GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
Evrimi Anlamak_Evrimsel Düşüncenin Tarihi
*** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1800'ler *** Biyostratigrafi (Katman Bilim): William Smith ********On sekizinci yüzyılın sonlarına gelindiğinde, yerbilimcilerin üzerine çalıştıkları kayalar ile ilgili fikirleri hala karışıktı. 1600’lerde Steno, zaman içerisinde kayaların paralel katmanlar şeklinde üst üste birikebileceğini ve üst katmanların da oyularak eski alt katmanlara ulaşılabileceğini göstermişti. Ancak yerbilimciler, var olan kayalara bakarak kayaların oluşturdukları katmanların özgün sırasını ortaya çıkarmakta büyük güçlük çekiyorlardı. Bu güçlük 1800’lü yıllarda İngiliz kanal memuru William Smith’in (solda) büyük katkıları sayesinde aşılmaya başlandı. Fosiller yoluyla kayaların göreli tarihlendirilmesi ********Smith çok az miktarda eğitim almıştı ancak kanal memuru olarak güney batı İngiltere’deki Somerset Kanalı’nın kazılmasını denetlemek için altı yıl boyunca çeşitli yolculuklara çıkmıştı. Yol boyunca, kanal yapımı için kesilen kayalar sayesinde kayalar hakkında önemli bilgiye sahip olmuştu. Kayaları kazarken bulduğu fosillerin sıklıkla sıralandığını, düzenli yani aşağıdan yukarıya doğru olduğunu, gördükçe büyük bir şaşkınlığa uğramıştı. İngiltere boyunca yolculuklarına devam ettikçe, kaya katmanları aralarında aynı fosil dizilimlerine rastlıyordu. Her bir hayvanın belirli bir zaman aralığında geniş bir yaşam alanına sahip olduğunu ve bu zaman aralığının da kısmen diğer hayvanların yaşam süreleri ile kesiştiğini fark etmişti. Bu da Smith’in İngiltere’nin büyük kısmındaki kayalarda oluşan sıralanmayı fark etmesini mümkün kılmıştı. Smith’in İngiltere Jeoloji haritası. Farklı renkler, farklı jeolojik zaman periyotlarındaki kaya katmanlarını gösteriyor. ********Smith İngiltere’nin ilk jeoloji haritasını yapmaya başladı. Yayınlaması on altı yıl aldı ancak zamanının üst sınıf yerbilimcileri bu terbiye görmemiş öncüyü reddettiler. Smith haritasını yayınlamasını takip eden yıllar boyunca büyük bir yoksulluk içinde yaşadı. Sadece 1831 yılında yeni nesil yerbilimciler tarafından Smith’in katkısı değer görmüştü. O yıl, Londra Jeoloji Topluluğu’nun en yüksek ödülü olan Wollaston Madalyası ile ödüllendirildi. Bir devrimi tetiklemek ********Smith’in Wollaston Madalyası ile ödüllendirildiğinde, hazırlamış olduğu harita jeoloji alanında bir devrimin tetiklenmesine yardımcı olmaya başlamıştı bile. Yerbilimciler Smith’in yöntemlerini kullanarak İngiltere’ye yayılmış olan daha da eski jeolojik yapıları ortaya çıkarmaya başladılar. Aynı zamanda kıta üzerinde, Georges Cuvier ve öğrencisi Alexandre Brongniart yaklaşık aynı yöntemleri kullanarak Alp kayalıklarını (Paris bölümü) çözümlemişlerdi. Yerbilimcilerin kaçınılmaz bir şekilde açıkça gördükleri; yerkürenin birkaç bin yıldan çok daha yaşlı olduğuydu. Yaşamın tarihinde bölümler ********Aynı zamanda bu haritalar, yaşamın tarihini bölümlere ayırmaya olanak sağlamıştı; tuhaf omurgasız canlılarıyla Kambriyen döneminden, Jura döneminin dinozorlarına ve daha yakın zamanların memelilerine kadar. Her bir dönemde, yaşam kendine özgü türlerin toplamıydı. Bir dönemden bir sonrakine tam olarak nasıl değiştiği şiddetli tartışmaların konusuydu. Cambridge Üniversitesi’nde yerbilimci olan Adam Sedgwick her bir jeolojik devrin başlangıcında Tanrı’nın bir şekilde yeni yaşam formlarını yarattığını önerdi. Zamanın önde gelen İngiliz anatomis Richard Owen ise Tanrı’nın zaman içerisinde temel anatomik fikir olan “ilk örnek”i (arketip) değiştirerek yeni türleri yarattığını söylüyordu. Sonunda Darwin, türlerin zaman içerisinde doğal seçilim ve diğer doğal etkenler yoluyla değişmesiyle birlikte, geride bıraktıkları fosillerin evrimi ve yaşamdaki yok oluşları (*) kaydettiğini fark etmişti. *** Notlar: (*) Yok oluş : (ing. extinction) Bir soyun ya da türün kalan son üyelerinin ölmesi. Bir tür, türünü oluşturan tüm üyeler öldüğü zaman yok oluşa gidebilir ya da tüm türler yok oluşa gittiği zaman tüm soy da yok oluşa gidebilir. ***
-
Evrimi Anlamak_Evrimsel Düşüncenin Tarihi
*** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1800'ler *** Gelişimsel Benzerlikler: Karl von Baer ********Bir canlının yaşamı nasıl başlar? 19. yüzyıl başlarında, doğa bilimciler mikroskop başında bu soruya cevap arıyorlardı. Bu süreçte, embriyolar hakkında bir dizi ilginç gözlem yapıldı. Mesela erişkin bir tavukla erişkin bir balık çok farklı da gözükseler, embriyoları şaşırtıcı benzerlikler taşır. Öyle ki her iki türde de tek bir döllenmiş hücre bölünüp gelişerek, tüp şeklinde bir vücuda dönüşür. Çok sayıdaki ortak özelliklerden bir başkası, ikisinin de boyunlarında kavisler çizen kan damarları gelişmesidir. Balıklarda bu damarlar korunur ve bunlar sudan oksijen almaya yarayan solungaçlara dönüşür. Tavuklarda ve keza bizim gibi memelilerde, ikiyaşamlılarda ve sürüngenlerde ise bu damarlar farklılaşarak, akciğerlerde oksijen almaya elverişli ve solungaçtan çok farklı bir anatomiye kavuşur. ********Bu tür araştırmalar 19. yüzyıl başında özellikle Almanya’da popülerdi. O dönemin Alman araştırmacıları bu bulguları şöyle yorumladılar: Yaşam ilkel biçimlerden daha “üstün”, “yüce” biçimlere uzanan bir zincir olmalıdır (tabii ki en üstün yaşam biçimi de insandır). İnsan embriyosu gelişirken, bu zinciri adım adım tekrarlar, her bir aşamayı yeniden yaşar ve son noktada insana dönüşür. Yaşamımız bir kurtçuk olarak başlar, ardından solungaç yayları da olan balığa benzeriz, akabinde sürüngene dönüşürüz, vb. Gelişimin, evrimsel basamakları izlediği fikrine “yineleme” (İng. recapitulation) adı verildi. Hatta bazı doğa bilimciler, yinelemeli gelişimin canlılığın zamanla giderek daha yüksek biçimlere doğru değiştiğinin kanıtı olduğunu öne sürdüler. Karl von Baer: yinelemeli oluş geçersizdir ********1828’ de Estonya doğumlu embriyolog Karl von Baer yinelemeli oluş üzerine yıpratıcı bir saldırıya başlamıştır. Embriyolar üzerindeki dikkatli bir gözlem onların anlamlı bir seri haline konamayacağını göstermişti. Erken safhalardan itibaren omurgalıların anatomisi ile omurgasızların anatomisi birbirinden farklıdır. Hatta omurgalıların içinde bile yinelemelioluş ile çelişen örnekler vardır. Bir insan hiç bir zaman el oluşturmak için önce bir kanat ya da toynak oluşturmaz. İnsanlar, kuşlar ve atların tamamı daha sonra farklı ergin üyelerine dönüşecek üye çıkıntıları ile yola başlarlar. Bazı araştırmacılar yaşamın basitten karmaşığa doğru doğrusal bir şekilde geliştiğine inanıyorlardı (solda). Darwin ise yeni türlerin ortaya çıkmasını bir ağacın dallanmasına benzetti. Evrim için zorlama kanıtlar ********Baer bir evrim hayranı değildi, o yüzden Darwin'inTürlerin Kökeni’nde en zorlayıcı kanıtlar olarak kendi çalışmalarını kullanması Baer için üzüntü kaynağı olmuştu. Bir tür gelişimsel programını atalarından alır ve böylece iki yakın akraba türün benzer embriyolara sahip olması beklenebilir. Zamanla soylar birbirlerinden uzağa evrildikçe, doğal seçilim (*) embriyolarını farklı yollarla değiştirir ancak ortak atadan bazı izler kalabilir. Bu erken embriyonik safhada neden az da olsa balığa benzediğimizi açıklar. Darwin yaşamın ilkelden karmaşığa doğru düz bir çizgide ilerlediğine inanmıyordu, aksine o yeni türler ortaya çıktıkça ağaç gibi dallanmış bir yaşam öngörüyordu. Bu dallanma, nihayetinde toynak, pençe ve elleri oluşturacak benzer gelişim süreçlerini ortaya çıkartıyordu. ********Peki ya Baer’in omurgalıların, omurgasız hayvanlar ile aynı sıraya konamayacağı iddiası? 1800’lerin ortalarında çalışan embriyologlar aradaki boşluğun doldurulamaz olmadığını göstermişlerdir. Deniz fıskiyesi (tunikat) diye bilinen bazı omurgasızlar, notokord olarak bilinen ve omurgalı embriyolarının sırtında oluşan sert, çubuk biçimindeki yapının aynısını geliştirirler. Omurgalılarda notokord omurlar arası diske dönüşür. Eğer bunlar ortak ataya dair işaretlerse, deniz fıskiyelerinin omurgalılarla yakın akraba olmasını beklemek gerekirdi ki; gerçekten de DNA (**) çalışmaları omurgasızlar arasında omurgalılara en yakın olanın deniz fıskiyesi olduğunu ortaya koymuştur. Baer’in yaşadığı dönemden beri, omurgalılar ile omurgasızlar arasında köprü olan çeşitli tunikatlar (ergin) bulundu. Tunikat larvası, omurgalı embriyosunda bulunduğu gibi bir notokorda sahiptir. *** Notlar: (*) Doğal seçilim: (ing. natural selection) Bir popülasyondaki farklı genotiplerin, o popülasyonun gen sıklıklarında değişikliklere sebep olacak şekil farklılıklar göstererek hayatta kalması ya da üremesi. (**) DNA : (ing. DNA) Deoksiribonükleik asit, bir nesilden diğerine genetik bilgiyi taşıyan molekül. Daha ayrıntılı bilgi için Evrime Giriş bölümündeki DNA ile ilgili kaynağımıza göz atın. ***
-
