Evrensel tarafından postalanan herşey
-
ULUSAL KİMLİĞİMİZİ OLUŞUMU ÜZERİNE ÖNEMLİ BİR YAZI... (Ulusal kimliğimizin konumu açısından önemli olan bağzı özellikler...
Merhaba sevgili CYRANO, Aslında yukarıdaki yazımda bu konudan da bahsetmeliydim, çünkü bu da osmanlıcılar tarafından sıkça kullanılan bir savunma sistemi. Osmanlı halkımız tarafından yaptığı fetihlerle övülür, bu fetihlerle ve bir zamanlar haritamızın ne kadar geniş olduğuyla böbürlenilir. Bu fetihlerin fethedilen toprakların milletlerinin isteği dışında zorla yapıldığı hatırlatılınca da "ne yapalım, o çağ onu gerektiriyormuş" "başka imparatorluklar da aynısını yapmış" veya "fetihleri mecbur kalıp yapmışız" gibi geçersiz sözlerle cevap verilir. İsterseniz biraz daha açıklık getireyim; Osmanlıcılar bazen de osmanlının fethettiği ülkelerin halklarına eşit davrandığını ve onlara karşı demokratik olduğunu söylerler. Bu bir gerçek değildir, bunun aksine binlerce bilgi ve belge vardır. Hatta osmanlının son dönemlerinde yaşamış, canlı şahitler dahi vardır. Ama bizim milletimiz karşısındakine verilen demokrasi hakkını tanımlarken, 3-5 ağızdan ağıza geçen, ucuz hikayeyi yeterli gördüğü için kendi aleyhine olan gerçekleri de görmemezlikten gelir. Oysaki, osmanlının utanç dolu davranışları, üstü kapatılamayacak kadar çoktur. Ne yapalım, o çağ onu gerektiriyormuş: O çağda yapılmış olan diğer çirkin davranışlar o milletlerin suçlarını örtemeyeceği gibi, osmanlının yaptıklarını da örtemez. Bir suç işlediyseniz, içinde bulunduğunuz koşul belki suçunuzu çok az hafifletebilir (bazende hiç hafifletmez), fakat suçu yok etmez. Nasılki başkaları bir suç işlediği zaman, sizinde aynı suçu işleme hakkınız yoksa, osmanlı da başka milletler de demokratik değil diyerek azınlık haklarını gasp etmemeliydi. Her koyun kendi bacağından asılır. Onların ayıbı kendilerine, osmanlının ayıbı da osmanlıya ve bu günkü osmanlıyı savunanlaradır. Başka bir örnekle, bu zaman böyle deyip, bizimde bu günkü ayıpları yapma hakkımız yoktur diyebiliriz. Aklı başında olan her Alman, kendisine hitler yakıştırması yaptığınızda tepkisi büyük olur. Bunu Almanları tanıyanlar iyi bilir. Almanlar hitlerin yaptığı tüm zülumleri kabul ederler ve bundan utanç duyduklarını saklamazlar. Hitlerin yaptığı zülumlere "ne yapalım, o zamanda şartlar öyleymiş" bahanesi bulmazlar. Türk milletinin osmanlı örneğinde yaptığı gibi türlü bahaneler bularak, hitleri haklı çıkartmaya çalışmazlar. Hatta Alman devleti bu utanç verici tarihlerinden dolayı, yahidilerden ve tüm dünyadan resmi bir bildiriyle özür dilemiştir. Paranın para zamanında da Yahudilere 6 milyar mark tazminat ödemiştir. Bizim de aynı şeyi yapmamıza imkan yoktur. Çünkü biz Osmanlı değil Türkiye cumhuriyeti vatandaşıyız. Ama osmanlıcıların yaptığı gibi osmanlının yaptıklarını örnek gösterirsek, karşımıza tarafsız bir insanın gurur duyabileceği birşey değil, tam tersine utanılası bir durum ortaya çıkar. Sevgili CYRANO, Yukarıda belirttim. O bunu yaptı, bu şunu yaptı tartışmasına girilirse, forumda yer kalmaz, yine de sonuna varılmaz. Bırakın kimin ne yaptığına mahkemeler karar versin. Hangi Hrant'tan bahsettiğiniz kesin değil ama, diyelimki gerçekten öyle birşey söyledi. Diyelimki bu yine ülkemizdeki hristiyan düşmanlığının ürettiği bir uydurma değil. Devletin de, bir kişi böyle söyledi diye, ülkemizdeki Ermenilerin haklarını gasp etmesi mi gerekir ? Şuçlar kişiler içindir, medeni devletler suça karşı suç ile cevap veremez. Avrupada ırkçı saldırılar var evet. Bu saldırıları yapan kişiler az sayıda insanlar grubudur. Hepside yakalanıp hapisi boyluyor. Yapıp da hapise girmemiş olanlar varsa, isimlerini yazabilirsiniz. Hergün kelimesi de bir abartıdır. Irkçı fanatikler dışında da, Avrupa insanının bir kısmı yabancıları, özellikle Türkleri pek sevmez, bu da doğrudur. Örnek olarak Türklerin sevilmemesini ele alalım. Türkleri sevmeyen kesim, genellikle sadece Türklerin yaşadığı bölgelerden çıkanlardır. Diğer bölgelerde ise Türkleri sevmek veya sevmemek gibi bir takıntı yoktur. Sevmeyenlere tekrar dönelim. Mesela, Almanlar gelip bu ülkede, mafya kursa, uyuşturucu satsa, genelevler, batakhaneler çalıştırsa, bırakın onları sevip sevmemeyi acaba bu halk onları bir hafta sağ bırakırmıydı ? Onların ordaki yaşam tarzları sevilecek nitelikte mi ? Onları modern Türkiyedeki kentlerde yaşayan, Türkler seviyormu ki, Almanlar nesini sevsin ? Buyurun caminizde yapılıyormuş: http://www.haberturk.com/newengine.php?hab...16&c_id=110 Türkiyede 100 yılı aşkın bir süredir klise yapılmadı sizinde haberiniz vardır sanırım. Mevcut kiliselere de camilere yapılan devlet yardımı yapılmıyor, üstelik çeşitli bahaneler uydurularak kendi yaptıkları tamiratlar da engelleniyor. Daha niceleri yazılır ama konuyu fazla uzatmaya deymez, anlamak isteyen anlar, istemeyen anlamaz. Kişiye eleştiri yazıyorsunuz. Biraz daha nazik olursanız sevinirim. Saygı ve sevgilerimle
-
ULUSAL KİMLİĞİMİZİ OLUŞUMU ÜZERİNE ÖNEMLİ BİR YAZI... (Ulusal kimliğimizin konumu açısından önemli olan bağzı özellikler...
Sevgili Dipnot, Okumak düşünmeyi de mecburi tutar. Bizim milletimizin okumayı sevmemesinin sebebide budur. Okumaya ayılıp, bayılanlar bile, yazının içinde kafayı fazla yoracak birşeylerin olup olmadığını anlamak için, önce alttan, üstten ve ortadan birkaç satır okur. Eğer konunun onu derin düşünceye sevkettiğini anlarsa, orada bir saniye bile fazla kalamaz. Zaten o birkaç satırıda, bunu anlamak için okur. Baktı ki konu aşk'tan meşkten, seksten, geyik muhabbetinden bahsediyor, sizin gönderdiğiniz kadar uzun bir yazıyı ancak o zaman okur. Onun için bende yazımı okunmayacakları kadar uzatmadan önce, yukarda ne yazdığını kısaca tercüme edeyim de, bari en azından orda neyden bahsedildiği anlaşılsın. Yazarın anlattığı aynen şu oluyor: Osmanlı orayımı fethedeyim, burayımı lüp diye yutayım derken, işgal ettiği toprakların milletlerin örf, adet ve dinlerini hiçe saymıştır. Devamlı kendi milletini ve dinini hak sayıp, diğer insanların haklarını ellerinden alarak onları ikinci sınıf vatandaş yerine koymuştur. Bunun neticesinde de dış ülkeler, aynı dinden oldukları bu insanlara onların bu haklı davalarında yardımcı ve destek olmuştur. Böyle oluncada, zorla azınlık yapılan bu insanlar ve dış ülkeler arasında ister istemez bir işbirliği doğmuştur. Bu işbirliği neticesinde osmanlıya karşı hem içerden ve hemde dışardan direniş göstermişlerdir. Bu direnişe karşı osmanlı zaman zaman, bu azınlıkların demokratik haklarını mecburen vermeye çalışmıştır. Ancak halk, hristiyan olan bu toplumun kendileriyle aynı seviyede olmasını hazmedememiştir. Ve sonunda da iş osmanlının parçalanmasına kadar gitmiştir. Bütün bunların neticesinde, Türk toplumu onların bu hak arayışlarını yok sayıp, hafızasında sadece dış ülkelerle azınlıkların yaptığı işbirliğini tutmuştur. Yani kendi yaptığını unutup, başkasının yaptığını hatırında tutmuştur. Aynı olay çeşitli zamanlarda, başka azınlıklar için, defalarca tekrarlanmıştır. Osmanlı halkı her seferinde, azınlıkların insanlık haklarını hiç etmiş, azınlıklarda her seferinde mecbur kalıp dış ülkelerin yardımıyla özgürlüklerini almışlardır. Halk da her seferinde kendi yaptığını unutmuş, dış güçlerle azınlıkların işbirliğini aklında tutmuştur. İşte şimdiki "dış güçler", "komplo teorileri" , gibi öküzün altında buzağı arama paronayaklığı da buradan çıkmıştır. Hristiyan düşmanlığı da buradan çıkmıştır. Yazarın anlattığı bu kadar. Devamını ben ilave ediyorum. Artık balkonda saksı devrildiği zaman Amarikanın ( Amerikanın değil, Amarikanın ) komplosu oluyor, çocuk altını ıslattığı zaman ise AB komplosu oluyor. Bu komplolardan ne kadar çoğunu yakalarsanız, o kadar entel ve kültürlü oluyorsunuz, kahvehanelerdeki hiçkimse geyik muhabbetlerinde elinize su bile dökemiyor. Ne kadar ilginçtir ki, uzayın heryerinde cirit atacak kadar gelişmiş olan bu milletler, öyle basit komplolar yapıyorki bizim inşaatlardaki ameleler bile bu komploların hepsini yakalıyor. Yada tam tersine, bizim ameleler aslında o kadar zeki ki, o amelenin kendisini bile kopyalayabilecek kadar ileri gitmiş bir milletin komplolarını şak diye yakalayabiliyor. Ülkemizde bunun sanayisi bile kurulmuştur. Medya hanım teyzemiz, mahalle kavgaları, Arabesk magazin, şiddet gibi halkımızın sevdiği rezaletlerin yanında AB, ve ABD komplolarının da imalat ve parakende satışını yapmaktadır. Sizin de eğer bir komplo teoriniz yoksa, medyanın imalattan halka satışından, kendinize dilediğiniz komploları seçerseniz iyi olur. Yoksa başkalarının yanında, toplum içindeki sohbetlerde cahil olduğunuz anlaşılır, ona göre. Hiç bir kız yüzünüze bile bakmaz. Ordaki teoriler herkezin dilindeyse, belki havanız sönük olur. İmalat tarzını öğrenirseniz, evde kendi komplo terorinizi kendiniz de üretebilirsiniz. O zaman size hiç kimse hava basamaz. Mesela, diyelimki kuş gribi oldunuz. Normalde siz Türk olduğunuz için kuş gribinin size vız gelmesi lazımdı. Bu kimin komplosu olabilir ? Aynı senaryo şimdi de devam ediyor. Şimdi de azınlık hakları gasp ediliyor, yine azınlıklar sunni müslümanlar tarafından eziliyor. Bu seferde AB onlara destek oluyor ve yine aynı halk "ben ezerim kardeşim, burası müslüman ülke" diyor. ( Bunu derken de sunni müslüman diyemiyor tabiki, aleviler'e ayıp olmasın diye) Allah sonumuzu hayır etsin. İnşallah bu sefer de filimin sonu aynı olmaz. Not: Bazı pişkinler, azınlıklar ezilmiyor diyebilirler. Ben şimdilik şu adresi göndereyim : http://www.istanbulazinliklari.org Bir göz atsınlar, yetmedi derlerse, internette dahası da var. Bu arada azınlıkların korkudan herşeyi yazamadıklarını da unutmasınlar. Yazılmayanları da en canlı şahit olarak, en yakından ben biliyorum. Herkeze haklı, huzurlu ve gururlu günler diliyorum. Saygı ve sevgilerimle .
