Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

Ana ekranınızda anlık bildirimler, rozetler ve daha fazlasıyla tam ekran uygulama.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

kaan_bebeto

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

kaan_bebeto tarafından postalanan herşey

  1. 2007 yılında trafik cezaları el yakacak. 1 Ocak 2007 tarihinde başlayacak uygulamaya göre kırmızı ışıkta geçmek 108, hız ise 222, alkollü araç kullanmak 448 YTL olacak. Trafik cezaları yeni yılda yüzde 7,8 oranında artacak. Yılbaşından itibaren uygulamaya başlanacak cezaların en düşüğü 52, en yükseği ise 11 bin 836 YTL olacak. Yeni trafik cezalarında kırmızı ışıkta geçenlere 101 YTL yerine 108 YTL para cezası uygulanacak. Alkol sınırını aşıp araç kullananlar ilkinde 416 YTL yerine bundan sonra 448 YTL para cezası ödeyecek. ikincide bu rakam 561, üçüncüsünde ise 899 YTL olacak. işte zamlı trafik tarifesi: *Araçlarını 1 ay içinde tescil ettirmeyenlere 108 YTL, *Araç tescil belgelerini yanlarında bulundurmayanlar, araç muayene süresini geçirenler 52 YTL, *Ehliyetsiz araç kullananlar 222 YTL, *Ehliyetini üzerinde bulundurmayanlar 108 YTL, *Hız sınırını yüzde 30'a aşanlar 108 YTL, daha fazlası ise 222 YTL, *Engellilere yerlere park edenler 105 YTL, *Sol şeridi sürekli işgal edenler 108 YTL, *Toplu taşım araçlarında sigara içenler 58 YTL, *Radar uyarı cihazı bulunduranlar bin 352 YTL, *Fazla yük yada yolcu taşıyanlar 107 YTL, *Yaya ve okul geçitlerinde durmayanlar 108 YTL *Hatalı park, sigorta yaptırmayanlar, müziği fazla açanlar ise 52 YTL ceza ödeyecek. *Muayene istasyonlarını şartlara uygun çalıştırmayanlar ise 3. ikazdan sonra 11 bin 836 YTL ödeyecek.
  2. TÜRKİYE'DE ARAÇLARIN UYMASI GEREKEN YASAL HIZ SINIRLARI ARAÇ CİNSİ YERLEŞİM YERİ İÇİNDE YERLEŞİM YERİ DIŞINDA OTOYOLDA (Km/Saat) (Km/Saat) (Km/Saat) Otomobil 50 90 120 Otobüs 50 80 100 Minibüs, kamyon ve kamyonet 50 80 90 Arazi taşıtları ve motosikletler 50 70 80 Tehlikeli madde taşıyan araçlar ve özel 30 50 60 yük taşıma izin belgesi veya özel izin belgesi ile karayoluna çıkan araçlarda (Belgelerinda aksine bir hüküm yoksa) Motorlu ve motorsuz bisikletler 30 50 - Lastik tekerlekli traktörler, arızalı 20 20 - bir aracı çeken araçlar ve iş makineleri
  3. TRAFİK İŞARETLERİ TEHLİKE UYARI İŞARETLERİ TRAFİK TANZİM İŞARETLERİ BİLGİ İŞARETLERİ DURMA VE PARKETME İŞARETLERİ YATAY İŞARETLEME özelliklen bizim kapinin önüne birakmayin ona göre
  4. ilk aönce sayin degerli adminimize tşkederim.... biliyorumkii onun aklina yatmayan şeyi yapmayacagini biliyorum ... ADMİN imize tşkkürleri sunuyorum .... ve her zaman düşünceleriylen bana destek olan BİRCE me tsk ederim sen bitanesin. diger destek veren arkadaslara tsk ederim
  5. Allah Anali Babali büyütsün Allah olmyanlarada versinn ....
  6. bu konuda fikirilerinizi bekliyoruz.... eksik olan yada düzeltilmesi gereken bir yer varmidir..
  7. * TRAFİK - ARAÇ TEKNOLOJİLERİ -Trafik Ve Araç Teknolojileri -Trafik kurallari / Trafik cezalari /Trafik Kazalari -Deniz Trafiği / Vapur,Yat ,Deniz otobüsleri -Trafik kazalari -Motorsiklet - Bisiklet -Otomobil - Automobile -Hava Trafiği ----------------------------------------- hergün trafikde cildirmamak mümkün degilki.. dün hava yagmurluyduu ben ne kadar insanlari islatmadan yavas gideyim dediysemdee , bir arabanin yanindan gecerken hafif su birikintisine girdim arac islandi zaten yagmur bardakdan bosanircasina yagiyorduu adam durdu demesinmii hopp hemşerimmm durr benlen kavga edecek hemen ..... ben ne yapabilirim kii allahin verdigi bir yagmur arabasi islaniiyorsa ben ne yapabilirim.... sonunda suyun üstünden atlayamam kiii....araban uçmuyor dahaaa sonuçda dursam adamlan kavga edecekdikk...çile yaa bu trafikk insanlari islatmayalim derken beyfendinin arabsini islattim hehehe
  8. * TRAFİK - ARAÇ TEKNOLOJİLERİ -Trafiklen Teknolojileri -Trafik kurallari / Trafik cezalari /Trafik Kazalari -Deniz Trafiği / Vapur,Yat ,Deniz otobüsleri -Trafik kazalari -Motorsiklet - Bisiklet -Otomobil - Automobile -Hava Trafiği ben ilk aşamada bunu düşündüm ama daha eklenmesi veya değiştirilmesi gereken konular olabilir... Fikirlerinizi bekliyorum... sayin adminim konuya deger verip cevap yazdiğiniz için çok tşk ederim...yeterki gönüller bir olsun...
  9. kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Çevre Bilimi - Ekoloji
    Fizyoloji Fizyoloji, (Yunanca; φυσις, physis, "doğa, köken, origin"; ve λόγος, logos, "nizam" sözcüklerinden doğal şeylerin kuralları anlamında), canlıların mekanik, fiziksel ve biyokimyasal fonksiyonlarını ve sistemlerinin işleyişini inceleyen bilim dalı. Fizyolojiyle ilgilenen bilim adamlarına "fizyolog" denir. Fizyoloji genellikle bitki fizyolojisi ve hayvan fizyolojisi olarak ikiye ayrılarak incelense de, fizyolojinin kuralları hangi canlının çalışıldığına bakılmaksızın evrenseldir. Örneğin, maya hücre fizyolojisinde öğrenilenler insan hücrelerine de uygulanabilir. Fizyolojini temel özelliği, incelediği sistemlerin durağan değil dinamik olmasıdır. Hücrelerin işlevleri, en yakın çevresindeki değişikliklere bağlı olarak sürekli değişir ve her canlı, gerek temel yaşam biri olan hücrenin iç değişikliklerinden, gerek etkileşim içinde olduğu dış ortamın değişikliklerinden kaçınılmaz biçimde etkilenir. Bu nedenle, fizyolojik tepkimelerden çoğunun temel amacı, iç ortamdaki fiziksel ve kimyasal dengenin korunmasıdır. Bu iç denge, hayvanlarda, canlının iç ya da dış ortamdaki değişiklikleri algılayabilen duyu alıcılarıyla düzenlenir. Bu alıcıların uyarısıyla, kas, böbrekler, karaciğer ve iç salgı bezleri gibi organlarda, değişen koşullara uygun özel yanıtlar gelişir ve canlı kendisini bu yeni duruma uyarlayabilir. Bugün fizyologlar, hücre, doku ve organlarda derledikleri bilgilerin ışığında, canlının bir bütün olarak çevresine nasıl uyum sağladığını araştırırlar. Kısacası, kalıtımın biyokimyasal temellerinden ve moleküler biyolojiden başlayarak hayvanlardaki davranış özelliklerine varıncaya değin çok geniş bir araştırma alanı bugün fizyoloji teriminin kapsamına girmiştir.
  10. kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Çevre Bilimi - Ekoloji
    Biyokimya Biyokimya, bitki, hayvan ve mikroorganizma biçimindeki bütün canlıların yapısında yer alan kimyasal maddeleri ve canlının yaşamı boyunca sürüp giden kimyasal süreçleri inceleyen bilim dalıdır. Biyokimyanın amacı her şeyden önce, hücrenin temel bileşenleri olan protein, karbonhidrat, lipit gibi organik bileşiklerin ve yaşamsal önem taşıyan kimyasal tepkimelerde en büyük rolü oynayan nükleik asitlerin, vitaminlerin ve hormonların yapısal ve nicel çözümlemesini yapmaktır. Canlılardaki protein bileşimi, besinlerin enerjiye dönüşmesi, kalıtsal özelliklerin kimyasal mekanizmalarla iletilmesi gibi yaşam süreçlerinin araştırılması da yine biyokimyanın ilgi alanına girer. Her yaşam bilimi ve kimya ile uğraşmakta olan fakültede (tıp, eczacılık, biyoloji,ziraat, veterinerlik vs.) ilgili biyokimya kürsüsü bulunur . İnsan sağlığıyla ilgili bilimlerde iki alanda incelenir: 1. Temel Biyokimya 2. Klinik Biyokimya
  11. kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Çevre Bilimi - Ekoloji
    Biyofizik Biyofizik, biyolojik süreçlerin aydınlatılmasında ve biyolojiye ilişkin sorunların çözümünde fiziksel bilimlerin ilke ve kavramlardan yararlanan bilim dalı. Biyofizik çok çeşitli olan ilgi alanı içinde, sinir iletisini sağlayan elektrik ya da kas kasılmasını sağlayan mekanik kuvvet gibi fiziksel etkenlere bağlı olan biyolojik işlevleri, canlıların ışık, ses ya da iyonlaştırıcı ışınımlar gibi fiziksel etkenlerle etkileşimini ve yüzme, uçma, yürüme gibi yer değiştirme ya da iletişim yoluyla çevreleriyle kurdukları ilişkileri inceler. Bu çalışmalarda çok gelişmiş yöntemlerden ve araçlardan yararlanır. Moleküler Biyofizikte kullanılan en yaygın yöntemler arasında X-ışın kırınımı ve X-ışını kristalografisi, Nükleer magnetik rezonans spektroskopisi, soğurma ve floresans spektroskopi ve ultrasantrifüjle çökeltme yer almaktadır. Hayvan ve bitki makromoleküllerinin yapısı ve özellikleri bu yöntemlerle kesin bir biçimde tanımlanabilmiştir.
  12. Moleküler Biyoloji Moleküler biyoloji, canlılardaki olayları moleküler seviyede tetkik eden biyoloji dalıdır. Moleküler biyoloji son yıllarda önem kazanan genetik, biyokimya, hücre biyolojisi ve biyofizik gibi dalların gelişmesiyle ortaya çıktı. Canlı organizmada hayati önemleri oldukça fazla olan nükleik asitler, proteinler ve enzimlerin yapılarının tamamen aydınlatılması moleküler biyolojinin ilgi alanıdır. Bu maksatla X ışınları difraksiyonu ve elektron mikroskobu gibi ileri tekniklerden faydalanılırdı. İnsan ve diğer canlıların genomlari aydınlanmaya başladıktan sonra moleküler biyolojinin genel ilgi alanı canlılardaki proteinleri ve onlarin üstlendikleri görevleri ve birbirleriyle olan etkileşimleri anlamaya yönlenmiştir. Bu günlerde moleküler biyoloji ortaya çıkan yeni yöntemlerin yardımıyla hızlı bir gelişme sürecine girmiş ve hem hastalıkların gerçek nedenleri anlaşılmaya başlanmış hem de biyoteknolojik ve biyonik gelişmelerin yolu açılmıştır. DNA mikroçipleri ile genlerin ifade profillerinin alınması olası hale gelmiş, gerçek zamanlı PCR ile gen ifadesinin incelenebilmesine olanak vermiştir. Floresan antikor ve protein teknolojileri, bu floresan proteinlerin hücre içinde sentezlenmesiyle veya ilgilenilen proteinlere kaynaştırılmasıyla proteinlerin hücre içinde takibi mümkün olmuş ve hangi hücrelerin hangi şartlar altında bu proteinleri nasıl ve nerede kullandığının anlaşılmasını sağlamıştır. Bir çok hücre türünün kültüre edilmesi genetik hayvan deneylerinde hangi genetik etkenlerin hangi sorunlara yol açtığını anlamayı kolaylaştırmıştır. Rekombinant DNA teknolojileri ile canlılar arası gen alış verişi mümkün olmuş ve birçok alanda yeni ürünlerin üretilme yolu açılmıştır. Kök hücre ve transgenik hayvan modellerindeki çalışmalar birçok hastalığın tedavisi için umut vermektedir.
