Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ahirzaman

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    566
  • Katılım

  • Son Ziyaret

ahirzaman tarafından postalanan herşey

  1. Aleyküm selam MÜbarek ben şafi mezhebindenim itaat ettiğin şeyh demişsin şeyh mürit bunlar tarikatlerde vardır ama ben bir tarikat de değilim Ayrıca kardeşim zannedersem bana bir eleştiri yapmışsın neyin eleştirisini yaptığını neye katılmadığını belirtirsen sevinirim çünkü böyle yazmanın bir anlamı yok eğer yanlışımı belirtirsen (eğer varsa) ben de biiznillah düzeltirim.
  2. bu soruyu bir zamanlar ateist olan arkadaşım bana sormuştu bir sitede de ben görmüştün sonrada şöyle diyorlar yaratır dersen böyle böyle yaratamaz dersen böyle böyle kendileri sorup cevaplıyorlar foruma yazamamak da ayrı bir konuydu tabi anlaşılan popüler bir soru şimdi düşünelim yerdeki küçüçük mahlukat karınca kendinin kaç katını kaldırıyor? hele bu soruyu kainatın rabbi için sormak o kadar saçmadır sonra kudret anlamına gelince Allahtan yüce yoktur olsa o Allah olmazdı selametle inşallah
  3. yeshua kardeşim sana yönelik yazamdım yoksa senden bu cevabın geleceğini zaten biliyorum
  4. Meclis'te dua eden molla Kurtuluş Savaşı destekçisi Said Nursi'ye Meclis'te tören yapıldı. Mustafa Kemal Said Nursi'yi Ankara'ya davet etti. 1922'de Meclis'te özel törenle karşılandı. Kürsüye çıkarak Anadolu gazilerini kutladı, zafere ulaşmaları için dua etti Bediüzzaman, bir süre sonra dini değerlere ilgisizlik oluştuğuna inanarak yöneticileri dine davet eden bir bildiri yayınladı. Mustafa Kemal Paşa, Said Nursi'ye çıkıştı Meclis kürsüsünde bir molla 1922'de Ankara'ya giden Said Nursi için Millet Meclisi'nde 'hoş geldiniz' töreni yapıldı. Said Nursi'nin Rusya'daki esir kampından kaçıp Almanya üzerinden İstanbul'a dönüşünü 25 Haziran 1918 tarihli Tanin gazetesi okurlarına şöyle duyurmuştu: "Kürdistan ulemasından olup talebeleriyle beraber Kafkasya cephesinde muharebeye iştirak eylemiş ve Ruslar'a esir düşmüş olan Bediüzzaman Said Kürdi Efendi ahiren şehrimize muvasalat (ulaşma) eylemiştir." Enver Paşa başta olmak üzere askeri ve dini çevreler Said Nursi ile konuşuyorlardı. Ona yeni görevler vermek isteyenler vardı. Ancak Said çok yorgundu. Hem bedenen, hem de zihnen... RİSALELER'İN FATİHASI Onun en büyük isteği, savaştığı sırada kaleme aldığı tefsir kitabını bastırmaktı. Enver Paşa buna katkıda bulunmak istiyordu. Öyle mi yapalım, böyle mi yapalım derken neticede kitabın kağıdını Enver Paşa sağladı ve İşaratü'l-İ'caz basıldı. Sonraki yıllarda Said Nursi bu kitabını 'Risale-i Nur' külliyatının 'fatihası' olarak niteleyecekti. Ama yine de 'Nur Hareketi'nin başlamasına daha çok vardı. Savaş Bakanı Enver Paşa'nın yüklemek istediği görevleri kabul etmeyen Said Nursi'ye hizmetlerinden dolayı yüz elli lira ve madalya verilmişti. İNGİLİZLER'E TÜKÜRÜN Bu arada Darü'l-Hikmeti'l-İslami açılmıştı. Bu bir tür İslam akademisiydi. Kuruluşun üyeleri arasında, daha sonra İstiklal Marşı'nın sözlerini yazacak olan Mehmet Akif (Ersoy), İzmirli İsmail Hakkı, Kuran tefsiri hâlâ yaygın biçimde okunan Elmalılı Hamdi (Yazır) da vardı. Kendi talep etmemesine karşın Said Nursi de 'akademiye' üye yazılmıştı. Ancak hastalığı yüzünden bu görevini yerine getiremiyordu. Bu arada savaş kaybedilmiş, İstanbul işgal edilmişti. İmparatorluk dağılmaktaydı. Said Nursi işgalcilere karşı 'Hutuvat-ı Sitte' adlı bir kitap yazmıştı. Kitap gizlice basıldı ve el altından dağıtıldı. Said Nursi gazetelerde "İngiliz'in yüzüne tükürün" diye yazılar kaleme almaktaydı. İngiliz yanlıları onu ihbar etmişti. İşgal kuvvetleri peşindeydi. ONLAR ASİ DEĞİL Mütareke döneminde Bediüzzman'ın en büyük, en önemli çıkışı Anadolu'da, Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde yürütülen Kurtuluş Şavaşı'na verdiği destekti. 11 Nisan 1920 tarihinde dönemin şeyhülislamı, Dürrizade Abdullah Efendi, Kuva-yı Milliye'nin aleyhine bir fetva yayınladı. Ortalık birbirine girmişti. Bazı müftüler ve din alimleri harekete geçip 'karşı fetva'lar verdiler. Şeyhülislam'ın fetvasına karşı çıkanlar arasında Said Nursi de vardı. Özetle şöyle diyordu: "Bu fetva geçersizdir. Çünkü İngilizler'in emri ve baskısı altında yayınlanmıştır. Düşman işgaline karşı savaşanlar asi değildir." Bu tavır Said Nursi'ye büyük prestij kazandırmıştı. Türk'e kılıç çektirmem Şeyh Said destek istediğinde, Said Nursi şöyle demişti: "Türk milleti asırlarca İslam'ın bayraktarlığını yapmıştır. Onlara karşı kılıç çekilmesine izin vermem.. Said Nursi 1923'ün mayıs ayında sadece Ankara'yı değil eski yaşamını da geride bırakarak Van'a gelmişti. Artık yeni bir Said olacaktı. İki yıl boyunca yazları Van'ın Çoravanis köyünde ve Erek dağındaki bir manastır harabesinde geçirdi. Kış aylarında Van'da oturan kardeşi Abdülmecid'in yanına gidiyordu. Kendini dini düşünceye ve derslerine vakfetmişti. Savaş arkadaşı Ali Çavuş ve Molla Hamid ona hem talebelik ediyor, hem de yardımcı oluyordu. SİYASET YAKASINI BIRAKMADI Molla Hamid o günlerle ilgili anılarını anlatırken birkaç ilginç noktaya değinmiştir. Mesela bir keresinde hocası şöyle demişti: "İstanbul'dayken arkadaşlarım beni takip etmiş. 'Bakalım söylediği gibi mi davranıyor' diye... Sonunda benim özü sözü bir insan olduğumu anlamışlar. İstanbul'da onca sene kaldım, bir kere dahi kadınlara bakmadım." Bir başka gün ise Van gölündeki Akdamar adasına uzun uzun bakmış ve kendinden emin bir biçimde, "Şu adada 10 yıl boyunca 50 talebe yetiştirsem, İslam'ı bütün dünyaya yayabilirim" demişti. Bu iki olayı birbirine bağladığımızda şunu görüyoruz: Said Nursi dünyevi zevklerden uzak durarak, bütün enerjisini kendi İslam yorumuna verecekti. Zaten öyle de oldu. Said Nursi içine kapanmıştı ama tarih devam ediyordu. 3 Mart 1924'te Hilafet kaldırılmıştı. Din yerine milliyetçiliği öne çıkaran, laikliğe doğru ilerleyen yeni rejim Kürt grupların hoşuna gitmiyordu. İsyan hazırlıkları vardı. Günün birinde Kürt aşiret ağalarından, zamanında İkinci Abdülhamid'in kurduğu Hamidiye Alayları'nda görev yapmış olan Kör Hüseyin Paşa kapısını çaldı. "TÜRK İLE KÜRT KARDEŞTİR" Said Nursi'ye para getirmişti. "Adamlar ve silahlar hazır; emrini bekliyoruz" diyordu. Niçin? "Mustafa Kemal ile savaşmak için!" Bediüzzaman köpürmüştü: "Asker vatanın evladıdır. Senin benim akrabamdır. Müslüman Müslüman'a silah çeker mi?" Kör Hüseyin Paşa fena halde bozulmuştu. "İtibarımı beş para ettin" diye söyleniyordu. Said Nursi geri adım atmıyordu: "Kullar arasında beş para ol. Allah katında makbul ol." Ayaklanmaya hazırlanan Kürt gruplar Said Nursi'nin manevi gücünü arkalarına almak istiyordu. Derken Şeyh Said'den bir mektup geldi. Özetle "İsyanımızda bize yardım edin" diyordu. Said Nursi yine bir mektupla ona cevap verdi: "Türk milleti asırlardan beri İslam'ın bayraktarlığını yapmıştır. Bu yolda çok şehit vermiştir. Böyle bir milletin torununa kılıç çekilmez. Biz Müslümanız. Türk-Kürt birdir, kardeştir. Bizim asıl büyük düşmanımız cehalettir. Teşebbüsünüz bir işe yaramaz. Olan masum insanlara olur." Tabii Şeyh Said, adaşına kulak asmadı. Dini temalarla, Ağlasun Çeltikçi İstanbul Isparta Ankara Yakaören temalarla, Kürtçülük temalarının iç içe geçtiği ayaklanma 13 Şubat 1925'te başladı. Asiler Elazığ kentini ele geçirdi. Ardından Diyarbakır'a doğru indiler. Ankara hükümeti olayın 'yerel' olduğunu düşünüyordu. Ancak isyan yayıldı. Bunun üzerine Fethi Okyar başbakanlıktan gitti, yerine İsmet İnönü geldi. Takrir- i SükKanunu devreye girdi. Devlet bir yandan bütün gücüyle Şeyh Said'in üstüne giderken, diğer yandan ülkenin diğer bölgelerindeki, özellikle de İstanbul'daki muhalefeti susturdu. Sonuçta Şeyh Said yakalandı ve idam edildi. Said Nursi açısından tarih tekerrür ediyordu. Hem Kürt'tü, hem de din adamı. Aynı 31 Mart'taki gibi, değil isyana katılmak, tersine engellemeye çalışmasına rağmen hükümetin kararı ona da uygulandı: Diğer Kürt ileri gelenleri gibi o da Batı'ya gönderilecekti. 