Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

Ana ekranınızda anlık bildirimler, rozetler ve daha fazlasıyla tam ekran uygulama.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

kaan_bebeto

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

kaan_bebeto tarafından postalanan herşey

  1. ARDIÇ Sürüngen çalılardan büyük ağaçlara kadar çok çeşitli türleri olan ardıç, hemen hemen bütün bölgelerimiz yüksek dağlık kesimlerinde doğal yayılış gösterir. Bazıları servi gibi pul yapraklara, bazıları da batıcı iğne yapraklara sahiptir. Ülkemizde 1.100.492 hektar saf ardıç ormanı bulunmakta ve önemli doğal türleri; Katran ardıcı (J. Oxycedrus, Y), Adi ardıç (J. Communis, N), Finike ardıcı (J.phoenicia, N), Kokulu ardıç (J.foetidissima, Y), Sabin ardıcı (J. Sabina, N), Boylu ardıç (J. Excelsa, Y) dır.
  2. FISTIKÇAMI Tipik bir Akdeniz ağacı olan fıstıkçamı, özellikle Batı ve Güney Anadolu'da ormanlar kurar. Ülkemizde 46.490 hektar saf fıstıkçamı ormanı bulunmaktadır.Olgun bireyleri 15-20 m boyundadır. Gençlikte yuvarlak, yaşlılıkta şemsiye gibi tepesiyle diğer çamlardan ilk bakışta ayırt edilebilir. Tohumları oldukça büyüktür. Halk arasında "çam fıstığı" diye adlandırılan tohumları Batı Anadolu yöresindeki köylüler için önemli bir gelir kaynağıdır.
  3. LADİN Kuzey yarıkürenin ılıman ve soğuk bölgelerinde yayılış gösteren ladinin 40 değişik türü ve bu türlere ait varyete ve formları vardır. Uzaktan bakıldığında göknara benzese de piramide benzer tepesi ve sarkık dalları ile ondan ayırt edilebilir. Boyu 40-50 m'ye kadar ulaşabilir. İğne yaprakları kısa, sivri uçlu ve kesitli dört köşedir. Olgunlaşmış kozalağının pulları dağılmaz. Ülkemizde Doğu Karadeniz dağlarının denize bakan yüksek kesimlerinde saf ya da karışık ormanlar kuran türü Doğu ladinidir (P. Orientalis, Y). Ülkemizde 146.300 hektar saf Ladin ormanı bulunmaktadır.
  4. GÖKNAR 40m'ye kadar boylanabilen göknarlar, kendine özgü formu, gövde kabuğu iğne yaprakları ve hatta kokusu ile Çamgiller familyasının diğer türlerinden ayırt edilebilir. Yapraklarının alt yüzeyinde beyaz çizgiler vardır.Kozalaklar sonbaharda olgunlaşınca pulları dökülür. Ülkemizde 213.652 hektar saf göknar ormanı bulunmaktadır. Dünya üzerindeki 40 türünden dördü; Doğu Karadeniz göknarı (A. Nordmanniana, Y), Batı Karadeniz göknarı (A.bornmuelleriana E,Y), Kazdağı göknarı (A.equi-trojani E,N), Toros göknarı (A.cilicica E,Y) ülkemizde doğal yayılış gösterir.
  5. KIZILÇAM Dünyadaki en geniş yayılışı Türkiye'dedir. Esas olarak Akdeniz ve Ege Bölgelerinde geniş ormanlar kurmakla birlikte, Batı ve Orta Karadeniz Bölgesi'nde de lokal yayılış gösterir. Ülkemizde 3.729.866 hektar saf Kızılçam ormanı bulunmaktadır. Deniz seviyesinden 1000-2000 m yüksekliğe kadar ulaşan Kızılçam, ışığı seven hızlı büyüyen bir çam türüdür. 20 m'ye kadar boylanabilir.Kalın ve genellikle koyu kızıl renkteki genç sürgünlerinden dolayı bu adı alır. Genel görünüş olarak yine güney bölgelerimizde yetişen Halep çamına (P.halepensis, N) benzer (Y).
  6. SEDİR Batı, Orta ve Doğu Toroslarda doğal olarak bulunur, kuzeyde Erbaa ve Niksar yörelerinde küçük ve izole bir yayılış gösterir. Dört sedir türünden biri olan Toros sedirinin dünya üzerindeki en geniş doğal ormanları Türkiye'dedir. Ülkemizde 109.440 hektar Sedir ormanı bulunmaktadır. 40 m'ye kadar boylanabilir.Gençlikte piramide benzer bir forma sahip olan ağacın tepesi zamanla bozulur ve yayvanlaşır. İğne yaprakları kısa, sivri, batıcı ve kısa sürgün denilen tutam üzerinde birçoğu biraradadır. Fıçı ya da yumurta biçimindeki kozalakları olgunlaşınca pulları göknarlarda olduğu gibi dağılır ve eksenleri sürgün üzerinde kalır (Y).
  7. KARAÇAM Bütün kıyı bölgelerimizin dağlık kesimlerinde saf ya da karışık ormanlar kurar, hatta stebe kadar sokulur.Ülkemizde 2.527.685 hektar saf karaçam ormanı bulunmaktadır. Gövdesinin ve dallarının kalınlığı, gri ve derin çatlaklı kabuğu, iğne yapraklarının koyu yeşil rengi ile diğer çam türlerinden ayrılır.30-35 m'ye kadar boylanabilir. Doğal olarak yetişen dört alt türü; Anadolu karaçamı (P.nigra var. Pallisiana Y), Ehrami karaçam (P.nigra var. Pyramidata E.T), Ebe çamı (P.nigra var seneriana, E.T) ve büyük kozalaklı karaçam (P.nigra var. Yaltıriana E.T) dır.
