-
İçerik Sayısı
2.221 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
6
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
kaan_bebeto tarafından postalanan herşey
-
-
ORMAN YANGINLARI Genel tanımıyla ifade edecek olursak; serbest yayılma eğiliminde olan ve ormanda yaşama birliğine katılan canlı ve cansız bütün yanabilir varlıkları yakıp yok edebilen ateşe "orman yangını" denmektedir. Dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de orman varlığını tehdit eden faktörlerin başında orman yangınları gelmektedir. Orman yangınlarının çıkış sebeplerine baktığımızda, yıldırım gibi doğal nedenlerin % 5-6 oranında kaldığını, diğer bütün yangınların çıkış sebebinin insan olduğunu görmekteyiz... Dolayısıyla ülkemiz ormanları için en tehlikeli varlığın "İNSAN" olduğunu söylemek yanlış olmaz.. Bu nedenle orman yangının çıkmasına engel olmak veya çıkacak yangınların sayılarını olabildiğince azaltmak için insanlarımızı bilgilendirmek ve eğitmek zorundayız. YANMA NEDİR? Yanma basit bir kimyasal olaydır. Daha açık bir ifadeyle yanma; kimyasal bir oksidasyon olup, yüksek sıcaklık derecelerinde meydana gelir ve fotosentez yoluyla depo edilmiş olan ısı enerjisini açığa çıkarır.. Tutuşma sıcaklığı oksijen ve yanıcı madde yeterli miktarda bir araya gelirse yanma olayı meydana gelir. Yanmayı meydana getiren bu üç faktörün oluşturduğu üçgene "YANGIN ÜÇGENİ" denir. Yangın üçgenini oluşturan üç unsurdan herhangi biri olmazsa veya yeterli miktarda bulunmazsa yanma olayı olmaz.. Herhangi bir orman yangınının türünü, şiddetini ve yayılma özelliklerini bu üçlünün miktar ve niteliği belirler. Yangın söndürme çalışmalarında izlenen temel yol bu yangın üçlüsünden herhangi birisinin üçgen dışına çıkarılmasını sağlamaya yöneliktir. Bu amaçla şunlar yapılır; 1- Yanıcı madde yangın yerinden uzaklaştırılır veya devamlılığı kırılır, 2- Su, toprak ve kimyasal maddeler kullanmak suretiyle oksijen - yangın bağlantısı kesilmeye çalışılır, 3- Su, toprak ve kimyasal maddeler kullanmak suretiyle yanıcı maddenin tutuşma sıcaklığına ulaşması önlenir, Orman yangınlarının çıkmasına yol açan birinci faktör, ilk kıvılcımın yol açtığı tutuşma ısısıdır. 260-400 C° arasında tutuşma meydana gelir. Bu tutuşmayı başlatan % 95-99 oranında insan elidir... Ve bu insanın elini tam anlamıyla bu işten caydırmak maalesef mümkün olamamaktadır. Bu amaçla insanların bilgilendirilip eğitilerek bilinç sahibi olmasına gayret gösterilmektedir... Yangın üçgenindeki ikinci faktör olan oksijen; havada ve orman yangını olabilecek ortamlarda % 20 - 21 oranında, her yerde ve bolca bulunan bir elementtir. Yanma ortamında oksijenin % 15 oranının altına düşürülmesi halinde yanma olmaz. Geniş alanlarda bunu sağlamak pek mümkün değildir. Yangın üçgeni içerisinde yer alan yakıt (yanıcı maddeler), yangın savaşçılarının üzerinde en çok durduğu ve önem verdiği faktördür. Orman yangınlarında tutuşma ve alevlenme; yakıtın tipine (istihsal artığı, ham humus, ölü veya yeşil örtü gibi..), yakıtın devamlılığına, yakıtın ısısına bağlıdır. Yangın üçgenini kırmak için doğru kararlar almak, yakıtın çok iyi bilinmesine bağlıdır. Ormandaki yanıcı maddelerin yangın şeritleri gibi müdahaleler yada tedbirlerle devamlılığının kırılması yangın üçgenini bu noktada bozar ve yangın orada durmak zorunda kalır. ALINTIDIR...
-
Kaç aşk eleğinden geçmek lazım Yedi deryayı bir yudumda ,içebilmek için ?
- 43 cevap
-
- Şems-i Tebrizi
- 40 Kural
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Arza hacet yok halim sana ayandır... Dile gerek yok , sessizliğim sana beyandır... söze lüzum yok , susuşum sana kelamdır... Kelama ihtiyaç ,yok aşk sana figandır...
- 43 cevap
-
- Şems-i Tebrizi
- 40 Kural
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
''Dostluk Gül olmaktır, yaprağı ile Dikeni ile de''
- 43 cevap
-
- Şems-i Tebrizi
- 40 Kural
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
İl merkezi ve ilçelerindeki 232 bölgede 34 tür maden bulunan Kütahya, madende en zenğin illerimizden... İl merkezi ve ilçelerindeki 232 bölgede 34 tür maden bulunan Kütahya, ülkenin yer altı zenginlikleri bakımından ön sıralarda gelen illeri arasında yer alıyor. Özellikle stratejik maden borun Türkiye rezervinin yüzde 70'inin burada bulunması, ilin önemini artırıyor. Maden Tetkik Arama (MTA) Genel Müdürlüğü verilerine göre, Kütahya'nın Gediz ve Şaphane ilçelerinde 5.5 milyon ton rezerve sahip alunit madenine ait yataklar halen işletiliyor. Gediz'de Dereköy ve Göynük sahalarında 1 milyon 288 bin ton, Simav'da 17 sahada 2 milyon 619 bin ton antimon rezervi yer alıyor ve bu yatakların bir kısmı önceki yıllarda işletildi. Simav'ın Karakoca köyünde geçen yıllarda 90 milyon ton bakır, kurşun, çinko cevheri üretildi ve burada halen 94 bin 700 ton rezerv olduğu tahmin ediliyor. Dünyada ve Türkiye'de büyük öneme sahip olduğu bilinen bor madeni, Emet ve Hisarcık ilçelerinde bolca bulunuyor. Hisarcık sahasında 30 milyon ton, Espey sahasında 262 milyon 737 bin 762 ton, İğdeköy, Doğanlar, Göktepe sahalarında ise 782 milyon 66 bin ton bor rezervi olduğu sanılıyor. Bu sahalar Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğünce işletiliyor. Tavşanlı ilçesinde yaklaşık 30 milyon ton çimento ham maddesi bulunduğu değerlendirilirken, Emet'in Çatak sahasında 2 milyon 640 bin ton, Küreci sahasında 640 bin ton, Göncek sahasında 140 bin ton, Hisarcık'ın Karaağıl sahasında 1 milyon 951 ton, Güldüren sahasında 100 bin ton, Simav'ın Kalkan sahasında ise 400 bin ton demir rezervi bulunduğu ve bunların birçoğunun çeşitli nedenlerle işletilemediği belirtildi. -21 MİLYON 500 BİN TON GÜMÜŞ REZERVİ- Merkeze bağlı Alayunt sahasındaki diyamotit madeni rezervi geçen yıllarda işletilmişti, ancak düşük kalitede olduğu biliniyor. Simav'ın Azizler, Acemler, Külcü, Kurtduman, Karacaviran, Söğüt, Kalkan ve Kusunlar sahalarında 38 milyon 442 bin 500 ton diyamotit rezervi bulunduğu bildirildi. Tavşanlı'da Ovacık sahasında 9 bin ton florit, il merkezi Köprüören Gümüşköy sahasında 21 milyon 500 bin ton gümüş, Gediz'de Deresüntek, Kayacık, Gökler, Güneyköy sahalarında 80 bin ton jips, il merkezinde Gevrek, Seydiköy, Yumruktaş, Emet'te Ulaşanlar, Alandağı, Hisarcık'ta Kızılçukur, Yarengediği, Kurtdere, Saklar, Altıntaş'ta Allıören, Yüylük, Çamlıtepe, Gediz'de Sazak sahalarında toplam 2 milyon 573 bin 197 ton kaolen rezervi bulunuyor. İl genelinde 16 milyon ton krom, Simav'da yaklaşık 10 bin ton kükürt, Tavşanlı ve Emet'te 12 bin 350 ton manganez, il merkezi ve Tavşanlı'da 19 sahada yaklaşık 14 milyon 888 bin 400 ton manyezit bulunurken, il merkezi, Domaniç ve Emet'teki talk madeni sahalarının önceki yıllarda işletildiği kaydedildi. Bunların yanı sıra diğer madenlerin de eklenmesiyle Kütahya'da 232 bölgede 34 tür maden bulunduğu tespit edildi. -STRATEJİK MADEN BOR- Sanayide kullanılan ve çağın madeni olarak tanımlanan borun dünyadaki rezervinin yaklaşık yüzde 70'i Türkiye'de, bunun yüzde 70'i de Emet ve Hisarcık'ta bulunuyor. Bölgede bor madeninin varlığı, 1956 yılında, MTA Genel Müdürlüğünde görevli Alman Jeolog Dr. Gawlik tarafından Emet ilçe merkezinin 4 kilometre kuzeyindeki Espey mevkisinde ve 12 kilometre güneyindeki Hisarcık ilçesinde tespit edildi. Emet'teki bor sahaları, MTA tarafından 1958'de Etibank'a verildi. Espey'deki sahaların bir bölümü özel şirketlerce, geri kalanı ise Etibank tarafından bir süre işletildi. İlk yıllarda yer altı işletmeciliği yapan bu kuruluşlar, daha sonra boru açık işletme sistemiyle çıkarmaya başladı. O yıllarda Hisarcık'taki sahalarda ise Etibank'a bağlı Emet Kolemanit İşletmesince açık ocak üretimi yapıldı. İsmi Emet Bor İşletmesi olarak değiştirilen kurum, daha sonra resmen bor üretimine başladı Espey yakınındaki Killik mevkisinde 1957'de özel sektör kuruluşlarınca işletilen sahalar, 1979'da dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Deniz Baykal tarafından kamulaştırılarak, Emet Bor işletmesine devredildi. Bölgedeki tüm maden ocakları 1990'da açık işletmeye dönüştürülerek, bor üretimine devam edildi. Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü yetkilileri, Emet ve Hisarcık'taki sahalarda yapılan sondajlara göre 1 milyar tondan fazla bor rezervi bulunduğunu saptadı. Emet Bor İşletmesinin yıllık bor üretimi ve satışının yaklaşık 200 bin ton olduğunu ifade eden yetkililer, bölgedeki bor madeninin ömrünü 5 bin yıl olarak tahmin ettiklerini belirtti. Borun işlenmesi konusunda da önemli çalışmalar yapılıyor. Bor madeninden elde edilen borik asit, daha önce Bandırma'da, Eti Maden İşletmelerinin tesislerinde üretiliyordu. Bu tesisin ekonomik ömrünü tamamlamasının ardından Emet'te 2002'de borik asit fabrikası kuruldu. Yıllık 100 bin ton borik asit üretilen fabrika, yurt içi ve yurt dışından gelen talepleri karşılayamayınca Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü tarafından ikinci fabrikanın kurulmasına karar verildi. Mevcut fabrikanın yanındaki alanda yapımı süren tesiste yıllık 100 bin ton borik asit kapasitesiyle 2010'da üretime başlanması hedefleniyor. -ZENGİN LİNYİT YATAKLARI- Linyit, Kütahya'daki zengin maden yatakları arasında ön sıralarda yer alıyor. Tavşanlı'ya bağlı Tunçbilek beldesindeki Garp Linyitleri İşletmesi (GLİ) Müessesesi ve il merkezine bağlı Seyitömer beldesindeki Seyitömer Linyitleri İşletmesi (SLİ) Müessesesi, bölgelerindeki linyit rezervlerini çıkararak ülke ekonomisine kazandırıyor. Tunçbilek'teki sahalarda 270 milyon 850 bin ton görünür, 46 milyon 882 bin ton muhtemel olmak üzere toplam 317 milyon 732 bin ton linyit rezervi bulunuyor. Seyitömer'deki görünür linyit rezervi ise 198 milyon 666 bin ton olarak belirlendi. Gediz'in Ayçatı sahasındaki 23 milyon 945 bin ton rezerv de eklendiğinde Kütahya'daki toplam linyit rezervi, 540 milyon 343 bin tona ulaşıyor. Kütahya’da Yeni Bor Rezervi Bulundu Anadolu coğrafyası, demir-çelikten kozmetiğe, yanmaz kumaştan araç yakıtına kadar pek çok alanda kullanılan bor’un anavatanı… Türkiye geleceğin enerjisini konuşuyor. Kütahya’nın Emet ve Hisarcık ilçelerinde, yaklaşık 1 milyar tonluk bor rezervi bulundu. Bu rezerv dünyanın 500 yıllık bor ihtiyacını karşılayabilecek düzeyde. Kütahya’nın Emet ilçesinde yeni keşfedilen rezerv ile bu zenginlik daha da arttı. Emet’ten Hisarcık ilçesine kadarki bölgede 1 milyar tonluk bor rezervi keşfedildi. Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürü Orhan YILMAZ, “Bu rezervle birlikte toplam rezerv miktarımız 2,5 milyar ton oldu” dedi. Türkiye, dünya bor rezervlerinin yüzde 70′ine sahip.. Rezervlerin en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıldığını bildiren YILMAZ, “İşlemeden sattığımız 1 kilo maden bile yoktur, tüm cevheri kendimiz işliyoruz ve uygun sektörlere satıyoruz” dedi. Bor’un yeni kullanım alanları, dayanaklı çimento ve beton asfalt yapımı… Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi GÜLER, “Hidrojen taşıyıcısı olarak geleceğin enerji kaynağı olarak kullanılabilecek bireşikleri oluşturacak” dedi. Dünya’nın en modern Borik asit fabrikası da Kütahya’nın Emet ilçesinde kurulu. Yeni rezervlerle birlikte bu fabrikanın yanına yenileri kurulacak. Böylece Türkiye’nin yıllık bor üretimi yıllık 100 bin tondan 200 bin tona çıkarılacak… Üretimdeki liderlik, ihracata da yansıyacak… Eti Maden İşletmeleri tarafından üretilen borik asit Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ülkeleri, Çin, Rusya, Japonya, Afrika ülkelerine ihraç ediliyor. Türkiye bor ihracatından yılda yaklaşık 500 milyon dolar gelir elde ediyor. Bu haber TRT sitesinden derlenmiştir.
- 190 cevap
-
- TÜRKİYEDEKİ SON DEPREMLER
- Deprem Araştırma Enstitüsü
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Nuri DEMİRAĞ Kimdir ? Türkiye Cumhuriyeti demiryolları inşaatının ilk müteahhitlerinden ve cumhuriyet devrinin ilk sayılı milyonerlerinden, kardeşi Abdurrahman Naci Demirağ ile birlikte servetlerini Türkiye'nin sanayi kalkınmasında büyük işlere yatırmış ve iş hayatının yanında geniş ölçüde hayırsever insan olarak tanınmış bir kişi. 1886 yılında Sivas'ın Divriği kasabasında doğdu. Bu kasabanın eşrafından Mühürdarzade Ömer Bey'in oğludur, annesinin adı Ayşe Hanımdır. Babasını henüz üç yaşında iken kaybetmiş, annesinin himaye ve teşvik kanadı altında otodidakt olarak yetişmiştir. Rüşdiye tahsilini memleketinde yapmış ve aynı rüşdiyeye muallim tayin edilmiş, Ziraat Bankasının açtığı bir müsabaka imtihanını kazanarak, bu bankanın önce Kangal, sonra Koçkiri şubelerinde çalışmıştır. Maliye Bakanlığının açtığı bir imtihanı da kazanarak, bankacılıktan maliye hizmetine geçmiş, İstanbul'a gelerek Maliye'nin her kademesinde seçkin bir memur olarak calışmış ve 1918-1919 arasında 32-33 yaşlarında iken Maliye Müfettişi olmuştur. Divriği ile alakasını kesmeyerek, İstanbul'da Beşiktaş'a yerleşmiştir. Kendi kaydına göre 56 altın (252 kağıt lira) birikmiş parası ile sigara kagıtçılığına başlamış ve "Türk Zaferi" adını verdiği bir sigara kağıdı çıkarmıştır. O acı ve karanlık günlerde " Türk Zaferi Sigara Kağıdı" fevkalade rağbet görmüş, o zamanki soyadı ile Mühürdarzade Nuri Bey'e hayli para kazandırmış, 252 lirasi üç sene içinde 84 000 lira olmuştur. Daha sonra, Cumhuriyet hükümeti'nin Türkiye Demiryolları ve şoseleri ile başladığı büyük imar işini benimseyerek, devlete en uygun tekliflerle müteahhitlik hayatına atılmıştır.(1) "İlk Türk Demiryolu Müteahhidi, ilk kazmayı vurduğu yerden itibaren azminin ve imanın bütün kuvvetiyle ilerlemeye ve bütün geçtiği yerleri, demir ağlarla örmeye başladı." Fakat Nuri Bey'in muvaffakiyeti, Samsun'dan Erzurum'a kadar geçtiği yerleri demir ağlarla örmekten ibaret kalmadı. O büyük iddiasının tahakkukuna calıştı. Samsun'dan başlayan ilk tahakkukuna müteaakip (Fevzipaşa-Diyarbakır) (Afyon-Antalya) (Sivas-Erzurum) (Irmak-Filyos) hatlarında 1012 kilometrelik demiryolu yaparken, diğer büyük inşaat işlerine de atıldı. Bursa'da Sümerbank'in Merinos, Karabük'te Demir ve Çelik, Izmit'te Selüloz, Sivas'ta Çimento fabrikalarıyla, Istanbul'da Hal binasını ve Eceabad - Hava soşesini de yapti. Şunu da ilave etmek lazımdır ki Nuri Bey, bütün bu büyük eserlerinin önünde ve muhitlerinde, hayrat ceşmeler yapmayı unutmamıştı, nitekim bu ceşmelerin adeti kırk sekizi aşmıştır" (2) Nuri Demirağ, 1936 yılında havacılık sanayiinin ilk temellerini atmaya başladı. İlk iş olarak 10 yıllık devreyi kapsayan bir plan - program hazırlattı. Bu program gereği, Besiktaş Barbaros Hayrettin İskelesinin yanında Tayyare Etüd Atölyesini kurdu. Bu tayyare atölyesi kısa bir sürede dev bir fabrika haline geldi. Yeşilköy'de Elmas Paşa çiftliğini tayyare meydanı yapmak için satın aldı. 1000 X 1300 metre boyutlarında düz bir tayyare alanı yaptırdı. Bunun bir örneği de o sıralar Avrupa'nın en modern havaalanı olan Amsterdam'da vardı. 1937-1938 yılı içinde Türk Hava Kurumu 10 okul uçaği ve 65 planör siparişinde bulundu. İstanbul fabrikalarında yapılan ilk yerli Türk uçağı, 1941 yılı ağustosunda Nuri Bey'in doğduğu yer olan Divriği'ye uçarak gidip gelmişti. Halkı da heyecanlandıran bu tür gösterilerin yararlı olduğunu düşünen Nuri Bey, Eylül ayında 12 uçaklık bir filoyu, Bursa, Kütahya, Eskişehir, Ankara, Konya, Adana, Elazığ ve Malatya rotasında uçurarak halka kendi tayyarelerimizle göklerimizi kendimizin koruyabileceğini göstermek ve onlara inanç vermek istemiştir. Nu.D.38 tipi yolcu ucağı, tamamen Türk mühendis ve işçilerinin ortaya çıkardıkları Türk tipi bir uçaktır. 6 kişilik yolcu ucağının çift pilot kumandası bulunmaktadır. Saatte 325 kilometre hız yapabilmekte ve 1000 KM uçabilmektedir. Türk Hava Kurumu, Nuri Demirağ'ın fabrikalarına sipariş vermiş olduğu bu uçakları almaktan vazgeçmiştir. (3) "Nuri Demirağ, Cumhuriyet Tarihinde üçüncü kez çok partili hayata geçişte (1945) ilk muhalefet partisi olan Milli Kalkınma Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı ve genel başkanlığını üstlendi"(4) Partinin resmi muamelesi 26/8/1945'te ikmal edilmiş olmakla birlikte, Nuri Demirağ 'artik yeter' sloganı ile 6/7/1945'te ortaya atılmış ve bir siyasi parti kurma teşebbüsüne fiilen o tarihte geçilmiştir. "Böylece Nuri Demirag sadece memleketin iktisadi kalkınmasında değil, siyasi hayatta tek partili rejimi yıkım işinde de öncü ve liderdir (5)" 1946 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi ile Demokrat Parti'nin çetin seçim mücadelesinde Nuri Demirağ'ın Partisi seçimde kazanamadı ve Milli Kalkınma Partisi günden güne eriyerek siyasi sahadan tamamen silindi ; fakat 1954 seçimlerinde Nuri Demirağ Demokrat Parti'den Sivas'ta müstakil aday gösterildi ve Nuri Demirağ bu suretle Sivas Mensubu olarak Büyük Millet Meclisine girdi. Meclisteki hayatı uzun sürmedi, 13 kasım 1957'de vefat etti (1) ve Istanbul'da Zincirlikuyu Mezarlığında defnedildi. Mesude Demirağ'la evli bulunan Nuri Demirağ'in Galip ve Kayı Alp adli iki oğlu, Mefkure, Şukufe, Süveyda, Suheyla, Gülbahar ve Turan Melek adlarında kızları bulunmaktaydı. Kaynaklar: (1) "İstanbul Ansiklopedisi", Reşat Ekrem Koçu, Sayfa 4736, (2) "Nuri Demirağ Kimdir?", Ziya Şakir, Sayfa 50, (3) "Anadolu Üniversitesi Sivil Havacılık Bülteni", Yıl:1 sayı: 4 sayfa: 27, (4) "Büyük Larousse Sözluk ve Ansiklopedisi, sayfa 2994 (5) "Nuri Demirağ'ın Hayat ve Mücadeleleri, N.Necmettin Deliorman, sayfa 68 Nuri Demirağ ve Cumhuriyet Tarihi Türkiye'de Havacılık Sanayii'nin Önderi Seri Üretim olarak 1936'da ilk Türk uçağını yaptı. Çok partili rejimdeki ilk muhalafet partisini kurdu. Ankara'nin doğusuna ilk demiryolunu yaptı. İlk yerli paraşütü yaptı. 1922'de ilk Türk sigara kagidini üretti. Bursa'da Sümerbank'in Merinos fabrikasını kurdu. İstanbul boğaz'ina özel köprü yaptırmayı projelendirdi. İlk şehir ve köy planlarını hazırladı. Karabük'te demir ve celik fabrikasını kurdu. İzmit'te selüloz fabrikasını kurdu. Sivas'ta çimento fabrikalarını kurdu. İstanbul'daki büyük hal binasını yaptı. Bir teşekkürü hakediyor.. teşekkürler ...
