirler... Onlar ne kadar madde iseler, Tanrı'nın Ruhu da o kadar maddidir... Şimdi, Ruh'un ölçülebildiğini iddia eden arkadaş... Acaba kendisinin bunu savunmakla "Tanrı"yı "Madde ile eşdeğer" tutup, Şirke düştüğünü görebilecek kadar da anlıyor mu İslam Felsefesinden, çok merak ediyorum... İnsan öldüğünde, vücudundaki işleyen fonksiyonların büyük kısmı durur... Kalp atmaz, nefes alınmaz, kan dolaşımı büyük oranda durur... Çok hassas bir tartı, sizin nefesinizin ağırlığını ölçebildiği gibi Vücudunuzun salınımından da etkilenebilir. Bunu bir teraziye çıkıp sallanarak ta deneyebilirsiniz... Öncelikle söyledikleriniz, İslam Felsefesinde "Vahdet-i Vücut"u yani "Ene'l Hakk"ı da destekler niteliktedir. Ancak ayrıntısına girmeyeceğim... Fakat sorularım şunlardır: İnsan Ruhu ölçülebilir bir şey ise, İnsan ruhunun parçası olduğu Tanrı'nın Ruhu'da ölçülebilir mi? Ölçülebilen herşey, Maddi bir değere ve karşılığa sahip değil midir? 21gram gelen birşey, 21gramlık bir kütleye, maddi bir varlığa, karşılığa sahip demek değil midir? Tanrı'nın Ruhu ölçülebilen bir değer ise, Tanrının Kendisi nedir, ölçülebilir mi, değeri nedir, Tanrı'nun ruhu ile Tanrının kendisi ayrı şeyler midir? Lütfen lafı kıvırmadan, allayıp pullamadan, öz ve mantıklı bir çerçevede yanıt veriniz... Ha bu arada, birisi birilerinin elinde patlayan birşeyden mi söz etmişti? Yoksa bana mı öyle geldi? Şimdi bu kadar çelişki içersinde, gelde inan... O yüzden ben diyorum ki; Gelin Panteist olun, sizde kurtulun, bende artık kurtulayım Senin yazdıklarımı anlamlandıramıyor olman, cevabımın tam bir cevap olduğu gerçeğini değiştirmez... Senyour "Ruh" hakkında bir iddiada bulunmuş, Bende bunun öyle olmadığını ispatlamışım... Olay budur... Boş laf yerine ipe sapa gelir iletiler yazın, zira yazdıklarımız burada kayıtlı duruyor ve okuyucular kimin ne olduğu konusunda yargıya varabilecek kadar akıllılar...
-
Allah'ın Varlığına Dair -Önyargısız Araştırma-
Şu kırmızıladığım iletinin anlamını bana daha açık bir şekilde ifade eder misiniz? Hakaretlerimizide mi kelime aralarına saklar olduk acaba? Bu neyse... Kur'an-a inanma ya da inanmama sebebiniz nedir bilemem fakat Arapça eğer "Derya deniz" bir dil olarak övülecek ve bir kelimenin bilmem kaç manada işaret edilebileceğine bakacaksak eğer, hepimizin Budist falan olmamız lazım. Çünkü Çince kadar karışık ve anlam bakımından hassas başka bir dil daha yoktur... Aynı kelimeyi onlarca karakterle de ifade edebilirsiniz, tek bir karakterlede... İki farklı karakter yan yana geldiğinde de çok çok farklı bir anlam çıkar vs. vs. vs... Yani Arapçanın neliği, Kur'an-ı kutsamaz...
-
BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR
Sen dersin de yaklaşmaz mısın be Dayı? Namazda olan kimdir? Kul... Neden namaza durur? Miraç'a çıktığında Muhammed'e niçin namaz vakti emredildi? Valla bunu derinlemesine anlatmak için Miraç'ın aslında ne olduğunu da anlatmak gerekir ama o da çok uzun sürer ve anlaşılmaz... Ben şöyle özetleyeyim: Hakk'ta Hakk olan kul, kendi Tanrılığına kanıpta Kulluğunu unutmasın diye vardır namaz Tasavvufta... Avam bunu ölümden korktuğu için sanır, bende gülerim...