Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

kaan_bebeto

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.221
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    6

kaan_bebeto tarafından postalanan herşey

  1. Türkiyenin en büyük forumlarından birisi... eğlenceli bir forum ve bilgilendirici bir forumdur....
  2. Dünyada doğal olarak bulunan radyasyonun kaynağı, uzaydan gelen, yeryüzünde sularda, karada ve havada bulunan radyoaktif elementlerden yayılan ışınlardır. Dolayısıyla insanlar yaşamları boyunca düşük dozda radyasyona maruz kalmaktadır. Radyasyon Kaynakları: 1- Doğada bulunan radyasyon: Kozmik ışınlar, dünyadaki radyoaktivite, Gama ışınları, Radon elementi ve türevleri, 2- İnsan eliyle oluşturulan radyasyon: Tıbbi maruziyet, diğer kaynaklar (nükleer silah denemeleri, nükleer reaktörler, duman dedektörleri, televizyon, bilgisayar gibi elektronik ev aletleri). Maruz kalınan radyasyon doza bağlı olarak hiçbir biyolojik etki göstermeyebileceği gibi ölüme kadar varabilen etkilerede neden olabilir. Önemli olan, hangi radyasyon dozunun hücrede iyonlaşma sonucu hücresel hasara ve kansere neden olabileceğinin belirlenmesidir. Radyasyonun tehlikeli etkilerinin ortaya çıkmasıyla 1928'de Londra'da 1. Uluslararası Radyoloji Kongresi düzenlenmiş radyasyon miktarını ölçecek standart bir metod ve birimin geliştirilmesi çalışmalarının yapılması için bir komite kurulmuştur. 1928 yılında kurulan komisyon 1950'de yeniden örgütlenerek Uluslararası Radyolojik Korunma Komisyonu (ICRP ) adını almıştır. Komisyon 1990 yılında yayınladığı bir bildirgeyle sınıflama sistemine son şeklini vermiştir. Bildirge somatik etkileri, stokastik (doz bağımsız) ve deterministik (doz bağımlı) etki şeklinde ayırmış ve kalıtımsal etkileri de stokastik etki olarak belirlemiştir. Deterministik etkiyi ise belirli bir eşiği olan etki olarak kabul etmiştir ve bu eşikaltı dozlarda hastalık ortaya çıkmaz. Örneğin; katarakt bir deterministik etki iken kanser stokastik etkidir. Radyasyon doğrudan DNA ve proteinler gibi biyolojik olarak önemli moleküller ile etkileşime girer. Radyasyon vücudumuzdaki bazı kimyasallarla da dolaylı olarak etkileşime girerek serbest radikaller oluşturmak suretiyle önemli biyolojik moleküllere zarar verebilir. DNA üzerinde etkisi kanser riskini artırır. Eğer kromozomlarda hasar meydana gelecek olursa ortaya çıkan mutasyonun gelecek nesillere aktarılma riski ortaya çıkar. Radyoaktif ışınlar gövdede geçtikleri yerlerde hücre yapısını değiştirerek hasar oluşturur. DNA'larda oluşan hasar genlerde kırılmalara, çaprazlaşmalara, kopmalara dolayısıyla mutasyonlara yol açar. Bu durumda gelişme bozuklukları ve kanserleşme görülebilir. Bu etkiler sonucunda saç dökülmesi, solunum sistemi hastalıkları, mide ve bağırsak sistemi kanamaları, kemik iliği supresyonuna bağlı kanamalar ve kansızlık görülebilir. Radyasyonun doğum öncesi etkileri, embriyo ve fetusun gelişme dönemine göre değişir. Yumurtanın döllenmesinden hemen sonraki hafta içinde alınan ışınlar yumurtanın yaşama olasılığını ortadan kaldırırken, organların oluşma, gelişme dönemlerinde alınan ışınlar, gelişme bozukluğu olasılığını artırır. Düşükler, ölü doğumlar, iskelet, yumuşak doku ve organ malformasyonları, mikrosefali, zeka geriliği, beyin özürleri, gelişme geriliği, trizomi, bağışıklık sistemini tutan hastalıklar, lösemi ve özellikle çocuklarda tiroid kanseri görülür. Radyasyona maruz kalan kişinin edindiği 1 joule/kg'lık enerji miktarına uluslararası edinilmiş doz birimi olan Gray (Gy) adı verilir. Radyasyonun etkileri maruz kalınan akut doz miktarına göre değişir; 0-250 mGy arasındaki radyasyonun saptanabilen herhangi bir klinik etkisi yoktur. Düşük bir olasılıkla gecikmiş etki görülebilir. 250-1000mGy radyasyon tedavi edilebilen küçük yaralara ve bulantıya neden olabilir. Kesin olmamakla birlikte ciddi geç etkileri ortaya çıkabilir. 1000-2000 mGy radyasyonda bulantı ve yorgunluk hissi ile birlikte kusma meydana gelir. Kan hücreleri hasarı görülür, ancak bu durum tedavi edilebilir. 2000-3000 mGy radyasyon maruziyetinde ilk gün bulantı ve kusma gelişir. İki haftalık gelişim süreci sonunda kırgınlık, iştah kaybı, ishal ve kilo kaybı olur. 3000- 6000 mGy dozda, bulantı, kusma ve ishal ilk birkaç saatte gelişir. İştah kaybı, kırgınlık, daha sonra kanama, kilo kaybı ve boğazda yanma görülür. İlk haftada bazı ölümler olabilir, 3500 mGy 'den daha fazla radyasyon etkisinde kalanlardan %50’si yaşamını kaybeder. 6000 mGy ve üzerindeki dozlarda birkaç saat içinde bulantı, kusma ve ishal gelişir; boğazda yanma ve ateş birinci haftanın sonuna kadar ortaya çıkar. Hızlı bir kilo kaybıyla beraber ikinci haftadan itibaren maruz kalanların hemen hemen tamamı yaşamını kaybeder. 10 Gy ve daha yüksek dozda radyasyon çok yüksek oranda zarara yol açar, sindirim sistemini felce uğratır ve ölüm kesindir. 100 Gy'den fazla akut doza maruz kalma sonucu bütün vücut dokusu hasara uğrar, etki en hızlı beyin ve sinir sisteminde görülür ve saatler içinde ölüm gerçekleşir. Gebelik periyodunda radyasyona maruz kalınması sonucu görülen etkiler teratonejik(fetusu tahripedici) etkidir. Stokastik etkiler, alınan dozun büyüklüğünden bağımsız olarak rastlantısal gelişen etkilerdir. Etkinin herhangi bir eşiği yoktur ve olasılığa dayanır. Deterministik etki, maruz kalınan doza bağlı olarak gelişen etkidir. Etki dozun büyüklüğüne bağlı olarak daha fazla acı verici olabilir. Örneğin, doz artıkça yanma daha fazla olabilir. Belli bir eşiğin altında alınan dozlarda etki ortaya çıkmaz. Örneğin, radyasyon sonucu cilt yanığı bir deterministik etkidir. Nükleer enerji ve akaryakıt dönüşüm endüstrisinde meydana gelen kazalar sonucunda, yüksek dozda radyasyona maruz kalan kişilerde klinik belirtiler gözlenebilir; kan hücreleri üretiminde, bağışıklık sisteminde, deride belirgin hasar meydana gelebilir. Radyasyonla etkilenme sonucu meydana gelen kompleks hastalığa Akut Radyasyon Hastalığı (ARS) denir. Bu hastalığın en yaygın belirtileri; başlangıçta bulantı, kusma ve sonra çoğunlukla, fırsatçı mikroorganizmaların neden olduğu kanamalı ve ağır enfeksiyonlardır. Eğer tedavi edilmezse ARS ölümcüldür. Bu tabloya termal yanıklar eşlik edebilir. Çernobil kazasında 237 kişinin ARS hastalığına yakalandığı bildirilmiştir. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ise, incelemelerinde en ağır radyasyon etkisinin psikolojik etki olduğunu iddia etmiştir. Nükleer santrallerin atıkları çözüm bekleyen bir sorundur. Atıkların santral içindeki havuzlarda bir süre bekletildikten sonra, geçirgen olmayan, 600 metre derinlikteki eski tuz yataklarında saklanması gerekmektedir. Bunun çok pahalı bir yöntem olması ve demokratik ülkelerde halkın nükleer çöplüklerin yakınında yaşamak istememesi yüzünden bu yöntem kuramsal kalmakta, atıklar geçici depolarda saklanmaktadır. Bir elementin radyoaktivitesinin etkinliği ancak yarı ömrünün on katı gibi bir süre sonunda kaybolur. Dolayısıyla, yarı ömrü yirmi dört bin yıl olan en önemli atık plütonyumun 240 bin yıl kontrol altında tutulması gerekmektedir. Dünyada doğal olarak bulunmayan plütonyum nükleer reaktörlerin bir atık ürünüdür. Atom bombası yapımında kullanıldığı gibi, son zamanlarda işlenerek yeniden yakıt olarak kullanılmak üzere santrallere gönderilmektedir. Radyasyon türlerinin ortak özelliklerinden biri duyu organları tarafından algılanamaz olmalarıdır. Ancak özel ölçüm aygıtları ile tespit edilebilirler. Alfa ışını ancak birkaç santimetre ilerleyebilmekte, yoluna tutulan ince bir kağıt bile ışını durdurabilmektedir. Dolayısıyla bu ışının kaynağı olan radyoaktif elementlerin dokularda etkisini gösterebilmesi için insanın gövdesine girmesi gerekmektedir. Gövdeye giriş, zedelenmiş deriyle temas, solunumla akciğere ulaşma ya da yiyecek ve içeceklerle sindirim kanalına geçmeleri ile olur. Gama ışınları metrelerce uzağa ulaşabildikleri gibi belli kalınlıklara kadar kurşun levhalardan da geçebilirler. Bu nedenle gama ışınlarının insan vücudu üzerindeki etkileri daha kolay ortaya çıkar. Radyoaktif elementler gövdeye girdikten sonra vücutta bazı özel organ ve dokularda toplanabilirler. Örneğin; iyot tiroid bezine, stronsyum kemik dokusuna, sezyum kaslara yerleşir. Elementlerin büyük bölümü kolloidal yapısı yüzünden karaciğerde tutunur ve karaciğer kanserine neden olabilir. Elementler fiziksel ve biyolojik yarı ömürlerine göre etkilerini sürdürürler. Örneğin; iyot 131’in yarı ömrü sekiz gün kadar olduğundan etkisi kişinin iyot açığına, metabolizmasına göre haftalarla sınırlıdır. Buna karşılık stronsyum 90’'ın fiziksel yarı ömrü otuz yıl, biyolojik yarı ömrü ise on yıl kadardır. Toryum'un fiziksel yarı ömrü 14 milyar yıl, biyolojik yarı ömrü elli yıldır. Birinci Dünya Savaşı sırasında tanı amaçlı kullanılan X ışınlarından kendilerini korumayan yaşam kurtarma çabası içindeki doktorlar ve teknisyenlerde, yüksek dozda radyasyonla etkilenme sonucu ciddi yaralanmalar gözlendi; ellerini, kollarını, hatta yaşamlarını kaybeden insan sayısı azımsanamayacak kadar fazlaydı. Radyasyondan Korunma Yöntemleri: Nükleer patlamalar, radyasyon serpintisi gibi yollarla yayılan dış kaynaklı radyasyona karşı alınabilecek önlemler şunlardır: - Radyasyon kaynağı yakınında geçirilen zaman azaltılabilir, - Kaynakla kişi arasındaki uzaklık artırılabilir, - Kaynakla kişi arasına bir kalkan konulabilir. Radyasyonun solunum, sindirim ve cilt yoluyla alınmasına "içten maruz kalma" adı verilir. Radyonükleidler vücuda alındıktan sonra yapılabilecek çok az şey kalacağından alınması gerekli en temel önlem radyoaktif materyalinin vücuda girmesini önlemektir. Alınan radyonükleidler vücuttan biyolojik eliminasyon ve radyoaktif çürüme sonucu atılabilirler. İçten maruz kalmayı önlemek için eldiven ve laboratuvar elbisesi giyilmeli, radyoaktif maddelerle çalışırken herhangi bir şey yenmemeli ve içilmemeli, uçucu bileşiklere karşı gaz maskesi kullanılmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü' nün dünyada görülen tayfun, deprem, sel, yangın gibi felaketleri incelediği bir çalışmada insanın yüzde yüz önleyebileceği tek felaketin nükleer felaket olduğu belirtilmiştir. Bu felaketin önlenebilmesinin tek güvenilir yolu da doğal enerji kaynaklarından faydalanılarak, radyasyon ve radyasyon kaynaklarından olabildiğince uzak durmaktır.
  3. kaan_bebeto

