ahirzaman tarafından postalanan herşey
-
GERÇEK MÜSLÜMANLAR
Bilimselci şimdi yazdığının konu ile alakası varmı ayrıca eleştirdiğin noksanlıklar değil noksanlıkların Çözümü İSLAMdadır. Saygılar
-
Karikatüristin Sonu
Zaman yazmış ise bence haber doğru olmama ihtimali büyük Allah razı olsun berceste
-
BU NE YAMAN ÇELİŞKİDİR!
Mübarek sende aklıma user ve admin arasındaki hayali konuşmalardan birini aklıma getirdin Admin:Yavs user bu konu zaten vardı nenden bidaha açıyorsun User:Çok tutuldu bidaha açtım:)) gerçi bu tutuldu mu bilmiyom ama tutturulmaya çalışıldığı kesin
-
Yeşil Elbise
Allah senin gibi mübareklerden razı olsun inşallah desene şimdilik sennden büyüğüm
-
BU NE YAMAN ÇELİŞKİDİR!
yavs bende düzgün bişi dicen sandım ama nerdee
-
Karikatüristin Sonu
Karikatür krizinin mimarı yanarak öldü Danimarka'da Peygamber Efendimizin karikatürlerini çizerek İslam aleminin tepkisini çeken karikatürist, çıkan bir yangında alev alev yanarak can verdi. 04 Temmuz 2006 Salı 16:04 ÖZEL HABER Danimarka'da Peygamber Efendimizin karikatürlerini çizerek İslam aleminin tepkisini çeken karikatürist Kurt Westergaard çıkan bir yangında diri diri yanak can verdi. Konuyla ilgili görüştüğümüz Jyllands Posten Gazetesi yetkilileri, olayla ilgili açıklama yapmaktan kaçındı. Danimarka'da yaşayan gurbetçilerimiz sır gibi saklanan böyle bir söylentinin olduğunu doğruladılar. KAYNAK-http://www.sonsayfa.com/news_detail.php?id=13362-
-
Yeşil Elbise
Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu. "Gel seni camiye götüreyim", dedim. "Bugün Cuma biliyorsun." "Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun," dedi. "Biliyorum ama,sebebini gerçekten merak ediyorum." "Ne bileyim olmuyor işte, dedi. Hem pantolonumun ütüsü bozulup, dizleri çıkar diye endişe ediyorum." Gayri ihtiyari gülmeye başladım. "Herhalde şaka yapıyorsun," dedim. "Bunun için cami terk edilir mi?" "Ciddi söylüyorum," dedi. Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin." Gerçekten öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı. "Peki, dedim. Hayatında hiç camiye gitmedin mi?" "Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim," dedi. Hem o yaşlarda dizlerim aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum. Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum. Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık. Onunla konuşmamızdan 2 ay sonra,kendisinin camide olduğunu söylediler.Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı. Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle: "Hani, dedim.Camiye gelmeyecektin?" Hiç sesini çıkarmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu.
-
Güllerin Efendisine şiirler...
Ümmetlerin Resulallah resulallah Seni gören nice olur Ateşlerde kor misali Yanıp yanıta kül olur Ümmetlerin ümmetlerin Biz günahkar ümmetlerin Yarın yevmi kıyamette Nolur unutma bizleri Sana layık olamadık Yoluna can koyamadık Seni candan sevemedik Nolur unutma bizleri Ha habibim dedi sana Seni gönderdi cihana Cümle alem hayran sana Nolur unutma bizleri
-
HZ.MUHAMMED MUSTAFA
Boş ver halilim biz bu bölümde haksözü takmıyoruz. Bölüme sahip çıkma adına
-
HZ.MUHAMMED MUSTAFA
Sevgili berceste Allah aşkına biliyor isen söyle kim yazdı bunu bed alıntılayacağım ve o mübarek zat her ne kadarda adı altında yazsındiey yazmamışsada bu göz yaşları için o mübareğe bu şekilde teşekkür etmek siterim Zira kula teşekür etmeyen rabbinede şükr etmez.
-
HADİSCİ VE SÜNNETCİLERE HODRİ MEYDAN
Eyy kendini Allahresuli ile bir sayanlar siz kimsinizki zira o Allahın verdiği ilim ile kuranı yaşıyordu siz o akdar ilimli mi saarsınız kendinizi Allahın kelamı bizden akt akt üstün dür kuranı anlamda bunu unutmayı çünkü kuran sadece ona ezberlettirilmedi yoksa postacıdan gayrı ne hükmü kalırdı. İşte bunu için biz kuranı hadislerle daha iyi anlamalıyız tamam her gördüğünüz hadise yapışın demiyoruz ama hadisi reddedipte bu fasıklık neden Onuntmayın siz o ummandan bir damla bile değilsiniz bizde öyle varsa bir damla ona HAKKI İLE ALİM denilebilecek olanlardır bunlarda kendilerini ispad edenlerdir.
-
ALLAH RIZASI İÇİN ORTAK KOŞANLAR
alemsin mübarek
-
HAŞEMA MÜSLÜMANLIĞI... (Avrupa Rönesans'la dinin aklın üzerindeki bağlarını koparırken, Müslümanların liderleri aynı yıllarda kişisel çıkarları için.]
Hoş geldin dipnot kardeş bayadır görmüyodum inşallah iyisindir. Yazına gelince katıldığım yerler var bazı yönlerde haklısıın hemde çok diğer bazı yerlere varsın gelmeyelim
-
Hz.Osman(r.a.)
Meleklerin bile hayâ ettiği halîfe: Hz. OSMAN Hz. Osman, Müslüman olmadan önce ticâretle uğraşırdı. Zengin bir tüccârdı. Cemiyette, sevilen, sayılan bir kimseydi. İ’tibârı yüksek idi. Hz. Ebû Bekir’in de arkadaşı, yakın dostu idi. Önemli işlerinde ona danışır, onun fikrini alırdı. Câhiliye devrinin pisliklerine bulaşmadı. Peygamber kızı olsa gerek Müslüman olmasını şöyle anlatır: Benim firâset sahibi olan bir teyzem vardı. Hastalandığında ziyâretine gitmiştim. Bana dedi ki: - Yâ Osman! Sen öyle biri ile evleneceksin ki, ne o senden önce bir erkek görmüş olacak, ne de sen ondan önce bir kadın görmüş olacaksın. Bu kız çok güzel olup, sâliha biridir. Ayrıca bu kız, Peygamber kızı olsa gerek. Ben teyzemin bu sözüne çok hayret ettim. Çünkü, peygamber olarak bildiğim kimse yoktu. Hiç ortada böyle bir şey yok iken, teyzem bunları nereden çıkartmıştı. Şunu da biliyordum ki, teyzem pek çok lâf etmezdi. Benim hayretler içinde kendisine baktığımı görünce konuşmasına şöyle devam etti: - Merak etme, O kimseye cenâb-ı Haktan vahiy gelmeye başladı. Sen O’nu bulmakta güçlük çekmiyeceksin! - Ey teyzem, hep sır olan şeyler söylüyorsun. Beni meraklandırıyorsun. Sözlerini biraz açarak beni meraktan kurtar. - Muhammed bin Abdullah’a peygamberliği bildirildi. Artık halkı hak dîne da’vete başladı. Çok zaman geçmez ki, sen O’nun dînine girer kurtulursun. O’nun dîni, bütün âlemi aydınlatacaktır. Bu mes’ele benim zihnimi çok meşgûl etmeye başladı. Her önemli mes’elede fikrini aldığım, Hz. Ebû Bekir’e koştum. Teyzemin söylediklerini kendisine aynen bildirdim. Bana dedi ki: - Teyzen doğru söylemiş. Yâ Osman, sen akıllı adamsın. Hiç görmiyen, işitmiyen, fayda veya zarar veremiyen şeye nasıl tapınılır? O nasıl ilâh olarak kabûl edilir? - Yâ Ebâ Bekir, doğru söylüyorsun. Ben de bu mantıksızlığın farkındayım. Fakat çâre bulamamıştım. - Merak etme, artık bize hak yolu gösteren zât geldi. Ben kendisinin peygamber olduğuna inandım, îmân ettim. Gel seni de huzûruna götüreyim, sen de îmân et! Cennete da'vet eder Beraberce Resûlullahın huzûruna vardık. Bana buyurdu ki: - Yâ Osman, Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe da’vet eder. Sen de bu da’veti kabûl et! Ben bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim. Resûlullahın, güleryüzle gâyet samîmî bir şekilde yaptığı bu da’vet üzerine, hemen büyük bir şevkle kelime-i şehâdet getirip, Müslüman oldum. Daha sonra Resûlullaha, Şam’a gittiğimde gördüğüm rü’yâyı anlattım. Rü’yâmda, “Ey insanlar, uyanın! Ahmed Mekke’de zuhûr etti” diye nidâ işitmiştim. Sonra da Mekke’ye gelince de, teyzem bana Resûlullah efendimizden haber vermişti. Hz. Osman, çok cömert idi. İyilik yapmayı, muhtaç kimselerin ihtiyaçlarını görmeyi çok severdi. Güzel hâllerinden dolayı, Resûlullah efendimiz kendisini çok severdi. Peygamber efendimiz, Eshâbının ileri gelenlerinden çoğunun bulunduğu bir toplantıda, sohbet buyururken: - Herkes dostunun yanına varsın, buyurdu. Sen benim sevdiğimsin Herkes sevdiği arkadaşının yanına gitti. Peygamber efendimiz de, Hz. Osman’ı yanına alıp buyurdu ki: - Sen, dünyada ve âhırette benim sevdiğimsin. Hz. Âişe anlatır: Resûlullah efendimiz, bir gün istirahat ediyordu. Bu sırada Hz. Ebû Bekir içeri girmek için izin istedi. İzin verilip içeri girdi. Resûlullah hiç hâlini değiştirmedi. Sonra, Hz. Ömer izin alıp içeri girdi. Yine hâlini değiştirmedi. Uzanmış vaziyette iken onlarla sohbet ettiler. Daha sonra, Hz. Osman kapıya gelip içeri girmek için izin istedi. Peygamber efendimiz oturdular. Hz. Osman’ı bu şekilde kabûl ettiler. Hepsi gittikten sonra sordum: - Babam Ebû Bekir ve Hz. Ömer içeri girdiklerinde hiç hâlinizi bozmadınız. Fakat Hz. Osman içeri girince, oturdunuz. Bunun sebebi nedir? - Meleklerin hayâ ettikleri bir kimseden ben nasıl hayâ etmem. İbni Mes’ûd hazretleri anlatır: Bir gün gazâda, Resûlullah