-
En güzel gün Sevgiliye yürüdüğümüz gündür.
-
isra suresi 70.AYET Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.
-
-
-
Türkiye Kendi Uçağını Üretecek
kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Hava Trafiği ve Hava Taşıtları
"İstikbal Göklerdedir" diyen Atatürk, Türkiye’nin kendi uçağını üretmesini istemişti. Bu amaçla bir kaç girişimde bulunulmuş başarılı da olunmuştu. Fabrikalar açıldı ancak 1950’li yıllarla birlikte Türkiye’de uçak üretimi durdu. Cumhuriyet’in 100’üncü yılında bu hayali kalıcı olarak hayata geçirmek için adım atılıyor. Ulaşım Şurası’nda dile getirilen "Türkiye kendi uçağını kendi üretmeli" fikri kamu-özel ilgili tüm birimleri buluşturdu. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde düzenlenen "Türk Bölgesel Yolcu Uçağı Çalıştayı"nda ihtiyaçlar ve yetenekler masaya yatırıldı. Önemli Hedeflerden Biriydi Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında büyük bir heyecanla başlayan sanayii atılımında havacılık sanayiinin de gelişmesi önemli hedeflerden biriydi. Öyle ki Atatürk, manevi kızı Sabiha Gökçen’i pilot olması konusunda yönlendirdi. Ardından 1926 yılında açılan uçak fabrikasıyla bu alandaki projeler hayata geçmeye başladı. Nuri Demirağ İstanbul’da uçak üretimi yapan ilk özel girişimci oldu. 1954’lere kadar süren inişli çıkışlı bu üretim sürecine ne olduysa bu yıldan sonra nokta konuldu. Ancak cumhuriyetin 100’üncü yılında yeniden bu rüyayı hayata geçirme fikri sektöre yeni bir heyecan kattı. "Kendi Uçağımızı Yapma Hayalini Hayata Geçirme Zamanı" Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Türkiye’nin havacılıkta bütün tahminleri altüst eden bir düzeye ulaştığını vurguladı. Bakan Yıldırım, "İşte bu büyümedir ki işletmecilikte, insan kaynaklarında yaşadığımız bu büyüme, bize tarihi bir sorumluluk getirmektedir. O sorumluluk artık geçmişte başladığımız devamını getirmediğimiz, kendi uçağımızı kendimiz yapma hayalimizi, projemizi artık hayata geçirme zamanı gelmiştir geçmektedir" dedi. Sektör temsilcileri de bu heyecanı paylaşıyor. Kotil: "Uzun Dönemli Bir Proje" THY Genel Müdürü Temel Kotil, "Türkiye bu konuda aslında tam kıvama gelmiş durumda. İhtiyaç olayı var, tabi 2023’lerden bahsediyoruz. Uzun dönemli bir proje" diye konuştu. ..Alıntıdır..trt haber -
Bilinçsizce tüketmek sadece kullanmaklan olmaz ,dikkatsizlikde sebep olabilir. Lütfen Dikkatli olalım 1 litre atık su 8 litre tatlı suyu kirletiyor. Kirli sular yüzünden yılda 250 milyon kişi hastalıklara yakalanıyor ve 1 milyon 800 bini çocuk olmak üzere 5 milyon insan ölüyor.Kaynakwh webhatti.com: AKSARAY - 20-23 Ekim 2008 tarihleri arasında Aksaray’da Jeoloji Mühendisliği Bölümü tarafından “Su-Enerji-Sağlık Sempozyumu” düzenlenecek. Sempozyumda Türkiye’nin su ve suya bağlı enerji potansiyelinin verimli kullanımı değerlendirilecek. Kaynakwh webhatti.com: Aksaray Üniversitesi (AÜ) Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Afşin 20. yüzyılda dünya nüfusunun 19. yüzyıla oranla 3 kat, su kaynaklarının tüketiminin ise 6 kat arttığını söyledi. Afşin, “Dünyada milyonlarca kadın, gününün yaklaşık dört saatini su taşı geçiriyor. Bir litre atık su 8 litre tatlı suyu kirletiyor. Kirli sular yüzünden yılda 250 milyon kişi hastalıklara yakalanıyor ve bunların 1 milyon 800 bini çocuk olmak üzere 5 milyonu ölüyor. Su sıkıntısı, su kaynaklarının azlığına değil, suyun adaletsiz dağılımına bağlı ve bu sorun şimdilik çoğunlukla yoksulları etkilemektedir. Ulusal ve küresel eylem planlarıyla milyonlarca insanın hayatı kurtarılabilir” dedi. Türkiye’nin 110 milyar metreküp kullanılabilir su potansiyeline ve 26 su havzasına sahip olduğunu vurgulayan Afşin, “önemli havzalardaki bilinçsiz su tüketiminin, soğuk ve sıcak su kaynaklarını olumsuz etkilediğini söyledi. Afşin, Su-Sağlık-Enerji Sempozyumu’nun amacının Türkiye’nin su ve suya bağlı enerji potansiyelinin verimli kullanımını değerlendirmek, giderek yaygınlaşan su sorununun nedenlerini Orta Anadolu’yu baz alarak ayrıntılı şekilde belirlemek ve çözüm önerileri sunmak, jeotermal kaynakların sürdürülebilir kullanımını, suyun insan sağlığına etkilerini ve ülke ekonomisine sağlayacağı yararları vurgulamak olduğunu sözlerine ekledi. JEOTERMAL ENERJİMİZİN YÜZDE 5’İNİ KULLANIYORUZ Yılda 9 milyar dolarlık ekonomik kazanıma eşit jeotermal enerji potansiyeliyle dünyada 7. sırada yer alan Türkiye’nin mevcut potansiyelinin yüzde 5’ini kullandığı bildirildi. Afşin, yenilenebilir enerji kaynaklarından olan jeotermal enerjinin, fosil yakıtlara göre temiz, çevre dostu ve yerli olduğunu söyledi. Yağmur ve kar sularının, yer altındaki jeotermal rezervleri besleme koşulları devam ettiği sürece jeotermal enerjinin bitmeyeceğini vurgulayan Afşin, “Yer kabuğunun derinliklerinde biriken ısının oluşturduğu sıcak su, buhar ve gaz, elektrik enerjisi üretimi, endüstri, merkezi ısıtma-soğutma, seracılık, balık çiftlikleri, kaplıca gibi çok farklı alanlarda kullanılmaktadır” dedi. Türkiye’nin jeotermal enerji potansiyelini yeterince değerlendiremediğini ifade eden Afşin, şunları kaydetti: “Yılda 9 milyar dolarlık ekonomik kazanıma eşit jeotermal enerji potansiyeliyle dünyada 7. sırada yer alan Türkiye, mevcut potansiyelinin yüzde 5’ini kullanıyor. Ülkemizde sıcaklığı 40°C’nin üzerinde değerlendirilebilecek 170 adet jeotermal sahadan beşi elektrik üretimine, diğerleri de doğrudan ısıtmaya, sanayi uygulamalarına, sağlık ve termal turizme uygundur
-
Pakistan'ın güneybatısında dün gece meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki depremde ölen ya da yaralanan olmadığı bildirildi. Depremin vurduğu bölgelerde nüfusun yoğun olmamasının can kaybının önüne geçtiği belirtildi. Pakistan'ın Belucistan eyaletinin, İran sınırı yakınındaki Dalbandin şehrinin 50 kilometre kadar batısında meydana gelen şiddetli deprem Karaçi, Multan, Lahor, Haydarabad ve Kuetta şehirlerinde de hissedildi. AA muhabirinin bölgeden aldığı bilgiye göre, deprem yüzünden bu şehirlerde halk panik içinde sokaklara döküldü. Pakistan televizyonlarında konuşan uzmanlar, yerin 10 kilometre derinliklerinde meydana gelen depremin kısa sürdüğünü, ancak çok şiddetli olduğu için yıkıcı etkisi olabileceğini belirtmişlerdi. Pakistan'da konuşlu bulunan Türk Kızılayı ekiplerinin de depremin meydana geldiği Belucistan eyaletine hareket ettiği bildirildi. Türk Kızılayı’ndan yapılan yazılı açıklamada, “Türk Kızılayı’nın 2005 depremi ve geçen yılki sel felaketi nedeniyle Pakistan'da konuşlu bulunan ekipleri hemen deprem bölgesine hareket etti. Ankara'daki Türk Kızılayı Afet Operasyon Merkezi'nde kurulan kriz masası ile bölgedeki tüm gelişmelerin dakika dakika takip edileceği ve ihtiyaca göre ilk yardımların havayolu ile bölgeye ulaştırılacağı” bildirildi. A.A. / hurriyet.com.tr
- 190 cevap
-
- TÜRKİYEDEKİ SON DEPREMLER
- Deprem Araştırma Enstitüsü
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