-
İslam'da Boşanma ( TALAK)
Merhaba sevgili Ahirzaman, Öyle sanıyorum ki belge sunayım derken karşı görüşün lehine bir belge sunmuşsunuz. Hayvan bilimciler de köpeklerinizi dövmeyin derler, sadece büyük suçlar işlediklerinde canını yakmadan gazeteyle vurun derler. Burada söylenen de biraz ona benziyor. Gazete kağıdı değilde, çimen sapı. Birisi size çimen sapıyla vursa, hoşunuza gidermi ? Diyelimki çimen sapıyla vurulan kadının canı yanmadı, peki o kadının incinen gururu ne olacak ? Vurulan şeyin sopa değilde çimen sapı olması, kadını aşşağılamak olmuyormu ? Mademki eşitlik varsa, kadının da erkeğe çimen sapıyla vurabileceğine dair bir ayet varmı ? Hangi tür çimen sapı bu ? Bazı çimen sapları varki bir metreden uzun, aynı kırbaç gibi. Yani sopadan daha beter. Çimen sapının boyutlarına kadın mı karar veriyor ? Yoksa Erkek mi ? Çimen sapının bulunmadığı yerlerde kadınlara ne ile vurulacak ? Bu söylenince kadına fazladan bir şeymi verilmiş oluyor ? Kadınlara cennete gitme konusunda torpil yapıldığını mı gösteriyor ? Erkekler de tamamen aynı şartlarda cennete girebildiğine göre, kadına burda hangi ayrıcalık verilmiş oluyor ? Birisi size iyi ve yüceltici sözler söyleyeceğini garanti verse, sizin haklarınızı kısıtlamasına, size çimen sapıyla vurmasına izin verirmiydiniz ? Güzel sözler söylenmesi haksızlık yapılmadığına delilmidir ? Yukarıda yapmış olduğunuz gibi, belgeyle cevaplarsanız sevinirim. Saygı ve sevgilerimle.
-
Kaç kişiyiz biz!
Merhaba çok sevgili Bozan, Bana yazdığınız cevabı okuduktan sonra, biraz sizi tanıyabilmek amacıyla forumdaki diğer yazılarınıza da göz attım. Buna göre, bir hayli tecrübeli, kültürlü renkli bir kişi olduğunuza kanaat getirdim. Inanıyorumki, her ne kadar bazen yadırgansanız da, sizin gibi kişiliklerin bu ülkeye ihtiyacı vardır. Affınıza sığınarak, sizden ricam sadece forumdaki arkadaşlara karşı, biraz daha yumuşak davranmanız ve herkezin anlayabileceği şekilde fikirlerinizi sunmanızdır. Sanırım yaşınız bizlerden bir hayli ileri, eğer sizin fikirlerinizden faydalanmamızı istiyorsanız; tecrübelerinizi ve bilgilerinizi bize daha yumuşak, daha açıklayıcı ve şimdiki türkçe diliyle açıklamanızı arzu ederiz. Bu şekilde daha faydalı olacağınızı düşünüyorum. Yazılarınızda bir başka dikkatimi çeken konu ise, yazılarınızı genellikle fikirleri eleştirir tarzda yazıyor ve kendi fikirlerinizi daha az sunuyorsunuz. Oysa sizin gibi tecrübeli bir insanın, eleştiriden çok bilgi verir bir şekilde yazması daha faydalı olurdu. Anladım, Bu yüzden bende bütün ve uzun yazıları kopyalamamayı tercih ediyorum. Sizin de böyle yapmanız çok güzel bir davranış. Mümkündür tabiki, Ancak bu başlığı açan arkadaşın bunu pek kabul edeceğini zannetmem. Örneğin yukardaki bir örnekte, para için Atatürk'çü olanları kabul etmedi. Etmesi de düşünülemezdi zaten. Şimdi ben, "ben para için değil, ama çağdaş ve modern gözükmek için Atatürk'çü olmak istiyorum" desem, eminimki onu da, haklı olarak kabül etmez. En iyisi bunun yorumunu o arkadaşımıza bırakmak bence. Gerçektende hiçbirşey anlamadım. Ben şöyle demiştim "Eğer Atatürk'ü seven Atatürkçülerin sayısı merak ediliyorsa, bence bu sayı 70 milyonluk Türkiyede 69 milyonu geçer". Sizce 69 milyondan azmıdır ? Yoksa çokmudur ? İtiraz ettiğiniz şeyi de yazsaydınız, çok iyi olurdu. Atatürk'ün bu ülkeyi düşman işgalinden kurtardığına mı, yoksa çoğunluk tarafından sevildiğine mi itiraz ediyorsunuz ? Sebepleriyle yazarsanız memnun olurum. Neyseki bunu anlayabildim. Sevgili Bozan, Bu arada aklıma gelmişken; neden böyle Arapça, eski Türkçe ve Farsça karışık bir lisan kullandığınızı da yazarmısınız lütfen ? Şimdiki Türkçeyi konuşamadığınızı zannetmiyorum. Cevabımı vereyim: Binler ya da yüzlerle ifade etmedim. Çok çok az olduğunu söyledim. Zaten bunu sayı olarak iddia etmek manasız ve ispatsız olur. Çok az olduğunu söyleme sebebimse, şunlardır. 1- Atatürk'e küfür eden bir partinin seçimlerde tek başına iktidar olarak galip çıkması. 2- Atatürk'çüyüm diyen partilerin bile, Atatürk'ün birinci ilkesi olan laiklik adına hiçbirşey yapmaması. Sevgili bozan, Sizin o bahsettiğiniz kişiler, eğer kitaplarda yazanları değiştirip, halka da kitapta böyle yazıyor derlerse yanlış yapmış olurlar. Eğer bende Atatürk'ün ne söylediğini değiştirip, Atatürk böyle diyor dersem, bende yanlış yapmış olurum. Ben Atatürk böyle söylüyor derken Atatürk'ün söylediği cümleyi alıp aynen buraya taşıdım. Değiştirmeme de imkan yok, zira Atatürk'ün bu cümlesi okullardaki büstlerin üzerinde bile yazıyor. Yani her Atatürk'ü anlayan da bir anlamayan da bir diyorsunuz. Öyleyse 69 milyondan fazladır diyorum, ona da itiraz ediyorsunuz. En iyisi bu noktada ben susayım daha iyi. Eğer o cümleler, o zamana ve Atatürk'ün içinde bulunduğu şartlara göre söylenmişse, şu anda okullardaki büstlerden de o yazıyı kaldırmak lazım. Demekki o zaman ve şartlar içersinde ilim ve fennin dışında başka bir rehber aramak gafletti, şimdiki şartlarda ise fazilet oluyor. Yorumunuza memnun oldum, ama ben buna malesef katılamıyorum. Bu yorumunuza en çok, şeriatçılar sevinecek. Yani bu sözleri başkalarının etkisi altında kalıp, ne dediğini bilemeden söylemiştir öyle mi ? Dolduruşa gelmiş yani. Eğer bu sözleri etkilenmiştir derken faydalanmıştır diyerek söylüyorsanız, bir diyeceğim yok, Atatürk gibi dahi bir insan mümkün olan herşeyden faydalanır. Düşmanından bile birşeyler öğrenmeye çalışır. Ama etkilenmiştir de ondan söylemiştir derseniz, buna da katılamam. Atatürk'ten bahsediyoruz, Kemal Sunal'ın canlandırdığı tiplerden değil. Peki, Atatürk'e laikliğe küfreden bir partinin öne geçtiği, yargımızın cinayete kurban edildiği, aydınlarımızın diri diri yakıldığı bir ortamda, "bırakın bunları asıl murşit ilimdir" demekten tabii ne olabilir ? Sevgili Bozan, Atatürk en hakiki murşit ilimdir, fendir dedikten sonra sözlerini bitirseydi, belki sizin dediğiniz şekilde de yorumlanabilirdi. Ancak dikkat ederseniz, Atatürk sözlerini bu şekilde veya başka bir şekilde yorumlara kapatmak için o noktada bitirmemiş ve ""bunun dışında" bir rehber aramak gaflettir" diye de ilave etmiş. Zaten bu açıdan da benim orada yazdıklarıma da yorum da diyemem. Yoruma özellikle kapatılmış bir cümleyi, gerçek manası dururken yorumlamak yanlış birşeydir. Eğer ne söylediği yeterince anlaşılamasaydı. O zaman yorum yapardık. Ayrıca Atatürk gibi bir dahi o sözlerin o zaman için geçerli olduğunu düşünseydi, sözlerinin başına "Bu zamanda" diye eklerdi mutlaka. Sevgili Bozan, Periden, büyüden bahsetmedim. Ne demek istediğimi de aynen orada yazdım. Bu halkın kafasına 10 yılda bir çuval geçirebilirsiniz. Yeterince paranız varsa, onu Atatürk'çüde yapabilir, Leninci de yapabilirsiniz. Hatta ne olduğunu anlatmadan Hitlerci bile yapabilirsiniz. Ancak gidip bir kahvehanede "din ile alakasız, bir devlet rejimi kuruyoruz" derseniz, o zaman hayatınız tehlikede demektir. Heleki birkaç şeriatçıya denk gelirseniz, o zaman sizi canlı ele geçirmeye çalışacaklarına hiç şüpheniz olmasın. Atatürk bir korkak değildir. Ancak korkak değildir diye, tedbirsiz bir insan da değildir. Milletine faydası olabilmesi için yaşaması ve bunun yanında onlara dediğini yaptıracak kadar sevilmesi gerekliydi. Bu yüzden de "din yoluyla ilerleme olmaz, ilerleme bilimle olur" diyemezdi. Ne yapacaktı eğer halk ona isyan ederse, ordusunu alıp halkın üzerine mi sürecekti ? Diyelimki halk isyan etmedi. Kapısında gece nöbeti tutan askerin şeriat yanlısı olup olmadığına nasıl emin olacaktı ? Dünya da bir çok kere en korumalı insanlar bile suikaste kurban gitmiştir. Atatürk zaten halkın bu yönüyle oynamanın tehlikeli olduğunu en iyi bilen insandı. Bakınız ne demiş: Tüm dönemlerde toplumun kutsallaştırdığı boş düşüncelerden tehlikesizce sıyrılmak imkansızdır. M.K. Buna da o dönemler için söylenmiştir demezsiniz inşallah. Yukardaki örnekte söyledim ya. Gidin bir kahvehaneye, Atatürk'ün söyleyemediğini siz söyleyin o zaman anlarsınız neden herkezin anlamamasının gerekli olduğunu. Bakalım laikliği bilimsel olarak anlatabilecekmisiniz ordaki halka. Siyaset böyle değilmidir ? Hangi siyasetçi her yaptığını, her düşündüğünü halka açık açık söylüyor ? Demekki halklara direk olarak söylenebilecek ve söylenemeyecek konular da vardır. Din konusu bu sayın Bozan. Din için adam öldürenler direk cennete gidiyor. Din için kendi çoluğunu çocuğunu hatta kendini öldürenler var. Atatürk'ümü dinleyecek. Din meselesi yüzünden milyonlarca insan öldürülmüştür bu dünyada. Hala da hiç hız kesmeden öldürülüyor. Atatürk cam kafeste yaşamıyordu. Onun da bir pundunu bulurlardı elbet. Sevgili Bozan, Üsübunuzda küfür yok, direk olarak ağır hakaretler de yok. Ancak kişilik ................... tavırlarınız var. Benim için farketmez, bana isterseniz küfür de edebilirsiniz, fakat sizin yaşınızdaki bir insanın daha şefkatli ve daha kibar olması gerektiğini düşünüyorum. Yine de siz bilirsiniz. Benimki sadece naçizhane bir öneri. İnsanların mutluluğu zamana ve konuya bağlıdır. Her konuda ve her zaman mutlu olan bir insan olacağını tahmin etmiyorum. Bende bazen mutluyum, bazen de değilim. Ama ne kadar mutlu olup olamdığımı da sanırım en iyi ben bilirim. Bana göre de genelde mutlu biriyim. Atatürk'ü anlayamama gelince, Olabilir herşeyi anlayabilmeme imkan yok. Siz anlamışsanız ne mutlu size. Komik olduğumu da söylemişsiniz. Komedi anlayışınız sizi ilgilendiren birşeydir. Bu konuda size bir yorum yapamam. Saygı ve sevgilerimi sunarım.