ile beraberdim. Yiyecek bitti, asker sıkıntı içerisindeydi. Resûl-i ekrem bu hâle vâkıf olunca buyurdu ki: - Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızık gönderecektir. Hz. Osman bu sözü işitince, “Resûl-i ekremin her sözü muhakkak doğru çıkar” diye düşünüp, yiyecek bulmaya çalıştı. Bu rızkın gelmesine sebep olmak ve Resûlullahı memnûn etmek istiyordu. Bunlar nedir? Bir yerde dört deve yükü yiyecek buldu. Bunu yüksek fiyatla satın alıp, Resûlullahın huzûruna getirdi. Peygamber efendimiz Hz. Osman’a sordu: - Yâ Osman! Bunlar, nedir? - Osman’dan Allahü teâlânın Resûlüne hediyedir. Seyyid-i Kâinatın buyurdukları, gecikmeden yerine gelince, mü’minler sevindiler, münâfıklar mahzûn oldular. Server-i âlem hazretleri mübârek ellerini açıp, şöyle duâ ettiler: - Yâ Rabbî! Osman’a çok ecir ver. Hz. Osman muhtaç olanlara bol bol yemek yedirirdi. Fakat kendisi evde sirke ve zeytinyağı yerdi. Yola giderken, devesinin arkasına kölesini de alırdı. Peygamber efendimiz şöyle duâ buyurmuştur: - Yâ Rabbî! Osman’ın geçmiş ve gelecek gizli, âşikâr bütün günâhlarını affet. Müslümanlar, Medîne’ye hicret ettikleri zaman, su sıkıntısı vardı. Rûme kuyusundan başka içilecek su yoktu. Bu kuyu da bir Yahûdîye âit idi. Yahûdî, Müslümanları zor durumda bırakmak için, kuyudan her zaman su vermiyordu. Verdiği günlerde de çok yüksek fiyatla sattığı için herkes alamıyor, fakir Müslümanlar çok sıkıntı çekiyorlardı. Cenneti müjdeliyordu Peygamber efendimiz, bu durumu gördükçe üzülüyordu. Kuyuyu satın alıp, Müslümanlara sebil edecek kimsenin, Cennette karşılığını kat kat alacağını müjdeliyor, açıkça Cenneti va’dediyorlardı. Bu müjdeyi işiten Hz. Osman, hemen Yahûdînin yanına varıp, pazarlığa başladı. Yahûdî, Müslümanların mecbûren bu kuyuyu satın alacaklarını bildiği için, ödenmesi mümkün olmayan bir fiyat istedi. Bu duruma Hz. Osman çok üzüldü. Fakat ne yapıp yapıp bu kuyuyu satın alarak Resûlullahı memnun etmek istiyordu. Yahûdîye dedi ki: - Senin dediğin fiyatla bu kuyuyu ben satın alamam. Sana bir teklîfim var. Gel seninle beraber ortaklaşa bu kuyuyu işletelim. Böylece kuyu elinden çıkmamış olur. Kuyunun yarı hissesini bana sat. Birgün sen, birgün ben kuyuyu işletelim. Yahûdî, işin neticesinin nereye varacağını anlayamadı. Teklîf çok hoşuna gitti. On iki bin dirheme kuyunun yarı hissesini verdi. Kuyunun başında bir gün Yahûdî, diğer gün Hz. Osman durup, su veriyorlardı. Yahûdî yine yüksek fiyatla suyu satıyor, Hz. Osman ise bedava olarak veriyordu. Müslümanlar, sıra Hz. Osman’a geldiği vakit, o günün ihtiyaçlarını aldıkları gibi, ertesi günün ihtiyaçlarını da doldurup gidiyorlardı. Dolayısıyla ertesi gün Yahûdîye gelen olmuyordu.Yahûdî oyuna geldiğini anladı. Fakat iş işten geçmiş oldu. Sonra gelip, kuyunun diğer yarısını da aynı fiyatla Hz. Osman’a satmak istedi. Fakat Hz. Osman kabûl etmedi. Bir müddet sonra tekrar gelip, daha aşağı bir fiyat teklîf etti. Hz. Osman yine kabûl etmedi. Biliyordu ki, Yahûdî mecbûren bu kuyuyu satacaktı. Çünkü başka çâresi yoktu. Daha sonra Yahûdinin ısrârına dayanamıyarak, ucuz bir fiyatla diğer yarısını da satın aldı. Böylece kuyunun tamamı Müslümanların ihtiyaçları için sebil edildi. Peygamber efendimiz, bu habere çok sevinip Hz. Osman’a hayır duâ ettiler. Her adımına bir köle Hz. Osman, her fırsatta, Peygamber efendimizi memnûn etmek, O’nun mübârek duâsına mazhâr olmak için fırsat kollardı. Bir gün Hz. Osman, Resûlullah efendimizi evine da’vet etti. Resûlullah buyurdu ki: - Yalnız beni mi da’vet ediyorsun? - Eshâb-ı kirâm da da’vetlidir. Peygamber efendimiz, Bilâl-i Habeşî hazretlerini, bütün Eshâbına haber vermesi için yolladı. Kendisi de Hz. Ali ile, Hz. Osman’ın evine doğru yürümeye başladı. Hz. Osman geriden, Peygamber efendimizin adımlarını sayıyordu. Resûlullah bunu fark edip, sebebini sorduğunda, şu cevâbı verdi: - Yâ Resûlallah! Her adımınıza bir köle azâd edeceğim. Da’vetten sonra da, saydığı adım kadar köle azâd etti. Hz. Ömer’den sonra üstünlük sırası, Hz. Osman-ı Zinnûreyn’e gelir. Bunun hilâfeti de ümmetin icmâ’ı ile sâbittir. Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin kızı Rukayye ile evlendi. Peygamberimizin kızları Rukayye ve Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Leheb’in oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlanmışlardı. Peygamberimiz, insanları Müslüman olmaya da’vete başlayınca, Ebû Leheb düşmanlık etmeye başladı. Oğulları da düşmanlık edip, Resûlullahın kızlarını almaktan vazgeçtiler. Böylece Resûlullahı sıkıntıya düşürmek istediler. Osman'a verirdim Bunun üzerine vahiy gelerek Rukayye Hz. Osman’a nikâh edildi. Rukayye, Bedir savaşından sonra vefât edince, Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm de Hz. Osman’a nikâh edildi. Bu bakımdan ona, Peygamberimizin iki kızıyla evlenme ni’metine kavuşmuş olduğu için, iki nûr sahibi ma’nâsına “Zinnûreyn” denilmiştir. Resûlullah efendimiz, ona, birbiri ardınca, iki kızını vermiştir. İkinci kızı vefât edince; - Bir kızım daha olsaydı, onu da Osman’a verirdim, buyurmuştur. İkinci kızını verdiğinde, Hz. Osman’ı gâyet medhetmişti. Düğünden sonra kızı dedi ki: - Ey benim gözümün nûru babam! Hz. Osman’ı gâyet medheylediniz. Buyurduğunuz kadar değil. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz kızına buyurdu ki: - Ey benim kızım! Osman’dan gökteki melekler hayâ ederler. Ey canım kızım, Osman’a çok saygı göster. Çünkü, Eshâbım arasında, ahlâkı bana en çok benzeyen odur. Başka bir zaman da: - Ben Allahü teâlânın huzûrunda, Osman’ın düşmanlarının hasmıyım, onlara karşıyım, buyurdu. Bir başka zaman da: - Bütün peygamberler, hayatlarında bir kimse ile iftihâr etmiştir. Ben de Osman bin Affân ile iftihar ederim, buyurdu. Resûlullah, Hz. Osman’a buğzeden bir kimsenin cenâze namazını kılmamıştır. Hakkında âyet nâzil oldu İslâmiyet yayılmaya başlayınca, her taraftan Müslümanlar çoğalıp Medîne’ye geliyordu. Peygamberimizin mescidi dar gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki: - Bizim mescidimizi bir zrâ genişleten Cennete gider. Hz. Osman dedi ki: - Yâ Resûlallah, malım mülküm sana fedâ olsun! Mescidi genişletme işini üzerime alıyorum. Mescidi 40 zrâ ya’nî 20 metre genişletti ve bütün masraflarını karşıladı. Bunun üzerine, “Allahın mescidlerini ancak, Allaha, âhiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve yalnız Allahtan korkan kimseler ta’mîr eder. İşte hidâyet üzere bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır” meâlindeki Tevbe sûresi 18. âyeti nâzil oldu. Hz. Osman, Peygamber efendimizin vahiy kâtiplerinden idi. Güzel yazar, güzel konuşurdu. Hitâbeti kuvvetli idi. Kur’ân-ı kerîmi çok okurdu. Ezberi çok ileri derecede idi. Namazda, bir rek’atte bütün Kur’ân-ı kerîmi okuyan dört kişiden biri de Hz. Osman’dır. Çok okuduğu için elinde iki mushaf eskimiştir. 12 sene hilâfet makâmında kalan Hz. Osman, çok cesûr idi. Hiçbir felâket karşısında sarsılmamıştı. Bunun için halîfeliği çok başarılı geçmiştir. Bilhassa halîfeliğinin ilk yılları, İslâm târihinin altın yılları olmuştur. Devrinde birçok yerler fethedilmiştir. Horasan, Hindistan, Mâverâünnehir, Kafkasya, Kıbrıs adası ve Kuzey Afrika’nın birçok yerleri, O’nun devrinde İslâm topraklarına katılmıştır. Resûlullah efendimiz haber verdi Hz. Osman, herkese lâyık olduğu vazîfeyi verirdi. Onun ta’yîn ettiği vâliler, askerlikte ve memleketleri fethetmekte, en seçme kimselerdi. İslâm memleketleri batıda İspanya’ya, doğuda, Kâbil ve Belh’e kadar genişledi. Birgün Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma, meydana gelecek fitneleri zikrediyordu. O sırada kendini örtmüş bir kişi geçiyordu. Server-i âlem buyurdu ki: - O fitne günü bu şahıs, hidâyet üzere olacaktır. Kalkıp o şahsa baktılar. Osman bin Affân idi. O şahsı Resûl-i ekreme göstererek dediler ki: - Yâ Resûlallah. Bu mudur? Resûlullah efendimiz buyurdu ki: - Evet. Yine aynı husûsta Hz. Âişe-i Sıddîka’dan rivâyet edilen hadîs-i şerîfte buyurulmuştur ki: (Yâ Osman! Allahü teâlâ sana hilâfet denen bir gömlek giydirecek. Eğer münâfıklar onu soymak isterlerse, bana kavuşuncaya kadar sakın onu çıkarma!) Bu hadîs-i şerîf sebebiyle Hz. Osman, muhâsara edildiği zaman halîfelikten çekilmemiştir. Halîfeliği sırasında adâlet ile davranmaya çok dikkat ederdi. Birgün bir gencin kulağını çekti. Gencin kulağı acıyıp şöyle dedi: - Efendim, herkesin