11/11/2010 - Güneşte patlama Güneş patlamasının manyetik etkisi dünyaya ulaşmaya başladı. Elektronik araçlar olduğu kadar insan sağlığı da risk altında. Baş ağrısı, sinir bozukluğu ve kalp ritm bozukluğu görülebilir. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Astrofizik Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Osman Demircan, 6 Kasım'da güneşte meydana gelen patlamanın etkilerinin dünyaya ulaşmaya başladığını söyledi. Güneş'in manyetik etkinliğinin zaman içinde hızla artığına ve yapısından kaynaklanan bir manyetik alan oluşumu bulunduğuna dikkat çeken Demircan, bunun elektrik üreten dinamolardaki gibi işlediğini ifade ediyor. Buna göre elektronların yönlendirilmesi halinde bir elektrik akımı oluşuyor ve güçlü olan bu akım da manyetik bir alan meydana getiriyor. Prof. Dr. Demircan, "Manyetik alan güneşin belirli bölgelerinde yoğunlaşabiliyor. Bu yoğunlaşan alan yüzeye çıkmasıyla birlikte, yüzeydeki kapalı manyetik ilmekler içinde plazma birikiyor ve zaman zaman patlıyor. Milyar ton düzeyinde biriken plazmanın yol açtığı patlamalar aşağı yukarı ayda bir gerçekleşiyor" şeklinde konuştu. 6 Kasım'da Güneş'te meydana gelen patlamanın etkisinin bu günlerde dünyaya ulaştığını ifade eden Demircan, "Bundan özellikle kuzey enlemleri etkileniyor. Sıcak plazma atom çekirdeklerinden oluşuyor ve doğrudan dünyanın atmosferini deforme ediyor, bozuyor, kompozisyonunu değiştiriyor. Dolayısıyla atmosferdeki bu dinamik olaylardan, meteorolojik olaylar da etkileniyor. Radyasyon ve kozmik ışınım denilen parçacıkların dünyaya ulaştığında bundan elektromanyetik iletişim sistemleri de negatif yönde etkilenmekte. Güneşin bu manyetik etkinliğinde sürekli bir artış var. Güneşte 6 yıl içinde büyük bir patlama bekleniyor. Böylesi durumlarda, uydularla haberleşmeler kopuyor ve hatta uydular kaybedilebiliyor, bir süre iletişim kurulamıyor. Tabi bu çok güçlü olursa dünyadaki elektronik aletlerinde de susması, çalışamaz hale gelmesi endişesi var. Muhtemelen 6 yıl sonra yeniden bir yavaşlama olacak.' Kalp hastaları dikkat Rusya’daki “Moskovski Komsomolets” Gazetesi’nin Rus bilim kuruluşlarına dayanarak verdiği haberine göre Güneş’in yarattığı manyetik fırtına son yılların en şiddetlisi olacak. Kalbe dikkat Özellikle hassas elektronik cihazlarla kalbinden rahatsız olan insanların olumsuz etkileneceği uyarısı yapılan haberde, “Gezegenimizin manyetik alanı Güneş’ten bize ulaşacak dalgalarla büyük çalkantı geçireceği için insanların reflekslerinde bozukluklar gözlenebilir. Uykulu hal, acil durumlarda yeterince süratli karar verememe, sinir sistemi bozuklukları ve baş ağrısının yanı sıra kalp hastalarında kriz durumları da ortaya çıkabilir” dendi. “M” derecesinde Hassas elektronik cihaz ve araçların başında güneşin yarattığı son manyetik fırtınadan en çok dünya yörüngesinde yer alan uydularla sefere çıkan uçakların etkilenebileceği uyarısına da yer verildi. Bilim adamları, “Protuberan” adını verdikleri patlamaları dünyadaki depremler gibi ölçüyor. A, B, C, M ve X beş kademeli ölçeğe göre geçtiğimiz cumartesi Güneş’te meydana gelen patlamaya “M” derecesinde
-
Demir (Keşifler ve Buluşlar) XIX. Yüzyılın başlarına kadar gözler hep Roma ile Yunan’daydı. Çağdaş uygarlığımız yalnız bu iki kaynağa indirgenmekteydi. Bu görüş Napolyon’un Mısır seferiyle değişti. Onunla birlikte Mısır’a giden bilginler, icat ve anıttan yana zengin bu iki uygarlıktan, çok daha eski bir uygarlığın varlığını şaşkınlık ve hayranlıkla gördüler. 1842′de ufuk daha da genişledi; Fransa’nın Musul başkonsolosu Botta, Mezopotamya’nın antik anıtlarını ortaya çıkardı. Bunu, öteki uygarlıkların, (Sümerler, Babilliler, Egeliler, Hititliler, Ukrayna’dan Moğolistan’a uzayan steplerde yaşayan göçebe halk) tanınması ve incelenmesi izledi. Bugün Atina ve Roma gözümüzde parlak olmakla birlikte uygarlık tarihinin bir ayrıntısından başka bir şey değildir. Birçok belli başlı teknik icatları artık onlara mal edemeyiz. Biliyoruz ki bunlar. Roma saltanatının ya da Yunanistan’ın ünlü filozoflarının gölgesinde değil, zaman zaman büyük imparatorluklar kurmakla birlikte sonradan unutulmuş Asyalı toplumların eserleridir. Yukarıda sabanın, koşumun, gemin bu halkaların icatları olduklarını görmüştük. Ama tereyağının İşkillerin icadı, demirin de (M.Ö. 1300′de) Mitillerin icadı olduğunu kaçımız biliriz? Demir madeni daha önceden de biliniyordu; Hititlere borçlu olduğumuz, “demir sanayii”dir. M.Ö. 2950′de Ur’da bir demir balta; M.Ö. 2840-M.Ö. 2700′den gelen Sümer kalıntıları arasında ve Keops Piramidi’nde demir silâhlar bulunmuştur. Ancak o zamanlar, son derece az bulunan bir maden olduğundan demir değerli eşyalardan sayılıyordu. Hammurabi zamanında (M.Ö.2000) Babil’de demirin değeri gümüşünkinden sekiz kat fazla ve altının dörtle üçü oranındaydı. Günümüz de bol rastlanan bu madenin o zamanlarda bunca ‘ender oluşu’nun sebebi neydi acaba? Çünkü demirin elde edilmesi bakır ya da tunçunkinden daha güçtü. Bakırı eritmek ve toprağından ayırmak için 1.083 derece ısı yeterlidir. Tuncun yapımında kullanılan kalaysa daha kolay (232 derecede) erir. Demirin eritilmesi için 1.535 derecilik bir ısı gereklidir. Bundan başka, maden cevheri oksit şeklinde olduğundan, bunu oksijenden ayırmak için çok miktarda redüktör’e yani indirgeme işlemini yapacak bir aracıya, özellikle karbona ihtiyaç vardır, işte bu iki şart, bakır ve tunç metalürjisinde (madenleri ve arıtılmalarını inceleyen bilim.) kullanılan fırınlarla gerçekleştirilemiyordu. Bunu, M.Ö. 1700′de yapılmış bir Mısır resminde gördüğümüz, ayakla işleyen körüklerle yapmak ve gerekli miktarda oksijeni maden cevherinden alacak maddeyi sağlamak imkânsızdı. Demiri herkesin kullandığı bir maden haline getirenler, Hititler oldular. Bunun için de yüksek fırınlardan yaralandıkları kuşku götürmez. Böylece, tunçtan yapılmış ağır silahlar, zırhlar ve kalkanlar, yerlerini demirden olanlara bıraktılar. Arkeologlar, Korsabad’daki II. Sargon’un sarayında bu silahlardan ve araçlardan 160 ton bulmuşlardır. Demir, Yakın Doğu’dan Mısır’a ve Dorların yaşadığı Balkanlara doğru hızla yayıldı. M.Ö. 900 yıllarına doğru Avrupa’da görülmeye başlanan bu madeni Avrupalılara tanıtan her halde Dorlar olmuşlardı. Doğu Asya, demiri aynı çağlarda benimsedi. Delhi’de, M.Ö. IV. yüzyıldan kalma 17 metre yüksekliğinde ve 17 ton ağırlığında büyük bir sütun bulunmaktadır. Vierendeel: “Bugün bile değme atölyelerin gözünü korkutacak böylesine dev gibi bir parçanın imalinde kullanılan madeni Hindular nasıl eritmiş ve nasıl çalışabilmişlerdir, insan şaşıyor,” diyor. Tabii demir önce yalnızca askerlikte kullanıldı. Ağır tunç kılıçlar, demirden yapılmış ince, hafif ve uzun kılıçların karşısında ‘âciz’ kalıyordu, öte yandan mızrak, ok ve yay daha kullanışlı biçimde yapılmaya başlandı. Gem ve mahmuz hafifledi. Bunu ev eşyaları ve günlük hayatla kullanılan öteki araçlar izledi. Bıçak, testere, zincir vb. demircilerin atölyesinden çıkmaya başladı. Bu arada makas da icat edildi. Önceleri makas sadece savaşçıların saç ve bıyıklarını kesmekte kullanılıyordu. Bir süre sonra mücevherler de demirden imal edilmeye başlandı. Demirin gelişmesini izlemek, çok öğreticidir. Yakın Doğulu bir halkın zekâsının ürünü olan bu maden Asurlulara< kan dökücü egemenliklerini bütün Yakın Doğu’ya yaymaları imkânını vermiştir. II. Sargon, Assurbanipal gibi kralların ün kazandığı bu imparatorluk, kendi içinde eriyen Sümer, Mısır ve Babil gibi eski uygarlıkların mirasçısıydı. Asya’nın bu dev temsilcisi karşısında, Avrupa’nın ne önemi olurdu?.. Sadece Yunan dünyasının meydana getirdiği küçük bir ışıklı nokta dışında. Güneybatı Almanya’dan göç etmiş tarımcı bir halkın Keltlerin, birkaç yüzyıldan beri içinde yaşadıkları karanlık, sessiz ve kısır bir dünya, Kelt köylerinin yoksul kulübeleri,. Babil’in, Knosos’un Ninova’nın sanat eserlerinden ve banyolu konutlarından çok uzaklardaydı. Ve Avrupa’nın günün birinde bunları aşacağı, o dönem için aklın hayalin almayacağı bir şeydi. Bununla birlikte M.