Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

Ana ekranınızda anlık bildirimler, rozetler ve daha fazlasıyla tam ekran uygulama.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

kaan_bebeto

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

kaan_bebeto tarafından postalanan herşey

  1. kaan_bebeto şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Çevre Bilimi - Ekoloji
    dünyanın ekelojisini bozuluyor arkadaşlar biz görmesek bile büyük bir ihtimalllen çocuklarımız görecektir allah yardımcımız olsun ... Ama biz insan oğlu olarak bir çaba göstermez isek gerisini düşünemiyorum herkese selamlar ..
  2. Depremler YER KABUĞUNDAN KAYNAKLANIR... -http://www.uzmantv.com/deprem-nasil-olur-
  3. Bu güzel BİLGİLER İÇİN TŞK EDERİM EMEĞİNE SAĞLIK...ELLERİNE SAĞLIK..
  4. Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! Mustafa Kemal Atatürk 20 Ekim 1927
  5. kaan_bebeto şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Çevre Bilimi - Ekoloji
    ağaç dikmek 20 insanın soluduğu oksijeni sağlamak demekdir.
  6. ANADOLU AJANSI Türkiye Cumhuriyeti�nin yarı resmi haber ajansı olan Anadolu Ajansı, 6 Nisan 1920'de, Milli Mücadele davasını yurda ve dünyaya duyurup yaymak amacıyla, Atatürk tarafından Ankara'da kuruldu. Başlangıçta bir tek teksir makinesiyle çalışan Anadolu Ajansı, Kurtuluş Savaşı yıllarında büyük yararlılıklar gösterdi. Anadolu Ajansı, 1 Mart 1925'te Devletin %40 hissedarı olduğu bir anonim ortaklık haline getirildi. ANKARA HUKUK FAKÜLTESİ Ankara Hukuk Fakültesi 5 Aralık 1925 tarihinde Ankara Adliye Hukuk Mektebi adıyla kuruldu. Ankara'da bir hukuk mektebinin açılması için ilk teşebbüs 1921 yılında yapıldı. Bu tarihte Kastamonu milletvekili Abdulkadir Kemal Bey Meclise 3 maddelik bir teklif vererek Ankara'da bir hukuk mektebi açılmasını önerdi. Gazi Mustafa Kemal’de 1922 yılında meclisi açış konuşmasında Ankara'da bir hukuk mektebinin açılması gereğini belitti. 1925'te Hukuk Mektebi açıldı ve 301 öğrenci kayıt yaptırdı. Okula uygun bir bina bulunamadığı için açılış Büyük Millet Meclisinin toplantı salonunda yapıldı. Fakültenin açılış konuşmasını Gazi Mustafa Kemal yaptı ve ilk dersi Ahmet Bey (Ağaoğlu) verdi. Hukuk mektebi 1927 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile Ankara Hukuk Fakültesi ismini aldı. ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ Atatürk, Ankara’nın 7 km batısındaki çorak topraklarda örnek bir çiftlik kurmayı düşünmüş, Türk çiftçisine, toprak ve tabiat şartları uygun olmasa dahi, bilgiyle ve kararlılıkla çalışıldığı takdirde başarı sağlanabileceğini göstermek istemişti. Bunun üzerine 29 Ocak 1925’te Gazi Çiftliği’ni kurmak amacıyla bir miktar arazi satın aldı. 5 Mayıs 1925’te kurduğu Orman Çiftliği’nde, çiftliğin her türlü faaliyetiyle uğraşan, bütün masraflarını kendisi karşılayan Atatürk burada Atatürk Köşkü’nü yaptırmıştır. Atatürk 11 Mayıs 1937’de çiftliklerini, içerisindeki köşklerle birlikte milletine armağan etmiştir. ÇOCUK ESİRGEME KURUMU Çocuk Esirgeme Kurumu, eski adıyla Himaye-i Eftal Cemiyeti Atatürk'ün öncülüğünde kuruldu. Önceleri Kurtuluş Savaşına katılanların çocuklarını esirgeme ve eğitmeyi amaç edindi. Sonraları muhtaç çocuklara yiyecek, giyecek ve okul malzemesi yardımı yapmak, kimsesiz çocukların yönetimini üzerine almak, doğumevleri ve çocuk yuvaları, çocuklar için hastane, prevantoryum, sanatoryum, dinlenme kampları kurmak, doğum ve çocuk sağlığı konularında annelere öğüt vermek gibi görevler yüklendi. DEMİRYOLLARI VE LİMANLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Demiryollarının yapımı ve işletmesi için kurulan ve Nafıa Vekaleti'ne bağlı olarak çalışan müdürlükler 1927'de birleştirilerek Devlet Demiryolları ve Limanları İdare-i Umumiyesi olarak kuruldu. Bu kuruluşun adı, 1929'da Devlet Demiryolları ve Limanları Umum Müdürlüğü, 1931'de ise Devlet Demiryolları Umum Müdürlüğü olarak değiştirildi. Bugünkü adını aldığı 1953'e değin katma bütçeli devlet kuruluşu iken, o yıl İktisadi Devlet Teşekkülüne dönüştürüldü. 1984'te ise Kamu İktisadi Kuruluşu konumuna getirildi. ELEKTRİK İŞLERİ ETÜT İDARESİ Türkiye'yi elektriğe kavuşturma planını ve bu plan içinde yer alan kuruluşların ön projelerini hazırlamak üzere düzenlenen kanunla, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Kamu İktisadi Teşebbüs’ü niteliğinde bir kurum olarak 24 Haziran 1935'te kuruldu. ETİBANK Türkiye'de maden, enerji ve bankacılık alanlarında faaliyet gösteren İktisadi Devlet Teşekkülü olarak 2 Haziran 1935 tarih ve 2805 sayılı kanunla kuruldu. 1963'te Etibank'ın Kuzeybatı ve Batı Anadolu elektrik sistemlerine Balıkesir-Bursa enerji nakil hattı bağlandı. Etibank'ın kuruluş kanununun 10. maddesi bankacılık faaliyetlerini yalnız kendi bünyesindeki müesseseler için öngörüyordu. 1955'te 6590 sayılı kanun bu maddeyi kaldırdı. Önce büro, sonra şube niteliğindeki bir nüve, daha sonra, bir bankacılık dairesi kuruldu.1956'da ilk şubeler Pangaltı (İstanbul) ve İskenderun'da açıldı. HALKEVLERİ Halkın eğitimine ve kültürel gelişmesine yardımcı olmak üzere 19 Şubat 1932’de kuruldu. Ankara'da yapılan açılış töreninde Atatürk teşebbüsün amacını şöyle açıkladı:"Gençlik, gelişen ve yetiştiren bir çalışmanın içinde yaşatılmalıdır. Millet, şuurlu, birbirini anlayan, birbirini seven, ideale bağlı bir halk kitlesi halinde teşkilatlandırılmalıdır. En kuvvetli ders vasıtalarına yetişkin muallim olduklarına malik olmak kafi değildir. Halkı yetiştirmek, halkı bir kitle haline getirmek için ayrıca bir milli halk mesaisinin tanzimini ihmal etmemeliyiz" Halkevlerinin açılması hakkındaki karar C.H.P. genel yönetim kurulunca alındı. Açılacak müesseselerin yönetim ve denetim görevleri partinin il idare kurullarına verildi. 1951 yılında kuruluşa tüzel kişilik kazandırmak ve bunun o tarihte muhalefete geçmiş olan C.H.P. ile ilişkisini kesmek amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan bir tasarı, tartışmalar sırasında mahiyet değiştirdi ve halkevlerinin kapatılmasını, her türlü menkul ve gayrimenkul varlıkların hazineye intikal ettirilmesini öngören 5830 sayılı kanun kabul edilerek gereği yerine getirildi. İŞ BANKASI Atatürk tarafından, 26 Ağustos 1924 tarihinde kuruldu. Kuruluşunun ilk yıllarındaki iktisadi şartlara uygun olarak, daha çok kalkınma ve yatırım, bankacılık yönü ağır bastı. Türkiye İş Bankası, kuruluş gayesine de uygun olarak ülkenin iktisadi kalkınması ve sanayileşmesinde önemli rol oynadı; bu amaçla çeşitli yatırımlar yaptı. Ülkede tasarrufu teşvik amacıyla, ikramiye ve kumbara sistemini ilk defa uygulayan; seyahat çeklerini ülkeye ilk getiren banka da Türkiye İş Bankası oldu. Sigortacılık alanında öncülük yaptı ve Anadolu Türk Sigorta şirketi ile Destek Reasüran Anonim şirketini kurdu. MADEN TETKİK ARAMA ENSTİTÜSÜ (MTA) Yeraltı zenginliklerimizi arayıp çıkarmak, bunlardan işletilmekte olanları daha verimli duruma getirmek, bu alanda inceleme ve araştırma yapmak, faaliyet konusuyla ilgili elemanları yetiştirmek üzere 1935 yılında kuruldu. Bugün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlı, tüzel kişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tabi Kamu İktisadi Teşebbüsü olarak, çalışmalarına devam etmektedir. MERKEZ BANKASI Cumhuriyet'in ilk yıllarında siyasal yönetimin ana düşüncesi, bir merkez bankası oluşturmaktan çok, ulusal ticaret bankaları yaratmaktı. Bunun için 1924'te, önce Türkiye İş Bankası oluşturuldu. 1925'te süresi dolacak Osmanlı Bankası'nın imtiyazı 1935'e değin uzatılmakla birlikte, yeni anlaşmada hükümetin banknot çıkaracak bir merkez bankası kurabilmesi için kapı açık bırakıldı. Türk parasının değerindeki düşüşlere karşı duyarlı olan Cumhuriyet yöneticileri 1926'da bir merkez bankası kurulması hazırlıklarını başlattı. Merkez Bankasının yolunu açmak için Türk parasının kıymetini koruma hakkında kanun çıkarıldı. Haziran 1930'da kabul edilen bir yasayla Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Ekim 1931'de 15 Milyon sermaye ile karma bir anonim şirket olarak kuruldu. Ocak 1932'de çalışmaya başladı. MERKEZ HIFZISIHA ENSTİTÜSÜ Türkiye'de koruyucu hekimliğin gerektirdiği tahlil, kontrol, üretim ve araştırma görevlerini yürütmek üzere, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına bağlı olarak 27 Haziran 1928 yılında kuruldu. 1267 sayılı kanuna göre "Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzısıhha Müessesesi" adıyla çalışmaya başladı. SAĞLIK VE SOSYAL YARDIM BAKANLIĞI Koruyucu ve tedavi edici hekimlik hizmetlerini düzenlemek, sosyal yardım çalışmalarını yürütmek, serbest hekimlik ve eczacılık faaliyetini denetlemek amacıyla kurulan Sıhhat ve İctimai Muavenet Vekaleti adı altında 1920'de kuruldu. 1945'te Anayasa terimlerinin Türkçeleştirme sırasında, adı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı olarak değiştirildi. SANAYİ ve MAADİN BANKASI Cumhuriyetin, ilk yıllarında benimsenen liberal ekonomi politikası doğrultusunda, 1925-1932 yılları arasında etkinlikte bulunan devlet bankası olan Sanayi ve Maadin Bankası'nın kuruluşunu düzenleyen 633 sayılı yasaya göre bankanın görevleri; kendisine devredilen devlet fabrikalarını, özel sektöre devredilinceye değin işletmek, özel sektörle ortaklıklar kurmak, tek başına ya da ortaklıkları aracılığıyla, maden ayrıcalığı almak ve bunları özel sektörle ortaklık yoluyla işletme ki sanayi ve madencilik alanlarında etkinlikte bulunan özel girişimcilere kredi açmak ve bankacılık işlemleri yapmaktı. SÜMERBANK Sümerbank, tüzel kişiligi ve özel kanununda belirtilen sinirlar içinde muhtariyeti olan, sorumlulugu sermayesiyle sinirli; sermayesinin tamami devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere, özel hukuka tabi şekilde Sanayi Bakanligina bagli, Iktisadi Devlet Teşekkülü olarak 1933 yilinda kuruldu. O dönem verimlilik ve karlilik ilkelerini göz önünde tutarak, imalat sanayii kurdu, işletmecilik, sinai mamullerini pazarlama, bankacilik işleriyle meşgul oldu. TÜRK TARİH KURUMU Türk tarihini bilimin en yeni verilerine dayanarak yeniden incelemek ve Türkiye'nin dünya medeniyetine olan katkısını meydana çıkarmak amacıyla, Nisan 1931'de Atatürk'ün teşvikiyle Ankara'da Türk ocakları Merkez heyetine bağlı olarak kuruldu. Kurum tüzüğünün amaç maddesi şöyledir "Kurumun amacı Türk Tarihi ile Türkiye Tarihi’ni ve bunlarla ilgili konuları inceleme ve elde edilen sonuçları her türlü yolla yaymaktır". Kurum belli başlı dünya bilim kurumlarına üyedir ve 220'den fazla akademi, üniversite ve bilim kuruluşuyla kitap ve dergi değişimi yapar. Atatürk, Türk Tarih Kurumunun daha çok bir akademi niteliği taşımasını, üye sayısının sınırlı tutulmasını istemiştir. Kurum 16 üye ile kuruldu. Daha sonra üye sayısı 41 ile sınırlandırıldı. Kurum üyeleri Eskiçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ adları altında üç uzmanlık koluna ayrılarak çalışmaktadır. TÜRK DİL KURUMU Türkçe'nin incelenmesi, özleştirilmesi, geliştirilmesi için çalişan kurum, Atatürk'ün teşviki ve himayesiyle Semih Rifat, Ruşen Eşref (Ünaydin), Celal Sahir (Erozan), Yakup Kadri (Karaosmanoglu) tarafindan 12 Temmuz 1932’de kuruldu. 26 Eylül 1932'de Dolmabahçe Sarayında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, kurumun çalışma programı olarak şu maddeleri tespit etti: 1.Türk dilinin başka dil aileleriyle karşılaştırılması, 2.Türk dilinin tarihi ve karşılaştırmalı gramerlerinin yazılması, 3.Anadolu ve Rumeli ağızlarından kelimelerin derlenmesi, Osmanlıca kelimelere Türkçe karşılıklar bulunması, 4.Türkçe bir sözlük hazırlanması, 5.Kurumun organı olarak bir derginin yayımlanması, 6.Türk dili üstüne yazılmış yerli ve yabancı eserlerin toplanması ve gerekenlerin çevrilmesi, 7.Terimlerin Türkçeleştirilmesi. TÜRKİYE CUMHURİYETİ ZİRAAT BANKASI Türkiye Cumuriyeti Zıraat Bankası'nın temelini 1863'te tarımsal kredileri düzenleme girişimlerine başlayan Niş Valisi Midhat Paşa attı. Midhat Paşa'nın Rusçuk kasabasının Pirot köyünde kurduğu bir tür tarım kredi kooperatifi olan Memleket Sandığı uygulaması 1867'den sonra resmi nitelik kazandı ve yaygınlaştı.1883'ten sonra aşar vergisine yapılan %10 oranındaki "Menafi Hissesi" zammı sandıklara gelir olarak bağlandı. Böylece Menafi Sandıkları adını alan kurum 1888'de merkezi İstanbul'da bulunan,10 milyon Osmanlı lirası sermayeli Ziraat Bankası'na dönüştürüldü.1914'te bankanın yapısında ve çalışma ilkelerinde yapılan yeni düzenlemeler, 1916'da yasallaştı. Şube sayısı 1923'te hızla artarak, 316'yı bulan banka Cumhuriyet dönemine aktarılan en köklü ve yaygın mali kuruluş oldu. Cumhuriyet yönetimi 1924'te bir yasayla bankayı bir devlet kurumu olmaktan çıkarıp 30 milyon lira sermayeli bir anonim şirkete dönüştürdü; etkinliklerini tarım dışına da taşırarak her türlü bankacılık işleminde bulunma yetkisi tanıdı.1926'da bankanın adına Türkiye sözcüğünü eklendi. 1937'de çıkarılan Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası kanunuyla kendi yasası dışında özel hukuk hükümlerine bağlı, tüzel kişiliği olan bir devlet kuruluşuna dönüştü. ZİRAAT OKULLARI ve YÜKSEK ZİRAAT ENSTİTÜSÜ Zirai alanda çalışmak üzere, teknisyen seviyesinde eleman yetiştirmek çeşitli bölgelerin zirai yapılarını ve özellikleri hakkında incelemeler yapmak amacıyla, Tarım Bakanlığı Ziraat İşleri Genel Müdürlüğüne bağlı olarak kurulmuş meslek okulları.
  7. "Servet-i Fünun", "Donanma", "Tedrisat", "Türk Yurdu" ve "Yeni Mecmua"da yayımladığı mülakat, mensur şiir ve hatıra türünde yazılarıyla tanındı. Mustafa Kemal Paşa'nın yakın çalışma arkadaşlarından biri olan Ruşen Eşref Ünaydın, Mustafa Kemal Paşa'yı Türk basınında ilk defa tanıtmasıyla ünlüdür.