1926'nın şubat ayında askerlerin eşliğinde yola çıktı. Önce Erzurum'a, sonra da Trabzon'a geldiler. Gemi ile İstanbul'a vardılar. Said Nursi bir süre İstanbul'da kaldı. Sonra tekrar gemiye binip İzmir'e, ardından da Antalya'ya ulaştı. Yedi ayı burada yaşadı. Ardından Burdur'a götürüldü. MAREŞAL KORUMAYA ÇALIŞTI Bu dönemde Said Nursi siyasetten uzaktı. Sadece okuyor, düşünüyor, ibadet ediyor ve dersler veriyordu. Ancak bu kadarı da yönetimde rahatsızlık uyandırıyordu. Mesela Burdur valisi, Bediüzzaman'ı Mareşal Fevzi Çakmak'a şikâyet etmişti: "Bizi dinlemiyor, din dersleri veriyor." Mareşal "Ona ilişmeyin, bir zararı olmaz" demişti ama devletin kuşkusu devam etmekteydi. Sonunda Said Nursi, Burdur'dan alındı ve Isparta'nın Eğirdir ilçesine götürüldü. Burada jandarma eşliğinde Eğirdir gölü yelkenli bir kayıkla geçildi ve Barla'ya ulaşıldı. Bediüzzaman, Barla'ya vardığında bir elinde içinde çay demliği, iki üç bardak, bir seccade bulunan bir sepet; diğer elinde ise bir Kuran vardı. Bir de parmağında gümüş yüzük... Tüm eşyası bundan ibaretti. Artık zorunlu olarak burada oturacaktı. Takvimler 1927'nin mart ayını gösteriyordu. Barla'da, Said Nursi'ye bağlı olan kişilerden biri de marangoz Mustafa Çavuş'tu. Bediüzzaman için bir ağacın üstüne küçücük bir kulübe yaptı. Said Nursi burada hem ibadet ediyor, hem de tefekküre dalıyordu. Said Nursi yıllarca Barla'da kaldı. Fikirlerini kah kendi kaleme alıyor, kah Şamlı Hafız Tevfik, Hafız Halit, Muallim Galip Bey gibi talebelerine yazdırıyordu. Önce 'Sözler' isimli kitabını tamamladı. Ve ilk kez çalışmalarına 'Risale-i Nur' adını koydu. (Ara notu: Risale kelimesinin iki anlamı vardır: 1. Mektup, 2. Küçük kitap. Her iki anlam da bu yazılar için geçerlidir. Çünkü Said Nursi sadece 'kitap' değil, 'mektup'lar da yazmıştır ve külliyata tümü dahildir.) 12 SAATTE 150 SAYFALIK KİTAP Risale-i Nur'un yazılış süreci de ilginçti. Mesela Hz. Muhammed'in ortaya koyduğu 'mucize'yi anlattığı 19'uncu Mektup, 12 saatte yazılmıştı. Said Nursi talebeleriyle birlikte dağda bayırda dolaşıyordu. Yağmur yağdığında bir şemsiyenin altına sığınıyorlardı. Hoca söylüyor, talebeleri bunu kayda geçiriyordu. Bediüzzaman sıra dışı hafızasıyla, hiçbir kitaba başvurmadan 'alıntıları' belleğinden yazdırıyordu. Böylece ortaya 150 sayfalık bir kitap çıkmıştı. Daha sonra Said Nursi yazılanları okuyup düzeltiyordu. Ayrıca kendisine gönderilen mektuplarda sorular oluyordu. Said Nursi bunlara da cevap veriyordu. Böylece Barla'da, bugün 'Nur Hareketi' diyeceğimiz oluşum başlamış oldu.
  5. Kardeşim demişsinki "Gıkını çıkardı mı, sopa var sopa..Nisa 34. Sopa iznini de almışız çok şükür.. Erkek gıkını çıkardı mı sopa var mı? Hayır.. Dinimizde öyle şey olur mu" HZ.Eyyüp (as)kendisine asi olan hanımını dövmeye karar verir.İyileşince Allah(cc) ayet indirir."Eline bir demet çimen sapı al ve onunla vur"(sad/44) sadece çimen sapı ne sopa nede başka bişey. Kocası onu tahkir edemez, onun hayat arkadaşı olduğunu unutmamak zorundadır, darılıp evinde yalnız bırakamaz. Erkeğin en hayırlısı, kadına en iyi davranandır. (Bk. Buhâri, nikâh 43; Müslim, fedâil 68) Hz. Peygamber en çok kime saygı, şefkat ve bağlılık göstermek gerektiğini soran bir sahabiye "anana" diye cevap vermiştir. Bu soru üç defa tekrar edilmiş, üçünde de aynı cevabı vermiş, ondan sonra kime sorusuna ise, "babana" demişlerdir. (5) Anne müslüman olmasa bile, çocukları üzerindeki saygınlığını korumaktadır. Buna şu hadiseyi örnek gösterebiliriz. Hz. Ebû Bekr'in kızı Esma'nın, babasından boşanmış ve müşrik olarak kalmış annesi, bir gün kızını görmeye gelmişti. Esma, Hz. Peygamber'e, 'Müşrik olan annem' bana geldi. Onunla görüşeyim mi?" dedi. Hz. Peygamber, "annenle görüş" buyurdu. (Buhârî, III, 142) Başka bir hadiste; "Cennet annelerin ayakları altındadır" buyurulur. (El-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, Kahire, 1351/1932, I, 335, No: 1078)
  6. Yaw kardeşim mesela hristiyanlık Allahın indirdiğinden şaşılmışki bozulmuşki islam geliyor yani senin dini bütün dediğin dini bütün olarak yaşamıyo oluyor yani birde önemli nokta olarak şu var Allah bizi bizden daha iyi bilir. nasıl sorgu edeceğin nelerden sorumlu tutacağını hangi durumlarla karşılaştığımızı bizden iyi biliyor.
  7. Fethullah Gülen Hakkında Türkiye Cumhuriyeti anayasal düzenini değiştirerek yerine din devleti kurmak için örgüt oluşturduğu ve yönettiği iddiasıyla 10 yıla kadar ağır hapis cezası istemiyle yargılanan Fethullah Gülen hakkında oy birliği ile verilen beraat kararının gerekçesinde, Gülen’in üzerine atılan suç konusuyla ilgili herhangi bir suç unsuru bulunmadığı belirtildi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, Fethullah Gülen'in yeniden yargılanmasında verdiği beraat kararının gerekçesinde, Gülen'in anayasal düzeni değiştirme amacı güttüğüne ilişkin delil bulunmadığı, aksine devlet yanlısı tutumu nedeniyle dini motifli radikal terör örgütleri tarafından tehdit edildiği belirtildi. Mahkeme, Gülen'in ''laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup, bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu'' gerekçesiyle yapılan yeniden yargılamada verdiği beraat kararının gerekçesini açıkladı. Gerekçeli kararda, Fethullah Gülen ve ilişkilendirildiği kuruluşların anayasal düzeni değiştirme amacının sabit olmadığı, Gülen'in bu hususa yönelik açık bir beyan ve ikrarının bulunmadığı ve böyle bir amacının olduğu kanısının yorum ve çıkarsamalara dayandığı ifade edildi. Böyle bir amacın varlığının kabulü halinde dahi Gülen'in cebir ve şiddet yöntemlerini benimsediği ve bu konuda müstakil suç teşkil eden herhangi bir eylemde bulunduğunun tespit edilmediği anlatılan gerekçeli kararda, şöyle denildi: ''Bu hususta delil bulunmamış, aksine devlet yanlısı tutumu nedeniyle dini motifli radikal terör örgütleri tarafından tehdit edilmiştir. Örgüt yapılanması için en az iki kişi olma koşulu aranırken, dosyada başka bir sanığın bulunmadığı, örgüt ve yapılanması ile ilgili olarak takipsizlik kararı verildiği, emniyet raporlarında da Fethullah Gülen ve ilişkilerinin 3713 sayılı yasa kapsamında değerlendirilmediği, bu haliyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 1. maddesinde tarif edilen suçun ve üzerine atılı suçun unsurlarının da oluşmadığı sonucuna varılmıştır.'' Gerekçeli kararda, Gülen hakkında, yasal mevzuat ile dosya kapsamı karşılaştırıldığında ve delillere göre hareket edildiğinde hukuki ve vicdani olarak beraat kararı vermek gerektiği belirtildi. Mahkeme, yıllarca süren yargılamanın tüm masraflarının da devlet tarafından karşılanmasına karar verdi. DAVANIN GEÇMİŞİ Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 2000 yılında, Fethullah Gülen hakkında, ''laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup, bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu'' gerekçesiyle 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesine göre, 10 yıla kadar ağır hapis cezasına çarptırılması istemiyle dava açmıştı. Yargılama sonucunda davanın kesin hükme bağlanması, 4616 sayılı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun uyarınca ertelenmişti. Gülen'in, 5 yıl içinde aynı tür veya daha ağır şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlemesi durumunda dava yenilenecek, bu süre içinde aynı cins veya daha ağır bir suç işlememesi durumunda ise dosya işlemden kaldırılacaktı. Terörle Mücadele Yasası'ndaki değişiklik sonucu Gülen'in avukatlarının yeniden yargılama talebini kabul eden Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, ilk kararın kaldırılmasına ve yasadaki değişiklik dikkate alınarak, oybirliğiyle beraatine karar vermişti.