Ö. 612′de heybetli Asur yapısı çöktü; Ninova, ateşler içinde yok olup gitti. Yıkıntılarından başka bir imparatorluk yükseldi: Pers İmparatorluğu. Sınırları daha da genişleyen bu devlet, Akdeniz’e kadar uzandığı Hellen kıvılcımı, Batı’nın yoğun karanlığında henüz pek güçsüz bir ışıktı. DEMİR VE DÖKME DEMİRİN ZAFERİ Bu önemli gelişmenin öncüsü, “çelik sanayinin babası” diye adlandırılan John Wilkinson’dur (1782-1808). Madencilik, araçlarını ve tekniklerinin birçoğunu ona borçludur. Hadde makinesini 1552′de Nurenberg’de Bruler adlı biri icat etmiş; iki yüzyıl sonra Fransız Chapitet, madeni oluklu iki silindirin arasından geçirerek “profil” (U,T ya da köşeli vb.) demir imal etmişti. Wilkinson, bunun kullanma alanını o derece genişletti ki, XIX. yüzyılın eşiğinde mimarlar, mühendisler ve makine yapımcıları her türlü ihtiyaca uygun boy ve biçimde madeni levha bulabiliyorlardı. Wilkinson 1774′te boru biçimindeki madeni eşyaların içini “perdahlama’ ve bir de ‘delme’ makinesi icat etti. O tarihe kadar Fransız Nicolas Focg’un icadı olan (1750) ‘delici’den geliştirilmiş bir araç kullanılıyordu. Wilkinson bu aracı mükemmelleştirerek top namlularına uyguladı. Onun sayesinde yepyeni bir ‘araç-makine ailesi’ türedi. Bu aile yetenekli iki teknisyenin (İngiliz Joseph Bramah (1749-1814) ve Fransız Marc Brunel (1769-1849) çalışmalarıyla daha da gelişti. İkisi de tarımcı çocuklarıydı; mutlu bir rastlantıyla sanayi alanına atılmışlardı. Bramah bir yığın icatlar ortaya attı (sözgelişi, bira tulumbası). Ama, asıl ona büyük ün sağlayan “hidrolik pres” (1796) oldu. Brunel, “delgi makinesi”, “yuva açma makinesi” ve “perdahlama makinesi” yaptı. Bundan başka Liverpool’da rıhtımlar ve doklar, Londra’da Thames ın altına bir tünel inşa etti. (1824-1842). Henry Bramah nın hidrolik presinin işlerken kuru kalmasını sağlayan, eski öğrencisi Maudslay’in (1771-1831) pistonları deriyle kaplaması oldu. XVIII. yüzyılın sonlarında mühendisler bu tür araçlara sahip olduktan sonra odunu bir yana itip yerine maden kullanmaya başladılar. Maden zaten buhar makinesi için zorunluydu. Araçlar, sonra da en çeşitli mekanizmalar madenden yapılmaya başlandı. XVIII. yüzyılın sonundan on yıl kadar önce. Mühendis John Rennie’nin (1761-1821) yaptığı, dişli çarklılara kadar bütün aksamı madenden olan ilk buharlı değirmen İngiltere’de dönmeye başladı. Bununla birlikte yapımcılar, kalıba dökmeye son derece uygun olan dökme demiri birçok alanlarda tercih ediyorlardı. XVIII. yüzyılın ortalarından başlayarak İngilizler, dökme demirden çok çeşitli dökme eşyalar yaptılar: 1738′de ray, 1755′te vagon tekerleği, hidrolik çarklar ve kazanlar… 1773′te teknik, madenden bir köprü yapmaya karar verilmesiyle bir atılım daha yaptı. Köprü yapımcıları bundan önce de maden köprü inşa etmek hevesine kapılmışlar, 1755′te Lyon’da üç kemerli bir köprü yapmaya kalkışmışlardı. Ama bu tasarı zamana göre aşırı ileriydi. 1773′te İngiltere artık bu iş için olgunlaşmıştı. Darbylerin fabrikaları, yakınlarında bulunan Severn ırmağının üstüne ilk “demir köprü”yü attı. 1779′da trafiğe açılan ve hâlâ sapasağlam duran bu köprü, zamanında bir şaheser olarak karşılanmış, yapımcısı Abraham III. Darby “mühendislik ve mimarlık sanatına yeni ufuklar getiren öncü” olarak kutlanmıştı. Dökme demir köprüler birbirini izledi: 1796′da Sunderland’da 1804′te Paris’te (le pont des arts) 1806′da yine Paris’te (le pont d’Austerlitz) Bu başarılar tutkuları kamçılayınca, dökme demirle büyük binalar inşa etmeyi deneme hevesi baş gösterdi. Fransız mühendisi François Joseph Belanger (1744-1818), Paris’te 1811′de buğday halini 40 metrelik, dökme demir kubbeyle kapatmayı başardı. Dökme demir doruğuna ulaştığı yerde, demir ve hemen ardından çelik onu geçmeye hazırdılar. 1787′de Wilkinson ilk demir gemiyi kızağa koyar, 1796′da Amerikalı Finley ilk asma köprüyü tanıtırken, mimarlar da demiri, yapılarda gizli kalan ‘iskelet’ olmaktan çıkarıp ‘dekoratif (süsleyici) unsur olarak kullanmayı düşünüyorlardı. Köprüler, gemiler, araç-makineler, kubbeler gibi yararlı teknik uygulamalara rağmen, XVIII. yüzyılın sonunda madenin başlıca kullanıldığı yer hâlâ savaş sanayisiydi. Silah imalâtçılarıyla top dökümcülerinin sanayide yerleri kamu işleri mühendislerinden önce geliyordu. Fransız Devrimi’nin Avrupa’yı karşı karşıya getireceği bütün büyük çarpışmalarda demir, madenlerin kralı oldu. Ordunun ihtiyaçları nedeniyle de olağanüstü gelişimini sürdürdü. Çelik alanında tüfek, Vauban’dan bu yana değişmemişti. Fransızlar, Devrim ve İmparatorluk savaşlarını 1777′de kullanılan silahlarla sürdürmekteydiler. Bunlar, hâlâ ağızdan döktürülüyorlardı. Tüfeğe karşılık, top yapımı ilerleme kaydetmişti. Gösterdiği balistik (atış uzaklığı) sorunlardan ötürü matematikçilerin dikkatini çekmiş, bu sayede sağlam bilimsel temellere kavuşmuştu. İngiliz Benjamin Robins (1701-1751), mermilerin silahtan çıkış hızını ölçmek için bir “balistik sarkaç” icat etmiş ve “iç balistiğin” temellerini atmıştı. İsviçreli Johann Sulzer (1720-1779) da, 1755′te havanın direnci üzerine ilk deneyleri yaparak “dış balistiğin” esaslarını buldu. Bu direncin 1781′de matematik kanununu koyan, Prusyalı Georg von Tempelhof (1737-1807) ve İngiliz Charles Hutton’dur (1733-1824). Bu kuramlarla kişisel gözlemlerin gösterdiği yoldan ilerleyen Fransız Jean-Baptiste de Gribeauval (1715-1789), yarım yüzyıl boyunca Avrupa savaş alanlarında gürleyecek olan maddeyi buldu. Ondan önce top hâlâ tunçtan yapılıyor, ama önce dolu dökülüyor, sonra delinip perdahlanıyordu. Namlu dibi kapalı olduğundan gülleler hartuçla atılıyor, nişan da nişan çizgisi’ ve ‘nişangâh’la alınıyordu. Aracın, ‘sefer topu’ ve ‘kuşatma topu’ olarak ikiye ayrılması, parçaların uzatılması ve kısaltılmasının yanısıra getirilen tek yenilik standardizasyonuydu. Araçların bölümlerinin aynı ölçüler üzerine imal edilmesi kolayca parça değiştirilmesini sağlıyordu, İngiliz Henry Shrapnel’in (1761-1842) icat ettiği ‘obüs,’ topu daha öldürücü bir araç haline getirdi. İspanya seferinde bu silâhla ilk karşılaşan Napolyon orduları büyük kayıplar verdiler. -------------------------------------------------------------------------------- Wikipedia Bilgisi: Demir, atom numarası 26 olan bir elementtir. Simgesi Fe dir (Lat. Ferrum dan). Demir, yerkabuğunda en çok bulunan metaldir. Yerkürenin merkezindeki sıvı çekirdeğin de tek bir demir kristali olduğu tahmin edilmekle birlikte, demir nikel alaşımı olma ihtimali daha yüksektir. Dünyanın merkezindeki bu kadar yüksek miktardaki yoğun demir kütlesinin dünyanın manyetik alanına etki ettiği düşünülmektedir. Demir metali, demir cevherlerinden elde edilir ve doğada nadiren elementel halde bulunur. Metalik demir elde etmek için, cevherdeki safsızlıkların kimyasal redüksiyon yoluyla uzaklaştırılmaları gerekir. Demir, aslında büyük ölçüde karbonlu bir alaşım olarak kabul edilebilecek olan çelik yapımında kullanılır. Demir, karbonla birlikte 1420–1470K sıcaklığa kadar ısıtıldığında oluşan sıvı ergiyik %96,5 demir ve %3,5 karbon içeren bir alaşımdır. Bu ürün ince detaylı şekiller halinde dökülebilirse de, içerdiği karbonun çoğunu uzaklaştırmak amacıyla dekarbürize edilmediği sürece, işlenebilmek için fazlasıyla kırılgandır. Kullanım alanları Demir, tüm metaller içinde en çok kullanılandır ve tüm dünyada üretilen metallerin ağırlıkça %95′ini oluşturur. Düşük fiyatı ve yüksek mukavemet özellikleri demiri, otomotiv, gemi gövdesi yapımı, ve binaların yapısal bileşeni olarak kullanımında vazgeçilmez kılar. Çelik, en çok bilinen demir alaşımı olup, demirin diğer kullanım formları şunlardır: * Pik demir: %4–%5 karbon ve değişen oranlarda safsızlıklar (S, Si, P gibi) içerir. Demir cevherinden dökme demir ve çeliğe giden yolda bir ara ürün olarak değerlendirilebilir. * Dökme demir: %2–%4 arasında karbon, %1 – %6 silisyum, ve az miktarda manganez içerir. Pik demirde bulunan ve malzeme özelliklerini olumsuz etkileyen, kükürt ve fosfor gibi empüriteler, kabul edilebiir seviyelere düşürülmüştür. 1420–1470K arasındaki ergime sıcaklığı, her iki bileşeninin ergime sıcaklığından daha düşüktür ve bu özelliği ile demir ve karbon birlikte ısıtılmaları durumunda ilk ergiyen ürün olur. Mekanik özellikleri, büyük ölçüde, bileşiminde bulunan karbonun aldığı forma bağlıdır. ‘Beyaz’ dökme demirlerde karbon sementit veya demir karbür şeklindedir. Bu sert ve kırılgan bileşik, beyaz dökme demirleri sertleştirir fakat darbelere karşı dayanıksız kılar. Öte yandan, ‘gri’ dökme demirlerde karbon, serbest ince grafit pulcukları halindedir ve bu da, keskin kenarlı grafit pulcuklarının gerilim arttırma karakterinden dolayı malzemeyi kırılgan yapar. Gri dökme demirin daha yeni bir türü olan ‘sünek demir’de ise, malzemenin tokluk ve mukavemetini arttırmak için, dökme demirin az miktarda magnezyum ile muamele edilip grafit pulcuklarının şeklinin küresel veya nodüler hale dönmesi sağlanır. * Karbon çeliği: %0.4–%1.5 arasında karbon ile az miktarlarda manganez, kükürt, fosfor, ve silisyum içerir. * Dövülebilir dökme demir: %0.2 den daha az karbon içerir, tok ve dövülebilr bir üründür. * Alaşımlı çelik: değişen miktarlarda karbonun yanısıra, krom, vanadyum, molibden, nikel, tungsten gibi diğer metalleri de içerir ve daha çok yapısal alanlarda kullanılır. Demir-çelik metalurjisindeki son gelişmeler, çok çeşitli mikro-alaşımlandırılmış çeliklerin (‘HSLA’ veya ‘yüksek mukavemet, düşük alaşım’ çelikleri) ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu çelik alaşımlarının en büyük özeliği, çok küçük miktarlardaki alaşım elementi ilavesiyle çok yüksek mukavemet ve tokluğun elde edilebilmesidir. * Demir(III) oksit: bilgisayarlarda manyetik depolama ünitelerinin yapımında kullanılır. Tarihçe Demirin ilk kullanımına dair işaretler, mızrak uçları, bıçak ve süs eşyası şeklinde olup Sümerlere ve eski Mısırlılara kadar (yaklaşık M.