  8. ANAFARTALAR KUMANDANI MUSTAFA KEMAL İLE MÜLAKAT Üçüncü Safha Anafartalar -Cidden sizi yorduk. Bu hikâyeler uzadıkça uzadı. Vak'alar o kadar çok, o kadar mühimdir ki bilmem hangisini atlasak! -Yorulmam efendim... Bilhassa böyle milletin hayatıyla alâkadar olan bir meseleyi dinleyip bütün karilere de nakledebilmek benim için büyük ve samimî bir zevktir. -Pek iyi. O halde kahvelerimizi içer içmez başlarız. -Gece karanlığında yerinizden çıkıyor ve yeni memuriyetinize gidiyordunuz. -Evet, zulmeti leylden dolayı yol bulmakta birçok sıkıntı çektikten sonra 27 temmuz saat 1.30 evvelde Gümbürdek bayırının cenubunda bulunan grup karargâhına vardım. Taarruz fecirle başlayacaktı. Vaktim pek azdı. Herkesin malûmatından istifade etmek için tekmil erkânı harbiye heyetini yanıma çağırdım. Benim bu anda anladığıma göre düşmanın Kireçtepe, Kükürtlüpınar, Sülecik, Mestantepe hattında -ki düşman miktarı katîyetle malûm değil - , mühim fakat yine miktarı gayri muayyen diğer kuvvetlerinin de Kocaçimen eteklerinde ve Conkbayırı'nda bulunduğu ve mütemadiyen Kemikliler'e ihracata devam ettiği anlaşılıyordu. Ben de kuvvetlerimi ona göre tertip ettim. Fakat henüz telefon irtibatı yoktu. Lâzım gelen kumandanlara emirleri birer zabitle fırkalara yolladım. Bu zabitler aynı zamanda haber ve irtibat zabiti olacaklar, bana bizzat doğrudan doğruya rapor vereceklerdi. İşte o zabitlerden biri de budur, diye yaverini gösterdi. Yaveri, tıknaz, esmer, az bıyıklı, hem sert ve hem mutî bakışlı genç bir yüzbaşı idi (rahmetli mebus Cevat Abbas Bey). O anda tetkik edilen evrakı tasnifle meşgul oluyordu. Paşa devam etti: -Telefon sesi, umuru sıhhiye ve iaşe için de icap eden emirleri verdim. Kendim de, taarruzu bizzat idare etmek için saat 4.30 evvelde Çamlıtepe şimalindeki tepelerde bulunan tarassut mahalline gittim. 12'nci fırkanın taarruzî harekâtına başlamış olduğunu gördüm. 7'nci fırka kıt'alarının kâffesini göremiyordum. 27 temmuz 5.50 evvelde 12'nci fırka, taarruzunun ilerlediğini ve tertibatını raporla bildiriyordu. 7'nci fırkadan ve taarruza başlandığına dair malûmat alındı. Taarruz her iki fırkada muvaffakiyetle devam etti. Artık o günkü muharebenin muhtelif safhalarda sevk ve idaresi için verilmiş emirlerle alınmış raporlar ve sair teferruatı icraîyeden sarfı nazar edelim de neticeyi söyleyelim: Şuhla şarkında bulunan düşmanın bir kolordusu ve Büyük Anafarta istikametinde de bir fırka kadar kuvveti mağlûp edilmiş ve kâmilen gayrimüsait bir vaziyete atılmıştır. Ben mağlûp düşmanın bu derece faikıyetini gördükten sonra kazanılan muvaffakiyetle iktifa ettim. Taarruzu durdurdum. Elde edilen siperlerin tahkim olunmasını, orada yerleşilmesini emrettim. -Bu kadar faik olduğunu söylediğiniz bir kuvvet böyle, bir gün içinde neden mağlûp oldu? Paşa, masasının üzerinde duran kitabı açarak: -Bunun cevabını en iyi Hamilton'un kendi raporunda okuyabilirsiniz? Benim o gün gördüğüm sebep şudur: Düşman muhtelif kollarla topu nizamda olarak ilerliyordu. Bu yürüyüş kolları önlerinde henüz ne hiçbir mevcudiyete, ne de hiçbir faaliyete tesadüf etmeyeceklerini zannediyorlardı. Onun için önlerinde hafif avcı hattı bulundurmakla iktifa etmişlerdi. Bir taraftan kuvvetli ve fedakâr avcılarımızın hâkim sırtlardan inerek mezkûr düşman kollarının başlarına atılmaları, bir taraftan da topçularımızın isabetli şarapnellerinin yanaşık düşman kolları üzerine tesir etmesi düşmanda inzibatı da, kuveyi mâneviyeyi de, kumandayı da ihlâl etti. Baş taraftan tardedilen hafif avcı hatları bu sebeple geriden takviye olunamadı. Düşman da kâmilen gözlerini geriye çevirmek ve kaçmak tarikını tercih etti. Filhakika düşman kolordusunda kumandanların müessir olmadığını da Hamilton bilâhare itiraf etmiştir. Fakat benim istiğrap ettiğim cihet Hamilton'un bizzat kendisi de oraya geldiği halde emrini yine infaz edememiş olmasıdır. Her halde Hamilton da dahil olduğu halde İngiliz kumandanları beyninde çok müzakere, çok tereddüt olması, ve bilhassa mes'uliyet korkusu, bize kendilerini mağlûp etmek fırsatını bahşetmiştir. Filhakika mes'uliyetten korkan kumandanların hiçbir vakit icap eden kararları veremediklerini, bunun neticesinde ise acı felâketler husule geldiğini bizzat ben de muhtelif zamanlarda görmüşümdür. O gün ihraz olunan muvaffakiyet pek ziyade şayanı memnniyettir. Fakat vaziyeti umumîyenin ıslah ve temini ve binnetice payitahtın tamamen emniyetli bir surette muhafazası noktai nazarından beni henüz tatmin etmiyordu. Çünkü düşman üç gündür Arıburnu ile Azmak arasında başkaca mühim kuvvetlerle icra ettiği mütevali ve fedakârane hücumlar sayesinde Conkbayırı ve Şahintepe'de mevcut tehditkâr vaziyete sahip bulunuyordu. Filhakika Hamilton bütün Kocaçimen silsilesine malik olmak noktai nazarından Conkbayırı'ının zabtını muvaffakiyetine beraeti istihlâl addediyor, bu mevzii, mihveri harekât addediyordu. Conkbayırı ve Şahintepe'nin muhafazası için benim kumandayı deruhde ettiğimden evvel orada muharebe eden askerlerimizin pek büyük kahramanlık ve fedakârlık gösterdiğini kemali takdirle yâdederim. Ancak şunu da ilâve etmeye lüzum görüyorum ki: Bu kıt'alar pek ziyade zayıflamış ve yorulmuş buluyordu. Fakat yeniden iki piyade alayının tahtı emrime gireceğine dair olan malûmat beni, vakit geçirmeksizin yeni icraatta bulunabileceğime ikna etmiş oluyordu. 27 temmuz günü öğleden sonra saat üçte Conkbayırı ve Kocaçimen mıntakasında bulunan 8'inci ve 9'uncu fırka kumandanlıklarına telefonla dedim ki: "Bu gece Conkbayırı'nda kendilerinden büyük faaliyet talep edeceğim iki piyade alayı için orada bulunan kıtaat vasıtasıyla hiç olmazsa sıcak bir çorba hazırlatmaya imkân bulmanız çok muvafık olur." O günkü muharebeyi idare ettiğim mahalli terkedip Çamlıktekke'deki karargâhıma gelirken yolda Liman Pş. Hazretlerinin yaverleri müşarünileyh tarafından beni tebrik etmek üzere geliyordu. Müşarünileyhin de karargâhıma gelmiş bulunduğunu haber verdi. Conkbayırı'nda düşmana icrasını tasmim ettiğim taarruzun yakından ihzar ve idaresi için bizzat hemen oraya hareket etmek üzere kendisinden ayrıldım. Müşarünileyh beni bizzat ateşin içine girmekten sıyanet etmeyi düşündü. Fakat başka türlü de, yapılacak hareketin neticesinden emin olamayacağımı takdir ederek muvaffakat etti. Erkânı harbiyemle birlikte Çamlıktekke'den Kocaçimen istikametine teveccüh ettik. Düşmanın bir tayyaresi semti resimize geldi ve bizi takibe başladı. Artık zarurî olarak bütün refakatim heyeti sağa sola açılmak mecburiyetinde kalmış, bunun neticesinde yollarını şaşırarak ve karanlığa kalarak ertesi güne kadar buna mülâki olamamışlardır. Ben, benden ayrılmayan süvari ihtiyat zabitlerinden Zeki Efendi ile tutuğum yolu takibe devam etmeyi zaruri gördüm. Kocaçimen üzerinden Conkbayırı'na gitmek istedim. Fakat bu yol İngilizler tarafından tutulmuş olduğu için ateşe maruz kaldım. Daha cenuptan dolaşarak Conk sırtının şark yamaçlarında bulunan ... inci fırka karargâhına vâsıl oldum. Kıt'aların ahvali dahiliyelerini tetkik ettikten sonra bana hazırladıkları çadıra çekildim. Zaten gece de hulûl etmişti. Lâzım gelen emirleri verdim. Taze kuvvetlere intizar ediyordum. Bu kuvvetler ise yukarda bahsettiğim iki alaydı. Bunlardan birisi pek geç vâsıl olabilmiş, diğeri ertesi gün ancak muvaffakiyet istihsalinden sonra gelebilmiştir. Bu sebeple kumandanlar ve erkânı harpleri kuvvete nazarı dikkatimi celbettiler; vakıâ hakları vardı. Fakat ben muvaffakiyeti çok kuvvete malik olmaktan ziyade elimizde bulunan kuvvete azim ve şiddet vermekte, ve onları benim tasavvur ettiğim gibi kullanabilmekte görüyordum. Geçirilecek zaman bizden ziyade düşmana faide bahş olacaktı. Onun için bütün mütaleata rağmen sureti kat'îyede taarruz edecektim. Hazırlanmaları bitince baha bildirmelerini kıt'alara emrettim. -Peki, bu az kuvvetle ne türlü bir hücum tertip edecektiniz? -Gayet basit!... Conkbayırı'ndaki ve Şahintepe'deki düşman karşısında duran kuvvet ...inci fırkaya aitti. Yeni gelecek alaylar bu hattın gerisinde ve hemen yakınında toplu saffı harp nizamında ahzı mevki edeceklerdi. Hareket fecirle beraber başlayacaktı: Hiçbir tüfek, top ve bomba patlamaksızın süngü ile, düşman üzerine atılmak! -Demek ki o gece bizimkiler pençelerini içeri alıp pusu kuracaklardı. Ve İngilizler o sabah güneşin parıltısı ile uyanmayacaklar, süngülerimizin pırıltısı ile kamaşıp düşeceklerdi. Fakat zatıâliniz, anladığıma göre kaç gündür uykusuz kalıyorsunuz. Hiçbir yorgunluk duymuyor mu idiniz? -Tabiî duyuyordum. Ve bu muharebe yorgunluğunu hiç olmazsa telâfi ederek ertesi gün hücum anında zinde bulunabilmem için çadırımda yalnız kaldım. Fakat buna imkân var mı idi? Birçok sebeplerle, birçok zevat yanıma gelmek mecburiyetinde kalıyordu. Aynı zamanda bütün grup cephesinin muhtelif kısımlarından heyecanlı raporlar alıyordum. Meselâ, düşmanın Eçe limanı önünde nümayiş için dolaştırmakta olduğu boş gemileri görmesi üzerine İngilizlerin mezkûr limana asker çıkarmakta olduğunu bildiren raporlar gibi... Geceyi işte bu tarzda geçirmiş bulunuyoruz. Mustafa Kemal Paşa'nın tasavvur ettiği hücum 28 temmuz günü takriben saat 4.30 evvelde başlıyor. Hücumu seyretmek üzere Paşa da asker ve kumandanlara mülâki oluyor. Fecir başlamış, ortalık aydınlanmaya yüz tutmuş. Fakat Paşa hücum anının gecikmekte olduğunu görüyormuş. "Halbuki buteahhür biraz daha uzayacak olursa ortalık tamamen açılacak, bizim kesif bir yığın halinde bulunan hücum kıta'alarımızı düşman görecek, karadan ve denizden namütenahi topların bombardımanına maruz kalacaktık, belki de bu bir felâket olacaktı." Müthiş heyecanlı bir buhran anı değil mi? Mustafa Kemal Bey derhal oradaki kumandanlarla beraber kaçmaya hazırlandığını, fakat buna müsaade etmeyeceğimizi söylemiş. "Bunun için benim ileriden kırbaç sallayarak vereceğim işaret üzerine hemen hepiniz düşmana atılacaksınız" demiş. Beş on adım ileri yürüdükten sonra işaretini verince zabitan ve efradın tereddütsüz bir aslan savletiyle düşmana saldırdıklarını görmüş. Bu hücumun karşısında düşmanın kâmilen ezildiğini, hiç silâh kullanmak fırsatına vakit bulamamış olduğunu anlamış. -Ortalık açıldıktan sonra idi ki, diyor, düşman hakikaten Conkbayırı'nı cehenneme çevirmişti. Denizden, karadan büyük çaplı topların muhtelif cinste mermileri Conkbayırı semasında bitmez tükenmez yıldırımlar vücuda getiriyordu. Buraya kadar muhaveremizi sakin bir vaziyette dinleyen Yüzbaşı Cevat Bey, paşanın yaveri, kalın, sertliği hoşa giden bir sesle: -Bu şarapnel misketlerinden bir tanesi de Paşanın göğsünü okşamıştır! dedi. -Nasıl? dedim. Paşa tespihi ile oynuyordu. Cevat Bey, parlak çizmelerindeki mahmuzlar şıkırtı yaparak, göğsünün sol tarafındaki nişan kordeleleri sırası ve ipek kordonu kabara ine şöyle anlatıyordu: -Bulunduğumuz yer tamamen muhacimlerin arası idi. Paşa da ilerleyen efradımızı seyrederken göğsüne bir şeyin gayet kuvvetle çarptığını duymuştur. -Evet, sağ tarafta ceketimde bir kurşun yeri gördüm. Yanımda bulunan zabit (rahmetli Nuri Conker Bey) "efendim, vuruldunuz" dedi. Ben böyle bir söz şuyu bulursa askerimizin kuvvei maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm. Elimle zabitin ağzını kapadım. "Sus" dedim. Cevat Bey devamla: -Bir şarapnel misketi göğsünün sağ tarafında tamam saatinin bulunduğu cebe isabet etmiştir. Saat parça parça oldu. Fakat o darbe paşanın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan başka ileri geçmemiştir, dedi. -O saat sizin için tarihî bir saattir. Görebilirmiyim efendim dedim. Paşa: -O saatin enkazını bu muharebeden sonra Liman Pş. Hazretleri hatıra olarak aldılar. Bana da kendilerinin ailei asalet armasını havi bulunan saatlerini verdiler. Cevat Bey saatini gösterdi: Omega markalı siyah bir saat: Arkasında bir taç ve "L.Z." markaları. Paşanın kırılan saati de Mektebi Harbiye'den beri sakladığı Omega markalı kuvvetlice bir talebe saati imiş. Cevat Bey Zenith markalı bir bilezik saati de gösterdi ki onu Mustafa Kemal Paşa'ya o kurşun değdiği esnada yanında bulunan genç mülâzim vermiş. Askerinin bu kadar yanına giden, onlara ön ayak olan bir kumandana en zorlu düşmanların bile dayanamayacağına aklım eriyordu. -Peki, siz bu yaranızla uğraştığınız esnada askerleriniz ne yapıyordu? Hücuma devam ediyor mu idi? -Tabiî. O kahramanlar, başlarında fedakâr zabitleri olduğu halde gayrikabili tevkif sevletleriyle ilk düşman hattını bire kadar boğdular. Bundan başka önlerine tesadüf eden, imdada gelen bütün düşman kıt'alarını perişan ettiler. Hattâ bizim münferit aksamımız boş buldukları istikametlerden denize kadar gitmişlerdir. Bence maksat hâsıl olmuştu. Karşımda bulunan İngilizleri kâmilen imhaya kalkışacak kadar, şeraiti müsait tasavvur etmiyordum. Onun için verdiğim emirle taarruzu kestim. Conkbayırı'nda ve Şahintepe'de yerleştik kaldık. Bu muhaberede düşmana binlerce maktul, binlerce mecruh verdirdik. Birçok esliha aldık. O cephede bulunan makineli tüfeklerini iğtinam ettik. Birçok da esir alındı. Bu hücumumuz Sir Hamilton'u bazı mübalâğalı tasvirlere sevketmiş. Bunu sonra, raporunu okuduğum zaman anladım. (Raporu açıp orada bir sahife arayarak) bakınız, müşarünileyh diyor ki: "Askerlerini biz, mevcut bilcümle toplarımızla topa tutturmuşuz." Bu doğru değil, tabanca bile attırmadım. Çünkü, attırsaydım o zaman baskın tarzında yapmak istediğim hücum muvaffak olamazdı. Zaten onun askerleriyle benim askerlerim değil, bizzat benim ve kumandanlarımın onlarla arasındaki mesafe ancak 15-20 hatve idi. Bu kadar yakın mesafede düşman hattına topçu endahtına imkân olmayacağı erbabınca malûmdur, bahusus gece vakti... Bir de Hamilton iki taburunun boğazlanıp haki helâke serildiğinden bahsediyor. Bu doğrudur. Fakat bizim 28 temmuzda Conkbayırı'nda yaptığımız hücumla mağlûp ettiğimiz İngiliz kuvveti Arıburnu ve Damakçık bayırı arasındaki mıntakada bulunan tekmil kuvvetleridir. Bu meydanı harpte şan ve şeref kazandıklarından bahsettiği General Kayley, bütün erkânı harbiyesiyle beraber maktul düşen General Baldwin, tehlikeli surette yaralanan General Koper nerelere kumanda ediyorlardı, yalnız iki tabura mı? Galip askerin, doğruyu söylemeyen mağlûp askere karşı esirgeyemediği tezyif tebessümü Paşada pek vazıhtı. -Maamafih, dedi, Sir Hamilton'un askerimizin hücumunu tasvirdeki maharetini pek takdir ederim. Doğrudur! Onun kullandığı tabirleri istimal ederek diyebiliriz ki bu muhaberede askerlerimiz İngilizler için o gün bir afet oldular. Önlerinde durmaya yeltenenleri haki helâke serdiler. Conkbayırı tepesinin zirvesini tamamen tarayıp temizlendikten sonra, yine Hamilton'un tâbiriyle söylüyorum, kovanından çıkan arı sürüleri gibi, güç halle yakalarını muhakkak bir ölümden sıyırabilen öteki kollar üzerine saldırdılar. "İngilizler için bu derece nevmidâne ve hunrizâne olan muharebenin tafsilâtı asla ve asla sahaifi evrak üzerine konamaz. Türkler birbiri ardınca meydanı kâru zare atıldılar. Ve ismullahı zikrederek hakikaten pek gazanferâne ve şirâne harbettiler" diyor. Bu hücumlara karşı duran İngiliz efradı, oldukları yerde telef oldular. Ha, bir şey daha söylemeli. Hamilton askerimizin ma'reke meydanında yorulmuş oldukları, tükenmiş oldukları zehabında bulunuyor. Aldanmıştır zavallı. Bizim askerimiz hücum için vermiş olduğum emirde olduğu gibi, tayin ettiğim hatta durmalarına dair olan emrimi de aynı itaat ve gayretle tatbik etmekten başka bir şey yapmamışlardır. Bu muharebenin daha fazla tafsilâtını yine Hamilton'un raporunda okumak mümkündür. Onun için biz bu kadarla iktifa edebiliriz. Yalnız şunu diyeyim ki 29 temmuzda vuku bulmuş olan Conkbayırı muharebesi Anafartalar muvafakiyetinin en şanlı safhasıdır. Yaver Cevat Bey, bu muharebelerde askerimizin gayet şiddet ve gayretle hareket ettiklerine dair izahat verdi, misaller getirdi. Onlardan biri de şu ki kuvvei mâneviyesi yerinde olan, mafevklerinin fedakârlığına tamamen inanan askerde mevcut kuvvetli ruhu göstermek itibarıyla mühim buldum. Sıhhiye efradımız bir yerde istirahat ediyorlar ve yemek yiyorlarmış. Tam o esnada bir obüs yakınlarına düşmüş. Askerler bir müddet toz duman arasında kalmışlar. Sonra o sis sıyrılır sıyrılmaz görmüşler ki o askerler arka üstü yatmış kahkaha ile gülüyorlar, kendilerine zararı dokunmamış olan obüsle alay ediyorlar. Paşa dedi ki: 29. 30. 31 temmuzda, 1 ve 2 Ağustos'ta büyük mikyasta hadisat yoktur. Olanlar da sizi alâkadar etmez. 3 Ağustos muharebesi (Kireçtepe): Kireçtepe Anafartalar muharebe cephesinin sağ cenahında pek mühim bir mevzidir. Düşman 2 Ağustos günü akşam saat 6.30 sonrada bir liva kadar kuvvetiyle grubun sağ cenahına taarruz ve Kireçtepe'nin bazı aksamını zaptetmişti. Fakat aynı gece kıt'alarımız tarafından yapılan mukabil taarruzla Kireçtepe mevzii istirdat edildi. Düşman 3 Ağustos günü daha faik kuvvetlerle tekrar Kireçtepe'ye taarruz etti. Düşmanın pek ciddi olduğu anlaşılan bu taarruzuna karşı yakından ve bizzat ittihazı tedabir etmek üzre mezkûr cephe gerisinde Turşun köyündeki fırka karargâhına gittim. Kireçtepe muharebe meydanında kâfi miktarda kuvvetlerin seian toplanması lüzumu tezahür etmişti. Onun için istifadesi mümkün olan cüzütamları celbetmek suretiyle öğleye kadar 12 tabur cem'ine muvafak oldum. Celbolunan kuvvetler mütemadiyen muharebe hattına yürüyorlardı. En nihayet, erkânı harbiyemden icap edenlerle beraber bizzat ben de muharebe hattına yaklaşmak lüzumunu hissettim. Bulunduğum yerden muharebe hattına giden tek bir yol vardı. Bu yol mütemadiyen sahil yakınından geçiyor, düşmanın sahile yaklaşmış olan iki torpidosu tarafından mütemadiyen ateş altında bulunduruluyordu. Bu sebeple ileri hareket eden tekmil kıtaatın durmuş olduğunu gördüm. Havyandan indim, kolun başına ve mecburî tevakkuf olunan noktaya geldim. Filhakika oradan ileri geçmek mevtle kat'î olarak temas etmek demektir. Halbuki bugün bu kıt'aların ileri geçmesi lazımdı. Arkamdan ve birbirinden fasıla ile erkânı harbiye reisi ve yaverlerim geçtiler. Ondan sonra, tevakkuf eden kıtaat kumandanlarına "geçeceksiniz" dedim. Parça parça koşmak suretiyle arzu edilen kıt'alar geçirildi. Bu muharebenin neticesinde düşman hareketi akim bırakıldı, evvelkinden daha hâkim bir vaziyet alındı. Yaver Cevat Bey o gün arkadaşlarına o tehlike içinde hizmet gören bir askeri anlattı: Kimsenin geçemediği ateş içinden kemali itidal ve tevekkülle yürüyerek ilerdeki arkadaşlarına yiyecek ve kuvvet taşıyan o fedakâr genci Paşa, yaverinin göğsündeki nişanla hemen orada taltif etmiş. Paşa dedi ki: 4 ağustostan 6 ağustosa geçeceğim. Hattâ isterseniz 8 ağustos'a geçeceğim. O gün, yani 8 ağustosta sabahtan itibaren düşmanın bir taraftan diğer tarafa asker sevketmekte ve gemilerden bazı kıt'alar çıkarmakta olduğu görülüyordu. Bununla beraber cephede sükûnet vardı. Öğleden evvel Küçük Anafartalar garbında bulunan kıt'alar nezdine gittim, tertibatta bazı tadilât yaptım. Karargâha avdetimde vaziyeti daha meşkûk görüyordum. Onun için, ihtiyatta bulundurduğum fırkalara derhal silâh başı etmelerini telefonla emrettim. Bu esnada idi ki gittikçe mütezayit top sesleriyle beraber düşmanın taarruza geçtiği anlaşıldı. Bu taarruz Küçük Anafarta köyünün sureti umumîyede garbında bulunan fırkalarımıza, Yusufçuk tepesi, İsmailoğu tepesi ve Azmak ile Kayacık ağılı arasındaki sahaya karşı idi. Taarruz olunun cepheye sevkolunabilecek kuvvetler Turşun köyü şimaligarbîsindeki 9'uncu fırka ile Sivli köyü civarında bulunan 6'ncı fırka ve 8'inci ve 4'üncü fırkaların ihtiyat kuvvetleri idi. 9'uncu fırka evvelâ tahrik olundu. 