    RADYASYON

    Radyasyon Nedir? Teknolojideki çok hızlı gelişmeler sonucu üretilen çeşitli elektronik cihazların (TV, radyo, bilgisayar ve röntgen, tomografi vb. tıbbi cihazlar) yaygınlaşması ile meydana gelen radyasyonun elektromanyetik kirliliğe yol açtığı anlaşılmıştır. Radyasyon, elektromanyetik dalgalar veya parçacıklar biçimindeki enerji emisyonu (yayımı) ya da aktarımıdır. Bilindiği gibi maddenin temel yapısını atomlar meydana getirir. Atom ise, proton ve nötronlardan oluşan bir çekirdek ile bunun çevresinde dönmekte olan elektronlardan oluşmaktadır. Herhangi bir maddenin atom çekirdeğindeki nötronların sayısı, proton sayısına göre oldukça fazla ise; bu tür maddeler kararsız bir yapı göstermekte ve çekirdeğindeki nötronlar alfa, beta, gama gibi çeşitli ışınlar yaymak suretiyle parçalanmaktadırlar. Çevresine bu şekilde ışın saçarak parçalanan maddelere "radyoaktif madde", çevreye yayılan alfa, beta ve gama gibi ışınlara ise "radyasyon" adı verilmektedir.. Radyasyonun Zararları X ışınları, ultraviyole ışınlar, görülebilen ışınlar, kızıl ötesi ışınlar, mikro dalgalar, radyo dalgaları ve manyetik alanlar, elektromanyetik spektrumun parçalarıdır. Elektromanyetik parçaları, frekans ve dalga boyları ile tanımlanır. Ultraviyole ve X ışınları çok yüksek frekanslarda olduğundan, elektromanyetik parçalar kimyasal bağları kırabilecek enerjiye sahiptir. Bu bağların kırılması iyonlaşma diye tanımlanır. İyonlaşabilen elektromanyetik radyasyonları, hücrenin genetik materyali olan DNA'yı parçalayabilecek kadar enerji taşımaktadır. DNA'nın zarar görmesi ise hücreleri öldürmektedir. Bunun sonucunda doku zarar görür. DNA'da çok az bir zedelenme, kansere yol açabilecek kalıcı değişikliklere sebep olur. Maden işletme yataklarında, doğal su kaynakları içerisinde ve toprakta; gerek insan faaliyetleri sonucu, gerekse doğal olarak bulunan radyoaktif maddeler besin zincirine (bitkilere) girerek, oradan da hayvan ve insanlara geçmek suretiyle ölümle sonuçlanan çeşitli hastalıklara sebep olmaktadır. Radyoaktif kirleticiler özellikle insan, hayvan ve bitki sağlığına olumsuz etkiler yaparak çevreyi ve ekolojik dengeyi bozmaktadır. Ayrıca radyasyon, canlılarda genetik değişikliklere de yol açmaktadır. Radyasyonun etkisi; cins, yaş ve organa göre değişmektedir. Çocuklar ve büyüme çağındaki gençler ile özellikle göz en fazla etkilenen organ olup; görme zayıflığı, katarakt ve göz uyumunun yavaşlamasına sebep olmaktadır. Deri ise, radyasyona karşı daha dayanıklıdır. Radyasyonun zararları genellikle zamanla ortaya çıkan bir etki olup, ani etki ancak atom bombalarının yol açtığı ölümler ve yüksek radyasyondaki yanmalar şeklinde kendini göstermektedir. Geçmişte yapılan nükleer silah denemelerinden dolayı radyoaktif maddelerle yüklenmiş toz bulutları, atmosferin yüksek tabakalarına ve stratosfere yerleşerek, radyoaktif yağışlar halinde yavaş yavaş yeryüzüne inmekte ve çevrenin, özellikle yüzeysel suların kirlenmesine sebep olmaktadır. 1960'lı yıllarda en yüksek seviyeye çıkmış olan radyoaktif yağışlarda, nükleer silah denemelerinin havada yapılmasının yasaklanması sonucu, 1970'li yıllardan sonra azalma görülmüştür. Çevre sorunları sınır tanımaksızın artmakta ve çeşitli kirleticiler kilometrelerce uzaklara taşınarak etki gösterebilmektedir. Örneğin; Çernobil kazası nedeni ile yayılan radyoaktif atıkların, toprak ürünlerinde yol açtığı kirlilik bilinmektedir. Çernobil reaktöründe oluşan kazada, doğrudan etki sonucu 30'dan fazla insan hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmış, sakatlanmış ve hastalanmıştır. Binlerce insan ise belirtileri sonradan çıkacak olan genetik etkilerle, nesilden nesile geçebilecek kalıcı izler taşımaktadır. Çernobil'deki kaza sebebiyle atmosfere karışan radyoaktif maddelerin, atmosferik hareketlerle: uzaklara taşınmasıyla, düştükleri yerlerde radyasyona sebep olmuştur. Bu olaydan en çok ülkemizin Çernobil'e yakın olan Karadeniz Bölgesi'nin etkilendiği tespit edilmiştir.
  4. tıkla TMMOB maden mühendisliği
  5. kaan_bebeto

    Jeoloji Nedir

    Jeoloji Nedir? Jeoloji yerbilimi anlamına gelir. Ge: Yer, Logos: Bilim sözlerinden alınmıştır. Jeoloji arz (yer) kabuğunun yapısından, bunu teşkil eden maddelerden, onun teşekkül ve oluşum tarihinden,ayrıca üzerinde yaşayan hayvan ve bitkilerin ilk yaratılışlarından bugüne kadar olan biyolojik oluşumlardan söz eder. 40-50 Km. kadar bir kalınlığa sahip olan yerkabuğunun organik ve anorganik oluşum tarihi jeolojide esas konuyu teşkil eder. Yerkabuğunun tüm hareketleri ve mekaniği jeolojinin içerisinde yer alır. (Yer kürenin şekli, ortası şişkince, kutupları basık bir küredir. ( Litosfer ) ) Jeoloji bir gözlem bilimidir. O kitaplardan, laboratuardan çok doğadan öğrenilir. Jeoloji; çevremizin tanınmasında, sırlarının çözülmesinde bize yardımcı olur. Jeolojiyi meslek edinen Jeolog; yerküreyi anlamak, onun sayısız problemlerine çözüm yolu aramak için doğayı irdeler. Dağlar, okyanuslar, denizler, sıcak çöller, derin vadiler jeologların çalışma alanlarıdır. Jeoloji bir bilim olarak yerkabuğunu incelerken bu kabuk içine gizlenmiş bulunan maden, su, kömür, petrol vb. yeraltı servetlerine de özel ilgi gösterir. Bunların oluşumlarını ve dağılışlarını inceler. Bundan dolayı diğer bilim dallarından olan fizik, kimya, biyoloji, jeofizik, maden, coğrafya... bilimleri jeolojinin destekçileridirler. Jeolog elde ettiği bulgularla geçmişe giden kapıları açar, karşılaştırır, çözer. Jeolojiyi anlamak; doğayı sevmek ve onun dilini çözmekle mümkün olur. Çünkü geçmiş içinde geleceği barındırır. Bunu keşfetmenin tadına varmak ise doyumsuzdur.
  6. kaan_bebeto

    TEKTONİK

    TEKTONİK Plaka Hareketleri Litosfer,levha adı verilen ve kırık zonları ile sınırlanan mozaik şeklinde çok sayıda parçadan oluşmuştur.Konveksiyon akımları şeklinde yerin iç dinamiğinden,kendi ekseni etrafındaki dönüşlerinden ve diğer çekim güçlerinden kaynaklanan etkiler nedeni ile levhalar birbirlerine göre; 1.Açılma (diverjan) 2.Transform (doğrultuya karşıt veya paralel) 3.Yaklaşma (konverjan) hareketleri yapabilmektedir. Diverjan levha sınırlarında açılma hareketi ile yeni litosfer türemesi,okyanus ortası sırtlarındaki rift adını verdiğimiz açılma eksenlerinde ortaya çıkmaktadır.Buna karşılık yeni türeyen litosfer kadar eski litosfer,yüzeyde hendeklerin boy boy izlendiği dalma batma zonu (yitim zonu) nda alta dalarak,700 km. derine kadar sokulma yapabilmektedir.Dalma batma olayının oluştuğu levha sınırları konverjan levha sınırı olarak nitelendirilir.Eski litosfer üst mantonun alt sınırında oradaki fizikokimyasal koşullarda özümlenerek tekrar manto gerecine dönüşür.Böylece manto gerecinden türeyen litosfer yine manto gerecine dönüşmüş olur.Bu olgu litosferik döngünün bir bakıma büyük dolaşımını oluşturmaktadır.
  7. kaan_bebeto