Ö. 4000 yılları) dayanmaktadır. M.Ö.3500 ile M.Ö.2000 yılları arasında, Mezopotamya, Anadolu, ve Mısır civarında ergitilmiş demirden yapılmış objeler daha çok görülmeye başlanır. Bu objelerin içeriğinde nikele rastlanmaması da meteor taşlarından yapılmadıklarının bir göstergesidir. Ancak bunların kullanımlarının daha çok törensel olması, demirin o çağlarda altından bile daha pahalı olmasından dolayıdır. Örneğin İlyada’da savaş silahları bronzdan yapılmasına karşın demir ingotlar ticarette kullanılmaktadır. Bazı kaynaklara göre o çağlarda demir, bakır’ın saflaştırılması sırasında bir yan ürün olarak (‘sünger demir’) ortaya çıkmakta ve devrin metalurji bilgisi, demiri yeni baştan üretmeye yetmemektedir. M.Ö.1600 ile M.Ö.1200 yıllarına gelindiğinde demirin Orta Doğu’da giderek artan bir şekilde kullanıldığı görülür, fakat gene de bronzun yerini alamaz. M.Ö.1200 ile M.Ö.1000 yıllarında Orta Doğu’da, araç-gereç ve silah yapımında bronzdan demire hızlı bir geçiş yaşanmasının ardında demir işleme teknolojisinde kaydedilen bir gelişme değil, bronz yapımında kullanılan kalayın arzında yaşanan kesinti yatmaktadır. Dünyanın değişik yörelerinde değişik zamanlarda yaşanan bu geçiş süreci, yeni bir çağın, ‘Demir Çağı’nın başlangıcının işareti olmuştur. Bu simge, demirin, silahların metali olduğunu, savaş tanrısı Mars’ı işaret etmekteydi. Bronzdan demire geçiş süreci sırasında gerçekleşen bir başka keşif de karbürizasyon olmuştur. Karbürizasyonun kelime anlamı demire karbon ilavesi prosesidir. Demir, sünger demir şeklinde kazanılmış ve tekrarlı bir şekilde katlanarak dövülmek suretiyle içerdiği curufun kütleyi terketmesi ve karbonun oksitlenmesi sağlanmıştır. Ancak dövülmüş dökme demirin çok az karbon içermesi nedeniyle su verme ile sertleştirilmesi pek kolay olmamaktaydı. Orta Doğu insanları, dökme demiri, odun kömürü üzerinde uzun süre ısıtıp daha sonra su veya yağda su vererek çok daha sert bir ürün elde etmeyi başarmışlardır. Elde edilen ürün, çeliğin yüzeyine sahipti ve yavaş yavaş yerini almaya başlayacağı bronzdan çok daha sert ve daha az kırılgandı. Çin’de Zhou hanedanının son yıllarına doğru (M.Ö.550), oldukça gelişmiş ocak teknolojisi nedeniyle yeni bir demir üretim yöntemi ortaya çıktı. 1300K sıcaklıkları aşan yüksek fırın yapabilmeleri, Çinlilerin dökme demir (veya pik demir) üretmelerini sağladı. Hindistan’da demirin kullanılışı M.Ö.250 yıllarına kadar geri gider. Delhi’de Kutup kompleksindeki ünlü demir direk, saf demirden (%98) yapılmış olup bugüne kadar bozulmadan gelebilmiş ve paslanmamıştır. Demir, karbonla birlikte 1420–1470K sıcaklığa kadar ısıtıldığında oluşan sıvı ergiyik %96,5 demir ve %3,5 karbon içeren bir alaşımdır. Bu ürün ince detaylı şekiller halinde dökülebilirse de, içerdiği karbonun çoğunu uzaklaştırmak amacıyla dekarbürize edilmediği sürece, işlenebilmek için fazlasıyla kırılgandır. Avrupa’da dökme demirin gelişimi, ergitme ünitelerinde 1000K nin üzerine çıkılamadığı için epeyce geç olmuştur. Batı Avrupa’da, orta çağın büyük bir kısmında demir, sünger demirin dövülerek dökme demire dönüştürülmesiyle elde edilmiştir. Dökme demirin Avrupa’da ilk ortaya çıkışı İsveç’in Lapphyttan ve Vinarhyttan bölgelerinde 1150 ve 1350 yıllarında olmuştur. Bu gelişimin Moğollar tarafından Rusya üzerinden bu bölgelere getirildiği şeklindeki hipotezler doğrulanmamıştır. 14. yüzyılın sonlarına doğru, top güllelerine olan talep artışıyla birlikte dökme demir pazarı oluşmaya başlamıştır. İlk demir izabe (ergitme) işlemlerinde, hem ısı kaynağı hem de redükleme aracı olarak odun kömürü kullanılmıştır. 18. yüzyıl İngiltere’sinde ağaç kaynaklarının azalmasıyla birlikte alternatif olarak kok kömürü kullanılmış ve Abraham Darby’nin bu buluşu endüstri devrimi için gerekli olan enerji kaynağını ortaya çıkarmıştır. Bulunuşu Demir uzayda en çok bulunan elementlerden birisi olup yerkabuğunda %5 oranında bulunur. Bu demirin büyük bir çoğunluğu, hematit, manyetit, ve takonit mineralleri içinde oksitli olarak bulunur. Dünyanın çekirdeğinin de büyük oranda metalik demir nikel alaşımından meydana geldiği tahmin edilmektedir. Cevherden kazanımı Endüstriyel anlamda demir üretimi, başlıca cevherleri olan hematit (Fe2O3) ve manyetitin (Fe3O4) 2000°C sıcaklıklardaki yüksek fırın içerisinde karbotermik reaksiyonu (karbon ile redüksiyon) ile gerçekleşir. Yüksek fırında demir cevheri, karbon (kok kömürü şeklinde) ve flaks (curuf yapıcı katkılar) ile birlikte yukarıdan beslenirken, ısıtılmış hava fırına alttan üflenir. Fırın içerisinde, kok, oksijenle reaksiyona girerek karbon monoksit (CO) yapar: 6 C + 3 O2 => 6 CO Karbon monoksit, aşağıdaki denklemde görüldüğü gibi cevheri (örnekte hematit verilmiştir) ergimiş demire redükleyerek karbon dioksite dönüşür: 6 CO + 2 Fe2O3 => 4 Fe + 6 CO2 Flaks, cevherdeki safsızlıkların (özelikle SiO2 nin ve diğer silikatların) ergimesini sağlar. Yaygın olarak bilinen curuflaştırıcılar kireç taşı (kalsiyum karbonat) ve dolomit’tir (magnezyum karbonat). Cevherden uzaklaştırılması gereken empüritelerin cinsine göre farklı flakslar da kullanılabilir. Yüksek fırının içindeki sıcaklık kireç taşının kalsiyum oksit’e parçalanmasına neden olur: CaCO3 => CaO + CO2 Daha sonra kalsiyum oksit, silisyum oksit ile birleşerek curuf yapar. CaO + SiO2 => CaSiO3 Curuf, fırın içerisindeki sıcaklıkta ergir. Fırının tabanında curuf, kendinden daha yoğun olan sıvı demirin üzerinde yüzer. Fırının kenarında açılan oluklardan sıvı demir ve curuf ayrı ayrı alınır. Üretilen demir, pik demir olarak adlandırılır. Curuf soğuduktan sonra, kırılıp öğütülerek yol yapımında dolgu maddesi veya mineral bakımından fakir toprakların zenginleştirilmesi amacıyla kullanılabilir. 2000 yılında dünyada 1,1 milyar ton demir cevheri üretilmiştir. Bu miktarın piyasa değeri yaklaşık 25 milyar dolardır. Dünyada 48 ülkede demir cevheri üretimi yapılmakta olup en büyük beş üretici Çin, Brezilya, Avustralya, Rusya ve Hindistan’dır. Bu beş ülkenin toplam üretim içindeki payı %70′dir. Üretilen 1,1 milyar ton demir cevherinden yaklaşık 572 milyon ton pik demir elde edilmiştir. Demir ve insan vücudu Besin maddeleri ve suda bulunur. Topraklarda bol miktarda demir bileşikleri bulunur. Bitkiler demiri topraktan, hayvan ve insan organizması da bitkilerden alır. Günlük ihtiyaç 8 mg kadardır. Demir için en iyi kaynaklar karaciğer, böbrek, kalp, sakatatlar, yumurta sarısı, balık, istiridye, fasulye, ıspanak, buğday ve yulaf unu, hurma, ceviz ve pekmezdir. Organizmada hemoglobin, miyoglobin, solunum enzimlerinde bulunur. Besinlerde Fe3+ şeklinde bulunur. 1. Etlerde porfirin sisteminde kompleks halde 2. Sebzelerde anorganik demir halinde 3. Hayvan ve insan organizmasında ise iyonlaşan demir halinde bulunur. Demir eksikliğine anemi denir. Toksikolojik önlemler Bu maddede yazılanlar yalnızca bilgi verme amaçlıdır; doktor uyarısı ya da önerisi yerine geçmez. Ayrıca bakınız: Vikipedi:Tıbbi sorumluluk reddi Demirin fazlası insanlar için zehirleyicidir, çünkü aşırı miktarda alınan iki değerli demir (ferros demir) vücuttaki peroksitlerle reaksiyona girerek serbest radikaller yapar. İnsan vücudu demirin emilimini çok sıkı kontrol eden bir mekanizmaya sahipse de vücuttan atılmasına ilişkin fizyolojik bir yetisi yoktur. Dolayısıyla, alınan aşırı mikardaki demir, sindirim sisteminin tüm bölgelerindeki hücrelere zarar verebilir ve kan dolaşım sistemine girebilir. Kan dolaşımına giren demir, kalp, karaciğer ve diğer organların hücrelerine de zarar vermeye başlar ve bu da, uzun süreli organ hasarları veya aşırı dozdan ölümlere kadar gidebilir. İnsanlarda demir zehirlenmesinin başlangıç değer; vücut ağırlığının kilogramı başına alınacak 20 miligram demirdir. Kilogram başına 60 miligram demir, öldürücü dozdur. Demir zehirlenmesi ile ilgili fazla bilgi için tıklayınız (İngilizce ve dış kaynak). Altı yaşından küçük çocuklarda en çok görülen zehirlenme yoluyla ölüm nedeni, ferros sülfat tabletlerinin aşırı tüketimidir. Vücudun dayanabileceği günlük demir üst sınırı yetişkinlerde 45 miligram, 14 yaş altı çocuklarda ise 40 miligramdır. Demir eksikliği hastalığı olanların haricinde ve bir doktora danışmaksızın demir takviyesi ilaçlarının kullanımı sakıncalıdır. Kan veren kişiler de düşük demir seviyesi riskine sahip olup demir alımlarını takviye etmelidirler. ==alıntıdır== alıntıdır