  13. kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Coğrafya Bilgileri
    Biyocoğrafya; canlıların (bitkilerin ve hayvanların) dünya üzerindeki dağılış sebeplerini ve bunların değişmelerini, başka bir deyişle Biyoloji'nin Coğrafi görünümünü araştırır. Biyocoğrafya, konusunun geniş ve çeşitli olması nedeniyle Coğrafaya'nın dışında, Botanik, Zooloji, Ekoloji ve Fizyoloji bilimlerinden de yararlanmaktadır. Biyocoğrafya canlıların genel dağılışını iki seviyede inceler. 1. Sistematik yönden; bu kısımbitki ve hayvan topluluklarını meydana getiren taksonları ayrı ayrı flora ve faunayı sistematik yönden inceler. 2. Ekolojik yönden; burada takson topluluklarının yada bitki ve hayvan guruplarının dünya üzerindeki dağılışları araştırılır. BAŞKA BİR KAYNAK Biyocoğrafya, bitki ve hayvan türlerinin dağılımını ve bu dağılımın nedenlerini inceleyen bilim dalıdır. Biyocoğrafya araştırmaları yürütülebilmesi için yeryüzü, özellikle kıtalar ve adalar, öbür bölgelerden değişik ama kendi sınırları içinde ortak özellikte bitki ve hayvan varlığını barındıran belirli bölgelere ayrılmıştır. bitki ve hayvan topluluklarının özelliklerini dağılışlarını ve insan yaşamı üzerine etkilerini inceleyen fiziki coğrafya alt dalıdır. Biyolji,botanik,zooloji,tıp canlılar biliminin yardımcı bilim dallarıdır. Bitki coğrafyası bölgeleri Kuzey bölgesi Paleotropikal bölge Neotropikal bölge Güney Afrika bölgesi Avustralya bölgesi Antartika bölgesi Hayvan coğrafyası bölgeleri Palearktik bölge Oryantal bölge Avustralyen bölge Etiyopyen bölge Nearktik bölge Antartika bölgesi Neotropikal bölge
  14. Ankara Sokakları Buzdan gibi bir gece, çarparken tokadını Yüzümde donup kaldı Ankara soğuğunda Gözden inen damlalar yıkarken yanağımı Islanan yere düştü, Ankara sokağında Araçlardan sıçrayan, suyla karıştı yağmur, Ayakkabım gömüldü, paçaya çıktı çamur Bir tepeden bakınca içime doldu huzur Şehir gönlüme düştü, Ankara sokağında Bilmiyordum doğrusu, hangi sokak burası Semt olarak Mamak ta, hangi sokak arası Kaybolmak acep bu mu, değilken hiç sırası Korku gönlüme düştü, Ankara sokağında Keçiler kırılmıştı bu tepede soğuktan Bu tepe çok namlıydı, ayrılmazdı Mamak tan Manzarası güzeldi, zevk alınır bakmaktan Şehir gözüme düştü, Ankara sokağında Ne kadar tepe varsa görünüyor buradan Aktepe, Esertepe Etlik gelir ardından Sol cenahta Kızılay, Çankaya’yı ortadan Seyretmek bize düştü Ankara sokağında Sağ tarafta üç tepe, Hüseyingazi dağı Biraz daha sağında görünür Elmadağ’ı Bu dağların üstüne düşer mevsimin karı Beyazlık yere düştü Ankara sokağında Islanmıştım epeyce, içerim titriyordu Caddedeki ıslakta, ışık dans ediyordu Bu yağmur çok güzeldi, aheste yağıyordu Damla içime düştü Ankara sokağında Toprak susamıştı çok, düşen her bir damlayı Kanarak içiyordu, koymadan son noktayı İncecikten dereler, yıkarken sokakları Sevinç kalbime düştü Ankara sokağında Yürümek çok güzeldi, soğuk olsa da hava Derman gibiydi dize, yere düşen her damla Bıçak gibi kesse de, alışmışken soğuğa Adımlar yere düştü, Ankara sokağında Yürüdüm kararsızca, en tepeden aşağı Böyle nasıl olunur, Ankara’nın aşığı Sıcacık bir kahvede, elimde çay kaşığı Yudumlar gönle düştü, Ankara sokağında Sağanak boşalmasın, yağsında böyle ince Gönül kurak kalmasın, aşk içeri girince Ankara da yaşayıp, Ankara yı sevince Sözler aklıma düştü Ankara sokağında 28/11/2007 Necati ŞİMŞEK
  15. HALEP Halep; Suriye'nin en büyük ikinci kentidir. 1999 nüfusu 1.7 milyon olup, günümüzde 3 milyona yaklaştığı tahmin edilmektedir. Halep Arapça'da ve diğer bazı Sami dillerinde süt veren demektir. Halep, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli kentleri arasında yer almış, Türkçe deyimlere ve Türk edebiyatına yerleşmiştir. "İşte Halep işte arşın" deyimi, Aşık Ömer'in "İşte geldim gidiyorum şen olasın Halep şehri" beyiti, Aşık Emrah'ın sevdiğini Halep'te araması, Kerem'in Aslı'nın ateşine Halep'te yanıp kül olması bu meyanda sayılabilir. Pek çok tarihçi Halep için "Doğunun Kraliçesi" terimini kullanmıştır. Yumuşak iklimiyle, kültür ve sanat çevresiyle, eğlence hayatıyla, zengin mutfağıyla insanları kendine çeken bir özelliği vardır. Kebabın kökeni tartışmalarında da Adana ve Urfa'ya rakiptir. Tarihi M.Ö. 3000'li yıllara uzanan Halep Kalesi'nde çeşitli Mezopotamya devletleri, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Arap hakimiyeti, Büyük Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu devirleri yaşanmıştır. Suriye'nin sürekli ticaret ve üretim merkezlerinden biri olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nda Bursa ve İstanbul'dan sonraki en önemli dokumacılık merkezi Halep olmuştur. İpekli dokumaları ve sabunları Halep'in en önemli ihraç malı olmuştur. 1500'lü yıllardan itibaren Venedikliler, İngilizler, Fransızlar ve Hollandalılar Halep'te konsolosluklar ve acentalar kurmuştur. Osmanlı'da ilk mason locası da Halep'te kurulmuştur. Osmanlı arşivlerinde yer alan hicri 1304 tarihli bir vesikada, Halep'te İngiliz konsolosu Handerson'un riyasetinde Farmason Locası namıyla bir gizli teşkilat kurulduğu bildirilmektedir. Arap harfleriyle ilk matbaa İstanbul'dan önce Halep'e uğramıştır. Osmanlı şehirciliğinin klasik bir örneği olan Halep'in özelliklerinden biri de Kayşani ismindeki taş cinsinin yapılarda kullanılmasıdır. Halep kalesi, hanlar, hamamlar, çarşılar, camiler, medreseler bu taşlardan yapılmıştır. Halepliler günümüzde bile evlerini taş kaplama yapmaya devam etmektedir. Selçuklu, Eyyubi, Memlük ve Osmanlı izlerini taşıyan Halep, Bursa, Konya, İstanbul'un bir alaşımı gibidir. Halep'te her etnik kökenden topluluklar yaşamaktadır. Çarşıda pazarda Türkçe konuşan insanlara rahatlıkla rastlanabilir. Kentte önemli sayılacak bir Türk nüfus vardır. özellikle çukurovada bugün yerleşik olan bozdoğan, Dulkadirli, Sırkıntı, Barak, Avşar gibi türkmen boylarının uzantıları hala burada varlığını sürdürmektedir. Mimar Sinan'ın yaptığı ilk cami olan Hüsrev Paşa Camii Halep'tedir. Osmanlı şairi Nabi, Halep'te doğmuş, sonradan da İstanbul'dan kaçması gerektiğinde yine Halep'e giderek, yirmibeş yılını bu kentte geçirmiştir. Tarihçi Naima Halep'te doğmuş ve büyümüştür. Mevlana Celaleddin Rumi, Halep'teki medreselerde tahsil yapmıştır. Osmanlı'da ilk kanun mecmuası olarak bilinen Mülteka'nın müellifi İbrahim Halebi, Halep'lidir. Siret-ül Halebiyye müellifi Şafii alim Ali bin Burhan-ı Halebi Haleplidir. Halveti tarikati velilerinden Ahmed Hammami'nin mezarı Halep'tedir. Hurufi şair Seyyid Nesimi 1418'de Halep Kalesi'nde idam edilmiştir. Sadrazam Öküz Kara Mehmet Paşa'nın mezarı Halep'tedir. Nurullah Ataç'ın babası eski maliye nazırı Mehmet Ata Efendi Halep'de doğmuştur. Itri'nin torunlarından olan ve Suriye Başbakanı olmuş Naci Itri Halep'lidir. Ahmet Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Aliye Hanım, Udi adlı romanını Halep'te kaleme almıştır. Refik Halit Karay, 1938'e kadar Halep'te sürgünde kalmıştır. Münevver Ayaşlı 1. Dünya Savaşı yıllarını subay babasıyla birlikte Halep'te geçirmiştır. Bestekar Sadi Hoşses Halep'te doğmuştur. Türkiye'deki lk kadın-doğum kliniğinin kurucusu Pakize Tarzi Halep'te doğmuştur. Erol Büyükburç, eğitiminin bir kısmını Halep'te yapmıştır. Celaleddin Bakır Çelebi, Halep Mevlevihanesi'nde dünyaya gelmiştir. Nazım Hikmet Halep'in havasını koklamış, "Üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim" diyerek bir şiirine Halep'in ismini kazımıştır. Ünlü İslam alimi Abdülfettah Ebû Gudde Halep'te doğmuştur.
  16. MUSUL-KERKÜK MESELESİNİN TARİHÇESİ Musul Bölgesi, I. Dünya Savaşı sonlarına kadar Batılı kaynaklarda genellikle, Irak'tan ayrı olarak, yukarı "El-Cezire" bölgesi içinde gösterilmekteydi. I. Dünya Savaşı'ndan sonra ise bölge, siyasî sebepler yüzünden, bir başka deyişle İngiltere'nin menfaatleri gereğince, Irak'ın parçası olarak kabul edildi ve öyle tanımlandı. Gerçekte bölge, son bin yıldır Türk egemenliği altında oldu. Musul, ilk olarak 1055-1056 yıllarında Selçuklu Devleti'ne bağlandı. Bu tarihten itibaren Türkleşen Musul, I. Dünya Savaşı sonuna kadar farklı Türk devlet ve beylikleri tarafından yönetildi ve Türkler tarafından bir vatan toprağı olarak kabul edildi. Osmanlı Devleti öncesinde bölgede hepsi de Türk devlet ve beylikleri sayılan Zengiler, Timurlular, Akkoyunlular ve Safeviler hakimiyet kurdu. Musul, Osmanlı hâkimiyetine ise Yavuz Sultan Selim'in 1514 tarihli Çaldıran Seferi'yle girdi. Kanuni Sultan Süleyman'ın 1534-1535 yıllarında gerçekleştirdiği Bağdat Seferi'yle bu hâkimiyet perçinlendi. Osmanlı hâkimiyeti ile birlikte Musul; Süleymaniye, Kerkük ve Musul sancaklarından meydana gelen bir vilâyetin merkezi oldu. 20. yüzyılın başlarında Musul vilayetinin nüfusu 350.000 civarındaydı. Yavuz Sultan Selim'in 1514 tarihli Çaldıran Seferi'ni tasvir eden bir tablo Avrupalı sömürgeci devletlerin Musul üzerindeki emelleri ise, bu bölgenin çok önemli bir petrol yatağı olduğunun anlaşılmasıyla başladı. Özellikle İngiltere, 1910'lu yılların başından itibaren, gerek petrol kaynakları gerekse Hindistan yolu açısından taşıdığı stratejik yol nedeniyle Irak'ın geneline ve özellikel de Musul vilayetine göz dikti. I. Dünya Savaşı, Avrupalı sömürgeci devletlerin hayallerini gerçekleştirmeleri için büyük bir fırsat oldu. Henüz savaş devam ederken İngiltere ve Fransa, gizlice imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ile Ortadoğu'yu bölüşmüşler, Irak'ın İngiliz sömürgesi olması karara bağlanmıştı. Osmanlı İmparatorluğu'nun Almanya safında savaşa katılması, İngiltere ile Osmanlı'yı Ortadoğu'da karşı karşıya getirdi. İngiliz saldırısı ile açılan Irak Cephesi'nde, Hindistan'dan gönderilen İngiliz kuvvetleri Basra'ya çıkarak kısa zamanda Bağdat'a kadar ilerlediler. Ancak Osmanlı Orduları İngiliz ilerleyişini durdurdu ve Irak Cephesi'nde önemli başarılar elde etti. Burada özellikle 1916 yılındaki Kut'ul-Amer zaferini belirtmek gerekir. Dicle nehrinin kıyısındaki bu kasaba, İngilizler tarafından ele geçirildikten sonra Halil Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunca kuşatılmış ve İngilizler ağır kayıplar vererek teslim olmak zorunda kalmışlardır. I. Dünya Savaşı'nın tarihçesini anlatan bir makaleye göre, bu zafer, "İngiliz ordusunun tarihindeki en büyük aşağılanmadır. Türkler - (ve onların müttefiki olan) Almanya - içinse, çok önemli bir moral takviyesi olmuş ve Ortadoğu'daki İngiliz etkisini tartışılmaz bir biçimde azaltmıştır."1 Bu zaferin en önemli yönlerinden biri ise, bölgedeki Arapların hepsinin İngilizlere karşı Osmanlı ordusunun yanında yer almış, hatta bazılarının çatışmaya katılmış olmasıdır. Kut'ul-Amer, Osmanlı'nın Türk olmayan Müslüman tebasının, Osmanlı'ya sadakatini gösteren çok önemli bir tarihsel gerçektir ve tüm Arapların Osmanlı'ya ihanet ettikleri yönündeki asılsız söylemi geçersiz kılmaktadır. I. Dünya Savaşı'nda yenik düşen Osmanlı Devleti ile Müttefikler arasında ateşkes görüşmeleri Ekim 1918'de Limni Adası'nın Mondros Limanı'nda bulunan Agamemnon zırhlısında başladı. 30 Ekim 1918'de Müttefikleri temsilen İngiliz amiral Arthur Calthorpe ile Osmanlı heyeti arasında imzalanan antlaşma çok ağır maddeler içeriyordu. Yanda antlaşmayı imzalayan Osmanlı heyeti. Önde solda Rauf Bey (Orbay), yanında müsteşar Reşat Hikmet, arkada sağda heyetin kalbi Ali Bey (Türkgeldi), Tevfik Bey ve Bahriye yaveri Sait Bey görülmektedir. Osmanlı orduları, Irak cephesindeki bu büyük başarıya rağmen, savaşın son iki yılında geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak Irak'ın kuzeyini yine de başarıyla korudu. 