  8. MEVZU HADİSLER VE KADIN Hadis, peygamber efendimizin sözlerine denir. Mevzu hadis, kendi şahsi, siyasi,... emellerine ulaşmak için peygamberimizin ağzından uydurulan, Hz. Resül'ün söylemediği halde kendisine mal edilen sözlerdir. Uydurma- mevzu hadisler genellikle kadınlar, siyasi görüşler, ırkçılığa dayanan konular... çerçevesinde dönmektedir. Kadınla ilgili bazı uydurma-mevzu hadisler: " Kadınlara okuma- yazma öğretmeyin: " İbn-i Cevzi, İbn-i Hıbban, İbn-i Adıyy hadisi kabul etmez, uydurmadır derler. (Kitabul Mevzuat 2/268) " Kadınlarla istişare edin, onlara tanışın ve onların söylediklerinin zıttını yapın": Sehavi ve İbn-i Arrak hadisi merfu görmezler. Ebu Hatim, İbn-i Adıyy , İbn-i Cevzi, İbn-i Hıbban hadisin uydurma olduğu görüşündedirler. ( El- Makasıdul Hasene: 248 , Tezkiretul mevzuat :128, Tenzihuş Şeria : 2-204, Silsiletul Ehadis: 432 ) .Ayrıca, Hz. Resul Ümmü Seleme ile istişarede de bulunmuştur (Makasıdul Ha-sene: 585, Silsile: 436, Keşful Hafa :2-3) " Kadınlara iteat pişmanlıktır." : Sehavi, Ukayli hadisi uydurma kabul ederler. ( Tezkiratul Mevzuat : 128, Kitabul Mevzuat : 2, 272) " Kadınlar olmasaydı Allah'a hakkıyla ibadet edilirdi". Suyuti, Buhari, İbn-i Adıyy, Ebu Hatim, İbn-i Cevzi, Muhammed Nasuriddin, İbn-i Hıbban hadisi mevzu kabul ederler. ( Silsiletul Ehadisuzzaif : 74, Tenzihuşşeria : 1/62, El-leali : 2/59) " Kadınlar olmasaydı, erkekler cennete girerdi." : İbn-i Arrak, Es- sakafi hadisi kabul etmezler. ( Camiussağir: 2/113) "Güzele bakmak sevaptır veya ibadettir, gözü kuvvetlendirir.." : Ebu Nuaym, Durekutni, İbn-i Cevzi, Sehavi, İbn-i Hacer, Iraki, Zehebi, İbn-i Kayyim, Muhammed İbn-i Arrak, Nasıruddin... hadisi uydurma kabul ederler. ( El- Maka- sıd: 129, Silsiletul Ehadissuzaif : 164, Kitabul Mevzuat: 1/63, Mevzuati Aliyyul Kari: 124, Keşful Hafa: 2/317, Tenzihuşşeria: 201...) "Uğursuzluk kadın, at ve evdedir." : Peygamber Efendimiz Hz. Mö ammed 'in eşleri, Hz. Aişe bu sözü duyunca: Kur'an-ı indirene yemin ederim ki, bunu rivayet eden, Ebul Kasım'a (Hz. Muhammed'e) iftira etmiştir. Resulullah sadece, "Cahiliye insanları, uğursuzluk, kadın, ev ve hayvandır" dediklerini söylerler. Hz. Resul bu sözü cahiliye dönemi (İslam öncesi dönem) insanlarının bir sözü olarak nakleder . İslam, cahiliye görüş ve adaletlerini tümden reddettiği gibi, uğursuzluk kavramını da kabul etmemekte, reddetmektedir. " Kadınların akılları ferclerindedir :" : Sehavi, Aliyyul Kari, Acluni sözün uydurma olduğunu kabul ederler. ( El-Makasıd:292, El esrarul Merfua : 246, Keşful Hafa: 2/62)) " Döl getiren siyah bir kadın, döl getirmeyen beyaz bir kadınla hayırlıdır". Iraki, hadis uydurmadır der. ( Mevzuatı Aliyyul Kari : 73). İslâm'da hayırlı olmanın ölçüsü takva (Sevgi ile karışık korku)'dur. Ayrıca Kur'an çocuk sahibi olmanın veya olmamanın Allah'tan gelen bir imtihan vesilesi olduğunu da bildirir . (Şura Suresi : 49-50) Karı ve kocayı birbirinin dostu ilan eden (Tevbe Suresi : 71), eşlerin ikisinin de birbirine ısınıp aralarında muhabbet ve merhamet oluşturan (Rum Suresi : 21). Allah'ü Teala'nın yüce Resül'ü "Sizler (Kız-erkek) çocuklarınızı seviniz, kız çocukları kendi kendilerini sevdirirler" buyururlar, Hz. Ömer:" Cahiliye döneminde kadınları, hiç bir şey saymazdık. Taki İslam geldi, Allah'u Teala onlardan bahsedince, o zaman kadınların üzerimizde bir takım hakları olduğunu gördük" derken, iyi amel işleyen kadın veya erkeğin cennete gideceğini bildiren (Nisa Suresi:124) dinimizin ve onun yüce ilahının kulları arasında ayırım yapacağını kabul etmek imkansızdır. O, rahman ve rahimdir. (alıntı islam üstündür) Lütfen dikkat edelim farketmeden vebal altında kalmaya sebep olmayalım
  9. panteidar kardeşim eğer sen zannettiğim kişi isen bu yazdıklarının hakiki cevaplarını kendin bildiğini düşünüyorum Kardeşim gaybı bilme Allahın zati sıfatlarındandır ve Külli İradeside ancak bunun bir zerresi insanlarda da vardır mesela hiç size beni ne kadarda tanıyorsun ne yapacağımı nerdende bildin denmedimi yada siz bu cümleleri birine söylemedinizimi yada böyle bir durumun oluşması mümkün değilmidir. Allahın zatına göre gayet aciz olan insan bu durumda olabiliyorsa Alemlerin rabbi elbette noksansız bu sıfatların sahibidir. Şimdi kardeşim Bakara Suresi 30- Bir zamanlar Rabb'in meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. (Melekler): "A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz" dediler. (Rabb'in): "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi. şimdi burda geçen yeryünde yaratacağım tabiri var buda görülüyorki oolay zinciri gereği Allah ilmi dahilinde onları cennte koymuştur. yani olcakları biliyor. Allah(cc) sahip olduğu ilimden diğer varlıklara verebilir buda yine bu ayette (Melekler): "A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? gen bu ibareden de bu anlaşılıyor bunun Allah tan geldiğinide melekler bizzat kendielri ifade ediyorlar Bakara Suresi 32- Dediler ki: "Yücesin sen (ya Rab!). Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hakîmsin". demişisinki "meleklerin reisi olurken " bunu nerden çıkardın anlamış değilim Şeytan ilim yönünden bilgilidir ancak o melek değildir yani onda da bir irade vardır. Ancak ondanki ilmi verende yine tabiki Allah(cc)dır. Zira erer ona ateşten yaratıldığı söylenmeseydi o bunu bilemezdi Kİ iblis gururu sebebiyle kovulmuştur bu hadisin cereyan etmeside zaten iblisin gururndan cereyan ediyor Ki kendi ilminin haşa Allah(cc)tan üstün olduğunu düşünüyor ve ona ateş topraktan üstündür ben ondan üstünüm diyor Yani bu kendi enaniyet gururu ve haddini bilmeden kendi ilminin sınırını bilmeden hareket ediyor ve layıkını buluyor zira hadisi şerifte görüldüğü gibi Düşmanlarının önünde , seni rüsvay ederim. tamamiyle düşmanlarının önünde küçük düşmemek için doğruları söylüyor sonra kardeşim son dediklerin için iblis görünmez istediği taktirde görüne bilir nefse gelince şeytana uyan nefsi azdırır şeytandan kaçan nefsi uslandırır yani iradesi ile ya gider cennete ya da girer cehenneme sonra kardeşim masal değil Hadis-i şerif son yazdığın cümleye aralarda değindik Allah sıfatlarını dilerdiğine verir istediğini verir istediğini saklar mülkünden tasaruf eder bu konudaki itiraz hakkımız değildir.
  10. kardeş öncelikle kendi fikrime göre katıldığım noktalarda buldum mesajında mesela "Bu türbelerden medet umma, mum yakma, çaput bağlamaya kadar varan hurafeler İslam mı şimdi?" ve "Nitekim kimi mezarlar görkemli, kimileri orta kalitede yapılmış, kimileri ise sadece toprak yığını şeklinde sınıf sınıftır. Bu dine aykırıdır. Ölüler sadece götürdükleri iman ve salih amele sahip olmalıdır, görkemli kabirlere değil" zatren mezarlar sade yapılmalıdır. ancak kardeşim elhamlı hamdi yazırın tefsirinde şu ince noktayı göstermiş tekasür ile ilgili sonra kardeşim fatır suresinden ayet paylaşmışsın Allah razı olsun bizim dualarımıza cevap veren berzah alemindekiler değil Yüce Allah tır ki eğer bu ulaşmıyorsa ne yasin ne namazda ki dua vs.vs.vs. yani buda Allahın sıfatlarına uygun değil neyse son olarak kardeşim mezarlık demek aklına bunları getiriyor ha şaşırdım doğrusu bakalım daha neler görcez düşüncelerini paylaştığın için teşekkür ederim
  11. panteidar kardeşim öncelikle hoş geldin bakıyorumda turan dursunun oralardan kopup buralara gelmişin önemi yok hoş gelmişin inşallah hayırlı olur. yazdığın bu mesaja ise yalan dolan silsilesinden bir parça diyorum görüşmek üzere
  12. Şeytanın Hileleri Muhyiddîn-i Arabî (ks) İbn-i Abbas (r.a) Hz.' inden naklen Muaz b, Cebel rivayet ediyor : —Bir gün Resullullah (s.a) ile beraberdik. Ansardan birinin evinde toplanmıştık.. Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi : —Ev sahibi..... içerdekiler... Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Bunun üzerine , herkes Resullullah (s.a)efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orda ve her zaman büyük oydu... İzin ondan çıkacaktı. Resullullah (s.a) Efendimiz, duruma vakıf oldu ve : — << Bu seslenen kimdir bilir misiniz?>> Buyurdu.... Biz hep birden şöyle dedik : — En iyi bilen ALLAH ve Resuludur. Bunun üzerine Resullullah (s.a) Efendimiz : — << O, lain iblistir. –Şeytandır– Allah'ın laneti onun üzerine olsun....>> Buyurunca; hemen Hz. Ömer : — Ya Resullullah , bana izin veriniz onu öldüreyim. Dedi.... Resullullah (s.a) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu: — << Dur ya Ömer , biliyomusun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir... Öldürmeyi bırak.>> Sonra şöyle buyurdu: —<<Kapıyı ona açın gelsin... O buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz.>> * * * Bundan sonrasını ondan dinleyelim ; yani Ravi' den. Şöyle anlattı : Kapıyı ona açtılar. İçeri girdi ve bize göründü. Birde baktık ki, şekli şu : Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu. Sonra, şöyle bir selam verdi ; Selam ya Muhammed ; selam size ey cemaat-i müslimin. Onun bu selamına Resullullah (s.a) Efendimiz şu mukabelede bulundu ; << Selam Allah'ındır ya lain >> Sonra şöyle buyurdu : << Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş? >> Şeytan şöyle anlattı ; Benim buraya gelişim kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim. Resullullah (s.a) Efendimiz sordu ; << Nedir o mecburiyetin ? >> Şeytan anlattı ; İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki ;Allah-ü Taâlâ sana emir veriyor : Muhammed 'e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl aldattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra o sana ne sorarsa doğrusunu diyeceksin. Sonra ... Allah-ü Taâlâ buyurdu ki : Söylediklerine bir yalan katarsan , doğruyu sölemezsen .... seni kül ederim ; rüzgara savurur ... Düşmanlarının önünde , seni rüsvay ederim. İşte ... böyle ; ya Muhammed , o emir üzerine sana geldim. Arzu ettiğini bana sor . Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem ;düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki , düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur. * * * Bundan sona Resullullah (s.a.) Efendimiz şöyle sordu : — << Madem ki , sözlerinde doğru olacaksın. O halde bana anlat : Halk arasında en çok sevmediğin kimdir ? >> Şeytan şu cevabı verdi : Sensin ya Muhammed. Allah' ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra senin gibi kim olabilir ki ? Resullullah (s.a.) Efendimiz sordu : << Benden sonra , en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?...>> Şeytan anlattı : Müttaki bir gence ki ... varlığını Allah yoluna vermiştir. Bundan sonra , sual cevap aşağıdaki şekilde devam etti. Resullullah (s.a.) Efendimiz sordu ; şeytan anlattı : << Sonra kimi sevmezsin ? >> Kendisini sabırlı bildiğim , şüpheli işlerden sakınan âlimi ... << Sonra ? >> Temizlik işinde ... yıkadığı yerleri üç defa yıkamayı adet eden kimseyi. << Sonra ? >> Sabırlı olan bir fakiri ki ; ihtiyacını kimseye anlatmaz... Halinden şikayet etmez. << Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nerden bilirsin ? >> — Ya Muhammed , ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı , onun sabrını ; halinden , tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım. << Sonra kim ? >> Şükreden zengin. << Peki, ama zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın ? ...>> — Onu görürsem ki , aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki : şükreden bir zengindir. * * * Resullullah (s.a.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu : << Peki, ümmetim namaza kalkınca , senin halin nice olur? ..>> Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar . Titrerim. << Neden böyle olursun ; ya lain ? .. >> Çünkü bir kul , Allah için secde edince bir derece yükselir. << Peki ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun ?...>> O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar. < Peki ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun ? >> O zaman da çıldırırım. << Peki, ya Kur'an okudukları zaman nasıl olursun ? ..>> O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm. << Peki ya sadaka verdikleri zaman halin nasıldır ? .. >> — Ha, işte.. o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren , bir testere alır eline ve beni ikiye böler. Resullullah (s.a.) Efendimiz sebebini sordu : << Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya Ebamürre ? >> Bunun üzerine iblis : Onu da anlatayım .. Dedikten sonra anlatmaya başladı : Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki ; 1 - Allah-ü Teala, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler. 2 - O , sadaka veren kimseyi halkına sevdirir. 3 - Allah-ü Teala, onun verdiği sadakayı , cehennemle arasında bir perde yapar. 4 - Allah-ü Teala, belayı sıkıntıyı ve ahları ondan defeder. * * * Bundan sonra Resullullah (s.a.) Efendimiz ashabı hakkında bazı sorular sordu : << Ebubekir için ne dersin ?>> İblis ise şu cevabı verdi : O bana cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... İslam'a girdikten sonra nasıl bana itaat eder ? << Peki, Ömer b. Hattab için ne dersin ? .. >> İblis ona da şu cevabı verdi : Allah'a yemin ederim ki ; her gördüğüm yerde ondan kaçarım. << Peki , Osman b. Affan için ne dersin ? >> Ondan utanırım ... hem de çok ... Nasıl ki , Rahman' ın melekleri de ondan utanırlar..., << Peki, Ali b. Ebutalib için ne dersin ? >> İblis onun için de şöyle dedi : — Ah onun elinden bir kurtulsam... O, kendi başına kalsa ; ben kendi başıma kalsam... O beni bıraksa....ben de onu bıraksam .. Ben onu bırakırım ama o beni bırakmaz. Resullullah (s.a.) Efendimiz , yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar kısmen bittikten sonra , şöyle buyurdu : << Ümmetime saadet ihsan eden ; seni taa, belli bir vakte kadar şeki kılan Allah'a hamd olsun. >> Resullullah (s.a.) Efendimiz ' in o cümlesini duyan lain iblis şöyle dedi : — Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede ? Ben , o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın ?.. Ben , onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onalr , benim bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaradan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki: Onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve alimlerini ... Ümmilerini ve okumuşlarını ... Facirlerini ve abidlerini ... Hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz. Fakat , Allah'ın halis kullarını ... Evet, bunları azdıramam. Bunun üzerine Resullullah (s.a.) Efendimiz sordu : << Sana göre ihlas sahibi olan muhlis kullar kimlerdir ? ... >> Bu suale İblis şu cevabı verdi : —Bilmez misin ? ya Muhammed , bir kimse ki , dirhemini ve dinarını sever ... O Allah için bir ihlasa sahip değildir. Bir kimseyi görürsem ki ; dirhemini dinarını sevmez ; övülmekten, medhedilmekten hoşlanmaz.. bilirim ki o : ihlâs sahibidir... Hemen onu bırakır kaçarım. Bir kul malı ve övülmeyi sevdiği süre , kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet , o size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir. Bilmez misin ki : mal sevgisi , büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misin ki ya Muhammed , baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyükleri arasındadır. İblis anlatmaya devam etti : —Ya Muhammed , bilmez misin ? ... Benim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra ... o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemaya gönderdim. Bir kısmını gençlere yolladım. Bir kısmını da meşayihe saldım. Bir kısmını da ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince , aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince ... Onlarla da , bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını da abidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin. Onlar bunların yanına girer.; halden hale sokarlar. Bir tepeden öbürüne ... hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki ; başlarlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye... İşte ... böylece , onlardan ihlası alırım. Onlar bu halleri ile yaptıkları ibadeti, ihlassız yaparlar gayrı .. Ama , bu hallerin farkında olmazlar. İblis, bundan sonra , aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi : — Bilmez misin ; ya Muhammed, Rahip Borsisa, tam yetmiş yıl ihlas ile Allah 'a ibadet etti. Bu ibadetleri sonucunda ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki ; Her dua ettiği hasta , duası ve bereketi ile şifâyap oluyordu. Onun peşine takıldım. Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki ; Allah-ü Teala aziz kitabında , ona şöyle anlatır : << .... Şeytan hali gibidir ki ; o insana : – Kafir ol .. Dedi. Vakta ki o kafir oldu. : Bu defa ona şöyle dedi : Ben senden uzağım . . Ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım .>> (59/16) * * * İblis bundan sonra bazı kötü huylar üzerinde durdu. Ve onların her birinden nasıl istifade ettiğini anlattı.. YALAN — Bilmez misin ya Muhammed , yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse ... o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse ... o da benim sevgilimdir. Bilmez misin ya Muhammed , ben Adem'e ve Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim. <<Muhakkak ben size nasihat ediyorum.>> (7/16) Dedim... Bunu yaparım çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir. GIYBET - KOĞUCULUK — Gıybet ve koğuculuğa gelince .... Onlarda benim meyvelerimdir ve şenliğimdir. NİKAH ÜZERİNE YEMİN ETMEK — Her kim talak üzerine yemin ederse ... günahkar olacağından endişe edilir. İsterse bir defa olsun .. İsterse doğru şey üzerine olsun. Her kim talakı ağzına alırsa .. taaa.. hakikati belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak kelimesi yüzünden hepsi cehenneme girer. NAMAZ — Ya Muhammed , namazı an be an tehir edilince ... onu da anlatayım. O her ne zaman ki , namaza kalkamak ister; tutarım . ona vesvese veririm. Derim ki : "Henüz vakti var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın." Böylece o, vaktinin dışında namazını kılar... Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır. Şayet o kimse beni mağlup ederse .. ona insan şeytanlarından birini yollarım... Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar. O, bunda da beni mağlup ederse .. bu sefer onun hesabını namazında görmeye bakarım. O namazın içinde iken ; sağa bak .. sola bak... Derim... O da bakar ... O ki böyle yaptı... Yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona : Sen ebedi yaramaz bi iş yaptın. Derim ve böylece onun huzurunu bozarım. Sende bilirsin ki ya Muhammed, her kim namazda , sağa ve sola çokça bakarsa, başka şeyler düşünürse, namazından ****** olursa Allah onun namazını kabul etmez. Bunda da ona mağlup olursam yalnız başına namaz kıldığında yanına giderim. Ve ona ; çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da , başlar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun , gagası ile yerden birşeyler topladığı gibi. Bu işi yaptırmakla da ona başarı kazanamazsam bu sefer , cemaatle namaz kılarken onun yanına varırım. Orada başına bir gem takarım. Başını imamdan evvel secdeden ve rükü'dan kaldırırım. İmamdan evvel de secde ve rüku yaptırırım. İşte o böyle yaptığı için , kıyamet günü , Allah onun başını eşek başına çevirir. O kimse bunda da beni yener ise, bu defa ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece o beni tesbih edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam. Bunda da mağlup olursam , bu sefer ona tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince , o esnemeye başlar. Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa onun içine küçük bir şeytan girer , dünya hırsını ve dünyevi bağlarını çoğaltır. İşte bundan sonra o kimse , hep bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Dediklerimizi yapar. * * * Şeytan bundan sonra konuşmasına devam etti : — Sen ümmetin hangisi için ferah duyarsın ki ? Ben onlara ne tuzaklar kurarım... ne tuzaklar. Miskinlerine , çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrederim. Ve onlara derim ki : Namaz size göre değil.. O, Allah'ın afiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir. Sonra hastalara giderim : —"Namaz kılmayı bırak " derim çünkü Allah-ü Teala : << hastalara zorluk yok.....>> (24/61) buyurdu. İyi olduğun zaman kılarsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hatta küfre de gidebilir. Şayet o, hastalığında namazı terkederek ölüp giderse, Allah'ın huzuruna çıkarken, Allah-ü Teala'yı öfkeli bulur. Sonra şöyle dedi : — Ya Muhammed , eğer bu sözlerime yalan kattımsa , beni akrep soksun. Sonra.... Eğer yalan varsa .. Allah 'tan dile beni kül eylesin. * * * İblis bundan sonra konuşmalarına devam etti ve şöyle dedi : — Ya Muhammed , sen ümmetin için ferah mı duyuyorsun ? Halbuki ben onların altıda birini dininden çıkardım. * * * Bundan sonra Resullullah (s.a.) Efendimiz ona , yani İblis'e aşağıdaki şekilde kısa kısa bazı sorular sordu. O da bunlara cevap verdi : << Ya lain , senin oturma arkadaşın kim ? >> Faiz yiyen. << Dostun kim ?>> Zina eden. << Yatak arkadaşın kim ?>> Sarhoş << Misafirin kim ? >> Hırsız. << Elçim kim ?>> Sihirbazlar. << Gözün nuru nedir?>> Karı boşamak. << Sevgilin kim ?>> Cuma namazını bırakanlar. * * * Resullullah (s.a.v) Efendimiz bu defa başka bi mevzuya geçti ve şöyle sordu : << Ya lain , senin kalbini ne yıkar ?>> Allah yolunda cihada koşan atların kşnemesi. << Peki, senin cismini ne eritir ?>> Tevbe edenlerin tevbesi. << Peki , ciğerini ne parçalar, ne çürütür ? >> Gece ve gündüz, Allah'a yapılan bol bol istiğfar. << Peki yüzünü ne buruşturur ? >> Gizli sadaka. << Peki gözlerini kör eden nedir ?>> Gece namazı. << Peki, başını eğdiren nedir ? >> Çokça kılınan cemaatle namaz. * * * Resullullah (s.a.) Efendimiz tekrar bir başka mevzua geçti ve şöyle sordu : << Sana göre insanların en saadetlisi (!) kimdir? >> Namazını bilerek kasden bırakanlar. << Peki , insanların en şakisi kimdir ? >> Cimriler << Peki, seni işinden ne alıkoyar ? >> Ulema meclisleri << Peki , yemeğini nasıl yersin ? >> Sol elimle parmaklarımın ucu ile. — << Peki , sam yeli estiği zaman ve ortalığı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin ? >> İnsanların tırnaklarının arasında. Resullullah (s.a.) Efendimiz bundan sonra , bir başka bir mevzuu sordu. İblis de cevap verdi . << Rabbinden neler talep ettin ? >> On şey talep ettim. << Nedir onlar ya lain ?>> Şunlardır : Allah'tan diledim ki, beni Ademoğullarının malına ve evladına ortak ede. Bu ortaklık talebimi yerine getirdi. Ki bu : << Onlara ortak ol... Mallarına ve çocuklarına . Onlara vaad et. Halbuki şeytan onlara gurur vaad eder...>> (17/64) Ayet-i Celilesi ile sabittir. Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim , faiz ve haram karışan yemeklerden yerim. Şeytandan Allah'a sığınılmayan malın da ortağıyım. Cinsi münasebet anında ; Allah'a şeytandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim. Ve o her birleşmeden hasıl olan çocuk , bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Her kim hayvana binerken , helal yola gitmeyi değil de , aksini isteyerek binerse , ben de onunla beraber binerim. Yol arkadaşı ve binek arkadaşı olurum. Bu da Ayet-i Kerime ile sabittir. << Onlar üzerine süvarilerinle , piyadelerinle yaygara çıkart..>> (17/64) Allah-ü Teala'dan diledim ki : Bana bir ev vere .. Bu dilediğim üzerine hamamları bana ev olarak verdi. Diledim ki bana bir mescid vere. Pazar yerlerini bana mescid yaptı. Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı olarak verdi. İstedim ki ; bir ezan vere , Mezmurları verdi. Diledim ki ; bana bir yatak arkadaşı vere.. Sarhoşları verdi. Diledim ki ; bana yardımcılar vere ... Bunun için de Kaderiyye mensuplarını verdi. İstedim ki ; bana kardeşler vere ..Mallarını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet yoluna para harcayanları. Bunlar da şu Ayet-i Kerime ile sabittir : << O kimseler ki ; mallarını boş yere harcarlar... Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlardır. >> (17/27) Bir ara Resullullah (s.a.) Efendimiz şöyle buyurdu : << Eğer söylediklerini, Allah'ın kitabındaki ayetlerle ispat etmeseydin. Seni tastik etmezdim.>> Bundan sonra İblis devam etti : Ya Muhammed , Allah'tan diledim ki ; Ademoğullarını ben göreyim ama onlar beni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine getirdi. Diledim ki ; Ademoğullarının kan mecralarını bana yol yapa ; Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp giderim. Gezerim. Hem nasıl istersem. Bütün bu isteklerimi verdi . Ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra şunu da ekleyeyim ki ; benimle beraber olanlar , seninle beraber olanlardan daha çoktur. İşte .. Böylece kıyamete kadar , Ademoğullarının ekserisi benimle beraber olurlar. Bundan sonrasını İblis şöyle anlattı : Benim bir oğlum vardır. Adı : ATEME 'dir. Bir kul, yatsı namazını kılmadan uyursa gider ; onun kulağına bevleder. Eğer böyle olmasaydı ; imkan yok , insanlar namazlarını eda etmeden uyuyamazlardı. Benim bir oğlum daha vardır ki ; onun adı da MÜTEKAZİ 'dir. Bunun vazifesi de ; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır. Mesela bir kul , gizli bir taat işlerse ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa MÜTEKAZİ onu dürter. En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya muvaffak olur. Böylece ; Allah-ü Teala onun yüz sevabından doksan dokuzunu imha eder. Çünkü bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir. Sonra, benim bir oğlum daha vardır . Onun adı da KÜHAYL dir. Bunun işi de , insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa, ulema meclisinde ve hatip hutbe okurken. Bu sürme onların gözüne çekildi mi , uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitmezler. Böylece hiç sevap alamazlar. Bundan sonra İblis şöyle anlattı : — Hangi kadın olursa olsun .. Onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur. Ve onu , bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir. Mesela : Elini kolunu dışarı çıkar ; göster. Der .. o da , bu emri tutar. Elini , kolunu açar, gösterir. Buından sonra , o kadının haya perdesini tırnakları ile yırtar. İblis bundan sonra ; Resullullah (s.a.) Efendimiz ' e kendi durumunu anlatmaya başladı : —Ya Muhammed bir insanı delalete sürüklemek için elimde bir imkan yoktur. Ben ancak vesvese veririm. Ve bir şeyi güzel gösteririm. O kadar. Eğer delalete sürüklemek elimde olsaydı , yeryüzünde ; << Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın resülüdür. >> diyen herkesi , oruç tutanı ve namaz kılanı hiç bırakmazdım. Hepsini delalete düşürürdüm. Nasıl ki senin elinde de , hidayet nevinden bir şey yoktur. Sen ancak Allah'ın Resulusun. Ve tebliğe memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı, yeryüzünde tek kafir bırakmazdın. Sen Allah'ın halkı üzerinde bir hüccetsin. Ben de kendisi için ezelde şekavey yazılan kimselere sebebim. Said olan kimse , taa , ana karnında iken saiddir. Şaki olan da , yine ana karnında iken şakidir. Saadet ehli kılan da Allah , Şekavet ehli kılan da Allah . Bundan sonra Resullullah (s.a.) Efendimiz şu iki Ayet-i Kerimeyi okudu. << Bunlar, taa sonuna kadar böyle değişik şekilde devam edecek... Ancak Rabbın esirgedikleri hariç..>> (11/118-119) << Allah'ın emri behemehal yerini bulan bir kaderdir.>> (33/38) Bundan sonra Resullullah (s.a.) Efendimiz , İblise şöyle buyurdu : << Ya Ebamürre, acaba senin bir tevbe etmen ve Allah' a dönmen mümkün değil mi ? Cennete girmene kefil olurum. Bunun üzerine İblis şöyle dedi : —Ya Resullullah , iş verilen hükme göre oldu. Karar yazan kalem de kurudu. Kıyamete kadar olacak işler olacaktır. Seni peygamberlerin efendisi kılan , cennetin ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında bir gözde yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah'tır. Ve O, bütün eksik sıfatlardan münezzehtir. Ve İblis cümlelerini şöyle tamamladı : İşte bu söylediklerim sana son sözümdür. Ve bütün söylediklerimi de doğru dedim. Evvel , ahir , zahir, batın , alemlerin Rabbı olan Allah' a hamd olsun. Efendimiz Muhammet Nebiye Allah salat eylesin. Keza onun âline de ashabına da ...Amin !