-
- Demir
- Demir madeni
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Dünya toryum kaynakları Ülke RAR Th (ton) EAR Th (ton) 1Brezilya 606,000 700,000 2Türkiye 380,000 500,000 3Hindistan 319,000 — 4Amerika Birleşik Devletleri 137,000 295,000 5Norveç 132,000 132,000 6Grönland 54,000 32,000 7Kanada 45,000 128,000 8Avustralya 19,000 — 9Güney Afrika 18,000 — 10Mısır 15,000 309,000 11Diğer ülkeler 505,000 — 12Dünya toplamı 2,230,000 2,130,000 Toryum (Th). Atom numarası 90, atom ağırlığı yaklaşık 232 g/mol olan, 11,7 g/mL yoğunluğunda, 1700 °C de eriyen,, kurşun renginde, havada bozulmaz, atom enerjisi kaynağı olarak kullanılan radyoaktif bir elementtir. Toryum kendiliğinden bölünebilme yeteneğine sahip değildir. Bu yüzden doğrudan nükleer yakıt olarak kullanılamaz. 232Th (toryum-232) izotopunun, bir nötron yutarak, fisyon yapabilen (fisil) bir izotop olan 233U'e dönüştürülmesi gerekir. 232Th'nin düşük enerjili nötronlarla reaksiyonu (nötron yutumu) sonucunda, önce kararlılığı daha az olan 233Th oluşur. Yarılanma süresi 23 dakika olan 233Th ise, bir beta parçacığı ( yayarak, yarılanma süresi 27 gün olan, 233Pa'a dönüşür. 233Pa, bir beta ve gama parçacığı (g) yayarak bölünebilen 233U'a (yarılanma süresi 163 bin yıl) dönüşmektedir. Böylece 232Th, 235U veya 239Pu (plütonyum-239) gibi bir fisil maddeyle birlikte kullanılır. Toryum yakıt döngüsünde uranyumdan daha az plütonyum ve diğer trans-uranyum elementleri üretildiğinden, toryum, nükleer santrallerin en temiz yakıtı olarak kabul edilir. Çevreye daha az zarar vermesi açısından da ileride nükleer reaktörlerde uranyum yerine kullanılması düşünülmektedir. Toryumun nükleer yakıt olarak kullanılması ile ilgili çalışmalar halen devam etmektedir. Ancak günümüzde toryumla çalışan ticarî ölçekli bir nükleer reaktör bulunmamaktadır. Yakıt olarak kullanım denemeleri [değiştir] Toryumlu yakıt denemeleri 1960 yıllarının ortalarında başlamış olmasına rağmen güç reaktörlerinde kullanılmasına 1976 yılında başlanmıştır. Almanya, Hindistan, Japonya, Rusya, İngiltere ve ABD’de araştırma/geliştirme çalışmaları sürdürülmektedir. Almanya’da geliştirilen 300 MWe gücündeki toryum yüksek sıcaklık reaktörü, yarısından fazlası Th/U olan yakıtla 1983 – 1989 yılları arasında başarıyla işletilmiştir. 60 MWe Lingen kaynar sulu reaktöründe ise Th/Pu tabanlı yakıt test elemanı kullanılmıştır. ABD'de Shippingport reaktöründe, toryum tabanlı yakıtların basınçlı su reaktörlerindeki kullanımı incelenmiş ve toryum kullanımının işletme stratejisi veya reaktör kalbi güvenlik sınırlarını etkilemediği sonucuna varılmıştır. 1977 – 1982 yılları arasında hafif sulu üretken reaktör anlayışı da bu reaktörde başarıyla denenmiştir. Zengin toryum kaynaklarına sahip olan Hindistan, toryuma dayalı olarak geliştirdiği nükleer programını uygulama safhasında bulunmaktadır. Günümüzde geliştirilmekte olan yenilikçi nükleer fisyon teknolojilerinde de toryum önemli bir yere sahiptir. Kanada tarafından geliştirilen yeni nesil CANDU Reaktörü (CANDU-X), Rusya tarafından geliştirilen Gaz Türbinli Modüler Helyum Reaktörü (GT-MHR), Japonya-Rusya ve ABD tarafından geliştirilen FUJI Tuz Erimli Reaktör, Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından geliştirilen Çakıl Yataklı Modüler Reaktör (PBMR); Rusya, İsrail ve ABD tarafından geliştirilen Radkowsky Toryum Yakıtlı Reaktör (RTFR) ve Avrupa ülkeleri tarafından geliştirilen Enerji Yükseltici teknolojileri, yakıt çevrimlerinde toryuma yer veren teknolojiler olarak göze çarpmaktadır.
-
Osmiyum Vikipedi, özgür ansiklopedi Osmiyum, simgesi Os, atom numarası 76, atom ağırlığı 190.23 akb, ergime noktası 3045.0 °C, kaynama noktası 5027.0 °C olan geçiş metalidir. Oda sıcaklığında 22.4 g/cm³ ile bilinen en ağır yoğunluklu metaldir. Gümüşi renkte bulunur. Yunanca "koku" manasına gelen "osmë"'den gelir. Tükenmez kalemlerin toplarında, bazı aletlerin millerinde ve flamanlarda kullanılır, platin ile birlikte çıkar. 1803'te Smithson Tenant tarafindan bulunan bu metal; platin yataklarinda çok zor bulunan, platin yataginin kalitesini belirleyen bir elementtir. Son yıllarda ortaya çıkan bir şehir efsanesi, bu elementin en çok Türkiyede bulunduğunu,rezervin 9 trilyon $ değer taşıdığını iddia etmektedir. MTA genel müdürlüğünce yapılan açıklamada bunun gerçeği yansıtmadığı açıkça ifade edilmiştir. Uysal vd. (2007, 2008) tarafından yayımlanan bilimsel çalışmalarda Türkiyenin değişik bölgelerindeki kromitit cevherlerinin ortalama 80-100 ppb civarında Os içeriğine sahip olduğu, toplam PGE (Os, Ir, Ru, Rh, Pt, Pd) içeriklerinin ise ortalama 250-300 ppb civarında olduğu ortaya konulmuştur. Dolayısıyla bir süre önce kamuoyunu oldukça meşgul eden büyük Os rezervleri gerçeği yansıtmamaktadır. Osmiyum metalinin en büyük kullanım alanı, diğer metallerle çok sert alaşımların oluşturulmasıdır. Bu alaşımlar, çeşitli aletlerde kullanılan millerin, fonograf iğnelerinin, dolmakalem uçlarının ve benzeri aletlerin yapımında kullanılır. Osmiyum tetraoksit, parmak izi tesbitinde ve mikroskopla incelenmek üzere hazırlanan yağlı doku preparatlarının boyanmasında kullanılır. Kullanım Alanları Osmiyum’un oksit bileşeninin zehirli olması nedeniyle nadiren kendi saf haliyle kullanılır. Osmiyum metalinin en büyük kullanım alanı, diğer metallerle çok sert alaşımların oluşturulmasıdır. Osmiyum alaşımları çok serttir ve diğer platin grubu metaller gibi dolmakalem ucu, fonograf iğneleri ve elektrik kontaklarındaki alaşımlarda kullanılır. Ayrıca osmiyum tetroksit parmak izi saptamasında ve dokuma boyamasında kullanılmaktadır. Osmiyum kuvvetli bir oksidan olarak yağları tutar ve bu nedenle biyolojik zarların onarılmasını sağlar. Bununla birlikte osmiyum atomları elektron sıklığına sahiptir. Bu durum OsO4’ ü farklı nitelikteki biyolojik malzemelerin TEM’de çalışılması için önemli bir boyama malzemesi yapar ve mikroskopta incelenmek üzere hazırlanan yağlı doku preparatlarının boyanmasında kullanılır.% 90 Platin ve % 10’luk Osmiyum alaşımı tıpta da cerrahi protezlerde kullanılmaktadır. Osmiyum’un 7 tane doğal olarak oluşan izotopları vardır. Bunlardan 5’i duraylı, diğer 2’si de çok uzun yarılanma ömrüne sahiptir. Osmiyum metalinin işlenmesi oldukça zordur. Ancak toz ve sünger haldeki metal yavaşça osmiyum tetroksiti oluşturur. OsO4 çok toksiktir ve 130 °C’ de kaynar. Havadaki 10-7 gr/m3 kadar düşük OsO4 bile akciğerde, deri ve gözde ciddi hasarlara yol açabilir. Osmiyum ilk olarak 1803’de Londra’da Smithson Tennant tarafından, Platin’in kral suyu* ile çözülmesi sırasında arta kalan artık çözeltide saptanmştır. Bu metal genellikle İridyum ve Osmiyum’un doğal alaşımı olan İridiosmiyum’da ve Ural dağları ile Güney ve Kuzey Amerika’daki Platin içeren dere kumlarında bulunmaktadır. Aynı zamanda Ontorio, Kanada’daki Sudbury yatağında nikel içeren cevherde diğer platin grubu metallerle birlikte bulunmaktadır. Bu cevherlerdeki platin metallerinin miktarı küçüktür ancak çok yüksek hacimlerdeki nikel cevheri bu grup metallerin ticari olarak kazanımını mümkün kılıyor. % 99 saflıktaki Osmiyum tozunun fiyatı 100 US$/ gr dır.