  8. KAYIN Daha çok kuzey bölgelerimizde doğal yayılış göstermekle birlikte kayın ağacı güneydeki Amanoslar'da da yayılış gösterir. Saf yada göknar, ladin, çam ve meşelerle karışık geniş ormanlar kurar. Ülkemizde 713.842 Ha. koru ve 1.555 Ha. baltalık kayın ormanı bulunmaktadır. 40 m. boya ulaşabilen kayınların düzgün ve silindirik gövdeleri vardır. 6-9 cm uzunluktaki dalgalı kenarlı elips şeklindeki yapraklarının sonbahardaki kırmızı rengi çok etkileyicidir. Yağlı meyveleri doğada yaban hayvanları için önemli bir besin kaynağıdır. Türkiye'de doğal olarak yetişen türleri; Doğu Kayını (Fagus orientalis) Avrupa Kayını (Fagus silvatica)
  9. Sarıçam Kuzey Anadolu'nun yüksek dağlık kesimlerinde saf yada karışık ormanlar kurmakla birlikte, küçük adacıklar halinde iç ve güney bölgelerimize kadar ulaşır. Ülkemizde bulunan sarıçam ormanlarının kapladığı alan 757.426 Hektardır. Adını, levhalar halinde ayrılan gövde kabuğunun tilki sarısı renginden alır. Narin gövdeli, sivri tepeli ve ince dallı bir ağaçtır. Yetişkin bireylerinin boyu 40 metreyi aşar. kendine özgü kabuk renginin dışında, ince yapraklarının kısalığı ve mavimsi yeşil rengi ilk bakışta diğer çam türlerinden ayırt edilecek özellikleridir.
  10. BELLİ BAŞLI AĞAÇ TÜRLERİMİZ 1-Sarıçam (Pinus sylvestris) 2-Kayın (Fagus sp.) 3-Karaçam (Pinus nigra Arnold.) 4-Sedir (Cedrus libani A.Rich.) 5-Kızılçam (Pinus brutia Ten.) 6-Göknar (Abies sp.Mill.) 7-Ladin (Picea orientalis (L) Link.) 8-Fıstıkçamı (Pinus pinea L.) 9-Ardıç (Juniperus sp.L.) 10-Porsuk (Taxus baccata L.) 11-Servi (Cupressus sempervirens L.) 12-Meşe (Quercus sp. L.) 13-Gürgen (Carpinus sp. L.) 14-Kızılağaç (Alnus glutinosa Mill.) 15-Akçaağaç (Acer sp. L.) 16-Dişbudak (Fraxinus sp. L.) 17-Kestane (Castanea sativa Mill.) 18-Çınar (Platanus orientalis L.) 19-Huş (Betula sp. L.) 20-Ihlamur (Tilia sp. L.) 21-Sığla (Liquidambar orientalis Mill.) 22-Kavak (Populus sp.L.)
  11. Erozyonun Zararları Bitki örtüsünün yok olması, erozyonun yanı sıra toprak kayması, taşkın ve çığ felaketlerini artırır. Verimsizleşen ve yok olan tarım arazileri üzerinde yaşayanları besleyemez duruma gelip, kırsal kesimden kentlere doğru göçü arttırarak, büyük ekonomik ve toplumsal sorunlara yol açar. Meraların yok olması hayvancılığın gerilemesine neden olurken, gelirin azalması ve iş olanağının daralması sonucunu doğurur. Bitki örtüsünün yok olması, erozyonun yanı sıra toprak kayması, taşkın ve çığ felaketlerini artırır. Erozyon sonucu taşınan verimli topraklar, baraj göllerini doldurarak, ekonomik ömürlerini kısaltır. Yeşil örtü ve toprağın elden gitmesi ile ortaya çıkan iklim değişikliği ve bozulan ekolojik denge sonucunda, vahim boyutlarda doğal varlık kaybedilerek ekonomik zarara uğratır. Bitki örtüsü ve toprağın olmadığı bir yüzey, kar ve yağmur sularını emmemediğinden, doğal su kaynakları düzenli ve sürekli olarak beslenemez. Kaybedilen toprak örtüsünün yeniden oluşması için binlerce yıl gerekir.
  12. kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Doğal Afetler
    Çöller Yayılıyor mu? Çölleşme Nedir? Kriz zamanlarında sıkça rastlanan demogojiye rağmen kumlar çevrelerindeki alanları işgal etmektedir. Uzun süre yağmur yağmadığı zaman, çöller yayılıyormuş gibi gözükmekteyse de iyi bir yağmur yağdığı zaman tekrar eski sınırlarına dönmektedir. Öyleyse Herşey Yolunda mı? Hayır. Toprağın bozulması ve özelliklerini yitirmesi çığrığından çıkmakta ve dünya üzeride zaten kıt olan verimli toprak yok olmaktadır. Bu olay, dünya üzerinde kurak olan bölgelerde meydana geldiği zaman çöle benzer bir durum ortaya çıkmakta ve buna "çölleşme" adı verilmektedir. Mevcut çöllerin yayılmasından ziyade bu oluşum, bozulmuş bölgelerin muhtelif yerlerinde ortaya çıkmakta ve bunlar zaman içinde birleşmektedir. Bu tanrının bir buyruğu mudur, yoksa hava şartlarından mı oluyor? İkisinden de değil. Kuraklık çölleşmenin sebeplerinden sadece bir tanesidir. Tabiatıyla etkili olduğu bir gerçektir. Fakat çölleşme, aslında insanların sebep olduğu bir problemdir. Toprağın çok fazla kullanılmasından kaynaklanır. Bu problem sadece gelişmekte olan ülkelerdeki yoksul kesimleri mi etkiler? Hayır. Dünyanın en fakir ve en kötü şartlar altında ve en duyarlı bölgelerinde yaşamakta olan bir milyar insan, çölleşmeden en fazla etkilenen kesimdir. Ancak etkilenen başkaları da vardır. Gelişmiş 18 ülke çölleşme tehlikesi altındadır. Günümüzde sanayileşmiş ülkelerin tümü ve gelişmekte olan ülkelerin verimli bölgeleri, kendi ülkelerindeki topraklardan gıdalarını temin edemeyip göç tehlikesi ile karşı karşıyadır. Çölleşme herhangi bir yerdeki yoksulluğun zenginlik ve sürdürülebilirliği her an her yerde tehdit edebildiğinin en belirgin bir örneğidir. Peki, o zaman çöllşeme nedir? 