    Kurt

  8. Doğru Söylersen Gerçekleri Görenmek Zor olmaz kaan_bebeto
  9. kaan_bebeto

    YAĞMUR OLUŞUMU

    YAĞMURUN OLUŞUMU Yağmurun nasıl oluştuğu uzun süre insanlar için bir sırdı. Ancak hava radarlarının keşfedilmesinden sonra, yağmurun hangi evrelerden geçerek oluştuğu kesinlik kazandı. Buna göre, yağmur üç evreden geçerek oluşur: Önce rüzgar yoluyla yağmurun "hammaddesi" havalanır. Ardından bulutlar meydana gelir ve en son olarak da yağmur damlacıkları ortaya çıkar. Kuran'da yağmurun oluşumu ile ilgili aktarılanlar ise, tam da bu süreçlerden söz etmektedirler. Bir ayette bu oluşum hakkında şöyle bir bilgi verilir: “Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler.„ (Rum Suresi, 48) Şimdi ayette ifade edilen üç evreyi teknik olarak inceleyelim. 1. EVRE: "Allah rüzgarları gönderir..." Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli ortaya çıkmakta ve su zerreleri sürekli olarak gökyüzüne fırlamaktadır. Tuzca zengin olan bu zerreler daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarılara doğru yol alırlar. Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar "su tuzağı" adı verilen bir mekanizmayla yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar. 2. EVRE: "...böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar..." Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerrelerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur. Bunların içindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (0.01 ile 0.02 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar. Böylece gök bulutlarla kaplanır. Yukarıdaki çizimde okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan su zerreciklerinin gökyüzüne fırlaması görülmektedir. Bu, yağmurun oluşumundaki ilk aşamadır. Bundan sonra oluşan bulutlardaki su damlacıkları havada asılı kalacak ve bunlar yoğunlaşarak yağmuru oluşturacaktır. Bu aşamaların tümü ayetlerde eksiksiz olarak bildirilmektedir. 3. EVRE: "...nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün." Tuz kristallerinin ve toz zerreciklerinin etrafında biraraya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşarak yağmur damlalarını oluştururlar. Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar buluttan ayrılarak yağmur biçiminde yere düşmeye başlarlar. Görüldüğü gibi yağmurun oluşumundaki her aşama, Kuran ayetlerinde bildirilmektedir. Üstelik bu aşamalar doğru sıralama ile açıklanmıştır. Dünyadaki birçok doğal olayda olduğu gibi, bunda da Allah en doğru açıklamayı yapmakta, üstelik bu açıklamayı keşfedilişinden asırlar önce Kuran'la insanlara duyurmaktadır. Yağmurun oluşumu ile ilgili olarak başka bir ayette şu bilgiler verilmektedir: “Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir.„ (Nur Suresi, 43) Küçük bulut parçaları (cumulus bulutları) rüzgarlar tarafından bulundukları yerden itilir ve birleşirler, yani ayette geçen ifade ile "... Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte..."dir. Bulut tipleri üzerinde araştırma yapan bilim adamları yağmurun oluşumu ile ilgili şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır. Yağmur bulutları belirli bir sistem ve aşamalar dahilinde oluşmakta ve şekillenmektedir. Yağmur bulutlarından biri olan cumulonimbus türü bulutların oluşum aşamaları bilimsel olarak şöyledir: 1. AŞAMA, Sürülme: Bulutlar rüzgarlar tarafından bulundukları yerden itilirler yani sürülür. 2. AŞAMA, Birleşme: Rüzgar tarafından itilen bu küçük boyuttaki bulutlar (cumulus) sürüklendikleri yerde birleşip yeni büyük bulutları oluşturur.9 3. AŞAMA, Yığılma: Küçük bulutlar birleştikten sonra büyük bulutun içindeki yukarı doğru çekiş kuvveti artar. Bulutun merkezindeki yukarı çekiş kuvveti kenarlardaki çekişten daha güçlüdür. Bu yukarı çekişler bulutun gövdesinin dikey olarak büyümesine neden olur. Böylece bulutlar yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılmış olur. Bu, dikey olarak büyümüş bulutun gövdesinin atmosferin daha serin yerlerine doğru uzamasına sebep olur. İşte bu noktada atmosferin serin bölgelerinde bulutta su ve dolu damlaları büyümeye başlar. Bu aşamaların sonucunda, su ve dolu damlaları -yukarı çekiş gücünün onları destekleyemeyeceği kadar- ağırlaştıkları zaman da bulutlardan yağmur, dolu vs. şeklinde düşmeye başlarlar. Unutmamak gerekir ki meteorologlar bulut oluşumu, yapısı ve fonksiyonu ile ilgili detayları gelişmiş ekipmanlar (uçak, uydu, bilgisayar vs.) kullanarak yakın zamanda öğrenmişlerdir. Görülen odur ki, Allah bu ayetlerinde de bize 1400 sene öncesinde bilinmesi mümkün olmayan bir bilgi vermiştir. (A) Ayrı ayrı küçük bulut parçaları (cumulus bulutları) ( Küçük bulutlar biraraya geldiğinde oluşan daha büyük bulutun içindeki yukarı çekilmeler artar, böylece bulutlar yukarıya doğru yığılır. Yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılan bulutlar dikey olarak büyüdükleri için atmosferin daha serin yerlerine doğru ulaşırlar. Atmosferin serin bölgelerinde ise su ve dolu damlaları büyümeye başlar. Ağırlaşan su damlaları buluttan yağmur, dolu vs. şeklinde düşmeye başlar. İşte bu bilimsel gerçek Nur Suresi'nin 43. ayetinde 14 asır önce: "... sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp çıktığını görürsün..." ifadesi ile Allah tarafından bildirilmiştir. alıntıdır ..tıkla
  10. 1- YERKABUĞU (LİTOSFER) Buna taş küre de denir. Geosferlerin en incesidir. En fazla sahip olduğumuz bilgiler bu tabakaya aittir. Yerkabuğunun kalınlığı 5- 110 km. arasında değişmektedir. Ortala­ma 50- 60 km. kabul edilmektedir. Bu ka­lınlık yer yüzeyinin şekillerine göre değiş­mektedir. Dağların altında kalın, okyanus­ların altında incedir. Yerkabuğunun en üst kısmı genellikle silisyum ve alüminyum dan oluştuğu için SİAL olarak adlandırılır. Yoğunluğu 2,67 gr/cm3 olarak kabul edi­lir. Kalınlığı her yerde aynı değildir. Bü­yük Okyanusun altında olmadığı tahmin edilmektedir. Siolin altındaki bölge yani yerkabuğunun alt kısmı silisyum ve mag­nezyumdan meydana geldiği için SİMA adını alır. Simanın oldukça derine uzandı­ğı, amorf olduğu ve ortalama yoğunluğu­nun 3,27 gr/cm3 olduğu kabul edilmekte­dir. “Granit Kabuk” olarak adlandırılan Sialin kalınlığı; Niggli tarafından 10- 30 km. Gornod tarafından ise 20 km. olduğu sanılmaktadır. Hipoteze göre daha derinde Gabro ve Bazaltlar bulunur. Bu zorun al­tında bulunan ergimiş kayaçlardan oluş­muş yapıya MAGMA denir. Alman WEGENER’e göre kıtaları oluşturan sial üze­rinde Aysbergler (Buz dağları) gibi yüzmek­te olduğunu ve iki yöne hareket etmekte­dir. A.B.D.de yapılan Ölçümlere göre Atlantik sahilinde kabuğun kalınlığı 30 km. Rock Mountains ( 2000 m.) dağlarında 32-35 km’dir. YER KABUĞU(LİTOSFER) a)Yer Kabuğunun Bileşimi Dünya yarı çapının en ince kısmı yer kabuğudur.kabuğun kalınlığı ve bileşimi her yerde aynı değildir.En kalın kısmı karalarda,en ince yeri de okyanusların tabanındadır. Yer kabuğunun daha hafif olan üst kısmını Si ve Al'dan yapılmış kayalar oluşturur. Yer kabuğunun derin olan kısımlarını,yoğunluğu daha fazla olan Fe,Ni,Mg içeren kaya türleri oluşturur. Canlıların üzerinde yaşadığı yer kabuğunun,iç kısmına doğru inildikçe,sıcaklık artmaktadır. b)kayaçlar: Granit,trakit gibi püskürük kayalarda canlı izine rastlanmaz. kil,petrol,çakıllar,kireç ve tebeşir tortul kültelerdendir.Ve içlerinde bitki ve hayvan kalıntıları bulunur. 1.Püskürük Kayaçlar: magmanın yer küre yüzünde veya içinde soğuyup katılaşmasıyla oluşan kültelerdir.Magma yer yüzüne çıkıp birikirse yanardağları oluşturur.Volkan kraterden çıkan kızgın sıvıya lav denir. 2)Tortul Kayaçlar:Yer Yüzündendeki külteleri,rüzgar,hava ve deniz gibi dış etkiler parçalayarak,çukur yerlerde,göllerde ve deniz diplerinde biriktirirler.Biriken külteler sıkışıp sertleşerek tabakalı tortul kayacı oluştururlar. a)Kimyasal Tortullar:Su külteler arasından geçerken bazı kimyasal maddeleri çözer.Suyun buharlaşması ile suda çözünen bu maddeler çökerek kaya tuzu,sarkıt ve dikitler oluşur. b)Mekanik Tortullar:Su,rüzgar gibi dış kuvvetlerin etkisiyle sürüklenen kayaların bir yerde toplanmasından oluşurlar.Kumlar,killer,çakıllar bu gruptandırlar. c)Organik Tortullar:Bitki ve hayvan artıklarından oluşan kültelerdir.Kalkerli kayalar,kömür ve petrol bu gruba girerler. 3)Başkalaşmış Kayaçlar:Eskiden mevcut kayaların basınç,sıcaklık ve su buharının etkisiyle değişikliğe uğramasından,başkalaşım kayalar oluşur. 4)YERİN DERİNLİKLERİ a)Ateş Küre:Volkanlardan çıkan lavlar ve diğer madenler bu tabakadan gelir.Yapısında Si,Mg,Ni ve Fe bulunur.Akıcı ve hamur kıvamında olduğu için magma adını alır. Çekirdek:Yer kürenin merkezini olşturur.Dünyamızın oluşumu sırasında Fe,Ni gibi özkütlesi fazla olan maddeler burada toplanmıştır.
  11. DEPREM ANINDA NELER YAPMALIYIZ Her Şeyden Önce Depremin Ne Demek Olduğunu Doğru Bir Şekilde, Gerekirse Bu İşle İlgilenen Görevli Veya Bilim Adamlarından Öğrenin. Binanızı Depreme Dayaklı Hale Getirmek İçin İlgilikişileredanışın Ve En Kısa Sürede Tamamlayın. Deprem Sırasında Nasıl Davranmanız Gerektiğine Dair Bir Plan Yapın. Böyle Bir Durumda Nereye Sığınabileceğinizi Tesbit Edin. Bu Planı, Depremden Önce Uygulanarak, Kendiniz Öğrendiğiniz Gibi Çoçuklarınıza Da Öğretin. Kitaplık, Dolap Ve Ayna Gibi Kolay Devrilebilir Eşyalarınızı Duvara Ve Döşemeye Sabitleyin. Yattığınız Yatakları Cam Kenarına Koymayacağınız Gibi Çevresinde De Üzerinize Düşebilecek Ağır Eşyalar Bulundurmayın. Deprem Sırasında İhtiyacınız Olacak Malzemelerden (İlk Yardım Çantası, Fener, Radyo, Mum, Kibrit, Pil Ve Benzeri ) Oluşan Bir Çantayı Kolay Ulaşabileceğiniz Bir Yerde Her Zaman Hazır Bulundurun. Bulunduğunuz yeri terk etmeden önce soba ve benzeri elektrikli cihazlarını söndürün. Elektriği ana þartelden kapatın. Kalın giyecek ve battaniyeleriniz yanınanıza alın, mümkünse biraz içme suyu ve yiyecek aldıktan sonra evinizi terkedin Binayı boşaltırken asansör kullanmayın. Telefon hatlarını çok gerekli olmadığı sürece meşgul etmeyin. Aracınıza binip bulunduğunuz yerden uzaklaşmaya çalışmayın. Çünkü böyle durumlarda trafiğin çok yoğun olması kaçınılmazdır. Ambulans ve itfaiye araçları gibi kurtarma araçlarının çalışmasına engel olabilirsiniz. Ailenizle beraber açık bir yerde bekleyin ve radyo dinleyerek depremle ilgili haberleri takip edin. Büyük bir depremden sonra muhakkak artçı depremler olacaktır. Yetkililerden duyduklarınız haricinde yayılan söylentilere inanmayın. Müsaade edilmediği taktirde evlerinize girmeyin. Eğer yaralı değilseniz ve bulunduğunuz yeri terkedebildiyseniz kurtarma çalışmalarına katılın. Eğer enkaz altında İseniz, k ıpırdayacak durumdaysanız bir çıkış yolu görebiliyorsanız hareketlenşn. kıpırdayacak durumda değilseniz pozisyonunuzu koruyun ve sakin olun. Yardım seslerini duyuncaya kadar bağırmayın. Çünkü bu enerjinizi zamansız tüketmenize yol açacaktır. Gelen seslere karşılık verin ve bulunduğunuz konumu anlatmaya çalışın. Kurtarma ekipleri, olay yerine ulaştıklarında bakacakları ilk yer enkaz üzerinde kabarmış bölgelerdir. Kabaran bu bölgeler yaşam üçgeninin olduğu noktalardır. Böyle bir pozisyondaysanız ilk ulaşılacak kurtarma bölgesindesiniz demektir Yolda Yürürken Başımızı Korumaya Alıp Çevrede Yıkılabilecek Herşeyden Uzaklaşıp Yerde Oluşabilecek Yarıkları Da Dikkate Alıp Çömelelim. Elektrik Direklerinden Ve Tellerinden Uzak Duralım. Bahçe Duvarları, Reklam Panoları, Balkon Altları Ve Kiremitlerden Uzak Duralım.En Yakın Açık Sahalara Sığınalım. Sinema, Tiyatro, Konferans Ve Spor Salonlarında Ve De Stadtumlarda Sağlam Oturak Veya Bariyerlerin Yanına Çömelip Başımızı Korumaya Alalım. Alışveriş Merkezlerinde Kesinlikle Merdiven Ve Asansörlere Koşmayalım. Kolon Veya İç Duvar Yanı Varsa İşaretlenmiş Özle Yerlerde Çömelip Yetkililerin Talimatlarına Uyup, Binayı Terk Edelim. Ulaşım Araçları İçinde Sağlam Yerlere Sıkıca Tutunalım. Araçları Terketmeyelim, Araç Sürücülerinin Talaimatlarına Uyalım, Sallantı Geçtikten Sonra Aracı Terkedip Açık Alanlara Gidelim. Telefonlar Kilitleneceğinden Mümkünse Kullanmayalım. Radyo, Tv. Haberlerini Takip Edelim. Deprem Öncesinde Tüm Yollar Açık Tutulmalıdır. Büyük Şehirlerde Yol Kenarlarına Park Etme Tamamen Yasaklanmalı, Semtlerde Depreme Dayanıklı Otoparklar İnşa Edilmeli, Deprm Sonrasında İtfaiye, Ambulans Gibi Araçların Geçişi Sağlanmalı, Özel Araçlar Trafiğe Çıkmamalıdır. Büyük Bir Depremde Yollarda Büyük Yarıklar, Çökmeler Ve Heyelanlar Oluşabilir. Köprüler, Viyadükler Çökebilir. 1. Dereceden Deprembölgelerinde Süratli Araba Kullanmayınız. Büyük Bir Depremden Sonra Denizde Büyük Dalgalar Oluşabilir.Sallantı Bittikten Sonra Sahiler Acele Terk Edilmeli, 10-15m.Lik Yüksek Yerlere Doğru Kaçılmalıdır. Cam Veya Dökülebilir Sıva İle Kaplı Apartman Ve Gödelenlerden Derhal Uzaklaşmalı, Büyük Reklam Panoları Altında Durmamalıyız. Yüksek Katlı Binaların Asansörlerinde İseniz Asansörü Durdurup Terk Etmeliyiz. Vatandaşlar İlk Yardım Konusunda Eğitilmeli, Uzman Ekipler Gelinceye Kadar İlk Müdahaleyi Tapabilmelidirler. En Önemlisi; Kurtarılabilecek Bir Kazazedeye Yanlış Müdahele Yapıp Ölümlere Sebep Olmamalıyız. Deprem Sonrasında Olağanüstü Durum Söz Konusudur. Depremzedelerin Panik Yapmaksızın Sabırlı Ve Uyumlu İr Şekşlde Yetkililerin Talimatlarına Uymalı, Gelecek Yardımları Beklemelidirler. Dedikodu Ve Fısıltılara İnanmamalı, Deprem Bilim Kurulu Veya Başbakanlık Kaynaklı Olmayan Hiç Bir Söylentiye İtibar Edilmemelidir. Kapılar Sıkışabildiğnden Yapabilirsek Çıkış Kapısını Açık Tutalım, Kapı Eşiğine Sığınıp Sallantının Geçmesini Bekleyelim En Kısa Sürede Evi Terk Edelim. Yetkililer İzin Vermedikçe Binamız Sağlam Dahi Olsa Terk Ettikten Sonra Asla Geri Dönüp Girmeyelim Okullara Deprem Dersleri Konulmalı; Deprem Öncesi, Deprem Anı, Derem Sonrası Eğitimi Verilmeli. Belirli Aralıklarla Tatbikatlar Yapılmalı. Deprem Anında Derhal Sıranın Altına Girip Sırayı Sıkıca Tutunalım, Onunla Birlikte Hareket Etmeye Hazır Olalım. Sallantı Duruncaya Kadar Pozisyonumuzu Koruyalım. Laboratuarda Vanaları Kapatıp, Ocağı Söndürdükten Sonra Masanın Altına Veya Yanına Uzanın. Asla Bağırmayalım, Koşmayalım, İtişmeyelim,Terkettiğimiz Yerlere Geri Dönelim. Öğretmenimizin Dediklerine Aynen Uyalım. Öğretmenler Mümkünse Kapıyı Açık Tutp, Kendilerini Kapı Eşiğinde Korumaya Aldıktan Sonra Hem Koridoru, Merdivenlei Hem De Sınıfın İçini Kontrol Etmelidirler Koridorda Önceden Belirlenmiş Koruma Kolonuna Gidelim Ve Dibine Çömelelim. Mümkünse Kapı Eşiklerine Veya Sınıfa Girip Sıra Altlarına Sığınalım. Okul Bahçesinde Önceden Belirlenmiş Yerlerde Toplanıp, Çömelip Yoklama Yapılmalıdır. Önceden Öğrencilerden İlk Yardım Kolu Ve Acil Kurtarma Ekipleri Oluşturulmalı Ve Derhal İlk Müdahale Yapılmalıdır.Okul Bahçesinde Acil Kurtarma Malzemelerinin Bulunduğu Kulubeler Yapılmalı. Sallantı Bittikten Sonra Öğretmenlerin Gözetiminde Panik Yapmadan Okulu Terkedilmeli
  12. kaan_bebeto