7'inci fırkayı Süliecek ve İsmailoğlu tepesi mıntakalarında takviye etmesini, diğer bir fırkanın Küçük Anafarta üzerine yürümesini, diğer fırkalara, düşmanın topçuları ile taarruz etmekte olduğu istikametleri ateş altına almalarını, hulâsa bütün cephede icap eden tedbirlerin alınmasını emrettim. Ancak, düşmanın hücum ettiği cepheye gönderdiğim ihtiyat kuvvetleri muvasalat edebilmek için zaman geçecekti. O zamanı kazanmak lâzım geliyordu. Elimde bir süvari livası da vardı. Bu süvari kıt'asının mevcudiyeti bende şöyle bir hatıra uyandırdı: Fransızlar Seddülbahir cephesinde piyadelerinin hücum hatları önünde bir süvari kıt'asını, yayılmış olduğu halde bizim hattımıza saldırtmışlardı. Bu Fransız süvarilerinin ateş karşısında bi-muhaba ölüme koşmaları hoşuma gitmişti. Bu hareketi cidden şövalöresk bulmuştum. Piyadenin önünde bir perde yapıyorlar, ve ötesi yok işte, ölüme kucak açıyorlar, arkalarındaki piyadeyi korumak için kendilerini feda ediyorlardı. Bu ne tasvir edilecek cesaret ve fedâkarlık levhasıdır! Binaenaleyh derhal bizim süvari alayı kumandanı beyi yanıma çağırdım. İsmailoğlu tepesine taarruz eden düşmanı aynı tarzda bir hareketle tevkif etmesini kendisine emrettim. Pek kıymetli bir süvari kumandanı olan bu arkadaşımız bütün cesareti necibesini bu münasebetle izhar etti. Bana arzu ettiğim zamanı kazandırdı. Düşmanın deniz ve kara topçuları İsmailoğlu tepesi ile Azmak deresinin şimal ve cenubundaki mevzilerimizi şiddetle bombarduman ediyordu. Henüz natamam olan siperlerimiz barınılmaz bir hâle geliyordu. Bilhassa, Yusufçuk tepesine düşman bataryaları ateşlerini temerküz ettirmişlerdi. Düşman bütün cephe üzerine piyadesiyle de taarruz ediyordu. Topçularımızın, piyadelerimizin kemali metanetle icra ettikleri ateş sayesinde bütün bu cephelerdeki düşmanın ilk taarruzu telefat ile püskürtüldü. Öğleden sonra 4 ile, 4.50 raddelerinde tahminen bir fırka kadar düşman kuvvetinin birbirini müteakip birkaç kademe olan Lâletepeden ilerlemekte olduğu görüldü. Bu düşman kuvvetleri Mestantepe ve Kayacıkağılı'na doğru yanaşıncaya kadar pek çok telefat verdi. Ve birçok defa tevakkufa mecbur oldu. Bazı aksamı darma dağınık bir hâle geldi. Fakat herhalde ilk taarruza yapan düşman kıt'atı takviye olundu. Ve ikinci defa olarak tekrar taarruza kalktı. Bu defa da Yusufçuk tepesine karşı vaki olan hücum defedildi. Yalnız bir jandarma bölüğümüzün geriye çekilmesi üzerine orası derhal takviye olunarak bir süngü hücumu ile düşman o noktadan da atıldı. Düşman saat 6 sonraya doğru taarruzunu faik kuvvetlerle ve efradı İngiliz asılzadelerinden mürekkep ikinci süvari yaya fırkası ile üçüncü defa olarak tekrar Yusufçuk tepesine girdi. Tarafımızdan birinci hatlar takviye olunarak icra ettiğimiz taarruza düşmanı o tepeden attık. Hakimiyet bizde kaldı. Düşmanın Azmak cenubunda yaptığı taarruzlar da püskürtüldü. Bu suretle 8 ağustosta düşmanın lâakal biri taze olmak üzre üç fırka ile yaptığı taarruz neticesinde on beş yirmi bin kadar zayiatı oldu. Düşmanın maksadı bence Kayacıkağılı, İsmailoğlu ve Yusufçuk tepelerini zaptederek cephemizi yarmaktı. Ve bu hat dahilinde şarka ilerleyecekti. Filhakika pek büyük azim ve inat ile müteaddit taarruzlar yaptı. Kıt'alarımızın ve başlarında bulunan kumandanlarla zabitlerimizin metanetleri, fedakârlıkları sayesinde düşmanın hücumları göğüs göğüse, süngü süngüye karşılanarak imha edildi. Neticei muvaffakiyet de bizde kaldı. Paşa, General Hamilton'un raporunda, aynı güne tesadüf eden vakayii hikâye eden sahifeleri yüksek sesle okudu ve bana dedi ki: -Görüyor musunuz, işte o da bu mağlûbiyete kabul ediyor. Yalnız tasavvur etmediği müşkülâtı bu mağlubiyeti sebep gösteriyor. Halbuki benim ve kıt'alarımın içinde bulunduğumuz müşkülât, muhakkak ki onlarınkinden daha az değildi. Ve kendi ifadesine nazaran "üç fırkadan da fazla olduğu anlaşılan ve bahusus damarlarında bir damla İngiliz kanı cevelân eden her bir ferdi iftiharından lerzedar eyleyecek derecede ulvî bir manzara" arzettiğini söylediği İngiliz asılzadeler fırkasını mağlûp etmek için benim kullandığım kuvvetlerin miktarını Hamilton tarihi harpte okuyacağı zaman Türk askerlerini, Türk zabit ve kumandanlarını herhalde bu İngiliz fırkasının ulviyetinden daha âli bulacaktır. Bundan eminim. Sir Hamilton mezkûr fırka efradı için diyor ki: "Bu derece güzide efrada zamanı hazır muharebatında pek ender tesadüf olunur". Bunu böyle kabul edersek o halde bizim 34'üncü ve 64'üncü alaylarımızın -ki onları mağlûp etmiştir- efradına dünyanın hiçbir ordusunda tesadüf etmek ihtimali olmadığı itiraf olunmalıdır. Yalnız Sir Hamilton'u parlak gayesine muvaffak olmaktan men'ettikleri için İngiliz kumandanın "Türkler ikinci yaya süvari fırkasının, kendilerinin gırtlaklarına yapışıp bir haddi tedip yemekten kendilerini kurtardıkları için pek talihli imişler" sözünü pek bayağı bulurum. Ve buna mukabil şu cümleyi kullanmaya kendimi mezun addederim. İngiltere'nin baisi iftiharı olan ikinci Mavend yaya süvari fırkası efradının temiz kanlı ve mert Türk kahramanları karşısında dayanamadıkları bence bizim için daha şayanı iftihardır. Hakikaten Türkler takati beşerin fevkinde bir kudret göstermişlerdir. Şimdi gelelim 13 ağustos muharebesine. Anlıyorsunuz ki sekizden on dörde kadar olan günlerin hadisatından bahse lüzum görmüyorum. 14 ağustos Kayacıkağılı muharebesi: O gün düşman kesif topçu ateşiyle Kayacıkağılı cephesinde bulunan fırkamızı ateş altına alarak oradaki siperlerimizi döğmeye başlamış. Bu ateş öğleden sonra saat dörde büsbütün kesbi şiddet etmiş. Buna gemi topçuları da iştirak etmekte imiş. Mustafa Kemal Bey, düşmanın o cepheye bir taarruz hazırlamakta olduğuna kat'î bir surette hükmetmiş. Oradaki fırka kumandanına, böyle bir taarruza mukabele maksadıyla hazırlanması için icap eden emri vermiş. Aynı zamanda mümkün olan tekmil topçularına da o istikamette ateş açtırmış. İhtiyat fırkalarından birine de hazırlık emri verilmişti. Filhakika düşman mezkûr cepheye taarruz etmiş. Mustafa Kemal Bey, oradaki fırka kumandanından vazıh haber alamadığı için, kendisine telefonla şu emri veriyor: "İlerideki kuvvetleri kullanacak kimsenin orada bulunmadığını anlayarak meteessir oluyorum. Her halde birinci hatlar teksif edilmeli. Düşmanın hücumu halinde derakap süngü ile karşılanacak surette ihtiyat taburları birinci hatta takrip edilmeli. Bunun böyle yapıldığından ben emin olmalıyım. Rica ederim icraatınızı hemen bildiriniz". Aynı zamanda demin bahsettiği ihtiyat fırkasını da o cepheye hareket ettirmiş. Erkânı harbiyesinden Pertev Bey'i de haber zabiti olarak oraya göndermiş. Almakta olduğu haberler natamammış. Bununla beraber düşmanın siperlerimize girmiş olduğuna kanaat getirmiş. "Fırka kumandanının verdiği haberlerle vaziyet tenevvür etmiyordu. O kadar ki bu fırka kumandanına muğber oluyordum. Saat 6.15 sonrada da kendisine bu emri verdim" dedi. -Mümkünse lütfen okur musunuz? -Ben şu habere intizar ediyorum: Siperlerimize giren düşman mahvedilmiş, düşman siperlerine askerlerimiz girmiştir. Bundan başka hiçbir haber bence haizi ehemmiyet değildir. İşte bu emri verdim. -Netice ne oldu efendim? -Bu emirden sonra gelen raporlarda da vuzuh yoktu. Bunlarda, hareketin iyice hava karardıktan sonraya talikine müsaade etmem talebinde bulunuyordu. Bunun üzerine yeni bir emrimde dedim ki: "Düşmanın tardı için gecenin hulûlünü bekleyerek bir an bile kaybetmek kat'îyyen caiz değildir. Düşman da karanlıktan bilistifade fazla takviye kıt'aları alır. Faalâne hareket ederek düşmanı hemen tardetmeniz matluptur. Gönderdiğim takviye kıtaatı ile irtibat peyda ediniz. Onları cephe gerisine yaklaştırınız ve bana bildiriniz." Bu fırka cephesinde o gün ve bütün gece sabaha kadar müteaddit defalar kanlı boğuşmalar olmuş. Neticede düşman maksadını elde etmekten mahrum kalmış. Bundan başka bizim için pek parlak bir muvaffakiyet denecek derecede de fazla zayiata uğramış. 14/15 gece yarısından sonra düşman Mestan tepeden Yusufçuk tepesine taarruza teşebbüs etmişse de piyade ateşlerimizle bu da bertaraf edilmiş. Paşa dedi ki: -İşte bu Kayacıkağılı muhaberesinden sonra nihayete kadar artık ciddî hiçbir muhabere vukubulmamıştır. Bu uzun müddet zarfında gerek biz gerekse düşman tahkimat ve tertibatla iştigal ettik. Bütün tafsil ettiğimiz bu muhaberelerde düşman pek büyük zayiata duçar olduğu ve bizim tahtı hakimiyetimizde kalmaktan kurtulamadığı için bütün ümitleri kırıldı. Ben 27 teşrinisanide rahatsızlandım. -Demek her gün sarsıp emellerinden uzaklaştırdığınız düşmanınızın kaçtığını görmediniz. -Hayır! Fevzi Paşa. Haz. ni (Mareşal Fevzi Çakmak) yerime tevkil ettim. İstanbul'a geldim. -Firar haberini nereden aldınız efendim? -Zannederim on gün sonra, İngilizlerle Fransızların topraklarımızdan kaçtığını İstanbul'da işittik. Bilâhare erkânı harbiye reisimin buna dair verdiği rapora istinaden İngilizlerin bu hareketini izah için, başka kelime aramaya lüzum görmüyorum. Bu tabirin bütün vüs'ati mânasıyla kaçtılar, kaçtılar diyeceğim. Bu, kendilerince muvaffakiyetli bir kaçıştır, dedi. Ve gülümsedi. Bu kadar zaman bana şu hulâsaları vermek için yorulan kıymettar zata teşekkürler ettim. Ve askerlik hayatına İstanbul'dan Yafa'ya sürülmekle başlayan, Hareket Ordusu gibi, Trablusgarp ve Balkan muharebeleri gibi memleketin en tehlikeli zamanlarında can verircesine vazife başına atılan bu kahramanın elini sıktım. İçimde ona karşı derin bir hürmet, bir İstanbul çocuğu ruhu ile derin bir şükran olduğu halde yanından ayrıldım.
  9. ANAFARTALAR KUMANDANI MUSTAFA KEMAL İLE MÜLAKAT İkinci Safha Paşa yine aynı odada yine aynı sivil lacivert elbise ile oturmuş, önündeki mufassal haritadan son Alman taarruzunu takip etmekle meşguldü. Taarruz istikametlerini, tahmin ettiği neticeleri mesleğine âşık bir asker vuzuh ve samimiyetiyle anlattı. Ve sonra: - Bugün ikinci safhadan bahsedecektik, öyle değil mi, efendim? dedi. Bu ikinci safha harbin ikinci safhası değil, kumandanın o havalide deruhte ettiği vazifelerden ikincisidir. Bu zamanda, Paşa umum Arıburunu cephesine ait mütalealarda bulunmak salâhiyetini kendinde bulamıyor. Ancak sağ cenahta 19'uncu fırkanın başında bulunduğu sırada cereyan eden en mühim hâdise hakkında, yani 6 Mayısta vukubulan umumî hücum hakkında biraz malûmat verdi. Bu umumî hücumda onun fırkası, karşısındaki düşman mevzilerine girmeye muvaffak olmuş. - 7 Mayıs, dedi (ve kahvesinden bir yudum olarak, evrakını okuduktan sonra) o günü şöyle hülâsa edebiliriz: Düşmanın Arıburnu'na kuvvetler çıkardığı görüldü. Bu kuvvetlerden birkaç tabur kadar Arıburnu cephesinin sağ cenah şimalinde bulunan Çataltepe'ye doğru gidiyordu. İcra edilen keşif ve tarassuda nazaran da düşmanın, yine bu civarda, balıkçıadamları şimalişarkîsindeki sırtlarda 100 metrelik küçük bir cephe üzerinde tahkimatı ve askeri görüldü. Benim tahmin edip şimal grubu kumandanlığına arzettiğim gibi civardaki tahkimat evvelâ ufak mıkyasta kanlı muharebeleri intaç etti. Sonra da Anafartalar harekâtı umumîyesinin mebdeini teşkil etti. 8, 9, 10 mayıs günlerinde bizim fırkanın cephesinde mühim hâdiseler olmamıştı. 11'inci günü bir mütareke akdettik. Defni emvat ile uğraşıldı. 12, 13, 14 mayıs günleri de, hattâ 15'te de iş'ara değer bir şey yok... - Bu durgunluk neden hâsıl oluyor, efendim? - Çünkü düşman yorgundur. Çok zayiat verdi. Mühim miktarda kırıldı. Ve benim telâkkiyatıma göre artık Arıburnu'nda neticei kat'iyye almaktan sarfınazar ediyor. Ben bu durgunluğu ona hamlediyorum. Mayısın 16'ncı günü benim sol cenahımda bulunan fırka ki o da bizimdir, ihzar olunan birtakım lağımları iştial ettiriyor. Onların iştial etmesiyle beraber düşmana bir baskın hücumu icra ediyor. 17 mayısta işte demin bahsettiğimiz Çataltepe Halit ve Rızatepe denilen yerde kanlı bir muharebe oluyor. - O tepeye niçin Halit ve Rızatepe denmiş? Orada Rıza Efendi isminde ve Halit Efendi isminde gayet kahramanca bir hücum icra eden iki zabit şehit olduğu için!... Bu muharebeden sonra bir aralık benim Arıburnu'na karşı muhafazasını deruhte ettiğim cepheye ilâveten Anafartalar mıntıkası dahilindeki Azmak'a kadar olan parça da tahtı mes'uliyetime verildi. Fakat daha sonra bütün Anafartalar mıntıkası doğrudan doğruya Esat Pş. Hazretlerine merbut olmak üzere Almanyalı Vilmer Bey'in tahtı kumanda ve mes'uliyetine tevdi edildi. On sekiz de hep o muharebe ile geçiyor. 22'nci günü verilen malûmata göre düşman, cenup grubunda yani Seddülbahir civarında Kirte mıntıkasına şiddetle taarruz etmekte idi. Binaenaleyh cephemizde de ciddi veyahut nümayiş tarzında bir düşman taarruzuna intizar etmek ihtiyata muvafıktı. Hakikatte o gün öğleden evvel bütün fırka cephesi düşmanın top, tüfek, mitralyozları ile şiddetli ateş altına alındı. Düşman taarruzu vaki oldu. Gerçi umum cephede düşman ademi muvaffakiyete duçar edildi. Fakat Bombasırtı'nda iki siperimiz zabt ve işgal etti. 23 mayıs günü biz siperleri istirdat ile geçirdik. Düşman tedbirler sayesinde ve bilhassa 27.nci ve 57.nci kuvvetinin sabaha kadar teksif etmiş ve aleyhimize istimal edecek bir hale getirmişti. Fakat ittihaz olunan tedbirler sayesinde ve bilhassa 27.nci ve 57.nci alayların kumandanlarının, zabitlerinin ve efradının kahramanlıkları sayesinde o siperler içinde bulunan düşman kâmilen itlâf edildi. Bombalarla parça parça berhava oldular. Siperler elimize geçtiği zaman içerleri düşman cesetleriyle ağız ağıza dolu idi. O, müthiş bir şeydi. İngilizlerden bir fert bile kurtulmamıştı. Bu muharebe cereyan ettiği sırada Kemalyeri'ni teşrif etmiş bulunan Talat Pş. Hazretleriyle İsmail Canbulat ve Doktor Nazım Beyler o gün İngilizlerden iğtinam ettiğimiz maddi muharebe hatıralarına da maliktirler. Kiminde kurşun parçalamış bir İngiliz altını, kiminde ufak tefek nişanlar, dürbün parçaları filân vardır. -O gün zatiâliniz de Kemalyeri'nde mi bulunuyordunuz? -Hayır, ben muharebe mahallinde idim. Kendileriyle telefonla görüştük. Bahsettiğim hediyeleri oradan gönderdim. Düşmanın yalnız bu ufak muharebedeki zayiatı 3000'den fazla tahmin olunmuştu. 24 mayısta düşman yine fırka cephesine taarruz etti. Hattâ ufak bir siperimize de girdi. Fakat neticede kâmilen telef edildi. Yine dışarı atıldılar, mahvoldular. 26 ile 27'de yine bir şey yok 28'de öyle. 29'da düşman 31, 33, 34 numara verdiğimiz siperlere taarruz etti. Fakat çok zayiat vererek koğuldu. Bombasırtı'nda boyun noktasına mücavir olarak 14 nisan günü taarruzdan sonra vücude getirilen bu siperler Arıburnu cephesinde 7-8 metreden 10 ilâ 12 metreye kadar düşmana yakın olan siperlerdi. Bu kurbiyet ve sonra bu siperler üzerindeki hâdiseler diyebiliriz ki, kedilerine bir mevkii mahsus ve bir şöhreti tarihiye temin etmiştir. Bu siperlerin karşısında bulunan düşman siperleri, gerileri Korkuderesi'ne inen bir yarın kenarında inşa edilmiş olmak itibarıyla bir mahiyeti mahsuseyi haizdir. Mezkûr siperlerdeki düşman daima ürkek bir halde idi. Bunun işte numaralarını söylediğimiz siperlerimize karşı faaliyetleri, tecavüzleri, hemen hiçbir gece eksik olmazdı. Üstünden bombalar atılmak, tahtezzemin lağımlar infilâkı ile bu siperlerimiz âdeta bir cehenneme çevrilmekte idi. Tabii karşımızdaki düşman siperleri de hemen aynı halde idi. Düşmanın bombalarından vukua gelecek telefatı tenkis edebilmek maksadıyla bu siperler üzerine kalaslar örttürmüştük. Onlar bu kalaslara ikide bir "mayii muhrik şişeler"i atıyorlar, siperlerde yangın tevlit ediyorlardı. Kesif alevler ve dumanlar o siperlerin üstünden hiç ayrılmazdı. Tabii biz oralarda pek çok telefat vermekte idik. Fakat buna rağmen şeci, mütevekkil askerlerimiz bütün bu yangın, lağım, bomba infilâklarına göğüs geriyorlar, şayanı gıpta bir metîn azimle yerlerini muhafaza ediyorlar, düşmana mukabelede bulunuyorlardı. 30, 31'den ve 1 hazirandan 16 hazirana kadar mühim hadiseler yok. Fakat Mustafa Kemal Paşa 16 haziranda fırkasının sağ cenahında cidden kanlı bir muharebe yapmış. Ve o günden itibaren 24 temmuza kadar fırka cephesinde mühim hâdise olmamış. Yalnız 29 haziranda yine düşman bir kısım cephemize taarruz etmiş ve tartedilmiş. 24 temmuz günü, fırkasının cephesine topçu ateşi başlamış. Bu ateş evvelce mutat dahilindeki derecede imiş. Ancak öğleden sonra şiddetini peyderpey arttırmış. Düşman... inci fırka cephesinde ve Mustafa Kemal Bey'in fırkasının sol cenahında bir taarruz hazırlığı ima eder surette, şiddetli topçu ateşi istimal etmekte imiş. Filhakika hemen arkasından Kanlısırt'ta taarruza geçmiş. Ve teşebbüsünde sühuletle muvaffak olmuş. Muharebe bütün cephe üzerinde, hem de pek şiddetli olmak şartıyla gece dahi devam ediyormuş. Paşanın cephesinin gerisinde, Anafarta mıntıkası dahilinde bulunan Ağıldere civarında sürekli ateşleri işitiliyormuş. Düşman gece yarısından yarım saat sonra Paşanın fırkasına taarruz eder. Ve tekmil siperlerimizde, hattâ gerilerimizdeki havalilerde vesaitinin azamî derecesini istimal eder: Yağlı paçavralar, tahtezzemin lağım infilâkları, muhtelif nevide bombalar! Kara ve deniz topçuları fırkanın cephesini mütemadiyen sarsmakta imiş. Saat dakika 1 10 evvelde Mustafa Kemal Bey kıt'alarının nazarı dikkatini şu suretle celbetmiş! "Vaziyeti umumiye pek mühimdir. Kumandanlardan, zabitlerden her vakitkinden ziyade fevkalâde intibah ve mesaii fedakârane isterim." Sonra saat 3.30 evvelde de diğer bir emirle düşmanın bütün teşebbüslerini kıracak teyakkuz lüzumunu tekrar etmiş. 