birbirinden hakkını alacağı kıyâmet gününü düşününüz. Benim kulağımı çek Bu söz Hz. Osman’a çok te’sîr etti. Buyurdu ki: - Ey genç, sen de benim kulağımı çek, ödeşelim. Genç, Hz. Osman’ın kulağını çekti. Hz. Osman; - Biraz daha çek, buyurunca, genç dedi ki: - Siz Kıyâmet gününü düşünerek korktunuz. Ben de o günkü hesaptan korkuyorum. Hz. Osman buyurdu ki: - On şey çok zâyi olmuştur: Suâl sorulmayan âlim, amel edilmeyen ilim, kabûl edilmeyen doğru görüş, kullanılmayan silâh, içinde namaz kılınmayan mescid, okunmayan mushaf, Allah yolunda dağıtılmayan mal, binilmeyen vâsıta, dünyayı isteyenin içindeki zühd ilmi, içinde âhiret yolculuğu için azık edinilmeyen uzun ömür. Hz. Osman zamanında İslâm dünyası çok genişledi. Bütün Arabistan, Afrika’nın büyük bir kısmı, Irak, Hindistan, Çin, Buhara, Türkistan, İran İslâmın idâresi altına girdi. İslâm sancağı İstanbul surları önüne kadar götürüldü. Fethedilen yerlerdeki halk seve seve Müslüman oluyordu. Böylece Müslümanların sayısı milyonları buldu. Müslümanların bu kadar çoğalması, her milletten insanın bulunması sebebiyle, karışıklıklar da baş göstermeye başladı. Münâfıklar, Müslümanların arasına fitne tohumları ekmeye başladılar. İbni Sebe yapıyordu Yahûdîler ve diğer İslâm düşmanları, Müslümanları birbirine düşürmek için el birliği ederek gece gündüz çalışıyordu. Bunların elebaşılığını da Yemenli bir Yahûdî olan, Abdullah bin Sebe yapıyordu. Mısır’da fitneci kimseleri başına topladı. Kurduğu bir teşkilâtla, câhil ve başıboş Mısır kıptîlerini dünyalık şeylerle kandırarak, çapulcu alayı meydana getirdi. Onüç bin kişilik bu çapulcu takımı, Medîne’ye kadar yürüyüp Halîfeyi indirmek istediler. Hz. Osman’ın evini kuşattılar. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Talhâ, Hz. Osman’ın kapısında nöbet tutuyorlardı. Hz. Osman, evini saran âsîlere seslenip dedi ki: - Elebaşlarınızdan iki kişi benim yanıma gelsin! İstediği iki kişi gelince onlara sordu: - Resûl-i ekrem efendimiz, Medîne’ye teşrîf ettiği vakit, Müslümanlar susuzluktan kırılıyordu. Peygamber efendimiz, Rûme kuyusunu satın alıp, Müslümanlara bedava su veren kimseye Cenneti va’detti. Bu va’d üzerine kuyuyu satın alıp, Müslümanlara vakfeden ben değil miyim? - Evet sen idin? - Darda kalan, İslâm ordusunun tamamını donatan, ben değil miyim? - Evet sendin? - Mescid dar geldiği vakit, Resûl-i ekrem efendimiz, “Cennette daha hayırlısını almak üzere, falancanın arsasını kim alıp mescide ilâve eder” buyurduğu vakit onu satın alıp, mescide katan ben değil miyim? - Evet sensin. - Resûl-i ekrem, Ebû Bekir ve Ömer ve ben, Sebir dağında otururken, dağ sallanmaya başladığında, “Ey Sebir dağı dur! Zîrâ senin üzerinde bir Peygamber, bir sıddîk ve iki şehîdden başka kimse yoktur!” buyurmadı mı? - Vallahi doğru söylüyorsun. Aynen öyle oldu. Bire yediyüz verene verdik Bir defasında Medîne’de kıtlık vardı. O sırada Hz. Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmişti. Eshâb-ı kirâm satın almak için yanına gittiler. Hz. Osman dedi ki: - Sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim. Eshâb-ı kirâm durumu Hz. Ebû Bekir’e bildirip dediler ki: - Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu? Hz. Ebû Bekir buyurdu ki: - Hz. Osman Resûlullahın dâmâdı olmakla şeref kazanmıştır ve Cennette onun arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anladınız, beraber gidelim. Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman’ın yanına gidip durumu anlatarak buyurdu ki: - Yâ Osman, Eshâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüşler. Hz. Osman şu cevabı verdi: - Evet ey Resûlullahın halîfesi, onlardan iyi alıcı olan, bire yediyüz veriyor. Onlar bire yedi veriyor. Biz bu buğdayı bire yediyüz verip alana verdik. Bundan sonra yüz deve yükü buğdayı Medîne’de bulunan fakîrlere, Eshâb-ı kirâma bedava dağıttı. Yüz deveyi de kesip fakîrlere yedirdi. Hz. Ebû Bekir bu işe çok sevinip, Hz. Osman’ın alnından öptü. Ve Şehidliğe Koşuş Hz. Osman yaşı 83 dür dışarda 1500 kişil sefiller gurubu vardır.Niyetleri kötü OSmanı şehid edecekler bir ara dışarı baktı sahabi çocukları vardır ellerinde kılınç bekliyorlardı Onlara bağırdır HZ.Osman terk edein burayı dedi beni asilerle baş başa bırakın hiç birinizin kanı dökülsün istemiyorum asiler valilerin geleceğinin farkıdna olduğundan bir an önce halifeyi öldürmek istiyorlardır. Osman susuz Osman üzgün.. Kuranı açtı Hz.Osman ona su getirenlere dahi engel olmuşlardı asiler rüysasını da burda görmüşrü bir ara susuzluğun ve yorgunluğğun verdiği teseirle diz üstü kuran okurken başı eğildi bir den bire rüyada iken önünde koridorlar açıldı onu götürüyorlardı bir yerlere burdan diyorlardı ya osman sonra baktıki orda bir ışık kümesi ve orda birileri oturuyor birde ne görsün orda olanlar Allah resulü imiş bir yanında Hz.Ömer Bir yanında Sıddık Ebubekir. Allah resulü geldin mi Osman dedi -Geldim ya resulallah -Seni susuzmu bıraktılar -Beni susuz bıraktılar ya resulallah -Seni hapsmı ettiler -Beni haps ettiler ay resulallah -Seni mescide indirtmiyorlarmı -Beni mescide indirtmiyorlar ya resulallah -Sen aç mı kaldın -Ben aç kaldım ya resulallah Hadi Osman bu akşam gel seni bekliyoruz beraber iftar yapacağız diyordu Allah resulü ve bir anda fırladı yerinden uyandı rüyasından Hz.Osman ve ona n'oldu diye sorunca ben rüya gördüm ben gitmek üzereyim dedi ve diyorduki ban şalvar getirin şalvar hayatında hiç giymedi şalvar sadece o zaman giymişti o kadar edepliydiki birazdan şehid edilirken avret yeri açılmasın diye şalavar giyiyordu Çünkü biliyordu o zalimler onu yerden sürüyecekler iyi biliyordu sonra fark ettiki kapısı zorlanıyor hanımına dediki terk edin burayı beni kuranla baş başa bırakın kuran önündeydi kurana bakıyordu sadece kapıyı kırana bakmıyordu bile işte o ana biri kapıyı kırıp mübarek sakalından tuttu işte o zaman baktı ki bir dostun oğluymuş sevdiği bir dostun oğluymuş o an HZ.Osman ağladı bunu baban görse idi ne derdi sana o ana ağlıyodu halife başka bir şey de demedi o delikanlı o ana bırakıp kaçıyordu sonra diğerleri üst üste mübark başına inen demir darbeleri o büyük sahabenin o meleklerin haay ettiği o sahabenin müabrek kanı kuran düşüyordu ONLARA KARŞI SANA ALLAH YETER bu ayetin üzerine düşüyordu mübark kanı. Üç gün boyunca cesedi kaldırılamamıştı. 3 gün sonra 12 sahabi gece karanlığında osmanın yanına gidiyorlardı beyeaz sakalı ve saçı kana boyanmıştı Osman çoktan Resulünün yanına gitmişti onu yıkamadılar ve onu baki mezarlığının uzağındaki doğrusu kağıtların atıldığı yere gömüyorlardı çünkü sadece oraya izin veriyorlardı. Mahzun medine hiç unutmadı onu hiç unutmasın onu medine onun çileli ömrüne ve çileli ölümüne şahid olmuştur. Öldüğü zaman yanında birşeyi yokdu yanlızdı sadece kuranı vardır gerçi kuran sende ise her şeyi senindir gayrısı yalandır lüzümsuzdur bütün dünya senin karşında olsa Allah seni cennetine almış ise affetmişse dünyanın ne kıymeti var. Hz.OSMANI unutmayın untmayınki bir toplumu ne hale getirecek olan fitne ve fesada dur demeyi bilesiniz. Bütün dostla bütün halifeler bütün ahkiki mübarekler bir aradadır bu da bizim aklımızda hüzün veren hüzün ve aklı veren bir olay olsun. Selam Osmana olsun selam onun etrafındakilere olsun selam Sıddki ekbere selam HZ.Ömere olsun Selam HZ.Aliye olsun ve selam bütün bu mübarekleri bu manevi kadroyu yetiştiren kainatın gördüğü ve görebileceği en büyük insan HZ.MUHAMMED(sas) in üzerine olsun ALLAHIM HAYATIMIZ BOYUNCA BİR AN DAHİ BİZLERİ HZ.MUHAMMED(sas)DEN AYIRMA
-
Hz.Ömer (r.a)