1992 Dünya zirvesinde dünya liderleri tarafndan kabul edilen ve anlaşma metninde de yer alan tanımlama, "iklim değişiklikleri ve insan faaliyetleri de dahil olmak üzere muhtelif faktörlerin etkisi altında kurak, yarı kurak ve az yağış alan bölgelerdeki toprağın doğal özelliklerini yitirmesi veya kısaca toprağın aşınması" şeklindedir. kaynak TEMA vakfı tıkla
  13. Erozyon Nedir? Erozyon (toprak aşınımı), toprağın aşınmasını önleyen bitki örtüsünün yokedilmesi sonucu koruyucu örtüden yoksun kalan toprağın su ve rüzgarın etkisiyle aşınması ve taşınması olayıdır. Erozyonun başlıca nedeni, toprağı koruyan bitki örtüsünün yokolmasıdır. Arazi eğimi, toprak yapısı, yıllık yağış miktarı, iklim faktörleri, bitki örtüsü, toprak ve bitkiye yapılan çeşitli müdahaleler, erozyonun şiddetini belirleyen öğelerdir. TEMA'nın erozyonla mücadeleye bu kadar önem vermesinin altında, erozyonun ülkemizin yaşam koşullarını olumsuz etkileyecek kadar büyük bir tehlike olması yatmaktadır. Erozyon, Türkiye'nin gıda açısından kendine yeterli bir ülke olmasını tehlikeye düşürmektedir. Ülkemizin topraklarının % 63'ü çok şiddetli ve siddetli erozyon tehlikesine maruzdur. Rüzgar ve yağmur, verimli toprakları sürükleyerek, baraj göllerine, akarsu yataklarına ve denizlere taşımaktadır. Ülke yüzeyinden bir yılda kaybedilen toprak miktarı yaklaşık 1.4 milyar tondur. Bu topraklarla birlikte mineral ve organik madde de kaybedilmektedir. Türkiye'nin kimyevi gübrelere ayırdığı yıllık kaynağın 4.5 trilyon lira olduğu düşünülürse, ekonomik kaybın büyüklüğü daha net anlaşılabilir. Erozyonla kaybedilen bir başka değer ise sudur. Kaybolan toprak yüzünden her yıl yaklaşık 50 milyar m 3 yağış depolanamamaktadır. Erozyon toplumsal sorunların artmasına da yol açmaktadır. Yanlış arazi kullanımı, tarım alanlarının verimini azaltmaktadır. Doğduğu ve büyüdüğü yerde geçim şansı ortadan kalkan insanların, kentlere göçmekten başka seçeneği kalmamaktadır. Köyden kente göç ise, alt yapının yetersiz olduğu kentlerdeki ekonomik ve toplumsal sorunları daha da ağırlaştırmaktadır. Barajlar ve yeraltı suları da, erozyonun etkilerinden nasibini almaktadır. Yerinden kopup giden topraklar, baraj göllerini doldurarak su depolama hacimlerini azaltmakta ve barajların ömrünün kısalmasına neden olmaktadır. Erozyon sonucunda toprağın altındaki cansız tabaka (ana kaya) ortaya çıkmaktadır. Faydalı toprak katmanlarını kaybeden arazilerde çölleşme başlamaktadır. NASA'nın yaptığı bir araştırmaya göre, erozyonun şiddetlenerek devam etmesi halinde Türkiye'nin büyük bir bölümü yakın bir gelecekte çöl olacaktır. Toprakları çölleşen bir ülkenin temel sorunları, açlık, susuzluk, işsizlik ve iç göç olacaktır.
  14. Türkiyenin en büyük forumlarından birisi... eğlenceli bir forum ve bilgilendirici bir forumdur....
  15. Dünyada doğal olarak bulunan radyasyonun kaynağı, uzaydan gelen, yeryüzünde sularda, karada ve havada bulunan radyoaktif elementlerden yayılan ışınlardır. Dolayısıyla insanlar yaşamları boyunca düşük dozda radyasyona maruz kalmaktadır. Radyasyon Kaynakları: 1- Doğada bulunan radyasyon: Kozmik ışınlar, dünyadaki radyoaktivite, Gama ışınları, Radon elementi ve türevleri, 2- İnsan eliyle oluşturulan radyasyon: Tıbbi maruziyet, diğer kaynaklar (nükleer silah denemeleri, nükleer reaktörler, duman dedektörleri, televizyon, bilgisayar gibi elektronik ev aletleri). Maruz kalınan radyasyon doza bağlı olarak hiçbir biyolojik etki göstermeyebileceği gibi ölüme kadar varabilen etkilerede neden olabilir. Önemli olan, hangi radyasyon dozunun hücrede iyonlaşma sonucu hücresel hasara ve kansere neden olabileceğinin belirlenmesidir. Radyasyonun tehlikeli etkilerinin ortaya çıkmasıyla 1928'de Londra'da 1. Uluslararası Radyoloji Kongresi düzenlenmiş radyasyon miktarını ölçecek standart bir metod ve birimin geliştirilmesi çalışmalarının yapılması için bir komite kurulmuştur. 