25 temmuz günü saat 4 evvelden itibaren düşman topçusu azamî faaliyetle ateş ediyormuş. Siperlerimizle rahı mesturlarımız da ehemmiyetli bir surette yıkılmaya devam ediyormuş. Saat 4.45 evvelde düşman fırka cephesine hücuma kalkmış. Fakat bütün hücumları askerimizin metaneti sayesinde az bir zaman içinde kâmilen mahvedilmiştir. Düşmanlarımız dehşetli zayiata uğramışlar, hattâ bazı siperlerimize girmeye muvaffak olan kısımları da orada siperler içinde itlâf edilivermişler. Aynı günde saat beşe doğru düşman sağ cenahımız aleyhine ikinci bir hücum tevcih etmişse de bu da püskürtülmüş. Düşman, hücumlarını pek musırrane bir surette icra etmekte imiş. Paşa gülümseyerek dedi ki: Hattâ zabitlerinin sopalarla efradı sıkıştırarak müteaddit defalar siperlerden çıkarmaya çalıştığı görülüyordu. -Pek iyi Paşa Hazretleri, düşmanın fırkanız istikametinde bu derece uğraşmaktaki maksadı ne idi? -Vallahi, diyemeyiz ki düşmanın 19'uncu fırka cephesine yaptığı bu hücumlardan maksadı bir nümayişten yahut da bu cihetteki kuvvetlerimizi tesbit etmek vayahut da Ağıldere cihetinden sevk ve istihdamdan menetmekten ibarettir. Hayır! Bence düşmanın asıl maksadı harekâtı umumiyesinde hedefi kat'î ittihaz ettiği Kocaçimen silsilesine, aynı zamanda 19'uncu fırkayı da geri atmak suretiyle vâsıl olmaktan ibaretti. Fırka cephesinin vaziyeti umumiyeye nazaran haiz olduğu ehemmiyet, "Arıburnu-Kocaçimen", istikametini seddetmesi itibarıyla haiz olduğu ehemmiyet benim tahminimi muhik gösterebilir. Düşman fırkaya yaptığı hücumlara üç dört livadan aşağı kuvvet tahsis etmemişti. İlk hücumda verdiği azîm zayiata rağmen hücumu tecdit etmesi fırka cephesinde takip ettiği gayenin ciddiyetine gayet açık bir delildir. Düşmanın fırka cephesinde ademi muvaffakiyete uğramasının sebebi, sahra obüs bataryalarıyla iki harp gemisinden icra edilen 14, 15 saatlik mütemadî bir bombardıman altında kıt'alarımızın metanetlerini, mevkilerini muhafaza etmelerinden ileri gelmişti. Bunda günlerden beri tahkim ve tarsin edilen siperlerimizin bahşeylediği istifadeyi de unutmayın. Burada mühim bir satır başına geçeceğiz. -Buyrun efendim. -Fırka cephesine tevcih olunan hücumları size izah ettiğim gibi, gerçi tardedilmişti; fakat fırka için, bütün Arıburnu vaziyeti için daha büyük bir tehlike başgöstermiş oluyordu. -Bu tehlike ne idi? -Bu tehlike Ağıldere mıntıkasından Şahinsırt'la Conkbayırı'na ilerlemekte olan düşmandı! Bu tehditkâr hareket tekmil Arıburnu cephesinin sükutunu intaç edebilecek bir mahiyette idi. Bu istikamete karşı fırka kendi vüs'ü salâhiyeti dairesinde icap eden tedbirleri almıştır. Fakat asıl tedabirle yani umumî noktai nazardan icraat ve tertibatla şimal grubu kumandanlığı ciddî bir surette iştigal etmekte idi. Paşa bu esnada çıngırağı çaldı. Kapının önündeki mahmuz şıkırtısına yeniden kahveler ısmarladı. Birer sigara daha yaktık. -Filhakika dedi, mühimce kuvvetlerin zevalden sonra Conkbayırı cephesine tevcih edildiği öğrenilmişti. 26 temmuz günü düşman pek erkenden tasviri pek mümkün olmayan bir şiddetle ilerledi. Gerek Arıburnu cephesindeki obüs ve sahra toplarıyla gerekse denizdeki harp gemileriyle Conkbayırı'nı ateş altına aldı. Bu sırada bazı raporlar aldım ki Conkbayırı vaziyetini pek şayanı memnuniyet olarak tasvir etmiyordu. Bu raporlardan başka erkânı harbiye reisini ve yaveri bizzat Conkbayırı ve şahinsırt civarına gönderdim. Vaziyeti tetkik ettirdim. Vaziyette vahamet muhakkaktı. Düşman Kocaçimen'i ve Şahinsırt'ı işgal etmişti. Kendim de bizzat bulunduğum fırka tarassut mahallinden Conkbayırı'ndaki hücum dalgalarını görüyordum. O istikametten gelen düşman mermileriyle karargâhımdaki zabitlerden yaralananlar vardı. Düşman diğer taraftan Suvla limanında da, onun cenubundaki sahillerden de asker ihraç etmişti. Bir taraftan da taarruz ediyordu. Bugüne kadar Anafartalar mıntakası, şimal grubu kumandalığına merbuttu. Ve şimal grubu kumandanlığı tarafından idare edilmekte idi. O gün emir ve kumandada bir değişiklik icra edildi. Saros grubu kumandanı Miralay Feyzi Bey'in Conkbayırı ve Kocaçimen'deki kıtaatı da tahtı kumandasına alarak "Anafartalar grubu" namıyla bir grup teşkil olunduğu resmen tebliğ edilmişti. Conkbayırı'ndaki büyük tehlikeyi yakından görüyor ve çok müteessir oluyordum. Onun için şimal grubu kumandanlığına şu tarzda maruzatta bulundum: Conkbayırı'ndaki vaziyetin henüz şayanı dikkat ve nazik olduğu anlaşılıyor. Bu hususta ordu kumandanının nazarı dikkatlerini ciddi suretle celbe delâlet buyurmanızı selâmeti memleket namına istirham ederim. Bu anda umum büyük kumandanlarla bir asabiyet mevcuttu. Ordu kumandanı Liman Pş. Hazretleri tarafından Kâzım Bey (eski Samsun Valisi Kâzım Paşa) telefonda benimle görüştü. Mütaleatımı sordu. Vaziyetin nezaketini söyledim, dedim ki: "Daha bir an mevcuttur. Bu anı da ziyaa uğratacak olursak bir felâketi umumîye karşısında kalmaklığımız pek muhtemeldir." Vaziyetin umumîleşmiş olduğunu, Anafartalar'da çıkmış ve çıkmakta olan düşman kuvvetlerini nazarı dikkate almak, ona göre umumî tedbirler ittihaz etmek lâzım geldiğini, sevk ve idareyi tevhit ve temin için bütün kuvvetlerin bir kumanda altında, bilâvasıta bir kumanda altında bulunmasından başka çare kalmadığını söyledim. 26-27 gecesi saat 9.50 sonrada idi ki şimal grubu kumandanı, ordu kumandanı Liman fon Sanders Pş. Hazretleri tarafından Anafartalar grubu kumandanlığına tayin edildiğime dair olan emri tebliğ etti. Aynı emirde, hemen hareket ederek 27 temmuzda icrası emredilmiş olan taarruzu icra etmekliğim de mevcuttu. Bu emir üzerine 27'inci alay kumandanı Şefik Bey'i 19'uncu fırka kumandanlığına tevkil ettim. Yanıma fırka sertabibi Hüseyin Bey'i aldım. -Niçin? -Hasta idim çünkü... Yaverim Kâzım Efendi o gün şehit olmuştu. Rasim Efendi isminde diğer bir süvari zabitini de aldım. Dört aydır o yerde, yani ateş hattından 300 metre geride eçsat taaffünatı ile bozulmuş bir hava teneffüs etmekte idim. O gece saat on birde, zindan gibi zifirî karanlıklar içinde oradan çıkınca ilk defa temiz bir hava karşısında bulundum. Fakat bu güzel havayı zulmet ve müphemiyet içinde teneffüs etmek nasip oluyordu. Hiç ardı arası kesilmeyen hücumların karşısında azmine ufak bir sarsıntı bile gelmeksizin bu zatın uykusuz, havasız yerlerde burnuna kan ve barut kokuları, leş ve ceset kokuları çarpa çarpa, kulağında muhtelif çatırdılar, gümbürtüler yer ede ede nasıl çalıştığına şaşıyordum. Dedim ki: -Paşa Hazretleri, benim anladığıma göre siz henüz ne düşmanın derecei kuvvetini, ne de başına yeni tayin edildiğiniz bizim kuvvetlerimizi bilmiyorsunuz. Fazla olarak da, dediğiniz gibi, bu zulmet ve müphemiyet içinde meçhullere doğru gidiyorsunuz. Bu kadar ağır bir mes'uliyeti nasıl bir düşünce ile kabul ediyordunuz? Çünkü ben bu harekette tarife sığmaz, alelâde, hattâ fevkalâde kelimelerle anlatmaya çalıştığımız ruhî haletlerin pek üstünde olan bir şey görüyordum! -Vakıâ böyle bir mes'uliyeti deruhde etmek, takdir buyurduğunuz gibi, basit bir keyfiyet değildir. Fakat ben, vatanım mahvolduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için kemali iftiharla bu mes'uliyeti deruhde ettim. Ve hemen saatlerce mesafe uzakta bulunan Çamlıtekke karargâhına hayvanla hareket ettim. İşte bu suretle benim Arıburnu ile olan kumanda münasebetim nihayete ermiş oluyor. Bu ifadelerin ruhunuza verdiği temiz ve ulvî tesiri anlamak için o mert, pervasız sesi kulaklarınız benim gibi duymalı idi. Gözleriniz, onun mavi gözlerindeki kuvvetli parıltıyı görmeli, azimkâr asker çehresindeki mânayı okumalı idi. İçinde, dram sahnelerindeki kahramanlarına müelliflerinin iare ettiği büyük, gürültülü kemiler olmayan o kuvvetli cümleler! Ben onları günlerce hatıramda sakladım. Bu genç adama karşı bir meclûbiyet hissettim. Bu memuriyetinden ayrılırken orada bulunan silâh arkadaşlarına karşı ne türlü hisler perverde ettiğini sordum. Mukadderatımızla sıkı sıkıya alâkadar olan bu muharebeler esnasında bütün ordunun, küçük neferden, büyük kumandana kadar vazifesini ne suretle telâkki, ne suretle ifa ettiğini bilmek istiyordum. İşte Mustafa Kemal Paşa'nın cevapları: -İngilizler, Arıburnu ihracında, bu cephedeki muharebelerde kumandanlarının, askerlerinin gösterdikleri cesareti, metaneti, cengâverane meziyetleri fevkalâde bir lisanı takdirle yâd ve ilan etmektedirler. Fakat düşünün ki bütün muharebe vesaitiyle mükemmel surette mücehhez olarak büyük bir inat ve azimle Arıburnu sahillerine ayak basan düşmanımız yine o sahil kenarlarında kalmaya mecbur olmuştur. Binaenaleyh zabitlerimiz, askerlerimiz hissiyatı vatanperverane ve dinîyeleriyle, şecaati mahsusai milliyeleriyle bu derece kuvvetli bir düşmana karşı payitaht kapılarını muhafaza etmekle cidden şayanı iftihar bir mevki kazanmışlardır. Kumanda eğitim bilûmum kıt'aların zabitanını ve efradını birer birer takdir ederim. Bu ulvî maksat uğrunda canlarını kahramanca feda eden mukaddes şehitlerimizi derin ve ebedî bir hürmetle yâdederim.
  10. - Zati âliniz ne ile gidiyorsunuz efendim? - Ben? Atla!... Bu kumandalar da atlarının üzerinde tabiî... Biz hepimiz kıt'anın başında gidiyoruz. Onlar yaya gidiyorlar. Bu zat kayboldu. Ondan sonra batarya kumandanını memur ettim. Bu da başını alıp Kocaçimen tepesine kadar gitmiş, delâletinden istifade edilemedi. - Yani müşkülât. Muharebenin kurşunlardan, güllelerden evvelki sıkıntıları? - Evet. Bizzat yol bulmak ve müfrezeyi oradan sevk etmeden suretiyle Kocaçimentepesi'ne muvasalat edildi. Şimdi Kocaçimentepesi'ni tasavvur buyurun: Kocaçimen şibihcezirenin en yüksek tepesidir. Fakat Arıburnu noktası zaviyei meyyite içinde kaldığından buradan görülmüyor. Şimdi şu haritadan bakın. Sir Hamilton'un raporunda bulunan haritalardan birine baktık. Bu vaziyeti pek etraflı anlatamıyordu. Paşa çıngırağı gene çaldı. İki dakika sonra kapının yanında bir mahmuz şıkırtısı... Asker, Paşanın askerî ceketindeki cepten haritayı alması için emir telâkki etti. Beş on dakika sonra girdi. Bulamamış. Paşa gülümseyerek müsaade istedi. Bizzat gitti. Yalnız kaldığım müddetçe odayı seyrettim. Duvarda hep asker resimleri, Balkan muharebesinin, Trablus muharebesinin, Hareket Ordusu yürüyüşünün, mektebi harbiye talebeliğinin hatıraları asılı idi. Bir kelebek şeklinde açılmış şal örtünün altında Paşanın genç kazak zabitlerini hatırlatan kalpaklı ve haşin bakışlı bir agrandismanı vardı. Yazıhanesi üzerinde bir Çerkez kamasının yanı başında Balzak'ın Kolonel Şaber (Colonel Chabert)i, Mopasan (Maupassant)ın Bul dö Süif (Boule de suif)i, Lavedan'ın Servir'i duruyordu. Şüphe yok ki paşa, sükûnetli dakikalarının boşluğunu edebiyatla dolduruyor. Zira harp sahasında kalın paltolarla kaba çizmelerin içinde uykusuz üç dört gece geçiren bu zat salonlarda pek mahirane vals edermiş; tanıyanlar Mustafa Kemal Paşa'yı yalnız gözü yılmaz bir kumandan diye değil aynı zamanda salonlarda pek lezzetle aranan nazik, terbiyeli ve zeki bir kavalye diye anıyorlar. Büyük bir aynanın yanı başında asılı duran bir fotoğrafı nazarı dikkatimi celbetmişti. Ona bakıyordum: Yeniçeri kılığında Mustafa Kemal Paşa. Tam o esnada kendisi, elinde haritalar, içeri girdi. Ve ona baktığımı görünce gülümsedi. Kalın ve azimkâr sesiyle: - Evet Sofya'da bir balkostüme hatırası, dedi. Gene şal örtülü masanın başına geçtik. Ve 12 nisan muharebesine avdet ettik. Paşa: - Binaenaleyh, diye başladı, anlıyorsunuz ki, orada denizde bulunan gemilerden ve zırhlılardan başka hiçbir şey görmedim. Düşmanın karaya çıkmış piyadesinin henüz oradan uzak olduğunu anladım. Efrat o müşkül araziyi bilâ tevakkuf kat'etmek yüzünden yorulmuş ve yürüyüş umku pek ziyade derinleşmişti. Alay ve batarya kumadanına afradı tamamen toplayıp küçük bir istirahat vermelerini söyledim. Denizden mestur olarak on dakika kadar tevakkuf edecekler, sonra beni takibedeceklerdi. Ben de, arada bir Aptalgeçidi vardır, o Aptalgeçidi'nden Conkbayırı'na gidecektim. Yanımda yaverim, emirzabitim ve sertabip ile oralarda tekrar bulduğumuz fırka cebeltopçu taburu kumandanı olduğu halde evvelâ atlı olarak yürümeye teşebbüs ettik, fakat arazi müsait değildi. Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conkbayırı'na vardık. Şimdi burada tesadüf ettiğimiz sahne en enterasan bir sahnedir. Ve vak'anın en mühim anı bence budur. Paşa tekrar bir sigara yakıyor ve birkaç yaprak daha çevirdikten sonra, haritasını alıp şöyle izah ediyor: Bu esnada Conkbayırı'nın cenubundaki 261 rakımlı tepeden sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda bulunan bir müfreze efradının Conkbayırı'na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Size şu muhavereyi aynen okuyacağım! Bizzat bu efradın önüne çıkarak: - Niçin kaçıyorsunuz? dedim. - Efendim düşman! dediler. - Nerede? - İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve kemali serbestiyle ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırakmışım, efrat on dakika istirahat etsin diye... Düşman da bu tepeye gelmiş... Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena bir vaziyete duçar olacaktı. O zaman artık bunu bilmiyorum, bir muhakemei mantıkıye midir, yoksa sevkı tabiî ile midir, bilmiyorum. Kaçan efrada: - Düşmandan kaçılmaz, dedim. - Cephanemiz kalmadı, dediler. - Cephaneniz yoksa, süngünüz var, dedim. Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı'na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasını yetişebilen efradının "marş marş"la benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emirzabitini geriye saldırdım. Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır. Bir koca muharebenin ufacık bir lâhzeye bağlı olduğunu, hatta bir memleket hayatının fena kullanılmış bir an yüzünden tehlikeye düşebileceğini, burada olduğu gibi iyi kullanılmış bir anın ise bir muharebenin ve bir vatanın mukadderatını iyileştireceğini o dakikayı görür gibi canlanmış bir ifade ile duymak insanın tüylerini ürpertiyordu! Mustafa Kemal Paşa dedi ki: - Kolun başında bulunan bölük yetişti. Bu bölüğe cephanesiz bölüğü takviye ederek ateş açmasını emrettim. Yanıma gelmiş olan alay 57. tabur 2. kumandanı Yüzbaşı Ata Efendi'ye bütün taburlarıyla bu bölüğü takviye ederek 261 rakımlı tepe üzerinden düşmana taarruz etmesini emrettim. Cebel bataryasına Suyatağı'nda mevzi aldırarak düşman piyadesi üzerine ateş açtırdım. Dereye saptığından biraz geciken diğer bir taburu, kumandanı üzerinden açılarak taarruza iştirak etti. Bundan sonra idi ki alay kumandanına bütün alayı ile benim tevcih ettiğim istikametlerde düşmana taarruz etmesini emrettim. - Zati âliniz o esnada nerede bulunuyordunuz? - Ben de bataryanın yanında idim. - Bizim o ilk alay saat kaç sularında taarruza başladı? - 57'nci alayın taarruza başlaması... durun size söyleyeyim... (defterine baktı ve) öğleden evvel saat on raddelerinde idi. O esnada 9'uncu fırkaya mensup süvari zabitanından mülâzımievvel Mehmet Salih Efendi yanıma geldi. Ve 27'nci alayın Kocadere garbındaki sırtlardan Kemalyeri üzerinde düşmanla muharebeye başladığını haber verdi. O zabitle mezkûr alay kumandanına, düşmanın sol cenahına taarruz etmekte olduğumu, 27'nci alayın da karşısındaki düşmana taarruz etmesini, henüz Bigali civarında bulunan 19'uncu fırka kısmı küllîsini Kocadere istikametine celbedeceğimi, bu emri kendisine isal eden süvari mülâzimi Salih Efendi'yi tekrar nezdime iade etmekle beraber benimle daima irtibatı muhafaza etmesini, muharebeyi Conkbayırı'ndan idare edeceğimi emrettim, bildirdim. Bigalı'da bulunan fırka erkânı-harbine de emir atlısı ile bir emir gönderdim. Dedim ki: İzzettin Bey (Rahmetli Gn. İzzettin Çalışlar): Alay 72 Maltepe'ye takarrüp etmesin. Sıhhiye bölüğü Kocadere'ye gelsin (hepsi). Alay 77 Kocadere şarkına takarrüp etsin. Ve bu raporu üçüncü kolordu kumandanına veriniz. - O raporu, askerî bir mahzur görmüyorsanız, istinsah edebilir miyim? Çünkü harp meydanında hemen o müthiş vak'alar cereyan etmekte iken şiddet ve heyecanla yazılmış canlı ve kıymetli bir harp tarihi vesikası olurdu. - Hayhay, bunu verebilirim, yazınız. Üçüncü Kolordu Kumandanlığına Arıburnu şimalindeki sırtlar. Saat dakika 12 nisan 10 24 evvel Düşmanın karaya çıkmış bulunan piyadesi Arıburna ile Kabatepe arasında bir buçuk kilometre kadar bir cephedeki sırtları işgal etmiştir. 27'nci alay düşmanı şark cephesinde sekiz yüz metre mesafede işgal ediyor. Düşmanın tamamen sol cenahında altı yüz metre mesafeden taarruza başladım. Yalnız piyadeden ibaret olan düşmanı bir alay tahmin ediyorum. Muharebe devam ediyor. Bir saat kadar ateş muharebesinden sonra düşmanın 261 rakımlı tepeye kadar ilerlemiş olan kıtaatının ricate başladığı görüldü. İşte raporun size verebileceğim kadar kısmı bu. Yine hikâyemize devam edelim, olmaz mı? 57'nci alay, verdiğim emir üzerine şiddetle takip ediyordu, 27'nci alay kumandanından emrimin alınıp alınmadığına dair bir haber gelmedi. Bununla beraber gerek bizzat benim, gerek yanımdaki zabitlerden tarassut için ileri gönderdiklerimin neticei tarassudumuzdan bu alayın da taarruz etmekte ve ilerlemekte olduğunu anladım. - Pek iyi Paşa Hazretleri, böyle bu kadar şiddetle hücum eden düşmanı bu kadar süratli bir surette ricate mecbur eden amiller nedir? - Evet, bu suali sormakta hakkınız var. Arzedeyim: Şimdi saat on bir buçuk evvelden sonra vaziyet bence şu idi: Düşmanın karaya çıkmış olan kuvveti, sekiz taburdan fazla idi. Şimdi bu sekiz taburluk kuvvet kendisiyle gayrimünasip gayet geniş bir cephe üzerinde "261"e kadar şimalen, ve Kemalyeri'nin bulunduğu sırtların garp yamaçlarına kadar şarkan ilerleyebilmişti. Fakat bu uzun cephe hattı, ziyade manialı birtakım derelerle kesik bulunuyordu, bu sebeple düşman kendi cephesinin hemen her noktasında zayıf idi. Conkbayırı şimalinde mevzi alan 19'uncu fırkanın seri cebel bataryası Arıburnu ihraç noktasını ateş altına aldığı için düşmanın henüz ihraç etmeye devam ettiği kıtaatın ihracı hem müşkülâta, hem de teahhura uğradı. 