    DEPREM NEDİR

    Deprem Nedir? Yerküre içerisindeki kırık(fay) düzlemleri üzerinde biriken biçim değiştirme enerjisinin aniden boşalması sonucunda meydana gelen yerdeğiştirme hareketinden kaynaklanan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzünü sarsması olayına deprem denir. Depremler Nasıl Oluşur ve Türleri Nelerdir? Depremin nasıl ve neden oluştuğunu anlamak için öncelikle yerkürenin iç yapısını bilmek gerekir.Yerkürenin iç yapısı hakkında, jeolojik ve jeofizik çalışmalar sonucu elde edilen verilerin desteklediği bir yeryüzü modeli bulunmaktadır. Bu modele göre, yerkürenin dış kısmında yaklaşık 70-100 km kalınlığında bir taşküre vardır. Kıtalar ve okyanuslar bu taşküre içerisinde yer alırlar. Litosfer ile çekirdek arasında kalan ve kalınlığı 2900 km olan katmana da Manto adı verilir. Taşküre'nin altında denilen yumuşak Üst Manto bulunmaktadır. Burada oluşan kuvvetler, özellikle konveksiyon akımları nedeni ile, taş kabuk parçalanmakta ve birçok "Levha"lara bölünmektedir. Üst Manto'da oluşan konveksiyon akımları, radyoaktivite nedeni ile oluşan yüksek ısıya bağlanmaktadır. Konveksiyon akımları yukarılara yükseldikçe Litosfer'de gerilmelere ve daha sonra da zayıf zonların kırılmasıyla Levha'ların oluşmasına neden olmaktadır. Halen 10 kadar büyük levha ve çok sayıda küçük levhalar vardır. Bu levhalar, üzerinde duran kıtalarla birlikte Astenosfer üzerinde serbest halde yüzmekte olup, birbirlerine göre insanların hissedemeyeceği bir hızla hareket etmektedirler. Konveksiyon akımlarının yükseldiği yerlerde levhalar birbirlerinden uzaklaşmakta ve buradan çıkan sıcak magma da okyanus ortası sırtlarını oluşturmaktadır. Levhaların birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ve sıkışmalar olmakta, sürtünen levhalardan biri aşağıya Manto'ya batmakta ve eriyerek yitme zonlarını oluşturmaktadır. Konveksiyon akımlarının neden olduğu bu ardışıklı olay Litosfer'in altında devam edip gitmektedir. Depremlerin Oluşum Yerleri ve Türkiye'nin Durumu Deprem herhangibir yerde ve herhangibir zamanda oluşabilir. Yerküre üzerinde oluşan depremlerin büyüklüğü ve neden oldukları zararlar gözönüne alındığında iki ana deprem kuşağı en çok ilgi çeken bölgelerdir. Bunlardan biri Büyük Okyanusu çevreleyen ve özellikle Japonya üzerinde etkili olan Pasifik Deprem Kuşağı (Yeryüzündeki depremlerin yaklaşık %81'i bu kuşakta meydana gelir.), diğeri ise Cebelitarık’tan Endonezya adalarına uzanan ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz-Himalaya deprem kuşağıdır (%17'si de bu kuşakta oluşur).Genel olarak depremlerin, kabuğu oluşturan levhaların sınırlarında oluştuğu söylenebilir. Türkiye’nin bulunduğu bölgede büyük levhalar arasında küçük birçok levhanın olması, Türkiye’nin büyük bir bölümünün deprem kuşağı içinde yer almasına neden olur. Türkiye, üç büyük levhanın etkisi altındadır. Avrasya, Afrika ve Arap levhaları. Anadolu’nun büyük bir kısmının yer aldığı Anadolu levhası, Avrasya levhasının küçük bir bölümüdür Bu levhalar arasındaki etkileşim şöyledir: Afrika levhası, Akdeniz’de Helenik-Kıbrıs Yayı denilen bölgede, Avrasya (veya onun bir parçası olan Anadolu) levhasının altına dalar. Arap levhası ise Kızıldeniz’deki açılma nedeniyle kuzeye doğru hareket eder ve Anadolu levhasını sıkıştırır. Bu sıkıştırma sonucu Bitlis Bindirme Zonu (Bitlis Kenet Kuşağı) oluşmuştur. Sıkıştırma halen sürdüğü için, Anadolu levhası kuzey ve güneydeki fay hatları boyunca batıya doğru hareket eder. Anadolu levhasının kuzey sınırı, bir bölümünde 17 Ağustos depreminin oluştuğu Kuzey Anadolu Fayı dır. Güney sınırını ise, Helenik-Kıbrıs Yayı ile Doğu Anadolu Fayı oluşturur. Arap levhasının sıkıştırması sonucu batıya kayan Anadolu levhasının sınırlarında ve Afrika levhasının Avrasya levhasının altına dalması sonucu Akdeniz’de ve Ege Graben Sistemi içersinde depremler meydana gelir. Ancak Arap levhasının sıkıştırması bu bölgelerdeki hareketlenme ile tamamen telafi edilemediği için İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde de içsel deformasyon nedeniyle depremler olabilmektedir. Deprem Dalgaları Deprem anında, blokların ani olarak kayması ile deprem dalgaları üretilir ve bunlar kayaçlar içerisinde odaktan çevreye doğru yayılırlar Deprem dalgaları P, S ve Yüzey Dalgaları olarak üç gruba ayrılır. P dalgaları: Kayıtçılara ilk ulaşan deprem dalgasıdır. Hızı, kabuğun yapısına göre 1.5 ile 8 km/sn arasında değişir. Tanecik hareketleri yayılma doğrultusuna paraleldir(Bu yüzden Boyuna Dalgalar olarak ta isimlendirilirler). Yıkım etkisi düşüktür S dalgaları: Kayıtçılara ikincil olarak ulaşan deprem dalgasıdır. Hızı P dalgası hızının %60’ı ile %70’i arasında değişir. Tanecik hareketleri yayılma doğrultusuna dik ya da çaprazdır (Bu yüzden Enine Dalgalar olarak ta isimlendirilirler). Yıkım etkisi yüksektir Yüzey dalgaları: Dünya'nın yüzeyi boyunca yayılan, P ve S Dalgaları'ndan sonra kayıtçılara gelen ve depremlerde esas hasarı yapan dalgalardır.Bu dalgalar Rayleigh ve Love dalgalarıdır. Deprem Parametreleri Oluşan bir deprem,"Deprem Parametreleri" olarak isimlendirilen odak noktası(hiposantr),dış merkez(episantr), şiddet, magnitüd vb. gibi kavramlarla daha iyi açıklanabilmektedir. Odak Noktası(Hiposantr): Yer içerisinde deprem enerjisinin ortaya çıktığı noktadır. Aynı zamanda iç merkez olarak ta isimlendirilir. Aslında odak noktası, bir nokta değil bir alandır ancak uygulamalarda nokta olarak edilmektedir. Dış Merkez (Episantr): Odak noktasına en yakın olan yeryüzündeki noktadır. Burası aynı zamanda depremin en çok hasar yaptığı veya en kuvvetli olarak hissedildiği alandır. Odak Derinliği: Deprem enerjisinin açığa çıktığı noktanın yeryüzüne olan en kısa uzaklığı, depremin odak derinliği olarak adlandırılır. Yani, Odak Noktası(Hiposantr) ile Dış Merkez(Episantr)arasındaki mesafedir.Depremler, odak derinliklerine göre sınıflandırılırlar. Bu sınıflandırma, tektonik depremler için geçerlidir. Yerin 0-60 km. derinliğinde olan depremler sığ deprem olarak nitelenir. Yerin 70-300 km. derinliklerinde olan depremler orta derinlikte olan depremlerdir. Derin depremler ise yerin 300 km.den fazla derinliğinde olan depremlerdir. Türkiye'de olan depremler genellikle sığ depremlerdir ve derinlikleri 0-60 km. arasındadır. Orta ve derin depremler daha çok bir levhanın bir diğer levhanın altına girdiği bölgelerde olur. Derin depremler çok geniş alanlarda hissedilir , buna karşılık yaptıkları hasar azdır. Sığ depremler ise dar bir alanda hissedilirken bu alan içinde çok büyük hasar yapabilirler. Şiddet: Herhangibir derinlikte olan depremin, yeryüzünde hissedildiği bir noktadaki etkisinin ölçüsü olarak tanımlanmaktadır.Depremin şiddeti, yapılar, doğa ve insanlar üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. Bu etki, depremin büyüklüğü, odak derinliği, uzaklığı yapıların depreme karşı gösterdiği dayanıklılık dahi değişik olabilmektedir. Şiddet; ölçümlere dayalı değildir, tamamen gözlemsel verilere Magnitüd: Depremde açığa çıkan enerjinin bir ülçüsüdür.Prof .Richter, episantrdan 100 km. uzaklıkta ve sert zemine yerleştirilmiş özel bir sismografla (2800 büyütmeli, özel periyodu 0.8 saniye ve %80 sönümü olan bir Wood-Anderson torsiyon Sismografı ile) kaydedilmiş zemin hareketinin mikron cinsinden (1 mikron 1/1000 mm) ölçülen maksimum genliğinin 10 tabanına göre logaritmasını bir depremin "magnitüdü" olarak tanımlamıştır. Magnitüdü Tanımlayan Ölçekler ML (Richter Ölçeği): 1930 yılında Charles Richter tarafından geliştirilmiştir ve dalga genliğinin logaritması olarak tanımlanır. Diğer tüm ölçekler Richter ölçeği temel alınarak geliştirilmiştir. Ml: Richter'in Richter’in orijinal bağıntısına göre hesaplanır. Sığ, yakın ve küçük depremler için kullanılır(Lokal magnitüd). Mb: P ve S dalgalarının genliği baz alınarak hesaplanır(Cisim dalgası mag.(Body-wave magnitude)). Md :Çok küçük ve yakın depremlerin süresi kullanılarak hesaplanır(Süre büyüklüğü). MS :Yüzey dalgalarının genliği baz alınarak hesaplanır(Surface-wave magnitude). Mw :Açığa çıkan enerjinin sismik momentinden(Moment magnitude). Me :Depremin oluşturduğu enerji yayılım miktarı, yapılarda meydana gelen hasar potansiyelinin ölçüsü(Burada enerji birimi erg'tir.) Oluşmuş herhangi bir depremden sonra, depremin magnitüdüne ilişkin farklı değerler verilmesi ve ülkeler veya kurumlar arası farklılıklar; yukarıda belirtilen değişik hesaplama tekniklerinden kaynaklanmaktadır. Depremlerin Ölçülmesi? Aletle depremlerin ölçülmesine yönelik ilk aygıt; M.S. 132 yılında Çinli filozof Chang Heng tarafından icat edilmiştir. Bu aygıt ayaklı bir vazo üzerine eşit aralıklarla yerleştirilmiş 8 tane ejderha başı ile vazonun ayağı üzerine yerleştirilmiş 8 tane kurbağadan oluşur Kurbağların açık olan ağızları ejderhalara doğru dönüktür. Deprem sırasında ejderlerden bazıları ağızlarındaki bilyeyi kurbagaların ağzına düşürür. Hangi ejderin bilyesi düşmüşse sarsıntının doğrultusu o yödedir. Aletin kendi bulunduğu yerde hissedilemeyen yaklaşık 750 km uzaklıklardaki depremleri algılayabildiği söylenmektedir. Aletin gövdesini oluşturan vazonun içerisinde ne tür bir düzenek olduğu bilinmemektedir. Bu konudaki en yaygın görüş, vazo içerisine çok duyarlı bir sarkaç’ın yer aldığı görüşüdür. Günümüzde deprem ölçümleri, sismograf denilen modern cihazlarla yapılmaktadır. İlk kullanılabilir sismograflar IX. yüzyılın son çeyreği içinde Filippo Cecchi, James Ewing ve Thomas Gray gibi sismologlarca geliştirildi (Xavier Le Pichon, Tuncay Taymaz, A. M. C. Şengör). Depremler Önceden Belirlenebilir mi? "Depremler önceden tahmin edilebilir mi? Sorusu bir çok kişi tarafından bilim adamlarına yöneltilmektedir. Bu sorunun katı bir bilimsel değerlendirme içindeki yanıtı "hayır"dır. Ancak, bu yanıta karşılık, bilim adamlarının dikkatini çeken ve deprem habercileri olarak da nitelendirebileceğimiz bazı ilginç olaylar deprem öncesinde gözlenmiştir(Dr.Philip WATTS, CALTECH)." Mevcut bilimsel olanaklarla, oluşabilecek bir depremin zamanı ve tam olarak koordinatları bilinememektedir.Ancak Dr.Watts'ında ifade ettiği gibi deprem öncesinde doğada ilginç olaylar gözlenmekte, yerküre içerisindeki jeolojik ve jeofizik değerler değişmektedir.Günümüzde, doğadaki bu olaylar ve yerküre içerisindeki bu değişimler belirli zaman aralıklarında izlenmekte, incelenmekte ve ölçülmektedir.Bu işlemler sonucunda da son derece kompleks olan bu doğa olayının önceden belirlenebilmesine yönelik çalışmalar sürmektedir. Ancak, günümüzde olası bir depremin koordinatlarını(yerini), zamanını ve büyüklüğünü önceden belirleyen bir teknoloji veya yöntem yoktur. Depremleri önceden tahmin etme konusunda Dünya'da tek sayılabilecek çalışma 1975 yılında Haicheng'te(Mançurya/ÇİN) meydana gelen depremdir. Şehrin %90'ının yıkılmasına karşın can kaybı olmamıştır. Depremlerin önceden belirlenebilmesi için kullanılan ve gözlenen olaylar şunlardır; yerkabuğu biçim değişiklikleri, eğim