Evrimi Anlamak_Evrimsel Düşüncenin Tarihi
*** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1800'ler *** Erken Dönem Evrim Kavramları: Jean Baptiste Lamarck ********Türlerin zaman içerisinde yeni türlere değiştiğini, bugün söylediğimiz gibi evrildiğini, ilk öneren doğa bilimci Darwin değildi. 18. yüzyılda Buffon ve diğer doğa bilimciler yaşamın yaradılıştan beri sabit kalmamış olabileceği fikrini öne sürmeye başlamışlardı. 1700’lerin sonuna doğru paleontologlar Avrupa’nın fosil koleksiyonunu arttırmışlar, geçmişin “değişmeyen doğa” fikrinin karşısında bir görüş ortaya çıkarmışlardı. 1801 yılında, Jean-Baptiste Lamarck (asıl adı Jean Baptiste Pierre Antoine de Monet, Chevalier de Lamarck) adında Fransız doğa bilimci kavramsal olarak büyük bir adım atmış ve evrim kuramını bir bütün halinde önermiştir. ********Lamarck bilimsel kariyerine botanikçi olarak başladı. Ancak 1793 yılında the Musee National d'Histoire Naturelle (Ulusal Doğa Tarihi Müzesi) kurucu profesörlerinden biri oldu ve omurgasızlar üzerine bir uzman olarak çalışmaya başladı. Solucanlar-kurtçuklar, örümcekler, yumuşakçalar ve diğer kemiksiz varlıklar üzerine yaptığı sınıflandırma çalışmaları zamanının çok ilerisindeydi. Lamarck, uzun boyunlu zürafaların daha yüksekteki yapraklara yetişmeye çalışan zürafa soylarından evrildiğine inanıyordu. Kullanma ya da kullanmama yoluyla değişim ********Lamarck incelediği birçok hayvan arasındaki benzerliklere çok şaşırmış ve geniş fosil kayıtlarından da etkilenmişti. Bulguları Lamarck’a yaşamın sabit olmadığı fikrini savunmaya yöneltti. Çevre şartları değiştiğinde, organizmalar sağ kalabilmek için davranışlarını değiştirmek zorunda kalıyorlardı. Eğer organizma bir organını geçmişte kullandığından daha fazla kullanmaya başlarsa, bu durum organın kalıcılığını da arttıracaktır. Örnek olarak, eğer bir zürafa yapraklara ulaşmak için boynunu uzatırsa, ”sinir sıvısı” boynuna akacak ve boynu uzayacaktır. Sonraki gelen nesil uzun boyun özelliğini kalıtımsal olarak alacak ve devam eden nesiller boyunca yapraklara uzanmalarla birlikte boyun da uzamaya devam edecektir. Bu arada da organizmanın kullanmadığı organlar küçülmeye başlayacaktır. Daha çok karmaşıklığa sürüklenen organizmalar ********Günümüzde Lamarck’ın ünlü olduğu bu tür bir evrim, Lamarck’ın önerdiği iki tür mekanizmadan biriydi. Organizmalar çevrelerine uyarlanırken doğa da acımasız bir şekilde organizmaları basit yapılardan daha karmaşık yapılara doğru yönlendirir. Buffon’da olduğu gibi, Lamarck’ta yaşamın anlık ortaya çıkan nesiller yoluyla başlamış olduğunu düşünüyordu. Ancak yeni ilkel yaşam formlarının da yaşamın tarihi boyunca ortaya çıkmaya devam ettiğini öne sürdü. Bugünün mikropları da sadece ortaya çıkmaya devam eden canlıların yeni üyeleriydi. Lamarck, organizmaların basitten artan karmaşık biçimlere doğru ilerlediğini öne sürdü. Doğal süreçlerle evrim ********Lamarck, Cuvier ve zamanının birçok doğa bilimcisi tarafından alay konusu oldu ve saldırıya uğradı. Lamarck’a bilimsel temellerde sorular yöneltirlerken, birçoğu Lamarck’ın çalışmalarının teolojik uygulamalarından da rahatsız olmuşlardı. Lamarck, yaşamın şimdiki biçimini, mucizevî müdahalelerle değil doğal süreçler yoluyla aldığını öneriyordu. Özellikle doğal teolojiyle yoğrulmuş İngiliz doğa bilimciler için bu korkunç bir durumdu. Onlara göre doğa tanrının iyiliksever tasarımının dünyadaki bir yansımasıydı. Onların gözünde Lamarck şu şekilde iddia ediyordu; her şey kör bir şekilde çalışan temel güçlerin sonucuydu. Bilimsel topluluğun kendisinden uzak durduğu Lamarck, 1829 yılında yoksul ve unutulmuş bir şekilde öldü. Ancak evrim kavramı Lamarck ile birlikte ölmedi. 