57'nci alayın Conkbayırı ve Suyatağı hattından "261" istikametinde ve dar cephe ile kesif olarak düşmanın pek nazik ve mühim olan sol cenahına yüklenmesi iki taburdan ibaret olan 27'nci alayın da Merkeztepe istikameti umumîyesinde geniş cephe ile düşmana atılması düşmanı ricate mecbur etmiştir. Fakat bence bu tabiye vaziyetinden daha mühim olan bir amil vardır ki o da herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı. Bu öyle alelâde bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek azmiyle harekete teşne olduğu bir taarruzdur. Hattâ ben, kumandanlara şifahen verdiğim emirlere şunu ilâve etmişimdir: - Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir. Bu sözler Paşanın göğsünden o kadar azimle çıkıyordu ki, muhakkak, kumandan o günü hayalinde tekrar yaşatıyordu. Bunları duydukça muharebe vasıtaları ne kadar ilerlerse ilerlesin, her şeyin fevkinde gene ruh azminin, bir gaye uğruna fedakârlık etmenin bulunduğuna inanıyordum. - Şimdi bu böyle, efendim? Fakat akşama kadar daha çok zaman vardı. Bu sıralarda idi ki 9'uncu fırka kumandanından haber getiren bir zabit, düşmanın Kumtepe'ye kuvvet ihracına başladığını ve orada kuvvetimiz bulunmadığını, 19'uncu fırkaca bu cihetin nazarı dikkate alınmasını, 9'uncu fırka kumandanının tekmil kuvvetleriyle Kirte'ye gittiğini bildiriyordu. Kumtepe, Kili dülbahir'e en yakın ve pek müessir bir noktadır. Burasını müsamaha etmek bütün maksatları zıyaa uğratabilir. Binaenaleyh derhal hatırıma gelen şey, Arıburnu'nda muharebeye iştirak eden kuvvetleri taarruza devam ettirmek ve fırka kısmı küllîsiyle bizzat Kumtepe'ye yetişmek oldu. Buna dair icap eden emirler verildi. Fakat bizzat fırka kısmı küllîsine mülâki olmayı tercih ettiğim için hemen hareket ettim. Kumandan hemen hareket ediyor. Ve Kocadere'de 77'nci alaya, ondan sonra da... inci alaya mülâki oluyor. Öğleden sonra saat bir raddelerinde Maltepe'ye yaklaştığı sırada bazı seslerin kendi ismini çağırmakta olduğunu işitiyor. Seslerin geldiği tarafa yaklaşıyor. Bakıyor ki kolordu kumandanı Esat Paşa ve maiyeti erkânı harbiyesi... Mustafa Kemal Bey, müşarünileyhe gelmiş olan son raporu okuyor. Ve görüyor ki bu rapor aynı zamanda kendisine de aitti, ve biraz evvel gelip düşmanın Kumtepe'ye çıktığını haber veren zabit, bu raporun mealini söylemiştir. Halbuki okuduğu tahrirî rapora nazaran düşmanın Kumtepe'ye çıktığı doğru değildir. - Bakınız bu raporun şifahen tebliğinde bir "Kumtepe'ye asker çıktı" cümlesinin ilâvesi bütün tetkik kararlarına değiştirebiliyor, iş bu suretle anlaşıldıktan sonra kolordu kumandanı paşa hazretleri kararımı sordular. Mustafa Kemal Bey de tekmil kuvvetle Arıburnu'ndaki düşmana taarruza devam edeceğini arzediyor. Kolordu kumandanı paşa kabul ediyor ve Mustafa Kemal Bey derhal yanından ayrılıyor, muharebe meydanına geliyor. 77'nci alayı 27'nci alayın solundan düşman sağ cenahı aleyhine taarruza geçiyor. İhtiyatlarını, sahra bataryasını lâzım gelen yerlere yerleştiriyor. Kendi de sağ cenaha gidip oradan muharebeyi idare ediyor. Bizimkiler o kadar ilerlemişler ki düşman ricatine devam ediyor, hattâ kısmen sandallara binmekle bile iştigal ediyormuş. Fakat akşam olmuş. Gecenin hulûlüne kadar muhtelif emirlerle hücuma sevkedilmiş olan cüzütam kumandanları, fırka kumandanının ısrarı üzerine, ta ki düşman tamamıyla tardedilsin diye savletlerine devam etmişler ve pek de muvaffakiyetli hücumlarda bulunmuşlarsa da düşmanı kâmilen sürememişler. Gece de pek ilerleyince muharebe kesilmiş. Bu anî sükûnet fırsatında düşman karaya yeniden asker çıkarmakta devama başlamış. Paşa: - Demek ki, dedi 12/13 gecesi vaziyet hakkında hiçbir taraftan sahih malûmat alamıyorum. Gece karanlığından dolayı manzarai harbi gözümden kaybediyorum. Ve vaziyeti etrafıyla anlayabilmek için sabaha kadar cepheyi bizzat dolaşıyor, oradan, telefon merkezi yapılmasını emrettiğim Kocadere'ye geliyorum. Orada vâkıf olduğum yeni vaziyete göre sağ cenahtaki ihtiyat kuvvetlerini alıp merkeze ve sol cenaha yaklaştırıyorum. Kendim de bilâhare Kemalyeri unvanını alan merkezden muharebeyi idare ediyorum. Muharebenin yalnız bir gününü dinlemek insanın içinde helecanlar, coşkunluklar, her adımda bir fışkıran binlerce beklenmedik zorlukların ağırlığını dolduruyordu. Sordum ki: - Arıburnu vakayii yalnız bundan mı ibarettir? Paşa ruhumda dehşetler uyandıran o boğuşma sahnelerini, o kan ve barut kokan manzaraları keşfetmiş tecrübeli bir adam temkiniyle gülümsedi: - Ne o, yoruldunuz mu? Daha bu, vak'anın başlangıcıdır. Benim Arıburnu'nda 12 nisan dahil gününden 4 mayıs dahil gününe kadar 23 günlük "Arıburnu kuvvetleri" kumandanlığım ve ondan sonra da bütün cephenin sağ cenahında tekrar yalnız 19'uncu fırka kumandanlığım vardır. Bu müddet zarfında birçok vakayii harbiye cereyan etmiştir. Biz yalnız en mühim günleri işaret edebiliriz. Ve önünde duran sigara paketini uzattı. İkimizin de küllüğü dolmuştu. Paşa çıngırağı çaldı. Arkamızdaki mahmuz şıkırtısına: - Çocuk, bize iki kahve daha yapın, sonra da şu sobanın ateşi sönmesin, dedi. - Başüstüne Paşam. Ve yine çalışmaya başladık: Düşman 13 nisanda, yani geceden beri ihracına devam ettiği kuvvetlerle yeniden birinci hattını takviye ediyor, evvelâ sol cenahla merkezde bulunan kıtaatımıza faik kuvvetlerle taarruza geçiyor. Fakat kıtaatımız faik düşman kuvvetinin süngü hücumundan kendini korumak şartıyla arada bir mesafe muhafaza etmek üzere mağlûbiyetten sıyanet ediliyor. İşte bu suretle 13 nisan günü, mağlûp olmadan kazanılıyor. Paşa dedi ki: - Bu, askerimizin en mühim surette fedakârlığı, kahramanlığı demeyim -çünkü Türklerin bundan daha fazla fedakârlık gösterdikleri günleri hatırlıyorum -herhalde sebat ve metaneti, zabitlerimizin olsun, kumandanlarımızın olsun cesareti, azmi sayesinde kazanılmış mühim bir gündür. Diyebilirim ki benim en namüsait vaziyetim 13 nisan günü idi. Çünkü beş İngiliz livasına karşı duran kuvvetim dünkü, yani 12 nisan günkü, şanaver şedit savlet ve taarruzlarla zayiata uğrayan 57'nci alaydan, ikişer taburlu olan 27 ve 77'inci alaylarla, gayri kabili istifade bulunan 72'nci alaydan ibaretti. Hakikaten 12 insan muharebesiyle Arıburnu cephesi muvaffakiyetinin temelini kuran, İngilizlerin bu cephede azmini kırıp plânını mahveden, bu kuvvetti. 14 nisan günü daha iki alay kuvvetin tahtı emrime gireceği anlaşıldı. Bunun üzerine düşmana tekrar taarruza karar verdim. 13/14 nisan gecesini Kocadere köyünde geçirmiştim. Kat'î kararımı fecre yakın bir zamanda verdim. O zamanda ki düşman Kabatepe istikametinden Kocadere köyünü donanmasıyla ateş altına almıştı. İşte icap eden taarruz emri bu ateş altında yazılmıştır. Bu emir, emiratlıları ile cüzütam kumandanlarına gönderildi. Sonra ben de bizzat Kemalyeri'ne gittim. Saat yedi ile sekiz arasında sol cenah ve cephede taarruza başlandı. Bundan sonra idi, sağ cenahta da kıt'alarımızın taarruz hareketlerini görüyordum. Taarruz bütün cephe üzerinde muvaffakiyetle devam ediyordu. Düşman Kanlısırt'ta firar suretinde ricate başlamıştı. Kırmızısırt'ta ricate başladı. Saat 10'dan sonra sağ cenahımız da düşmanı tazyike başladı, ricate mecbur etti. Ve takibe koyuldu. Zeval sıralarında idi ki düşmanın Kanlısırt'ta ricat eden aksamından baki kalmış olanlar Kırmızısırt'ta da en son ricat ettikleri avcı hendekli mevziinde tüfeklerini bırakarak hemen heyeti kâmilesiyle siperelrinin önüne çıkmış, şapka, beyaz mendil, bayrak sallayarak teslim olmak istiyorlardı! Bütün bu manzaraları Kemalyeri'nden ben ve tekmil maiyetim dürbünsüz olarak seyrediyorduk. Bu aralık gerek fırka erkânı harbi İzzettin Bey'den aldığım raporlardan, gerekse bizzat müşahedelerimden anlıyordum ki düşmanın Arıburnu şarkındaki sırtlarda hiçbir faaliyeti kalmamıştır. Sağ cenahımız karşısında düşman efradı sahile iltica etmiştir. Yalnız ricat noktasına uzak kalan düşmanlar Kanlısırt'la Kırmızısırt'taki vaziyetlerinden dolayı, Merkeztepe'de kalmış olan aksamı da sağ cenahımızın Kömürkapıderesi ve Bombasırtları'na kadar ilerleyerek bilhassa Yükseksırt'ta aldıkları hâkim vaziyetten dolayı çekilmiyorlar, ister istemez sebat gösteriyorlardı. Düşmanın asıl sebatı Yükseksırt'ın garbında ve Haintepe'de görülüyordu. En nihayet gece hulûl edince, kıtaatın fevkalâde yorgun olduğu da anlaşılınca kazanılan muvaffakiyetle iktifa olundu. Muharebe tevkif edildi, tutulan, kazanılan hatlarda tahkimat icra etmeleri emri verildi. 15 nisan günü görülen vaziyet şu: Düşman sağ cenahımız karşısında Yükseksırtın sahile müteveccih kısmında, Kömürkapıderesi içinde yamaçlara tutunmuş bir halde, buna mukabil bizim kıt'alarımız Cesarettepe'deki düşman hattı bâlâsında, bunun karşısındaki kıtalarımız da Edirnesırtı'nda Kırmızısırt ve Kanlısırt'ta imiş. Hattı bâlâ tekrar tekrar düşman tarafından işgal edilmiş ve buna mukabil kıt'alarımız mezkûr hattı bâlânın şarkında ve karşısında mevki tutmuş. Düşman gündüz de ihraca devam ediyormuş. Karaya çıkarılan düşman kuvvetleri ileriye sevkedilerek ön hatlar takviye ediliyor, hatlar takviye edildikçe de umumî vaziyetini tashih edebilmek için cephenin bazı noktalarında faaliyette bulunuyormuş. Bu faaliyetler sırasında, Kanlısırt cihetinden düşman sol cenahımızı sabahtan beri tazyik etmekte imiş. Bu taarruzu tevkif edilmiş. O gün düşmanın dokuz nakliye gemisinden karaya dökülen askerinden başka sekiz nakliye gemisinin daha ufuktan kıyılara doğru yaklaşıp büyümekte olduğu görülüyormuş. Bizim birinci hattımız düşmanın iki yüz, üç yüz metre karşısında bulunuyormuş. Bu suretle gittikçe tekâsüf eden düşmanın karşısında beklemektense kat'î neticeyi kazanmaya kifayet edecek kadar kuvvet celbi için Mustafa Kemal Bey mafevk kumandanlara maruzatta bulunmuş. İstediği kuvvetleri alınca cephesi genişlediğinden muhtelif kumandanlarla daimî münasebette bulunmak zorlaşmış. Onun için cephesini muhtelif mıntıka kumandanlıklarına ayırmış. 16 nisan: Düşman sağ cenahımıza taarruz teşebbüsünde bulunmuşsa da durdurulmuş. 17 nisan: Sağ cenahımızdaki siperlerimize düşman taarruz etmiş. Fakat kıt'alarımızın mukabil süngü hücumları ile geri püskürtülmüş: Fakat tamamıyla yerleşen düşmanın yeniden mühim bir hücuma kalkışacağını muhtemel gören Mustafa Kemal Bey taze kuvvetlerle düşmandan evvel düşmana vurmayı kararlaştırmış. O zaman mıntıka kumandanlarını Kemalyeri nezdine celbedip şifahî talimatta bulunmuş. O gün maiyetinde bulunan erkâna karşı söylediği sözlerden bazı kısımlarını bize vermesini kumandandan rica ettim ve şunları aldım: Zira taarruz emri vermeden evvel Mustafa Kemal Bey ruhlara hitap etmekten pek kuvvetli neticeler bekliyor. Onun için diyor ki: "Düşmanın altı gündenberi iki defa taarruz ederek sarstığımız ve arazinin menaatinden dolayı neticeye kadar şiddetli takip edememek yüzünden barınabilen aksamı himayesinde çıkarmakta olduğu ve fakat şimdiye kadar mahvettiğimiz kuvvetlerinin iki fırkadan fazla olduğu anlaşılmıştır. Seddülbahir'de Kumkale cihetinde de hal hemen aynı olmuştur. Karşımızda bulunan düşmanı bire kadar hepimiz ölerek behemal denize dökmek lâzım olduğu kanaati vicdaniyesindeyim. Vaziyetimiz düşmana nazaran zayıf değildir. Düşmanın kuvvei maneviyesi tamamen mahvolunmuştur. Mütemadiyen siper yapmakla kendisine bir melce aramaktadır. Siperleri civarına birkaç mermi düşmekle derhal kaçtığını kendi gözlerinizle gördünüz. Düşmanı büsbütün kaçırmamak için daha çok teemmüle lüzum yoktur. İçimizde ve kumanda ettiğimiz askerlerde Balkan hacaletinin ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kat'iyyen kabul etmem. Şayet böyleleri olduğunu hissederseniz derhal onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim. Şimdiye kadar ihraz ettiğimiz muvaffakiyeti tamamlamak için emrime verilen taze kuvvetleri hattı harbe vasıl olmaktadır." Ve ruhları bu hitapla dolan kumandanlara, edecekleri taarruz hakkında lâzım gelen emirleri veriyor, tertibatını da kolordu kumandanlığına arzediyor. Kararı oraca da tasvip görüyor. Bunun üzerine 18 nisan tarruzu vukubuluyor ki onun neticesinde husule gelen vaziyet, Paşaya nazaran o günden sonraki hareketlerin hiçbirisiyle "kabili tebeddül olmayan vaziyet"tir. Şöyle ki: "Saat beş evvelden itibaren bir taraftan topçularımızın ateş açması ile diğer taraftan müteakıben yeni gelmiş olan 14'üncü alayın Boyun ve Merkeztepe'ye doğru ilerlemeye koyulmasıyla bütün cephe üzerinde topçu ve piyade muharebesi başlamış oluyoruz". Düşmanın karada yalnız bataryası varmış. Kıt'alarımızla düşman hatları arasında mesafe pek az olduğu için düşman bataryaları piyademiz üzerine hiçbir tesire yapamıyorlarmış. Yalnız düşmanın harp gemileri, bilhassa Kabatepe cihetinden muharebe hatlarımızın gerilerini şiddetli ve devamlı ateşler altında bulundurmaktan bir an hali kalmıyormuş. Paşadan kendisinin bu muharebeyi nereden idare ettiğini sordum: - Ben bu muharebeyi Kemalyeri'nden idare ediyorum, dedi. Çünkü o yerden bütün düşman mevzilerini, sağ cenahtaki bazı kısımlar müstesna olmak üzere, bütün düşman mevzilerini, sonra da hemen bütün kıt'alarımızın hareketlerini göz altında bulundurabilmesi mümkünmüş. Paşa dedi ki: "Düşmanın şiddetli piyade ve mitralyöz ateşleri karşısında 14'üncü alayın taarruzu bataetle ilerlemekte idi. Yalnız cebelden ibaret olan topçumuz düşman siperleri üzerine endaht ederek piyademizin ilerlemesini himaye hususunda pek ziyade, amma fevkalâde ziyade çalışmakta idi. Sol cenah kuvvetlerimizin taarruzları da görülmeye başladı. Saat 6.45 evvelde 14'üncü alayın gerisinde bulundurulan 125'inci alayın kısmı küllîsi Merkeztepe istikametinde 14'üncü alaya takrip edilmişti. Sol cenah kuvvetlerimizin daha ciddî taarrruz etmesini, sağ cenah kuvvetlerimizin de taarruzla 14'üncü alaya muavenette bulunmasını emrettim. Fakat saat 10.30 evvele kadar devam eden safhada düşmana pek müessir olmamakta bulunduğumuzu görüyordum." Bunun üzerine tertibatta birçok teferruata müdahaleye lüzum görmüş. Bu baptaki emirlerinin kumandalara vusulüne kadar, geriden sevkolunan takviye kıt'alarının muharebe cephesine muvasalatına kadar geçen zaman zarfında taarruzlarımızda bir durgunluk peyda olmuş, kumandanlardan bazıları taarruzun tevkifini, yahut hiç olmazsa geceye talikını rica etmekte imişler. Halbuki Mustafa Kemal Bey düşmanın hakikaten büyük bir tazyik karşısında bulunduğunu bildiği için mutlaka taarruza karar veriyor. - Bu tazyikin mevcut olduğunu ne suretle takdir edebiliyordunuz, efendim. - Bir defa bulunduğum yer pek müsaitti. Bütün vaziyeti tekmil cüzütam kumandanlarından daha iyi görebiliyordum. Sonra da muhtelif membalardan malûmat alabiliyordum. Meselâ düşman kumandanının "buraya imdat yetiştiriniz" tarzındaki bir telsiz telgrafını mevkii müstahkemde bulunan telsiz telgrafımız kapmış. Bunu bana bildirdilerdi. Binaenaleyh başlanılan taarruza devam etmek lüzumlu idi. Düşmanın imdat kuvvetleri yetişmeden evvel taarruzumuzu kat'î bir neticeye iktiran ettirmek lüzumu aşikârdı. Sonra düşmanı bir an evvel sahillerimizden atma gayet vatanî bir vazife idi. Maksadımı cüzütam kumandanlarına bildirdim. Bu maksadın tatbiki için askerlerimizin süngüsünden başka güvenilecek hiçbir çare yoktu. Elimde bulunan bütün kuvvetler ileriye yaklaşmış bir halde idi. Bir hücum savletiyle düşman mevzilerine girmeleri için borazanlarla, trampetlerle geriden şiddetli bir hücum emri verdirdim. Saat 4 sonra idi. Umum cephede ileri hareketi canlandı. Bilhassa merkez grubu savletle ilerlemeye başladı. Doğrusu bütün kıt'alarımız şayanı takdir bir surette ilerliyordu. Gayet itidalle konuşan muhatabımın ağzında "şayanı takdir" terkibinin mühim mânası vardı. Bu terkip benim nazarımda tarifsiz fedakârlıklar, muhayyelesiz kahramanlıklar sahnesi demekti. - Sonra ne oldu efendim? Birçok efrat bazı yerlerde düşman siperlerine kadar girmeye muvaffak oldu. Fakat asıl keşif avcı hatlarımız düşman siperlerinin yirmi otuz, hattâ sekiz on metresinde durdu. Bizim askerlikçe bu mesafede hâlâ muharebenin bitmemiş olması şayanı istiğraptı. Çünkü eski nazariyata göre bu mesafenin pek çok fevkindeki bir mesafede muharebe neticesi taayyün etmiş olmak lâzım gelir. Halbuki düşmanın sebat ve ısrarı, kahraman askerimizin ölümden yılmaması böyle burun buruna gelindikten sonra da daha aylarca müddet pek kanlı muharebe safhaları görmek imkânını muhafaza etmiş oluyor. Bu muharebe böyle saat dörtte burun buruna gelmekle taarruz durdu. Fakat muharebe olanca şiddetiyle devam ediyordu. Ben kemali ciddiyet ve şiddetle taarruz edilmek, bu taarruz ihtiyat ve istinat kuvvetleriyle iyi takip olunmak şartıyla neticei kat'iyyenin kazanılacağına kaniydim. Ve bu kanaatimde musırdım. Bilhassa düşmana bu kadar yaklaşıldıktan sonra gecenin zulmetinden istifade edilerek düşman siperlerine atılmak pek mümkün olacaktı. Gece yarısına kadar bazı tertibatla iştigal edildi. Sonra bir gece hücuma yapılmasını emrettim. Fakat sabaha kadar cereyan eden ahvale, hâsıl olan vaziyete nazaran düşman mevazii asliyesine girilemediği anlaşıldı. Yirmi dört saatten beri devam eden muhabere askerin pek ziyade yorgunluğunu mucip olmuştu. Onun için verdiğim bir emirle taarruzu kestim. Fakat kazanılmış olan hattı takhim etmekten, orada mıhlanıp kalmaktan başka vatanı kurtaracak çare yoktu. Binaenaleyh lâzım gelen emri verdim. Kıymetli bir harp tarihi vesikası olmak üzere Paşadan bu emrin son sözlerini aldım. Diyor ki: "Benimle beraber burada muharebe eden bilcümle askerler kat'iyyen bilmelidir ki uhdemize tevdi edilen namus vazifesini tamamen ifa etmek için bir adım geri gitmek yoktur. Hâb ü istirahat aramanın bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini cümlenize hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın hemfikir olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk âsarı göstermeyeceklerine şüphe yoktur." Mustafa Kemal Paşa'nın umum Arıburnu kuvvetlerine şamil olan kumandanlığı 4 Mayıs 1331 gününe kadar devam etmiş, bu müddet zarfında cereyan eden vak'alar içinde öyle mevziî mütekabil taarruzlardan başka hiç büyük muharebe yok. Fakat cidden kahramanlık sahneleri var. Meselâ bakınız Paşa ne anlattı: - Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı vak'asını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuranı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelimei şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur. Paşa, Arıburnu kumandanlığından ayrılıyordu. Fakat gece olmuştu. Ben de Paşadan ayrılmaya mecburdum! Kendisine pek çok teşekkür ederek, iki gün sonra diğer safhalar hakkında malûmat almak için tekrar ziyaret edeceğimi söyleyerek kahraman elini sıktım. Bana Kanije müdafil Tiryaki Hasan Paşa ile, yahut Pilevne aslanı Gazi Osman Paşa ile görüşmek mukadder olsaydı bugünkü muhavereden daha fazla mı bir heyecan duyacaktım?