Hz. ÖMER Hz. Hamza’nın Müslüman olması üzerine, Mekkeli müşriklerin telâş ve endîşeleri had safhaya varmıştı. Çünkü parmakla gösterilen kahramanlardan biri de Müslüman olmuş, Resûlullahın saflarında yer almıştı. Bu beklenmedik hâdise, müşrikleri, büsbütün çileden çıkardı. Hz. Ömer bu sırada daha Müslüman olmamıştı. Bir gün, Resûlullah efendimizi, gördüğü yerde öldürmek niyetiyle evinden çıktı. Sevgili Peygamberimizi Mescid-i Harâm’da namaz kılarken buldu ve namazın bitmesini isteyerek, dinlemeye başladı. Habîb-i ekrem efendimiz, El-Hâkka sûre-i şerîfini okuyordu. Kalbim meyletti Hattâboğlu Ömer, Peygamber efendimizin okuduklarını hayranlıkla dinliyordu. Ömründe böyle güzel sözler duymamıştı. Bunu kendisi, sonradan şöyle anlatır: “Dinlediğim bu sözlerin belâgatına, düzgünlüğüne, derli topluluğuna hayrân olmuş, niçin geldiğimi unutmuştum. Bu hâdiseden sonra, kalbimde İslâma karşı bir istek hâsıl oldu.” Bu hâdisenin, Hz. Ömer’in Müslüman olmasında mühim te’sîri olmuştur. Çünkü kalbini yumuşatmış, Müslüman olmasına zemin hazırlamıştır. Hz. Hamza’nın Müslüman olmasından üç gün sonra, Ebû Cehil, müşrikleri toplayıp dedi ki: - Ey Kureyş! Muhammed, putlarımıza dil uzattı. Bizden önce gelen atalarımızın Cehennemde azâb gördüklerini, bizim de oraya gideceğimizi söyledi! Onu öldürmekten başka çâre yoktur! Onu öldürecek kişiye, yüz kızıl deve ve sayısız altın vereceğim! Bir anda Hattâboğlu Ömer’in kalbinden, İslâma olan istek kayboldu ve yerinden fırlayarak dedi ki: - Bu işi Hattâboğlundan başka yapacak yoktur. - Haydi Hattâboğlu! Görelim seni! Bu işi senden başka yapabilecek kimse yoktur. Hattâboğlu Ömer, kılıcını kuşanarak yola düştü. Giderken Nu’aym bin Abdullah’a rastladı. Yolda Nuaym bin Abdullah kendisine sordu: - Yâ Ömer, böyle şiddet ve hiddetle nereye gidiyorsun? - Milletin arasına nifâk sokan, kardeşi kardeşe düşüren bir kimseyi öldürmeye gidiyorum. - Yâ Ömer, güç bir işe gidiyorsun. Onun Eshâbı çevresinde pervane gibi dönmektedir. Ona birşey olmasın diye titremektedirler. Onun yanına yaklaşıp, zarar veremezsin! Yakınlarınla uğraş Bu söze çok hiddetlenen Hz. Ömer kılıcına sarıldı: - Yoksa sen de mi onlardansın? Önce senin işini bitireyim. Nuaym bin Abdullah cevap verdi: - Sen benimle uğraşacağına, kardeşin Fâtıma ile enişten Saîd’in yanına git! Onlar, çoktan Müslüman oldular. Sen önce kendi yakınların ile uğraş! - Hayır, onlar Müslüman olamazlar. - Bana inanmazsan, git evlerine, kendilerine sor! Bunun üzerine Hz. Ömer, kardeşini merak edip, öfkeyle hemen evlerine gitti. O sıralarda Tâhâ sûresi yeni nâzil olmuş, eniştesi Saîd ile kızkardeşi Fâtıma bunu yazdırıp, Hz. Habbâb bin Eret adındaki sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı. Hattâboğlu Ömer, kapıdan bunların sesini duydu. Kapıyı çok sert çaldı. Onu, kılıcı belinde kızgın görünce, yazıyı saklayıp, Hz. Habbâb’ı gizlediler. Sonra kapıyı açtılar. İçeri girince sordu: - Ne okuyordunuz? - Bir şey okumuyorduk. - Hayır, okuyordunuz. İşittiğim doğru imiş. Siz de O’nun sihrine aldanmışsınız! Niçin utanmazsın? Hz. Sa’îd’i yakasından tutup, yere attı. Kardeşi, efendisini kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akmaya başladığını görünce, kardeşine acıdı. Fâtıma’nın canı yanmış, kana boyanmış idi. Fakat îmân kuvveti, kendisini harekete getirip, Allahü teâlâya sığınarak dedi ki: - Yâ Ömer! Niçin Allahtan utanmaz, âyetler ve mu’cizeler ile gönderdiği Peygamberine inanmazsın? İşte ben ve zevcim, Müslüman olmakla şereflendik. Başımızı kessen de bundan dönmeyiz. Sonra Kelime-i şehâdeti okudu. Hattâboğlu Ömer, kızkardeşinin bu îmânı karşısında birden yumuşadı ve yere oturdu. Yumuşak sesle dedi ki: - Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarın. - Sen temizlenmedikçe, onu sana vermem. Ömer bin Hattâb gusül abdesti aldı. Ondan sonra Fâtıma, âyet-i kerîme yazılı sahifeyi getirdi. Ömer bin Hattâb güzel okurdu. Tâhâ sûresini okumaya başladı. Kur’ân-ı kerîmin fesâhatı, belâgatı, ma’nâları ve üstünlükleri kalbini gitgide yumuşattı. (Göklerde ve yeryüzünde ve bunların arasında ve yedi kat toprağın altındaki şeyler hep O’nundur) [Tâhâ: 6] meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyunca, derin derin düşünceye daldı. Dedi ki: - Yâ Fâtıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin taptığınız Allahın mıdır? - Evet, öyle ya! Şüphe mi var? - Yâ Fâtıma! Bizim binbeşyüz kadar altından, gümüşten, tunçtan, taştan oymalı, süslü heykellerimiz var. Hiçbirinin, yeryüzünde bir şeyi yok.Şaşkınlığı büsbütün artmıştı. Biraz daha okudu. (Allahü teâlâdan başka ibâdet edilecek, tapılacak hak bir ilâh, bir ma’bûd yoktur. En güzel isimler O’nundur) [Tâhâ: 8] meâlindeki âyet-i kerîmeyi düşündü. Sonra dedi ki: - Hakîkaten, ne kadar doğru. Ömer ile kuvvetlendir Habbâb bu sözü işitince, gizlendiği yerden fırladı ve tekbîr getirdikten sonra müjdeyi verdi: - Müjde yâ Ömer! Resûlullah efendimiz Allahü teâlâya duâ ederek, “Yâ Rabbî! Bu dîni, Ebû Cehil yahut Ömer ile kuvvetlendir, buyurdu. İşte bu devlet, bu saâdet sana nasîb oldu. Bu âyet-i kerîme ve bu duâ, Hattâboğlu Ömer’in kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü. Hemen; - Resûlullah nerede? Beni, Resûlullaha götürür müsünüz? dedi. Zîrâ kalbi, Resûlullaha tutulmuştu. Ömer bin Hattâb’ın Resûlullahı görmek için yola çıktığı sırada, Resûl-i ekrem, Hz. Erkâm’ın evinde Eshâbına nasîhat veriyordu. Hattâboğlu Ömer’in geldiği, Erkâm’ın evinden görüldü. Kılıcı da yanında idi. Heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshâb-ı kirâm, Resûlullahın etrafını sardı. Hz. Hamza dedi ki: - Ömer’den çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıcını çekmeden başını uçururum. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: - Yol verin, içeri gelsin! Îmâna gel yâ Ömer! Cebrâil aleyhisselâm, daha önce, Ömer bin Hattâb’ın îmân etmek için geldiğini ve yolda olduğunu haber vermişti. Resûlullah efendimiz, onu, tebessüm buyurarak karşıladı. Ömer bin Hattâb, Resûlullahın önünde diz çöktü. Resûlullah efendimiz, onu, kolundan tutup buyurdu ki: - Îmâna gel, yâ Ömer! O da temiz kalb ile Kelime-i şehâdeti söyledi. Eshâb-ı kirâmın, sevinçten söyledikleri tekbîr sesleri göğe yükseldi. Hz. Ömer, Müslüman olduktan sonraki hâlini şöyle anlattı: “Müslüman olduğum zaman, Eshâb-ı kirâm, müşriklerden gizlenir ve ibâdetlerini gizli yaparlardı. Bu duruma çok üzüldüm ve Resûlullaha suâl ettim: - Yâ Resûlallah! Biz hak üzere değil miyiz? - Evet. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ister ölü ister diri olunuz, muhakkak hak üzerindesiniz. - Yâ Resûlallah! Mâdem ki biz hak üzerinde, müşrikler de bâtıl yoldadırlar, o hâlde ne diye dînimizi gizliyoruz? Vallahi biz, dîn-i İslâmı, küfre karşı açıklamaya daha haklı ve daha lâyıkız. Allahü teâlânın dîni, Mekke’de, hiç şüphesiz üstün gelecektir. Kavmimiz bize karşı insaflı davranırlarsa ne âlâ, yok taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız. Yâ Resûlallah! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, hiç çekinmeden ve korkmadan, oturup İslâmı anlatmadığım bir müşrik topluluğu kalmayacaktır. Artık ortaya çıkalım. Kabûl buyurulunca, iki saf hâlinde dışarı çıkıp, Harem-i şerîfe doğru yürüdük. Safların birinin başında Hamza, diğerinin başında da ben vardım. Sert adımlarla, toprağı un edercesine, Mescid-i harâma girdik. Kureyşli müşrikler, bir bana, bir Hz. Hamza’ya bakıyorlardı." Beni bilen bilir Hz. Ömer’in bu gelişi üzerine, Ebû Cehil ileri çıkıp, “Yâ Ömer! Bu ne hâldir?” deyince, Hz. Ömer hiç aldırış etmeden Kelime-i sehâdet getirdi: - Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh! Ebû Cehil ne diyeceğini şaşırdı. Donup kaldı. Hz. Ömer bu müşrik gürûhuna dönerek dedi ki: - Ey Kureyş! Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben Hattâboğlu Ömer’im. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen yerinden kıpırdasın! Kımıldayanı, kılıcımla doğrayıp yere sererim! Bunun üzerine Kureyşli müşrikler, bir anda dağılıp, oradan uzaklaştılar. Böylece, ilk defa Harem-i şerîfte açıktan namaz kılındı. Hz. Ömer, haksızlık karşısında çok hiddetli olduğu gibi, adâletin yerine getirilmesinde de o kadar şefkâtli idi. Bu yüzden adâleti ile meşhûr olmuştur. Bir gün at satın almak istedi. Atı tecrübe etmek niyetiyle biniciye verdi. Ata binen kimse, koştururken, at tökezleyip kazâya uğradı. Hz. Ömer atı satıcısına geri vermek istediğinde, satıcı almadı. Sonunda durum, Kâdî Şüreyh hazretlerine intikal etti. Kâdî sordu: - At, sahibinin izniyle mi koşturuldu? Hz. Ömer dedi ki: - Hayır, ben denemek için koşturdum. Atı almak macbûriyetindesiniz Bunun üzerine, kâdî şu hükmü verdi: - Şâyet at sahibinin rızâsı ile tecrübe edilseydi, sahibine iâde edilebilirdi. Fakat, siz sahibinden izin almadığınız için geri veremezsiniz, atı almak mecbûriyetindesiniz. Hz. Ömer; - Hak ve adâlet husûsunda boynumuz kıldan incedir, deyip atın bedelini verdi. Hz. Ömer, sonu pişmanlık olan iş yapmazdı. Onun zamanında, Müslümanlar İslâmiyeti İran içlerine kadar yaydılar. İranlı meşhûr kumandan Hürmizân, teslîm olmamak için çok direndi, fakat hayatının tehlikeye girdiğini görünce teslîm oldu. Hz. Ömer, huzûruna çıkartılan Hürmizân’a