-
Kaç kişiyiz biz!
Çok sevgili Bozan, Tabiki görüşlerinizi almayı ve faydalanmayı isterim. Ancak bu konuda ufak bir tereddütüm var. Genelde, forumlarda bir görüşe karşı çıkıldığı zaman, eğer görüşün tamamına karşı çıkılıyorsa, yazının tamamı alıntı olarak kopyalanıyor ve altına karşı görüş yazılıyor. Eğer tamamına değilde bir kısmına karşı çıkılıyorsa, o zamanda sadece karşı çıkılan yerler alıntı olarak kopyalanıyor ve altlarına karşı görüşler yazılıyor. Eğer sizde bu şekilde yaptıysanız, benden aldığınız alıntıda fikir olarak sadece "Ne mutlu yüce Atatürk'ü anlayana." fikrimi bırakmışsınız. Buna göre de, bu fikrime karşı çıkıyor olmalısınız ki, böyle düşündüğünüze hiç ihtimal bile yok. Yada eğer tam tersini yaptıysanız; yani asıl karşı çıktığınız fikirlerimi alıntı yapmayıp, ama onlara karşı çıktığınızı söylüyorsanız, o zaman sizden ricam; karşı fikirlerinizi belirtirken farklı davranarak yazımın içinden karşı çıktığınız yerleri alıntı yapmanızdır. Çünkü bu şekilde yapıldığı zaman, ana fikirden uzaklaşılarak yan fikirlerle konu başka yerlerde tartışılacak gibi bir izlenim alıyorum. Nitekim de farkettğiniz gibi, "biz kaç kişiyiz" tartışması neredeyse kıbrıs tartışmasına dönecekti. Yanlış anlamayınız, size konuyu başka yerlere çekeceksiniz demek istemiyorum. Belkide sizin yazılanlardan alıntı yapma tarzınız farklıdır. Ancak ben sadece endişemi dile getirdim ve bana cevap yazmanızdan önce, karşı çıkıyor olduğunuzu tahmin ettiğim ana fikrimi tekrar yazıyorum: "Atatürk, ilim ve fen dışında üçüncü bir rehber aramayı cahillik olarak nitelendirmiştir." Eğer bu fikrime karşıysanız, lütfen bana cevap yazarken yukarıdaki cümlemi alıntı yapıp, altına da karşı çıkma sebebinizin yazınız. Eğer karşı çıktığınız şey bu da değilse, hangi cümleme karşı çıkıyorsanız, onu da alıntı yapabilirsiniz. Yorumlarınız için şimdiden teşekkür ederim.
-
Kaç kişiyiz biz!
Sevgili arkadaşlar, Görülüyorki, herbirimiz Atatürk'çülükten farklı anlamlar çıkarabiliyor ve kendi çıkardığımız yoruma Atatürk'çülük diyoruz. Farklı düşünenlere ise Atatürk'çülüğü çarpıttığını söylüyoruz. Bu aynı "kim gerçek müslümandır" tartışmasına benziyor. Müslümanlığı da aynı Atatürkçülük gibi kimse kimseye kaptırmıyoruz. Kimisi namazında niyazında kalıp, "müslümanlık budur" diyor. Kimisi ise tanga (ip) mayoyla, üstsüz denize girip, "Elhamdurüllah müslümanım" diyor. Kimisi islami kıyafetler giyinip, faizle, tefecilikle geçimini sağlıyor. Kimiside tam bir Atatürk'çü görünümüyle, gravat takıp, Atatürk'çüyüm diyor ve Atatürk'e küfür etmiş partilere oy veriyor. Kimisi Atatürk "muasır medeniyetler" demiştir deyip, doğu kültürüyle batıya girmeye çalışıyor. Kimisi ise Atatürk "mısır medeniyetleri" demiş gibi, batılı görüntüsüyle doğuya koşuyor. Esasında bunun yapılmasının tek sebebi var. Bunu yaptığınız zaman her iki tarafa da ters düşmezsiniz ve bu sayede "gemisini yürüten kaptandır" ilkesine de uymuş olursunuz. Yani ne şiş yansın ne kebap felsefesi. Bu sayede rakı masasında fatiha bile okusanız, kimse size gık bile diyemez. Bu felsefe, çoğunluğun uyguladığı bir felsefedir ve bir açıdan herkezin işine yarayacak bir ortam olmuştur. İslamcılar açısından bakıldığında, kendilerine ters gelsede, bu felsefeni bazıları tarafından uygulanması onların işine yarayabilir. Çünkü tatlı su müslümanlığı bile olsa, hiç olmazsa müslümanım diyor, "bende ülkemizin şu kadarı müslümandır diyebiliyorum." şeklinde ele alırlar. Diğer bir açıdan bu felsefe Atatürkçü'lerin de işine geliyor (Bende dahil) çünkü tatlı su Atatürk'çülüğü bile olsa hiç olmazsa Atatürk'çüyüm diyor ve Atatürk'çülüğe bir destek vermiş oluyor. Geçenlerde "islamın 5 tane şartı vardır" dedim, bunu söylerkende "şart" kelimesinin manası üzerinde vurgu yaptım ve arı kovanına çomak sokmuş gibi oldum. ( Sevgili arkadaşım, bu konuda sizinle tartışmıştık ama siz üstünüze alınmayın, ben sizi kastetmiyorum ! ) Şimdi de Atatürkü anlamanın bir şartı vardır dedim, yine arı kovanına çomak sokmuş gibi oldum. Ancak herkezin dikkat etmesini isterimki bu çomakları bu arı kovanına ben sokmadım. Çünkü haşa, islamın 5 şartını da ben koymadım, Atatürkçü olmanın şartını da ben koymadım. Çomaklar zaten arı kovanındaydı, benim yaptığım sadece bu çomakları biraz kıpırtdatmak oldu. Fikirlerimin tartışılmasına daima açığım ve bundan ayrıca memnuniyet duyarım. Ancak şunu da belirteyim, Atatürk'çülüğü ve Islamı esnetmeye çalışan kişiler varsa, onların adeti olan esnek tartışmalara da girmek istemem. Bende esneme, yaylanma gibi kabiliyetler yoktur. Konu neyse onu tartışırım. Ne söylediysem onun tartışılmasını isterim. Bu yüzden, ne söylediğimin dile getirilmediği tartışmalara girmek istemem. Bu yüzden ne söylediğimi özür dileyerek tekrar ediyorum ve fikrime karşı olanların aşağıdaki, tırnak içindeki cümlemi alıntı yapmasını rica ederim: "Atatürk, ilim ve fen dışında üçüncü bir rehber aramayı cahillik olarak nitelendirmiştir." Bu yukarıdaki cümleme karşı olanlar varsa, lütfen bu cümlemi alıp, cevaplarına başlık yapsınlar, altına da neden yanlış olduğunu yazsınlar. Yüce Atatürk bunu görüşünü belirtmekle kalmamış, aynı zamanda ilim ve fen dışında üçüncü bir rehberi daha olan, hatta ilim ve fenden önce, birinci başka rehberi olan kişilere de özgürlük tanımıştır. Bu da zaten Atatürk'çü olmanın şartlarından biridir. Ancak, Atatürk'ün kendisiyle aynı görüşte olmayanlara özgürlük tanımış olması, kendi fikirlerinde esnek ve kararsız olduğu veya karşı tarafın görüşlerine katıldığı manasına gelmez. Karşı fikirlere özgürlük tanımak farklı bir şeydir, karşı fikirlere katılmak, desteklemek farklı bir şeydir. Bu yüzden, lütfen bana cevap yazarken, başka şeylerden örnek vererek cevap yazmayınız. Benim bu aşağıdaki cümleme cevap yazınız: "Atatürk, ilim ve fen dışında üçüncü bir rehber aramayı cahillik olarak nitelendirmiştir." En derin sevgilerimle.
-
Kaç kişiyiz biz!
Merhaba arkadaşlar, Kaç tane Atatürkçü var diye araştırırken, Atatürk sevmekle Atatürk'ü anlamanın farkını ortaya koymak lazımdır. Eğer Atatürk'ü seven Atatürkçülerin sayısı merak ediliyorsa, bence bu sayı 70 milyonluk Türkiyede 69 milyonu geçer. Çünkü Atatürk bu ülkeyi düşman işgalinden kurtarmıştır, bu sebeplede hemen hemen herkez tarafından sevilmesi normaldir. Ama siz Atatürk'ü gerçekten anlayan, onun fikirlerine katılan Atatürk'çüleri merak ediyorsanız, sayılarının çok çok az olduğuna emin olabilirsiniz. Bunu da kendi fikrimle değil Atatürk'ün fikriyle söylüyorum. Çünkü Atatürk, gerçek Atatürk'çü olmanın ilk şartını zaten kendisi söylemiştir. Bu açıdan, kim gerçek Atatürk'çüdür tartışmasına da gerek yoktur aslında. Bakın Atatürk hangi yolla gerçek Atatürk'çü olunacağını nasıl açıklamış: Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki rehber ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında rehber aramak gaflettir, (vurdumduymaz) cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Atatürk'ün bu cümlesi, onu anlayabilecek kişilere gizlice verilmiş bir mesajdır. Bu mesajın gizlice verilmiş olmasının sebebi ise, ilim ve fen dışında başka rehberleri de olan halkın vereceği ters tepkidir. Atatürk'ün bu cümlesindeki en çok düşünülmesi gereken kelime ise "vurdumduymaz" kelimesidir. Bu vurdumduymaz kelimesinin manası "Benim bu cümlemi herkez anlamaz" manasındadır. Zaten bu cümleyi herkezin anlamaması gerekiyordu. Eğer o zamanlar Atatürk bu cümleyi herkezin anlayabileceği şekilde söyleseydi, çok büyük bir ihtimalle daha fazla yaşama şansı kalmazdı. Hayatta kalmayı başarabilse bile, en azından halkın sevgilisi Atatürk olarak kalması mümkün olmazdı. İşte Atatürke göre Atatürkçü olmanın şartı: İlim ve fen dışında herhangi bir üçüncü rehberiniz daha varsa; (Her ne olursa olsun ) Atatürk'e göre Atatürkçü değilsiniz demektir. Zaten Atatürk bu cümleyi sırf "üçüncü bir rehberiniz daha olmamalı" demek için, kasten söylememiştir. Ne mutlu yüce Atatürk'ü anlayana. En derin sevgilerimle
-
Türban meselesinin çözüm yolu budur.