  11. Birinci Safha ANAFARTALAR KUMANDANI MUSTAFA KEMAL İLE MÜLAKAT Birinci Safha Hayır efendim, düşünüyorum, size ne söyleyebilirim! Çünkü, bakın, bütün bu yığınlarla evrak hep o günlerin hatıralarını ihtiva ediyor. "Buyurun bir sigara... Bir şey yaparız." Büyük kutuda bulunan Bafra maden sigaralarından bir tanesini aldım. Paşa küçük bir masanın üstünde duran çıngırağı bir iki defa çevirdi. Derhal kapının önünde şık bir nefer, mahmuzlarını birbirine vurarak kumandanın emrine muntazır olduğunu vaziyetiyle anlattı. - Çocuğum bize iki kahve, sobanın da ateşine bakın. Biraz sonra bize hitaben: - Bu defterleri kurcalayacak olursak içinden çıkamayız. İsterseniz sizinle bir hulâsa yaparız, bu ancak böyle olur! Hakikatte defterler o kadar çoktu ki onların arasında insan kendini Çanakkale harp tarihini yazmak için bir evrak mahzenine dalmış sanabilirdi. Dedim: - Paşa Hazretleri! Şüphesiz ki Çanakkale harbi bu memleketin çocuklarındaki fedakârlığı, vatan toprağını yabancıya vermemek için bir saadete koşar gibi ölüme atıldığını göstermek itibarıyla tarihimizde unutulmaz bir kahramanlık merhalesi vücuda getirmiştir. Bu hamaset günleri artık silinmemek üzre cihan tarihinde lehimize iki üç sahife daha ilâve etti. Sir Hamilton bile, Türkçeye tercüme edilmiş raporunda okudum, bizi cesaretimizdeki, bizim fedakârlığımızdaki ulviyeti kendi aleyhlerine kaydediyor. Bütün Fransız mecmua ve gazeteleri, Çanakkale'de döğüşmüş zabitlerin, kumandanların, oraya uğramış muharrirlerin ve gazetecilerin hatıralarını, makalelerini yazdılar. Halbuki şimdiye kadar biz henüz bir şey yapamadık. Yeni Mecmua'nın son kıymettar teşebbüsü bana o gazâ yerlerini görmüş olanlarla konuşmak fırsatını verdi. Bu hususta tabiî zatı âlilerini ihmal edemezdim. O muharebelerin her gününe büyük bir faaliyetle iştirak ettiniz. Vaziyeti tamamıyla biliyorsunuz... Kim bilir ne kadar çok hatıranız vardır. İşte müsaade buyurursanız eğer, bugün zâti âlinizden onları dinlemek için geldim. Paşa bu sözleri ciddî bir tebessümle telâkki ediyordu. Cumba tavanlarına ve pencere kenarlarına varıncaya kadar kanepeleri, koltukları bile halılar, seççadeler ve kilimler altında koyulaşmış, bu çok gölgeli geniş odada Mustafa Kemal Paşa'nın siması Rambrandvarî bir tablo mevzuunu andırıyordu. Genç bir simada bu kadar engin bir mâna gördüğümü hatırlamıyorum: Işıklarla gölgelerin dalgaları arasında sebat, tevekkül, tevazu, vekar, mülâyemet, huşunet, saffet, zekâ... Bütün bu zıt şeylerin toplandığı sarışın ve gayet sevimli bir yüz... Çekmekte olduğu doksan dokuzlu necef tesbihi masasının üzerine bırakarak: - O halde derhal başlarız, dedi. Ve kimi yerde, kimi yazıhanenin üzerinde, kimi köşede buzcamlı koyu renk dolapta, kimi İngilizlerden zaptolunma koca bir makinalı tüfek önündeki koyu renkli çini sobanın üzerinde bulunan defterlerden, müsvedde ve tebyizlerden süzülen Çanakkale menkıbesinin hulâsasını, bu sabırlı ve temkinli kumandandan üç gün, ve her mülâkat on iki saatten aşağı sürmemek şartıyla, üç gün dinledim. Başlamazdan evvel dedi ki: - Tabiî esrarı askeriyeye temas eden noktaları size söylemeyeceğim. Bunlar ne sizi alâkadar eder, ne de okuyanlara bir fayda temin eder. Bunlar san'at adamları içindir ki tarih hepsinden bahsedecektir. - Elbet Paşam. Maksadım, o günlerin vak'alarını bizzat zati âlinizden öğrenmektir. Askerliğe temas eden noktaları ben de anlamam. Bunun üzerine Paşa izaha başladı. Evvelâ Sofya sefareti ataşemiliterliğinden buraya çağrılmış ve Tekirdağ'da 19'uncu fırkayı teşkile memur edilmiş ve bu kuvvetle Eçe limanı, Seddülbahir ve Morto limanı arasındaki sahilin muhafazasına memur olmuş. Esasen Balkan harbinden beri bu araziyi iyice tanırmış. Dedi ki: - Benim kanaatime göre düşman ihraç teşebbüsünde bulunursa iki noktadan teşebbüs ederdi: Biri Seddülbahir, diğeri Kabatepe civarı... Ve benim noktai nazarıma göre düşmanı karaya çıkartamadan bu sahil parçalarını doğrudan doğruya müdafaa etmek mümkündü. Binaenaleyh alaylarımı, böyle sahilden müdafaa edecek surette yerleştirdim. Bu vaziyet takriben şubat 1330... Mustafa Kemal Paşa, kendisinin Maydos mıntıkası kumandanlığı esnasında cereyan eden mühim vak'aları şu suretle hulâsa etti: Düşman bir defa Seddülbahir'e ve Kumkale'ye asker çıkarmak teşebbüsün de bulunuyor. O zaman, hep ağızlarda işitip okuduğumuz bir Mehmet Çavuş çıkıyor, toprağımıza ayak basan düşmanı tekrar denize atıyor. - Düşman bu karaya asker çıkarmak teşebbüsünü neden denedi? - Bu hareket bir keşif olarak kabul edilebilir. Bir de malûm olan 5 mart vardır. - Ki asıl bizi alâkadar eden de odur, Paşa Hazretleri. - Fakat bu tamamen bahrî bir harekettir. Sahil müdafaası Cevat Paşa Hazretlerinin tahtı emrinde bulunuyordu. Benim bu hareketle alâkam, dolayısiledir. Yalnız 5 mart gününün sabahı Cevat Paşa Hazretleri... Maydos'ta bulunan karargâhıma gelmişti. Kendisine Seddülbahir sahil mıntıkasındaki tertibatı göstermek üzere beraber Kirte'ye gittik. Oraya vardığımız zaman, düşman donanmasının Kirte ve Alçıtepe istikametlerinde açtığı ateşin altında kaldık. - O vakit ne yaptınız efendim? - Bunun üzerine bendeniz... - Estağfurullah... - Mezkûr mıntıkanın muhafazasına memur 26'ncı olay kumandanına icap eden talimatı şifahiyemi verdim. Ve Cevat Paşa ile birlikte vazife başında bulunabilmek için Maydos'a döndük. Düşmanın mağlûbiyetiyle neticelenen bu 5 mart muharebeyi bahriyesinde kara mıntıkasının muhafazası benim uhdemde idi. O gün, düşmanın bazı gemileriyle sahili ateş altında bulundurmuş olmasından başka zikre şayan hiçbir şey vuku bulmamıştır. O gün sahil bataryalarımızda bulunan askerler, zabitler ve kumandanlar cidden şayanı takdir bir fedakârlıkla, hani cesaretin, tevekkülün haddi azamîsiyle sonuna kadar toplarını kullanmışlar, vazifelerini ifa etmişlerdir. Düşünün ki birçok çökmeler, infilâklar, yangınlar, zayiat arasında, daimî ateş karşısında, muharrip endahtlar altında bunlar hiç titremeden vazifelerini yapmışlardır. Düşmanın mağlûbiyetiyle kapanan bu hâdisei bahriyeden sonra, Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin, Fransızların boğazı yalnız donanmaları ile zorlayarak bir maksat elde etmekten ümidi kestiklerine hükmediyor ve mutlak tekrar sahile adam çıkarmak teşebbüsünde bulunacaklarına ihtimal veriyor. Bunun için maiyetindeki kıt'alara "teyakkuzda" bulunmalarını emrediyor. Kuvvetinin arttırılması için lâzım gelen yerlere resmî müracaatlarda bulunuyor. Kuvvetini arttırıyor. Ve o mıntıka kumandanlığına Halil Sami Bey isminde diğer bir zat tayin olunuyor! O zaman kaymakam rütbesinde bulunan Mustafa Kemal Bey de kumanda ettiği fırka ile icabında Gelibolu civarına, icabında Anadolu cihetine harekete müheyya bulunmak üzere "ihtiyatı umumî" olarak terkediliyor. Rumeli sahili mıntıkası muhafazasına yalnız o miralay beyin fırkası tahsis ediliyor. Bu sıralarda, yani mart içinde Mustafa Kemal Bey'in fırkasından bir alay, Çanakkale'ye geçiriliyor; fakat gene iade olunuyor. Mustafa Kemal Bey de bütün fırkasını Bigalıköyü civarında bulundurmayı muvafık görüyor. Fırkası beşinci ordunun ihtiyatı umumîsi olarak Bigalıköyü ve bunun cenubuşarkîsindeki Maltepe, Mersintepe civarında bulunan konaklarla ordugâhlarına yerleşiyor. Kumandan aldığı emir mucibince icabında Bolayır'a hareket etmeye, Çanakkale cihetine vapurla geçmeye müheyya bir halde bulunuyor. Emre intizaren bütün kıt'alarını talim ve terbiye ile iştigal ettiriyor. - İşte o günlerden birinde, on iki nisan sabahı idi ki Arıburnu'nda bir hâdise cereyan etmekte olduğu, işitilen gemi toplarının sesinden anlaşılmıştı. Bütün fırka kıtaatının harekete hazırlık derecesi tezyit edildi. Bir taraftan Maydos mıntıkası kumandanlığından malûmata intizar etmekte idim, diğer taraftan da ya kolordunun veya ordunun emrine... Yalnız fırkanın süvari bölüğüne - istihsali malûmat için - Kocaçimen hareket etmesi emrini verdim. Bu sırada idi ki Üçüncü Kolordu Kumandanı Esat Paşa Hazretleriyle Gelibolu'dan telefonla görüşülmüştür. Müşarünileyh de henüz cereyanı ahval hakkında vazıh malûmat edinememiş olduğu bildirmiştir. Öğleden evvel saat altı buçukta idi, Halil Sami Bey'den vürut eden bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor ve buna karşı benden bir taburun mezkûr düşmana karşı sevki isteniyordu. Gerek bu rapordan, gerek Maltepe'de icra ettiğim hususî tarassudat neticesinde bende hâsıl olan kanaati kat'iyye, öteden beri imali fikir ettiğim gibi, düşmanın Kabaktepe civarında mühim kuvvetle karaya çıkmaya teşebbüsü, demek ki, vukubuluyordu. Binaenaleyh bu işin içinden bir taburla çıkmak mümkün olamayacağını, herhalde evvelce tahmin ettiğim gibi bütün fırkamla düşmana incizabın gayri kabili içtinap olduğunu takdir ediyordum. Artık hiçbir şeye intizar etmeyerek karargâhımın bulunduğu Bigalıköyü'nde ikamet eden birinci piyade alayı ile cebel bataryasının derhal harekete geçmek üzre amade bulundurulmalarını, kumandanlarının da emralmak üzre yanıma gelmelerini bildirdim. Yapraklarını muttasıl ağır ağır çevirmekle meşgul olduğu defterinin sahifelerine, dudaklarında tüten cıgara dumanları arasından bakarak: - Altı maddelik bir emir not ettirdim, dedi. Bu emir maiyet cüzütam kumandanlığına da tebliğ olunacaktı. Bundan başka üçüncü kolordu kumandanlığına da telefonla arzedilmek üzre bir rapor yazdırdım. Vaziyeti ve vaziyetimi ve teşebbüsümü anlattım. Büyük bir hareketin inkişaf etmekte olduğu, memlekete Çanakkale harbinde unutulmaz hizmetler eden, muhakemesi süratli, kararları kat'i genç bir kumandanın bütün kıt'alarıyla tehlikeye atılma müheyya vaziyeti karşımda, bu anda sakin sakin kâğıtlarını çeviren, içinden bana verebileceği notları mülâhaza ile seçen kumandanın yüzünde ve sözlerinde o kadar vuzuhla seziliyordu ki... Türkiye'nin mukadderatını tayin edecek boğuşmaya doğru gittiğimizi heyecanla duyuyordum. - Bundan sonra kıt'alarını yürüyüşe müheyya olarak içtima ettirmiş bulunduran 57'inci alay, -meşhur bir alaydır bu, çünkü hepsi şehit olmuştu -kumandanları ve sertabip ve bir yaverimle bir emir zabitim beraber olduğu halde içtima mahalline gittim. Basit bir tertiple Bigalıderesi boyunca giden yol üzerinde alayı bizzat yürüyüşe geçirerek Kocaçimen tepesine tevcih ettim. Yolda giderken kumandanlarına olsun, sertabibe olsun şifahî izahatı lâzıme veriyordum. Takip ettiğimiz dereden bizi Kocaçimen'e isal edecek muayyen bir yol olmadıktan başka Kocaçimen'e varmak için atlamaya mecbur olduğumuz saha da pek ziyade fundalık, sa'bülmürur, kayalıklı derelerle mali idi. Bir yol bulup kıt'ayı sevke delâlet etmesi için topçu taburu kumandanını tavzif ettim.
  12. evet doğanın dengesi bozulmuş kene ısırılmaları kuş gribi ari ölümler ve kaybolmaları deli dana hastalıklari kutup ayılarının soguk havayı terketip normal bir ormanlık alanlara kaçmasi daha sayabileceğimiz cok şey varr ne yazıkkı doğanın dengesi bozuldu . ne yapmamız gerekir ? su israfina son verelim ilk önce..
  13. FİZİK KANUNLARİNİ ALT ÜST EDEN SEYİT ÇAVUŞ GRUR DUYMALİYİZ::::
  14. Türkiye'ye Japonya'dan bir eğitim heyeti gelir. Temas ve incelemeler yapacak, neticeyi yetkililere aktaracaklar. Gerektiği kadar da ikili işbirliği gerçeklestirecek. Işler buraya kadar çok iyi... Japon heyeti yurdumuzun bazı bölgelerinde gerekli incelemelerini yapar. Sonra Bakanlıkta toplanırlar. Heyetin hakkımızdaki tespiti ilginçtir: "Sizin çocuklarınızda milli şuur yok". Bizimkiler şaşırır! "Bizim çocukların damarlarındaki kan milli duygumuzun kaynağıdır." Yine de fazla ses çıkarmazlar! Ne de olsa misafirdir! Bizimkiler sorar, "Peki, Sizin gençlerinizde milli şuur var mıdır? Japon uzmanları anlatmaya başlar: Biz gençlerimize ilkokula başlamadan "şok testler" uygularız. Mesela uçak gibi hızlı giden trenlerimize bindirir, bir tur yaptırırız. Çok katlı yollardan da geçen tren, onları şöyle bir sarsar. Mini mini çocuklarımız teknolojinin bu baş döndürücü neticesini görerek bir şok olurlar. Sonra... Bu şoktan sonra Hiroşima'ya götürürüz. Bölgeyi aynen koruyoruz. Bombalanmış bu bölge hakkında bilgilendirir; değil hayvan, bitkinin bile yeşermediğini gösteririz. Ve deriz ki "Eger sizler çalışmaz, sizden öncekileri geçmezseniz vatanınız, işte böyle düşmanlar tarafından bombalanır. Hiçbir canlı yaşayamayacak biçimde size bırakıp giderler. Çalışırsanız, bindiğiniz hızlı trenleri bile geçecek yeni vasıtalar yaparsınız. Gerisi sizin bileceğiniz iş. Çocuklarımız bununla ikinci bir şok daha yaşarlar. Sizlere şunu hatırlatalım ki, Türkiye'de birçok teknik elemanımız bulunmaktadır. Bunların herhangi birine bu konuyu sorabilirsiniz. " Bizimkiler şaşkınlık içinde sorarlar : "-Peki ya Türkiye için tespitiniz var mi? Varsa gözlemleriniz nedir?" Japonlar; "elbette var" derler. "Bizimkinden çok daha önemli. Bir tanesi Çanakkale Savaşları'nın olduğu bölge. Bu bölge gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile. Bir metre kareye altı bin merminin düştüğü savaşta, Türk'ler her şeye rağmen galip çıkıyor, olamayacağı olur hale getiriyorlar. En son teknolojiye ve donanıma meydan okuyarak, inancın galip geldiğinin ispatını yapıyorlar. Üstelik karşılarında tek bir düşman değil, müttefik güçler; sizin tabirinizle yetmiş iki millet var. ''Evet M²'ye 6.000 Mermi!... M²'ye 6.000 Mermi!... 6.000 Mermi!... Bileniniz var mıydı ? Not: 300 M2 lik bir tepe için 2 gece savaşıldı... m2'ye 50 ölü düşüyordu... Cerrahpaşadan gelen 130 son sınıf öğrencisi gönüllünün hepsi şehid oldu o tepede... o sene mezun verilmedi tıbbiyeden... anlatacak çok şey var bu savaşta. oradan geçen varsa tepelere kazınmış yazıyı bilir. ''Dur yolcu bilmeden basıp geçtiğin bu toprak bir devrin battığı yerdir.... Çanakkale Neresi? On sekiz mart bin dokuzyüz on beş de. Çanakkale destanının yazıldığı yerdir. İtilaf devletlerinin birleştiği yerde. Eşsiz kahramanlığın yaşandığı yerdir. Türk milletinin tek yumruk olduğu. Azim ve kararlılıkla karşı koyduğu. Düşman askerini boğazda boğduğu. Muhteşem savaşın yaşandıgı yerdir. Hem deniz hem hava hem de karadan. Ateş yağdıran düşmandan korkmadan. Günlerce savaşan hem de bıkmadan. İkiyüz elli bin şehidin verildiği yerdir. İngiliz, Fransız, Hindu ve yandaşlaraına. Kanada, Avusturalya gibi sırdaşlarına. Yenizellanda nın da katıldıgı düşmanlarına. Osmanlı tokatının vurulduğu yerdir. Çanakkale boğazının kana bulandığı. Hasta adamın günlerce dayandığı Vatan uğruna canın hiçe sayıldığı. Şanlı tarihimizin yazıldığı yerdir. Vatan, millet, din ve devlet yolunda. Şimdi hür yaşayan bizler uğrunda. Rahat uyumak için toprağın bağrında. Canını feda edenlerin yattığı yerdir. Hürriyet uğruna ölmeyi şeref sayanların. Çanakkale geçilmez diye tavır koyanların. Düşman karşısında kale gibi duranların. Destanlarının yazıldığı muhteşem yerdir. İman gücüyle yazıldı bu büyük destan. Geçilseydi Çanakkale gitmişti vatan. Dua dua yalvarınca yüce Allahtan. Sağnak sağnak rahmetin indiği yerdir. Allah Allah diye coşunca asker. Kalmadı düşmandan hiç bir eser. Nasip olsun o askere cennette kevser. Dediğimiz arslanların yattığı yerdir.