-
RÜZGARLAR Yüksek basınçtan alçak basınca doğru olan yatay hava hareketidir. Birbirine yakın iki merkezde sıcaklık farkı oluşması durumunda görülecek ilk olay rüzgarın esmeye başlamasıdır. RÜZGARIN HIZINDA ETKİLİ FAKTÖRLER 1.BASINÇ FARKI Basınç farkı arttıkça rüzgarın hızı ve şiddeti de artar. 2.BASINÇ MERKEZLERİ ARASINDAKİ YATAY UZAKLIK Basınç farkı eşit ise, yatay mesafede yol uzadıkça sürtünme artar,hız azalır. Bundan dolayı izobarların sık geçtiği yerde rüzgarın hızı fazla iken , seyrek geçtiği yerde hız azdır. 3.YER ŞEKİLLERİ Yer şekilleri rüzgara yön verirken , aynı zamanda hızını da etkilerler. Ör. Engebeli bir alanda rüzgar engelin gerisinde daha yavaş eser. Dar bir vadiden geçerken, sıkışır,sürtünme alanı daralır,hızı artar. 4.DÜNYANIN EKSENİ ÇEVRESİNDEKİ HAREKETİ Dünyanın dönüş hızının arttığı alanlarda rüzgarlar daha fazla sapmaya uğrar.Yolu uzar ,hızı azalır. RÜZGARLARIN ESME YÖNÜNÜ ETKİLEYEN FAKTÖRLER 1.Basınç merkezlerinin konumu: Rüzgarlar her zaman yüksek basınçtan alçak basınca doğru eserler. 2.Dünyanın ekseni çevresindeki hareketi: Bu hareketten dolayı rüzgarlar K.Y.K.’ de sağa, G.Y.K. ‘ de sola doğru saparak eserler 3.YER ŞEKİLLERİ Sıradağlar, boğazlar, derin ve uzun vadiler rüzgarların gerçek yönlerini değiştirirler. Rüzgarlar yatay yönde yer şekillerinin uzanış doğrultusuna uygun eserler. Rüzgarlar boğaz ve vadide belirli bir doğrultuda daha fazla eserken, engebesiz alanlarda ise; bütün yönlerden az-çok eşit eser. Bir yerde rüzgarın esme sıklığını gösteren diyagrama rüzgar frekans gülü denir. Rüzgar frekans gülüne bakarak ; yer şekillerinin uzanış doğrultusu ve hakim rüzgar yönü hakkında bilgi elde edilebilir. Herhangi bir yerde rüzgarın yıl içinde en fazla estiği yöne hakim rüzgar yönü denir. RÜZGAR ÇEŞİTLERİ SÜREKLİ RÜZGARLAR ALİZE RÜZGARLARI 30° enlemlerindeki Dinamik Y.B. alanlarından Ekvatoral A.B alanına doğru esen rüzgarlardır. Doğu yönlü oldukları için Tropikal Kuşak karalarının doğusuna sürekli olarak yağış bırakırlar. Ekvatorda yükselerek üstten 30 ° enlemlerine doğru esen rüzgarlara Ters Alizeler denir. Bu rüzgarlar dönenceler civarında alçalarak çöllerin oluşmasına neden olurlar. BATI RÜZGARLARI 30° enlemlerindeki Dinamik Y.B. alanlarından 60° enlemlerindeki Dinamik A.B. alanlarına doğru esen rüzgarlardır. Batı yönlü olduklarından Ilıman Kuşak karalarının batısına sürekli bol yağış bırakırlar. KUTUP RÜZGARLARI Kutuplardaki Termik Y.B alanlarından 60° enlemlerindeki Dinamik A.B merkezlerine doğru esen rüzgarlardır. 60 enlemlerinde Batı Rüzgarları ile karşılaşarak cephe oluşumuna neden olurlar. Sürekli rüzgarlar yıl boyunca aynı yönde eserler ve okyanus akıntılarına neden olurlar. MUSON ( MEVSİMLİK ) RÜZGARLARI Birbirine komşu kıta ve okyanusların mevsimlik ısınma farkından doğan rüzgarlardır. Yazın denizden karaya, kışın karadan denize doğru esen devirli rüzgarlardır. Kış Musonu: Kış mevsiminde daha soğuk olan karalarda yüksek basınç alanı oluşur. Denizler ise karalara göre daha sıcak olduğundan alçak basınç alanı durumundadır. Bu basınç farkından dolayı karadan denize doğru rüzgarlar eserler. Bu rüzgarlara Kış Musonları adı verilir. Kış Musonları kara kaynaklı olduğu için soğuk ve kurudurlar .Yağış getirmezler. Yaz Musonu: Yaz mevsiminde karalar üzerinde alçak basınç alanı, denizler üzerinde yüksek basınç alanı oluşur. Bu basınç farkından dolayı okyanuslar üzerinden , karalar üzerine doğru rüzgarlar eserler. Bu rüzgarlara Yaz Musonu denir. Deniz ve okyanuslardan kaynaklandıkları için bol nem taşırlar ve geçtikleri yerlere de bol yağış bırakırlar. Not: Dünyanın en fazla yağış alan yeri Muson Asya'sında Çerapunçi (Hindista'nın K.Doğusundadır. Yıllık ortalama 12.000 mm yağış alır.) dir. Görüldüğü yerler: Güney ve Güneydoğu Asya, Avustralya’nın kuzeyi , Doğu Afrika’da Madagaskar adası çevresi, Meksika ve Gine Körfezi kıyılarıdır. Not: Etkili olduğu adalara sürekli olarak denizler üzerinden geldiği için bütün yıl boyunca yağış bırakırlar. ör.; Endonezya ve Malezya YEREL RÜZGARLAR MELTEMLER Günlük sıcaklık ve basınç farkından doğarlar. Hızları azdır. Etki alanları dardır (25-30 km). İklim üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Sadece deniz meltemi denizden geldiği için havayı biraz serinletir. Kara-Deniz Meltemleri Kara ve denizlerin günlük ısınma farkı sonucu oluşurlar. Gündüz deniz meltemi, gece kara meltemi oluşur. Ege kıyılarında yazın öğleden sonra denizden esen İmbat rüzgarı deniz meltemine örnektir. NOT Deniz meltemi kısa mesafelerden sıcak karaya doğru estiği için yağış bırakmaz. Sadece havayı serinletir. Dağ ve Vadi Meltemi Dağ ve vadilerin farklı ısınması sonucu oluşurlar. Bunda nem oranlarının farklı olması etkilidir. Dağlarda nem oranı az olduğundan vadi ve ovalara göre daha erken ısınır, daha erken soğur. Gündüz vadi meltemi, gece ise dağ meltemi olur. NOT: Muson rüzgarları ile meltem rüzgarları arasındaki benzerlik devirli olmalarıdır. SICAK YEREL RÜZGARLAR Föhn Rüzgarları Bir dağ yamacını aşarak diğer yamaçtan aşağı doğru esen rüzgarın sıcaklığı artar. Çevrede nem açığı oluşur. Bitkilerde kurutucu etki yapan bu tip rüzgarlara Föhn rüzgarları denir. Bu rüzgarların oluşmasında yer şekilleri etkilidir. Rüzgarlar geldikleri yerin sıcaklığını gittiği yere taşırlar. Föhn rüzgarları bu genellemeye uymaz. Türkiye’de daha çok Kuzey Anadolu dağları ile Toros dağlarında etkilidir. Dünya üzerinde ise en fazla İsviçre Alplerinde görülür. Sirokko: Büyük Sahradan İtalya’nın güneyine doğru esen sıcak ve kuru rüzgardır. Akdeniz’den geçerken nem aldığından İtalya’nın güney kıyılarına yağış bırakır. Hamsin: Libya ve Mısır’dan Akdeniz’in doğusuna doğru esen sıcak ve kuru rüzgardır. Yurdumuzda ise; G.Doğudan gelen Samyeli (Kesişleme), güneyden gelen Kıble ve G.Batıdan gelen Lodos rüzgarları sıcak yerel rüzgarlardandır SOĞUK YEREL RÜZGARLAR Mistral: Kışın ve ilkbaharda Fransa’dan Akdeniz’e doğru esen soğuk rüzgardır. Bora: Dalmaçya kıyılarının gerisindeki dağlardan Akdeniz’e doğru esen soğuk rüzgardır. Krivetz: Romanya’dan Karadeniz’e doğru esen soğuk rüzgardır. Ayrıca Türkiye'de K.Batıdan esen Karayel, Kuzeyden esen Yıldız ve K.Doğudan esen Poyraz rüzgarları soğuk rüzgarlara örnektir. Etezyen:Ege kıyılarına yazın kuzeyden esen soğuk rüzgardır. Asor Y.B etkisiyle oluşur. TROPİKAL RÜZGARLAR Tropikal kuşakta ani basınç düşmesi ile oluşan çok şiddetli rüzgarlardır. Bu rüzgarlara Hurricane, Tornado, Kasırga,Hortum gibi isimler verilir. TÜRKİYE'DE ETKİLİ OLAN RÜZGARLAR Türkiye Batı rüzgarları kuşağındadır.Ancak yer şekillerinden dolayı bu rüzgarların etkisi görülmez. Yurdumuz daha çok yerel rüzgarların etkisindedir.