sordu: - Bize söyliyeceğin bir şey var mıdır? - Var! Fakat önce ölecek miyim, kalacak mıyım bunu bilmem lâzımdır. - Konuş, sana zarar gelmiyecektir. - Ey büyük halîfe, önceleri biz İranlılar siz Arabları öldürüyor, zorla mallarınızı ellerinizden alıyorduk. Ne zaman ki, Allah size peygamber gönderdi. Ondan sonra bizim üstünlüğümüz sona erdi. Siz azîz, biz zelîl olduk. Söz vermiştiniz Hz. Ömer, Enes bin Mâlik’e sordu: - Ne yapalım bunu? - Öldürmeyelim! Çünkü arkasında büyük bir kalabalık vardır. Belki onlar, ileride Müslüman olabilirler. - Fakat o, Resûlullahın kıymetli arkadaşlarını şehîd etti. Onu sağ bırakmamız uygun olur mu? - Yâ Ömer bunu öldürmememiz lâzımdır. Çünkü, “Konuş sana benden zarar gelmez” diye söz de vermiştin. Hz. Ömer, kim tarafından söylenirse söylensin, doğru sözü hemen kabûl ederdi. Enes bin Mâlik hazretlerinin bu sözleri üzerine, onu öldürmekten vazgeçti. Birçok sahâbînin şehîd olmasına sebep Hürmizân'ın hayatını bağışladı. Bir müddet sonra da, Hürmizân Müslüman oldu. Ayrıca onun vesîlesi ile birçok kimse îmâna geldi. Hz. Ömer eski can düşmanını bile maaşa bağladı. Çünkü adâlet bunu gerektiriyordu. Adâlet, şahsî fikrin, hissiyâtın üzerinde idi. Hz. Ömer Şam’ı ziyâret ettiğinde, ordusunun kumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri büyük bir kalabalıkla karşıladı. Hz. Ömer ile kölesi beraberlerindeki tek deveye nöbetleşe biniyorlardı. Şehre girişte, sıra köleye gelince, Halîfe devesinden indi. Yerine kölesini bindirdi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp dereden geçti. Hakîr bir kavimdik Uzaktan bakan; deveye binmiş köleyi halîfe, devenin yularını çeken Hz. Ömer’i de köle zannediyordu. Bunu gören Ebû Ubeyde bin Cerrâh dedi ki: - Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halîfesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl îzâh edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler. Hz. Ömer buyurdu ki: - Yâ Ebâ Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vâsıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelîl ve hakîr bir kavimdik. Allahü teâlâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelîl eder, herşeyden aşağı eder. Bu şekilde şehre girdiler. Gerçekten bu hareketi, onun şerefini küçültmedi, aksine büyüttü. Biz bile 1400 sene sonra, burada, örnek bir hareket diye anlatıyoruz. Eğer tersi olsaydı, o zaman orada unutulup gidecekti. Halîfe Hz. Ömer, Şam'a gidiyordu. Şam'da vebâ hastalığı olduğu işitildi.Yanında bulunanların ba’zısı; - Şam’a girmiyelim, dedi. Bir kısmı da; - Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım, dedi. Halîfe de buyurdu ki: - Allahü teâlânın kaderinden, yine O’nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur. İlk karantina Sonra Abdürrahmân bin Avf hazretlerini çağırıp sordu: - Sen ne dersin? - Resûlullahtan işittim. “Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız!” buyurmuştu. Halîfe de; - Elhamdülillah, benim sözüm, hadîs-i şerîfe uygun oldu, deyip, Şam’a girmediler. Böylece ilk defa karantina uygulaması yapıldı. Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Vebâlı yerde, kirli hava ya’nî mikroplu hava, vebâ basilleri, herkesin içine yerleşince, kaçanlar, hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar. Hz. Ömer, devlet başkanı seçildiğinde, Hz. Ebû Bekir’e ta’yîn edilen maaş kadar ücret alıyordu. Bu şekilde bir müddet devam edildi. Daha sonra, Hz. Ömer, geçim sıkıntısına düştü. Bu durumu gören, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ba’zıları toplanıp, bu durumu görüştüler. Zübeyr bin Avvâm hazretleri şöyle bir teklifte bulundu: - Kendisine söyliyerek maaşını artıralım. Teklifi bildirelim Toplantıda bulunan Hz. Ali buyurdu ki: - Bu teklifi kabûl edeceğini zannetmiyorum. İnşâallah kabûl eder. Gidip teklifi bildirelim. Bu arada, Hz. Osman söz alıp buyurdu ki: - Ömer’in hak ve adâlette ne kadar ta’vîzsiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu teklifimizi bizzat kendimiz değil, kendisini kıramıyacağı birine söyletelim. Bunu, kızı Hafsa’ya anlatalım, o teklif etsin! Hz. Osman’ın bu teklifi uygun görülerek, beraberce Hz. Hafsa’nın huzûruna vardılar. Aralarındaki konuşmaları anlattılar. İsim vermeden, yapılan teklifleri Hz. Ömer’e bildirmesini istediler. Hz. Hafsa babasının yanına varıp dedi ki: - Eshâbdan ba’zıları, senin maaşını az bulmuşlar. Bunun için maaşını artırmayı teklif ediyorlar. Hz. Ömer, bu teklife celâllenip sordu: - Kimdir onlar? - Fikrini öğrenmeden kim olduklarını söylemem. - Eğer kim olduklarını öğrenseydim, onlara gereken cezâyı verirdim. Allahü teâlâya duâ etsinler ki, arada sen varsın. Sonra kızı Hz. Hafsa’ya sordu: - Sen Resûlullahın evinde iken, Allahın Resûlünün giydiği en kıymetli elbise neydi? - İki tane renkli elbisesi vardı. Elçileri onlarla karşılar, cum’a hutbelerini bunlarla okurdu. - Peki yediği en iyi yemek neydi? - Yediğimiz ekmek, arpa ekmeği idi. - Senin yanında kaldığı zamanlar, yerde yaygı olarak kullandığınız en geniş, en rahat yaygı neydi? - Kaba kumaştan yapılmış bir örtümüz vardı. Yazın dörde katlar, altımıza yayardık. Kış gelince de, yarısını altımıza yayar, yarısını da üstümüze örterdik. Artanı muhtâçlara vereceğim Daha sonra Hz. Ömer buyurdu ki: - Yâ Hafsa, benim tarafımdan, seni gönderenlere söyle! Resûlullah efendimiz kendisine yetecek miktarını tespit eder, fazlasını ihtiyâç sahiplerine verirdi. Kalanı ile yetinirdi. Vallahi ben de kendime yetecek olanını tespit ettim. Artanını ihtiyâç sahiplerine vereceğim. Ve bununla yetineceğim. Resûlullah efendimiz, ben ve Hz. Ebû Bekir, bir yol takip eden üç kişi gibiyiz. Onlardan ilki nasîbini aldı ve yolun sonuna vardı. Diğeri de aynı yolu tâkip etti ve O’na kavuştu. Sonra üçüncüsü yola koyuldu. Eğer O da öncekilerin takip ettiği yolu takip eder, onlar gibi yaşarsa, onlara kavuşur ve onlarla beraber olur. Eğer öncekilerin yolunu takip etmezse, başka yoldan giderse, onlarla buluşamaz. Müslümanlar, bulundukları yerlerde oturan gayri müslim halkı korumaları altına aldıkları gibi, turist olarak gelen veya ticârî maksatla gelmiş olan gayri müslimleri de sınırları dâhilinde koruma altına alırlardı. Onların zarar görmemesi için, her türlü tedbiri alırlardı. Bunun geçmişte sayısız örnekleri vardır. Bize sığınmışlar Meselâ, Halîfe Hz. Ömer zamanında, bir ticâret kervanı gelip, gece Medîne’nin dışına konakladı. Yorgunluktan hemen uyudular. Bu sırada, herkes uyurken, Halîfe Hz. Ömer, şehri dolaşıyordu. Dolaşma esnasında bunları gördü. Hz. Ömer, Abdurrahmân bin Avf’ın evine gelip, yatağından kaldırarak buyurdu ki: - Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fakat, bize sığınmışlar. Eşyâları çoktur ve kıymetlidir. Yabancıların, yolcuların bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım. Abdurrahmân bir Avf cevap verdi: - Çok iyi olur, çok güzel düşünmüşsün, hemen geliyorum. Sabaha kadar nöbetleşe, bu kervanı beklediler. Sabah namazında mescide gittiler. Kervanda bulunan bir genç, o sırada uyanmıştı. Bunları takip edip, arkalarından gitti. Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın Halîfe Hz. Ömer ile arkadaşı olduğunu öğrendi. Gelip, arkadaşlarına şöyle anlattı: - Arkadaşlar! Sabaha kadar iki Müslümanın bizi bekleyip, eşyalarımızın çalınmasına mâni olduğundan haberiniz var mı? - Müslümanların başka işi yok da, bizi mi koruyacaklar? Üstelik bizim Hıristiyan olduğumuzu biliyorlar. - Hem de kim korudu biliyor musunuz? - Kimmiş? - Müslümanların Halîfesi Ömer. - Sen yanlış görmüşsündür. Halîfenin, gecenin bu vaktinde burada işi ne? O sarayında kuş tüyü yatağında yatıyordur. - Sizin gibi önce ben de inanamadım. - Sonra nasıl inandın? - Sabah olup ortalık aydınlanınca, buradan ayrıldılar. Ben de merak edip arkalarından gittim. Câmiye girdiler. Yolda karşılaştığım birisine, “Bu kim” diye sordum. “Halîfemiz Ömer” diye cevap verdi. Daha ne duruyoruz? Bu konuşmaları dikkatle dinleyen kâfile halkı, derin bir sessizliğe büründü. Kimsenin konuşacak, birşey söyliyecek hâli kalmamıştı. Uzun süren bir sessizlikten sonra, içlerinden biri sessizliği bozdu: - Daha ne duruyoruz? Bu hâl İslâmiyetin gerçek din olduğuna delil olarak yetmez mi? Diğerleri de bu söze katıldılar. Roma ve İran ordularını perişan eden, adâleti ile meşhûr yüce Halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar ve seve seve hepsi Müslüman oldular.