  15. kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Türk Tarihi
    Çanakkale Ruhu mu? Japon Ruhu mu? - Vehbi Vakkasoğlu "Çocuklarınıza Japon ruhunu nasıl aşılıyorsunuz?” sorusuna, bir Japon eğitimcinin verdiği cevap, BİR DESTANDIR ÇANAKKALE adlı kitabımızda 8 yıl önce yer almıştı. O günden sonra, hep anlatıldı, yazıldı, çizildi. Hatta, zaman zaman başka kaynaklardan yarım yamalak bilgilenenler, bana da defalarca, “Duydunuz mu?” diyerek büyük bir heyecanla anlatmışlardır. Gerçekten de önemli ve heyecan verici bir cevaptır. Unutulmaması ve üzerinde çok ciddi olarak düşünülmesi dileklerimle, burada da özetleyeceğim… “Biz” diyor, Japon eğitimci, “Okula başlayacak olan çocuklarımıza bir program uygularız. Önce onları en gelişmiş fabrikalarımıza götürür, robotların yaptığı makineleri gösteririz. Makine yapan makineler karşısında hayret ve hayranlık içinde kalır masum yürekleri… Anlayacakları bir dille, orada yapılanları açıklarız. Bu fabrikaların sadece Japonya’da yapılabildiğini, başka milletlerin bunu başaramadıklarını, okul öncesi çocuklarımıza anlatırız. O küçücük çocuklar, duyduklarına hem şaşırırlar, hem de çok mutlu olurlar. Bu geziler tamamlanır. Çocuklar, saatte 250-300 km sür’at yapan trenlere bindirilir. Bu araçların da sadece Japonlar tarafından yapılabildiği vurgulanır. Eğer kendileri de iyi ve düzenli çalışırlar ve Japon olduklarını unutmazlarsa, bunların daha lüks ve daha sür’atli olanlarını yapabileceklerdir. Bu geziler zinciri, onlara Japon olmanın ne kadar önemli bir şans olduğunu kabul ettirir .Sonunda yolları, Nagazaki ve Hiroşima’ya düşürülür. Orada, Japonların İkinci Dünya Savaşı sırasında başlarına gelen felaket anlatılır. “Bu çalışkan milletin düşmanları da vardır. Eğer daha çok ve daha dikkatli çalışmazlar ve iyi Japon olmazlarsa, kendilerinin de başına, bu bombaların daha beteri atılabilir. Çünkü eski düşmanlıklar, bütünüyle bitmiş değildir.” Çocuklar, atom bombası atılmış şehirlerde yaşanan apacı hatıralarla sarsılırlar. Zira atom bombasından geriye, sadece on binlerce ölü, yaralı ve ot bile bitmeyen topraklar kalmıştır. Bu dehşetli gerçek, onları derinden derine etkiler. Okul hayatında da, bu bilgi ve bilinç çerçevesi etkili bir biçimde genişletilir. Dolayısiyle bu gençlerin Japon olmaktan başka çareleri kalmaz.” Japon eğitimci, atom bombası şerrinden, başarı sonucu çıkaran uygulamayı anlatırken, bizim etkili ve yetkili bir eğitimcimiz ağzından şu cümleyi kaçırıveriyor: “-Keşke bizim de bir Hiroşimamız, bir Nagazakimiz olsaymış…” Japon’un verdiği cevap çok ibretlidir ve bizim eğitimsiz eğitimcimizi kızartacak cinstendir: “-Bildiğim kadariyle, sizin yüz Hiroşima ve Nagazaki değerinde bir yeriniz vardır.” “-Neresidir Efendim?” “-Siz oraya Çanakkale dersiniz. Eğer siz,Çanakkale’de dedelerinizin yaşadıklarını, ,çocuklarınıza tam manasiyle anlatabilseniz, sizin çocuklarınız da, Müslüman-Türk olmaktan başka yol aramazlar.” :::GEÇMİŞİNİZİ ÇOCUKLARİNİZA ANLATİNİZ BEYLER BAYANLAR:::GRUR DUYUN GEÇMİŞLEN :::AMA GELECEK İÇİN BİŞEYLER YAPMALİYİZ::::
  16. Balkan Sempozyumu / Edirne’de sunulmustur. 21 Nisan 2000 Balkan sempozyumunda Türk Kilavuz Kaptanlar Dernegi’ni temsilen bulunmaktayim. Dernegimiz, Türk Denizciliginin gelismesi amaciyla etkinlikler göstermektedir. Bu alanda sorunlarin belirlenmesinde ve çözümler üretilmesinde çogu zaman aktif rol de üstlenmekteyiz. Kendi uzmanlik alanimiza giren “Türk Bogazlarindan geçen gemi trafigi” ile ilgili çesitli ulusal ve uluslararasi platformlarda çalismalar yapmaktayiz. Bugün aranizda bulunusumun nedeni de yine Türk Bogazlari ile ilgilidir. Türk Bogazlarinin Bölge ülkeleri ve tabii bu arada Balkanlar için de önemini vurgulayacak ve Bogazlarin trafik güvenliginin saglanmasinin bütün bölge ülkeleri için neden önemli oldugunun altini çizmeye çalisacagim. Konusmamda zaman zaman çok teknik konulara da girecegim, bu arada anlasilamayan konular olursa daha sonra yanitlama olanagi varsa yanitlamaya çalisacagim. Türk Bogazlar sisteminin en kritik bileseni olan Istanbul Bogazindan 1999 yilinda geçen toplam gemi sayisi 47906 dir. Bu sayi bir önceki yila göre %3 lük bir azalmayi ifade etmektedir. Buna karsilik geçis yapan tanker sayisinda %7 lik artis ve yine tasinan petrol miktarinda %35 lere varan oranda artis kaydedilmistir. Bu anlamda Türk Bogazlari artik tolere edilemeyecek bir riskin tehdidi altina girmis bulunmaktadir. Burada sizleri 1994 yilinin Mart ayinin 13’üne götürmek ve Istanbul Bogazi’nin Kuzey Girisinde meydana gelen tanker kazasini hatirlatmak istiyorum. Bu kazada Nassia adli Güney Kibris bayrakli bir süper tanker (66822 GRT), Karadeniz’den Marmara’ya geçmek üzere giris yapmakta iken, Marmara’dan Karadeniz’e çikis yapmakta olan Shipbroker adli yine Güney Kibris bandirali olan büyük bir dökme yük gemisi ile (14000 GRT) çatismistir. Bu kazada tanker mürettebatindan 6 kisi ve yük gemisi mürettebatindan 23 kisi olmak üzere toplam 29 denizci hayatlarini kaybetmistir. Denize sizan petrol 5 gün boyunca yanmis, çok ciddi boyutta deniz kirliligi meydana gelmistir. Istanbul sehrini büyük bir felaketten sans eseri kurtaran sey ise lodos rüzgarinin esmesi ve güneye dogru olan klasik Bogaz akintisinin bu zaman sürecinde ters yönde olmasidir. Yine de bu olayda Bogaz bir hafta süreyle kapali kalmistir. Bu zaman sürecinde yapilmasi gereken tahmini 1000 gemi geçisi yapilamamistir, Bogazlarin her iki girisinde millerce uzunlukta gemi kuyruklari olusmustur. Sans eseri ucuz atlatilan bu kaza hadisesi bile bizlere Türk Bogazlarindaki seyir güvenliginin Türkiye için oldugu kadar bütün bölge ülkeleri için de önemli oldugunu göstermektedir. Bogazlarda meydana gelecek katastrofik bir kazanin olasi sonuçlari sunlardir: Binlerce insan ölebilir, Onarilmasi olanaksiz boyutlarda deniz, kiyi ve çevre kirliligi ortaya çikabilir, Degerli tarihi saraylar ile diger yapilar ve köprüler yok olabilir, Bu boyuttaki bir kaza sonucunda Karadeniz’in dünya denizleriyle baglantisi aylarca tümüyle kesilebilir, Gemilerin mürettebati, kendileri ve yükleri zarar görebilir ya da tümüyle yok olabilir. Bogazlarin kapali kalmasi açik denizlere çikabilmek için bu suyolundan baska alternatifi olmayan Karadeniz ülkeleri için bu olanagin ortadan kalkmasi anlamina gelir. Demek ki Türk Bogazlarindaki deniz trafiginin güvenligini saglamak için çaba gösteren Türkiye’nin bu çabasi ayni zamanda Bölge ülkelerini de yakindan ilgilendirmektedir. Ne var ki, yakin tarihimize baktigimizda görülen gerçek Türk Bogazlari için alinan kazalari önlemeye yönelik güvenlik önlemlerinin uygulamaya konulmasinda bölge ülkelerinden beklenmesi gereken destegin gelmedigidir. Hatta uluslararasi platformlarda bu önlemlere karsi bölge ülkelerince olumsuz görüsler belirtilmistir. Türkiye’nin Bogazlarda seyir güvenligine yönelik aldigi önlemleri kronolojik olarak kisaca animsamakta yarar var: Türk Kilavuz kaptanlar Dernegi’nin 01.12.1987 tarihinde yayinladigi rapor ve baska kuruluslarin çalismalari sonucunda tüm dünyadaki dar suyollarinda uygulanan deniz trafigine iliskin kurallar tarandi. Bogazlarimizdaki sorunlara uygun düsen ve kaza nedenlerini ortadan kaldirmaya yönelik kurallardan olusan “Türk Bogazlari Deniz Trafik Düzeni Tüzügü” hazirlandi. Dört yil kadar süren bir komisyon çalismasi sonucunda ortaya çikan bu Tüzük 1 Temmuz 1994 Yilinda yürürlüge girdi. Türkiye, zorunlu olmadigi halde, Tüzük Çalismalarina paralel olarak Bogazlarda devreye sokacagi “Trafik Ayirim Semasi” konusunda Uluslararasi Denizcilik Örgütünün de onayini almak istedi; bu amaçla 1993 yilinda Türkiye Bogazlardaki rotalandirma sistemi ile ilgili olarak IMO’ya bir kagit sundu ve Türk Bogazlariyla ilgili “rotalandirma” ve bununla birlesik “Kurallar ve Tavsiyeler” için müzakereler Uluslararasi Denizcilik Örgütü (IMO) platformunda basladi.. Seyir güvenligi alt komitesi trafik semasi ile birlesik “Kurallar ve Tavsiyeler” in gelistirilmesi kosuluyla öneriyi onayladi[1]. Böylece Trafik Ayirim Semasi Mayis 1994 teki Deniz Güvenligi Komitesi’nde (MSC) benimsendi. Tüzügün yürürlüge girdigi 1994 Yilindan itibaren Türk Bogazlarinda meydana gelen kazalar on kat azaldi: Ne var ki büyük gemi geçislerinde trafigin tek yönlü kapatilmasi, Bogaz girislerinde beklemelere neden oldu: Güvenli geçisin bir olumsuz sonucu vardi, o da gemilerin beklemelerine neden olmasiydi. Gemilerin beklemesinin hosnutsuzluk yarattigi bu süreçte Türkiye yeniden Uluslararasi Denizcilik Örgütü platformunda tartismalarin içerisinde buldu kendisini. Ayrica Tüzüge muhalefet edenlerin tek nedeni de gemi beklemeleri degildi: Rusya, Yunanistan, Bulgaristan ve Güney Kibris’in basini çektigi ülkeler grubu, Türkiye’nin Türk Bogazlarindan geçen gemi trafigine güvenligi saglamak için de olsa bir takim kisitlamalar getirmesi kavramina pek alismak istemiyorlardi. Bu asamada Türkiye, “Türk Bogazlarini kullanan bütün taraflarla ve ilgili kurum ve kuruluslarla Türk Bogazlarinda deniz güvenliginin arttirilmasi ve deniz çevresinin korunmasi çerçevesinde isbirligine açik oldugunu[2]” bildirdi. Türkiye, 1997 Yilindan itibaren Uluslararasi Denizcilik Örgütünde baslayan tartismalarda Türk Bogazlarindan geçen gemi trafiginin olusturdugu riskler ve bu riskleri karsilamak için alinan önlemlerin ve konulan kurallarin hakliligini anlatmak için çalisti. Dernegimiz de teknik anlamda bu çalismalara katildi. Türkiye’nin aldigi önlemlere Uluslararasi Denizcilik Örgütü’nde muhalefet eden ülkeler, su argümanlari kullaniyorlardi: YUNANISTAN: Istanbul Bogazi, Çanakkale Bogazi ve Marmara Denizinde seyrin 1936 Montrö Konvansiyonu ile düzenlendigini ve bu Konvansiyonun temel prensibinin de “kisitlanma olmadan geçis serbestisi” oldugunu belirtiyordu. Yunanistan’a göre “her ne olursa olsun” “Ulusal bazda yapilan girisimlerin” Montrö Konvansiyonu’nun bu temel ilkelerine uyumlu olmasi gerekmekteydi.[3] RUSYA: Türk Bogazlar Tüzügü’nün 24,29, 30, ve 52. Maddelerine itiraz ediyordu ve Türkiye’nin geçis yapan büyük gemilerin “izin almalari” kuralini getirmesinin “Türkiye’nin geçis iznini vermeyebilme hakkini içerdigini” öne sürüyordu. Ayrica Rusya, Türkiye’nin büyük gemilerin geçisi için trafigi tek yönlü olarak geçise kapatmasina da itiraz etmekteydi.[4] BULGARISTAN: Trafik Ayirim Seritlerinin kaldirilmasini bunun yerine Çatismayi Önleme Tüzügünün 9. Kuralinin uygulanmasini öneriyordu.[5] Bu tartismalar Uluslararasi Denizcilik Örgütü Deniz Güvenligi Komitesi’nin 1999 Yilinin Mayis ayinda yapilan 71. Dönem Toplantilarina kadar devam etti. Bu toplantilarda Türk Bogazlari ile ilgili olusturulan çalisma grubu, uzun tartismalar sonucunda olusturdugu raporunda su sonuçlara vardi[6]: Büyük gemilerin Istanbul ve Çanakkale Bogazlari’nin dar ve keskin dönüsü olan yerlerinde karsilasmalarini engelleyebilmek için bu gemilerin geçisleri esnasinda trafigin tek yönlü olarak düzenlenmesi geregi vardir. Halen kilavuz kaptan almadan geçen gemilerin geçislerinde kilavuz kaptan almalari için daha fazla tesvik edilmelidirler, Halen gemi rapor sistemine (TUBRAP) katilmayan gemilerin bu sisteme katilmalarini saglamak için daha kuvvetle tesvik edilmeleri gerekmektedir. Türkiye, Istanbul Bogazi, Marmara Denizi ve Çanakkale Bogazi için planladigi VTS sistemini mümkün olan en kisa zamanda kurmasi için çabalarini sürdürmeye tesvik edilmelidir. Bu rapor, Uluslararasi Denizcilik Örgütünde Türk Bogazlari ile ilgili olarak devam eden tartismalari sonuçlandirdi. Bugün, Türk Bogazlarinda yürürlükte olan “Türk Bogazlari Deniz Trafik Düzeni Tüzügü” gemilerin güvenli geçisini saglamaya yönelik olarak basariyla uygulanmaktadir. Bugün artik Montrö Konvansiyonu ile ugraksiz gemi geçislerine taninan hakkin “Serbest Geçis” degil, “Geçis Serbestisi” oldugu gerçegi kabul edilmistir. Bu “Geçis Serbestisi” hakkinin kosulunun da “Güvenlikle ilgili konulmus kurallara uyarak zararsiz bir geçis yapilmasi” oldugu ve bunun 1936 Montrö Konvansiyonu ile de çelisik olmadigi kabul edilmektedir. Ancak, alinan önlemlere ve uygulanmakta olan güvenlik kurallarina ragmen gelinen noktada Türk Bogazlarindan geçen trafigin olusturdugu risk tolere edilebilir boyutlara getirilebilmis sayilamaz. Günden güne artan tanker trafigi, hem fiziksel olarak Türk Bogazlari bölgesini ve çevresini tehdit etmektedir, hem de potansiyel olarak Karadeniz ülkelerinin dis denizlere tek çikis yolunun sikismasi ve bir kaza durumunda trafige tamamen kapanmasi riskini tasimaktadir. 1999 yilinda Türk Bogazlari yoluyla tasinan 83 Milyon ton petrol ve türevi madde alarm verici bir artisi ve “açik ve yakin bir tehlikeyi”[7] isaret etmektedir. Burada Türk Bogazlarinda kazalar konusunda bir parantez açmak ve Türk Bogazlarinda kazalarin nedenlerine kisaca deginmek istiyorum. Kaza nedenleri su sekilde siralanabilir: Gemilerin kilavuz kaptan almadan seyri oldukça zor olan bu suyolundan geçmeye çalismalari. Gemilerin eksik ya da arizali donanimla Bogazlardan geçmeye çalismalari ve bunun sonucunda meydana gelen arizalar. Bir baska deyisle geçen gemilerin teknik yetersizlikleri. Sahilden gemilere saglanan bilgi akisindaki yanlislik veya eksiklikler. Doga kosullarindaki beklenmedik degisimler: Akinti, rüzgar, dolu, tipi, sis gibi. Dernegimizin 10 yil boyunca meydana gelen kazalari incelemesi sonucu ortaya çikan gerçek, kaza yapan gemilerin %85 inde kilavuz kaptan bulunmadigidir. Bir diger deyisle, kazalar %85 oraninda kilavuz kaptan almayan gemilerce yapilmaktadir. Kaza nedenlerine kisaca bu sekilde degindikten sonra, Türk Bogazlarinda kazalari önlemeye yönelik yapilmasi gereken çalismalara da siralarsak; Kilavuz Kaptan alan gemi orani artacagi yerde, azalmaktadir. Artan petrol tasimaciligi ve giderek daha az sayida kilavuz kaptan alan gemi bir araya geldiginde ortaya çikan tablo için iyimser düsünebilmek, Uluslararasi Denizcilik Örgütünün “Geçis yapan bütün gemilere kilavuz kaptan almalarini siddetle tavsiye ettigi” bir su yolu için olanakli degildir. Bu nedenle bütün ilgili kuruluslarin “kilavuz kaptan alma” konusunda daha duyarli davranmalari gerekmektedir. Türk Bogazlarinda Gemi Trafik Yönetimi Bilgi Hizmetleri (VTMIS) kurulmasi çalismalari artik daha fazla zaman kaybedilmeden tamamlanmalidir. Kurulduktan sonra VTMIS sisteminin etkin çalisabilmesi için kilavuz kaptanlarin bilgi ve deneyimlerinden buralarda faydalanilmasi kanimizca yararli olacaktir. Bir diger kaza nedeni olan “gemilerin teknik yetersizlikleri” konusunda Liman Devleti Kontrolü de dahil, teknik bakimdan Türk Bogazlarindan geçmek isteyen gemilerin uygunlugunu kontrol edebilme yöntemleri belirlenmeli ve uygulanmalidir. Yasli ve ariza yapma riski yüksek gemiler veya genel anlamiyla “standart alti gemiler” Avrupa Birligi ülkelerinden özellikle son dönemde dislanmaktadir. Yakin gelecekte bu tip gemiler Avrupa Birligi üyesi ülkelere hiç giremeyeceklerdir. Bu tasimaciligin Balkan ve Karadeniz ülkelerine kaymasi tehlikesi bulunmaktadir. Bu nedenle Balkan ülkeleri ve Karadeniz ülkeleri kendi aralarinda isbirligi yaparak “standart alti gemilerle yapilan deniz tasimaciligi” na karsi ortak bir anlayisi gelistirmelidirler. Orta vadeli bir önlem olarak ise, petrol tasimaciliginin Bogazlar rotasi disindaki dolayisiyla deniz yolu disindaki alternatifleri düsünülmelidir ve petrol tasimaciligi daha çok bu alternatif güzergahlara kaydirilmalidir. Karadeniz ülkelerinin ekonomik gelisiminin Bogazlar yoluyla yapilmak durumunda olan deniz tasimaciligina bagimli oldugu unutulmamalidir[8]. Türk Bogazlari petrol tasimaciliginin degil, bölge ülkelerinin ihtiyaci olan diger deniz ticareti tasimaciliginin geçis yolu olmalidir. Türk Bogazlarini ve Karadeniz’ i tehdit eden bir diger tehlike daha vardir ki o da deniz kirliligidir. Karadeniz’e ulasan nehirler araciligiyla tasinan yogun kirlilik, Karadeniz’de yasami durma noktasina getirmistir.vvv Özellikle Balkanlardan getirdigi kirli ve hatta zehirli sularla Tuna Nehri, bu kirliligin en önemli etkeni halini almistir. Tuna Nehri yoluyla kursun, civa, kadmiyum gibi agir metaller Karadeniz’e ulasmakta ve bu metaller besin zinciri üzerinde logaritmik olarak birikerek özellikle dipten beslenen baliklarin ve kabuklu deniz hayvanlarinin tüketilmesiyle insan sagligini tehdit etmektedir. Karadeniz’in kirliligi Bogazlar yoluyla Marmara’yi ve turizm ve balikçilik açisindan çok önemli olan Ege ve Akdeniz’i de tehdit etmektedir. Tuna Nehrindeki kirlilik Balkanlarin büyük bir sorunudur. Bildigimiz kadariyla bu sorunun çözülmesi için Balkan ülkeleri yeterince kaynak ayiramamaktadirlar. Balkan ülkelerinin Tuna Nehri’nden kaynaklanan kirliligi isbirligi yaparak ve uluslararasi isbirligi olanaklarini da aramayi sürdürerek ortadan kaldirmalarini bekliyoruz. Son olarak “Güvenli Gemiler, Temiz Denizler” hedefimizin gerçeklesmesini diliyor, saygilar sunuyorum. Kapt. Cahit ISTIKBAL Kilavuz Kaptan, Türk Kilavuz Kaptanlar Dernegi Yön. Kurulu Üyesi kaynak
  17. geç oldu ama herkese tşk ederim... sizler bitanesiniz.... kimse yazmiyor diyee ani defterime bakmiyordumm yeni farkkettimm... özür dilerim yaa demekkii benide düşünenler var... hepinizi seviyorummmm
  18. TSK`NİN GURURU BORDO BERELİLER Bordo berelilerin görevi özel harekat ve savunmadır.Yıllarca PKK dahil bir çok yasadışı örgüte kan kusturmuşlardır.Farklı aralıklarla yapılan dünya özel kuvvetler taarruz,savunma yarışmalarında 2 defa dışında hep birincilikle dönmektedirler.ne amon`u ne delta force`u bordo berelilerin önünde ayakta kalamadı.Almanya, Fransa dahil bir çok Avrupa ülkesi özel kuvvet eğitimi aldırmak için sıradalar.Ama bordo berelilere verilen eğitimin %30` u o ülkelere gösteriliyor. Özel operasyonlarda sessizlik ve hız en önemli değerdir. K. Lock dedikleri kilitleri delta force dahil diğer ülkeler 10,13 saniye arası açarken bordo bereliler maksimum 7 saniyede açıyorlar. 200 metrede hala nokta atışı yapabiliyorlar. (bu arada lafa atılıp bordo berelilerin eğitimini sordum.Verdiği cevap kafamı karıştırdı.) ordudaki çoğu askerin hayalidir bordo bereli olmak.ama bu iş her babayiğidin altından kalkabileceği bir iş değildir.Sen hanımını, çocuğunu, ananı babanı yok sayabilir misin ? (bu laf üzerine sordum nasıl yani komutanım diye) bak oğlum bordo bereli bildiğiniz askerlere benzemez..O askerlerin eğitiminde duygusallık diye bir şey yoktur.Ben onların komutanı olsam ve vurun beni desem 2 `ci bir emir beklemez.vururlar. Eğitimlerinde bir insanın başarabileceği noktanın üstündeki işler için eğitim alırlar.kısacası en ağır şartlar onlar içindir.İşte bordo bereliler bundan dolayı bir numaradır. K.Iraktaki önemli operasyon ve çatışmalarda komando ve piyade birlikleri pkk lılarla çatışırken bordo berelileri her zaman çatışmanın arasına atarlar.Ve belki 3 saattir süren bir çatışma 20 dakikaya son bulur. PKK lılara bir soru sorarız yakaladığımız zaman: `Türk askerinin geldiğini nasıl anlarsın`? Şarjörünü üstümüze boşaltarak `Komandonun geldiğini nasıl anlarsın`? Yarım şarjörü üstümüze boşalttığı zaman `Peki bordo berelinin geldiğini nasıl anlarsın`? Yazı alıntıdır... Son zamanlarda Ordumuz hakkında bazı soysuz ve la bil şeref sahipleri ileri geri konuşmakta…Umarız bu kısa notlar kulaklarına küpe değil, delik olur… Her ne olursa olsun; Ordumuzun gücüne İmanımız ile güveniyoruz. Çünkü kanımız ve suyumuz sağlam yerden gelmekte… Hüseyin Aktaş Temeli BİSMİLLAH ile atılmış bir milletiz…. alintidir.... ALLAH ZEVAL VERMESİN YİĞİTLERİMİZE....Tekerlerinee taş değmesin..
  19. BU GÜCÜ KÜÇÜMSEMESİN HİÇ BİR DEVLET , BURASİ TÜRKİYE
  20. TÜRK YILDIZLARI Türk Yıldızları Türk Hava Kuvvetleri bünyesindeki yedinci ve son Türk akrotimlerine verilen addır. Dünya'nın sayılı süpersonik akrotimlerimlerinden biri olan Türk Yıldızları, tüm akrotimler arasında bir defada 1.000.000 kişi üzerindeki bir topluluğa gösteri yapmış tek akrotimdir.Dünyanın en iyi takımlarından biridir. Hv.K.K. Hv.Org. Halis Burhan'ın 11 Eylül 1992 tarihli direktifleri gereğince Ocak 1993’te Konya 3. Ana Jet Üs 132. Silah Taktikler ve Standardize Filo Komutanlığı bünyesinde NF-5 uçaklarının kullanıldığı Türk Yıldızları kurulmuştur. 1993 yılı Hava Kuvvetleri Komutanlığı Atış Yarışmaları'nın kapanış günü olan 18 Haziran 1993 tarihinde Ankara Akıncı 4. Ana Jet Üs Komutanlığı'nda TÜRK YILDIZLARI akrotimi devlet büyükleri ve diğer konuklara dörtlü olarak ilk resmi gösterisini yapmıştır. Bu gösteri ardından filo staüsü kazanan Türk Yıldızları dünyanın en genç süpersonik akrobasi takımı olarak kendinden söz ettirmeyi başarmıştır. Ağustos 1993'te Eskişehir 1. Hava İkmal Bakım Merkez Komutanlığı'nca uçak tadilat/boya faaliyetleri başlatılmıştır. Bu süreçte beşli ve altılı kol uçuşu eğitimlerine de başlanmıştır. Türk Yıldızları akrotimine tahsis edilen 9 adet NF-5 ve 1 adet NF-5 B uçağında yapılan tadilat ve değişiklikler Temmuz 1994'te bitirilerek birliğine teslim edilmiştir. 5 Ekim 1994 tarihinde Diyarbakır 8. Ana Jet Üs Komutanlığı F-16 Aktivasyon törenleri ile Ankara'da 29 Ekim 1994'teki Cumhuriyet Bayramı törenlerinde gösteri uçuşu yaparak kamuoyuna tanıtılmıştır. Türk Yıldızları Eskişehir'de icra edilen Distant Thunder-95 tatbikatının 20 Nisan 1995 tarihindeki gözlemci gününde yerli ve yabancı konuklara ilk yedili gösterisini yapmıştır. 2003-2004 Eğitim ve Öğretim yılında gösterinin etkinliğini arttırmak maksadı ile gösteri paketini 8'li kola çıkarmak için çalışmalara başlanmıştır. 2004 sezonundan beri 8'li kolda gösteriler devam etmektedir.