Sayın Armance, Ben ateist değilim, bir dinsizim. Dinsizlikle ateistlik arasındaki farkı ve ayrıca biraz da kibar olmayı acilen öğrenmeniz gerekir. Tanrıya inanmak başka şeydir, dinlere inanmak başka bir şeydir. Ayrıca beni yalancılıkla suçlamanıza gelince; Eğer ateist olsaydım, nasılki dinsiz olduğumu saklamıyorsam onuda saklamaya gerek duymazdım. Çünkü benim ateistlere karşı sonsuz saygım ve sempatim vardır. Ateistler benimle aynı görüşte olmasalar bile, kendi öz bilinçleriyle kişilik kazanmış, dürüst, çağdaş ve karakter sahibi insanlardır. Onlar hakkında böyle sözler yazdığıma göre, demekki ateist olsaydım bunu da saklamazdım. Milletin beni ciddiye alıp almamasını neden bu kadar taktınız anlamadım. Konunun en başında bu çözüm önerime halkın %90 ının katılmayacağını zaten yazmıştım. Yetmedi bir kere de size aynı şeyi tekrarladım. Hala bana ne kadar ciddiye alacaklar deyip duruyorsunuz. Ya ciddiye alırlarsa gibi bir telaşınız varsa, bırakın da ona da millet kendi karar versin. İnsanların kişiliğine yönelik tepkilerinize bir son verin lütfen. Burası bir fikir tartışma ortamıdır. Kendi fikirleriniz varsa sunarsınız. Kendi fikirleriniz yoksa, başkalarının fikirlerine saygı göstermek şartıyla, karşı çıkıyorsanız, sebeplerini de yazarsınız. Burası insanları karalama defteri değildir. Saygılarımla.
-
Türban meselesinin çözüm yolu budur.
Sevgili Armance, Ben bir ateist değilim. Ayrıca sizden benim önerilerimi de ciddiye almanızı beklemiyorum. Yazımın başında da bu çözümüme Türkiyenin %90 ının itiraz edeceğini zaten yazmıştım. Ancak korkarım ki hiçbir müslüman sizinde bu tek satırlık ve çözüm sunmayan yorumunuzu da ciddiye almaz.
-
Türban meselesinin çözüm yolu budur.
Evet çok sevgili Sedelina, Bunu sadece ben söylemiyorum, yabancı bilim ve tarih kitapları da böyle yazıyor. Kendi vatandaşları da, laik düzene geçtikleri için, müslüman dünyasını geçtiklerini söylüyorlar. Sevgiyle kalın.
-
Hangi cumhuriyet?
Merhaba sevgili Sedelina, Benim de istediğim bu zaten. Farklı birşey söylemiyorum. Bu dedikleriniz yapılırsa, bu ülke çağdaş medeniyete o zaman ulaşacaktır. O zaman AB ye bile gerek kalmaz ve zamanla onları bile geçeriz. Sevgili Sedelina, Şimdiki laiklikten dediğiniz gibi sunni müslümanlar da memnun değil. Fakat onların istediği daha da sunni müslüman bir laiklik, bu yüzden memnun değiller. Yani zaten baskın olan dinlerinin daha da baskın olmasını istiyorlar, memnuniyetsizlikleri buradan geliyor. Ama gerçek laiklik istendiği zaman, "aman şimdiki kalsın. hiç olmazsa bizden yana" diyorlar. Dinlerine değinmiyorum ama, onlarında vicdan özgürlüğü bu demekki.
-
Kaç kişiyiz biz!
Merhaba sevgili Hasan17, Size istediğiniz kadar Atatürkçü bulurum, siz yeterki paradan haber verin. Fındığı, Tütünü, pancarı, buğdayı gaçtan alceksiniz mesela ? Seçim zamanı erzak yardımı yapcekmisiniz ? Bizim gecekonduların tapusunu vercekmisiniz ? Oğlan askerden gelecek, devlet kapısında yumuşak bi döşek verebilicekmişsiniz ? Yeşilmiydi neydi o garttan dağıtıyomusunuz ? Şeerin güzel bi yerinde bana da bi otopark vercekmisiniz ? Eğer bunların hepisini yapabilecekseniz, neci olcağımızı bana bi kağada yazıp verin, hallederiz. Yanlız gandırmaca yok haa, yoksa döneriz valla bi daaki seçimde AKP ye. Nede olsa cebi sağlam parti, belediyeleri de bizden. Yohsa coh uğraşırsınız valla, çocuk da bizde para da bizde. Neyse hanımın sancısı duttu yine, soona goruşürüz.
-
Hangi cumhuriyet?
Sayın kurtoğlu, Yazdığınıza ve forumda taşıdığınız resime bakınca aslında size cevap yazmamın boşuna olacağını biliyorum ama, malesef cevap yazmak zorundayım, çünkü forumu başka arkadaşlar da okuyor, belki onlardan birkaçına birşeyler anlatma imkanım olur. Size cevap yazmamın boşuna olduğunu kendinize hakaret olarak almayın lütfen. Boşuna dememin sebebi sizinle kendimi ayrı dünyalarda görüyor olmamdır. Yani siz başka makinesiniz, ben başka bir makineyim. Sizin düşünce tarzınızla benimkisinin uyuşması asla mümkün olamaz. Kendimin düşünce tarzımın da sizinkinden üstün olduğu gibi bir iddiam da yok, belkide sizinkisi benimkinden üstündür ama yinede sizinle anlaşamayacağımız kesin. Sevgili arkadaşlar, Forumdaki soru ve cevaplara baktığınızda, bu örnekte de gördüğünüz gibi, devletten din özgürlüğü adı altında din olanakları isteniyor. Ve de devlet buna mecbur tutuluyor. Bu din olanaklarını isterkende, başkalarının inançları hiçe sayılıyor, diğer inançların maddi ve manevi hakları ellerinden zorla alınmasına devam edilmesi isteniyor. Çünkü gördüğüm kadarıyla, sunni müslümanlardan hiçbiri şimdiki haksız sistemden rahatsız olmuyor, başkalarının da hakları olabileceğinden hiç bahsetmiyor. Evet, çoğunluk olmanın tadını azınlıkların hakkının gasp edilmesini destekleyerek çıkarabilirsiniz. Ancak unutmayınızki, AB bütün bunları görüyor ve bu haksızlıklar sürdüğü sürece sizi kabul etmeyecektir. "Etmezse etmesin" dediğinizi duyar gibiyim. Çoğunluk olmanın tadını AB ile değişmeyeceğinize de eminim. Fakat şunu da unutmayın ki, Türkiye yeni dünya düzeninde artık bulunacağı yeri seçmek zorunda kalacaktır. Bu coğrafyada bulunduğumuza göre karşımızda sadece 2 seçenek var. Ya batı dünyası, yada doğu. Batının kapısını kapattığınız zaman, batı da size kapısını kapatır, sizde doğu dünyasının şeriat dünyasına kavuşmuş olursunuz. Belki "olsun şeriata geçsek daha iyi" de diyebilirsiniz fakat bunuda unutmayın ki, petrolsüz şeriat açlık ve sefalet demektir. Artık orayı burayı fethedip, her tarafı vergiye kesen osmanlı dönemi de mazide kaldı. Şeriat Türkiyesi en fazla Afganistan seviyesine gelebilir. Sayın kurtoğlu, Kendime bakmadığımı nereden çıkardığınızı bilmiyorum. Forumlarda kimin kim olduğunu bilemezsiniz. Karşınızdaki kişi cahilin, berduşun biri veya çoluk çocuk olabileceği gibi, hiç ummadığınız bir kişi de olabilir. Böyle bir cümleye cevap yazmak istemezdim ama kendi hakkımda böyle düşünülmesini de istemem o yüzden size cevap yazmak mecburiyetindeyim. Bu cevabı yazdığım için de diğer arkadaşlardan özür dilerim. Sayın kurtoğlu, Ben bu ülkeye yılda birkaç milyon dolar döviz girdisi sağlıyorum. Yüz taneye yakın aileye geçim kaynağı sağlıyorum. Teknemle yıllarca, sevgili vatandaşlarımızın denizlere attığı onlarca ton çöpü topladım. Bağış yoluyla diktirdiğim ağaçların yanında 500-600 kadar ağacı devlet arazilerine kendi ellerimle diktim. Yine sevgili vatandaşlarımızın eziyet ettiği hayvanlarımızı koruma derneğimizin en aktif üyelerinden biriyim. Çok yakında ise daha önce yazmaya başlamış olduğum teknolojik bir daldaki makalelerimi ücretsiz yayınlayıp, Türkiyenin teknolojisinin gelişmesine katkıda bulunacağım. Daha bunlara benzer çok şeyler yazardım ama, artık o kadarı da ayıp olur. Sayın kurtoğlu, Sizin hayat görüşünüzün çok farklı olduğunu biliyorum. Bu yüzden, ben size ne cevap yazarsam yazayım, doğal olarak bana yinede mualif olacaksınız. Dolayısıyla da sizden beni anlamanızı beklemiyor ve konunun ikili polemik haline dönüşmemesi için, bana cevap yazmamanızı daha uygun görüyorum. Siz yazdınız bende cevapladım, daha ileri götürmeyelim lütfen. saygılarımla.
-
Hangi cumhuriyet?
Arkadaşlar aslında farkındaysanız, yakınen aynı fikirdeyiz. Fikirlerimiz arasında sadece ufak bir fark var, laiklik gelirse (yani devletin islama desteği kalkarsa) ben islamın azalacağını düşünüyorum, siz de tamamen yok olacağını düşünüyorsunuz. Bence bu konuda endişeye kapılmanıza gerek yok. Bırakın islam kendi ayaklarıyla, insanların mantığında, insanların desteğinde nereye gidiyorsa oraya gitsin. Hiç belli olmaz belkide insanların kendi mantığında daha da ileri seviyeye ulaşır.
-
Hangi cumhuriyet?