değişimi, öncü depremler, mikrozoning, odak derinliği, fay sürünmesindeki değişim, deprem dalga hızları, yer manyetik alanındaki değişimler, özdirenç, doğal elektrik alan, yeraltı su düzeyi, kuyu ve kaynak sularında radon gazı oranı, petrol kuyularında verim değişimi, yeraltı suyu içeriğindeki değişimler, tsunamiler, sudaki kimyasal değişimlerin izlenmesi gibi jeofizik jeolojik ve jeokimyasal yöntemler kullanılmaktadır.Ayrıca bazı hayvan ve bitki davranışlarını da esas alan araştırmalar mevcuttur. Depremlerin önceden belirlenmesi araştırmaları kapsamında TÜBİTAK-Marmara Araştırma Merkezi ile Belediyemiz arasında 18 Nisan 2001 tarihinde imzalanarak yürürlüğe giren işbirliği protokolü gereğince Marmara Bölgesi'nde olası deprem etkinliğine bağlı olarak soğuk/sıcak su kaynaklarında fiziksel ve kimyasal parametrelerin değişimi ile sismoloji, GPS ve Uydu (sıcaklık) verileri yardımıyla, kabuk deformasyonlarını işaret eden bazı parametrelerin izlenmesi ve bu parametrelerdeki anomalilerin, eğer varsa depremlerle olası ilişkilerinin saptanması projesi uygulanmaktadır. REFERANSLAR : Ambraseys, N.N ve Finkel, C.F. 1991. Long-term seismicity of İstanbul and of the Marmara Sea region DEPREM ŞİDDET CETVELİ : Şiddet cetvellerinin açıklamasına geçmeden önce, burada kullanılacak terimlerin belirtilmesine çalışılacaktır. Özel bir şekilde depreme dayanıklı olarak projelendirilmemiş yapılar üç tipe ayrılmaktadır: A Tipi : Kırsal konutlar, kerpiç yapılar, kireç ya da çamur harçlı moloz taş yapılar. B Tipi : Tuğla yapılar, yarım kagir yapılar, kesme taş yapılar, beton biriket ve hafif prefabrike yapılar. C Tipi : Betonarme yapılar, iyi yapılmış ahşap yapılar. Siddet derecelerinin açıklanmasında kullanılan az, çok ve pekçok deyimleri ortalama bir değer olarak sırasıyla, %5, %50 ve %75 oranlarını belirlemektedir. Yapılardaki hasar ise beş gruba ayrılmıştır : Hafif Hasar : İnce sıva çatlaklarının meydana gelmesi ve küçük sıva parçalarının dökülmesiyle tanımlanır. Orta Hasar : Duvarlarda küçük çatlakların meydana gelmesi, oldukça büyük sıva parçalarının dökülmesi, kiremitlerin kayması, bacalarda çatlakların oluşması ve bazı baca parçalarının aşağıya düşmesiyle tanımlanır. Ağır Hasar : Duvarlarda büyük çatlakların meydana gelmesi ve bacaların yıkılmasıyla tanımlanır. Yıkıntı : Duvarların yarılması, binaların bazı kısımlarının yıkılması ve derzlerle ayrılmış kısımlarının bağlantısını kaybetmesiyle tanımlanır. Fazla Yıkıntı : Yapıların tüm olarak yıkılmasıyla tanımlanır. Şiddet çizelgelerinin açıklanmasında her şiddet derecesi üç bölüme ayrılmıştır. Bunlardan; *) Bölümünde depremin kişi ve çevre, *) Bölümünde depremin her tipteki yapılar, *) Bölümünde de depremin arazi üzerindeki etkileri belirtilmistir. MSK Siddet Cetveli : I- Duyulmayan (a) : Titreşimler insanlar tarafından hissedilmeyip, yalnız sismograflarca kaydedilirler. II- Çok Hafif (a) : Sarsıntılar yapıların en üst katlarında ,dinlenme bulunan az kişi tarafından hissedilir. III- Hafif (a) : Deprem ev içerisinde az kişi, dışarıda ise sadece uygun şartlar altındaki kişiler tarafından hissedilir. Sarsıntı, yoldan geçen hafif bir kamyonetin meydana getirdiği sallantı gibidir. Dikkatli kişiler, üst katlarda daha belirli olan asılmış eşyalardaki hafif sallantıyı izleyebilirler. IV- Orta Şiddetli (a) : Deprem ev içerisinde çok, dışarıda ise az kişi tarafından hissedilir. Sarsıntı, yoldan geçen ağır yüklü bir kamyonun oluşturduğu sallantı gibidir. Kapı, pencere ve mutfak eşyaları v.s. titrer, asılı eşyalar biraz sallanır. Ağzı açık kaplarda olan sıvılar biraz dökülür. Araç içerisindeki kişiler sallantıyı hissetmezler. V- Şiddetli (a) : Deprem, yapı içerisinde herkes, dışarıda ise çok kişi tarafından hissedilir. Uyumakta olan çok kişi uyanır, az sayıda dışarı kaçan olur. Hayvanlar huysuzlanmaya başlar. Yapılar baştan aşağıya titrerler, asılmış eşyalar ve duvarlara asılmış resimler önemli derecede sarsılır. Sarkaçlı saatler durur. Az miktarda sabit olmayan eşyalar yerlerini değistirebilirler ya da devrilebilirler. Açık kapı ve pencereler şiddetle itilip kapanırlar, iyi kilitlenmemiş kapalı kapılar açılabilir. İyice dolu, ağzı açık kaplardaki sıvılar dökülür. Sarsıntı yapı içerisine ağır bir eşyanın düşmesi gibi hissedilir. *) : A tipi yapılarda hafif hasar olabilir. © : Bazen kaynak sularının debisi değişebilir. VI- Çok Şiddetli (a) : Deprem ev içerisinde ve dışarıda hemen hemen herkes ratafından hissedilir. Ev içerisindeki birçok kişi korkar ve dışarı kaçarlar, bazı kişiler dengelerini kaybederler. Evcil hayvanlar ağıllarından dışarı kaçarlar. Bazı hallerde tabak, bardak v.s.gibi cam eşyalar kırılabilir, kitaplar raflardan aşağıya düşerler. Ağır mobilyalar yerlerini değiştirirler. *) : A tipi çok ve B tipi az yapılarda hafif hasar ve A tipi az yapıda orta hasar görülür. © : Bazı durumlarda nemli zeminlerde 1 cm.genişliğinde çatlaklar olabilir. Dağlarda rastgele yer kaymaları, pınar sularında ve yeraltı su düzeylerinde değişiklikler görülebilir. VII- Hasar Yapıcı (a) : Herkes korkar ve dışarı kaçar, pek çok kişi oturdukları yerden kalkmakta güçlük çekerler. Sarsıntı, araç kullanan kişiler tarafından önemli olarak hissedilir. *) : C tipi çok binada hafif hasar, B tipi çok binada orta hasar, A tipi çok binada ağır hasar, A tipi az binada yıkıntı görülür. © : Sular çalkalanır ve bulanır. Kaynak suyu debisi ve yeraltı su düzeyi değişebilir. Bazı durumlarda kaynak suları kesilir ya da kuru kaynaklar yeniden akmaya başlar. Bir kısım kum çakıl birikintilerinde kaymalar olur. Yollarda heyelan ve çatlama olabilir. Yeraltı boruları ek yerlerinden hasara uğrayabilir. Taş duvarlarda çatlak ve yarıklar oluşur. VIII- Yıkıcı (a) : Korku ve panik meydana gelir. Araç kullanan kişiler rahatsız olur. Ağaç dalları kırılıp, düşer. En ağır mobilyalar bile hareket eder ya da yer değiştirerek devrilir. Asılı lambalar zarar görür. *) : C tipi çok yapıda orta hasar, C tipi az yapıda ağır hasar, B tipi çok yapıda ağır hasar, A tipi çok yapıda yıkıntı görülür. Boruların ek yerleri kırılır. Abide ve heykeller hareket eder ya da burkulur. Mezar taşları devrilir. Taş duvarlar yıkılır. © : Dik şevli yol kenarlarında ve vadi içlerinde küçük yer kaymaları olabilir. Zeminde farklı genişliklerde cm.ölçüsünde çatlaklar oluşabilir. Göl suları bulanır, yeni kaynaklar meydana çıkabilir. Kuru kaynak sularının akıntıları ve yeraltı su düzeyleri değişir. IX- Çok Yıkıcı (a) : Genel panik. Mobilyalarda önemli hasar olur. Hayvanlar rastgele öte beriye kaçışır ve bağrışırlar. *) : C tipi çok yapıda ağır hasar, C tipi az yapıda yıkıntı, B tipi çok yapıda yıkıntı, B tipi az yapıda fazla yıkıntı ve A tipi çok yapıda fazla yıkıntı görülür. Heykel ve sütunlar düşer. Bentlerde önemli hasarlar olur. Toprak altındaki borular kırılır. Demiryolu rayları eğrilip, bükülür yollar bozulur. © : Düzlük yerlerde çokça su, kum ve çamur tasmaları görülür. Zeminde 10 cm. genişliğine dek çatlaklar oluşur. Eğimli yerlerde ve nehir teraslarında bu çatlaklar 10 cm.den daha büyüktür. Bunların dışında, çok sayıda hafif çatlaklar görülür. Kaya düşmeleri, birçok yer kaymaları ve dağ kaymaları, sularda büyük dalgalanmalar meydana gelebilir. Kuru kayalar yeniden sulanır, sulu olanlar kurur. X- Ağır Yıkıcı *) : C tipi çok yapıda yıkıntı, C tipi az yapıda yıkıntı, B tipi çok yapıda fazla yıkıntı, A tipi pek çok yapıda fazla yıkıntı görülür. Baraj, bent ve köprülerde önemli hasarlar olur. Tren yolu rayları eğrilir. Yeraltındaki borular kırılır ya da eğrilir. Asfalt ve parke yollarda kasisler olusur. © : Zeminde birkaç desimetre ölçüsünde çatlaklar oluşabilir. Bazen 1 m. genişliğinde çatlaklar da olabilir. Nehir teraslarında ve dik meyilli yerlerde büyük heyelanlar olur. Büyük kaya düşmeleri meydana gelir. Yeraltı su seviyesi değişir. Kanal, göl ve nehir suları karalar üzerine taşar. Yeni göller olusabilir. XI - Çok Ağır Yıkıcı *) : İyi yapılmış yapılarda, köprülerde, su bentleri, barajlar ve tren yolu raylarında tehlikeli hasarlar olur. Yol ve caddeler kullanılmaz hale gelir. Yeraltındaki borular kırılır. © : Yer, yatay ve düşey doğrultudaki hareketler nedeniyle geniş yarık ve çatlaklar tarafından önemli biçimde bozulur. Çok sayıda yer kayması ve kaya düşmesi meydana gelir. Kum ve çamur fışkırmaları görülür. XII- Yok Edici (Manzara Değişir) *) : Pratik olarak toprağın altında ve üstündeki tüm yapılar baştanbaşa yıkıntıya uğrar. © : Yer yüzeyi büsbütün değişir. Geniş ölçüde çatlak ve yarıklarda, yatay ve düşey hareketlerin yön miktarları izlenebilir. Kaya düşmeleri ve nehir versanlarındaki göçmeler çok geniş bir bölgeyi kaplarlar. Yeni göller ve çağlayanlar oluşur.
  13. TOPRAĞI OLUŞTURAN FAKTÖRLER Ana kayanın fiziksel parçalanması ile başlayan ayrışma, çeşitli kimyasal çözülme olayları, organik maddenin toprağa karışması ve taşıma olayları ile devam etmekte ve sonuçta çeşitli horizonlardan ibaret bir toprak profili oluşmaktadır. JENNY toprak oluşumunda etkili olan faktörleri; ana kaya, iklim, organizma, topografya ve zaman olarak beş madde altında toplamıştır. 1. ANA MATERYAL Toprakların oluşması için öncelikle ana materyalin ayrışması ve çözülmesi gerekmektedir. Ana materyalin çözülmesi ile bir çok mineraller ve elementler açığa çıkmaktadır ve bunların toprak suyunda eriyik hale geçmesi ile de bitkiler beslenmekte ve böylece toprakta organik faaliyetler bunu takibende organizmalar etkili olmaktadır. Yer yuvarlağının kara bölgelerini saran kıtasal kabuğun kalınlığı genel olarak 35-70 km arasında değişmektedir. Bu kıtasal kabuğun bileşiminde 2 000’ i aşkın mineral ve 100’den fazla element bulunmaktadır. Dünyamızın kabuğunda en fazla bulunan element, kabuk ağırlığının % 46.5’ ini ve hacminin % 94’ ünü oluşturan oksijendir. Oksijen, kabukta olduğu gibi, toprakta bulunan inorganik elementlerin kaynağını teşkil etmektedir. Oksijenden sonra gelen silisyum kabuk ağırlığının % 28.9’ unu hacminin ise % 0.88 ‘ini oluşturmaktadır. Silis, magmanın soğuması sırasında kuvars halinde magmatik kayalara yerleşmiştir. Alüminyum, kabuk ağırlığının % 8.3’ ünü teşkil eder; toprakta kil minerallerinde bulunduğu gibi mika ve feldspatlar halinde kayaların bünyesinde bulunur. Bu üç element, oksijenle birleşerek oksitleri oluşturmaktadır. Bundan sonra gelen elementlerden Ca, Na, K, Mg primer olarak volkanik kayalardaki feldspatlarda bulunmaktadır. Yukarıda bahsi geçen sekiz element kabuk ağırlığının % 98.6’ sını hacminin ise neredeyse % 100’ e yakın kısmını oluşturur. Kayalar pekişmemiş mineral parçalarından oluşmaktadır. Bunların tam ayrışmamış kısımları toprak profili boyunca yüzeyden alta doğru azalan miktarda yer yer küçük ve büyük parçalar halinde görülebilir. Kayaların toprak oluşumu üzerindeki etkilerini açıkça belirtmek için volkanik, metamorfik ve tortul olmak üzere üç gruba ayırarak inceleyebiliriz. 