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Ali İhsan (Sabis) Paşa 6. Ordu Kumandanı olarak Musul'da bulunuyordu. İngilizler ise ani bir işgal hareketi ile Musul'a egemen olmak istiyorlardı. Mondros Mütarekesi'ni imzalayan hükümette sadrazam olan Ahmet İzzet Paşa, Ankara'yla iyi ilişkiler kurmak istedi. Mustafa Kemal de bu deneyimli komutana, her dönemde saygı gösterdi, diğer komutanlardan ayrı tuttu. Resimde ortada Ahmet İzzet Paşa ve Mustafa Kemal 1917'de Diyarbakır'da. Mütareke'nin yürürlüğe girdiği andan (31 Ekim 1918 günü, saat 12.00'de) itibaren, 6. Ordu birlikleri batıdan doğuya doğru Rakka, Miyadin, Telâfer, Dibeke, Çemçemal, Süleymaniye hattı üzerinde yer alıyordu. İngiliz kuvvetleri ise EI-Hazar, Gayyare, Altınköprü, Kerkük, Hanikin hattında bulunuyordu.2 Yâni Mütareke'nin imzalandığı gün, Kerkük merkezi hariç, Musul ve Musul vilâyetinin büyük bir kısmı Osmanlı Ordusu'nun elinde idi. Mütareke hükümlerine göre bölgede bulunan bütün kuvvetlerin yerlerinde kalmaları gerektiği halde, İngiliz kuvvetleri buna uymadılar. İlerlemeye devam eden İngilizler, l Kasım'da Hamamalil'e girdiler. Buradan Musul'u işgal edecekleri tehdidinde bulunarak Türk kuvvetlerinin Musul şehrinden 5 km. kuzeye çekilmelerini istediler. Ali İhsan Paşa, İngilizler'in bu talebini Sadrazam'a bildirdi. Bir seri telgraf görüşmeleri sonucunda Sadrazam, Ali İhsan Paşa'ya 8 Kasım tarihli telgrafı ile, kan dökülmesini engellemek için, 15 Kasım günü şehrin boşaltılması emrini verdi. Ali İhsan Paşa, bu emre uygun olarak 10 Kasım'da Musul'u İngilizlere terk etti, ordu karargahı ile birlikte Nusaybin'e doğru çekildi.3 Kısacası Musul, Mütareke hükümlerine ve uluslararası savaş kurallarına aykırı bir şekilde işgal edildi. Misak-ı Milli'ye göre güney sınırlarının tesbiti meselesinde Mütareke'nin yürürlüğe girdiği andaki ordumuzun fiili durumunun temel bir kıstas olarak dikkate alınması, bu nedenle son derece haklı ve önemli bir karardır ve İngiliz olup-bittisine karşı milli haklarımızı korumak anlamına gelmektedir. Kerkük'ten bir görünüş Misak-ı Milli, son Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı tarafından 28 Ocak 1920 tarihli gizli oturumda kararlaştırıldı. Misak-ı Milli'nin birinci maddesi, Türkiye'nin güney sınırlarını belirliyordu. Bu maddede şöyle yazılıydı: "Osmanlı Devleti'nin özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu (30 Ekim 1918 günkü Mütareke yapıldığı sırada) düşman ordularının işgali altında kalan bölgelerin geleceğinin, haklarını serbestçe açıklayacakları rey sonucu belirlenmesi gerekir; söz konusu mütareke çizgisi içinde din, soy ve amaç birliği bakımlarından birbirlerine bağlı olan, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen soy ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin koşullarına saygılı Osmanlı-İslâm çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tümü ister bir eylem, ister bir hükümle olsun, hiçbir nedenle birbirinden ayrılamayacak bir bütündür". Buna göre mütareke hattı esas alındığında Musul, Kerkük ve Süleymaniye'nin ve diğer tarafta Hatay bölgesinin Anadolu'nun ayrılmaz bir parçası olduğu açıktı. Mütareke anında Türk Ordusu'nun Gayyare'de bulunduğu gerçeği tüm kaynaklarca kabul edilmektedir. Sadece Kerkük sancağı 31 Ekim tarihi itibariyle İngiliz kuvvetlerinin eline geçmiş olarak gösteriliyorsa da Nejat Kaymaz, General Sedat Doğruer'in eserine dayanarak "Kerkük'ün de savaşın durması gereken saatten sonra İngilizler'in eline geçmiş olabileceği" ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğuna işaret etmektedir. Aslında bunun bir ihtimal olmadığını, kesin bir gerçeği ifade ettiğini Mustafa Kemal Paşa'nın tespitlerinden anlamak mümkündür. Mustafa Kemal Paşa daha Misâk-ı Mîllî ilân edilmeden önce Ankara'ya gelişinin ertesi günü Ziraat Okulu'nda yaptığı 28 Aralık 1920 tarihli konuşmasında haksız işgali dile getirerek Musul'un Mütareke anında Türk Ordusu'nun hâkimiyetinde bulunduğunu ifâde etmiş, İngiliz işgalini İstanbul'un işgalinde olduğu gibi haksız ve Mütareke hükümlerine uymayan bir teşebbüs olarak değerlendirmiştir. Ancak İngilizler'in Musul'u işgal etmeleri askeri anlamda bir statü değişikliğinden başka bir anlam taşımayacaktı. Musul'u işgal ettiler, fakat bölgeye hâkim olamadılar. Bölgedeki aşiretleri kontrol altında tutma konusunda başarısız oldular. Kerkük ve Süleymaniye halkı İngiliz himayesine karşı direnişe geçti. Kürt, Arap veya Türkmen olsunlar, tüm Müslüman kabileler İngilizler'e vergi vermekte direnmişler, sık sık İngilizlere karşı eylemler düzenlemişlerdir. Musul halkı, Ankara'da ilk Meclis'in açılmasıyla güçlenen Millî Mücâdele hareketine de destek vermiştir. Hatta bölgede bulunan Araplar dahi İngilizler'e karşı Mustafa Kemal Paşa ile işbirliğine girmişlerdir. Tarihçi Mim Kemal Öke, İngiliz arşivlerine dayanarak Musul'daki Arap ve Kürtler'in, İngiliz himayesindeki Kral Faysal'a değil de Anadolu'daki Milli Mücadele hareketine dayanmayı tercih ettiklerini ifâde etmektedir". Musul halkının tüm unsurlarının (Kürt, Türkmen ve Arapların) Osmanlı'ya ve yeni kurulan Ankara hükümetine karşı gösterdikleri bu sadakat karşısında Ankara hükümeti de duyarlı davranmıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın 1 Mayıs 1920 tarihinde B.M.M.'nde yaptığı konuşma, Musul konusundaki düşüncesini ve savunduğu politikayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır: "Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, İskenderun'un cenubundan (güneyinden) geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik!"4 Mustafa Kemal Paşa ve Ankara hükümeti, Musul konusundaki bu kararlılığı Lozan Konferansı'na kadar olan süre içinde çeşitli vesilelerle gösterdi. İngilizler'in Ocak 1921'de Erbil ve Revanduz arasında bulunan ve Ankara Hükümeti'ni destekleyen "Sürücü Aşireti"ne saldırmaları üzerine Mustafa Kemal Paşa, Millî Müdâfaa Vekâleti'ne çektiği telgrafla Revanduz bölgesine asker gönderilmesini istedi".5 Bu görev Kaymakam ve Milis Yarbay Özdemir Bey'e verildi. Özdemir Bey, kuvvetleriyle başlangıçta bölgede oldukça önemli başarılar elde etti, ancak daha sonra geri çekilmek zorunda kaldı. Özdemir Bey'in Revanduz'da kazandığı başarı, bölgedeki halk ve aşiretler üzerindeki nüfuzu Türk Genelkurmayı'nı Musul'un kurtarılması için bâzı askerî tedbirlerin alınmasına sevk edecekti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa 7 Eylül 1922 tarihli yazıyla El-Cezire Cephesi Kumandanlığından, Musul'a taarruz için gerekli hazırlıkların yapılmasını dahi istedi.6 İsmet Paşa Ankara Hükümeti adına 24 Temmuz 1923 Salı günü saat 15:09 ile 15:15 arasında Lozan Barış Antlaşması'nı imzalıyor. Görüldüğü gibi Ankara Hükümeti, daha Lozan Konferansı'nın başlamasından önce Musul'un gerekirse silah yoluyla kurtarılması için İngilizler'e karşı bir harekâtı göze almıştı. Kuşkusuz Musul halkının tamamına yakınının işgalci İngilizlere karşı Ankara Hükümeti'nin yanında yer alması, böyle bir harekatın hem nedeni hem de haklı gerekçesiydi. Ancak Türk Kuvvetleri'nden bir kısmının Batı Cephesi'ne kaydırılmak zorunda kalınması ve daha sonra Lozan Konferansı'nın başlaması, bu düşüncenin gerçekleşmesine engel oldu. Lozan Konferansı'nda üzerinde en çetin tartışmaların yürütüldüğü konu ise "Musul Meselesi" oldu. Türkiye için hayatî bir öneme sahip olan Musul, I. Dünya Savaşı'nın galibi olarak Lozan Konferansı'na egemen olan İngiltere için de gerek zengin "petrol kaynakları" ve gerekse "Hindistan yolunun emniyeti" bakımından ele geçirilmesi zorunlu görülen stratejik ve ekonomik öneme sahip bir bölgeydi. Türkiye ise, haklı olarak, Misâk-ı Millî'nin vazgeçilmez bir parçası olan ve üzerinde yaşayan insanların da kendisiyle dil, din, kültür ve tarih bağlarıyla bağlı olduğu Musul vilayetine sahip olmak istiyordu. Lozan'a giden Türk heyetinin başında olan İsmet Paşa, gerek T.B.M.M.'de yaptığı konuşmada gerekse Sapanca'da trende iken gazetecilere verdiği demecinde Türk heyetinin amacının Misâk-ı Millîyi gerçekleştirmek olduğunu ısrarla vurgulamıştı.7 Musul meselesi, ilk olarak Lozan Konferansı'nın 23 Ocak 1923 tarihli oturumunda ele alındı. İsmet Paşa Türk tezini siyasî, tarihî, etnografik, coğrafî, ekonomik ve askerî açılardan geniş bir şekilde ve son derece tutarlı bir biçimde savundu. İsmet Paşa'nın bu konuşması incelendiğinde Musul'un bir Türk toprağı olarak tanımlanmasındaki gerekçelerin yanı sıra İngiltere'nin ortaya koymaya çalıştığı iddiaları da çürüttüğü dikkati çekmektedir. Türk tezinin dayandığı temel noktalardan biri etnik sebeplerdir. Musul vilâyetinde yerleşik nüfus, 503.000 kişi olarak gösterilmiş, Türk-Kürt ayrımı yapılmaksızın çoğunluğun Türk olduğu vurgulanmış ve bölgenin Anadolu'dan ayrılamayacağı belirtilmiştir. İsmet Paşa son resmî Türk istatistiklerine dayanarak Musul'u meydana getiren unsurları şu şekilde göstermiştir:8 Türk 146.960 Kürt 263.830 Arap 43.210 Gayri Müslim 31.000 TOPLAM 503.000 İngiliz Heyeti'nin verdiği rakamlar ise şu şekildedir: Türk 65.895 Kürt 452.720 Arap 185.763 Hıristiyan 62.225 Yahudi 16.865 TOPLAM 785.468 Bu rakamlardan anlaşılacağı gibi, Araplarla Müslüman olmayan grupların Musul vilâyeti nüfusu içinde azınlıkta, Kürtler'le Türkler'in çoğunlukta olduğunu İngiliz temsilcileri de kabul etmiştir. İsmet Paşa'nın ortaya koyduğu diğer argümanlar ise şu şekilde özetlenebilir: Musul vilâyetinde oturanlar yeniden Türkiye'ye bağlanmayı ısrarla istemektedirler; çünkü, sömürgeleşmiş bir halk olmaktan çıkarak, bağımsız bir devletin yurttaşları olacaklarını bilmektedirler. (Bu, aslında Musul'un Türkiye'ye bağlanmasını gerekli kılan en önemli değerdir ve günümüz için de geliştirilecek bir "Musul stratejisi" için en önemli değer olmalıdır.) Coğrafî ve siyasal bakımlardan, bu vilâyet, Anadolu'yu tamamlayan bir parçadır. Musul ancak Anadolu'ya bağlı kalmakla gerçek çıkış yerleri olan Akdeniz limanlarıyla sıkı ilişki kurabilecektir. Hukukî bakımdan hâlâ Osmanlı Devleti'nin bir parçası olan Musul için İngiltere'nin yapacağı bütün antlaşmaların ve sözleşmelerin hukukî açıdan hiçbir değeri olamaz. Anadolu'nun güney kesimlerini birleştiren yolların kavşak noktası olan Musul'un ticaret ilişkileri ve bu bölgenin güvenilirliği bakımından Türkiye'nin elinde olması zorunludur. Musul vilâyeti, Türkiye'nin birçok başka parçaları gibi, savaşın durmasından sonra ve yapılmış sözleşmelere aykırı olarak Türkiye'den alınmıştır. Bu yüzden, aynı durumda kalmış öteki bölgeler gibi, Musul'un da Türkiye'ye verilmesi gerekir. ALİNTİDİR ..TIKLA