-
ALLAH RIZASI İÇİN ORTAK KOŞANLAR
Yahu herşeyin bir usulü var namazın neden usulü olmasın ilk hetapta bilmeyen için tamam kalımaya çalışır sonra öğrenir ve adabınca yapar. Bize dinimizi yaşayarak öğreten öğretmendeb nasıl olurda ayrı bir yol tutarız bu akıl karımıdır yahu
-
SÜNNET' GÖRE HAREKET ETMENİN GEREĞİ
Genelde abdestsiz bulunmak sanırım bunda bazı gerçek ve acı noktaları ortaya koyuyor.
-
Risale-i Nur Külliyatı
Bence Hayatın özeti ve manası Sekizinci Söz بِسْمِ الَلّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ اَلَلّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ اْلحَىُّ الْقَيُّومُ اِنَّ الدِينَ عِنْدَ اللّهِ اْلاِسْلاَمُ Şu dünya ve dünya içindeki ruh-i insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini ve eğer Din-i Hak olmazsa, dünya bir zindan olması ve dinsiz insan, en bedbaht mahlûk olduğunu ve şu âlemin tılsımını açan, Ruh-i beşerîyî zulümattan kurtaran يَآاَللّه ve لآَاِلهَاِلاَّاللّهُ olduğunu anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle: Eski zamanda iki kardeş, uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Gitgide tâ yol ikileşti. O iki yol başında ciddî bir adamı gördüler. Ondan sordular: "Hangi yol iyidir?" O dahi onlara dedi ki: Sağ yolda kanun ve nizâma tebaiyet mecburiyeti vardır. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır. Sol yolda ise, serbestiyet ve hürriyet vardır. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şekavet vardır. Şimdi intihabdaki ihtiyar sizdedir. Bunu dinledikten sonra güzel huylu kardeş sağ yola تَوَكَّلْتُعَلَىاللّهِ deyip gitti ve nizâm ve intizâma tebaiyeti kabûl etti. Ahlâksız ve serseri olan diğer kardeş, sırf serbestlik için sol yolu tercih etti. Zâhiren hafif, mânen ağır vaziyette giden bu adamı hayâlen tâkib ediyoruz: İşte bu adam, dereden tepeden aşıp, git gide tâ hâli bir sahraya girdi. Birden müdhiş bir sadâ işitti. Baktı ki: Dehşetli bir arslan, meşelikten çıkıp ona hücum ediyor. O da kaçtı. Tâ altmış arşın derinliğinde susuz bir kuyuya rastgeldi. Korkusundan kendini içine attı. Yarısına kadar düşüp, elleri bir ağaca rastgeldi, yapıştı. Kuyunun duvarında göğermiş olan o ağacın iki kökü var. İki fare, biri beyaz biri siyah, o iki köke Mûsallat olup kesiyorlar. Yukarıya baktı gördü ki: Arslan, nöbetçi gibi kuyunun başında bekliyor. Aşağıya baktı gördü ki: Dehşetli bir ejderha, içindedir. Başını kaldırmış, otuz arşın yukarıdaki ayağına Takarrüb etmiş. Ağzı kuyu ağzı gibi geniştir. Kuyunun duvarına baktı gördü ki: Isırıcı muzır haşerat, etrafını sarmışlar. Ağacın başına baktı gördü ki: Bir incir ağacıdır. Fakat hârika olarak muhtelif çok ağaçların meyveleri, cevizden nara kadar başında yemişleri var. İşte şu adam, sû-i fehminden, akılsızlığından anlamıyor ki, bu âdi bir iş değildir. Bu işler tesadüfî olamaz. Bu acib işler içinde garib esrar var. Ve pek büyük bir işleyici var olduğunu intikal etmedi. Şimdi bunun kalbi ve ruh ve aklı, şu elîm vaziyetten gizli feryad u figan ettikleri halde; nefs-i emmaresi, güya bir şey yokmuş gibi tecâhül edip, ruh ve kalbin ağlamasından kulağını kapayıp, kendi kendini aldatarak, bir bahçede bulunuyor gibi o ağacın meyvelerini yemeğe başladı. Halbuki o meyvelerin bir kısmı zehirli ve muzır idi. Bir hadis-i kudsîde Cenâb-ı Hak buyurmuş: اَنَاعِنْدَظَنِّعَبْدِىبِى Yâni "Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim." İşte bu bedbaht adam, sû'-i zan ile ve akılsızlığı ile, gördüğünü, âdi ve ayn-ı hakikat telâkki etti ve öyle de muamele gördü ve görüyor ve görecek! Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor, böylece azab çekiyor. Biz de şu meş'umu, bu azabda bırakıp döneceğiz. Tâ, öteki kardeşin hâlini anlayacağız. İşte şu mübarek akıllı zât gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor. Çünki güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyâlar eder. Kendi kendine ünsiyet eder. Hem biraderi gibi zahmet ve meşakkat çekmiyor. Çünki nizâmı bilir, tebaiyet eder, teshilat görür. Asayiş ve emniyet içinde serbest gidiyor. İşte bir bahçeye rastgeldi. İçinde hem güzel çiçek ve meyveler var. Hem bakılmadığı için murdar şeyler de bulunuyor. Kardeşi dahi böyle birisine girmişti. Fakat murdar şeylere dikkat edip meşgul olmuş, mîdesini bulandırmış. Hiç istirahat etmeden çıkıp gitmişti. Bu zât ise, "Her şeyin iyisine bak" kaidesiyle amel edip murdar şeylere hiç bakmadı. İyi şeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çıkıp gidiyor. Sonra gitgide bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahra-yi azîmeye girdi. Birden hücum eden bir arslanın sesini işitti. Korktu, fakat biraderi kadar korkmadı. Çünki hüsn-ü zannıyla ve güzel fikriyle; "Şu sahranın bir Hâkimi var. Ve bu arslan, o Hâkim taht-ı emrinde bir hizmetkâr olması ihtimali var" diye düşünüp teselli buldu. Fakat yine kaçtı. Tâ altmış arşın derinliğinde bir susuz kuyuya rastgeldi, kendini içine attı. Biraderi gibi ortasında bir ağaca eli yapıştı; havada muallak kaldı. Baktı iki hayvan, o ağacın iki kökünü kesiyorlar. Yukarıya baktı arslan, aşağıya baktı bir ejderha gördü. Aynı kardeşi gibi bir acib vaziyet gördü. Bu dahi tedehhüş etti. Fakat kardeşinin dehşetinden bin derece hafif. Çünki güzel ahlâkı, ona güzel fikir vermiş ve güzel fikir ise, ona her şeyin güzel cihetini gösteriyor. İşte bu sebebden şöyle düşündü ki: Bu acib işler, birbiriyle alâkadardır. Hem bir emir ile hareket ederler gibi görünüyor. Öyle ise, bu işlerde bir tılsım vardır. Evet bunlar, bir gizli Hâkimin emriyle dönerler. Öyle ise ben yalnız değilim, o gizli Hâkim bana bakıyor; beni tecrübe ediyor, bir maksad için beni bir yere sevkedip dâvet ediyor. Şu tatlı korku ve güzel fikirden bir merak neş'et eder ki: Acaba beni tecrübe edip kendini bana tanıttırmak isteyen ve bu acib yol ile bir maksada sevkeden kimdir? Sonra, tanımak merakından tılsım sahibinin muhabbeti neş'et etti ve şu muhabbetten, tılsımı açmak arzusu neş'et etti ve o arzudan, tılsım sahibini râzı edecek ve hoşuna gidecek bir güzel vaziyet almak iradesi neş'et etti. Sonra ağacın başına baktı, gördü ki, incir ağacıdır. Fakat başında, binlerle ağacın meyveleri vardır. O vakit bütün bütün korkusu gitti. Çünki kat'î anladı ki bu incir ağacı, bir listedir, bir fihristedir, bir sergidir. O mahfî Hâkim, bağ ve bostanındaki meyvelerin nümunelerini, bir tılsım ve bir mu'cize ile o ağaca takmış ve kendi misafirlerine ihzar ettiği et'imeye birer işaret Sûretinde o ağacı tezyin etmiş olmalı. Yoksa bir tek ağaç, binler ağaçların meyvelerini vermez. Sonra niyaza başladı. Tâ, tılsımın anahtarı ona ilhâm oldu. Bağırdı ki: "Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum ve sana hizmetkârım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum." Ve bu niyazdan sonra, birden kuyunun duvarı yarılıp, şâhâne, nezih ve güzel bir bahçeye bir kapı açıldı. Belki ejderha ağzı, o kapıya inkılâp etti ve arslan ve ejderha, iki hizmetkâr Sûretini giydiler ve onu içeriye dâvet ediyorlar. Hattâ o arslan, kendisine musahhar bir at şekline girdi. İşte ey tenbel nefsim! Ve ey hayâlî arkadaşım! Geliniz! Bu iki kardeşin vaziyetlerini muvazene edelim. Tâ, iyilik nasıl iyilik getirir ve fenalık, nasıl fenalık getirir; görelim, bilelim. Bakınız, sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanın ağzına girmeye muntazırdır; titriyor ve şu bahtiyar ise, meyvedâr ve revnakdar bir bahçeye dâvet edilir. Hem o bedbaht, elîm bir dehşette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanıyor ve şu bahtiyar ise lezîz bir ibret, tatlı bir havf, mahbub bir mârifet içinde garib şeyleri seyir ve temâşâ ediyor. Hem o bedbaht, vahşet ve me'yusiyet ve kimsesizlik içinde azab çekiyor. Ve şu bahtiyar ise, ünsiyet ve ümid ve iştiyak içinde telezzüz ediyor. Hem o bedbaht, kendini vahşi canavarların hücumuna mâruz bir mahpus hükmünde görüyor ve şu bahtiyar ise, bir aziz misafirdir ki, misafiri olduğu Mihmandar-ı Kerim'in acib hizmetkârları ile ünsiyet edip eğleniyor. Hem o bedbaht zâhiren leziz, mânen zehirli yemişleri yemekle azâbını ta'cil ediyor. Zira o meyveler, nümunelerdir. Tatmaya izin var, tâ asıllarına tâlib olup müşteri olsun. Yoksa, hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve şu bahtiyar ise tadar, işi anlar. Yemesini tehir eder ve intizar ile telezzüz eder. Hem o bedbaht, kendi kendine zulmetmiş. Gündüz gibi güzel bir hakikatı ve parlak bir vaziyeti, basiretsizliği ile kendisine muzlüm ve zulümatlı bir evham, bir cehennem şekline getirmiş. Ne şefkate müstehaktır ve ne de kimseden şekvaya