1820’li yıllarda Fransız doğa bilimci Geoffroy St. Hilaire evrimsel değişimin diğer bir türünün savunucusu olurken, İngiliz yazar Robert Chambers 1844 yılında yazdığı ‘Vestiges of a Natural Creation’ adlı eseriyle evrim üzerine en çok satan eserlerden birini yayımladı. 1859 yılında da Charles Darwin, ‘Türlerin Kökeni’ adlı eserini yayınlayacaktı. Darwin’den farklı olarak ********Darwin’in temel savunması birçok açıdan Lamarck’ın savunmasından çok farklıydı. Darwin yaşamın tarihi boyunca artan bir şekilde devam eden karmaşıklık fikrini kabul etmiyordu. Nesiller boyunca süren çevre koşullarına uyarlanma sonucu karmaşıklığın evrildiğini öne sürüyordu. Aynı zamanda türlerin yeni türlere dönüşmek yerine tümden yok da olabileceklerini önerdi. Ancak bununla birlikte Darwin, evrime kanıt olarak Lamarck’ın kanıtlarını kabul ediyordu [Körelmiş yapılar (*) ya da Yapay seçilim (**) gibi ] Ve Darwin yanlış bir şekilde, bir organizmanın sonradan (yaşam süresince) kazandığı değişikliklerin yavruya aktarılabileceğini kabul etmişti. ********1800’ler boyunca bilim insanları kalıtımın nasıl çalıştığını çözemediklerinden, Lamarck’ın kalıtım düşüncesi geniş oranda popülerliğini sürdürdü. Genlerin keşfi ile de bu fikir büyük oranda terk edildi. Ancak Lamarck, Darwin’in tanımladığı şekliyle “ününü hak eden bu doğa bilimci”, evrimsel değişimi ilk kez tasarlayarak biyoloji tarihindeki temel kişilerden biri haline geldi. *** Notlar: (*) Körelmiş yapılar : (ing. vestigial structure) Bir organizmanın kendisine atasından kalan, ancak günümüzde daha az gelişmiş ve daha az işlevsel olan özellikler. Körelmiş yapılar genellikle bir soy atalarından farklı seçilim baskılarına maruz kalıp bahsi geçen özelliği aynı gelişmişlik ve işlevsellik derecesinde tutmak için seçilim büyük ölçüde azaldığı zaman meydana gelir. (**) Yapay seçilim : (ing. artificial selection) İnsanların bilinçli olarak bir organizmanın belli özelliklerini seçmesi sürecidir. Örneğin insanlar bir türün (örneğin buğday bitkisinin) yalnızca kendilerine daha fazla besini daha kolay şekilde sağlayan bireylerini ellerinde tutup yetiştirerek o türde evrimsel değişime yol açabilirler. Ziraatte iyi bilinen ıslah yöntemlerinin bir çoğu yapay seçilime örnektir. Yapay seçilim doğal seçilime benzer, ancak çok önemli bir fark, doğal seçilimde insanlar yerine doğanın kendisi seçme işini üstlenmiştir. ***
-
Evrimi Anlamak_Evrimsel Düşüncenin Tarihi
*** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1800'ler *** Türlerin Yok oluşu: Georges Cuvier ********1700’lü yıllarda fosiller yaşayanların dünyasında yerlerini almaya başladılar. Kayalardan üredikleri fikri yerine, hayvan ve bitkilerin kalıntıları olarak kabul görmeye başlandı. Bir fosilin yaşayan ayrı bir türe olan benzerlikleri, başka herhangi bir şeye olan benzerliklerinden çok daha fazlaydı. On sekizinci yüzyıl geldiğinde, bilinen yaşayan türlerle bağdaştırılması zor bazı fosiller de ortaya çıkmıştı. Örnek olarak, İtalya’da günümüzde hiç fil bulunmamasına karşın fil fosilleri bulunuyordu. Mevcut fillerse Afrika’da, Hindistan’da yaşıyorlardı. Doğa bilimciler bulunan fosillerin, dünyanın başka yerlerinde yaşayan fillerle aynı olduğunu varsaydılar. Ancak, yüzyılın sonlarına doğru, Fransız bir doğa bilimci şaşırtıcı bir fikir öne sürdü ve bir zamanlar yaşamış olan bazı türlerin yerküre yüzeyinden silindiğini öne sürdü. ********Georges Couvier (1769-1832) 1795 yılında Paris’teki Ulusal Müze’ye bir çırak olarak girmişti ancak hızlı bir şekilde, hayvanların anatomisi üzerine dünyanın en başta gelen uzmanlarından birisi haline gelmişti. Bilgisini eşi görülmemiş bir ustalıkla fosilleri yorumlamakta kullandı. Hatta O’nun hakkında öyle efsaneler çıkmıştı ki, bazen bulunan birkaç kemik parçasını kullanarak daha önceden bilinmeyen bir türün bütün anatomik yapısını şaşırtıcı bir doğrulukla ortaya koyduğu söyleniyordu. Cuvier de tüm uzmanlığı ile birlikte türlerin yok olup olamayacağı tartışmasına girmişti. Bu basım, 1780’de ilk mosasaur (deniz dinozoru) fosilinin kurtarılmasını göstermekte. Cuvier, yok oluş üzerine radikal görüşlerini desteklemek için bu fosilli kullandı. ********Buffon gibi daha önceden gelen bazı doğa bilimciler, türlerin yok olabileceği