1928 yılında kurulan komisyon 1950'de yeniden örgütlenerek Uluslararası Radyolojik Korunma Komisyonu (ICRP ) adını almıştır. Komisyon 1990 yılında yayınladığı bir bildirgeyle sınıflama sistemine son şeklini vermiştir. Bildirge somatik etkileri, stokastik (doz bağımsız) ve deterministik (doz bağımlı) etki şeklinde ayırmış ve kalıtımsal etkileri de stokastik etki olarak belirlemiştir. Deterministik etkiyi ise belirli bir eşiği olan etki olarak kabul etmiştir ve bu eşikaltı dozlarda hastalık ortaya çıkmaz. Örneğin; katarakt bir deterministik etki iken kanser stokastik etkidir. Radyasyon doğrudan DNA ve proteinler gibi biyolojik olarak önemli moleküller ile etkileşime girer. Radyasyon vücudumuzdaki bazı kimyasallarla da dolaylı olarak etkileşime girerek serbest radikaller oluşturmak suretiyle önemli biyolojik moleküllere zarar verebilir. DNA üzerinde etkisi kanser riskini artırır. Eğer kromozomlarda hasar meydana gelecek olursa ortaya çıkan mutasyonun gelecek nesillere aktarılma riski ortaya çıkar. Radyoaktif ışınlar gövdede geçtikleri yerlerde hücre yapısını değiştirerek hasar oluşturur. DNA'larda oluşan hasar genlerde kırılmalara, çaprazlaşmalara, kopmalara dolayısıyla mutasyonlara yol açar. Bu durumda gelişme bozuklukları ve kanserleşme görülebilir. Bu etkiler sonucunda saç dökülmesi, solunum sistemi hastalıkları, mide ve bağırsak sistemi kanamaları, kemik iliği supresyonuna bağlı kanamalar ve kansızlık görülebilir. Radyasyonun doğum öncesi etkileri, embriyo ve fetusun gelişme dönemine göre değişir. Yumurtanın döllenmesinden hemen sonraki hafta içinde alınan ışınlar yumurtanın yaşama olasılığını ortadan kaldırırken, organların oluşma, gelişme dönemlerinde alınan ışınlar, gelişme bozukluğu olasılığını artırır. Düşükler, ölü doğumlar, iskelet, yumuşak doku ve organ malformasyonları, mikrosefali, zeka geriliği, beyin özürleri, gelişme geriliği, trizomi, bağışıklık sistemini tutan hastalıklar, lösemi ve özellikle çocuklarda tiroid kanseri görülür. Radyasyona maruz kalan kişinin edindiği 1 joule/kg'lık enerji miktarına uluslararası edinilmiş doz birimi olan Gray (Gy) adı verilir. Radyasyonun etkileri maruz kalınan akut doz miktarına göre değişir; 0-250 mGy arasındaki radyasyonun saptanabilen herhangi bir klinik etkisi yoktur. Düşük bir olasılıkla gecikmiş etki görülebilir. 250-1000mGy radyasyon tedavi edilebilen küçük yaralara ve bulantıya neden olabilir. Kesin olmamakla birlikte ciddi geç etkileri ortaya çıkabilir. 1000-2000 mGy radyasyonda bulantı ve yorgunluk hissi ile birlikte kusma meydana gelir. Kan hücreleri hasarı görülür, ancak bu durum tedavi edilebilir. 2000-3000 mGy radyasyon maruziyetinde ilk gün bulantı ve kusma gelişir. İki haftalık gelişim süreci sonunda kırgınlık, iştah kaybı, ishal ve kilo kaybı olur. 3000- 6000 mGy dozda, bulantı, kusma ve ishal ilk birkaç saatte gelişir. İştah kaybı, kırgınlık, daha sonra kanama, kilo kaybı ve boğazda yanma görülür. İlk haftada bazı ölümler olabilir, 3500 mGy 'den daha fazla radyasyon etkisinde kalanlardan %50’si yaşamını kaybeder. 6000 mGy ve üzerindeki dozlarda birkaç saat içinde bulantı, kusma ve ishal gelişir; boğazda yanma ve ateş birinci haftanın sonuna kadar ortaya çıkar. Hızlı bir kilo kaybıyla beraber ikinci haftadan itibaren maruz kalanların hemen hemen tamamı yaşamını kaybeder. 10 Gy ve daha yüksek dozda radyasyon çok yüksek oranda zarara yol açar, sindirim sistemini felce uğratır ve ölüm kesindir. 100 Gy'den fazla akut doza maruz kalma sonucu bütün vücut dokusu hasara uğrar, etki en hızlı beyin ve sinir sisteminde görülür ve saatler içinde ölüm gerçekleşir. Gebelik periyodunda radyasyona maruz kalınması sonucu görülen etkiler teratonejik(fetusu tahripedici) etkidir. Stokastik etkiler, alınan dozun büyüklüğünden bağımsız olarak rastlantısal gelişen etkilerdir. Etkinin herhangi bir eşiği yoktur ve olasılığa dayanır. Deterministik etki, maruz kalınan doza bağlı olarak gelişen etkidir. Etki dozun büyüklüğüne bağlı olarak daha fazla acı verici olabilir. Örneğin, doz artıkça yanma daha fazla olabilir. Belli bir eşiğin altında alınan dozlarda etki ortaya çıkmaz. Örneğin, radyasyon sonucu cilt yanığı bir deterministik etkidir. Nükleer enerji ve akaryakıt dönüşüm endüstrisinde meydana gelen kazalar sonucunda, yüksek dozda radyasyona maruz kalan kişilerde klinik belirtiler gözlenebilir; kan hücreleri üretiminde, bağışıklık sisteminde, deride belirgin hasar meydana gelebilir. Radyasyonla etkilenme sonucu meydana gelen kompleks hastalığa Akut Radyasyon Hastalığı (ARS) denir. Bu hastalığın en yaygın belirtileri; başlangıçta bulantı, kusma ve sonra çoğunlukla, fırsatçı mikroorganizmaların neden olduğu kanamalı ve ağır enfeksiyonlardır. Eğer tedavi edilmezse ARS ölümcüldür. Bu tabloya termal yanıklar eşlik edebilir. Çernobil kazasında 237 kişinin ARS hastalığına yakalandığı bildirilmiştir. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ise, incelemelerinde en ağır radyasyon etkisinin psikolojik etki olduğunu iddia etmiştir. Nükleer santrallerin atıkları çözüm bekleyen bir sorundur. Atıkların santral içindeki havuzlarda bir süre bekletildikten sonra, geçirgen olmayan, 600 metre derinlikteki eski tuz yataklarında saklanması gerekmektedir. Bunun çok pahalı bir yöntem olması ve demokratik ülkelerde halkın nükleer çöplüklerin yakınında yaşamak istememesi yüzünden bu yöntem kuramsal kalmakta, atıklar geçici depolarda saklanmaktadır. Bir elementin radyoaktivitesinin etkinliği ancak yarı ömrünün on katı gibi bir süre sonunda kaybolur. Dolayısıyla, yarı ömrü yirmi dört bin yıl olan en önemli atık plütonyumun 240 bin yıl kontrol altında tutulması gerekmektedir. Dünyada doğal olarak bulunmayan plütonyum nükleer reaktörlerin bir atık ürünüdür. Atom bombası yapımında kullanıldığı gibi, son zamanlarda işlenerek yeniden yakıt olarak kullanılmak üzere santrallere gönderilmektedir. Radyasyon türlerinin ortak özelliklerinden biri duyu organları tarafından algılanamaz olmalarıdır. Ancak özel ölçüm aygıtları ile tespit edilebilirler. Alfa ışını ancak birkaç santimetre ilerleyebilmekte, yoluna tutulan ince bir kağıt bile ışını durdurabilmektedir. Dolayısıyla bu ışının kaynağı olan radyoaktif elementlerin dokularda etkisini gösterebilmesi için insanın gövdesine girmesi gerekmektedir. Gövdeye giriş, zedelenmiş deriyle temas, solunumla akciğere ulaşma ya da yiyecek ve içeceklerle sindirim kanalına geçmeleri ile olur. Gama ışınları metrelerce uzağa ulaşabildikleri gibi belli kalınlıklara kadar kurşun levhalardan da geçebilirler. Bu nedenle gama ışınlarının insan vücudu üzerindeki etkileri daha kolay ortaya çıkar. Radyoaktif elementler gövdeye girdikten sonra vücutta bazı özel organ ve dokularda toplanabilirler. Örneğin; iyot tiroid bezine, stronsyum kemik dokusuna, sezyum kaslara yerleşir. Elementlerin büyük bölümü kolloidal yapısı yüzünden karaciğerde tutunur ve karaciğer kanserine neden olabilir. Elementler fiziksel ve biyolojik yarı ömürlerine göre etkilerini sürdürürler. Örneğin; iyot 131’in yarı ömrü sekiz gün kadar olduğundan etkisi kişinin iyot açığına, metabolizmasına göre haftalarla sınırlıdır. Buna karşılık stronsyum 90’'ın fiziksel yarı ömrü otuz yıl, biyolojik yarı ömrü ise on yıl kadardır. Toryum'un fiziksel yarı ömrü 14 milyar yıl, biyolojik yarı ömrü elli yıldır. Birinci Dünya Savaşı sırasında tanı amaçlı kullanılan X ışınlarından kendilerini korumayan yaşam kurtarma çabası içindeki doktorlar ve teknisyenlerde, yüksek dozda radyasyonla etkilenme sonucu ciddi yaralanmalar gözlendi; ellerini, kollarını, hatta yaşamlarını kaybeden insan sayısı azımsanamayacak kadar fazlaydı. Radyasyondan Korunma Yöntemleri: Nükleer patlamalar, radyasyon serpintisi gibi yollarla yayılan dış kaynaklı radyasyona karşı alınabilecek önlemler şunlardır: - Radyasyon kaynağı yakınında geçirilen zaman azaltılabilir, - Kaynakla kişi arasındaki uzaklık artırılabilir, - Kaynakla kişi arasına bir kalkan konulabilir. Radyasyonun solunum, sindirim ve cilt yoluyla alınmasına "içten maruz kalma" adı verilir. Radyonükleidler vücuda alındıktan sonra yapılabilecek çok az şey kalacağından alınması gerekli en temel önlem radyoaktif materyalinin vücuda girmesini önlemektir. Alınan radyonükleidler vücuttan biyolojik eliminasyon ve radyoaktif çürüme sonucu atılabilirler. İçten maruz kalmayı önlemek için eldiven ve laboratuvar elbisesi giyilmeli, radyoaktif maddelerle çalışırken herhangi bir şey yenmemeli ve içilmemeli, uçucu bileşiklere karşı gaz maskesi kullanılmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü' nün dünyada görülen tayfun, deprem, sel, yangın gibi felaketleri incelediği bir çalışmada insanın yüzde yüz önleyebileceği tek felaketin nükleer felaket olduğu belirtilmiştir. Bu felaketin önlenebilmesinin tek güvenilir yolu da doğal enerji kaynaklarından faydalanılarak, radyasyon ve radyasyon kaynaklarından olabildiğince uzak durmaktır.