  17. Türklerin Tarihi Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 Yıl ... Kuzey ormanlarından çıkıp geldiler, cesur, dağınık, marifetli ve henüz yolun başındaydılar. Önce bozkıra, sonra Çin içlerine ve sonra da sonu başı belli olmayan bir sel gibi garba doğru yayıldılar ... Türkler adıyla tarihe geçen bu boylar, aileler ve kavimler bütünü batılıların gözüyle çoğunlukla barbarlığın simgesi olsalar da Orta Asya'nın yüksek uygarlıklarından birini ve bazen küçük devletlerinin bazen de devasa imparatorluklarının sınırları dahilinde kültürler arası barışı ve huzuru tesis ettiler. Bazen memluk, bazen efendi ve bazen de birbirlerinin en amansız düşmanıydılar. O en baştan beri inandıkları dinlerinden hiç vazgeçtiler mi, ne kadar Budist ne kadar Hıristiyan ne kadar Yahudi ve ne kadar Müslüman oldular? Tüm bu yüzyıllar boyunca tek arzuları, tüm o savaşlar, yağmalar, fetihler, din değiştirmeler ve sergilenen bilgelikler sadece barışa ve huzura kavuşmak için miydi? Bu türklerin, Halaçların, Hiong-nuların, Osmanlıların, Memlukların, Rusların, Çağataylıların, Tu-kiuların, Selçukluların, Çinlilerin, Hintlilerin, Karakoyunluların, Timurların, Arapların, Kazanların, Tatarların, Bulgarların, Türkiyelilerin, Hunların, Kıpçakların, Ermenilerin, Peçeneklerin, Safevilerin, Gaznelilerin, Bayatların, Rumların, Özbeklerin, Hitanların, Farsilerin, İhşitlerin, Tolunoğullarının, Kürtlerin, Yakutların, Kırgızların, Azerilerin, Moğolların, yani bir coğrafyayı yüzyıllar boyunca paylaşan hakların, ittifak ve itilafların, yani bir coğrafyayı yüzyılar boyunca aslında yaşadığımız günün hikayesidir. Altay Türklerinde Ölüm, Orta Asya'da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, Moğol İmparatorluğu Tarihi, Orta Asya: Tarih ve Uygarlık, Türklerin ve Moğolların Eski Dini'nden sonra ünlü Türkolog Jean-Paul Roux sizi 2000 yıllık tarih içinde bir yolculuğa, bildiğinizi sandığınız ya da hiçbir fikriniz olmayan olaylara, insanlara ve inançlara tanıklık etmeye davet ediyor. ALINTIDIR........TIKLA
  18. RODOS Milattan Önce Rodos: Neolitik çağda adada kayda değer bir yerleşim yoktu. MÖ16.yy'da Minoslar adaya geldi. Daha sonra Yunan mitologlar Rodosluları Telchines olarak adlandırdı ve adayı Telchinis olarakta tanınan Danaus(Bir mitolojik karakter) ile ilişkilendirirler. MÖ15.yy'da Achaeanlar adayı işgal eder. MÖ11.yy'da Dorianlar adaya gelir. Dorianlar; Lindos, Ialyssos, Kameiros, Kos, Cnidus ve Halicarnassus halikarnas şehirlerini kurarak 6 şehirlik Dorian Hexapolis konfederasyonunu kurarlar. Pindarın şiirine(ode) göre, ada Güneş Tanrısı Helios ve Rhode su perisinin birleşiminden doğmuş. Adadaki şehirler onların 3 oğullarının isimlerini almış. Rhoda, adaya özgü pembe hibiscus çiçeğine denir. Pers işgali Rodosada ulaştı sonunda, ama MÖ 478'de Persler Atina kuvvetlerine yenilince ada şehirleri Atina birliğine üye oldu. Mö 431 Peloponnesia savaşı çıkınca, Rodos birliğe üye olmasına rağmen tarafsız kaldı. Savaş MÖ 404'te sona erdi, ama bu sırada Rodos çatışmadan tamamen uzaklaşıp kendi yolunda ilerlemeye başlamıştı. MÖ 408'de Rodos kentleri birleşip adanın kuzey ucuna bir başkent kurdular. Şehir planlarını Atinalı mimar Hippodamus hazırladı, şehrin adı Rodos konuldu. Fakat Peloponnesia savaşı tüm Yunan alemini güçsüzleştirmiş ve istilaya açık hale getirmişti. MÖ 357'de Halicarnassuslu Mausolus adayı fethetti, Mö 340'ta ada Perslerin eline geçti. Fakat Pers hakimiyetide pek uzun sürmedi. MÖ 332'de Rodos, İskenderin büyümekte olan imparatorluğuna katıldı. İskender öldükten sonra hükümranlığı generalleri arasında paylaşıldı. Pitolemi, Selecus ve Antigonus başarılı şekilde yönetime devam etti. Rodos, Pitolemi ile güçlü kültürel ve ticari bağlar kurdu. MÖ 3.yy'da beraberce Ege ticaretine hakim Rodos-Mısır ittifakını kurdular. Rodos kültürel ve ticari bir merkez haline geldi. Rodos paraları tüm Akdenizde kullanılmaya başlandı. Adada felsefe, bilim, hitabet ve edebiyat üzerine okullar kuruldu. MÖ 305'te Antigonusun oğlu Demetrius Rodosu kuşatıp, Mısırla ittifakını bozmaya çalıştı.Demetriusun çok sayıda kuşatma makinası vardı; 180 ayaklık koçbaşı, 360.000 pound ağırlığındaki Helepolis adlı kuşatma kulesi'de bu aletler arasındaydı. Mö 304 yılında yani sadece bir yıl sonra bir barış antlaşması yapıp geri çekilirken, bu kuşatma aletlerini adada bıraktı. Rodoslular bu silahları satıp parasıyla Tanrıları Helios onuruna bir heykel yaptılar, Rodos heykelini.(Kimileri kuşatma kulesinin, heykelin iskeletinde kullanıldığını iddia eder) MÖ 164'te Rodos, Romayla bir anlaşma imzalayarak Roma soylularının okul merkezi haline geldi. Özellikle hitabet(retorik) konusunda, Rhetorica ad Herennium'un yazarı Hermagoras gibi başarılı öğretmenlere sahiptlerdi. Başlangıçta Rodos, Romanın önemli bir müttefiki olması dolayısıyla sahip olduğu imtiyazların tadını çıkartıyordu. Daha sonra bu imtiyazlar Roma politikası sonucu kaldırıldı ve nihayet Cassius adayı işgal edip yağmaladı. Milattan Sonra Rodos: MS 1.yy'da İmparator Tiberius Rodosta kısa süreli bir sürgün yaşadı. Adaya Hristiyanlığı Aziz Paul getirdi. MS 395'te İmparatorluk bölününce Rodos Doğu Roma'da kaldı. Bizans yönetimindeyken adaya bitmek tükenmek bilmeyen saldırılar oldu, farklı kuvvetlerce. 672 yılında I.Muaviye adayı işgal etti. Daha sonra I.Haçlı seferi sırasında I.Alexius Comnenus adayı geri aldı. 1309da adayı Tapınak şovalyeleri ele geçirdi. Yeni Rodos Kralı, Rodos şehrini Ortaçağ Avrupa stilinde tekrar inşa etti. Büyük Ustanın sarayı(Palace of the Grand Master of the Knights of Rhodes) ve bir çok anıtsal yapı bu dönemde inşa edilmiştir. Şovalyelerin inşa ettiği güçlü duvarlar; 1444'te Mısır Sultanının, 1480'de II.Mehmedin saldırılarını durdurmuştur. Nihayet 1522'de Rodos, Kanuni'nin kalabalık ordusunca ele geçirilir. Geri kalan şovalyeler Sicilya Krallığına kaçar. Daha sonra bu şovalyeler Malta adasına yerleşir. Malta, yıllarca Osmanlıların hedefi olmuştur. 1912 yılında ada Türklerden, İtalyanlara geçer. 1948 yılında ise Rodos ve 12ada Yunanistana dahil olur. Pek çok Ege adasının aksine bu adalarda halen Türk azınlık bulunmaktadır, çünkü bu adalar nüfus mübadelesi sırasında Yunanistana dahil değildi.
  19. ===>>> SİVAS İLİNİN TARİHÇESİ ==>> konu devami Bursa delegeleri gösterilen askerlikten istifa etmiş Necati (Kurtuluş) ve hukukçu Asaf (Doras)'a kongre tutanaklarında rastlanmadığı halde, bazı eserlerde isimleri geçmektedir. Sivaslılar Kongre için neler yaptı? Sivaslı Rasim (Başara) Bey, Müftü Abdürrauf Efendi, Emir (Marşan) Paşa ile 3.Kolordu Komutanı Selahattin(Çolak) ve M.Kemal Paşanın özel temsilcisi Ask.Dr. İbrahim (Tali) Bey, ‘lise' binasının Kongre için düzenlenmesiyle ve diğer hazırlıklarla ilgilendiler. Hayri (Sığırcı)Bey ve Şekercizade İsmail Efendi, evlerinden getirdikleri eşyalar ile Mustafa Kemal Paşa'nın kalacağı odayı ve Kongre salonunu döşediler. Mustafa Kemal Paşa, Erzurum'dan gönderdiği haberle gelen delegelerin otellerde kalmasını yasaklayınca, Şekercizade İsmail Efendi çok sayıda delegeyi evinde uzun süre misafir etti. Rasim Bey ve Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin diğer yöneticileri, Hürriyet ve İtilaf Partisi Sivas örgütünün olumsuz propagandalarını boşa çıkararak, halkı millî mücadeleye ısındırdılar. Sivas Kongresi delegelerinin yemekleri ilk günlerde Sivas Belediyesi tarafından karşılandı. Belediye Başkanı Abdulhak Bey sadece yemekle değil, bütün sorunlarla yakından ilgilendi. Daha sonra masrafları kısmak amacıyla, yemekler Kongre binasının alt katındaki mutfakta çıkarıldı.Yemek giderleri belli ölçüde Sivas'ın varlıklı aileleri tarafından karşılandı. Şehrin ileri gelenleri ve yöneticileri sık sık kongre binasına giderek, Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekileri ziyaret ettiler, gece sohbetlerine katıldılar. Böbreklerinden rahatsız olan Mustafa Kemal Paşaya sık sık kepenek suyu getirilerek iyileşmesine yardımcı olundu. Fransızların Güneyden, İngilizlerin Kuzeyden şehri işgal edeceği tehdit ve söylentilerine, Elazığ Valisi Ali Galip'in Kongreyi basarak dağıtma girişimlerine, İstanbul Hükümeti'nin baskılarına rağmen vatansever Sivas halkı Sivas Kongresine, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına tam bir ev sahipliği yapmıştır. 12 Eylül 1919 günü Kongre salonunda halka açık bir toplantı yapıldı. Davetli Sivaslılar tam kadro bu toplantıya katıldığı gibi, aynı gün Ulu Cami'de yapılan toplantıya Sivas halkı büyük bir ilgi ile katılarak, heyecanlı konuşmaları can kulağı ile dinlemişlerdir. Mustafa Kemal Paşa, arkadaşları ve Temsil Kurulu üyeleri 108 gün kaldıkları Sivas'ta huzur içinde çalışmalarını yürütmüşlerdir. Kongre sonrası Sivaslı vatansever kadınların yaptıkları çalışmalar her türlü övgünün üstündedir. Sivas Kongresi'nin Açılışı ve Başkanlık tartışması 4 Eylül 1919 Perşembe günü Sivas, tam bir bayram sevinci içindeydi. Sivas halkı, saatler öncesinden Mekteb-i Sultanî'nin önünde toplanmış, binaya giden yolları doldurmuştu. Açılış saati olan 14.00'e beş kala Mustafa Kemal Paşa odasından çıkıp toplantı salonuna girdi. Doğruca Başkanlık kürsüsüne çıktı. Çünkü bu toplantının düzenleyicisi ve davetçisiydi. Açış konuşmasına şu cümlelerle başladı: “ Muhterem Efendiler; Vatan ve milletin kurtuluşunu amaçlayan zorlayıcı sebepler, sizleri bunca sıkıntı ve engeller karşısında Sivas'ta topladı. Yiğitçe azminizi kutlar, sizlere hoş geldiniz demekle mutlu olduğumu arz ederim .... ” Kongrenin açılışından bir gün önce Bekir Sami (Kunduk) un evinde yapılan toplantıda Mustafa Kemal Paşanın Kongre Başkanlığına getirilmemesi kararlaştırıldı. Açılış günü kongre salonuna girilirken Mustafa Kemal Paşanın “ Kimi Başkan yapalım? ” sorusuna Rauf Bey: “ Sen Başkan olmamalısın ” cevabını verdi. Kongre açıldıktan sonra söz alan İsmail Fazıl Paşa, işin içine kişisellik karışmaması, eşitlik ilkesine uyulmasının dışarıya karşı olumlu etki yapacağı gerekçesiyle, başkanlığın birer gün veya birer hafta devam etmek üzere sırayla yapılmasını ve üyelerin temsil ettikleri il veya sancağın adlarının baş harfleri esas alınarak alfabe sırasına göre yapılmasını teklif etti. Teklif Kongre tarafından kabul edilmedi. Gizli oyla yapılan seçim sonucunda üç olumsuz oya rağmen, Mustafa Kemal Paşa Kongre Başkanlığına getirildi. Mustafa Kemal Paşanın Kongre Başkanlığına itirazlarının sebebi, kongreden önce hazırladıkları manda isteklerini içeren raporlarını kolaylıkla kongreye kabul ettirmekti. Erzurum Kongresi Kararlarında Yapılan Değişiklikler 5 Eylül günü bayram kutlama mesajları gönderildi. 6 Eylül Kurban Bayramının ilk günü olduğu için kongre toplanmadı. Bayram günü Sivas Belediyesi'nden bir kurul, Kongre binasına gelerek kutlamada bulunduğundan, 7 Eylül günkü toplantıda ziyaretin iadesi için karar alındı. 7 Eylül günü kutlama telgrafları okundu, verilecek cevaplar belirlendi. Sonra gündemin önemli maddelerinden olan Erzurum Kongresi Tüzük ve Bildiri değişikliği ile ilgili görüşmelere geçildi. Mustafa Kemal Paşanın önceden hazırladığı değişiklik paketi Kongre Genel Kurulu tarafından kabul edildi: Cemiyetin (derneğin) adı “ Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ” iken “ Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ” oldu. “ Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) , bütün Doğu Anadolu'yu temsil eder ” yerine “ Heyet-i Temsiliye bütün vatanı temsil eder ” denildi. “ Her türlü işgal ve müdahaleyi Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine bağlı sayacağımızdan, topyekûn (hep birlikte) savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir” cümlesi “Her türlü işgal ve müdahalenin özellikle Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine yönelmiş faaliyetin reddi konularında topyekûn savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir ” şeklinde değiştirilmiştir. Bu iki cümle arasında anlam bakımından büyük fark vardır. Birincisinde Anlaşma devletlerine karşı düşmanca tavır alma ve direnmeden söz edilmiyor, ikincisinde bu konu açıklık kazanıyordu. Tüzüğün dördüncü maddesinde geçen “ Osmanlı Hükümeti'nin yabancı devletlerin baskısı karşısında, buraları (Doğu illerini) bırakmak ve ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa, alınacak idarî, siyasî, askerî önlemlerin belirlenmesi ”, – geçici bir yönetim kurma–ile ilgili olarak Sivas Kongresi “ buraları ” yerine , “ yurdumuzun herhangi bir parçasını bırakmak ve ilgilenmemek ” ifadesini kabul etmiştir. Bu değişikliklerle yerel bir kongre olan Erzurum Kongresi tüzük ve bildirisi, Ulusal bir kongre olan Sivas Kongresi tarafından genelleştirilerek vatanın tümünü kapsar bir hale getirilmiş oldu. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kurulması ile bütün yerel cemiyetler bir çatı altında toplanarak, bu cemiyetin şubeleri konumuna getirilmiş oldular. Böylece Millî mücadele merkezi bir örgütlenmeye gidiyor; ulusal birlik ve ortak mücadele sağlanmış, dağınıklık giderilmiş oluyordu. Erzurum Kongresi kararıyla kurulmuş olan Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Temsil Kurulu, yerini 11 Eylül 1919 günü Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Temsil Kuruluna bırakmış oluyordu. Sivas Kongresi'nde Manda Tartışmaları Paris Barış Konferansı'nda Anlaşma Devletleri temsilcileri dünyayı paylaşmaya kalktılar. Ancak çatışık istekler ortaya çıktı. Bazı milletleri tümden esaret altına alamayacaklarını düşünerek, işgal politikalarını örtmeye yarayan yeni bir sömürü yöntemi geliştirdiler ve adına ‘Manda Yönetimi' dediler. Paylaştırılacak yeni topraklar, doğrudan devletlerin eline verilmeyecek, uygun görülecek büyük bir devlet, Milletler Cemiyeti adına bir yörede vekaleten yönetimle görevlendirilecekti. Bu vekaleti alan devlet, sömüreceği ulusun bağımsızlığı hak etme süresini belirleyecekti. Türkiye dışında, Osmanlı toprakları üzerinde kurulmuş bütün devletler galip devletlerin mandası altına girdi ve uzun süre sömürüldü. Atatürk'ün önderliği altında girişilen ulusal Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştığı için ‘Tam Bağımsız' Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Manda altına girmekten başka çare düşünemeyen Osmanlı aydınları, tarihi ilişkileri dikkate alarak Amerikan mandası üzerine yoğunlaştılar. Amerika'ya mektuplar yazdılar. Mustafa Kemal Paşaya gönderdikleri mektup ve telgraflarla onu da etkilemeye çalıştılar. Erzurum'da bulunduğu sırada, Halide Edip (Adıvar) tarafından gönderilen ve Amerikan mandasının ekonomik ve medeni destekten ibaret olduğu sözleri ile dolu mektubu okuduğunda sinirlenen Mustafa Kemal Paşa, yanındakilere şöyle seslenir: “ Hayır paşalar hayır, hayır beyefendiler hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok.. Ya istiklal, ya ölüm var.. Amerikan mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altında bulunan sinirleri ve zaafları ile bu millete ve bize inanmayanlardır. Bizim hayal ve macera peşinde koştuğumuzu sananlardır. Eğer, bunlar Anadolu'nun ve Türk milletinin gerçek duygularını bilseler, bizim çalışmalarımızın hedefini kavrayabilseler, Erzurum Kongresi kararlarının nasıl bir millî vicdan ürünü olduğunu takdir edebilseler, bu sakim (hastalıklı) fikirlerinden dolayı utanç duyarlar. Bunlar, ümitsizlik ve bozgunluk içinde realitelerden uzak olarak yaşayan ve ne yapacaklarını, ne yapılmakta olduğunu bilmeyen insanlardır. Kongre hissiyatını açıklıkla belirtmiştir. Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) kararını vermiştir. Millî irade şuur ve istikametini bulmuştur. Davamız yürümektedir ve yürüyecektir. Başarılı olmamak için hiçbir sebep yoktur. Hiçbir olumsuz kararı tanımayacağız. Tek ve değişmez parola şudur: Tek tepe, tek kurşun kalıncaya kadar mücadele, yahut da: Ya İstiklal, Ya Ölüm! ” Erzurum'da, Sivas'a gelme hazırlıkları yapıldığı bir sırada kendisine sorulan: “ Paşam, Sivas'ta galiba manda meselesi bizi çok üzecek ve yoracak ” sorusuna heyecanla şu cevabı verir: “ Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar .” Kongre için Sivas'a erken gelen İstanbul delegeleri diğer delegeleri de etkileyerek, Amerikan mandasını isteyen bir muhtıra (rapor) hazırladılar. Bu rapor Sivas Kongresi gündemine alındı. 8 Eylül 1919 günü Kongre mandayı tartışmaya başladı. Özellikle İstanbul'dan gelen Kara Vasıf Bey, İsmail Fazıl(Cebesoy) Paşa, İsmail Hami (Danişment) Bey ve Refet (Bele) Bey, Kongre salonunu etkileyecek uzun konuşmalar yaparak, Amerikan mandasını savundular. Kara Vasıf Beyin konuşması sırasında delegelerden biri : “ İstanbul'dan mandayı mı bize hediye getirdiniz? ” diye bağırdı. Refet Beyin konuşmasının delegeler üzerinde o kadar etkili olmuştu ki, oylamaya geçilmesi durumunda manda kararı çıkacağından korkan Mustafa Kemal Paşa, toplantıya on dakika ara verir. Ahmet Nuri Bey (Bursa) ve Raif(Dinç) Efendi mandayı savunanları eleştirdiler. Bağımsızlıktan yana tavır koydular. Mandayı savunanları Bağımsızlığa karşı olmakla suçladılar. Bunun üzerine İsmail Fazıl Paşa “Yanlış anlaşıldığı için raporumuzu geri çekiyoruz. Hiç verilmemiş saydık” dedi. 8 Eylül gecesi evlerde ve Kongre binasında manda üzerine konuşmalar ve tartışmalar sürdü. Ertesi gün Kongre manda tartışmalarına devam etti. Rauf(Orbay) Beyin teklifi ile : “Amerika'da yıllardan beri aleyhimizde yapılmakta olan olumsuz propagandaların doğurduğu yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için Amerika'dan bir kurul istenmesine ve inceleme sonucunda gerçeklerin gösterilmesi” kararına varıldı. Böylece hem manda istekleri gömüldü, hem de mandayı savunanlar küstürülmeyerek bu sorun çözüme kavuşturuldu. Manda konusundaki görüşmelerin sonucu Sivas Kongresi kararlarına şöyle yansıdı : “... Devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla, altıncı maddede yazılı sınırlar içinde, milli ilkelere saygılı olan ve vatanımıza karşı saldırı ve yayılma amacı gütmeyen herhangi bir devletin teknik, sanayi, ekonomik yardımını memnuniyetle karşılarız ....” Mustafa Kemal Paşa, mandayı savunanları karşısına almadan Sivas Kongresi'ni başarı ile yönetmiş ve mandanın reddedilerek, bağımsızlık kararının çıkmasını başarıyla sağlamıştır. Gösterdiği liderlik sabrıyla, Kongrenin birlik ve beraberlik içinde çalıştığını ve sonuçlandığını dost, düşman herkese göstermiştir. Manda İsteklerine karşı Bir Türk Gencinin Haykırışı Manda tartışmalarının yoğun olarak yaşandığı 8 Eylül gününün gecesi Mustafa Kemal'in odası her zamankinden daha kalabalıktı. Özellikle Denizli delegeleri olan Necip Ali, Yusuf Beylerle, Şeyh Fevzi Efendi, Hikmet, Osman Nuri, Ahmet Nuri Beyler lise binasında delegelere ayrılan koğuşta kaldıklarından, onların da katılımıyla Paşanın odasında toplananların sayısı çoğalmıştı. Mustafa Kemal Paşa etrafındakilere hitaben: “ İstanbul'dakiler ve buradakiler nevmid (ümitsiz ) ve hasta insanlardır. Ecnebi işgal etkisi altında cesaret ve ümitlerini kaybetmiş olmanın verdiği teessürle ( keder – üzüntü ) ve marazi (hastalıklı ) bir haleti ruhiye ( ruh hali- psikoloji ) içinde hareket ediyorlar. Bunun başka türlü izahı yoktur.” “Bir milletin istiklâl hakkını aramasından ve bu yolda gerekiyorsa son damla kanını akıtmasından daha tabiî ne tasavvur edilebilir? ******, istiklâlsiz, esir bir millet çocukları olarak yaşamak yerine, efendice ve kahramanca ölmek elbette ki şayanı tercihtir ( seçilmeye değerdir). Bunu anlayamamak ne garip mantıktır?” dedi. Delegeler de konuşuyor, manda aleyhinde söz ediyorlardı. Hikmet ismindeki Askeri Tıbbiye öğrencisi, Sivas Kongresi'nde öğrenci arkadaşlarının temsilcisi olarak bulunuyordu. Aralarında topladıkları para ile onu Sivas'a göndermişlerdi. Heyecanlı, atak bir vatanseverdi. Gece, Paşanın odasında Hikmet Bey de vardı. Gündüz yaşanan tartışmaların etkisiyle olsa gerek titriyordu. Sanki birdenbire ateş ve heyecan kesilmiş olarak, yüksek sesle: “- Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem.. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle red ve takbih ederiz (çirkin görürüz) . Farzı Muhal (var sayalım) , manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal'i ‘ vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı' olarak adlandırır ve tel'in (lanet okuma, protesto etme ) ederiz .”diye bağırdı. Bu gencin yürekten kopup gelen bu sözleri karşısında orada bulunanların gözleri yaşarmıştı. Mustafa Kemal Paşa da duygulanmıştı. Heyecanlı bir sesle: “ Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin.” dedi , sonra Hikmet Beye dönerek: “ Evlat, müsterih ol. ‘ rahat ol' . Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, ekalliyette ‘ azınlıkta' kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklâl, ya ölüm .” Tıbbiyeli genç, hemen yerinden fırladı: “ Var ol paşam ...” diyerek Mustafa Kemal'in elini öptü. Mustafa Kemal, kongreye aydın Türk gençliğinin ve tıbbiyenin temsilcisi olarak üniformasıyla katılan bu yiğit delikanlının alnından öptü: “ Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.” dedi. Sivas Kongresini Engelleme Çalışmaları ve Ali Galip Olayı Kongrenin İngiliz ve Fransızlar tarafından baskına uğrayarak Sivas'ı işgal edecekleri tehditleri boşa çıktı. Mustafa Kemal Paşa bu tehditlerin boş olduğunu henüz Sivas'a gelmeden Vali Reşit Paşaya bildirmişti. Sivas Kongresine delege seçilenlerin Sivas'a gelişleri sırasında bin bir engelle karşılaştıkları, kılık değiştirdikleri bilinmektedir. İşgal altındaki yerlerden delege gelemeyişi nasıl bir baskı altında kalındığının en büyük işaretidir. Bütün bunların yanında Ali Galip olayı ayrı bir tehdit oluşturmuştur: Elazığ Valiliğine özel görevle atanan Kurmay Albay Ali Galip, 27 Haziran günü Sivas'a gelecek olan Mustafa Kemal Paşayı tutuklatmak için Sivas Valisi Reşit Paşayı baskı altına almıştır. Ancak şehre gelen Mustafa Kemal Paşa tarafından, Kolordu binasında ayakta bekletilerek, ağır sözlerle karşı karşıya bırakılmıştır. Sivas Kongresi devam ederken, İstanbul Hükümeti Ali Galip'e Sivas Valiliği ile Üçüncü Kolordu Komutanlığını önerir. Ali Galip, bu öneriye karşılık, askerlik kıdemine sekiz buçuk yıl eklenmesini, generalliğe terfi ettirilmesini ve bir miktar tazminat verilmesini ister. 3 Eylül 1919 günü Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa ve Dahiliye Nazırı Adil Beyin imzalarıyla şartlarının kabul edildiği kendisine bildirilir. Bu yazışmalar milli mücadele istihbaratınca elde edilecek ve karşı harekete geçilecektir. Ali Galip, ayrılıkçı bir takım gruplardan asker toplayarak Sivas Kongresi'ni basma hazırlıkları yaparken, çevredeki askeri birliklerin baskınına uğrayacaklarını öğrenince kaçar. Bu gelişmeler karşısında durumu Padişaha iletmek isteyen Mustafa Kemal görüşmeye engel olunması üzerine İstanbul ile her türlü haberleşmeyi kestirir. 