üzerine tartışmışlardı. Ancak Cuvier’in zamanında birçok kişi için yok oluş fikri dini açıdan sorun çıkarabilecek bir fikirdi. Eğer Tanrı dünyanın başlangıcında tüm doğayı kutsal bir plana göre yaratmış ise, bu yarattıklarının bir kısmının zamanla yok olmasına izin vermek O’nun açısından mantıksızca olacaktır. Eğer yaşam okyanuslardaki salyangozlardan insanlara ve meleklere kadar yayılan “Büyük Varlık Zinciri”ni içeriyorsa türlerin yok olması bu zincirin bazı halkalarını da ortadan kaldıracaktır. Cuvier’in 1798 yılındaki makalesi, bir mamut (üstte) ve bir Hindistan filinin alt çeneleri arasındaki farkı gösteren bu çizimi içermekte. Bu farklar, mamutların gerçekten yok olduğu fikrini destekler. ********Cuvier, Paris yakınlarında bulunan fil fosilleri üzerine dikkatli bir çalışma başlattı. Bulunan kemiklerin Afrika ve Hindistan’da yaşayan fillerin kemiklerinden tartışma götürmez bir şekilde farklı olduklarını ortaya çıkardı. Hatta Sibirya’da bulunan fil fosillerinden bile farklıydı. Cuvier, fosil türlerinin yaşayan üyelerinin yerkürenin bir yerlerinde hala tanımlanmamış şekilde bulunduğu fikri ile dalga geçiyordu, çünkü basit bir şekilde bakıldığında çok iri hayvanlardı ve fark edilmemeleri mümkün değildi. Cuvier bunun yerine, bunların farklı türler olduklarını ve yok olduklarını öne sürdü. Daha sonraları, farklı birçok memeli fosilleri üzerine çalıştı ve onların da yaşayan herhangi bir türe ait olmadıklarını gösterdi. Fosil kanıtları Cuvier’i şu sonucu çıkarmaya yöneltmişti; yerküre periyodik olarak ani değişimler geçiriyordu ve her bir değişiklik sonucunda bazı türler de ortadan kalkıyordu. ********Cuvier yok oluş fikrini, yaşam teorisinin gelecekte açıklamak zorunda kalacağı bir gerçeklik olarak ortaya koyuyordu. Darwin'inkuramına göre, değişen çevre koşullarına uyarlanamayan ya da diğer türlerle rekabet edemeyen türler yok olacaklardır. Bunun yanında Darwin, Cuvier’in yok oluş üzerine olan tüm fikirlerini kabul etmemiştir. O’ndan önce gelen Charles Lyell gibi, Darwin de türlerin büyük “felaketler” sonucunda yok oldukları fikrine şüphe ile yaklaşıyordu. Nasıl gezegenin jeolojisi tedrici olarak değişiyorsa, türler de yeni türler ortaya çıktıkça tedrici bir şekilde yok oluyordu. Ardalan yok oluşu ve felaketler ********Bu noktada, Cuvier bir dereceye kadar haklı görünmekteydi. Muhtemelen yerküre üzerinde şimdiye kadar yaşamış türlerin %99’unu yok olmuştur. Yok olan türlerin büyük çoğunluğunun nesli Darwin’in gösterdiği gibi yavaş yavaş tükenir. Paleontologlar buna “ardalan yok oluşu” adını verirler. Ancak son 600 milyon yılda birçok defalar, yaşamda “kitlesel yok oluş”lar da gerçekleşti ve geçmiş zamanlarda yaşayan türlerin yarısı ya da daha fazlası iki milyon yıllık bir süreçten daha kısa zamanda yok oldular. Bu durum jeolojik zaman aralığında sadece bir göz kırpma zamanı kadar sürer. Bunun nedenleri astreoidler, volkanlar ya da deniz seviyesindeki görece hızlı değişiklikler olabilir. Bu tür yok olmalar, yeni türlerin eskilerin nişlerini alma şansı buldukları yaşamdaki, bazı büyük geçişleri de işaret ederler. Örnek olarak memeliler, 65 milyon yıl önce yaşanan Kristase-Tersiyer arası yok oluş döneminde büyük dinozorların yok olması sonrasında baskın bir şekilde dünya yüzeyinde yayılma şansı buldular. Biz insanlar, farklı bir deyişle, bu yok oluşların çocuklarıyız. Yaşamın tarihi, kitlesel yok oluş (kırmızı uçlar) ve ardalan yok oluş (sarı bölgeler) olaylarına işaret etmektedir. ***
-
Evrimi Anlamak_Evrimsel Düşüncenin Tarihi
*** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1800 Öncesi *** İnsan Popülasyonlarının Ekolojisi: Thomas Malthus ********Çağdaşları ve kendisi tarafından bir biyolog olarak değil de daha çok bir politik ekonomist olarak görünmesine karşın, Thomas Malthus (1766-1834) biyoloji tarihinde özel bir yere sahiptir. Malthus, insan doğası üzerine yeni felsefelerin ortaya çıktığı ve toplumsal devrimlerin gerçekleştiği bir zamanda büyüdü. Zamanının tersine, muhafazakâr bir yol tercih etti ve 1797 de kutsal emirleri takip ederek, insan ve toplumun sınırsız bir şekilde geliştirilebileceği fikrine saldıran yazılar kaleme almaya başladı. Popülasyon