  16. kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Çevre Bilimi - Ekoloji
    Radyasyon Nedir? Teknolojideki çok hızlı gelişmeler sonucu üretilen çeşitli elektronik cihazların (TV, radyo, bilgisayar ve röntgen, tomografi vb. tıbbi cihazlar) yaygınlaşması ile meydana gelen radyasyonun elektromanyetik kirliliğe yol açtığı anlaşılmıştır. Radyasyon, elektromanyetik dalgalar veya parçacıklar biçimindeki enerji emisyonu (yayımı) ya da aktarımıdır. Bilindiği gibi maddenin temel yapısını atomlar meydana getirir. Atom ise, proton ve nötronlardan oluşan bir çekirdek ile bunun çevresinde dönmekte olan elektronlardan oluşmaktadır. Herhangi bir maddenin atom çekirdeğindeki nötronların sayısı, proton sayısına göre oldukça fazla ise; bu tür maddeler kararsız bir yapı göstermekte ve çekirdeğindeki nötronlar alfa, beta, gama gibi çeşitli ışınlar yaymak suretiyle parçalanmaktadırlar. Çevresine bu şekilde ışın saçarak parçalanan maddelere "radyoaktif madde", çevreye yayılan alfa, beta ve gama gibi ışınlara ise "radyasyon" adı verilmektedir.. Radyasyonun Zararları X ışınları, ultraviyole ışınlar, görülebilen ışınlar, kızıl ötesi ışınlar, mikro dalgalar, radyo dalgaları ve manyetik alanlar, elektromanyetik spektrumun parçalarıdır. Elektromanyetik parçaları, frekans ve dalga boyları ile tanımlanır. Ultraviyole ve X ışınları çok yüksek frekanslarda olduğundan, elektromanyetik parçalar kimyasal bağları kırabilecek enerjiye sahiptir. Bu bağların kırılması iyonlaşma diye tanımlanır. İyonlaşabilen elektromanyetik radyasyonları, hücrenin genetik materyali olan DNA'yı parçalayabilecek kadar enerji taşımaktadır. DNA'nın zarar görmesi ise hücreleri öldürmektedir. Bunun sonucunda doku zarar görür. DNA'da çok az bir zedelenme, kansere yol açabilecek kalıcı değişikliklere sebep olur. Maden işletme yataklarında, doğal su kaynakları içerisinde ve toprakta; gerek insan faaliyetleri sonucu, gerekse doğal olarak bulunan radyoaktif maddeler besin zincirine (bitkilere) girerek, oradan da hayvan ve insanlara geçmek suretiyle ölümle sonuçlanan çeşitli hastalıklara sebep olmaktadır. Radyoaktif kirleticiler özellikle insan, hayvan ve bitki sağlığına olumsuz etkiler yaparak çevreyi ve ekolojik dengeyi bozmaktadır. Ayrıca radyasyon, canlılarda genetik değişikliklere de yol açmaktadır. Radyasyonun etkisi; cins, yaş ve organa göre değişmektedir. Çocuklar ve büyüme çağındaki gençler ile özellikle göz en fazla etkilenen organ olup; görme zayıflığı, katarakt ve göz uyumunun yavaşlamasına sebep olmaktadır. Deri ise, radyasyona karşı daha dayanıklıdır. Radyasyonun zararları genellikle zamanla ortaya çıkan bir etki olup, ani etki ancak atom bombalarının yol açtığı ölümler ve yüksek radyasyondaki yanmalar şeklinde kendini göstermektedir. Geçmişte yapılan nükleer silah denemelerinden dolayı radyoaktif maddelerle yüklenmiş toz bulutları, atmosferin yüksek tabakalarına ve stratosfere yerleşerek, radyoaktif yağışlar halinde yavaş yavaş yeryüzüne inmekte ve çevrenin, özellikle yüzeysel suların kirlenmesine sebep olmaktadır. 1960'lı yıllarda en yüksek seviyeye çıkmış olan radyoaktif yağışlarda, nükleer silah denemelerinin havada yapılmasının yasaklanması sonucu, 1970'li yıllardan sonra azalma görülmüştür. Çevre sorunları sınır tanımaksızın artmakta ve çeşitli kirleticiler kilometrelerce uzaklara taşınarak etki gösterebilmektedir. Örneğin; Çernobil kazası nedeni ile yayılan radyoaktif atıkların, toprak ürünlerinde yol açtığı kirlilik bilinmektedir. Çernobil reaktöründe oluşan kazada, doğrudan etki sonucu 30'dan fazla insan hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmış, sakatlanmış ve hastalanmıştır. Binlerce insan ise belirtileri sonradan çıkacak olan genetik etkilerle, nesilden nesile geçebilecek kalıcı izler taşımaktadır. Çernobil'deki kaza sebebiyle atmosfere karışan radyoaktif maddelerin, atmosferik hareketlerle: uzaklara taşınmasıyla, düştükleri yerlerde radyasyona sebep olmuştur. Bu olaydan en çok ülkemizin Çernobil'e yakın olan Karadeniz Bölgesi'nin etkilendiği tespit edilmiştir.
  17. tıkla TMMOB maden mühendisliği
  18. kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Coğrafya Bilgileri
    Jeoloji Nedir? Jeoloji yerbilimi anlamına gelir. Ge: Yer, Logos: Bilim sözlerinden alınmıştır. Jeoloji arz (yer) kabuğunun yapısından, bunu teşkil eden maddelerden, onun teşekkül ve oluşum tarihinden,ayrıca üzerinde yaşayan hayvan ve bitkilerin ilk yaratılışlarından bugüne kadar olan biyolojik oluşumlardan söz eder. 40-50 Km. kadar bir kalınlığa sahip olan yerkabuğunun organik ve anorganik oluşum tarihi jeolojide esas konuyu teşkil eder. Yerkabuğunun tüm hareketleri ve mekaniği jeolojinin içerisinde yer alır. (Yer kürenin şekli, ortası şişkince, kutupları basık bir küredir. ( Litosfer ) ) Jeoloji bir gözlem bilimidir. O kitaplardan, laboratuardan çok doğadan öğrenilir. Jeoloji; çevremizin tanınmasında, sırlarının çözülmesinde bize yardımcı olur. Jeolojiyi meslek edinen Jeolog; yerküreyi anlamak, onun sayısız problemlerine çözüm yolu aramak için doğayı irdeler. Dağlar, okyanuslar, denizler, sıcak çöller, derin vadiler jeologların çalışma alanlarıdır. Jeoloji bir bilim olarak yerkabuğunu incelerken bu kabuk içine gizlenmiş bulunan maden, su, kömür, petrol vb. yeraltı servetlerine de özel ilgi gösterir. Bunların oluşumlarını ve dağılışlarını inceler. Bundan dolayı diğer bilim dallarından olan fizik, kimya, biyoloji, jeofizik, maden, coğrafya... bilimleri jeolojinin destekçileridirler. Jeolog elde ettiği bulgularla geçmişe giden kapıları açar, karşılaştırır, çözer. Jeolojiyi anlamak; doğayı sevmek ve onun dilini çözmekle mümkün olur. Çünkü geçmiş içinde geleceği barındırır. Bunu keşfetmenin tadına varmak ise doyumsuzdur.