  21. Türk Hava Kuvvetleri dünyanın sayılı hava kuvvetlerinden biri Hava Harp Okulunda 2007-2008 eğitim-öğretim yılı törenle başladı. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aydoğan Babaoğlu, törende yaptığı konuşmada, günümüz ve gelecek harekat ortamında başarının anahtarlarından birinin de tehditler üzerinde devamlı nitelikte bir baskı oluşturabilmek olduğunu kaydetti. Orgeneral Babaoğlu, "En son teknoloji ürünü silah, teçhizat, malzemeyi kullanan Hava Kuvvetlerimiz, iyi eğitilmiş, kendisini bu mesleğe adamış, üstün nitelikli insan gücüyle dünyanın sayılı hava kuvvetlerinden biri haline gelmiştir" dedi. Bu kapsamda hava gücünün doğasından gelen sürat ve menzil yeteneğinin, çok uzak menzildeki hedeflere tekrar tekrar tesir etme imkanı sağladığını vurgulayan Orgeneral Babaoğlu, başta muharip unsurlar olmak üzere, Hava Kuvvetleri'nin tüm birimlerinde sürekli bir eğitim faaliyeti olduğunu vurguladı. Bu okuldan mezun olduğu tarihten beri çok şeyin değiştiğini ifade eden Babaoğlu, şunları kaydetti: "Hatta bu kartal yuvasının komutanlığından ayrıldığım 1999 yılından bu yana dünya üzerinde Hava Kuvvetleri'nin harekata bakışını değiştirebilecek pek çok olay gerçekleşti. İşte dünya üzerindeki bu değişimi asırlık Hava Kuvvetleri birikimi ile yoğurarak eğitim ve hareket etkinliğini, maliyetleri de dikkate alacak şekilde artıran sonuçlar çıkarabilen dinamik ve entegre bir eğitim sistemi kurmak ana hedefimiz olmalıdır. Değişim ve dönüşüm, bu sistemin organize yapısında bulunmalı ve bu organizmanın hayat damarları olan kurumsal kültür ve iç dinamiklerle uyum içerisinde geçmişin birikimleri ve günümüzün gerçekleri ile beraber gelecek şekillendirilmelidir." Orgeneral Babaoğlu, Türk Hava Kuvvetlerinin, bugün milletin kısıtlı kaynaklarına rağmen kendisine sağladığı büyük destekle dosta güven, düşmana korku veren bir kuvvet yapısına ulaştığını belirterek, "En son teknoloji ürünü silah, teçhizat, malzemeyi kullanan Hava Kuvvetlerimiz, iyi eğitilmiş, kendisini bu mesleğe adamış, üstün nitelikli insan gücüyle dünyanın sayılı hava kuvvetlerinden biri haline gelmiştir" diye konuştu.
  22. F-16 Savaşan Şahin (İngilizce: Fighting Falcon), ABD yapımı, çok maksatlı, tek motorlu savaş uçağı. Batı kökenli 2. Dünya Savaşı sonrası uçaklar içinde en çok üretileni F-16'lardır. Şu ana kadar yaklaşık olarak 4.200 adet üretilmiştir.[kaynak belirtilmeli] Bugün dünyada 24 ordu tarafından kullanılmaktadır.[3] F-16'lar günümüzde Amerikan Ordusu için değil, sadece ihracat için üretilmektedir. F-16 General Dynamics tarafından tasarlanıp üretilmiş, daha sonra şirketin havacılık bölümünün Lockheed şirketine satılması sonucunda üretimi Lockheed firmasına geçmiştir. Bu firma daha sonra başka bir birleşme sonucu Lockheed-Martin ismini almıştır. Türkiye'de üretimi ise TAI tarafından üstlenilmiştir. ONLAR VARKEN YATAGİMDA RAHAT UYUYABİLİYORUMM..ALLAH HEPSİNİN YOLUNU HEP AÇİK ETSİN ALLAH , HER OPRESAYYONDA SAĞ SALİM BU SAVAŞAN SAHİNLARİMİZİ DÖNMEYİ NASİP ETSİN....
  23. ............................TÜRKİYE'DEKİ SON DEPREMLER............................ ...................ULUSAL DEPREM İZLEME MERKEZİ HIZLI ÇÖZÜMLERİ................... ..(BU ÇÖZÜMLER YAPAY SARSINTILARI DA İÇERMEKTEDİR) Son 200 deprem listelenmiştir.. Büyüklük Tarih Saat Enlem(N) Boylam(E) Derinlik(km) MD ML MS Yer ---------- -------- -------- ------- ---------- ------------ ----------- 2007.12.28 07:19:32 37.0365 29.3222 17.7 2.8 -.- -.- ÇAMELİ (DENİZLİ) 2007.12.28 07:11:58 39.3868 33.1510 6.0 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.28 06:13:00 39.4317 33.1108 8.0 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.28 06:09:06 39.3820 33.1627 6.9 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.28 05:42:02 37.1115 29.0120 5.0 2.9 -.- -.- BEYAĞAÇ (DENİZLİ) 2007.12.28 04:08:39 39.4330 33.1812 5.0 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.28 03:02:15 39.6693 27.8017 10.1 2.7 -.- -.- BALIKESİR 2007.12.28 02:48:28 39.6405 27.7545 12.7 2.7 -.- -.- ERTUĞRUL- (BALIKESİR) 2007.12.28 02:44:58 39.3940 33.1868 8.9 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.28 01:52:09 40.7347 29.1593 10.0 2.6 -.- -.- YALOVA AÇIKLARI (MARMARA DENİZİ) 2007.12.28 01:30:14 39.4013 33.1212 8.8 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.28 01:28:52 39.4038 33.1157 5.9 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.28 00:37:27 39.2138 33.2155 5.0 2.8 -.- -.- KULU (KONYA) 2007.12.28 00:27:27 37.0367 29.2218 5.0 2.8 -.- -.- ÇAMELİ (DENİZLİ) 2007.12.27 23:43:55 36.9458 29.3283 5.3 3.1 -.- -.- ÇAMELİ (DENİZLİ) 2007.12.27 22:56:51 39.3938 33.1628 5.0 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 22:50:14 39.3587 33.2105 12.3 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 22:38:14 39.4127 33.0748 3.8 3.5 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 22:20:19 39.4168 33.1795 5.4 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 20:52:09 39.4205 33.1172 3.8 3.4 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 19:56:12 39.3965 33.0965 5.0 -.- 4.0 -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 19:41:32 39.9393 40.1258 17.1 3.0 -.- -.- OTLUKBELİ (ERZİNCAN) 2007.12.27 19:29:06 37.1720 28.9707 5.0 3.0 -.- -.- BEYAĞAÇ (DENİZLİ) 2007.12.27 19:28:14 37.1053 29.1335 8.3 2.9 -.- -.- ÇAMELİ (DENİZLİ) 2007.12.27 18:47:22 37.8845 35.1332 5.0 3.3 -.- -.- ÇAMARDI (NİĞDE) 2007.12.27 18:31:54 39.3913 33.1345 2.8 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 17:14:49 39.5800 32.9803 5.4 2.8 -.- -.- KARAALİ-BALA (ANKARA) 2007.12.27 16:08:32 39.5447 33.0183 5.4 2.7 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 15:55:18 39.4083 32.9003 8.7 2.7 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 15:47:58 39.4602 33.0275 7.2 -.- 4.8 -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 15:16:21 39.3333 33.0795 5.0 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 14:50:33 37.2732 37.4617 17.5 2.8 -.- -.- YAVUZELİ (GAZİANTEP) 2007.12.27 14:44:18 39.4267 33.0738 10.5 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 14:26:48 39.4248 33.0352 6.0 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 13:16:36 39.3955 33.0802 5.3 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 12:12:08 39.4132 33.0583 8.6 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 12:10:54 39.4455 33.0762 25.8 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 12:02:01 39.3892 33.0870 12.3 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 11:59:33 38.2877 39.3365 5.1 -.- 3.1 -.- ÇÜNGÜŞ (DİYARBAKIR) 2007.12.27 11:50:51 39.3595 33.0687 13.4 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 11:48:36 39.3733 33.1320 4.8 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 11:47:26 40.9887 39.3995 12.5 2.7 -.- -.- ÇARŞIBAŞI (TRABZON) 2007.12.27 11:39:39 39.4010 33.1763 9.5 2.7 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 09:47:01 39.5218 32.9800 5.7 -.- 4.2 -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 09:36:59 39.3498 33.1452 5.0 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 09:29:09 39.4353 33.1468 5.0 2.6 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 08:35:12 39.3297 33.0737 16.5 2.6 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 08:30:18 39.4077 33.1222 5.0 3.4 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 08:23:03 39.3970 33.1668 5.0 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 07:47:17 39.3958 33.0528 6.5 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 07:28:30 39.4277 33.1193 2.8 2.7 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 07:15:03 39.4320 33.0642 4.8 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 06:32:55 39.2823 33.2378 21.4 2.9 -.- -.- KULU (KONYA) 2007.12.27 06:05:58 39.4052 33.1113 5.5 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 06:03:32 39.3933 33.1240 4.0 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 05:56:05 39.4485 33.0482 15.1 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 05:37:03 39.3952 33.0923 5.4 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 05:29:17 39.4390 33.0828 2.1 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 05:19:26 39.4177 33.1295 11.5 2.7 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 05:11:25 39.3942 33.1367 9.1 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 05:03:01 37.3015 28.6073 6.0 2.8 -.- -.- GÖKTEPE- (MUĞLA) 2007.12.27 04:57:51 39.3573 33.1653 8.6 2.7 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 04:46:00 39.4325 33.1522 7.8 2.7 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 04:37:34 38.5768 39.5302 5.8 3.2 -.- -.- İÇME- (ELAZIĞ) 2007.12.27 04:30:58 39.3793 33.0773 4.4 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 04:28:03 39.3790 33.0840 3.4 2.7 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 04:24:10 39.4163 33.1297 5.2 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 04:15:38 39.4588 33.1485 17.4 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 04:13:40 39.6260 33.1262 5.3 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 04:04:32 39.3862 33.1025 6.7 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 03:54:02 39.4113 33.0970 8.4 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 03:49:58 39.3843 33.1172 17.1 2.7 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 03:43:14 39.3828 33.2598 27.7 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 03:35:23 39.4253 33.0310 5.3 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 03:23:50 39.4077 33.1270 9.0 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 03:14:56 39.4107 33.1308 14.6 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 03:11:48 39.4195 33.0402 7.9 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 02:52:42 39.4257 33.1190 6.7 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 02:47:30 39.4238 33.1213 17.5 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 02:43:49 39.3968 33.1355 8.6 3.3 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 02:43:04 39.3972 33.1608 4.0 2.7 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 02:37:42 39.4057 33.1293 9.1 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 02:17:33 39.3967 33.0840 9.4 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 02:15:45 39.4310 33.0730 3.2 3.3 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 02:14:34 39.4405 33.0817 2.5 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 02:11:31 39.4442 33.1385 9.2 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 02:06:50 39.4542 33.0748 2.2 3.5 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 02:02:55 39.4267 33.0820 5.9 3.4 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 02:00:48 39.3567 33.0768 2.1 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 01:59:41 39.3375 33.1538 9.4 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 01:55:33 39.3810 33.0460 7.6 3.6 3.7 -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 01:47:08 39.4168 33.0902 5.0 -.- 5.5 -.- BALA (ANKARA) 2007.12.27 00:26:40 39.4595 33.1592 7.3 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.26 23:20:17 37.1900 36.9665 8.8 2.8 -.- -.- SAKÇAGÖZ-NURDAĞI (GAZİANTEP) 2007.12.26 22:48:06 37.1722 36.9857 3.6 3.1 -.- -.- SAKÇAGÖZ-NURDAĞI (GAZİANTEP) 2007.12.26 22:41:40 37.1542 36.9815 7.1 -.- 3.6 -.- SAKÇAGÖZ-NURDAĞI (GAZİANTEP) 2007.12.26 20:59:32 39.5760 33.1405 5.5 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.26 19:30:42 38.5313 39.3538 7.7 2.7 -.- -.- MOLLAKENDİ- (ELAZIĞ) 2007.12.26 19:18:10 38.2697 37.1483 5.4 2.6 -.- -.- ELBİSTAN (KAHRAMANMARAŞ) 2007.12.26 19:14:30 38.4317 39.0995 3.3 2.8 -.- -.- GÖZELİ-SİVRİCE (ELAZIĞ) 2007.12.26 19:05:26 37.5342 35.6862 5.0 2.7 -.- -.- KOZAN (ADANA) 2007.12.26 18:58:32 38.5543 29.1407 3.4 2.9 -.- -.- GÜRE- (UŞAK) 2007.12.26 18:57:41 38.0360 30.1547 7.7 2.8 -.- -.- DİNAR (AFYON) 2007.12.26 17:59:07 38.4335 39.0957 7.5 3.0 -.- -.- GÖZELİ-SİVRİCE (ELAZIĞ) 2007.12.26 17:36:36 37.2405 28.1987 10.5 2.7 -.- -.- YATAĞAN (MUĞLA) 2007.12.26 15:33:58 39.3582 33.1633 9.2 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.26 15:19:16 39.0215 37.4620 13.2 3.3 -.- -.- ALACAHAN-KANGAL (SİVAS) 2007.12.26 15:06:29 38.8335 32.9818 7.4 3.2 -.- -.- YENİCEOBA-CİHANBEYLİ (KONYA) 2007.12.26 14:22:18 38.6420 29.1448 19.3 3.2 -.- -.- GÜRE- (UŞAK) 2007.12.26 13:43:04 39.4280 33.1008 5.4 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.26 13:41:45 37.2572 37.0907 24.7 3.2 -.- -.- NARLI-PAZARCIK (KAHRAMANMARAŞ) 2007.12.26 11:03:13 39.3872 33.1330 9.3 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.26 10:04:13 38.3852 39.0433 2.8 2.9 -.- -.- GÖZELİ-SİVRİCE (ELAZIĞ) 2007.12.26 06:22:04 39.3628 33.2002 5.0 3.4 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.26 05:26:10 39.6020 33.0818 5.4 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.26 05:21:43 39.4653 33.1427 5.7 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.26 05:19:13 39.3963 33.1027 7.7 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.26 05:16:40 39.4032 33.1097 5.5 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.26 04:23:46 36.8957 29.1313 16.7 2.6 -.- -.- YEŞİLÜZÜMLÜ-FETHİYE (MUĞLA) 2007.12.26 02:06:48 39.3818 33.1050 16.8 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.26 01:19:42 37.1697 35.9858 16.4 2.7 -.- -.- KÖSRELİ-CEYHAN (ADANA) 2007.12.26 00:51:03 40.1025 40.4672 24.4 3.0 -.- -.- MADEN- (BAYBURT) 2007.12.26 00:21:26 39.5313 33.1538 8.2 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.25 23:15:54 38.9770 33.3322 6.4 2.8 -.- -.- ŞEREFLİ KOÇHİSAR (ANKARA) 2007.12.25 17:24:20 37.2652 28.2397 3.9 2.8 -.- -.- MUĞLA 2007.12.25 17:19:37 37.3070 28.2775 5.7 2.7 -.- -.- MUĞLA 2007.12.25 16:28:53 38.4158 39.0715 5.0 3.5 -.- -.- GÖZELİ-SİVRİCE (ELAZIĞ) 2007.12.25 16:25:07 39.4005 33.1543 2.6 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.25 16:01:33 39.3550 33.2253 9.2 -.- 2.8 -.- BALA (ANKARA) 2007.12.25 15:58:05 36.9802 29.1858 9.8 3.1 -.- -.- ÇAMELİ (DENİZLİ) 2007.12.25 15:41:55 36.9275 29.2285 9.9 3.0 -.- -.- ÇAMELİ (DENİZLİ) 2007.12.25 14:11:44 38.8610 27.0603 20.0 3.1 -.- -.- CANDARLI KÖRFEZİ (EGE DENİZİ) 2007.12.25 12:41:04 36.4433 28.5543 14.1 2.8 -.- -.- AKDENİZ 2007.12.25 07:23:01 39.4575 33.1208 5.0 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.25 07:08:44 39.2535 33.2340 4.5 3.0 -.- -.- KULU (KONYA) 2007.12.25 03:26:32 39.3887 33.0862 6.4 3.3 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.25 02:57:24 39.6053 27.9705 5.0 2.6 -.- -.- BALIKESİR 2007.12.25 02:19:34 37.5480 35.7242 8.1 2.7 -.- -.- KOZAN (ADANA) 2007.12.25 01:39:10 39.1322 41.7098 5.0 3.1 -.- -.- KARAKÖY-VARTO (MUŞ) 2007.12.25 01:21:11 39.6600 42.9017 7.2 3.1 -.- -.- HAMUR (AĞRI) 2007.12.25 00:07:14 39.3788 33.1837 6.2 3.3 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 22:15:37 38.0137 42.9640 5.0 -.- 3.5 -.- ÇATAK (VAN) 2007.12.24 21:55:47 39.4007 33.1805 2.8 3.3 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 21:33:41 40.7587 27.2480 6.4 2.8 -.- -.- MÜREFTE-ŞARKÖY (TEKİRDAĞ) 2007.12.24 20:17:06 39.4350 33.1197 5.0 3.5 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 20:09:41 40.7960 30.7138 7.6 2.6 -.- -.- HENDEK (SAKARYA) 2007.12.24 17:47:06 38.7743 39.0280 2.0 2.7 -.- -.- HIDIRBABA- (ELAZIĞ) 2007.12.24 17:37:05 40.3225 27.7577 6.4 2.5 -.- -.- ERDEK KÖRFEZİ (MARMARA DENİZİ) 2007.12.24 16:49:17 38.3503 41.7425 24.4 2.9 -.- -.- MEYDAN-MUTKİ (BİTLİS) 2007.12.24 16:20:50 37.2675 28.1995 5.0 2.7 -.- -.- YATAĞAN (MUĞLA) 2007.12.24 16:01:11 39.3750 33.1572 4.4 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 14:21:18 39.3993 33.1017 6.3 -.- 3.0 -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 13:14:16 37.5418 35.7265 4.1 3.8 3.8 -.- KOZAN (ADANA) 2007.12.24 12:09:53 39.3700 33.1883 9.6 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 09:57:42 40.7092 32.9772 7.3 3.0 -.- -.- ORTA (ÇANKIRI) 2007.12.24 09:34:34 39.3870 33.1242 5.0 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 07:58:27 38.7555 27.0933 12.8 2.7 -.- -.- ALİAĞA (İZMİR) 2007.12.24 07:20:22 39.3875 33.1613 5.0 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 07:08:15 39.4605 33.1452 9.5 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 05:10:17 39.4222 33.1040 5.0 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 04:59:56 37.5228 35.7320 9.7 2.8 -.- -.- KOZAN (ADANA) 2007.12.24 04:09:57 37.5092 36.3015 6.8 3.5 -.- -.- ANDIRIN (KAHRAMANMARAŞ) 2007.12.24 03:25:59 39.3835 33.1347 5.0 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 02:53:57 39.4122 33.0885 5.0 3.3 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 02:11:25 37.4822 35.6805 5.0 3.1 -.- -.- KOZAN (ADANA) 2007.12.24 02:08:17 39.3457 33.1808 8.3 2.8 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 01:55:08 37.5060 35.7382 5.0 -.- 4.1 -.- KOZAN (ADANA) 2007.12.24 01:52:34 37.5442 35.7032 3.1 3.2 -.- -.- KOZAN (ADANA) 2007.12.24 01:17:28 39.2092 32.8963 6.8 3.0 -.- -.- YENİCE-HAYMANA (ANKARA) 2007.12.24 00:08:41 39.4298 33.1680 5.4 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.24 00:06:12 39.4107 33.1063 5.0 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.23 23:56:48 37.0260 29.2323 6.7 3.4 -.- -.- ÇAMELİ (DENİZLİ) 2007.12.23 22:42:02 39.2790 33.2392 15.4 3.0 -.- -.- KULU (KONYA) 2007.12.23 19:44:06 37.0252 32.4065 3.1 3.6 -.- -.- HADIM (KONYA) 2007.12.23 19:17:02 39.4467 33.1213 2.6 3.0 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.23 12:30:14 39.3663 33.1538 5.4 3.1 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.23 11:46:41 40.6268 29.1262 9.5 3.0 -.- -.- ÇINARCIK (YALOVA) 2007.12.23 11:23:41 37.6273 36.1503 5.0 3.2 -.- -.- ANDIRIN (KAHRAMANMARAŞ) 2007.12.23 08:56:06 39.3988 33.0808 5.0 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.23 07:57:51 39.8837 27.7343 9.0 3.1 -.- -.- ILICA-BALYA (BALIKESİR) 2007.12.23 07:15:02 39.3682 38.3058 5.0 3.1 -.- -.- GEDİKBAŞI-DİVRİĞİ (SİVAS) 2007.12.23 07:04:55 38.8635 30.0490 5.0 3.0 -.- -.- DUMLUPINAR (KÜTAHYA) 2007.12.23 07:02:22 39.3838 33.1110 9.4 3.6 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.23 04:04:30 39.3318 33.1848 5.0 3.3 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.23 04:03:31 40.5628 36.5462 5.0 3.2 -.- -.- KOZLU-ERBAA (TOKAT) 2007.12.23 03:46:46 37.5190 35.7323 9.8 2.7 -.- -.- KOZAN (ADANA) 2007.12.23 03:29:48 37.4808 38.8610 10.0 2.8 -.- -.- OVACIK-HİLVAN (ŞANLIURFA) 2007.12.23 01:03:50 39.4320 33.1200 5.0 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.23 00:04:34 37.9185 30.9288 5.0 3.5 -.- -.- EĞİRDİR (ISPARTA) 2007.12.22 21:46:33 39.3242 33.1695 5.0 3.5 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.22 21:31:55 39.3277 33.2073 5.0 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.22 20:47:54 39.3437 33.1490 5.0 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.22 20:40:07 39.3822 33.1337 5.4 2.9 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.22 19:48:38 39.6102 41.2470 11.5 3.0 -.- -.- GÖKOĞLAN-TEKMAN (ERZURUM) 2007.12.22 19:47:36 38.4520 39.0612 2.2 2.9 -.- -.- GÖZELİ-SİVRİCE (ELAZIĞ) 2007.12.22 19:35:41 39.4047 33.1045 5.0 3.4 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.22 18:44:19 39.3958 33.1327 5.0 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.22 18:32:48 38.7785 32.9912 5.3 3.3 -.- -.- CİHANBEYLİ (KONYA) 2007.12.22 17:59:38 39.3632 33.1718 5.7 3.5 -.- -.- BALA (ANKARA) 2007.12.22 16:54:49 39.4370 33.0707 12.6 3.2 -.- -.- BALA (ANKARA)
  24. sabretseydin canım sendee alla alla yaparken bizemi sordun ..
  25. aaaaaa ilk defa gördüm bu yaziyiiii ana ben niye hiç farketmedimmm yaaaa... bak ayip olduu görmemem zamanında tşk edemedim ADMİN imize yaa düşüncelerinden dolayii admin cim tşk ederim... konu yazmak çok hoş buraya inankii...bilgilendirici konular yazmak çok hoş oluyor... ilk önce bu foruma girmek için her zaman bir neden ariyorum ilk önce BİRCE ADMİN siz varsiniz çünküü..tabiki ismini sayamadiğim çok arkadaşim varr isimlerini yazmaklan bitmezz.... konu yazmaya devam etcem zaman oldukcaa

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Tarayıcı push bildirimlerini yapılandırın

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.