büyümesi vs. besin tedariği ********Malthus en ünlü eserini “Toplumun gelecek gelişimini etkileyen popülasyon ilkeleri üzerine deneme”(An Essay on the Principle of Population as it affects the Future Improvement of Society) ismiyle 1798 yılında yayınlamıştır. Malthus kitabında, bir ulusun yasalara ihtiyaç duymadığı ve her bireyin refah ve uyum içinde yaşadığı bir noktaya ulaşabileceği fikrine karşı duyduğu şüpheleri dile getirdi. Popülasyonun büyüme hızı, her daim kendi kendini besleyebilme kabiliyetini aşacaktı. Eğer her çift dört çocuk büyütseydi, populasyon yirmi beş yıl içinde iki katına çıkardı, ve bundan sonra iki katına çıkma devam ederdi. Üç, dört, beş faktörleriyle aritmetik olarak değil, dört, sekiz, onaltı faktörleriyle geometrik olarak artardı. 1800 ile 2000 yılları arasında insan popülasyonu altı kat arttı. Gıda stokları bu hızı karşılayabilmiş midir? 2050’de öngörülen 9,2 milyarlık nüfus besleyecek yeterli gıda olacak mı? ********Eğer bir ülkenin popülasyonu bu şekilde bir patlama gösterecek olursa, Malthus dünyanın yiyecek kaynaklarının bu patlamaya ayak uyduramayacağı konusunda uyarıda bulunuyordu. Tarım için araziyi temizleme ya da ürün verimini arttırma daha büyük bir mahsul üretebilir fakat bu geometrik olarak değil sadece aritmetik olarak artardı. Kontrolsüz büyüyen popülasyon kaçınılmaz olarak açlık ve sefaleti getirirdi. İnsanlığın sürekli kıtlık içinde olmamasının tek nedeni, büyümesinin devamlı olarak veba, çocuk ölümü ve basit olarak orta yaşa kadar evlilikleri erteleme gibi faktörler tarafından kontrol edilmesiydi. Malthus popülasyon büyümesinin, yoksulluğu düzeltmek için harcanan çabaları yok ettiğini kanıtlamaya çalıştı. Fazla paranın fakirlere daha fazla çocuk sahibi olma imkanı sunduğunu, bunun da ulusun açlık ile olan randevusunu hızlandırmayı mümkün kıldığını düşündü. İnsanlığa yeni bir bakış ********Malthus ekonomik ispatlarını, insanlığa çığır açtıran bir yolla ortaya koydu. Bireysel odaklanmadan ziyade, insanlara bireylerden oluşan gruplar olarak baktı, hepsi aynı davranış kurallarına bağlıydı. Hayvan ve bitki popülasyonlarını kullanan bir çevre bilimciyle aynı prensipleri kullandı. Ve gerçekten de, Malthus, aynı zamanda hayvanlar ve bitkiler üzerinde çalışan, insan neslini şekillendiren üretkenlik ve şiddetli açlığın aynı etkilerine işaret etti. Eğer sinekler yavru-kurt yapmada kontrolsüz olsalardı, dünya dizimize kadar onlarla dolu olurdu. Çoğu sinek (ve seçtiğiniz her hangi cinsin üyeleri) her hangi bir döl veremeden ölmelidir. Ve böylece, Darwin Malthus’un fikirlerini kendi evrim kuramına uyarladı, onun için insanların her hangi bir hayvan gibi evrilmesi gerektiği açıktı. ***
-
Evrimi Anlamak_Evrimsel Düşüncenin Tarihi
*** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1800 Öncesi *** Eski Dünya, Öncesiz Yaşam: Georges-Louis Leclerc, Comte de Buffon ********1700’lü yılların hiçbir doğa bilimcisi, Georges-Louis Leclerc, Comte de Buffon’un (1707-1788) doğa çalışmalarına getirmiş olduğu devrimsel değişiklikleri gerçekleştirememiştir. Bu “Aydınlanma”nın büyük adımıdır. 1600’lerde birçok doğa bilimci dünyanın birkaç bin yaşında olduğuna inanıyorlardı. Türlerin de ayrı ayrı yaratılıp değişmeyen bir hiyerarşide organize edildiğini ve insanların da meleklerin hemen altında yer aldıklarını düşünüyorlardı. 1800’lerde ise, Darwin akıl almaz derecede yaşlı bir dünya tarif ediyordu. Öyle bir dünya ki, yaşam tedrici olarak bir yapıdan diğerine değişiyordu ve bunun için de herhangi bir doğaüstü müdahaleye gerek yoktu. Bu iki görüş arasında, kronolojik ve entelektüel açıdan, orta noktada olan kişi ise, dikkate değer Georges-Louis Leclerc Buffon’dur. ********Bufffon’un kariyeri devasa tek bir proje üzerine yoğunlaşmıştır. Histoire Naturelle adını verdiği ansiklopedisinde doğal dünya hakkında bilinen her şeyi kapsamayı amaçlamıştı (Buffon öldüğünde tasarlamış olduğu 50 ciltten yalnızca 36’sını yayınlayabilmişti). Ansiklopediyi oluşturabilmek için astronomiden botaniğe kendi uzmanlıklarından yararlandığı gibi, danıştığı başka uzmanların bilgilerinden de faydalandı. Ancak ansiklopedinin yazımında papağan gibi başkalarının düşüncelerini