  19. kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Coğrafya Bilgileri
    TEKTONİK Plaka Hareketleri Litosfer,levha adı verilen ve kırık zonları ile sınırlanan mozaik şeklinde çok sayıda parçadan oluşmuştur.Konveksiyon akımları şeklinde yerin iç dinamiğinden,kendi ekseni etrafındaki dönüşlerinden ve diğer çekim güçlerinden kaynaklanan etkiler nedeni ile levhalar birbirlerine göre; 1.Açılma (diverjan) 2.Transform (doğrultuya karşıt veya paralel) 3.Yaklaşma (konverjan) hareketleri yapabilmektedir. Diverjan levha sınırlarında açılma hareketi ile yeni litosfer türemesi,okyanus ortası sırtlarındaki rift adını verdiğimiz açılma eksenlerinde ortaya çıkmaktadır.Buna karşılık yeni türeyen litosfer kadar eski litosfer,yüzeyde hendeklerin boy boy izlendiği dalma batma zonu (yitim zonu) nda alta dalarak,700 km. derine kadar sokulma yapabilmektedir.Dalma batma olayının oluştuğu levha sınırları konverjan levha sınırı olarak nitelendirilir.Eski litosfer üst mantonun alt sınırında oradaki fizikokimyasal koşullarda özümlenerek tekrar manto gerecine dönüşür.Böylece manto gerecinden türeyen litosfer yine manto gerecine dönüşmüş olur.Bu olgu litosferik döngünün bir bakıma büyük dolaşımını oluşturmaktadır.
  20. Doğru Söylersen Gerçekleri Görenmek Zor olmaz kaan_bebeto
  21. kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Coğrafya Bilgileri
    YAĞMURUN OLUŞUMU Yağmurun nasıl oluştuğu uzun süre insanlar için bir sırdı. Ancak hava radarlarının keşfedilmesinden sonra, yağmurun hangi evrelerden geçerek oluştuğu kesinlik kazandı. Buna göre, yağmur üç evreden geçerek oluşur: Önce rüzgar yoluyla yağmurun "hammaddesi" havalanır. Ardından bulutlar meydana gelir ve en son olarak da yağmur damlacıkları ortaya çıkar. Kuran'da yağmurun oluşumu ile ilgili aktarılanlar ise, tam da bu süreçlerden söz etmektedirler. Bir ayette bu oluşum hakkında şöyle bir bilgi verilir: “Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler.„ (Rum Suresi, 48) Şimdi ayette ifade edilen üç evreyi teknik olarak inceleyelim. 1. EVRE: "Allah rüzgarları gönderir..." Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli ortaya çıkmakta ve su zerreleri sürekli olarak gökyüzüne fırlamaktadır. Tuzca zengin olan bu zerreler daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarılara doğru yol alırlar. Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar "su tuzağı" adı verilen bir mekanizmayla yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar. 2. EVRE: "...böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar..." Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerrelerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur. Bunların içindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (0.01 ile 0.02 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar. Böylece gök bulutlarla kaplanır. Yukarıdaki çizimde okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan su zerreciklerinin gökyüzüne fırlaması görülmektedir. Bu, yağmurun oluşumundaki ilk aşamadır. Bundan sonra oluşan bulutlardaki su damlacıkları havada asılı kalacak ve bunlar yoğunlaşarak yağmuru oluşturacaktır. Bu aşamaların tümü ayetlerde eksiksiz olarak bildirilmektedir. 3. EVRE: "...nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün." Tuz kristallerinin ve toz zerreciklerinin etrafında biraraya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşarak yağmur damlalarını oluştururlar. Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar buluttan ayrılarak yağmur biçiminde yere düşmeye başlarlar. Görüldüğü gibi yağmurun oluşumundaki her aşama, Kuran ayetlerinde bildirilmektedir. Üstelik bu aşamalar doğru sıralama ile açıklanmıştır. Dünyadaki birçok doğal olayda olduğu gibi, bunda da Allah en doğru açıklamayı yapmakta, üstelik bu açıklamayı keşfedilişinden asırlar önce Kuran'la insanlara duyurmaktadır. Yağmurun oluşumu ile ilgili olarak başka bir ayette şu bilgiler verilmektedir: “Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir.„ (Nur Suresi, 43) Küçük bulut parçaları (cumulus bulutları) rüzgarlar tarafından bulundukları yerden itilir ve birleşirler, yani ayette geçen ifade ile "... Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte..."dir. Bulut tipleri üzerinde araştırma yapan bilim adamları yağmurun oluşumu ile ilgili şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır. Yağmur bulutları belirli bir sistem ve aşamalar dahilinde oluşmakta ve şekillenmektedir. Yağmur bulutlarından biri olan cumulonimbus türü bulutların oluşum aşamaları bilimsel olarak şöyledir: 1. AŞAMA, Sürülme: Bulutlar rüzgarlar tarafından bulundukları yerden itilirler yani sürülür. 