hakkı vardır. Meselâ: Bir adam, güzel bir bahçede, ahbablarının ortasında, yaz mevsiminde hoş bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoş edip; kendisini kış ortasında, canavarlar içinde aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağlamaya başlasa, nasıl şefkate lâyık değil, kendi kendine zulmediyor. Dostlarını canavar görüp, tahkir ediyor. İşte bu bedbaht dahi öyledir ve şu bahtiyar ise, hakikatı görür. Hakikat ise güzeldir. Hakikatın hüsnünü derk etmekle, hakikat sahibinin kemaline hürmet eder. Rahmetine müstehak olur. İşte "Fenalığı kendinden, iyiliği Allah'tan bil" olan hükm-i kur'anînin sırrı zahir oluyor. Daha bunlar gibi sâir farkları müvâzene etsen anlayacaksın ki: Evvelkisinin nefs-i emmâresi, ona bir mânevî cehennem ihzar etmiş. Ve ötekisinin hüsn-i niyeti ve hüsn-ü zannı ve hüsn-i hasleti ve hüsn-i fikir, onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar etmiş. Ey nefsim ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam! Eğer bedbaht kardeş olmak istemezsen ve bahtiyar kardeş olmak istersen, Kur'an'ı dinle ve hükmüne muti ol ve ona yapış ve ahkâmıyla amel et. Şu hikâye-i temsiliyyede olan hakikatları eğer fehmettin ise; hakikat-i din ve dünyayı ve insanı ve imanı ona tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceğim. İncelerini sen kendin istihraç et. İşte bak! O iki kardeş ise, biri ruh-i mü'min ve kalb-i salihtir. Diğeri, ruh-i kâfir ve kalb-i fâsıktır ve o iki tarîkten sağ ise, tarîk-i kur'an ve iman'dır. Sol ise, tarîk-i isyan ve küfrandır. Ve o yoldaki bahçe ise, cemiyet-i beşeriyye ve medeniyet-i insaniyye içinde muvakkat hayat-ı içtimaiyyedir ki; hayır ve şer, iyi ve fena, temiz ve pis şeyler beraber bulunur. Âkıl odur ki: خُذْمَاصَفَادَعْمَاكَدَرْ kaidesiyle amel eder, selâmet-i kalb ile gider. Ve o sahra ise, şu Arz ve Dünyadır ve o arslan ise, ölüm ve eceldir ve o kuyu ise, bedeni insan ve zaman-ı hayattır ve o altmış arşın derinlik ise, ömr-i vasatî ve ömr-i gâlibî olan altmış seneye işarettir ve o ağaç ise, müddet-i ömür ve madde-i hayattır. Ve o siyah ve beyaz iki hayvan ise, gece ve gündüzdür ve o ejderha ise, ağzı kabir olan tarîk-i berzahiyye ve revak-ı uhrevîdir. Fakat o ağız, mü'min için, zindandan bir bahçeye açılan bir kapıdır ve o haşerat-ı muzırra ise, musibat-ı dünyeviyedir. Fakat mü'min için, gaflet uykusuna dalmamak için tatlı ikazat-ı ilâhiye ve iltifatat-ı rahmaniyye hükmündedir ve o ağaçtaki yemişler ise, dünyevî nimetlerdir ki; Cenab-ı Kerim-i mutlak, onları âhiret nimetlerine bir liste, hem ihtar edici, hem müşabihleri, hem Cennet meyvelerine müşterileri dâvet eden nümuneler Sûretinde yapmış. Ve o ağacın birliğiyle beraber muhtelif başka başka meyveler vermesi ise, kudret-i samedaniyyenin sikkesine ve rububiyet-i ilâhiyyenin hâtemine ve saltanat-ı ulûhiyetin turrasına işarettir. Çünki "Bir tek şeyden her şeyi yapmak" yâni bir topraktan bütün nebatat ve meyveleri yapmak; hem bir sudan bütün hayvanâtı halk etmek; hem basit bir yemekten bütün cihazat-ı hayvaniyyeyi icad etmek; bununla beraber "Her şeyi bir tek şey yapmak" Yâni zîhayatın yediği gâyet muhtelifü'l-cins taamlardan o zîhayata bir lamh-ı mahsus yapmak, bir cild-i basit dokumak gibi san'atlar; zât-ı ehad ü samed olan sultan-ı ezel ve ebed'in sikke-i hâssasıdır, hâtem-i mahsusudur, taklid edilmez bir turrasıdır. Evet, bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapmak; her şeyin Hâlıkına has ve Kâdir-i Külli şey'e mahsus bir nişandır, bir âyettir. Ve o tılsım ise, sırrı-ı iman ile açılan sırr-ı hikmet-i hilkattir ve o miftah ise, يَا اَللّهُ لآَ اِلهَ اِلاَّ اللّهْ اَللّهُ لآَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ اْلحَىُّ الْقَيُّومُ dur. Ve o ejderha ağzı bahçe kapısına inkılâb etmesi ise, işarettir ki: Kabir ehl-i dalâlet ve tuğyan için vahşet ve nisyan içinde zindan gibi sıkıntılı ve bir ejderha batnı gibi dar bir mezara açılan bir kapı olduğu halde, Ehl-i Kur'an ve iman için Zindan-ı dünyadan bostan-ı bekaya ve meydan-ı imtihandan ravza-yi cinâna ve zahmet-i hayattan rahmet-i Rahmân'a açılan bir kapıdır ve o vahşî arslanın dahi mûnis bir hizmetkâra dönmesi ve müsahhar bir at olması ise, işarettir ki: mevt, ehl-i dalâlet için bütün mahbûbâtından elîm bir firak-ı ebedî. Hem kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyesinden ihraç ve vahşet ve yalnızlık içinde zindan-ı mezar idhal ve hapis olduğu halde, ehl-i hidayet ve ehl-i Kur'an için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbablarına kavuşmaya vesiledir. Hem hakikî vatanlarına ve ebedî makam-ı saadetlerine girmeye vasıtadır. Hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna bir dâvettir. Hem Rahmân-ı Rahîm'in fazlından kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazifey-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubûdiyet ve imtihanın tâlim ve tâlimatından bir paydostur. Elhâsıl: Her kim hayat-ı faniyeyi esâs maksad yapsa, zâhiren bir Cennet içinde olsa da mânen cehennemdedir ve her kim hayat-ı bâkiyeye ciddî müteveccih ise, saadet-i dâreyne mazhardır. Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da; Dünyasını, Cennet'in intizar salonu hükmünde gördüğü için hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder... اَللّهُمَّ اجْعَلْنَا مِنْ اَهْلِ السَّعَادَةِ وَ السَّلاَمَةِ وَ الْقُرْاَنِ وَ اْلاِيمَانِ آمِينْ اَللّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ بِعَدَدِ جَمِيعِ الْحُرُوفَاتِ الْمُتَشَكِّلَةِ فِى جَمِيعِ الْكَلِمَاتِ الْمُتَمَثِّلَةِ بِاِذْنِ الرَّحْمنِ فِى مَرَايَا تَمَوُّجَاتِ الْهَوَآءِ عِنْدَ قِرَآئَةِ كُلِّ كَلِمَةٍ مِنَ الْقُرْاَنِ مِنْ كُلِّ قَارِءٍ مِنْ اَوَّلِ النُّزُولِ اِلَى اَخِرِ الزَّمَانِ وَ ارْحَمْنَا وَ وَالِدَيْنَا وَارْحَمِ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِعَدَدِهَا بِرَحْمَتِكَ يَآ اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ آمِينَ وَالْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
-
ALLAH YOKTUR!
taurusmutis akrdeşim hoş geldin göremiyoduk seni gerçi bende bu arlar seyrek geliyorum. Senmi görmek sevindirdi beni ha bu arada bu islamın altıncı şartı nedir tebliğ mi
-
BEKLENEN İNSAN HZ. MEHDİ
Hz.İsa önce gelmiştir sonra değil ve Müslümandır hristiayn değil yeni bir dinde gitrmeycektir. Ve ‘Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldür dük’ demeleri yüzünden (onları lânetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. (Nisa 157) Bilâkis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir. (Nisa 158) Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet günün de de O, onlara şahit olacaktır. (Nisa 159) Bu ayetlerin tefsirinde Bahrul-Ulum Tefsirin de şöyle denilmektedir: Yahudiler onu öldürmek için toplandığında İsa aleyhisselam kaçıp bir eve girdi. Birisine içeri girmekle emir verdiler. Cebrail aleyhisselam gelip İsa’yı göğe yükseltti. İçeri giren adam kimseyi bulamadı. Bu kişi İsa’nın suretine dönüştürüldü. Dışarı çıkınca, onu İsa zannedip öldürüp astılar. Sonra dedilerki‘Bu İsa ise, bizim adamımız nerde? Bu adamımız ise, İsa nerde? İmamı Mukatil derki ‘Allah onu Ramazan ayında, kadir gecesinde semaya yükseltti.’ Dahhak derki ‘Aşura günü akşam ve yatsı arasında’ — Yahudilere ölüm anında melekler gelip derki‘Ey Allahın düşmanı! Sana Üzeyir aleyhis selam geldi. O’nu yalanladın. Hıristiyana denirki ‘Ey Allahın düşmanı! Sana Allahın kulu ve resulü İsa geldi, sen onu Allahın oğlu zannettin. O anda iman edip onun Allahın kulu ve resulü olduğunu kabullenecek, fakat bu vakitteki imanın ona bir faydası olmaya cak. Bu imanları kıyamette aleyhlerine şahid olacak. İbni Mes’ud derki, İsa aleyhisselam dünya da kırk sene kalacak. Adaletli imam olarak hükme decek. Sonra vefat edince, bu ümmet, üzerine cenaze namazı kılacak. Dahhak derki‘İsa aleyhisselam Beyti Makdiste bir kaya üzerine inecek. İnişi Deccalin çıkışından sonradır. Deccali öldürecek, haçı kıracak, kilese ve havraları yıkacak, yeryüzünde hıristiyan ve yahudi kalmayacak, herkes müslüman olacak.’ “Muhakkak O, kıyamet için bir bilgidir, asla ondan şüphe etmeyin ve bana tabi olunuz. Bu dosdoğru yoldur..” (Zuhruf 61) — Bu ayetin tefsirinde Semerkandî Tefsiri 3. cilt sahife 262 de şu açıklamalar vardır: Yani İsa’nın inişi kıyamet saatinin alameti dir. Denildi ki: İsa’nın inişi insanlar için (ayet) nişadır. İbni Abbas’tan (Radıyellahu anhuma) riva-yet edildi ki bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuş tur “Meryemoğlu İsa’nın ortaya çıkmasıdır.” İmamı Katade’den “İsa’nın inişidir” şeklin de rivayet edilmiştir. Ebu Hureyre’den (Radıyellahu anhu) rivayet edilidki “İsa aleyhisselam yeryüzünde adaletli imam olarak görülmedikçe kıyamet kopmaz. İsa aleyhisselam ile bir sofrada yemek yemedikçe ölmemeyi arzu ederim. Sizden herkim ona kavuşur sa benden ona selam söylesin.” — Elmalı Tefsirinde bu ayetin izahında “Muhakkak ki O, saat içi bir ilimdir de kıyametin geleceğini, ölülerin dirilip ayağa kalkacağını bildiren bir delil bir alamettir. Çünkü İsa gerek ortaya çıkışı, gerek ölüleri diriltme mucizesi ve gerekse ölülerin ayağa kalkmasını haber vermesi itibarıyla kıyametin meydana geleceğine bir delil olduğu gibi, hadisi şerifte haber verildiğine göre inmesi de kıyametin alametlerindendir.” Cilt 7. Sahife 58) — Ruhul Beyan Tefsirinde bu ayetin izahında şöyle denilmiştir “İsa aleyhisselamın ahır zamanda inmesi kıyametin alametidir. Bununla kıyametin yakınlaştığı bilinir. Hadisi şerifte buyurulduki ‘İsa aleyhisselam Arzı Mukaddes (Kudüs) te ‘Efik’ denen bir yere inecektir. (Burası Havran ile Ğur arasındadır) Üzerinde sarıya mail kırmızımsı iki elbise olacak tır. Başı yağlanmış, elinde süngü. Onunla Deccal’i öldürecektir. Beyti makdis’e gelir, insanlar orda sabah namazındadırlar. İmam olan (Mehdi) geri çekilir, fakat İsa aleyhisselam onu öne geçirir ve onun arkasında Muhammed aleyhisselamın şeriatı na göre namazı kılar. Sonra domuzları öldürür, haçı kırar, havra ve kiliseleri yıkar, iman edenleri hariç diğer bütün hıristiyanları (ve yahudileri) öldürür. İsa aleyhisselamın namazda Mehdi aleyhis selama uyması da sahihtir, zira mahdi Resulullahın halifesidir. Miraç gecesinde İsa aleyhisselam, Resulullaha (Sallallahu aleyhi ve sellem) uyarak namazı kıldığı gibi, dünyaya indiği vakitte de onun halifesine uyarak namazı kılacaktır.” (R.Beyan c.lt 8 sahf 384) NETİCE inmesi, onun bizim peygamberimize tabi olan bir ümmet olması için yaptığı duasının kabulü içindir. İsa ‘nın (Aleyhisselam) dünyada ölmeden evvel, gök yüzüne kaldırılmış olup ölümü tadmak için tekrar dünyaya inecektir. Kendisini öldürmeye gelen ve annesi Meryem validemize iftira eden, Zekeriyya (Aleyhisselam) ı öldüren yahudilerden intikamını alması için Allahu Teala tarafından dünyaya indirilecek olan İsa (Aleyhisselam) zamanında islam bütün dünyaya hakim olacaktır. Bunu inkar eden zındıklar bilmelilerdir ki, onların inkarı hakikatı değiştirmeyecektir, belkide Mehdi ve İsa (Aleyhisselam) çıktığı vakitte öldürü lecek olan bid’atçı sahte ilim adamları, şimdiden kendilerini belli etmeye başlamış olmaktan başka bir şey yapamamanın telaşı içinde zırvalamaktadırlar. Bu gibi fitnelerin, yalancı Mehdi ve İsa’ların çıkışı da, asıllarının gelişinin müjdesidir, inşaallah. Herne olursa olsun biz ehli sünnet yolunun salikleri, asla Mezhep imamlarımızın beyan ettiği fıkıh yolundan ayrılmayıp, sahih tefsir ve hadisi şerif kitaplarının beyan ettiği hususlarda en ufak bir şüpheye yer vermemeliyiz. Zira bu gibi pek çok husus, asırlardır böyle bilinip inanıldığı halde ecdadımız tarafından bu güne kadar bu şekilde korunduğu halde, şimdi ortaya çıkan birkaç kıravatlı, etiketli, saçı ile birlikte aklının ekserisi dökülmüş, başı açık aklı kaçık, ısmarlama din hırsızlarının inkarı veya saptırması ile değişmez, iptal edilemez. Bu dinin sahibi yüce Mevla Tealâdır, O ne güzel vekildir, O bize kafidir. O’na sonsuz hamdler ve sevgili Peygamberi Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) üzerine sürekli selamlar olsun...
-
BEKLENEN İNSAN HZ. MEHDİ
Allah razı olsun halilim tabiki acaba gelince ben tanırmıyım diye dert edinmemek lazım biz kulluğumuzu yapa(rsak)lım biiznilalh onun etrafında oalcağız. evet önce deccal etrafı kıtlığa sonra mehdi bolluğa çevirecek hadisler ile biliyoruzki mehdi Allahın engel olmaması ile önce dünaydan belirli bir yağmur ve ekini alacak sonra kendisine uyup sapanlara bolluk diye onları verecek ve o zamanda en büyük fitne olcaktır. Deccala uymayanın mülkü var ise harap olacak müslümanlar büyük bir sınama geçirecek
-
ALLAH RIZASI İÇİN ORTAK KOŞANLAR
Halilimin son yazdığı söz yeterli başka hiç bir söze hacet olduğunu sanmıyorumn fazlası ancak namaz kılmak zor geliyorda bahane aramak olarak adlandırırım yada şöyle söyliyeyim niçin namaz sorusuna cevap veremiyordur onun için kaçma yolları arıyordur. Allah razı olsun halilim basit ama çok hoş bir tespit
-
Mühendislik Perspektifinden Kıyamet
yam yam kardeş açıkçası bu konuyu yazdığımda senden ve bilimselci kardeşimden sürüyle yanlış nokta bekliyordum ancak buna bir müslüman kardeşim eleştiri kedirmişti vede çok daha mantıklıydı kendi kuran anlayışından çıkıpta bak ve baan bu ayzıdaki hesaplama ve fizik hatalarının söyle belkide vardır dediğim gibi bir arkadaş bana bazı yönleri söyledi ama hangisi doğru bilmiyorum açık açıkta söylüyorum belki de sen veya bilimselci kardeşim bunun bana ola bilieceğini ve ya olamayacağının söylersiniz açıklarsınız veya bu konuda bilgisi olan biri benim yok her kes yiyebileceği kadar yemek yer öncelikle şu unutulmamalı bu bir senearyo yani dünyanın sonlanmasında yani size göre söylek gerekirse sonlanırsa oluşacak bazı şeylerden ayetler gerçekleşe bilirmi ayetlere bilimsel olarak ulaşıla bilirmi belki bu yazıda yanlış lıklar vardır ama bu yanlışlıklar bu yazınındır buyurun iyi günler
-
HZ.MUHAMMED MUSTAFA
Allah razı olsun mübarek
-
ALLAH YOKTUR!
duygu db kardeşim insan her Alalh dediğinde yaradan buyur kulum der şunun unutmamak lazım bir alim dediği gibi eğer vermek istemeseydi istemeyi vermezdi Bak akrdeşim yazdığın hususda bir şey ler söyliyeceği bir kere her şeyde olduğ gibi hastalık ve ccefalarda bir imtihandır unutmayalım HZ.Eyübün sabrını bakın şu çok önemli hayatı boyunca hastalık musibet cefa çekmiş demek cennete gidecek demek değildir. Neden miçünkü hastalık gelemsinin nedenini anladınmı cefa cennetre götüre bilitr ancak bu dainsana bağlı ahstalık günahları ağacın yapraklarını dökmesi gibi döker ama döktürecek mevsimi yakalamak lazım yani demek istediğim hastalığa karşı sabrederek haline şükrederek cewfaya vardır bir hayır diyerek göğüsleyne ekbette Allah ecrini verir bakın bu hususda çok önemli bir hadis-i şerif "Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir" buyurdu." yani cefanını gelidiği derdin çekildiği an dert geçtikten sonra değil. Sonra kardeşim yazdığının diğer boyutu yani mükafatın neden bu dünyaya bakmaması. BAk akrdeşim Allahın rahman ve rahim sıfatlarını unutmamk lazım. Allah nimetlerini bu dünyada kafirede müslümanada imtihan yoluna belirli bir şekilde dizilmiştir. Ancak hakiki sonsuz hayatta ise hoş nimetler yanlızca müslümanlara hak edenlere dir. Bakın peşinen gelen bize hoş gelir beliki insan oğlu bu yönüylede sınanıyor en yakın misal olarak nefisimize uygun yaşamak haram yemek çalmak bunların hpsi anlık güzel şeylerdir aldığın tadı hemen alırsın onun için seni çok zorlar uzak durmak. bak kardeşim öncelikle şunu iyi düşünmek lazım bir insan hali ile çok günahkar ola bilir ve bu yük ona ahiret hayatınd çok ağır gelir ve mükafatına ulaşmasında engel teşkil eder ve düşününce anlarız ki şu kısıtlı haaytta sınırlı olarak rahat yaşaya biliyoruz ancak ettiğimiz duanın bu dünyaay ait olup bizi üç günlük için mutlu etmesini mi isteriz yok günahlarımıza kefaret olmasınımı? Ayrıca şu husus çok önemli dediğim gibi vermek istemeseydi istemeyi vermezdi. Allah (c.c.) bir şey istediğinde hakkında hayırlısı ise verir yoksa günahalrına kefaret eder. Araştırınca bir çok misal buluruz niceleri vardır ki sağlam vücudu ile harama koşar niceleri vardır ki malını harama harcar. Asla unutmamak lazım o bizi bizden daha iyi biliyor ve onun her taktiri kulu hakkında hayırlısı olandır. onun dışında geiye kalan şeyler vardır ki munlarda istemeye bağlıdır. Aynen şu husus gibi (gerçek ve ya menkıbe biz veridği mesaja bakalım) Bir imam camide insanın gönülden isteyince her istediğinin olacağını söyler bir çobanda camiye gelir iekn unuz bir dereyi dolaşmak zorunda kalırmış dönerken içinin dolduğu inanması iel öyl eibr du etmişki bir anda derenin karşısına geçi vermiş ve camiye sürekli öyle gelip gidder olmuş ve cami hocasına teşekkür için evine davet etmiş gelir iken çoban karşıya uçmuş imam baka kalmış çoban hadi dercesine imama bakmış imamda Gönülden gönüle değişir demiş Yani istemeyi bilmek lazım ya hani olcağı yok ama bir isteyi verim belki tutar deyip sayısal loto oynarcasına dua etmemek lazım ki olmaması durumunda ki hususlardandan yukarıda bahsetmeye çalıştım Hayırlı bi ömür dileği ile. Hayal et kardeş şu bişeyler sundum mevzusunu açarmısın