tekrarlamayı tercih etmemiştir. Bunun yerine topladığı tüm gerçekleri, gezegenimiz ve üzerinde yaşayanlara dair kapsayıcı teorilerle açıklamayı denemiştir. Buffon gezegenlerin, bir kuyruklu yıldızın güneşle çarpışmasının ardından etrafa saçılan enkazdan oluştuğu fikrini öne sürdü. Yerküre tarihinin İncil’de yer almayan açıklaması ********Buffon dünyayı yorumlayabilmesi için, dünya tarihini anlaması gerektiğini fark etti. Kilisenin eleştirilerine rağmen, İncil’i dünya tarihi için rehber olarak kabul etmedi. Bunun yerine Isaac Newton’un yeni fiziğini kullanarak hareket halindeki maddelerin nasıl yerküreyi oluşturmuş olabileceği konusunda varsayımlarda bulundu. Güneşe çarpan bir kuyruklu yıldızın yol açtığı parçaların güneş sisteminin gezegenlerini oluşturduğunu ileri sürdü. Başlangıçta yerküre yanmaktaydı, ancak erimiş kayalar zamanla soğuyarak katılaştı ve ardından okyanusları oluşturan yağışlar gerçekleşti. O zamanki birçok Avrupalı yerkürenin yaşını 7,000 yıldan daha küçük sanarken, Buffon ileri sürdüğü sürecin 70,000 yıldan fazla bir zamanda gerçekleştiğini söyledi. Genel görüşe göre de bu pratik anlamda sonsuzluktu. Yaşamın kendiliğinden gerçekleşen kökenleri ********Buffon yerküre gibi yaşamın da bir tarihe sahip olduğunu ileri sürdü. Diğer bir çok “Aydınlanma” düşünürü gibi, yaşamın belli koşullar altında kendiliğinden ortaya çıkmış olabileceğini düşündü. Buffon’a göre, yerkürenin sıcak okyanuslardaki engin yaşamı düzenlenmemiş maddelerden meydana gelmişti. Zamanla, dünyanın ikliminin soğumasıyla birlikte çoğu hayvan tropik bölgelere göç etti. Bu göçler, Sibirya’da ve Kuzey Amerika’da fosillerine rastlanan, fillerin canlı örneklerine sadece Afrika’da ve Güney Asya’da rastlanmasını açıklıyordu (sağda). Sibirya’daki tür bugünün fillerine evrilirken, Kuzey Amerika’daki tür yok oldu. Buffon, modern Hindistan ve Afrika fillerinin atalarının Sibirya’dan göç eden mamutlar olduğunu düşünüyordu. Göç boyunca değişim ********Buffon’a göre yaşam, belli sayıdaki ayrı tipten (her hangi bir varlığı meydana getiren organik moleküllerin oluşturduğu yapısal model) türemişti; ancak göçler sırasında yaşam değişti. Bir tür yeni yaşam alanlarına yöneldikçe, yeni bireylerin oluşmasını sağlayabilecek gerekli organik moleküller de değişti ve sonuç olarak bu moleküller türün modelinin de değişmesine neden oldu. Diğer bir deyişle, Buffon bir çeşit öncül-evrim (proto-evolution) modeli oluşturmuştu. Bu sürecin, vücut kısımlarında radikal değişimler oluşturamayacağını; fakat benzer türlerin dünya üzerindeki coğrafik dağılımını şekillendirebileceğini ileri sürdü. ********Buffon’un teorileri, 18. yy doğa bilimcilerinin ufukları ölçüsünde oluşturdukları kısıtlı kanıtlara dayandığı için çökmüştür. Yerkürenin yaşını çok daha genç olarak tahmin etmişti ve biyolojik değişim üzerine olan kavramları tutarlı bir mekanizmaya dayanmıyordu. Buna rağmen ölümünü takip eden yıllarda ortaya çıktığı üzere, Buffon’un teorileri doğa bilimlerindeki önemli gelişmelerin habercisi olmuştur. Bunlar Cuvier’in yok oluş hakkındaki bulgularından Lyell ve diğer yerbilimcilerin dünyanın yaşını çok daha fazla hesaplamalarına ve Darwin’in evrim kuramına kadar olanlardır. Buffon’un tek başına hiçbir fikri zamanın sınamasına dayanamamıştır; fakat yine de çalışması bilimin kilometre taşlarından biridir. Çünkü kendinden önce sadece birkaç kişinin yaptığı gibi yaşamın ve yerkürenin bir geçmişe sahip olduğunu düşünmüş, konu üzerinde kafa yormuştur. ***
-
Evrimi Anlamak_Evrimsel Düşüncenin Tarihi
*** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1800 Öncesi *** İç içe Hiyerarşi, Doğanın Düzeni: Carolus Linnaeus Linnaeus sistemini, Aristotle’nin ‘Büyük Varlık Zinciri’ görüşünden türetmiştir. ********Kimi zaman konuşmalarımıza hayvanlar, bitkiler ve mikroplar gibi kimi kullandığımız kelimelerle birlikte Homo sapiens, Tyrannosaurus rex, Escherichia coli gibi Latince ikili adlandırmaları karışmıştır. Nasıl olur da ölü bir dil bu şekilde yeniden yaşama şansı bulabilir? Bu, İsveç’li bir doğa bilimcinin, tanrının doğa üzerindeki zanaatini keşfetme macerasına atılışının 250 yıllık bir mirasıdır. ********Carolus Linnaeus (1707-1798) yaşamı