2. AŞAMA, Birleşme: Rüzgar tarafından itilen bu küçük boyuttaki bulutlar (cumulus) sürüklendikleri yerde birleşip yeni büyük bulutları oluşturur.9 3. AŞAMA, Yığılma: Küçük bulutlar birleştikten sonra büyük bulutun içindeki yukarı doğru çekiş kuvveti artar. Bulutun merkezindeki yukarı çekiş kuvveti kenarlardaki çekişten daha güçlüdür. Bu yukarı çekişler bulutun gövdesinin dikey olarak büyümesine neden olur. Böylece bulutlar yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılmış olur. Bu, dikey olarak büyümüş bulutun gövdesinin atmosferin daha serin yerlerine doğru uzamasına sebep olur. İşte bu noktada atmosferin serin bölgelerinde bulutta su ve dolu damlaları büyümeye başlar. Bu aşamaların sonucunda, su ve dolu damlaları -yukarı çekiş gücünün onları destekleyemeyeceği kadar- ağırlaştıkları zaman da bulutlardan yağmur, dolu vs. şeklinde düşmeye başlarlar. Unutmamak gerekir ki meteorologlar bulut oluşumu, yapısı ve fonksiyonu ile ilgili detayları gelişmiş ekipmanlar (uçak, uydu, bilgisayar vs.) kullanarak yakın zamanda öğrenmişlerdir. Görülen odur ki, Allah bu ayetlerinde de bize 1400 sene öncesinde bilinmesi mümkün olmayan bir bilgi vermiştir. (A) Ayrı ayrı küçük bulut parçaları (cumulus bulutları) ( Küçük bulutlar biraraya geldiğinde oluşan daha büyük bulutun içindeki yukarı çekilmeler artar, böylece bulutlar yukarıya doğru yığılır. Yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılan bulutlar dikey olarak büyüdükleri için atmosferin daha serin yerlerine doğru ulaşırlar. Atmosferin serin bölgelerinde ise su ve dolu damlaları büyümeye başlar. Ağırlaşan su damlaları buluttan yağmur, dolu vs. şeklinde düşmeye başlar. İşte bu bilimsel gerçek Nur Suresi'nin 43. ayetinde 14 asır önce: "... sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp çıktığını görürsün..." ifadesi ile Allah tarafından bildirilmiştir. alıntıdır ..tıkla
  22. 1- YERKABUĞU (LİTOSFER) Buna taş küre de denir. Geosferlerin en incesidir. En fazla sahip olduğumuz bilgiler bu tabakaya aittir. Yerkabuğunun kalınlığı 5- 110 km. arasında değişmektedir. Ortala­ma 50- 60 km. kabul edilmektedir. Bu ka­lınlık yer yüzeyinin şekillerine göre değiş­mektedir. Dağların altında kalın, okyanus­ların altında incedir. Yerkabuğunun en üst kısmı genellikle silisyum ve alüminyum dan oluştuğu için SİAL olarak adlandırılır. Yoğunluğu 2,67 gr/cm3 olarak kabul edi­lir. Kalınlığı her yerde aynı değildir. Bü­yük Okyanusun altında olmadığı tahmin edilmektedir. Siolin altındaki bölge yani yerkabuğunun alt kısmı silisyum ve mag­nezyumdan meydana geldiği için SİMA adını alır. Simanın oldukça derine uzandı­ğı, amorf olduğu ve ortalama yoğunluğu­nun 3,27 gr/cm3 olduğu kabul edilmekte­dir. “Granit Kabuk” olarak adlandırılan Sialin kalınlığı; Niggli tarafından 10- 30 km. Gornod tarafından ise 20 km. olduğu sanılmaktadır. Hipoteze göre daha derinde Gabro ve Bazaltlar bulunur. Bu zorun al­tında bulunan ergimiş kayaçlardan oluş­muş yapıya MAGMA denir. Alman WEGENER’e göre kıtaları oluşturan sial üze­rinde Aysbergler (Buz dağları) gibi yüzmek­te olduğunu ve iki yöne hareket etmekte­dir. A.B.D.de yapılan Ölçümlere göre Atlantik sahilinde kabuğun kalınlığı 30 km. Rock Mountains ( 2000 m.) dağlarında 32-35 km’dir. YER KABUĞU(LİTOSFER) a)Yer Kabuğunun Bileşimi Dünya yarı çapının en ince kısmı yer kabuğudur.kabuğun kalınlığı ve bileşimi her yerde aynı değildir.En kalın kısmı karalarda,en ince yeri de okyanusların tabanındadır. Yer kabuğunun daha hafif olan üst kısmını Si ve Al'dan yapılmış kayalar oluşturur. Yer kabuğunun derin olan kısımlarını,yoğunluğu daha fazla olan Fe,Ni,Mg içeren kaya türleri oluşturur. Canlıların üzerinde yaşadığı yer kabuğunun,iç kısmına doğru inildikçe,sıcaklık artmaktadır. b)kayaçlar: Granit,trakit gibi püskürük kayalarda canlı izine rastlanmaz. kil,petrol,çakıllar,kireç ve tebeşir tortul kültelerdendir.Ve içlerinde bitki ve hayvan kalıntıları bulunur. 1.Püskürük Kayaçlar: magmanın yer küre yüzünde veya içinde soğuyup katılaşmasıyla oluşan kültelerdir.Magma yer yüzüne çıkıp birikirse yanardağları oluşturur.Volkan kraterden çıkan kızgın sıvıya lav denir. 2)Tortul Kayaçlar:Yer Yüzündendeki külteleri,rüzgar,hava ve deniz gibi dış etkiler parçalayarak,çukur yerlerde,göllerde ve deniz diplerinde biriktirirler.Biriken külteler sıkışıp sertleşerek tabakalı tortul kayacı oluştururlar. a)Kimyasal Tortullar:Su külteler arasından geçerken bazı kimyasal maddeleri çözer.Suyun buharlaşması ile suda çözünen bu maddeler çökerek kaya tuzu,sarkıt ve dikitler oluşur. b)Mekanik Tortullar:Su,rüzgar gibi dış kuvvetlerin etkisiyle sürüklenen kayaların bir yerde toplanmasından oluşurlar.Kumlar,killer,çakıllar bu gruptandırlar. c)Organik Tortullar:Bitki ve hayvan artıklarından oluşan kültelerdir.Kalkerli kayalar,kömür ve petrol bu gruba girerler. 3)Başkalaşmış Kayaçlar:Eskiden mevcut kayaların basınç,sıcaklık ve su buharının etkisiyle değişikliğe uğramasından,başkalaşım kayalar oluşur. 4)YERİN DERİNLİKLERİ a)Ateş Küre:Volkanlardan çıkan lavlar ve diğer madenler bu tabakadan gelir.Yapısında Si,Mg,Ni ve Fe bulunur.Akıcı ve hamur kıvamında olduğu için magma adını alır. Çekirdek:Yer kürenin merkezini olşturur.Dünyamızın oluşumu sırasında Fe,Ni gibi özkütlesi fazla olan maddeler burada toplanmıştır.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Tarayıcı push bildirimlerini yapılandırın

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.