Gerçekten çok özür dilerim değerli Scaramouche, Amacım karşılaştırma yapmak değildi ama mecburen biraz öyle oldu galiba. Size bu şekilde cevap yazmamın sebebi, hakkımda düşündüğünüz bilgi noksanlığı fikrinizi değiştirmenize yönelikti. Bu sebeple bu konuda hangi seviyede bilgi sahibi olduğumu yazmak zorunda kaldım. Tekrar özür dilerim. Çok sevgili Scaramouche, "Bireysel hakların" savunulması konusunda böyle düşünmeniz beni sevindirdi. Ayrıca "Bireysel haklar" ve demokrasi hakkında benim düşüncelerim hakkında ne gibi bir izlenim edindiğinizi de öğrenmek isterim. Çok güzel dile getirmişsiniz sevgili Scaramouche, Evet ben gerçekten ABD nin bu tür yapısına laiklik bakımından iyi bir puan veriyorum. Ancak ABD nin yapısıyla Türkiyenin yapısı biraz farklıdır. O fark da şurdan kaynaklanmaktadır. Oradaki tarikat ve hareketler devlet yönetimini ele geçirip bir dini yönetim kurma amacında değildir. Yani laik ve demokratik devlet rejimini tehlikeye sokmuyorlar. Zaten dikkat ederseniz, hristiyan dünyasında bu türden devleti yıkıp, dini rejim kurma çabasında olan gruplar yoktur. Bunu yapmak isteyen çok az sayıda kişi çıksa da, onlar da zaten gruplaşmış halde değildirler. Hristiyan dünyasının dindar insanları, devleti ele geçirmek isteyecek kadar fanatikleşmiyorlar, sadece dini özgürlüklerini istiyorlar. Zaten de bu insanlara dini özgürlükleri büyük bir ölçüde verilmiştir. Ancak müslüman dünyası böyle değildir. Bazı kişiler ve gruplar (Tarikat da diyebilirsiniz) dindarlaştıkça fanatikleşiyor ve devlet yönetimlerini ele geçirmeye çalışıyorlar. Yani onlara dini özgürlükler filan yetmiyor. Bu farkları göz önünde bulundurursanız, Türkiyede bu tür tehlikeli tarikatların hareketlenmelerine izin verilmemelidir. Ancak, dini tarikatlar yanında birde dini mezhepler de vardır. Onları da düşünmek gerekir. Bu sebeple, devlet onaylı ve kontrollü dini kurumlara serbestlik verilmelidir. Bu şekilde yapıldığı zaman bunun hiçbir tehlikesi yoktur. "bu inanç sistemlerinin içinde yer alan arkadaşlarla olan tartışmanızın nedeni nedir" demişsiniz ona cevap vereyim. Gerçektende yukarıda yazdığım şekilde düşünen biri olarak sanki daha fazla din ister gibi bir hal sergiliyor gibi olabilirim. Halbuki ben tam tersine dinsiz (Ateist değil) bir insanım. Benim karşı çıktığım şey, din özgürlüğü adı altında din kayırması istenmesidir. Üstelik de bunu yapanlar, Türkiyedeki türban hariç tüm din özgürlüklerini almış ve başkasına hiç din özgürlüğü bırakmamış olanlardır. Diğer tüm din ve mezhep mensuplarının yüzlerce din özgürlüğü hakkı kendileri tarafından alınmış olmasına rağmen, mağdurlar yerine en çok onlar din özgürlüğü diye bağırıyorlar. En fazla din özgürlüğü mağduru olan kişiler susuyor. Çünkü susmasalar da azınlık oldukları için onları kimse dikkate bile almıyor. Benim karşı çıktığım şey, din özgürlüğü kelimesinin sadece sunni müslümanlar için kullanılmasıdır. Üstelik "din özgürlüğü" kelimesini çarpıtarak, "devletin din olanakları sağlaması" mecburiyeti şekline sokuyorlar. Tabiki devlet de hangi dinin, hangi mezhebinin olanaklarını sağlayacak, onu da çok iyi biliyorlar. Din özgürlüğü başkadır, devletten din alacaklısı olmak başkadır. Hiçkimse din özgürlüğü adı altında devletten din isteyemez. Devletin din sahibi olmasını isteyemez. Eğer herkez devletten kendi dinine, kendi mezhebine inanmasını isterse, işte şimdi olduğu gibi devlet de çoğunluğun dinine ve mezhebine inanır. O zaman da yine şimdi olduğu gibi, çoğunluğun dini, azınlığın din özgürlüğünü ortadan kaldırır. Şimdi akla şu soru gelebilir. Bir dinsiz olarak bu beni neden bu kadar ilgilendiriyor ? Çünkü ben bu kadar dinle yatıp kalkan halktan kişisel olarak zarar gördüğüme inanıyorum. Eğer devlet (halk değil) bir gün bu sunni inanışından vazgeçip (halk değil) dinsizleşirse, halkına suni bir şekilde din pompalamaktan da vazgeçecektir. Devlet halkına din pompalamadığı sürece de bu toplum bu kadar din düşkünü olmayacaktır. O zaman da daha çağdaş, daha gelişmiş bir ülke olmamız kaçınılmaz olacaktır. Bu nasıl olur ? Devletin sunni islamdan maddi ve manevi desteğini kaldırmasıyla olur. O zaman dinlerin insan mantığında, isteğinde, arzusunda ne boyuta kadar büyüyebileceğini de görmüş oluruz. Bakalım arabayı arkadan mı itiyorlar, yoksa kendi motoruyla mı gidiyor. Onu görmüş oluruz. Ya kendi motoruyla da gidebiliyorsa ? O zaman o dine bende inanacağım. Çünkü bu onun gerçekliğini ispatlar. Olabilir neden olmasın. Yeterki ABD başkanları gibi devletin dinsiz olması gerektiğini bilsin, kimseye kendi inancını pompalamaya kalkmasın. Özel hayatında da isterse günde 25 kere namaz kılsın. ----------- Çok sevgili Scaramouche, Bir önceki yazdığımdan dolayı tekrar özür diler, sizi sevgiyle kucaklarım.
-
Hangi cumhuriyet?
Sevgili GeceKuşu, Umarım sihhattesinizdir. Sevgili Scaramouche arkadaşımıza cevap yazmak biraz zordu. Sanıyorum yaşı biraz genç, o yüzden kensisine onun yaşına uygun cevap verilmesi gerekiyordu. Bu da tabiki pek kolay değil, bu sebeple ona verilecek cevabımı tembellik edip biraz ertelemiştim. Sonrada forumdaki tüm konuların birbirine benzemesinden dolayı, Scaramouche arlkadaşımızın yazıtını arayıp bir türlü bulamamıştım. Çok konuya yazdığınız zaman, forumdaki yazdıklarınızı bir süre sonra bulamaz oluyorsunuz, forumdaki Asistanım özelliği de en fazla en son 10 yazdığınızı gösteriyor. Forumdaki yazışmalarımı takip etmek için, kendime göre bir sistem kuracağım ama onada şimdilik pek vakit bulamadım. Eğer cevap yazamadığım başka arkadaşlarda varsa kendilerinden özür dilerim ve mümkünse bunu bana bildirmelerini rica ederim. Şu anda sevgili Scaramouche için cevabımı yazdım, umarım bana fazla kızmaz. Ancak öyle bir soru tarzına da, hiç kızdırmadan da yazmak malesef biraz imkansız gibiydi. Fakat ben yine de inanıyorumki, Scaramouche gibi arkadaşlar zamanla, daha çok şeyler görecek, öğrenecek ve bizleri de geçeceklerdir. Tekrar görüşmek üzere çok değerli GeceKuşu .
-
Hangi cumhuriyet?
Sevgili Scaramouche, Özür dileyerek, sizi kendi kullandığınız "seküler" kelimesinin manasını öğrenmeye davet ediyorum. Bu kelimenin manasını öğrendiğiniz zaman, ABD nin bizden çok daha laik bir devlet olduğunu siz benden fazla söyleyeceksiniz. İsterseniz biraz ben yardımcı olayım. Seküler kelimesi dilimize ingilizceden girmiştir. İngilizcede "secular" olarak geçer. Manası ise din ile alakasız demektir. Yani dünyevi demektir. Yani laik demektir. İnanmazsanız bir ingilizce sözlük alıp bakabilirsiniz. Sevgili Scaramouche, İnsanların bilgi birikimi, o insanın nerde dolaştığına, neler okuduğuna bağımlıdır. Eğer siz sürekli zaman gazetesi okursanız, kanal 7 yi, Samanyolu tv yi izlerseniz, bilgi birikiminiz onların size verdiği şekilde olur. Avrupayı, Avrupalıyı ve hristiyan dünyasını çekemeyen kaynaklardan bilgi birikimi sağlamaya kalkarsanız, biriktirdiğiniz bilgilerde, bilgi değil, birilerinin dolduruşu şeklinde olur. Benim çocukluk ve gençlik yıllarımın büyük çoğunluğu Rumlar ve Ermeniler arasında geçti. Bu yüzden de yıllardır konuşmamama rağmen hala azda olsa ermenice bilirim. Istanbulda yaşadığım bölgenin %85 inden fazlası gayrimüslümdü. Bu insanlardan bir kısmı sunni islami baskılarımızdan bunalarak Yunanistana (Rumlar) veya diğer AB ülkelerine (Ermeniler) göç ettiler. (Kimisi de ABD ye) Dolayısıyla, bu eski dostlarımdan bahsettiğiniz, Yunanistan hakkında detaylı bilgileri alıyorum hiç merak etmeyin. Diğer AB ülkelerini ve Avrupalıları tanımaya gelince; Benim arkadaşlık ettiğim insanların yarısından çoğu Avrupalı. Ancak genelde olduğu gibi, internette bir kaç kere yarım yamalak chat yapıp da Avrupalı arkadaşlarım var demiyorum. Onların hepsi yüzyüze ve daimi görüştüğüm insanlardır. Müşterilerimin ise sadece bir tanesi ABD li, geri kalanının tamamı İngiliz. Bir tane de çocuğum var, o da Almanyada yaşıyor ve annesi de alman. Okuduğum kitapların da en az yarısı İngilizce. Lütfen bana, Ab ülkelerindeki Türk gurbetçilerinden söz edip, sizinde onlar vasıtasıyla, batı dünyası ve hristiyanlar hakkında bilgileriniz olduğundan söz etmeyiniz. Bizim ordaki gurbetçi vatandaşlarımız, AB de değil, orada kurdukları kendi Türk ve islam dünyalarında yaşıyorlar. Ancak üzülmeyiniz, Biraz bölge ve çevre değiştirecek olursanız, sizin de yeterince bilgi birikiminiz olacaktır. Lütfen söylediklerimden alınıp, darılmayınız. Sanıyorum yaşınız benden genç olmalı. Buna dayanarak söylüyorumki, sizin yaşınızdayken bende, kendi büyüklerimden bazen böyle hafif tatlı sert cevaplar alıyordum. Bu da zamanla insanın pişmesini sağlıyor. Biraz yörünge değiştirirseniz, beni çok mutlu edersiniz. Kendinize iyi bakın. En derin sevgilerimi sunarım.
-
Hangi cumhuriyet?