15 gün süre ile soğuk harp başlar. Sonuçta Damat Ferit Hükümeti istifa etmek zorunda kalır. Yeni kabineyi kuran Ali Rıza Paşa ile süren görüşmeler sonunda “Amasya Görüşmeleri” gerçekleşir. Osmanlı Mebuslar Meclisinin açılışı sağlanır. Bu mecliste “Misak-ı Millî” ilan edilerek hem ulusal sınırlar çizilir hem de tam bağımsızlık kararı yasal ve yetkili bir organ tarafından kararlaştırılmış olur. Mebuslar Meclisi'nde alınan bu tarihi karara tepki olarak İstanbul işgal edilecek (16 Mart 1920) ve bazı Milletvekilleri tutuklanacaktır. Bu gelişmeler ise TBMM'nin açılmasına ortam hazırlayacaktır. Sivas Kongresi, ulusal bir kongre olma özelliği ve Misak-ı Millî'ye alt yapı hazırlaması bakımından, TBMM'ye giden yolu açmış ve millet egemenliğine öncülük yapmıştır. İrade-i Milliye Gazetesi Sivas Kongresi toplanmadan önceki günlerde gelen delegeler, millî ülkü ve hareketlerin geniş ve sürekli bir biçimde yayımlanması için bir gazetenin çıkarılması gereği üzerinde durmuşlardı. İsmail Fazıl Paşanın önerisi ile çıkarılacak gazetenin adı İrade-i Milliye oldu. 11 Eylül Perşembe günkü oturumda basın konusu ele alındı ve haftada iki gün olmak üzere “İrade-i Milliye” adıyla bir gazetenin çıkarılmasına karar verildi. Gazete yönetiminin politik kuruluşla ilgisi bulunmayan birine verilmesi istendi. Bu kişiyi bulma görevi ise Rasim (Başara) Beye verildi. O da Sivas Lisesi'nin çalışkan öğrencilerinden biri olarak tanıdığı, yirmi iki yaşındaki Demircizade Selahattin'i (Ulusalerk) bu işe uygun gördü. Selahattin, görevi sevinçle kabul etti. Dilekçe ile Valiliğe başvurarak gazetenin çıkarma yetkisini aldı ve Sorumlu Müdürü oldu. Gazete İl Basımevinde basıldı. İlk sayısı 14 Eylül günü çıkan gazetenin çıkış sebebi, yine bu sayıda “ Millî hareketin halka ve dünyaya duyurulması ” olarak belirtiliyordu. İrade-i Milliye Gazetesinin özellikle ilk beş sayısındaki yazılar, bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından kaleme alınmıştır. Temsil Kurulu'nun Sivas'ta bulunduğu süre içinde 19 sayı yayımlandı. İlk sayısının sürümü tahmin edilemedi. Bin adet basıldı. Aşırı talep üzerine baskı sayısı artırıldı. Gazete basıldığı günlerde geçmiş baskıları yirmi kuruş yerine, iki yüz kuruşa dahi arayanlar vardı. Özellikle İstanbul'dan büyük bir istek vardı. İrade-i Milliye, Mustafa Kemal Paşa tarafından Temsil Kurulu adına yayın yapmak için kurdurulan ilk Millî Mücadele gazetesidir. İngiliz ve Fransız Basınında Sivas Kongresi The Times Gazetesi , 22 Eylül 1919 : “ Bir Anadolu Cumhuriyeti... asilerin başı: M. Kemal..., Sultanın değiştirilmesinin başlıca gayelerinden biri olduğu bazı mahfillerde ileri sürülmektedir .” Ranin Gazetesi , 11 Ekim 1919 : “ M. Kemal Paşa Anadolu'da bir millî hareket meydana getirmeye çalışıyor. Bu çocukça bir hayaldir! Bütün cihanın kuvvetine karşı... harpten ezilmiş olan zavallı Anadolu'nun kuvveti ile... kafa tutmasının ne hükmü olabilir? Anadolu'da ne kalmıştır, ne var ki direniş oluşturabilsin? ” ..... Le Temps Gazetesi , 10 Eylül 1919 : “ Sultanın hakimiyeti hâlâ İstanbul'da ise de ordusu başka yerde, Türk milliyetçilerinin gittikçe güçlendikleri Anadolu'dadır. Sivas'tan, kongreleri Sultana telgrafla bir kararlar listesi bildirdi. Birinci karar şimdiki hükümete güveni reddediyor; ikincisi ise hiçbir Türk toprağının elden çıkmamasını istiyor... İster beğenin ister beğenmeyin bir Türk gücü yaşıyor. İster beğenin ister beğenmeyin bu güç kendi şuuruna vardı. ‘Hasta adam' ın gürbüz, hatta rahat durmaz çocukları var ve onun mirasını, hiç değilse bu mirastan hakları bulunan parçayı istiyorlar. Müttefikler ne düşünür acaba? ” Lyon Republicain , 23 Eylül 1919 : “ Sivil ve asker Türk vatanseverleri, iktidarsızlıkla suçladıkları hükümetlerine karşı ve Türkiye'yi paylaşmak istemelerinden kuşkulandıkları bazı müttefiklere karşı tam bir ayaklanma halindedirler .” Lyon Republicain , 20 Ekim 1919 : “ Milliyetçi hareket iki büyük avantajdan yararlanıyor: Bir yandan, iklimi çok sert, ulaşım olanakları kıt olan dağlık bölgenin doğal durumu; öte yandan, millî topraklarını savundukları bilincini taşıyan ve müttefiklerin çelişen çıkarlarına karşı tek vücut halinde birleşen şeflerinin su götürmez vatanseverliği. Bütün güçlüklerine rağmen, Türkiye'nin bağımsızlığı politikası izlenmelidir ” İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck, Dışişleri Bakanı Lort Kürzon'a gönderdiği raporunda Sivas Kongresi ile ilgili olarak şöyle yazmıştır: (17 Eylül 1919 ) “ Türk milliyetçileri, Türkiye'nin Türklerde kalmasını istiyorlar, yabancı himayesini red ediyorlar. Onlar imparatorluğun ölümünü değil, yeni bir hayat mukavelesini imza etmek azmindedirler .” Sivas Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti Sivas Kongresi sonrası, Mustafa Kemal'in henüz Sivas'ta bulunduğu bir sırada Sivaslı vatansever kadınlar bir araya gelerek Anadolu Kadınları Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla bir dernek kurdular. 28 Kasım günü Nümune Mektebinde yapılan bir toplantıdan sonra, valiliğe resmen başvuruda bulundular ve 9 Aralık 1919 tarihli valilik yazısıyla kuruluş onayını aldılar. AKMVC'nin kuruluşu Mustafa Kemal Paşaya bildirildiğinde : “ Maksat vatanı müdafaadır. Bu teşebbüsün birinciliği şerefini kazandıkları için Sivaslı hanımefendileri tebrik ediyorum ” diyerek bu girişimden duyduğu mutluluğu dile getirmiştir. Türk kadınının Milli mücadeleye büyük kararlılıkla katılışı gösteren en önemli olay, merkezi Sivas'ta olmak üzere kurulan bu dernektir. AKMVC'nin Melek Reşit Hanımın Başkanlığı altında 800 üyesi vardı. O günkü illerin idari genişliğini dikkate alırsak, 14 merkezde şubelerinin olması bu kadın derneğinin önemini ortaya koymaktadır. Genel merkezi Sivas olan AKMVC'nin şubeleri: Kangal, Viranşehir, Kayseri, Eskişehir, Kastamonu, Erzincan, Amasya, Pınarhisar, Burdur, Konya, Yozgat, Bolu, Aydın, Niğde. Savaş şartlarında kimsesiz kalmış olan kadın ve çocuklara maddi ve manevi destek veren bu vatan sever Sivaslı kadınlar, cephedeki askere kıyafet diktiler. Aralarında para toplayarak maddi destelerde bulundular. Yabancı devlet Başkanları ve eşlerine gönderdikleri yazılarla, işgaller karşısında kadın ve çocukların uğradığı zulümleri protesto ettiler. Ayrıca Padişaha, İstanbul Hükümetine, bazı kuruluşlara, yabancı devlet temsilcilerine, (Ulusal haberlere uygulanan sansüre göz yuman) Osmanlı basın kuruluşlarına protesto telgrafları çektiler. Bütün faaliyetleri İrade-i Milliye ve Hakimiyeti Milliye gazetelerinde yer alan AKMVC, Milli Mücadele tarihimizde haklı ve onurlu bir yere sahip olmuştur. Sivas Kongresi İle ; * Bütün ulusal cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismi altında birleştirilerek bir merkezden yönetilmeye başlandı. • Manda düşüncesi reddedilerek, ulusal bağımsızlık benimsendi. • Ulus egemenliğinin ve bağımsızlık ruhunun sürekli kalplerde yaşayacağı ve Anadolu'nun her türlü direnişe hazır olduğu bütün dünyaya duyurulmuş oldu. • Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin açılmasına zemin hazırladığı gibi, Misak-ı Millî kararlarına da öncülük etmiştir. • Kongre ile Türkiye'nin toprak bütünlüğü ve ulusal bağımsızlığının korunması istenmiş ve gerektiğinde işgal devletlerine karşı silahlı hareket öngörülmüştür. • Mustafa Kemal Paşanın Başkanlığında seçilen Temsil Kurulu, yürütülecek siyasi mücadelenin yöneticiliğini üslenerek TBMM'nin açılışına kadar bu görevi yürütmüştür. • Ulusal bir kongre olan Sivas Kongresi, TBMM iktidarına ve rejimine geçişin kurumu olmuştur. • Sivas Kongresi, birleştirici, yapıcı ve Türk millî mücadelesini ve Kurtuluş Savaşını bina edici temel bir kongredir. • Atatürk'ün deyişi ile “ Burada bir milletin kurtuluşunu hazırlayan kararlar verildi ” • Kongrede alınan kararlar, usûl ve esas olarak demokratik ve millî bir devletin habercisidir. Kongre ile Türk milleti kendi kaderine el koymuş, vatanın bölünmez bütünlüğü ve tam bağımsızlık hedefiyle Kurtuluş Savaşı'nın esaslarını ortaya koymuştur. • Yürekli bir şekilde alınan ve büyük bir azimle uygulanan bu kararlar sonucunda kesin bir zafer elde edilmiş ve demokratik, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu gerçekleştirilmiştir. Sivas'ta Komutanlar Toplantısı İstanbul Hükümetinin Mebuslar Meclisinin Anadolu toplanmasına razı olmadığı her halükarda İstanbul'da toplanacağı, Salih Paşa tarafından Sivas'a iletildi. Bu durum Karşısında Temsil Kurulu ile durum değerlendirmesi yapan Mustafa Kemal, Sivas'ta bütün kolordu komutanlarının katılacağı bir toplantı yapılması kararını çıkarttı. 16 –24 Kasım 1919 günleri arasında Sivas'ta gerçekleştirilen toplantıya başta 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa ve 20 Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa olmak üzere davetli diğer kolordu komutanları – biri hariç – katıldı. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir Paşaya kendi kaldığı odayı vererek kendisi başka bir odaya geçecektir.. Komutanlar toplantısına Temsil Kurulu üyeleri de katıldı. Toplantı gündeminde üç konu ele alındı: Mebuslar Meclisinin toplanma yeri, Meclisin toplanmasından sonra Temsil Kurulu ve millî teşkilatın alacağı şekil ve çalışma yöntemi, Paris Barış Konferansının bizim için olumlu veya olumsuz bir karar vermesi halinde tutulacak yol. Bu konu başlıkları ile ilgili olarak 29 Kasım günü şu kararlar alındı: Sakıncalarına rağmen Meclisin İstanbul'da açılmasına karşı çıkılmayacak. Seçilen milletvekilleri İstanbul'a gitmeden önce Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir ve Edirne gibi şehirlerde toplanarak, kendilerine gerekli bilgiler verilecek. Güvenlik önlemleri alınacak. Mecliste güçlü bir grup kurulacak. Komutanlar millî teşkilatın yayılmasına ve güçlendirilmesine hız verecek. İstenen şartlar oluşuncaya kadar Temsil Kurulu görevine devam edecek. Askeri önlemlere kesintiye uğramaksızın devam edilecek. Paris Konferansı olumsuz karar verirse, milletin bu konudaki kararına göre hareket edilecektir. Kolordu Komutanlarının bir davetle Sivas'ta toplanması, millî teşkilatın gücünü göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Kuvâ-yi Milliyeyi Amil, Millî İradeyi Hakim Kılmak Esastır Milli Mücadele döneminde yaklaşık 28 kongre toplanmıştır. Bu kongreler içerisinde tek ulusal kongre Sivas Kongresi'dir. Sivas Kongresi Erzurum Kongresi'nde seçilen Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Kurulu üyeleri ve yeni seçilen diğer delegelerin katılımı ile toplanmıştır. Dolayısıyla bütün yurdu ve milleti temsil eden delegelerin katılımı ile kongre toplanmıştır. Sivas Kongresi kararları arasında geçen “... Kuvâ-yı Milliyeyi Amil Millî İradeyi Hakim Kılmak Esastır ” (Millî güçleri etkili ve millî iradeyi egemen kılmak kesin ilkedir) ifadesi ile “millet egemenliği” Amasya Genelgesi ve Erzurum Kongresi'nden sonra ulusal bir kongre olan Sivas Kongresiyle hayata geçirilmiş oluyordu Sivas Kongresi ve Temsil Kurulu milletten aldıkları temsil yetkisi ile bir hükümet gibi hareket ederek, yürütme görevini yerine getirmiştir. Sivas Kongresi kararı ile kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, TBMM açıldıktan sonra da faaliyetine devam etmiş,siyasi bir grubun adı olmuş ve nihayet bu cemiyetin ismi değiştirilmek suretiyle yeni Türk devletinin ilk siyasi partisi olan “Halk Fırkası”nın kuruluşu sağlanmıştır. Bu gelişmelerle Sivas Kongresi, TBMM iktidarına ve Cumhuriyet rejimine geçişin kurumu olmuştur. “Cumhuriyetin Temelinin Sivas'ta atıldığı” ifadesinin tarihi kökleri de bu tarihi süreçten kaynaklanmaktadır. Ulu Önder Atatürk, 13 Kasım 1937 günü Sivas'ı son defa ziyaret ettiklerinde, Kongre salonunu gezerken yanındakilere dönerek, Sivas Kongresi'nin önemini en güzel şekilde ifade eden şu veciz sözü söylemişti: “ Burada Bir Milletin Kurtuluşunu Hazırlayan Kararlar Verildi” ********* Sivas, 108 Gün Millî Mücadele Merkezi Olmuştur Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Kurulu, 2 Eylül 1919 günü geldikleri Sivas'ta 108 gün kaldıktan sonra, 18 Aralık 1919 günü Ankara'ya hareket etmişlerdir. Bu 108 gün boyunca Sivas Millî Mücadele merkezi olmuş, Sivaslılar bütün içtenlikleri ile bu kutlu konuklara ev sahipliği yapmış ve önemli bir çok tarihî olay bu süreçte yaşanmıştır.