  13. şeytanın hileleri çok önemli bir hadis olduğunu düşünüyorum onun için buraya yazacaktım hayli uzun olduğundan ayrı bir konuda yazacağım biraz geç gelcek (cezamdan dolayı)ama hayırlısı
  14. Hem molla hem cengaver! 'Fahri Kaymakam' Said Nursi, Birinci Dünya Harbi sırasında 4 bin gönüllüyle Ruslar'a karşı savaştı. Esir düştü. Kaçtı ve Almanya üzerinden İstanbul'a döndü. Said Nursi bir süre İstanbul'- da bulunduktan sonra 1910 yılında Doğu'ya döndü. Konakladığı, kısa ya da uzun süre kaldığı, kâh dini ve siyasi tartışmalar yaptığı, kâh ders ve konferanslar verdiği yerler arasında İnebolu, Tiflis, Van, Diyarbakır, Urfa ve Birecik vardı. 1911 Said Nursi'nin hayatında önemli bir yıl oldu. Güneye doğru indi. Hedefi Mısır'a giderek, hayalini kurduğu Büyük Doğu Üniversitesi için ünlü Ezher Üniversitesi'ni yerinde görmekti. Geçerken Şam'a uğradı. Israrlar üzerine kentteki görkemli Emeviye Camii'nde kalabalık bir topluluğa karşı konuştu. Sadece sıradan insanlar değil, din alimleri de onu diliyordu. SULTAN'LA YOLCULUK Bu etkili söylev daha sonra 'Hutbe- i Şammiye' adıyla İstanbul'da kitap haline getirildi. Ebuzziya Matbaası'nda basılan eserin kapağında şöyle bir ibare yer alıyordu: "Tamamını dikkatlice okumayan almasın!" Said Nursi, Şam'dan sonra yön değiştirdi. Beyrut'a geçti ve gemiyle İstanbul'a geldi. Kafasında yine üniversite fikri vardı. Bu üniversitenin adını bulmuştu: "Medresetü'z-Zehra". Bu okul Mısır'daki Ezher'in adeta 'kız kardeşi' olacaktı. Ancak kader ağlarını tersten örüyordu! Doğuda değil de, batıdaki bir üniversitenin temel atılışında bulundu. Sultan Mehmed Reşat, 1911'in haziran ayında Barbaros zırhlısı ile İstanbul'dan hareket ettti. Heyette doğu vilayetlerini temsil eden Said Nursi de vardı. Selanik üzerinden Üsküp'e gidildi. Üsküp'te kurulmasına karar verilen üniversitesinin temeli atıldı. Bu arada Said Nursi, "Asıl üniversiteyi doğuda açmalıyız" deyip duruyordu. Neticede Sultan Reşad'ı ve İttihatçı yöneticileri ikna etti. Üç haftalık gezi bittiğinde Sadi Nursi projesi için '19 bin altın' sözü almıştı. KÜLAHLI SAVAŞÇILAR Sevinçle Van'a dönen Sadi Nursi, gölün hemen kıyısındaki Edremit'te hayalindeki üniversitenin temelini attı. Bunda Van Valisi Tahsin Bey'in büyük katkısı olmuştu. Valinin bu çabasının tek sebebi 'eğitim' değildi elbette. Doğu Anadolu'daki Müslüman Kürtler arasında İran'den esen Şii rüzgârı etkili oluyordu. Üniversite buna karşı bir tedbir olarak da düşünülmüştü. Ne var ki büyük savaşın çıkışı projeyi kadük bıraktı. Birinci Dünya Savaşı 1914'te başladı. Bütün ülke savaş için seferber olmuştu. O sırada Van'da bulunan Bediüzzaman, İstanbul'a gittiğinde tanıştığı Enver Paşa'nın emriyle gönüllülerden oluşan bir milis alayı kurdu. Artık iki görevi birden yerine getiriyordu: Hem din hocası, hem asker! Ayağı çizmeli, beli kamalı, eli kırbaçlı; sert adımlarla yürüyen, sağa sola emirler yağdıran, at mahmuzlayan, odası silah ve kitap dolu bir hoca... Said Nursi'nin yönettiği milis alayının 4 bin kişiden oluştuğu tahmin ediliyor. Onlara 'Keçe Külahlılar' adı takılmıştı. Said Nursi savaşta kahramanlıklar gösterdi. Madalya aldı. Ancak 3 Mart 1916'da Bitlis'i savunurken kırık bir ayak ve vücudunda üç kurşun yarasıyla Ruslar'a esir düştü. İDAMA BEŞ KALA Savaş esiri Said Nursi, Tiflis Hastanesi'ne yatırıldı. Uzunca bir süre tedavi edildi. Adeta 'hatırlı' bir esirdi. Onun için İstanbul'dan bakım parası gönderilmişti! Ardından da St. Petersburg'un (daha sonra Leningrad) Güney batısında bulunan Kosturma'- daki esir kampına götürüldü. Said Nursi'nin esir kampı hayatı da gayet ilginçti. Mesela bir keresinde, kampı Kafkas Komutanı, Rus Çarı'nın dayısı Nikola Nikolaviç teftiş ediyordu. Ancak Bediüzzaman o geldiğinde ayağa kalkmamıştı. Sebebi sorulduğunda özetle "Benim inancım budur" demişti. Tabii hemen mahkeme kurulmuş ve Said Nursi, Rus Ordusu'na hakaretten idama mahkedilmişti. MİKROPOLİTİK SAİD Bu kararı umursamazlıkla, hatta sevinerek karşılaması herkesi şaşırtmıştı. Daha sonra tavrının, hakaret amaçlı olmadığı gerçekten inancından dolayı yaptığına kanaat getirilip affedildi. Bediüzzaman idam mangasının önünden dönmüştü. Said Nursi'nin, 'mikropolitik' diye adlandırılabilecek bir düşünce biçimi vardı. Mesela kamptaki bunaltıcı hayat yüzünden esirler tartışmaya giriyorlardı. Herkes kendisinin haklı olduğunu söylüyordu. Said Nursi yine böyle bir olay çıktığında, kendisine bağlı olanlara şöyle demişti: "Koşun ve haksız olana yardım edin." Adamları şaşırmışlardı. Sürekli haktan, hukuktan söz eden Bediüzzaman nasıl olur da haksız konumdaki bir kişiye yardım edilmesini isterdi? Said Nursi sebebini şöyle açıklamıştı: "Haklı adam insaflı olur. Bir dirhem hakkını toplumun yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetle bencil olur, feda etmez, gürültü çoğalır." FAHRİ KAYMAKAM Zaman geçiyordu. 1917'de Rusya'da devrim olmuş, ortalık birbirine girmişti. Said Nursi karışıklıktan yararlanarak kamptan kaçtı. Petersburg'a geldi. Oradan Varşova'ya geçti. Almanya'ya vardı. Burada iki ay kadar kaldı. Sonra da Viyana üzerinden, Sofya'dan geçip 25 Haziran 1918'de İstanbul'a döndü. Sofya'daki ataşemiliterlik ona verdiği 'vatana dönüş' belgesine, "Rütbesi: Fahri Kaymakam... Kıtası: Gönüllü Kürt Süvari Alayı... Tabiiyeti: Osmanlı" diye yazmıştı. Said Nursi'nin maceralı hayatı devam ediyordu.
  15. Tımarhaneye yollandı Said Nursi'nin hayali, bir "Büyük Doğu Üniversitesi" kurulmasıydı. Saray bu fikri 'delilik' diye karşıladı. Said Nursi, İkinci Abdülhamid'e "Doğu'da okullar açılmalı, dini bilgilerin yanı sıra fen bilimleri de öğretilmeli" diye başvurdu. Saray bu talebi hoş karşılamadı. "Kim bu adam, deli mi, divane mi?" deyip Toptaşı Tımarhanesi'ne sevk etti. 'Eğer Said deliyse bu alemde akıllı adam yok' Said Nursi 1907'de İstanbul'a gelip "Doğu'da büyük bir üniversite kurulsun" talebinde bulundu. Saray ise onu akıl hastanesine gönderdi. Hakkındaki rapor övgülerle doluydu!. Bir Özet Said Nursi, yedi çocuklu bir Kürt ailenin dördüncü çocuğu olarak 1876 yılında Bitlis'in Nurs köyünde doğdu. Kısa bir süre içinde zekâsının ve hafızasının çok güçlü olduğu ortaya çıktı. Dönemin 'medrese' adı verilen yerel eğitim kuruluşlarına devam etti. Medreselerde esas olarak dini bilgiler veriliyordu. Genç Said 'fotografik' hafızası sayesinde yıllar sürecek bir eğitim dönemini çok kısa bir sürede tamamladı. Deyim yerindeyse didişmekten hoşlanan, ateşli ve atılgan bir kişiliği vardı. En çok sevdiği şeylerden biri diğer mollalarla tartışmaktı. Delikanlı Said kendini dine ve bilime vermişti; kadınlarla hiç ilgilenmiyordu. Dizinin dünkü bölümünde genç Said'i, Van Valisi Ömer Paşa'- nın konağında bırakmıştık. Daha sonra onu İşkodralı Tahir Paşa'nın konağında görüyoruz... Said zekasını ve üstün hafıza gücünü sadece dini kitaplara yöneltmiyordu. Ne bulursa okuyordu: Tarih, matematik, fizik, astronomi... Tartışmalarda kendi fikrinin doğru olduğunu göstermek için gerektiğinde bir coğrafya kitabını 24 saat içinde ezberine alıyordu! Artık 'Bediüzzaman' kelimesi, sadece eski hocasının taktığı bir isim olmaktan çıkmıştı. Çevreye yayılıyordu. Bu arada Said'in ilgisi siyasi konulara doğru kayıyordu. Mesela Van'dayken bir gazetede İngiliz Sömürgeler Bakanı William Ewart Gladstone'un şöyle dediğini okumuştu: "Kuran ellerinde olduğu sürece Müslümanlar'a hakim olamayız. Ya Kuran'ı ortadan kaldırmalıyız ya da Müslümanlar'ı ondan soğutmalıyız." Bu ve benzeri haberler genç Said'i sinir ediyordu. Dinin inançla sınırlı kalmadığını, siyasi ve ekonomik bağlantılarının da olduğunu düşünmeye başlamıştı. BATI'DAN FARKIMIZ NE? Şimdi Said Nursi'nin hikayesine biraz ara verelim ve dönemin şartlarına kısaca bir göz atalım. 19'uncu yüzyıl başta İngiltere olmak üzere Batılı ülkelerin dünyaya yayıldığı, Afrika'dan Asya'ya sömürgeler oluşturduğu bir çağdı. Osmanlı İmparatorluğu girdiği savaşların çoğunu yitiriyor, sürekli geriliyordu. Devlette yapılan reformlar bu gerileyişi durduramıyordu. Birçok düşünen kişi şöyle bir mantık yürütmeye başlamıştı: Bizim Batı'dan farkımız ne? Esas nokta din farkı olamaz, çünkü o hep vardı. Batılılar bizi üstün silah gücü ve teçhizatla yeniyor. Peki bu silahlar bizde niye yok? Onlardaki fabrikalar bizde niye yok? Ve hepsinden önemlisi Batı'nın bilimi bizde niye yok? Uyanık zihinler gerileyişin ardındaki bilimsel, teknolojik, ekonomik nedenleri görebiliyordu. MEDRESEDE FEN DERSİ Yukarıda sözünü ettiğimiz bakış açısı Said'de de uyanmaya başlamıştı: "İmanımızı koruyalım, daha da güçlendirelim ama pozitif bilimleri de öğrenip uygulayalım." Peki bu nasıl yapılacaktı? Hele hele İmparatorluğun Doğu bölgeleri nasıl kalkınacaktı? Said, İstanbul'a gitmeye karar vermişti: Padişahın huzuruna çıkacak ve ona okullarda din dersi, medreselerde ise fen dersi okutulmasını teklif edecektir. Dediğini de yaptı. 1907'de, yani Meşrutiyet'in ilanından bir yıl önce İstanbul'a geldi. Bu seyahati destekleyen Bitlis Valisi Tahir Paşa, İkinci Abdülhamid'e bir mektup yazarak Said'in ülkesine, dinine bağlı, üstün meziyetleri olan bir kişi olduğunu bildirmişti. Delifişek Said, İstanbul sokaklarında yerel kıyafetiyle dolaşmakta, şivesiyle, belindeki hançeriyle ilgi çekmekteydi. Dönemin din alimlerini tartışmaya davet ederek... Ve bu tartışmalarda rakiplerini zor durumda bırakarak İstanbullular'ı şaşırtmıştı. DOĞU'YA ÜNİVERSİTE O vakitler insanların soyadı olmadığı için ona 'Said-i Kürdi' deniyordu. Yani: Kürt Said. Diğer bir lakabı da 'Said-i Meşhur'du. Said kafasına koyduğunu yaptı ve padişaha bir dilekçeyle başvurdu. Talepleri özetle şöyleydi: "Doğu geri kalmıştır... Anadolu'nun bu geri bölgesinde okullar açılmalı, buralarda dini bilgilerin yanı sıra fen bilimleri de öğretilmelidir." Bu dilekçede Said Nursi'nin büyük hayali olan bir 'Büyük Doğu Üniversitesi' fikrini görmekteyiz. Ancak Saray bu talebi ve davranışı hoş karşılamadı: "Kim bu adam, deli mi, divane mi?" Gözaltına alınan Said Nursi, Üsküdar'daki Toptaşı Tımarhanesi'ne sevk edildi! Ruh doktorunun sorularına Said kapsamlı bir cevap verdi. Niye öyle giyindiğini, niye böyle davrandığını, amacının ne olduğunu gayet net ve mantıklı bir biçimde açıkladı. Doktor Said Nursi'de hiçbir bozukluk bulamadı ve raporuna şöyle yazdı: "Eğer bu adam akıl hastasıysa, dünyada akıllı insan yoktur. MEŞRUTİYET'E DESTEK Bu arada aylar geçmişti. Dönemin aydınları, özellikle de modern okullarda yetişen subaylar, İkinci Abdülhamit'i Meşrutiyet'i ilan etmeye zorlamaktaydı. Nihayet 23 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edilmişti. Said Nursi de Meşrutiyet'ten yanaydı. Selanik'e giden Said, ünlü 'Hürriyet Meydanı'nda Meşrutiyet'i destekleyen bir nutuk atmıştı. Meşrutiyet'i İslam'a uygun buluyordu. Bu etkili nutuk 1910 yılında İstanbul'daki İkbal-i Millet Matbaası'nda basılmıştı. Said, İstanbul'da kaldığı sürede hem dini tartışmalara devam etti, hem de siyasetle yakından ilgilendi. Siyasetle dinin kesiştiği, sınırlarının belirsizleştiği en önemli olay '31 Mart Vakası'ydı. 'Tarih hızlanıyordu'! 31 Mart'ı, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, İstanbul'un işgali ve Kurtuluş Savaşı gibi çağ değiştiren olaylar takip edecekti.