Merhaba sevgili Berceste, Sevgili Sedelinaya aynı konuda yukarıdaki yazımda cevap yazdım. Kaynak belirterek vermiş olduğunuz laiklik tanımınıza cevap yazmak isterim. Hem TDK nın ve hemde yüce Atatürk'ün yaptığı laiklik tanımlamasında aşağıdaki kriterler vurgulanıyor: 1- Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması. 2- Bütün yurttaşlara din ve ibadet hakkı verilmesi. 3- Halkın din ve vicdan özgürlüğüne devletin tarafsız kalması, bütün dinlere karşı eşit mesafede bulunması. Bütün bunlara zaten itiraz eden yok. Fakat dikkat ederseniz verdiğiniz kaynaklarda, bunun nasıl yapılacağı hakkında en ufak bir bilgi bile yok. Tabiki devlet bu 3 kriteri yerine getirmekten mesuldür. Fakat bunu ne şekilde sağlayacaktır ? Devletin bunları sadece söylemesi yeterlimidir ? Laik bir devletin bütün dinlere eşit mesafede kalabilmesi için dinsiz olması gerekmezmi ? Laik bir devletin resmi veya gayrıresmi bir dini olursa, o devletin bütün dinlere eşit mesafede durabileceğini kim garanti edebilir ? Futbol federasyonu "biz bütün takımlara tarafsızız" deyip de, tek bir klup için her tarafta stadyumlar sosyal tesisler yaptırması onların tarafsız olduğunu gösterirmi ? İtiraz edildiği zamanda "Biz tarafsızız ama ne yapalım. En çok bu klübün taraftarı var" diyebilirmi ? Atatürk burada bütün yurttaşlara din sağlanmasıdır demişmi ? "din hürriyeti" demek, halkın din konusunda devletten alacaklı olduğu manasına mı gelir ? Eğer halkların her özgürlüğü onu devletten alacaklı konuma getiriyorsa, o zaman devlet bana da şunları sağlamakta mecburdur: Benim Türkiyenin her tarafını gezme özgürlüğüm var. Öyleyse devlet beni Türkiyenin her tarafını gezdirmeye mecburdur. Benim alkol alma özgürlüğüm var. Öyleyse devlet bana alkol bulmaya mecburdur. Benim evlenme özgürlüğüm var. Öyleyse devlet beni evlendirmeye mecburdur. Otomobil kullanma özgürlüğüm var. Öyleyse devlet bana bir otomobil sağlamaya mecburdur. Nasıl ki devletin halkına tüm özgürlüklerini uygulatma mecburiyeti yoksa, laik bir devletin halkın din özgürlüğü var diye bunun uygulanmasını da sağlama mecburiyeti yoktur. Halkların yaşamak için zorunlu ihtiyaçları vardır. Bunlar da bilimsel olarak belirlenmiş ihtiyaçlardır. Devlet elinden geldiği kadar halkın bu zorunlu ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamakla mükelleftir. Din olanakları sağlaması için, "din, yaşamak için zorunlu bir ihtiyaçtır" demesi gerekir. Bunu da ancak 2 türlü yapabilir; ya "bütün dinler, yaşamak için zorunlu bir ihtiyaçtır" deyip, her tarafa kiliseler, camiler, havralar ve diğer tür tapınakları yapar. Veya "sadece falanca din, yaşamak için zorunlu bir ihtiyaçtır" der ve her tarafa o dinin tapınaklarını ve olanaklarını sağlar. Şu yapılanda zaten budur. Ancak laik bir devlet ne birincisini, nede ikincisini yapabilir. Çünkü "din zorunlu bir ihtiyaçtır" dendiğinde, devletin bu dini bilimsel olarak ispatlaması ve bunu bir kanun olarak yayınlaması gerekir. İşte o zaman laiklik elden gider. Çünkü dini gerçek olarak deklare eden bir devletin kendi kanunları yerine o dindeki kanunları uygulaması gerekir. O zaman da din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması gibi birşey söz konusu dahi olamaz. Heleki her din için din özgürlüğü, hiç sözkonusu olamaz. Gördüğünüz gibi temelde anlaşabiliyoruz. Anlaşamadığımız konu ise özgürlüğün ne şekilde kullanılacağıdır. Yani din özgürlüğü sağlamakla, din olanakları sağlamak arasındaki fark. Malesef sevgili Berceste, Tam tersine, laiklikteki "din özgürlüğü" kelimesi "din olanaklarının sağlanmasının mecburiyeti" şekline sokularak laiklik çoğunluğun istediği bir şekle sokuluyor. Bunun da en kesin kanıtı, Türkiyedeki laiklikten bazı sunni müslümanların dışında hiçkimsenin memnun olmamasıdır. Örneğin, benim bu forumlarda yazdıklarıma, şimdiye kadar alevi, ermeni, rum ve diğer din mensuplarının bir tanesi bile etmemiştir. İtiraz edenlerin hepsinin sunni müslümanlar olmasında bir gariplik yokmu sizce ? ÖZGÜRLÜKLERİMİZİN UYGULANMASI; NE DEVLETE, NEDE BİR BAŞKASINA DAYATMA ŞEKLİNDE OLMAMALIDIR. Kendinize iyi bakın sevgili Berceste, Sağduyunuzun, adaleti destekleyeceğine eminim.
-
Hangi cumhuriyet?
Sevgili Sedelina, Unutmamak lazımdırki, dünyada ne demokrasi, ne laiklik, nede insan hakları henüz yeterince gelişmemiştir. Bu 3 olgu da henüz gelişme sürecindedir. Bu yüzden, AB ülkelerinin de henüz yeterince laik olmaması normaldir. Hatta kendileri dahi yeterince laik olduklarını iddia etmiyorlar, tam tersine yeterince laik olmadıklarından şikayet ediyorlar. Ve hatta bazı konularda Türkiye bazı AB ülkelerinden daha laiktir. Ancak şunu da kabul etmek lazımdırki, laik olmak için tüm kriterlere baktığınızda, Türkiye bütün AB ülkelerinden çok daha geridir. Böyle olması da bir derece normaldir çünkü laiklik denen kavram bize zaten Avrupadan ithal edilmiştir. Biz laiklik ilkesini, Avrupa ülkelerinden aldık, aynen kopyaladık, fakat bizim o yıllardaki kopyaladığımız laiklikle şimdiki laiklik arasında çok fazla fark vardır. Laiklik yıllar boyunca sürekli gelişmiş ve daha fazla ülkeye yayılmaya başlamıştır. Biz Avrupadan onların şimdiki düzeydeki laikliğini yine kopyalasak, 20 yıl sonra laiklik konusunda yine onlardan geri kalırız. Çünkü, onlardaki laiklik sürekli gelişiyor. Türkiyede ise Atatürk'ten bu yana laiklik konusunda neredeyse hiçbir adım atılmıyor. Bahsettiğim konuların hepsinin AB ülkelerinde var olduğunu yazmışsınız. Tabiki bazıları bazı ülkelerde hala var fakat Türkiye gibi hepsinin bir arada olduğu tek bir ülke bile varmı ? Türkiyede devletin beslediği 80,000 tane cami var. Acaba Avrupanın tüm kiliselerini toplasanız 80,000 tane kilise çıkarmı ? Tüm Avrupa ülkelerini toplasanız, acaba Türk devletinin beslediği kadar din adamı besleniyormu ? Avrupada dini bir okuldan, profesör ünvanı alan tek bir kişi varmı ? Böyle birisi varsa, lütfen bana ismini veriniz, bende bilmek istiyorum. Önceki yazımdaki "tüm kriterlere" uyan bir AB devleti varsa lütfen onun da ismini bana veriniz. Örneğin bana şu paragrafı ülke adı kısımlarına herhangi bir ülkenin adını yazıp gönderebilirmisiniz ? Değiştirmeden tam bu paragrafı istiyorum ama, sadece ülke adlarını değiştirebilirsiniz Fransa 80,000 tane kilise besliyor ? Fransada devlet televizyonundan dini yayınlar yapılıyor ? Fransa müslümanlardan vergi toplayıp, o paraları kiliselere harcıyor ? Fransada devletin hristiyanlık üniversitesi var ? Fransada devletin papaz hatip lisesi var ? ------ Örneğin ben size 2 tane AB ülkesini örnek olarak vereyim. Bu ülkelerin ikiside henüz yeterince laik değil, ama Türkiye ile arasındaki farklara bakınız. İngilterede mezhep bakımından devlet onaylı 2 çeşit kilise vardır. Bu kiliselerden ikisi de vergiden pay alamazlar. Kiliselerin masrafları bu kiliselere mensup halk tarafından karşılanmaktadır. Okullarda ailelerin isteğine bağlı, seçmeli din dersleri verilmektedir, fakat devletin din adamı yetiştirmeye yönelik hiçbir devlet okulu yoktur. İngilterede incil okuyan devlet televizyonu da yoktur. Almanyada devlete ait din okulları vardır fakat kiliseler hristiyan halktan toplanan, Kirchensteuer adında vergilerle geçinmektedir. Dileyen kişi "ben bu dine inanmıyorum" deyip bu vergiyi ödemek zorunda kalmamaktadır. Papanın AB ülkelerininin kanunlarında imza veya veto yetkisi yoktur. Papa sadece dini bakımdan sakıncalı diyerek ortalığı karıştırdı. Bazı milletvekilleri de muhafazakar oylarını kaybetmemek için, bu yasağı koymak zorunda kaldı. Peki bu yasağın 10 yıl daha süreceğine siz inanıyormusunuz ? Dünyada birçok ülke bu yasağı kaldırdı ve kök hücre çalışmaları yapıyor. AB ülkeleri onların gerisinde kalmayı ne kadar süre hazmedebilir ? Burda da bir gün kök hücre çalışması yapılsa ortalık ayağa kalkar, ama en sonunda birgün kabul edilmek zorunda kalır. Bilim zaten daima dini engellerle boğuşmak zorunda kalmıştır. Standart halk da malesef, bilimin bütün nimetlerinden faydalandığı halde, bilimle bir sürtüşme olduğunda bilimadamları yerine, din adamlara destek olmaktadır. Evet ama o resmi dinler yüzyıllar önce ilan edilmiş, şu anda birçok ülkede geçerliliği yok. Yavaş yavaş da daha çok ülkede resmi dinler kaldırılıyor. Yanlış hatırlamıyorsam en son 2000 yılında Avusturalyada kaldırıldı. Şu anda da Avusturalyada yargıçlar, anayasanın laiklik ilkesine aykırı olduğu için, okullardaki "seçmeli din derslerinin" tamamen kaldırılmasını istiyorlar. AB de öyle ülkeler varkı, halkının yarıdan fazlası dinlere inanmıyor. Öyle bir ülkede resmi din olsa veya olmasa ne farkeder. İlahiyat fakültesi varya. Müslümanlıktan başka din yokki orda. Üstelik sadece sunni müslümanlık var. Daha da kötüsü, buradan yetişenlere, hiçbir bilimsel buluş yapmadan veya bilimsel makale yazmadan, profesörlük ünvanı bile veriliyor. Oysaki bu kanunlara bile aykırı. Sevgiyle kalın sevgili Sedelina.
-
Türban meselesinin çözüm yolu budur.
Yapmadım zaten sevgili Sedelina, Yazılarımın hangisinde müslüman ülke olduğumuz için AB bizi almıyor dedim ? Tam tersine AB bizi eninde sonunda, istese de istemesede kabul edecek. Yeterki daha önce şeriat gelmemiş olsun. Zamanı geldiğinde AB bizi içine alacaktır, ancak laikleşmemizi de şart koşacaktır. Yukarda bahsettiğiniz konular zaten düzeltilmesi şart olan konular, fakat burdaki konumuz onlar değil. Ayrıca devlet laikleşmediği sürece, yukarıda bahsetttiğiniz konularda yeterince düzelmeyecektir. Buda hem biraz derin konu, hemde konumuzun dışında bir mevzu. Sevgiyle kalın.
-
Türban meselesinin çözüm yolu budur.