1.1. Volkanik Kayalar Magmanın yerin derinliklerinde ya da yeryüzüne çıkarak soğumasıyla oluşan kayalara volkanik ya da magmatik kayalar denir. Eğer magma yerin derinliklerinde soğuyorsa granit, gabro gibi iri mineralli plütonik kayaçlar oluşmaktadır. Yeryüzüne çıktıktan sonra soğuyorsa bunlara da volkanik kayaçlar denir. Örneğin andezit, bazalt... Volkanik kayaçların ayrışmasıyla oluşan topraklar mineral maddeler bakımından zengin olmaktadır. Bunun en önemli sebebi bu kayaçlar içindeki feldspatlar ve mikalardır. Granitin ayrışmasıyla oluşan topraklar hem kaba tekstürlü hem de besin maddeleri yönünden zengindir. Bazik kayalar üzerinde ise orta bünyeli besin maddeleri bakımından zengin su tutma kapasitesi yüksek olan topraklar oluşmaktadır. 1.2. Tortul Kayaçlar Volkanik veya metamorfik kütlelerin dış kuvvetlerin etkisiyle aşınıp taşınması ve yeryüzünün çukur sahalarında (Göl, deniz veya havza tabanları) birikmesi ve diajenez geçirmesi sonucunda oluşan kayalara tortul kayalar denir. Bu kayalar kökenlerine göre kırıntılı, organik ve kimyasal olmak üzere üçe ayrılırlar. Deniz, göl ya da havza tabanlarında biriken kum, mil ve kil boyutundaki malzemelerin pekişmesi sonucunda oluşan taneli kayaçlara kırıntılı veya klastik tortul kayaçlar denir. Kum taşı, mil taşı, kil taşı ve konglomera bu sınıfa örnek olarak verilebilir. Sularda yaşayan foraminifer, alg, mercan gibi kireçli; radyolaria, diatome gibi silisli canlıların öldükten sonra iskeletlerinin yığılmasıyla oluşan kayaçlara organik tortul kayaçlar denir. Ayrıca bitkilerin oksijensiz ortamda yanmasıyla oluşan kömür de bu sınıftadır. Sularda eriyik halde bulunan kireç, çeşitli tuzlar, silislerin çökelmesiyle oluşan kayaçlara kimyasal tortul kayaçlar denir. Kalker, jips, dolomit vb. bu sınıftandır. 1.3. Metamorfik Kayaçlar Tortul ya da volkanik kayaların yüksek basınç, sıcaklık ya da gerilmeler sonucunda başkalaşması ile oluşan kayalara metamorfik kayalar denir. Mermer, gnays, kuvarsit gibi kayaçlar bu sınıftandır. Yukarıda kısaca oluşum ve özellikleri belirtilen çeşitli kayalar, değişik şekilde fiziksel ve kimyasal yoldan ayrışmaya ve çözülmeye uğrar. Kayaların çözülmesinde etkili olan faktörler; Homojenlik durumu; çok çeşitli minerallerden oluşan kayalar bir yada iki mineralden oluşan kayalara göre daha çabuk parçalanırlar. Erimeye karşı olan direnç durumu; çimentosu silisli veya içerisinde silis miktarı fazla olan kayalar ayrışmaya karşı dirençli iken, kireçli yada jipsli kayalar daha kolay ayrışmaktadır. Pekişme durumu; bir çimento maddesi ile pekişmiş kayalar gevşek tortullara nazaran daha güç ayrışmaktadır. Kopma direnci ve kohezyon durumu; kayalardaki malzemelerin birbirine bağlanma durumu ve kopma direncide ayrışmayı etkilemektedir. İçerisinde fazla miktarda kil bulunan kayaçlar ayrışmaya daha dirençlidir. Gözeneklilik ve geçirgenlik; Kayalarda gözeneklerin fazla olması, suyun kayanın iç kısımlarına kadar nüfuz etmesine ve çözülmenin şiddetlenmesine yol açmaktadır. Ana materyal faktörü; nemli iklimlerden kurak iklimlere doğru gidildikçe toprak tiplerinin tayin edilmesinde önemli ölçüde artmaktadır.Yani ana kaya faktörü kurak iklim bölgelerindeki toprakların oluşumunda daha etkidir. Çünkü bu sahalarda yeteri kadar yağış görülmemesi ayrışma ve taşınma olaylarının yavaşlamasına yol açmaktadır. Bunun yanında nemli iklim bölgelerinde çözülme ve çözülen maddelerin taşınması daha hızlı cereyan ettiğinden, ana kaya faktörünün etkisi azalmaktadır. 2. ORGANİK FAKTÖRLER Kayaların çözülmesiyle açığa çıkan besin maddelerine bağlı olarak saha bitki örtüsü tarafından yavaş yavaş örtülmeye başlar. Yosun, liken, çalı ve ağaçların sahaya yerleşmesi ile; bitki kökleri ve bitki artıklarının toprağa karışması ve humuslaşma ile birlikte oluşan çeşitli organik asitler parçalanma ve ayrışmayı daha da ilerletir. Böylece bitki örtüsü ve onunla birlikte gelen toprak canlıları, toprak oluşumunda önemli bir safhayı başlatırlar. Güneşten gelen enerjinin % 0.01’i bitkiler tarafından kullanılmaktadır. Işığın en önemli etkisi, fotosentezi sağlamasıdır. Bu sayede organik maddenin oluşumu gerçekleşmektedir. Nitekim, yeşil bitkiler, güneş ışınlarından aldığı enerjiyi kullanarak, yapraklardaki klorofil yardımı ile havanın CO2 ini ve yapraklara kadar gelen suyun birleşmesi ile organik maddeleri üretirler. Bu olaya fotosentez denilmektedir. Topraktaki bitkilerin ayrıştırılması ile humus ve onunda ayrıştırılması ile humus maddeleri oluşmaktadır. Her ikisine birden toprağın organik maddeleri denilmektedir. Humus organizmalar tarafından toprağa karıştırılır. Humusun toprağa karışmasından sonra ise toprak faunası ve mikro organizmalar, kolay ayrışabilen şeker, polisakkarid, protein ve yağları alırlar. Bu olaya mineralizasyon denilmektedir. 2.1. Mikroflora Topraktaki mikroflora içerisine giren bakteriler, organik maddeleri parçalama, azotu tespit etme ve bitki beslenmesi yönünden çok büyük öneme haizdirler. Toprak içerisinde bazen milyonlarca hatta milyarlarca bulunurlar. En küçük toprak parçasından daha küçüktürler. Bir gram toprak içerisindeki bakteri sayısının 1 milyon ile 4 milyar arasında değiştiği bilinmektedir. Bakteriler, gerek toprak açısından gerekse de bitkilerin beslenmesi yönünden çok önemli yer tutan organik değişmelere sebep olmaktadır. Bundan başka bakteriler, nitrifikasyon, kükürt oksidasyonu ve nitrojen tespitinde çok büyük rol oynamaktadır. Bakterilerin faaliyeti bir müddet için duracak olursa, yüksek bitkiler ve hayvanlar alemi çok geçmeden son bulabilir. 2.2. Mikrofauna Protozoa, hayvan hayatının en basit şekli olup, bakterilerden büyük ve tek hücrelidir. Bunların bir kısmı koloniler meydana getirirler. Bunlar içinde cillat, flagellat, amip ve cryt’ler sayılabilir. Protozoalar dünyanın çoğu yerinde bulunmaktadır ve bir hektar topraktaki ağırlığı 170-335 kg civarındadır. Mikrofauna ve mikrofloralar, bir gram toprakta milyonlarca sayıda bulunmaktadır ve toprak dahilindeki hızlı ve hareketli yaşamı gösterir. Bu mikroorganizmaların toprak üzerindeki önemi, organik kalıntıları elementar bileşimlerine ayırmasını, mineral iyon değiştirmesini ve bitkilere faydalı nitrojeni sağlamasıdır. 2.3. Mezofauna Silindirik kurt ve solucanlar, topraktaki mezofaunayı oluşturmaktadır. Bu canlılar gözle görülememektedir. Bir dönüm toprakta milyonlarca sayıda bulunmaktadır ve özellikle çayır alanlarında çok sayıdadırlar (km² de 20 milyon). Çoğu türleri toprak yüzeyine yakın yerlerde yaşamaktadırlar. Mezofaunanın çoğu besinlerini ayrışmış organik maddelerden almakta ve fungileri yemektedir; bazıları faydalı , bazıları ise zararlıdır. Zararlıların tesiri bitki köklerine olmaktadır. Bunlar esas olarak bitki döküntülerini yemekte ve bunlara bakteri ve fungilerin yerleşmesine engel olmaktadır. 2.4. Makrofauna Bu gurubu toprak kurtları ve solucan türleri oluşturmaktadır. Bu canlılar gözle görülebilmektedir. Toprak kurtları en kuru ve en çok asit topraklar dışında toprak faunasının anasını tekil ederler. Bol miktarda bitki artıklarını parçalar ve yerler. Bu organik maddeler, kurtların sindirim sistemlerinde humifiye olmaktadır. Kurtlar toprak faunasının en büyüğü ve en ağırıdır. Kurtlar kireç bakımından zengin olan topraklarda çok sayıda bulunmaktadır. Kuru kumlu topraklarda veya anaerobik şartlar altında, pH derecesinin 4.5’in altında olduğu topraklarda nadir olarak bulunurlar. Yeni Zelanda da kireç yönünden zengin eski mera toprağının 1 ha’ ında 8 milyon kurt veya solucan tespit edilmiş olup, bunların ağırlığı aynı mera üzerinde otlayan koyunların ağırlığına eşittir. Darwin’e göre yaklaşık 1 dönüm arazideki kurt dışkılarının toplamı 10 tona ulaşmaktadır. Ve bu dışkı miktarı 1 yılda toprak yüzeyini 0.5 cm kadar bir kalınlıkta kaplamaktadır. Solucanların vücudundan geçen toprak miktarı ortalama olarak 10 tonu aşmaktadır. Solucanlar, suda durulan ince mil ve kaba kil boyutundaki nötral humus bakımından toprak yüzeyini zenginleştirmektedir. Dışkılar toprakta bulunandan daha fazla humus, hava ve değişebilir bazlar ihtiva etmektedir. Ayrıca yüksek pH derecesine ve fazla miktarda nitrata sahiptirler. Bu canlıların açmış oldukları kanallar vasıtasıyla havanın derinlere kadar nüfus etmesi sağlanır, ayrıca bu kanallar boyunca su ve köklerinde yayılması kolaylaşır. Böylece toprak kurtları özellikle solucanlar sadece bitki artıklarının fiziksel ve kimyasal ayrışmasını değil, aynı zamanda diğer toprak faunasına kıyasla toprağın mekanik yoldan karışmasını da mükemmel bir biçimde sağlar. Kuşlara gelince bunlar toprak solucanlarını, kurtlarını, en küçük mezofauna ve ağaç böceklerini yerler. Bunların dışkıları bitkilere besin sağlamaktadır. 2.5. Makroflora Toprak üzerindeki ağaçlar, çalılar vs. gibi boylu yüksek bitkiler, mikroklimatik bir ortam oluştururlar ve atmosferden aldığı gazları toprağa verirler ve gazlardan katı olan odunsu maddeler üretirler. Bu yüksek boylu bitkilerin köklerinin açtığı kanallar boyunca su derinlere kadar sızar ve ayrıca kökler, kendi başlarına ana materyalin fiziksel ve kimyasal yönden ayrışmasını, çözmesini sağlarlar. Diğer taraftan dal, yaprak ve diğer organik artıkların özellikle mikroorganizmalar tarafından ayrıştırılması ile toprağın ana organik maddesi oluşur. Toprakta bulunan organik madde dört ayrı grup halinde değerlendirilebilir. Bunlar, az ayrışmış organik madde, bitki artıkları, mobil humus ve organik maddedir. Topraktaki organik madde gerek toprak üzerine dökülen bitki artıklarının gerekse köklerin mikroorganizmalar tarafından ayrıştırılması sonucunda teşekkül etmektedir. Önce organik maddeler ayrışarak humusu oluşturmakta sonra bunların ayrışması ile organik maddenin bünyesinde bulunan elementler toprağa karışmakta ve bitkiler tarafından besin maddesi olarak alınmaktadır. Bu haliyle organik maddeler bitkilerin ana besin kaynakları arasında yer almaktadır. Organik maddenin ayrışması ile açığa çıkan çeşitli asitler, toprağın oluşumunun ilerlemesi ve özellikle mineral maddelerin ayrışmasını ilerletir, ayrıca toprakta iyon alışverişinin hızlandırır. Toprağa organik maddenin karışması ile mikroflora, mikrofauna, mezofaunaya ait canlılar, toprağın bünyesine yerleşmekte ve bu canlılar toprakta fiziksel ve kimyasal olayların, gerek toprak oluşumu ve gerekse bitki beslenmesi yönünden ilerlemesine son derece faydalı olmaktadır. Mesela solucanların dışkıları toprağı organik madde yönünden zenginleştirmekte ve ayrıca toprak dahilinde açtığı kanalcıklardan su ve havanın toprağın derinliklerine kadar nüfus etmesine ve toprağın fiziksel yönden karışmasına sebep olmaktadır. Bitki örtüsünün toprağı tutması, topraktaki ayrışma olaylarını kısmen kontrol etmesi, organik madde vermesi yanında topraktan alınan çeşitli elementleri organik bileşikler halinde bünyesine alması ve bunun ayrışması ile tekrar toprağa vermesi böylece besin maddelerinin dolaşımını sağlaması açısından büyük önemi haizdir. Bu açıklamaların ışığı altında organik maddenin toprak üzerindeki çok önemli