  16. afffferin yam yam sana denilen bu muydu acaba kardeşim kader ve kazaya iman her şey bir imtihan sana ne deniliyor sen ne diyorsun ayrıca yazdığın iki misalde konuya uygundeğil evet abartısız söylüyorum saçmalık(bilmiyorum kaynağın kimse sadece saçmalamış) İslam adına derin bilgi eksiklikleriyle dolu olduğu açık birinci misalin hiç kimse şahıs olarak cehenneme gidecek denmez daha bu bilgiden yoksunsun bu yazdığın misal Allah(cc) bizi bizden daha iyi bilir nelerin bizi bu duruma getirdiği yaptığımı seçimleri ne şekilde ne şartlarda yaaptığımızı a dan z ye her şeyi onuniçin belki ben günahımdan azaplar içerisindeyken ateist olan cennette olabilir neyin ne olacağını yalnız Allah bilir. ikinci misaline gelince insanlar kendini ne mutlu edecekse onunla karşılaşırlar niçin cenentte hurielri falan deniyor erkekler bu yönden şeytana çok kanıyorda ondan onlar hatırlatılıyor ayrıca cennette hiç bir şey zorlama değildir yazdığın şey mantık dışı eğer bir tartışma ve hoşnutsuzluk olursa bu zaten cennete kavramına uymaz.
  17. Bir Rüya gördü hayatı değişti Said Nursi... İstanbul'a gelişi, Kurtuluş Savaşı günleri, Meclis'te törenle karşılanışı... İşte bugünkü Nur hareketini başlatan kişi, Said Nursi. Nurslu Said'in hayatı.... Usta kalem Emre Aköz, Said Nursi'den Fethullah Güven'e 75 yıllık Nur hareketini yazıyor. - Bitlis'in Nurs köyünde 1876'da doğdu. - Bir gün rüyasında pergamberi gördü. Çok etkilendi, şevkle dinini öğrenmeye sarıldı. - Siirtli Molla Fethullah Efendi, üstün becerisi karşısında ona Bediüzzaman (Zamanın Güzeli) demeye başladı. - Musevi olan İstanbul vekili Karasso'ya 'Beni az daha Müslüman yapacaktı' dedirtecek kadar iyi bir hatipti... Not:Rivayet Rüyasında Hz.Muhammed (sas) ona ilmini vewreceğini ancak kendisisnin hiç kimseye sorusormamasını istedi. Oda öyle yaptı ve bir tabela hazırladı her türlü soruya cevap verilir soru sorulmaz. Olağanüstü ve sıradışı bir hayat yaşadı Milyonların ilgi duyduğu Nur hareketini başlatan Bediüzzaman Said Nursi 1876-1960) olağanüstü bir hayat yaşadı Fotografik hafızasıyla tuğla gibi kitapları aklında tutan Said Nursi hiç evlenmedi, kadınlardan daima uzak durdu. Emre Aköz den bir anı Geçen gün İstanbul Beşiktaş'taki Kabalcı Kitapevi'nde dolaşıyordum. Gözüme bir kitap çarptı: 'Atatürk, Din ve Din Adamları.' Yazan: Prof. Ali Sarıkoyuncu. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları'ndan çıkan kitap dört baskı yapmış. Nur hareketi üzerine dizi hazırlıklarımız sürdüğü için merak ettim tabii. Kitabı karıştırdım. Said Nursi'yle ilgili bir bölüm göremedim. Bunun üzerine 'dizin' kısmına baktım. İbare şuydu: "Said-i Kürdi (Nursi): 123." Hemen 123'üncü sayfayı çevirdim. Said Nursi'nin adının geçtiği cümle şöyleydi: "İlk adı Cemiyet-i Müderrisin (Medrese Öğretmenleri Derneği) olan Teali-i İslam Cemiyeti'nin yönetim kurulunda, Mustafa Sabri (Başkan), İskilipli Mehmet Atıf (İkinci Başkan), Said-i Kürdi (Nursi) - İttihat ve Muhammediye Cemiyeti önderlerinden - bulunuyordu." RESMİ TARİH YOK SAYIYOR Ardından da şu cümle: "Teali-i İslam Cemiyeti, Kuva-yı Milliye aleyhinde bildiriler yayınlamıştır." Nasıl yani? Bu kadar mı? Bitti mi? Bunu okuyan herhangi bir kişi şöyle düşünür: "Haa, demek ki Said Nursi, Kurtuluş Savaşı'na karşıydı." Peki o zaman nasıl oldu da 1922 sonbaharında Said Nursi, ısrarla Ankara'ya davet edildi? Nasıl oldu da Millet Meclisi'nde Said Nursi için resmi bir 'hoş geldiniz' töreni düzenlendi? Bu bir çelişki değil mi? Kurtuluş Savaşı'na karşı çıkan bir din adamı niye Ankara'ya davet edilsin? Niye Meclis'te törenle karşılansın? Ve bir soru daha: Böyle bir dini kişilik nasıl olur da Atatürk'ün din adamlarıyla olan ilişkilerini anlatan bir kitapta yer almaz? Çok tuhaf! Said Nursi üzerine sohbet ettiğim çoğu kişi bu Ankara ve Meclis olayını bilmiyordu. Her duyan, "Ciddi misin, gerçekten böyle bir şey olmuş mu? Peki sonra ne olmuş da Said Nursi, 'Cumhuriyet düşmanı gerici' ilan edilmiş" diye soruyordu. 81 yıllık Türkiye tarihinin bu ilginç kişiliğini anlamamız için daha gerilere gitmemiz gerekiyor... Taa 1876 yılına... BİR RÜYA HAYATINI DEĞİŞTİRDİ Said Nursi, Bitlis'in Hizan kazasına bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğdu. Annesinin adı Nuriye, babasının adı Mirza'ydı. Kürt kökenli bu ailede tam yedi çocuk vardı: Dürriye, Hanım, Abdullah, Said, Mehmed, Abdülmecid, Mercan... Küçük Said gayet zeki, kendisine söyleneni olduğu gibi kabul etmeyen, sorular soran, zihnine takılan bir şeyin cevabını yıllar sonra bile arayan bir çocuktu. O dönemde TV, radyo yoktu. Köylere gazete gitmezdi. Müslüman halkın fikir ve inanç ihtiyacını dini sohbetler, Nakşi şeyhlerin dersleri karşılıyordu. Hocalar 'medrese' adı verilen bir organizasyonla gençleri eğitiyordu. 'Medrese' deyince aklınıza bugünkü okullar gelmesin. Okumaya, öğrenmeye eğilimi olan meraklı gençler bir hocanın kurduğu, çoğu bir camiye yaslanan, küçük çaplı dershanelerde bir araya geliyor... Burada yiyor, içiyor, eğitim görüyor, medresenin ve hocanın çeşitli işleriyle uğraşıyordu. Said Nursi de aynı yoldan gitti. 6 yaşındayken Molla Mehmed Efendi'nin medresesine devam etti. Ardından abisi Abdullah'tan dersler aldı. Bir başka eğitim ocağı Tağ medresesiydi. Küçük Said'in kabiliyeti hocalarının dikkatini çekiyordu. Ancak Said henüz ne yapacağını bilemiyordu. Derken bir gün rüyasında peygamberi gördü. Bu rüya onu derinden etkiledi. 1888 yılında büyük bir şevkle din eğitimine yöneldi. Bitlis'teki Şeyh Emin Efendi medresesine gitti. Ardından diğerlerine... Daha sonra onu Erzurum'un Bayezit (bugün Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesi) kasabasındaki Şeyh Mehmed Celali medresesinde görüyoruz. Burada Said'in becerisi, azmi, zekası daha da belirgin hale geldi. Dönemin medreselerinde öğretilen tüm kitapları üç ay gibi çok kısa bir sürede okudu. Aslında bu mucizevi bir beceriydi. Çünkü diğer öğrenciler o kitapları kavramak için uzun yıllar çaba gösteriyordu. Bu becerinin ardında iki temel nokta vardı: * Said kitaplarda yer alan, bugünkü dille 'not' (şerh ve haşiye) bölümlerini atlamış, ayrıntılara girmeden doğrudan ana metinleri okumuştu. * Kısacık bir dönemde 80 kadar önemli kitabı 'kavrayarak' okuyabilmesinin bir başka nedeni de müthiş hafızasıydı. Benim anladığım kadarıyla Said Nursi olağanüstü bir 'fotografik hafıza'ya sahipti. Ancak fotografik hafıza geçicidir. Öğrenilenler bir süre sonra unutulur. Said Nursi daha sonra göreceğimiz gibi kitapları ara ara okuyarak hafızasını tazeliyordu. Dönemin din bilginleri defalarca Molla Said'i sınava çektiler. Bu sınavlarda hem okuduğu kitaplardan bölümler soruldu, hem de bunları yorumlaması istendi. Genç yaşına rağmen Said zorluğun üstesinden geldi; olaya şahit olanlar şaşırıp kaldı. 'BEDİÜZZAMAN' NE DEMEK? Onun bilgisini sorgulayanlardan birisi de Siirt'teki ünlü Molla Fethullah Efendi'ydi. Said'in üstün becerisi karşısında hayran kalan hocası, Said'e 'Bediüzzaman' demeye başladı. Çünkü onu eski din alimlerinden Bediüzzaman-ı Hemadani'ye benzetmişti. 