Merhaba Sevgili Hearten, Hangi ateist'e devlet okullarında ateistlik dersleri veriliyor, bir açıklarmısınız ? Sevgili Hearten, Ben kuran kursları kapatılmalı demedim. Camilerde ders verilmemelidir de demedim. Tam tersine din bilgisinin kuran kurslarında ve camilerde verilmesi gerektiğini savunuyorum. Ancak bunlar laik bir devletin camileri ve kuran kursları olmamalı. Laik bir devlet ne imamlık, ne papazlık nede hahamlık yapamaz. Laik bir devletin din konusunda tek yapabileceği, dinlerin kurumlaşmasına izin vermek ve onları sadece dışardan denetlemektir. Bu dini kurumlar da halk tarafından yönetilir, bu kurumların iç işlerine karışılamaz. Bu kurumlar, dinlerini diledikleri şekilde, diledikleri yerlerde kendi imkanlarıyla öğretmelidir. Devletin de bu din öğretme şekline kesinlikle bir engeli veya katkısı olmamalıdır. Eğer halk, bu kurumun din öğretme şeklini beğenmezse, kurumun başına kendi seçtiği insanları getirerek, istediği şekilde din eğitimine kavuşmuş olur. Evrim teorisi, okullarda evrim kuralı olarak öğretilmiyor. Evrim teorisinden bahsedilirken, onun bir teori olduğu da söyleniyor. Ayrıca evrim teorisi tüm batılı ülkelerin dinlerine de aykırı bir teoridir, ancak buna rağmen o ülkelerde de evrim teorisi ders kitaplarında işlenmektedir. Evrim teorisi, bilim dünyasında yeri olan ve her geçen gün gerçekliği daha da fazla ortaya çıkan bir bilimsel çalışmadır. Bilim adamlarının yaptığı tüm çalışmalara, çalışma sonuçlanıncaya kadar teori denir. Bilim adamlarının yaptıkları çalışmaları, bir bilim yuvası olan okullarda öğrencileri haberdar etmek demokrasi ve laiklik gereğidir. Yapılan bu çalışmaları gizlemek, demokrasiye ve laikliğe aykırıdır. Birgün dinler de bilim adamları tarafından, bilimsel olarak ispatlanmaya başlarsa, o zaman bu çalışmalardan da öğrenciler haberdar edilmelidir. Bir devlet, bir bilim dalında ders veriyor diye, bunun karşılığında bilimin dışında da ders vererek kendini affettirmek zorunda değildir. Camiyle okulu birbiriyle karıştırmamak gerekir. Devletin bu tutumu laik bir davranıştır, ancak sadece bu ve birkaç laik davranış sebebiyle Türkiyede devlet laiktir diyemeyiz. Devletimiz laikliğin henüz L harfindedir. Dinini bilmeyen birine dindar denilebilirmi ? Önce din öğrenilir ? Eğer inanç gerçekleşirse ondan sonra dindarlaşılır. Ancak malesef Türkiyede inanç buna deniyor. Bir bebeğin bile bir dine inandığı varsayılıyor. Hatta gördüğünüz gibi o bebek dindar bir ailede doğmuşsa, sadece dine inanıyor olarak değil, aynı zamanda dindar olarak da sayılabiliyor. Din eğer bir inanç meselesiyse, bunun karşılığında inanmama şansı da verilmelidir. İnanmanın zıt anlamı inanmamaktır. İnanmanın zıt anlamını ortadan kaldırdığınız zaman, inanmanın da gerçekliği olmaz. Devlet bu yüzden de bu işlere hiç bulaşmamalıdır. Devlet kimsenin inanıp inanmayacağına karışmamalı, alet edilmemelidir. Bu söylediklerinizin hiçbirisi Türkiyede yapılmıyor. Dinlere eşit mesafede durulmuyor. Sunni islam dinine ayrıcalık tanınıyor. Devletin tüm dinlere eşit mesafede durabilmesi için, kendisinin dinsiz olması gerekir. Halkın, devlet memurlarının, milletvekillerinin, başbakanın ve Cumhur başkanının dini olabilir, fakat laik bir devletin bir dini olamaz. Devletin bir dini olursa, aynı şimdi olduğu gibi devlet kendi dinini kayırır. Din konusu halkın konusudur. Laik bir devletin konusu değildir. Laiklik halkın dinsizliği değildir. Ama Devletin dinsizliğidir. Dikkat ederseniz, burada bahsettiğim konunun adını zaten "türban meselesinin çözüm yolu" diye adlandırmışım. Bahsettiğim sistem Türkiyeye geldiğinde isteyen istediği yerde türban takabilecektir. Şu anda türban yasağının olma sebebi de türbanın şeriat tehlikesi yaratmasıdır. Neden şeriat tehlikesi yaratır derseniz, onu da yazdım : http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=261665 Ancak hakettiğimiz verilirken, haksızca aldıklarımız da elimizden alınıyor deyip, bu çözüme de itiraz ederseniz, Bundan başka da çözüm yok. Olsaydı zaten şimdiye kadar birileri tarafından ortaya atılırdı. Saygı sevgilerimle..
-
Türban meselesinin çözüm yolu budur.
Güzel dostlarım, Gördüğünüz gibi daha yazımın başında Türk halkının %90 ının bu çözüme itiraz edeceğini yazmışım. En çok da Türkiyedeki, sunni müslümanların itiraz etmeside gayet normaldir. Çünkü şu anda uygulanan sunni islami rejim kendilerinden yana bir rejimdir. Böyle oluncada, tabiki kendilerinden yana olan şimdiki rejimin sürdürülmesini isteyeceklerdir. Fakat bilmenizi isterim ki bu rejimle AB ye girmek imkansızdır. AB daha şimdiden azınlık haklarının verilmediğini deklare etmekte ve bu azınlıkların haklarının verilmesini istemektedir. Zamanı geldiğinde AB Türkiyenin laiklik bakımından daha da fazla adımlar atması isteyecektir. Bu takdirde Türkiye kararını vermek zorunda kalacaktır. Ya AB ye küsüp, islami rejime devam edecek veya laikliği mecburen kabul edip AB üyesi olacaktır. Eğer Türkiye AB ye küsüp, islami rejimde karar kılacak olursa, şimdiki bulunduğu yerde de kalamayarak, daha da islamlaşacak ve şeriat rejiminin gelmesine engel olamayacaktır. Türkiye artık bulunduğu noktada kalamayacak durumdadır. Bir yandan şeriat yanlıları baskılarını arttırmakta, bir yandan da AB baskıları artmaktadır. Sonunda Türkiye karar vermek zorunda kalacaktır. Ya doğu ya batı. İkisinin ortasında kalmak artık iyice zorlaşmıştır. Doğu ve batı kültürleri arasında çok büyük farklar vardır. Bu yüzden doğu kültürüyle batıya, batı kültürüyle de doğuya giremezsiniz. Üçüncü alternatif ise her ikisini de reddederek yanlızlaşmaktır. Bu da sadece fakirleşmek ve sefalet demektir. Türkiyenin şimdiki orta karar hali, hem batıyı ve hemde doğuyu rahatsız etmektedir. Her iki kültür de artık birinden birini seçmemizi istemektedir. Türkiye laiklik budur diyerek, kendi laiklik anlayışını AB ye kabul ettiremez. AB için AB nin laiklik anlayışı geçerlidir. Doğu ve batı kültürleri arasındaki farklılıklar arttıkça, dünya artık bizim iki taraflı kültürümüzü reddetmektedir. İki taraftan birini seçmemiz gün geçtikçe daha fazla istenmektedir. Türkiye artık doğu kültürüyle batının kapısında yalvarmaktan vazgeçmek zorunda kalacaktır. Bu yüzden daha kesin karar günü gelmeden, herkezin bunu şimdiden düşünmeye başlaması gerekmektedir. Türkiyenin şimdiye kadar ortada bir yerde kalabilmesini sağlayan tek etken, Türkiyede az da olsa batı kültürünü benimsemiş insanların olmasıdır. Eğer bu insanlar olmasaydı, Türkiye çoktan bir doğu ülkesi olup, şeriattan kaçamamış olacaktı. Fakat unutmamak lazımdırki, batı dünyası artık beyin göçlerine daha fazla önem vermeye başlamıştır. Bu yüzden artık sabrı zaten tükenmiş olan batı kültürlü Türk insanları, Türkiye batılı olamazsa, batıya doğru göç edecektir. Batı kültürlü insanlarda batıya göç ederse, Türkiyenin Afganistan dan bir farkı kalmayacaktır. Çünkü Türkiyeyi irandaki gibi ayakta tutacak petrolü de bulunmamaktadır. Karar günü gelmeden, kararınızı verin. Kararınızı verirkende şunu unutmayın; Dininizi elinizden almak isteyen yok. Sadece laik bir devlet isteniyor. Laik bir devlet derken de sizin istediğiniz türden bir laik devlet değil, gerçekten laik bir devlet isteniyor. Sevgili A.y.h.a.n, Durum malesef bu, bizden bu şekilde laiklik AB tarafından isteniyor. Eğer böyle bir laiklik istemiyorsanız, AB üyeliği için uğraşacak hiçbir partiye kesinlikle oy vermeyiniz. Sevgili A.y.h.a.n, Şu anda halkınız bu parayı farkında olmadan zaten ödüyor. Fakirliğinin sebeplerinden biri de zaten budur. ( Bence tek sebebi budur ama boşverin benim fikrimi ) Bunun farkedilmemesinin sebebi, devletin bu parayı kimseye farkettirmeden ödetmesidir. Ödediğimiz vergilerin çok önemli bir bölümü din için harcanmaktadır. Bu paralar vergiyle birlikte değil de vergiden ayrı ayrı alınsaydı. O zaman bu paraların zaten ödendiği daha kolay anlaşılırdı. Üstelik haksızlık yapılarak ödeniyor. Örneğin Ermeni bir vatandaşın ödediği vergiden bir cami imamına maaş veriliyor. Bir rum'un ödediği vergiyle imam hatip okulları açılıyor. Sevgili A.y.h.a.n, İnsanların çeşitli ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar arasında zorunlu ve zorunlu olmayan ihtiyaçlar vardır. Zorunlu olanlar insanca yaşamak için şart olan ihtiyaçlardır ve bunları fakir olan kişiler için sağlamak devletin görevidir. Ancak devlet bu zorunlu ihtiyaçlar arasına dini de katarsa, "insanca yaşamak için din şarttır" demesi gerekir. Bu cümleyi halktan biri veya devlet dışındaki herhangi kurumlardan biri sarfedebilir. Ancak laik bir devlet "insanca yaşamak için din şarttır" diyemez. Bunu söyleyemediği sürece de dini, fakir halkın bir ihtiyacı olarak gösterip, onlara bu konuda yardım veremez. Benim burada bahsettiğim sistemde, ( AB de uygulanan sistem ) "insanca yaşamak için din şarttır" diyen devletten ayrı bir başka bir kurum olacaktır. Bu kurum "ben müslümanım" diyen herkezden aidat toplayacaktır. Fakirlerden aidat almayarak (hatta dilerse ayrıca yardım da yapabilir) fakirlerin bu problemini çözecektir. Bu sistem AB de de böyle işlemektedir. Fakir hıristiyanlardan, kiliseler para almamakta, hatta yardım bile etmektedirler. Hangi kurum "insanca yaşamak için din şarttır" diyorsa o kurum fakir olup da din isteyenlere yardım etmesi gerekir. Bu laik, adaletli ve tarafsız bir devletin görevi olamaz. "insanca yaşamak için din şarttır" diyebilecek bir devlet, dinlerin gerçek olduğunu, kendi üniversitelerinde bilimsel olarak ispatlayıp, bunu da tüm dünyaya ilan etmek zorundadır. Sevgi selamlarımı sunarım. Sevgili Sedelina, Siz bir sunni müslüman olarak bunun farkında olmayabilirsiniz, bu gayet doğaldır. Ancak Türkiyedeki sunni müslüman olmayanlar ve AB bunun farkında. AB ye giriş aşamamızda bunu sizde mecburen farkedeceksiniz. Bu konuda sunni müslüman olmayan azınlıkların rahatsızlıklarını araştırırsanız, eminimki bunu sizde anlayabileceksiniz. Dikkat ederseniz çoğunluğu demişsiniz, hepsi diyememişsiniz. Oysaki laik bir devlet ne kilise, ne cami nede havra yaptırabilir. Heleki, sunni müslüman olmayanlardan topladığı paraları buralara hiçbir zaman harcayamaz. Siz sizden alınan vergilerle, cami yapılmayıp cem evi veya kilise yapılmasını istermiydiniz ? Özel kanallar diledikleri gibi dini yayınlar yapabilirler. Ancak laik bir devlet kanalında dini yayınlar yapılamaz. 30.06.2006 günü trt1 de, saat 06:00 da "İslam'ın Aydınlığında" adlı programı izleyin. Ramazanlarda, kandillerde ve dini bayramlarda da yapılan dini mevlütler, öğütler ve diyanetin yayınları da dini yayınlardır. Ayrıca direk olarak dini yayın yapmak da şart değil, geçenlerde istanbulun fethi belgeselini de izledim, orada da istanbulun iman gücü sayesinde feth edildiği üstüne basa basa söyleniyordu. Laf dönüp dolaştırılıp, islamın güzelliğine getiriliyordu. Ancak sunni bir müslüman olarak bu yayınları izlediğinizde hiçbir anormallik görmemeniz gayet doğaldır. Tarafsız seyrederseniz, daha neler bulursunuz. Özel televizyonlarda saçma sapan programların yapılması konumuzun dışındadır. "muslumanların yaşadığı bir ülkede dini yayın nıye olmasın" derseniz, bu söyleminiz laiklik ilkesiyle ters düşer. Halkların dinleri olur ama laik bir devletin dini olmaz. Olursa o ülke bir din devleti olur. Ayrıca Türkiyede sadece müslümanlar yaşamıyor. Müslüman olanların da hepsi sunni değildir. Eğer çoğunluğun sunni müslüman olmasından dolayı sunni müslümanların istediği gibi bir yaşam derseniz, o zaman bu sadece laikliğe aykırı değil, demokrasiyede aykırı olur. Evet var ama devletin yaptırdığı hiç bir cem evi yok. Olması da gerekmez zaten. Sevgili dostlar, Daha cevap yazmam gerekenler de var ama şu anda vaktim biraz kısıtlı. Daha sonra tekrar yazacağım. Eleştiri ve görüşlerinize çok teşekkür ederim.