etkileri şunlardır: Toprağın koyu renk almasına sebep olur. Toprakta taneli yapının miktarını arttırır, su tutma kapasitesini yükseltir. Mineral koloitlere nazaran 2-30 defa daha yüksek katyon değiştirme kapasitesine sahip olduğundan ve toprağın absorbsiyon kapasitesini aşırı derecede arttırdığından, toprağın yüksek katyon değiştirme kapasitesinde olmasını sağlar. Minerallerdeki organik elementlerin çıkmasını N, P ve S ü organik formda tutulmasını ve ayrıca mineralizasyonu ile toprağa bitkilere yarayışlı besin maddeleri sağlaması ile toprağın bitkiler için çok faydalı bir hale gelmesine sebep olur. 3. İKLİM FAKTÖRÜ İklim, yeryüzünde çözülme, aşınma, taşınma ve birikme olaylarının cereyan etmesinde dolayısıyla yeryüzünün şekillenmesinde aktif rol oynamaktadır. İklim elemanlarından başta yağış ve sıcaklık, fiziksel ve kimyasal ayrışma olayları ile bitkilerin yetişmesi, gelişmesi ve gerek toprakta gerekse canlı örtüsü üzerinde tutunan çeşitli mikro ve makroflora ve faunanın yetişmesini ve faaliyetlerini doğrudan etkilemektedir. Nitekim fazla yağış ve sıcaklı şartları altında, ana materyalin çözülmesi, toprağın yıkanması ve bitkiyle diğer canlıların aktiviteleri hat safhaya ulaşmaktadır. Bunun yanında soğuk ve nemli iklim bölgelerinde sıcaklık yetersizliği yüzünden organik maddenin ayrışması yavaş seyretmektedir; kurak ve sıcak bölgeler ile yılın büyük bir bölümünün donlu geçtiği yüksek enlemlerde pedojenez çok yavaş cereyan etmekte ve hatta durmaktadır. Bu alanlardan sıcak çöllerde, sıcaklı yeterli olmasına rağmen su yetersizliği hem bitkilerin yetişmesini hem de ayrışma olaylarını sınırlandırmıştır; bu bakımdan bu sahalarda çok sığ olan toprak katı organik madde yönünden oldukça fakirdir. Soğuk bölgelerde, zeminde su bulunmasına karşılık ayrışmayı ve bitki yetişmesini sıcaklık engellemektedir. Gerçekten dünya iklim haritası ile toprak haritası birbirine çakıştırıldığında, ana iklim bölgelerine göre oluşmuş büyük gruplar halinde zonal toprakların yer aldığı görülmektedir. Mesela sıcak ve nemli ekvatoral-tropikal bölgelerde laterit, soğuk ve nemli bölgelerde podzol, yarı kurak bölgelerde kestane, çernezyom, kahverengi ve kurak bölgelerde çöl toprağı bulunmaktadır. Şu halde çeşitli ayrışma olayları ve toprak profilinin gelişmesinde iklim faktörleri çok önemlidir ve bu bakımdan toprak oluşumunda başlı başına bir faktör olarak ele alınır. Bu arada, atmosferde hüküm süren iklim şartları toprak dahilinde ve yoğun bir bitki örtüsü altında kısmen değişerek mikroklima şartları oluşur. Örnek olarak ormanlık sahalarda sıcaklık değişmeleri açık sahalara nazaran azdır. Toprak oluşumunda etkili olan iklim elemanları; radyasyon, sıcaklık, toprak sıcaklığı, toprağın donması, yağış, rüzgar vs. dir. Ana materyalin çözülme derecesi başta sıcaklık ve yağışa bağlıdır. Nitekim sıcaklığın yüksek ve yağışın fazla olduğu tropikal bölgelerde ana materyalin çözülmesi birkaç metre derinliğe ulaşmakta hatta bazen yüz metreyi aşmaktadır, soğuk kurak ve sıcak kurak çöl bölgelerinden çözülmüş zon genellikle sığdır. Orta kuşağın ılıman bölgelerinde çözülmüş zonun derinliği orta derecededir. Bir bütün olarak iklim elemanları bitki örtüsünün sahaya yerleşmesini, gelişmesini ve büyümesini doğrudan etkilemektedir. Dolaylı olarak, çözülme ve toprak oluşumunda önemli rol oynamaktadır. Şöyle ki organik maddenin toprağa karışması ve organik maddedeki elementlerin toprak çözeltisine geçmesi, bir taraftan ayrışma olaylarının ilerlemesine öte yandan da bitkilerin beslenmesine yardımcı olmaktadır. Soğuk nemli bölgelerde organik maddenin toprağa karışması güç olduğu halde, sıcak ve nemli bölgelerde şiddetli mikroorganizma faaliyetleri organik madde çok çabuk olarak ayrışmaktadır. Böylece iklim organik maddelerin ayrışmasını kontrol altına almaktadır. Toprak horizonlaşmasında ve toprak derinliğinin artmasında yine iklim faktörleri ön plandadır. Kurak ve yarı kurak bölgelerde yağış yetersizliği, bir yandan ayrışmanın ilerlemesini engellerken, bir yandan da toprağın yıkanmasının sınırlı halde kalmasını sağlamaktadır. Ve bu nedenle toprakta bazların birikimi artmaktadır. Sıcak nemli bölgelerde topraktan Ca, Na, K, Mg ve hatta SiO2 vs gibi elementler uzaklaşmakta ve toprakta demir ve alüminyum oksitler birikmektedir (lateritleşme); soğuk ve nemli bölgelerde humus asitlerinin de etkisine bağlı olarak SiO2 toprağın yüzey horizonlarında artmakta, diğer element ve bileşikler önemli ölçüde topaktan uzaklaşmakta ve toprakta H iyon konsantrasyonu artmaktadır (podzolleşme). Özellikle kurak ve yarı kurak bölgelerde, kapilarite ile suyun ve suyun içerisindeki eriyik haldeki maddelerin yüzeye çıkması ve suyun buharlaşması ile eriyik haldeki tuzlu ve alkali maddelerin yüzeyde birikmesi toprağın tuzlulaşma ve alkalileşmesine yol açmaktadır. Şu halde, topraktaki yıkanma ve birikme şartlarına özellikle yağış şartları kontrol altına almaktadır. Toprağın erozyonlaşmasında da dolaylı olarak yağış ve rüzgar etkili olmaktadır. Bitki örtüsünden mahrum çıplak ve eğimli alanlarda yağış şiddeti fazla olduğu takdirde erozyonlaşma meydana gelmektedir; kurak ve yarı kurak bölgelerde rüzgar şiddetli özellikle mil ve kaba kil gibi malzemeleri taşımaya müsaitse rüzgar erozyonu oluşmaktadır. Bütün iklim elemanları ve iklim elemanlarının oluşturduğu vejetasyon şartları, belli iklim ve bitki örtüsü şartlarına göre teşekkül etmiş olan zonal toprak tiplerinin oluşumunu sağlamaktadır. Bu yüzden yeryüzünün büyük bölümünde iklim şartlarına göre oluşmuş olan toprak tipleri zonal bir yayılış göstermektedir. 4. JEOMORFOLOJİK FAKTÖRLER Toprakların bulundukları yerde oluşması için topografyanın düz, hafif engebeli olması ve topraktan suyun sızması gereklidir. Saha eğimli olduğu takdirde çözülen ayrışan ana materyal sürekli süpürüldüğü için normal profil yapısı gösteren topraklar oluşmamaktadır. Ayrıca aşınan malzemelerin biriktiği sahalarda da toprak oluşumu sekteye uğramaktadır. Dağlık ve engebeli alanlarda yüksekliğin artması, bakı şartları gibi etkenlerde toprak oluşumu üzerinde etkili olur. Bu yüzden farklı yükselti ve bakı şartları altında farklı toprak tipleri oluşur. Özellikle bir dağ yamacı boyunca yükseltiye bağlı olarak farklı özellikte toprak kuşakları oluşur. Yükselti ve bakı şartlarının sık sık değiştiği engebeli dağlık alanlarda farklı toprak tipleri yatay ve dikey mesafelerde bulunurlar. Bu nedenle toprak oluşumunda topografya (yükselti, eğim, bakı) şartları önemli rol oynar. Yükselti Faktörü; Herhangi bir sahada yükseltinin artması ile sıcaklık düşer ve belli bir yükseltiye kadar yağış artar. Yükseltinin iklime etkilerine bağlı olarak bir dağ yamacı boyunca farklı toprak kuşakları görülür. Yükseklere doğru sıcaklığın düşmesi ve kısmen de yağışın artması ile toprak yüzeyinde organik maddenin biriktiği ve yıkanmanın daha fazla olduğu asit reaksiyonlu, hatta podzolleşmiş topraklar görülür. Eğim Faktörü; Herhangi bir sahada eğimin artması ile çözülen malzemeler, yerçekimi, donma ve çözülme ile yüzeysel akıma geçen suların etkisi ile devamlı süpürülmeye uğrarlar. Bu yüzden eğimli alanlarda ancak orman ve sık çayır örtüsü altında sığ topraklar yer alır. Dolayısıyla buralarda ana materyalin etkili olduğu intrazonal topraklar yer alır. Dolayısıyla eğim olgun yani A-B horizonlu toprakların oluşumunu sınırlamaktadır. Bakı Faktörü; Bakı faktörü güneşten gelen radyasyonun alınması üzerinde etkili olduğundan, farklı bakılara sahip yamaçlar arasında ısınma dolayısıyla da nemlilik şartları değişik olur. Bu ise bitki örtüsünün yerleşme, çözülme ve buna bağlı olarak toprak oluşumunu etkilemektedir. Ülkemizde dağların kuzey ve güney yamaçları arasında toprak oluşumu yönünden son derece önemli farklılıklar bulunmaktadır. Çünkü güneye bakan yamaçlar güneş ışılarını daha dik aldığı için fazlaca ısınmakta ve nispeten kurak ortam oluşurken kuzey yamaçlarda ise daha nemli şartlar hüküm sürmektedir. Buda toprak oluşumu üzerinde etkili olmaktadır. Bakının bir diğer etkisi yağı üzerinde olup, yağışın geldiği cephelere açık olan yamaçlar daha fazla yağış aldığı için yıkanma fazla olmakta dolayısıyla buralardaki topraklar asit reaksiyon göstermektedir. Diğer yamaçlarda ise yağış ve yıkanma az olduğundan topraklar alkalen reaksiyon göstermektedir. 5. ZAMAN FAKTÖRÜ Toprakların olgun bir profil yapısına ulaşması için ana materyalin çözülmesi, ayrışan kat üzerinde bitkilerin ve diğer toprak canlılarının yerleşmesi, organik maddelerin parçalanarak humusa dönüşmesi ve toprağa katılması ile toprakların horizonlaşması için yüzlerce hatta binlerce yıllık bir sürenin geçmesi gerekmektedir. Bu bakımdan zamana bağlı olarak toprakların oluşumunda şu devreler ayırt edilir; 5.1. Başlangıç Safhası : Bu safhada ana materyal henüz yeterince ayrışmamıştır. 5.2. Gençlik Safhası : Ayrışma başlamış olmasına rağmen henüz ana materyalde ayrışma yeteri kadar ilerlememiştir. 5.3. Olgunluk Safhası : Toprak oluşumu ilerlemiş, üst katta yıkama ve alt kata birikmeye bağlı olarak toprak kütlesinde horizonlaşma başlamıştır. Bu arada ayrışmadan ötürü kil oluşmuş ve de üst horizondan alt horizona önemli ölçüde taşınmıştır. 5.4. İhtiyarlık Safhası : Ayrışma son safhasına ulaşmış, ana materyalden kaynaklanan maddelerin çoğu topraktan uzaklaşmış, ancak ayrışmaya karı dirençli olan kuvars ve silisli maddeler toprak bünyesinde kalmıştır, dolayısıyla da toprak besin maddeleri yönünden fakirleşmiştir. İşte yukarıda belirtilen safhaların oluşabilmesi için başta toprağın oluştuğu sahadaki iklim şartları ve bitki örtüsü özelliklerine göre oldukça uzun sayılabilecek zamana ihtiyaç vardır. Burada şunu hemen belirtelim ki belli bir kalınlıkta toprağın belli bir zaman diliminde oluştuğunu söylemek mümkün değildir. İklim ve bitki örtüsü şartları göre bu zaman büyük değişme göstermektedir.