'Bedii' kelimesinin 'güzellik ölçülerine uyan', 'gözü ve gönlü okşayan', 'beğenilen' ve 'estetik' gibi anlamları vardır. O halde Bediüzzaman; 'Zamanın güzeli', 'Dönemin harikası' demektir. Din eğitimi alan öğrenciler neticede birer gençti. Aralarında kıskançlıklar, gruplaşmalar oluyordu. Bir keresinde Molla Said küçük yaşına rağmen tartışmalardan galip çıkınca bazı talebeler üstüne yürümüş, onu dövmeye çalışmışlardı. O günden sonra Said yanında bir hançer taşır oldu. Ona 'Said-i Meşhur' diyenler de vardı. Böylece Said Nursi toplum hayatında önemli bir kişi olarak ortaya çıkmaya başlıyordu. VALİNİN KIZLARINA YÜZ YOK Nasıl Batı'da zengin ve güç sahibi kişiler sanatçıları himaye ederse... TV'nin olmadığı dönemlerde nasıl çeşitli konularda paneller, geceler, tartışma seansları düzenlenirse... Bunların bir benzeri Osmanlı toplumunda da oluyordu. Said Nursi bir medreseden diğerine geçiyor, bir kentten diğerine seyahat ediyor... Oralarda karşılaştığı din alimleriyle tartışıyordu... Mesela dönemin Bitlis valisi Ömer Paşa'nın konağında kaldığını biliyoruz. Burada kendisine bir oda tahsis edildi. 20 yaşlarındaki Said Nursi vaktini kitap okumakla geçiriyordu. Hem de ne okuma! Kitapları hafızasına kaydediyordu. Bir kitabı ezberliyor, üç ay sonra tekrar ona dönüp ezberini tazeliyordu. Eşi vefat etmiş olan Ömer Paşa'nın altı kızı vardır. Said bu kızlarla ister istemez karşılaşır. Hatta bazen kızlardan biri odasına girmek ister. DEDİKODULAR BOŞA ÇIKTI Bu arada kentte dedikodu çıkarılır: Nasıl olur da Ömer Paşa, Said gibi bir delikanlıyı, bakire kızlarıyla yalnız bırakmaktadır? Olacak iş midir?" Kızlar ise bambaşka bir hikaye anlatmaktadır babalarına: "Bu Said ne biçim bir adam? Bizi odasından kovuyor. Karşılaştığımızda yüzümüze dahi bakmıyor!" Bu durum iki yıl boyunca sürer. İki yılın sonunda Said hâlâ altı kızı birbirinden ayırt edecek durumda değildir! Bu temayı daha sonra da göreceğiz: Said Nursi hiç evlenmemiş ve ömrü boyunca kadınlardan uzak durmuştur. O halde bir soruyla bugünü bitirelim: Bugün Nur cemaatinin önde gelenleri arasında hiç kadın olmamasının bir nedeni de Said Nursi'nin hayat biçimi olabilir mi? Kaynak:Emre Aksöz Biiznillah devam edecek fazla uzun olursa çirkin gözükebilir
  18. Sevgili canlar özellikle haksöz kardeşim yüce kelam süslerinizi göstermeyin der bu gün en çokj zaten saçla uğraşırlar bayan kardeşlerimiz İslamda vardır üstelemeye gerek yok
  19. Alalh razı olsun kardeşlerim
  20. AMİN Allah razı olsun kardeşim
  21. Bilimselci kardeşim senin o servet dediğin bütün bu ülkemizin adını bayrağını gittiği yere taşıyan hizmetin kaynağıda o nice askeri üzretle çalışıpta evindeki bir parçada olsa geliri bu hizmete feda edenler var onlar bu hizmetin farkındalar uzun zaman önce istanbula hafız ali camiinde bir mahsum insan 50 milyonluk serveti varken 70 milyon bağış yapacağını söylüyor sonra dışarı çıkınca farkına varıyor ve şeytan onu dürtüklüyor git ve vazgeçtiğini söyle ancak o sonanda nefsiin dinlemiyo ve evini ve arabasını satıp o parayı bağış yapıyor. Daha sonra ise adam işlerinin son derece açıldığını iki ev aldığını arabasından çok daha güzel bir araba aldığını söylüyor bunlar uydurma masallar değil bunlar bizim veya bizim dediklerimizin gözünün önünde gerçekleşen olaylar Ayrıca biz ne olursa olsun kula eğilmeyiz Fethullah hoca sadece Allah yolunda öncülük etmiş kişidir ve kendisisni hiç bir menfaati yoktur bunu yapılan hizmetlerden görüyoruz. Zaten kendisine duyulan bu kin onun şahsına değil yapılan hizmete sizin gibi kardeşlerimiz de görünce bunları gerçek zannedip heryerde bağırıyor ancak bu bağırdıklarınıza değil gördüğümüze inanmaya devam edeceğiz biiznillah
  22. Haddim Olmadan İkinci Söz Bismillah Üstad bediüzzaman yine hayatın genelinde olan karşımıza çıkan iki yol gösteriyor her işte olduğu gibi yaptıkları ve karakterli bir birine zıt olan insanların seçtikleri hedeflerde ters olur ikinci söze göre gayet enaniyetli kendinden başkasını düşünmez gururlu insan kendisinde bulundurduğu bu kötü hallerler nazarında kendine yakışır bir ortamda hayatını sürdürür.yani karşısına çıkan insanlar onun gibi zalimlerdir ve bu insanda bu gaflete düşmüşlerden gördüğü zararı hissetmemek için onlar gibi gaflete dalar böylece gaflette olmayanları gaflette gibi gözükecek ancak farkında olmadan ömrünü zındanlar gibi işkenceler gibi hallerde geçirecek hayatındakileri zehirleyecekte etrafındakileride gaflettn seçtiği için yaptıkları gayet normal gelecek ve fark etmeden kendini bitirecek.Bunun sonucunda sönmüş hayatlar tükenmiş umutlar ebedi azpar ve her tarafta kendi derdine ağlayan biçareler görürü ve onlardan olur. Ancak diğer tarafta gerçekleri göre bilen güzel ahlaklı gözünde perde olmayan insan girdiği ortamda şenlikler güzellikler güzel ahlaklı insanlar görür.Öyle ki ordaki insanlarda ne bir cefa nebir işkence nebir ceza yoktur. Şimdi bu birinci enaniyetli ve gururlu kişi Allahı görmemezlikten gelen gaflete dalan kişidir. Ki bu insan kendi iradesiyle çizdiği yolda yürür ve kendi sonunu hazırlar kendisi kendini cehennem zindanlarına götürür.Bu hayatta ki faniliği anlayamaz gaflete dalar.Ve küfre girer. Öbür adam ise anlarki bu dünya geçicidir ve asıl ebedi haytın tarlasıdır ona göre çalışır hizmet eder ve kendi iradesiyle hak çizgisini bulur ve ebedi saadete kavuşur.Dünya hayatında rabbinini emrinde çalışırken sürekli rabbinin sırlı madidar nimetlerini görür ve bütün hakikatler iman perdesini ardına kadar açar. Bunun sonucunda anlaşılıyorki iman cennet yolunda kökleri yukarda dalları aşağıda olan bir tuba ağacı çekirdeği niteliğinde insanı ebedi huzura götürüyor. Aynı zamanda görülüyorki Küfr ise insanda bir zakkum niteliğini taşıyor ve onu cehenneme götürüyor. O zaman tek kurtuşuş imandadır onun için bizde bize verileren bu tatlı nimet için Allaha hamd etmeliyiz.
  23. şimdi konuyla alakası yok ancak madem link vermişim bak kardeşim bu konuda bildiğim bir kaç husus 1.Hayırdır. 2.Tıbben Tamamen ölmüş(organı bağışlananın) olması organının alınmasından zarar görmeyeceği için gereklidir. 3.Para karşılığında Yapılmamalıdır. Sonra o kişi bulamamışsa bulamamış Kim katil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir kişiyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir adamın hayatını kurtarırsa sanki bütün insanların hayatını kurtarmış olur.” (Mâide, 5/32) ancak konuyla alakası olmayan bu linki vermenin nedenini inan anlamış değilim. senin o yazınını alıntı yapıp gülsemmi ağlasammı dememin nedeni büyük bir genelleme yapmandan dolayı ve çağdaşakarşı olarak yani gerici olarak görmenden dolayıdır. yani gülesemmi dedim çünkü bu kötü zihniyetinize katılmıyorum yani zil takıp oynaya bilirim ağlasammı dedim çünkü sizin gibi kardeşlerimizi gaflete düştüğünü görmektende üzlüyorum.
  24. Öncelikle Alalh razı olsun sedelina kardeşim Bu yalanlarla dolu iftiraların en azından bu bölümde bitmesi dileğiyle bir şey söyliyeceğim Zamanında Hoca efendi herşeyi devlete vermeyi teklif etti herşey develtin elinde olcaktı eğer bu bilmeden konuşanların bahsettiği saçmalıklar doğru ise neden böyle bir şey devlete teklif edildi ama iyiki devlet elinde değil niceleri o okula para bastırıp girmeye çalışıyor ancak cevap belli BİLGi
  25. yeshua kardeşim senin cerdiklerine bir bakalım *** " Tanrı'nın görüntüsü olan Mesih'in yüceliğini bildiren müjdenin ışığı imansızların üzerine doğmasın diye, bu ortamın tanrısı onların zihinlerini köreltmiştir. " (II. Korintoslular 4:4) burda açık bir şekilde tanrının görüntüsü olan mesih diyor lütfen.. sonra kardeşim nasıl oluyorda Allah (haşa) şeytana bu ortamın tanrısı diyor nasıl olurda inandın bilmiyorum ancak ben inanmam
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.