-
Hangi cumhuriyet?
Merhaba sevgili Berceste, Ben AB ülkeleri tamamen laikleşmiştir demedim. Zaten bunu kendileri de henüz söyleyemiyorlar. Hele ki ABD nin laikliği AB ülkelerinden de daha geridir. Her ikisinin de laiklik bakımından daha atılacak bir çok adımı vardır. Fakat Türkiyedeki laiklik ne AB ile ve ne ABD ile kıyaslanmayacak kadar geridir. Üstelik AB ve ABD de laiklik yolunda hala adımlar atılırken, Türkiyede devlet tam tersine misyonerlik yapmaktadır. Mesela ? Hangi AB ülkesi 80,000 tane kilise besliyor ? Hangi AB ülkesinde devlet televizyonundan din aşılanıyor ? Hangi AB ülkesi müslümanlardan vergi toplayıp, o paraları kiliselere harcıyor ? Hangi AB ülkesinde devletin hristiyanlık üniversitesi var ? Hangi AB ülkesinde devletin papaz hatip lisesi var ? Varsa onları da bilelim, bir itirazım yok. Laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değilmidir ? Peki öyleyse birde siz yapın laikliğin tanımını. Birde sizden dinleyelim. Belki de siz daha iyi tanımlarsınız. Laiklik .......................... .......................... .......................... dir. Boşuklar sizin sevgili Berceste. Faydalanacağımızı umuyorum. Note: Noktalar sınırsız Mutluluklar.
-
Cihad mı Vahşet mi?
Merhaba sevgili Berceste, Genelde insanlar, hayat keyif vermezse, yaşamanın da bir manası olmayacağına inanırlar. Zaten intihar edenlerde bu yüzden intihar ederler. Bende bu noktada, görmesini bildikten sonra, hayatın keyiflerinin bitmeyeceğini, yaşamamızın hiçbir zaman manasız kalmayacağını belirtmek için, haz alma kelimesini sıkça kullandım. Çünkü genelde insanlar, dünyaya geliş sebeplerini sadece kendi çıkarları açısından düşünürler. Kendi çıkarları açısından düşünürlerse, daha önce yazmış olduğum şeyler onlar için, birebir cevaptır. Dikkat ederseniz orada şu cümleyi kullanmışım: "Ama bu doğanın bize bakış açısıdır. Bizim açımızdan manamız ise şudur". Orada "bizim açımızdan" derken, "biz" olarak insanların genelini kastetmiştim. Gerçi siz bana bu konuda benim ne düşündüğümü sordunuz, fakat ben size yinede genel olarak insanların ne düşünmesi gerektiğini yazdım. Bu şekilde cevap vermeminde 2 sebebi var. 1- Forumu siz ve benden başka, genel insanlarda okuyor. Yazdıklarımdan onların da birşeyler anlamasını istedim. 2- Beni de genel insanlardan biri olarak varsayabileceğinizi düşünüp, size genel bir insan mantığıyla bir cevap yazdım. Bunu yaparkende, gerisini sizin anlayabileceğinizi düşündüm, çünkü sizi son derece zeki buluyorum. Hala da aynı düşüncemi muhafaza ederek, sizin aslında benim ne demek istediğimi anladığınızı fakat, sadece konuya cevap vermem gerektiği şekilde cevap vermemi istediğinizi tahmin ediyorum. Evet sevgili Berceste, Bazen bende üzülüyorum. Hayattan her an zevk alamıyorum. Hatta çoğu zaman olmasını istediğim şeylerin olmasından çok, istemediğim şeyler oluyor. Buna da üzülüyorum. Fakat yine de hayatta olmamın bir manası olduğunu düşünüyorum. Çünkü hayat her zaman keyif değildir. Bazende keyif almasak bile vazifelerimiz için yaşarız. Fakat burada yine belirteyimki, bizim vazifelerimiz tanrıya kulluk yapmak değildir. Çünkü tanrı tapılmaya muhtaç değildir. Bizim vazifelerimiz bize verilen sorumlulukları yerine getirmektir. Bu sorumlulukların yerine getirilmesine eko-denge de diyebiliriz, başka bir isimle de adlandırabiliriz. Önemli olan bu sorumluluklarımızı yerine getirmektir. Örneğin, bazen timsahlar suya ulaşamayan kaplumbağa yavrularına yardım ederler, onları ağızlarının içine alıp, suya götürür bırakırlar. Bizde zor durumda kalan bazı insanlara, hayvanlara ve doğanın diğer öğelerine yardımcı oluruz. İşte bunlar da bizim doğaya, yani tanrıya karşı görevlerimizdir. Bu görevlerimizi yerine getirmemiz için dünyaya getirildik. İnsanlık zamanla bunu anladıkça, asrı-saadet de o zaman başlayacaktır. Çünkü insanlar bir tanrı kadar zeki değildir. Not verirken yanılabilirler. Size şöyle bir örnek vereyim. Orta 3 deyken okulumuzda kasap lakaplı bir matematik hocası vardı. Bende o okula yeni nakil olduğum için bu hocanın huyunu önceden bilmezdim. Bu öğretmen biraz hasta ruhluydu, en yüksek notu 10 üzerinden 4 dü. Daha önceki öğrencilerin anlattığına göre bu hoca not verme konusunda her sene daha da kötüye gitmişti. Ve en sonunda da bu huyu yüzünden öğretmenlikten de atıldı. Şu anda öğretmenlik yapamıyor. Çünkü o sene derslerine girdiği öğrencilerin hepsini sınıfta bırakmıştı. Ben bu hocanın, sınavlarında devamlı boş kağıt verip, sınavdan çıkardım. Çünkü bu hoca ancak üniversitelerde okutulabilecek kitapları bulup, soruları o kitaptan sorardı. Sorduğu soruları bazen kendisi bile cevaplayamazdı. Birgün iş olsun diye sınavda sorduğu soruları cevaplamaya çalıştım. Sınav sonuçları 0-1-2 diye okunurken, benim sıram geldiği halde beni okumamıştı. Tüm sonuçları okuduktan sonra, beni tahtaya kaldırdı ve sınav sorularını nasıl çözdüğümü göstermemi istedi. Zira o sınavda sınıfın en tembellerinden biri olarak 8 almıştım. Bütün sınıf hayrete düşmüştü. Aslında sınavdaki problemlerin hepsini tam olarak çözmüş ve doğru sonuçları bulmuştum. Fakat gidiş yollarım belirsiz olduğu için, 2 puanımı da o yüzden kırmıştı. Tabiki tahtaya kalktığımda sınavdaki 5 sorunun beşini de sınavda çözdüğüm gibi çözememiştim. Çünkü nasıl çözdüğümü bende hatırlamıyordum. Tahtada çözmüş olduğum problemlere ise gidiş yolum farklı diye sinirlenmiş, beni sınıftan kovmuştu. Ama yinede, bana verdiği 8 notumu geri alamadı tabi. Şu anda da ne zaman eski arkadaşlarımda birini görsem bana o hocadan aldığım 8 notunu hatırlatırlar. Çünkü o hocadan bende başka 8 notu alan hiç olmamıştı. Eğer o hoca sizin dediğiniz gibi benim daha önceki performansıma bakarak not verseydi bana kesin, sıfır vermesi gerekirdi. Ayrıca öğretmenler, öğrencilere kendi kanaatlerine göre not veremezler, çünkü öğretmenlerin öğrencilerin performansını başkalarına da ispatlamaları gerekir. Tanrının ise ne yanılma payı olabilir, nede insanlara verdiği punanı başkalarına hesap vermesi gerekir. Bu yüzden tanrının insanları imtihan etmesine gerek yoktur. Çünkü tanrı yanılmaz ve kimseye hesap vermez. Muhterem zat malesef eksik düşünmüş. Neden ? Gökte sadece bir tane mi yıldız vardı da içlerinden bir tanesini seçip, işte tanrım budur dedi ? Diyelimki içlerinden en parlak olanını seçti ve o yıldızın tanrı olduğunu düşündü. O zaman tanrı olarak düşündüğü yıldızın aslında batmadığını, sadece gündüz olduğu için onu göremediğini bilseydi, onun tanrısı o yıldız olacaktı demekki. Sonra da güneş daha büyük olduğu için, onu tanrı olarak düşünmüş. Oysaki evrende güneşten milyonlarca kat daha büyük gezegenler olduğunu bilseydi böyle düşünmeyecekti. Son yanlışı da güneşin battığını düşünmesi olmuş, oysaki güneş hiçbir zaman batmaz. Gördüğünüz gibi Hz. Ibrahim sürekli yanılmış, öyleyse son düşüncesi de yanılgı olabilir. En büyük yanılgısı ise kendisin de içinde olduğu tanrıyı, kendisinden karşıda bir yerlerde görmeye çalışmasıdır. Karar vermekte acele etmeseydi, biraz daha düşünseydi, belkide gerçek tanrıyı bulabilecekti. Sevgiye sarılı kalın.
-
TOLERANS TÜRBAN VE DEMOKRASİ
Sevgili Editör, Değerli tespitlerinizden dolayı size teşekkürlerimi sunarım. Size teşekkür etmekten kaçan insanlarında bağlı, yani dinine bağlı insanlardan oluştuğuna da şaşırmıyorum. Sevgili Editör, İslam ile fikir özgürlüğünün yürütülemeyeceği islam ülkelerindeki fikir özgürlüğü seviyesine bakarak çok kolay anlaşılabilir. Türkiye de bahsettiğiniz fikir özgürlüğü olamaz çünkü Türkiye tıpkı diğer islam ülkelerine benzer bir şekilde bir islam ülkesidir. Aşağıda yazdığım konuların içinde Türkiyenin islam ülkesi olduğunu ve yukarıda bahsetmiş olduğunuz, türban meselesini ele aldım. Umarım benim tespitlerim de sizinkiler gibi faydalı olur. Türban neden şeriatın gelmesine neden olur ? : http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=261665 Türban konusunun çözümü : http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=33193 Tespit ve görüşlerinizin devamını rica eder ve sevgilerimi sunarım.