  14. YER YUVARLAĞININ YAPISI ve YER ŞEKİLLERİNİN OLUŞUMU 1) Yer Yuvarlağının yapısı : - Yer yuvarlağının yapısı; güneş sisteminin ve evrenin oluşumu ile açıklanabilir. 15 milyar yıl önce evren çok yüksek sıcaklık ve yoğunluktaki bir yapıdan, patlama sonucunda oluşmuştur. 2) Yer Kabuğunun yapısı : - Yer, zamanla soğumaya başlamıştır. Ve yerin iç kısmı ise hala sıcaktır. Yer soğumaya başladıkça yeryüzü yavaş yavaş şekillenmiştir. - Yer yüzünden yerin içine doğru inildikçe her 33 metrede 1 C sıcaklık artmaktadır. - Yer kabuğu dünyayı dıştan kuşatan bir tabakadır. Taş kürenin en üst katını oluşturur. - Yer kabuğunun alt katmanı ise bazalt birleşimindeki taşlardan oluşmuştur. Bu yapıya sima denir. YER KABUĞUNUN MALZEMELERİ (KAYAÇLAR) : 1) Püskürük Taşlar : a)İç püskürük taşlar : Yer kabuğu altındaki mantonun yer kabuğunun çatlak ve kırık kısımlarından tıkanarak soğumasıyla oluşan taşlardır. (Granit) B)Dış püskürük taşlar : Yer kabuğu altındaki mantonun yer kabuğunun çatlak ve kırık kısmından yeryüzüne çıkması ve soğuması ile oluşur. (Bazalt ve andezit) 2) Tortul taşlar : Diğer yüzüne dış güçler tarafından getirilen maddelerin tortulanmasıyla (Üst üste birikmesiyle) oluşur. İçerisinde yer yer fosiller bulunur. a) Mekanik tortullar : Dış güçlerin etkisiyle getirilen çakıl, kum, kil gibi malzemelerin yeryüzünün çukur yerlerine birikmesiyle oluşur. (Kum taşı, kıl taşı) Kimyasal tortullar : Suda erimiş halde bulunan minerallerin suyun geçtiği yere çökelmesi veya tortulanması ile oluşurlar. (Kireç taşı, alçı taşı) c) Organik tortular : Hayvan, bitki gibi canlı kalıntılarının üst üste birikip katılaşması ile oluşan taşlardır. (Tebeşir) 3) Başkalaşmış taşlar : Tortul ve püskürük taşları yüksek sıcaklık ve basınç altında kalarak değişikliğe uğraması ile oluşur. (Mermer oluşumu) YER YUVARLAĞININ İÇ YAPISI - Yer yuvarlağının dış kısmını oluşturan katı tabakanın altında manto denilen bölüm yer alır. Manto, yer çekirdeğinin örtüsü durumundadır. - Yer küre hacminin %80’nini manto oluşturur. - Mantodan sonra yer yuvarlağının iç kısmını çekirdek oluşturur. - Çekirdekte sıcaklık 4500 C bulur. - Mantonun katı olan üst bölümü yer kabuğu ile birlikte taş küre olarak adlandırılır. - Taş küre levha denilen büyük parçalar halindedir JEOLOJİK DEVİRLER - Dünyamız şimdiki biçimini alıncaya değin değişik evrelerden geçmiştir. Birbirinden farklı bu evrelerden her birine jeolojik zaman denir. - Jeolojik zamanlar dört tanedir ve yaklaşık 570 milyon yıl sürmüştür. Bu dönemde oluşan tortul taşlar, o dönemde yaşayan canlıların fosillerini içerir.
  15. bin nefes ol ,bir muhtaç sahibine ... kaan_bebeto
  16. Son Veda Bu son gecem, Bu son veda, Şafağı bekliyorum, Seni bekler gibi, Şafakla birlikte doğacak umutları, Doğacak güneşi bekliyorum, Kollarımla sarmak istercesine güneşi, Sıcaklığını iliklerimde hissetmek için, Seni bekliyorum Ölümü bekliyorum, ölümü ve seni Doğacak güneşi beklerken, Bu son gecem, Bu son veda.
  17. Bazen hayallere dalıyorum, seni düşünüp ağlıyorum, Seni ve sevgini arıyorum hep kalbimde... Düşmüyor adın hiç dilimden, Öleceğim gülüm bir gün ben
  18. AĞLADIM Hüzün yıldızları parlıyor bugün gökyüzünde, Bu gece yine için için yanıyorum, Oturmuş seni düşünüp ağlıyorum, Seni, gidişini, sevişini, herşeyini... Unutamıyor işte seni şu yaralı kalbim, Yaptıklarını hatırlayıp, pişman oluyor... Seni düşünüyorum bu gece, karanlık gökyüzünde... Simsiyah gökyüzünde parlayan yıldızları seyrediyorum, Onları sana benzetiyorum, Kararmış kalbimin bir kenarında yanan meşale misali... Dedim ya, seni düşünüyorum bu gece, Beni sevdiğini, bana nasıl baktığını, bana nasıl güldüğünü, Ellerimi nasıl tuttuğunu, ellerini nasıl tuttuğumu, Büyüyen bir ateş gibi sevgimizin nasıl çoğaldığını Ve birgün ansızın bırakıp gidişini... Son vedanı hatırlıyorum, gözlerime ağlarcasına baktığını, Gözlerini kalbime gömdüğünü hatırlıyorum, Bir daha çıkamasın diye... Çıkamadılar zaten kalbimden gözlerin, Ölüler dirilirler mi ki gömülenler çıksın, gitsin? Gittin son bir veda ile gözü yaşlı, Elimde kolyen, ardından dakikalarca baktım, ağlamaklı, Sıkıldım, üzüldüm, perişan oldum ama ağlamadım... Ağlayamadım, engel oldu gururum, engel oldu aşkım, Uzaklara gittin, belki birdaha asla geri dönmemecesine, Özledim seni deliler gibi, özlüyorum hala... Sen bir yerde ben bir yerde, yinede sönmedi sevgimiz, Aksine çoğaldı dağlar gibi oldu hasretimiz... Hep seni hayal eder, hep seni düşünürdüm, Sesini duyunca yaşar, duyamayınca ölürdüm, Aradın beni aylarca bir sevgi uğruna, Ne yazık ki, ihmal edildin bir hata uğruna, Kırıldın, ağladın, affettin ama hep sevdin, Beni sevdin gülüm beni, kalbi kırık bir vefasızı, Yine ihmal edildin yine unutuldun bir hiç uğruna, Yine kırıldın, yine ağladın, yine affettin... Bir daha unutuldun, sevdanla başbaşa bırakıldın, Yine kırıldın, yine ağladın ama bu sefer affetmedin... Sevdiğini en mutlu gününde öldürdün, Ve ardına bakmadan gittin... Beni benle başbaşa bıraktın, yıkıldım, üzüldüm, kırıldım... Senden ayrılınca kaldım çaresiz, sevgisiz ve birde sensiz, Hep sensizdim zaten ama şimdiki kadar asla değil... Parçalanmış bir kalbe sahip oldun mu sen hiç? Parça parça edilmiş, yıkık ve virane, Bir o kadarda vefasız... Önceleri üzüldüm, yıkıldım ama asla ağlamadım... Geldi geçti deyip senide gözlerin gibi kalbime gömdüm... Unuttum dedim, unutacağım dedim, Unutamıyorum dedim, unutmam dedim... Önce gözlerin sonra sen çıktın kalbimden, Bir vicdan azabıdır başladı ölü yüreğimde, Hiçbir şey kalmadı, senden başka kalbimde, Hatıraların, gözlerin ve sözlerin... Şiirlerini getirdiler bana, Beni öldüren şiirlerini... Vefasız dediğini duydum, yıkıldım, Düşündüm seni gecelerce daima tek başıma, Şiirlerin öldürdü, hasretin yaktı yüreğimi, Kırıldım, üzüldüm, yıkıldım ve en sonunda ağladım... 3 kişi ağladık sana; ben, kalbim ve gözlerim... Sana yandım, seni sevdim, seni hatırladım heryerde... Belki birgün sesini duyarım umuduyla Telefon bekledim günlerce, Telefon gelmeyip sesine hasret kalınca Ağladım ağladım, Sana yaptıklarımı ancak o zaman anladım... Duydum ki kalbini vermemişsin kimseye, Olurda içinde görürler beni diye... Benim kalbimide istediler, ama vermedim kimseye, Olurda içinde seni görürler diye... Gökyüzü yıldızlar ile doluydu, ben hep seni düşünürken, Hüzün yıldızları koydum adlarını, seni hatırlatıyorlar diye, Aynı onlar gibi sende benden çok uzaklardaydın, Hep göz kırpardın uzaktan, sessizce, Bense hep seni bekledim kırık kalbim, yaşlı gözlerimle... Bazen hayallere dalıyorum, seni düşünüp ağlıyorum, Seni ve sevgini arıyorum hep kalbimde... Düşmüyor adın hiç dilimden, Öleceğim gülüm bir gün ben, Senin sevginden, senin derdinden... Bir gün göreceğim yine belki seni, Seni, beni unutmuş, benim olmayan seni... İşte o an aşkımın gözyaşlarını hatırlayacağım, Ve yine bir köşeye oturup ağlayacağım... Yemin ettim senin üstüne sevmeyim başkasını diye, Ve heryerde, her zaman tekrarlıyorum yeminimi; Seni unutmam için öldürseler bile, Karşılık olarak dünyayı verseler bile, Darağacı kurup idam etseler bile, Senden başkasını asla sevmeyeceğim... Yazarı bilinmiyor
  19. ü
  20. ölmek istiyorum ölmek yaşamın son anında senlen olmak istiyorum senlen olmak ölmek istiyorum artık ölmek allahım al canımıda kurtulayım bu dünyadan..... kaan
  21. HEPSİNİN MEKANI CENNET OLSUN...
  22. 8. Piy'de Yüzbaşı Cevat Abbas (GÜRER) (Müfettişlik Baş Yaveri) 1887'de Yalova'da doğmuştur. 1905'te girdiği Harbiye'yi 1908'de bitirerek Piyade teğmeni olmuştur. Bundan sonra çeşitli bölge ve birliklerde görev almış çeşitli madalyalarla mükafatlandırılmış. Askerlik hayatında Çanakkale'de başlamış sırasıyla üstteğmenliğe, yüzbaşılığa, ordu müfettişliğine yükselmiş İtalyan, Balkan, Birinci Dünya ve İstiklâl Savaşına katılmış Heyet-i Temsiliye Başkit'beti'nde görev almış, Bolu Milletvekili olarak Meclis'e katılmıştır. 1941'e kadar aralıksız Bolu Milletvekilliği yapmıştır. 1943'te vefat etmiştir. 9. Kd. Yüzbaşı Mümtaz (TÜNAY) (Kurmay Mülhakı) 1885'te Silifke'de doğmuş, 1902'de Harpokulu'na girmiş teğmen rütbesiyle Harpokulu'nu bitirerek kur'a ile II. Ordu'ya tayin edilmiştir. Alay Sancaktarlığı yapmış, 1908'de üstteğmenliğe yükselmiş, bölük komutanlığı yapmış, Gümüş Liyakat Madalyası almış, takdirname ile taltif edilmiş, yüzbaşılığa yükselmiş, son olarak 8. Kolordu 3. Fırka 8. Alay 2. Tabur Kumandan Vekilliğinden emekli olmuş, 1946'da vefat etmiştir. 10. Yüzbaşı S'dıkoğlu İsmail Hakkı (EDE) (Kurmay Mülhakı) 1886'da Edirne'de doğmuş, 1905'de Harbiye'den mezun olmuş, piyade sınıfında ordumuza katılmış, Çanakkale harbinde Mustafa Kemal ile çalışmış ve onu orada tanımıştır. Halep'te görev yapmış, İstanbul'a döndükten sonra Mustafa Kemal onu Kurmay Mülhakı olarak görevlendirmiştir. 1943'te İstanbul'da vefat etmiştir. 11. Yüzbaşı Ali Şevket (ÖNDERSEV) (Müfettişlik Emir Subayı) 1884'te Selanik'te doğmuş, Harpokulu'nu bitirdikten sonda 1. Dünya Harbine katılmış, IX. Ordu Müfettişliği Refakat Zabiti göreviyle Mustafa Kemal Paşa ile Samsun'a çıkmış, Gümüşhane Milletvekilliği yapmış, 1940'da vefat etmiştir. 12. Yüzbaşı Mustafa Vasfi (SÜSOY) (Karargah Komutanı) 1876'da Tokat'ta doğmuş, asker ocağına girmiş, alaydan yetişerek subaylığa yükselmiş, Arnavutluk'ta, Edirne'de, Doğu Vilayetleri'nde vazife görmüş, I. Dünya Savaşı ile birlikte Mustafa Kemal Paşa'nın mahiyetinde Karargah Komutanlığı yapmış, Tokat'tan Milletvekili seçilmiş, 1934'de vefat etmiştir. 13. Üsteğmen Hay'ti Bey (Kurmay Başkanı Emir Subayı ve Müfettişlik Kalem Amir) 1892'de İstanbul'da doğmuş, 1915'te piyade Teğmeni olarak Harpokulu'nu bitirmiş, K'zım Bey'in emir subayı olarak Samsun'a çıkmış, 1926'da vefat etmiştir. 14. Üsteğmen Arif Hikmet (GERÇEKÇİ) (Kurmay Mülhakı Sonra 3. Mor. K. Yaveri) 1895'te İstanbul'da doğmuş, 1913'te Harpokulu'na girmiş, III. Kolorduya atanmış, piyade asteğmenliğe terfi etmiş, Çanakkale'de görev yapmış, alay yaverliğine talin edilip üsteğmen olmuş, Şam'da, Diyarbakır'da görev yapmış, Kuleli Askeri Lisesi Dahiliye Subaylığına tayin edilmiş, I. Dünya Savaşı sonrası Mustafa Kemal'le birlikte yaver olarak Samsun'a çıkmış, 1970'de vefat etmiştir. 15. Üsteğmen Abdullah (KUNT) (İaşe Subayı) 1888'de Debre'de doğmuş, Harpokulu'nu bitirmiş, Piyade teğmen rütbesiyle Hat Muh'fazası'na atanmıştır. Askeri Komiserlik Kuruluşu'nda ilk hat komiseri olan Behiç Bey'in muavinliğini yapmış, 19 Mayıs 1919'da iaşe Subayı olarak Atatürk'le birlikte Samsun'a çıkmış, 1961'de vefat etmiştir. 16. Teğmen Muzaaffer (KILIÇ) (Müfettişlik 2. Yaveri) 1897'de İstanbul'da doğmuş, Harbiye'den Topçu Teğmeni olarak mezun olmuş, I.Dünya Savaşına katılmış, Galiçya'da, Filistin'e yaver olarak görev yapmış, 19 Mayıs'ta Mustafa Kemal Paşa ile birilikte Samsun'a yaver olarak çıkmış, Cumhurbaşkanlığı yaverliği yapmış, 1928'de Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş, Giresun Milletvekilliği yapmış, 1959'da Ankara'da vefat etmiştir. 17. Birinci Sınıf Katip Faik (AYBARS) (Şifre Katibi) 1880'de İstanbul'da doğmuş, Seraskerlik Sicil-i Ahv'l Şûbesi'nde devlet hizmetlerine girmiş, Balkan Savaşı'nda, Çanakkale Kuvva-i Mürettebe Kumandanlığı Erkan-ı Harbiyesi emrinde vazife görmüş, Edirne ileri harek'tına katılmıştır. I.Dünya Harbi'nden önce Menzil Müfettişliği'nde, sonra Genelkurmay Şifre kaleminde vazifelendirilmiş, IX. Ordu Müfettişliği Kararg'hı Şifre Memurluğu'na atanmış, Anadolu'ya geçmiş, Milli Mücadele'ye katılmış, çeşitli görevlerde bulunmuş, 1932'de ordudan ayrılarak Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı İsk'n Genel Müdürlüğü Mutemetliği'ne geçmiştir. 1944'te emekli olmuş, 1945'te vefat etmiştir. 18. Dördüncü Sınıf Katip Memduh (ATASEV) (Şifre Katibi Yardımcısı) 1895'te İstanbul'da doğmuştur. 1919 Mayıs'ında Beykoz Askerî Kundura Fabrikasında 4. Sınıf Askerî Katip olarak çalıştığı sırada, Mustafa Kemal Paşa'yla tanışmış, IX. Ordu Müfettişliği Kararg'hı'na girmiş ve vefat edene kadar Mustafa Kemal Paşa'nın maiyetinde çalışmış, 1939'da vefat etmiştir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.