  20. SİVAS İLİNİN TARİHÇESİ Sivas'ın bugünkü sınırları içerisinde yer alan Hafik Gölü, Pılır Höyüğü, Zara Tödürge Gölü kıyısındaki Tepecik Höyüğü ile Kangal ilçesi Çukur Tarla ve Kavak nahiyesi Höyük değirmeninde Prehistorik buluntular elde edilmiştir. Yıldızeli Argaz Höyük ve çevresinde Kalkolitik çağ (maden taş devri M.Ö. 5000-3500) ile Tunç Devri (M.Ö. 3000-1500) buluntuları elde edilmiştir. Sivas'ın yazılı tarihi M.Ö. 2000 yılı başlarında Hititlerle başlamakta olup merkez Tatlıcak Köyü ile Uzuntepe Köyündeki Höyükler, Divriği Maltepe Köyünde bulunan höyük ve Gürün Şuğul vadisindeki Hititçe yazılar başlıca Hitit yerleşim alanlarıdır. Balkanlar üzerinden Anadolu'ya gelen Frig’lerin Hititleri ortadan kaldırmaları sonucu Sivas'ta Frig egemenliğine girmiştir. Frig yerleşimi Hitit yerleşim alanlarının üst katlarında görülmektedir. Lidya’lılar zamanındaki meşhur Kral Yolu da Sivas'tan geçmektedir. Anadolu'daki Pers egemenliğinden sonra kurulan şehir devletlerinin zamanla Roma İmparatorluğuna bağlanması sonucu, önemli yol kavşağı üzerinde bulunan şimdiki şehir merkezinin iskan edildiği ve Sebasteia adını aldığı görülmekte veya ilin isminin Hitit Kavmi olan sibasip adından geldiği gibi, Roma İmparatoru Aguste tarafından şehre yunancada şehir manasına gelen "Sebasteia" adının verildiği ve yine Selçuklular zamanında üç değirmen anlamına gelen "Sebast" kelimesinden geldiği rivayet edilmektedir. Bu yörede Roma hakimiyeti tam olarak yerleştikten sonra şehre "Diyapolis" yani Mebud şehri adı verilmiştir. Roma İmparatorluğu hakimiyetine giren şehir 395'te Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğuna ayrılan topraklar içerisinde kaldı.1509'da Anadolu'ya giren Türkmen güçleri ve 1604'te Alparslan'ın önünden kaçan Selçuklu şehzadesi Elbasan Sivas yöresinde kısa süre hakimiyet sağlamışsa da, bölgenin Türk egemenliğine girmesi ancak 1071 Malazgirt Zaferinden sonra gerçekleşti. Kısa bir süre Selçuklu hakimiyetinde kalan Sivas'ta 1075'te Danişmend Beyliği kuruldu. Danişmend Beyliğinin taht kavgaları ile zayıf düşmesinden sonra Anadolu Selçuklularını yeniden birleştiren I.Mesud, 1152’de Sivas'ı eline geçirdi. Bizanslılarında karıştığı taht ve egemenlik kavgaları sırasında Anadolu Selçukluları ile Danişmend’liler arasında sürekli el değiştiren Sivas, 1175'te II. Kılıçarslan tarafından kesin olarak Selçuklulara bağlandı. Daha sonra İzzetdin Keykavus Sivas'ı başkent yapmış, uzun müddet Sivas'ta kalarak günden güne genişleyen Sivas Şehri mamur edilmiş ve 1217 yılında Şifaiye Medresesini yaptırmıştır. İlim adamlarını Sivas'ta toplayarak şehri büyük bir ilim merkezi haline getirmiştir, İzzetdin Keykavus Türbesi" yaptırdığı medrese içinde bulunmaktadır. 1220 yılında İzzettin Keykavus ölünce yerine I. Aladdin Keykubat hükümdar oldu. Bu dönem Anadolu Selçuklularının en parlak dönemi oldu. Moğol istilasını dikkatle izleyen ve önlemler almaya çalışan Sultan 1224'te Sivas'ı surlarla çevirerek korunaklı duruma getirdi. Yerine geçen II. Gıyasettin Keyhüsrev'in kötü yönetimi sırasında sıkıntı çeken halk,1240 yıllarında ayaklanarak Sivas'ı yağmaladı. Selçuklu askerlerinin sivilleri sindirmek için seferber olduğunu gören Moğollar, Anadolu'yu ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Gıyasettin Keyhüsrev'i 1243'te Kösedağı Savaşı'nda yenilgiye uğratan Moğol güçleri, 'Sivas'ı işgal ettiler. Moğollarca bağımlı duruma gelen Selçuklular, Moğollar tarafından kurulan İlhanlı Devleti ile idareye hakim olunmuş. Sivas ili bu dönemlerde büyük bir gelişme göstererek önemli bir ticaret ve bilim kenti olmuştur. Anadolu'da yarım asır kadar devam eden İlhanlılar devrinde Vali Demirtaş Sivas'a yerleşmiş ve istiklalini ilan ederek Sivas'ta uzun yıllar saltanatını sürdürmüştür. Demirtaş'tan sonraki Sivas Valileri sırayla, Alaattin Ertana oğlu Gıyaseddin Mehmet, Alaattin Ali ve oğlu Mehmet Bey Sivas'ta saltanatı sürdürmüşlerdir. Ali Bey'in ölümünden sonra yerine geçen yedi yaşındaki Mehmet Bey'i Kadı Burhaneddin saltanatından uzaklaştırarak Sivas'ta kendi devletini kurmuştur. Bu arada Kadı Burhaneddin Sivas'ı onarmak için birçok çaba göstermiştir. Surların etrafında hendekler kazdırılmış, kaleleri tamir ettirmiş ama Akkoyunlu aşireti reisi Kara Osman'la yaptığı muharebe sonunda katledilmiş yerine oğlu Alaattin geçmiştir. Bu sırada Timurlenk Anadolu'ya akınlar yapmıştır. Yıldırım Beyazıt Amasya'yı almış Sivas'a yaklaşmış, güneyde Karamanlıların baskısına dayanamayan Alaattin, şehri Osmanlılara teslim etmiştir. Bir davetle Sivas'ı teslim alan Beyazıt, şehri en büyük şehzadesi Emir Süleyman'a vermiştir. Sivas Osmanlıların eline geçtikten bir yıl sonra 1400 yılında Timur'un istilasına uğramış, bir süre sonra tekrar Osmanlı hakimiyetine geçmiştir. Sivas Osmanlı İmparatorluğunda eyalet merkezi haline getirilerek Amasya, Çorum, Tokat kısmi olarak Malatya ve Kayseri illeri Sivas'a bağlı birer sancak olmuştur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde belirtildiği gibi Sivas zamanının en önemli eyaletlerinden biridir (40 ilkokul, 1000 dükkan, 18 han, 40 kadar çeşmesi olduğundan bahsedilir. Sivas'a birçok vali atanmış, bunlar içinde belki de ismi hiç unutulmayacak olan Halil Rıfat Paşanın yaptırdığı birçok yollar, köprüler, hanlar ve konaklar halen halkımızın hizmetindedir. Tarihin kaydedildiği zamandan beri önemli bir yerleşim merkezi olan Sivas, asırlar boyunca önemini korumuş ve özellikle Milli Mücadele yıllarında milli mücadeleye başlangıç olması ona tarihin en kıymetli değerini vermiştir. MİLLÎ MÜCADELEDE SİVAS Sivas Kongresi Niçin Toplandı? Kasım 1914'de girdiğimiz Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıktık. Savaş sona erdiğinde milyonlarca kilometrekare toprağı ve yüzbinlerce insanımızı kaybetmiş olarak Anadolu topraklarına çekildik. Türkleri, Anadolu'dan da atma projesi devreye sokuldu. Mondros Ateşkesinin uygulamaya konulması sonucu Musul, İstanbul, Boğazlar, Doğu Trakya, İskenderun, Maraş, Urfa, Antep, Batum, Adana, Antalya, Kuşadası ..vd. Anlaşma( İtilaf) devletleri'nin işgaline uğradı. Anadolu içlerine ve kıyılarına askerî birlikler çıkardılar. Ermeni ve Rum azınlık, işgal ordularını çoşku ile karşıladıkları gibi ülkenin çeşitli yörelerinde taşkınlıklarını, katliamlarını sürdürdü. Paris Barış Konferansı kararı gereğince Yunanlıların İzmir'i işgali, bardağı taşıran son damla oldu. Henüz Balkan ve Birinci Dünya Savaşı yaralarını sarmadan Anadolu topraklarının da işgale uğraması, Türk halkını karamsarlığa düşürdü. İşgaller ve azınlıkların tutumu karşısında, ülke yöneticileri siyaset yoluyla sorunu aşacaklarını düşünürken, aydınlar arasında Amerikan, İngiliz, Fransız ‘manda' eğilimleri baş gösterdi. Manda düşüncesini savunanlara göre: “ Alman desteği altında Anlaşma devletlerine yenilen Osmanlı Devleti, bu güçlü devletlere karşı tek başına bir mücadele yürütemezdi ”. Mevcut durum karşısında ulusa olan güven duygusunu yitirenler: “ işgallere karşı direniş, yeni işgallere yol açar ” diye düşünüyorlardı. Ulusal tepki ve direnişler İstanbul basınında eleştirilmekte, İstanbul Hükümeti tarafından ise şiddetle uyarılmaktaydı. Atatürk, bu durum karşısında Türk ulusuna duyduğu güvenle: “ Memleketi bu müthiş badireden kurtarmak için yalnız bir kuvvetin temini lazımdır: milletin birliği ” diyerek, bağımsızlık yolunda ilk yöntemi açıklıyordu. Birliği sağlamanın yolu ise ulusal bir kongreden geçiyordu. Ulusun temsilcileri bir araya gelecek ve ülkenin içinde bulunduğu duruma bir çözüm getirecekti. Bu çözümün kararları Sivas Kongresi'nde (4-11 Eylül 1919) alınacaktır. Sivas Kongresi Nerede Kararlaştırıldı? 9. Ordu Müfettişi olarak, asayişi düzeltmek göreviyle Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa Ali Fuat (Cebesoy), Rauf (Orbay) ve Refet (Bele) ile Amasya'da buluştu. Amasya Genelgesi için Kazım Karabekir Paşa ve diğer ilgililerin onayı alındı. 21 / 22 Haziran 1919'da yayımlanan genelge, illerin askerî ve mülkî yöneticilerine telgrafla, İstanbul'daki bazı devlet adamları ve komutanlara ise özel mektup ekinde ulaştırıldı. Amasya Genelgesi “ Vatanın Bütünlüğü Milletin Bağımsızlığı Tehlikededir ” uyarısı ile başlıyor ve “ Milletin Bağımsızlığını Yine Milletin Azim ve Kararı Kurtaracaktır ” çözüm önerisi ile sürüyordu. Sivas Kongresi kararı, genelgede şöyle belirtiliyordu: “ Milletin istiklâlini kurtarmak için, her türlü tesir ve baskıdan uzak bir millî heyetin kurulması gerekmektedir. Bunun için yazışmalar sonunda, Anadolu'nun en güvenilir yeri Sivas'ta Millî Kongre'nin toplanması kararlaştırılmıştır. Fırka (parti) anlaşmazlıkları gözetilmeden her sancaktan, halkın güvenini kazanmış üç murahhasın (delegenin ), mümkün olan çabuklukla yola çıkarılması gerekir. Her ihtimale karşı bunun bir ‘millî sır' olarak tutulması ve gereken yerlerde yolculuğun değişik adla ve kılıkla yapılması lâzımdır. Müdafaai Hukukı Millîye Cemiyetleri ve Belediye Başkanlıklarınca murahhasların seçilmesi ve yola çıkarılması hakkında, vatanseverlikle yardımcı olmanızı; ve onların adlarıyla yolculuk tarihlerinin telgrafla bildirilmesini istirham eylerim .” Mustafa Kemal Paşa Sivas'ta ( 27 Haziran 1919) Erzurum Kongresi'ne katılmak üzere Erzurum'a gitmekte olan Mustafa Kemal Paşa, 27 Haziran 1919 günü Sivas'a geldi. Israrla İstanbul'a çağırıldığı, emirlerinin dinlenilmemesi için genelgeler yayımlandığı, tutuklama söylentilerinin dolaştığı bir sırada geldiği Sivas'ta halk ve askerler tarafından çoşkuyla karşılandı. O anı kendisi Nutuk'ta şöyle anlatır: “ Sivas şehrine girerken, caddenin iki tarafı büyük bir kalabalıkla dolmuş, askeri birlikler tören düzenini almış bulunuyordu. Otomobillerden indik. Yürüyerek askeri ve halkı selamladım... Bu manzara, Sivas'ın saygıdeğer halkının ve Sivas'ta bulunan kahraman subay ve askerlerimizin bana ne kadar bağlı ve sevgi ile dolu olduğunu gösteren canlı bir tanık idi.. ” 27 Haziran günü Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yöneticilerine şu direktifleri verdi: “ Halkın çoğunluğunu, özellikle okumuş ve genç unsurları amaç etrafında toplayınız. fiili direnişe hazırlanın. Olumsuz propaganda ve akımlara karşı önlemler alın. Kolordu Komutanı ve Kurmay Başkanı ile çok sıkı ve sürekli ilişki içinde bulununuz, onların şifresi ile önemli konular ve durumlar hakkında bilgi alış verişi yapın. Vali ile de iyi ilişkileri geliştirerek iki merkezin vilayete yapacağı duyurulardan bilgi sahibi olunuz. Sivas merkezinden Erzurum Kongresi için iki delege seçerek derhal yola çıkarınız ” Bu direktifler, Sivaslı vatanseverler üzerinde kıvılcım etkisi yaptı. Ulusal mücadele yolundaki çabalarını artırdılar. M. Kemal, 28 Haziran sabahı, Ramazan Bayramının birinci günü, erkenden Erzurum'a doğru yola çıktı. Sivaslılar Mustafa Kemal Paşayı Karşılıyor ( 2 Eylül 1919) Ermeni tehdidine karşı Doğu illerinin birliğini sağlamak amacıyla toplanan Erzurum Kongresi amacına ulaşmış, Kongreye başkanlık eden ve yönlendiren Mustafa Kemal Paşa, beraberindeki arkadaşları ve üç Temsil Kurulu üyesiyle birlikte Sivas yolundadır. 2 Eylül günü Sivas, tarihinin en mutlu günlerinden birine uyanır. Sivas halkı, Erzincan yönüne doğru, erken saatlerde akın etmeye başlar. Atlı – yaya yola çıkanlar Kılavuz tepesinde toplanır. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını getiren otomobillerin Seyfebeli'nden görülmesi ile Sivaslıları büyük bir sevinç dalgası kaplar. Halkın büyük sevgi gösterisinden sonra güneş batarken hep birlikte şehre girilir. Karşılamaya çıkamayanlar caddenin iki yanını doldurmuş, alkış tufanı arasında Mustafa Kemal Paşayı selamlar. Sivaslılar, misafirleri için Mekteb-i Sultanî'yi (Kongre Binası-Lise) hazırlamışlardı. Akşam onurlarına yemek verilir. Dinlenmeye çekilirler. Sivas Kongresi'nde Sivas Delegesi Var mıydı? Sivas Vilayeti, ‘Altı Doğu İli”nden biri olması nedeniyle Erzurum Kongresi'nde temsil edildi. Erzurum Kongresi'ne katılan 13 delegeden ikisi Sivas Merkez Sancağı'nı temsilen Erzuruma gitti. Erzurum Kongresi sonunda dokuz kişilik Temsil Kurulu belirlendi. Sivas (merkez) delegeleri, Mustafa Kemal Paşanın bütün ısrarlarına rağmen Temsil Kurulu'nda görev almadı. Bunun üzerine, Sivas Vilayeti adına Temsil Kurulu'na Bekir Sami (Kunduk) ve Rauf (Orbay) Beyler seçildi. Erzurum Kongresi'ne katılan yaklaşık 56 delege, Sivas Kongresi'ne katılmak için memleketlerinden yetki almamışlardı. Ayrıca bu delegeleri Sivas Kongresi'ne getirmek pratik olarak da mümkün değildi. Bu durum karşısında, Temsil Kurulu üyelerinin, Doğu illerini ve Trabzon vilayetini temsilen Sivas Kongresi'ne katılması kararlaştırıldı. Bu nedenle, Sivas Kongresi'nde - Temsil Kurulu üyeleri dışında - Doğu illerinden ve Trabzon'dan delege yer almamıştır. Böylece, Bekir Sami (Kunduk) ve Rauf (Orbay) Bey, Sivas Vilayeti kontenjanından seçildikleri Temsil Kurulu Üyeliği ile hem doğu illerinin, hem de dolayısıyla Sivas'ın temsilcisi olarak Sivas Kongresi'nde yer almışlardır. Sivas Kongresi Delegeleri Delegenin Adı : Temsil Ettiği Yer: Mesleği: Mustafa Kemal (Atatürk) Temsil Kurulu Başkanı (Erzurum) Ordu Müf. İstifa Hüseyin Rauf (Orbay) Temsil Kurulu Üyesi (Sivas) Em. Deniz subayı Bekir Sami (Kunduk) Temsil Kurulu Üyesi (Sivas) Mülkiyeli - Vali Fevzi (Baysoy) Temsil Kurulu Üyesi (Erzincan) Din adamı -Şeyh Raif (Dinç) Temsil Kurulu Üyesi (Erzurum) Hukukçu- Yargıç Refet (Bele) Canik (Samsun)(TKÜ) Asker (Albay) Kara Vasıf Antep Emekli Albay İsmail Hami (Danişment) İstanbul Mülkiyeli- Tarihçi İsmail Fazıl (Cebesoy) İstanbul Emekli General Hikmet (Boran) Ask. Tıb. Öğr. Tem.(İst.) Tıbbiye Öğrencisi Ahmet Nuri Bursa İlmiye sınıfı Hocası Osman Nuri (Özpay) Bursa Hukukçu- Avukat Hüseyin (Bayraktar) Eskişehir Tüccar Hüsrev Sami (Kızıldoğan) Eskişehir Subay Halil İbrahim (Sipahi) Eskişehir Tüccar- Bld. Bşk. Mehmet Şükrü (Koçzade) A. Karahisar Hukukçu Salih Sıtkı (Kesrioğlu) A. Karahisar Mülkiyeli Bekir (Gümişioğlu)) A. Karahisar Öğretmen Abdurrahman Dursun (Yalvaç) Çorum Öğretmen Mehmet Tevfik (Ergun) Çorum Öğretmen İbrahim Süreyya (Yiğit) Alaşehir (Saruhan) Mutasarrıf Macit (Suner) Alaşehir (Manisa) Hakim (Yargıç) Mehmet Şükrü (Dalamanlı) Denizli Hukukçu Yusuf (Başağazade) Denizli Hukukçu - Zıraatçı Necip Ali (Küçüka) Denizli Hukukçu -Yargıç Hakkı Behiç (Bayiç) Denizli Mülkiyeli Sami Zeki Kastamonu Emekli Subay Nuri (Tatlızade) Kastamonu Tüccar Halit Hami (Mengi) Bor (Niğde) Tüccar- Beld. Bşk. Mustafa (Soylu) Niğde Öğretmen Yusuf Bahri (Tatlıoğlu) Yozgat Çiftçi Osman Remzi (Öğüt) Nevşehir Memur Mazhar Müfit (Kansu) Denizli (Hakkari) Valilikten istifa Hasan ? ? Süleyman (Boşanlı – Boşnak) Samsun(Canik) Çiftçi - Denizci Aşağıdaki isimler ise Sivas Kongresi'ne delege olarak seçilmişler, ancak kongre çalışmaları sona erdikten sonraki günlerde Sivas'a gelebilmişlerdir. Nuh Naci (Yazgan) Kayseri Tüccar Ahmet Hilmi (Kalaç) Kayseri Kaymakam Ömer Mümtaz (İmamzade) Kayseri Tüccar İhsan Hamit (Tigrel) Diyarbakır Eğitimci
  21. İŞTE TÜRKİYE’DE GERÇEKLEŞEN UÇAK KAZALARI: 16 Kazada 1129 can kaybı... - 30 Kasım 2007. Atlasjet adına İstanbul - Isparta seferini yapmakta olan World Focus havayollarına ait uçağın, saat 01.36’da Isparta Keçiborlu İlçesi’nin Çukurören ve Kılıç köyleri arasında düşmesiyle birlikte bugüne kadar Türkiye’de havacılık tarihine geçen uçak kazalarının sayısı 16’ya ulaştı. - 17 Şubat 1959. Başbakan Adnan Menderes’i Londra’ya götüren THY’nin Viscount tipi SEV adlı uçağı, Gatwick Havaalanı yakınlarında düştü. Menderes’in yaralı kurtulduğu kazada, uçaktaki 21 kişiden 14’ü öldü. -1 Şubat 1963. Middle East Airlines’a ait Vickers Viscount tipi yolcu uçağı Ankara üzerinde, Türk Hava Kuvvetlerine ait C-47 Skytrain askeri yolcu uçağıyla çarpıştı. 87 kişi hayatını kaybetti. - 26 Ocak 1974. THY’nin F-28 tipi uçağı, İzmir’den kalkışı sırasında pistin 100 metre uzağında yere çakıldı. Beş mürettebattan dördü ve 68 yolcudan 62’si öldü. - 3 Mart 1974. THY’nin 981 uçuş numaralı DC-10 tipi Ankara adlı yolcu uçağı Paris’ten havalandıktan bir süre sonra Ermenonville Ormanlarına düştü.Kargo kapısındaki üretim hatası nedeniyle düşen uçaktaki 12’si mürettebat olmak üzere toplam 346 kişi öldü. - 30 Ocak 1975. THY’nın İzmir-Istanbul seferini yapan F-28 tipi "Bursa" isimli uçağı elektrik kesilmesi yüzünden Yeşilköy Havaalanı’na inemedi ve Marmara Denizine düştü. 4 mürettebat ile 37 yolcunun tamamı öldü. - 19 Eylül 1976. İstanbul - Antalya seferini yapan THY’ye ait Boeing 727 tipi yolcu uçağı Isparta üzerinde iken alçalma hatası nedeniyle Toros Dağlarına çarptı. 8’i personel toplam 155 kişi öldü. - 23 Aralık 1979. THY’nin Samsun - Ankara seferini yapan Trabzon adlı F-28 tipi uçağı, Ankara yakınlarında türbülans nedeniyle düştü. Dört mürettebattan üçü ve 39 yolcudan 36’sı öldü. - 22 Eylül 1981. Pancarköy, Babaeski’de planlı olarak yapılan ’Sonbahar Tatbikatı 81’ esnasında, Northrop F-5 tipi bir jet uçağı karargah üzerine düştü. 35 asker şehit oldu, 72 asker yaralandı. - 13 Nisan 1982. Erzincan, Refahiye’de bir ABD askeri uçağı düştü, 28 kişi öldü. - 16 Ocak 1983. THY’nin Boeing 727 tipi uçak, Ankara’da sis ve kar yağışı nedeniyle yere çakıldı. 60 yolcudan 47’si öldü. - 4 Nisan 1985. Balıkesir’de bir jet uçağı şehrin üzerine düştü: 14 kişi öldü, 21 kişi yaralandı. - 29 Ocak 1994. THY’nin Boeing 737 tipi uçak, Van yakınlarında, dördüncü iniş denemesinde tepeye çarptı. Yedi mürettebattan altısı ve 55 yolcudan 49’u öldü. - 7 Nisan 1999. THY’nin Boeing 737 tipi uçak, Adana’dan Cidde’ye giderken, kötü hava şartları nedeniyle, kalkıştan dokuz dakika sonra Ceyhan’da düştü. Hacıları almak için Suudi Arabistan’a giden ve yolcusu bulunmayan uçağın 6 mürettebatı öldü. - 8 Ocak 2003. THY’nin Avro RJ-100 tipi yolcu uçağı Diyarbakır’a inişi sırasında piste çakıldı.75 yolcudan 71’i ,5 kişilik müretebattan 4’ü yaşamını yitirdi. - 29 Mayıs 2003. Ukrayna’lı özel bir havayoluna ait Yak-42 tipi uçak ait, Trabzon’un Maçka ilçesi’ndeki Pilav Dağı’na çakıldı.İspanyol Barış Gücü askerlerini taşıyan uçaktaki 62 asker, 13 mürettebat öldü. - 30 Kasım 2007. Atlasjet Havayollarına ait uçak Isparta’da düştü ve 7’si mürettebat 56 kişi yaşamını yitirdi.
  22. ilk önce herkese selamlar .... önceliklen türkish media forumunda eksik olan bir önemli konun eklenmesini öneriyorum forumdaki arkadaşalrim ne düşünüyor görüşlerinizi almak isterim... mevzu bahis konu *Taşıt Araçları - Otomobil Dünyası -Motorsiklet - Bisiklet -Otomobil - Automobile alt konulari da bunlar bu alt konularının yanına yeni başlıklar eklenmelidir....... *Taşıt Araçları - Otomobil Dünyası ==>>>> başlıkda değişmeli bence ===>>>Trafik -Trafik kurallari / Trafik cezalari -Trafiklen ilgili her konu / Ehliyet /Yaya Trafiği -Deniz Trafiği / Vapur /Yat gibi Araçlar -Trafik kazalari -Motorsiklet - Bisiklet -Otomobil - Automobile TRAFİK NEDİR ? "İnsanların, hayvanların ve araçların karayolları üzerindeki hal ve hareketleridir." bu konuda değerli Admin ve tüm forum sakinlerin den görüşlerini bekliyorum .... ben ce böylesine gelişmiş bir forumda bu bölüm eksik olmuşşş... bügün yazmak istediğim çok konu vardi trafiklen ilgili ama bulamadim yazacak yer burasi eksik kalmış...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Tarayıcı push bildirimlerini yapılandırın

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.