sınıflandırmaya çalışan ilk düşünür olmaktan çok uzaktır. Örneğin, Aristo her bir türün kendine özgün eşsiz bir yapısı olduğunu ve bazı kilit karekterleri yoluyla sınıflandırılabileceğini öne sürmüştür. Bu süreçte, bitkiler en altta, hayvanlar ortada ve insanlar da en üstte olacak şekilde yaşamı merdivenvari bir hiyerarşi içerisinde düzenlemiştir (sağdaki şekilde). Ortaçağ Avrupa âlimleri hem Aristo’yu hem de İncil’i rehber edindiler. Doğanın, yerküre üzerindeki tüm türler ile birlikte, tanrının dünya üzerindeki cömert düzeninin yansıması olduğuna inandılar. Sınıflandırma sistemi için arayış ********Rönesansla birlikte doğa bilimciler, türlerin hayrete düşüren düzenindeki akılcı örüntüyü araştırarak bu kutsal planı anlamaya çalıştılar. Türleri birbirlerine olan genel benzerliklerine göre daha büyük bir grup olan cins adı altında gruplandırdılar. Örneğin, aslanlar, kaplanlar ve leoparlar “büyük kediler” cinsine dâhil oldular. ********Ancak büyük kediler ve diğer hayvanlar daha büyük bir şemanın parçası olmaya uygunlar mıydı? Bu birçok nedenden dolayı bilinmesi çok zor bir şeydi. Sorunlardan birisi, Avrupalı kâşiflerin Yeni Dünya, Afrika ve Asya’da daha önceden bilinmeyen türlerle karşılaşmaya başlamalarıydı. Bunun da üzerinde yöntem sorunu vardı. Bazılarına göre, sınıflandırma sistemi arayışında olan doğa bilimciler türlerin mümkün olduğunca çok karakterini dikkate almalıydı. Bu yapılacak sınıflandırma sisteminin gerçekten doğal olmasını sağlayacaktı. Bazılarına göreyse, doğada bir sistem bulamazdık, ancak biz onu aklımızda yapılandırırdık. Bu yüzden doğa bilimciler, bitki üreme organının biçimi gibi kendilerince uygun buldukları kalıtsal özelliklere dayanan yapay sistemler geliştirmeliydiler. İç içe Hiyerarşilerde yaşamın düzenlenmesi ********Carolus Linnaeus, Uppsala Üniversitesi’nde hekimlik eğitimi aldıktan sonra sınıflandırma araştırmalarına katıldı. Çoğu ilacın bitkilerden türetilmiş olması nedeniyle her tıp öğrencisinin eğitiminin bir bölümü bitki bilimine (botanik) dayanmaktaydı. Lapland ve İsveç merkezine yapılan botanik gezilerinin ardından Linnaeus, tüm yaşamı tek bir yapay sistemle düzenleyebileceğine ikna olmuştu. Bu onun için tanrının doğadaki tasarısını anlamasının ilk adımları olacaktı. Linnaeus'un ‘Systema Naturae’ (Doğanın Sistemi) kitabının kapağı. ********1735’te dönüm noktası olan çalışması Systema Naturae’nın (Doğanın Sistemi) ilk baskısını yayımladı. Bu çalışmasında standart bilimsel adlandırmaya göre bildiği tüm türleri, cins isminden sonra tür ismi gelecek şekilde tanımladı. Linnaeus’tan önce doğa bilimciler karışıklığa neden olan hantal ve düzensiz bir adlandırma kullanmaktaydılar. Fakat o daha ileriye gitti. Kutu içinde kutu misali, cinslerin birlikte olduğu grup aile, daha geniş grup olarak takım ve en geniş grup alem olacak şekilde iç içe geçmiş bir sınıflandırma ortaya koydu. Primat olarak insanlar ********Linnaeus’un sınıflandırması sadece insanoğlunu nasıl sınıflandırdığı bakımından değil pek çok nedenden dolayı önemliydi. İnsanları Homo sapiens olarak isimlendirdi ve bizi Homo cinsinin içine yerleştirdi. Aynı zamanda, o zamanlar bilinen iki insansı maymun türü olan orangutan ve şempazeleri de Homo cinsine dâhil etti. Ve Homo cinsini Primat olarak adlandırdığı ailenin içerisine soktu. Primatlar ayrıca maymunumsuları ve lemur cinslerini de kapsıyordu. Linnaeus, insanların tanrının özel yaratımı olduğunu düşünmesine karşın, türümüzü sistemine yerleştirirken diğer türlerde kullandığı yöntemi uygulamıştır. Modern Linnaean Sistem sınıflandırmasında insan türünün yeri. ********Linnaeus yaşamı neredeyse geometrik bir kesinlikle düzenlemiş ve kendi kurduğu bu sistemden o kadar etkilenmiştir ki, kayaları ve diğer cansız varlıkları düzenlemek için de aynı sınıflandırmayı kullanmıştır. Mineralleri sınıflandırma çalışmaları çoktan unutulmuş olsa da biyoloji dünyasında Linneaeus’un sisteminin kullanışlı olduğu kabul görmüştür. Net ve basit olması, önceki sistemlerde güç olan yeni bulunan türlerin sınıflandırılmasını çok daha kolay bir hale getirmiştir. Yaşamın çeşitliliğini düzenlemenin standart yolu haline gelmiştir. ********Biyologlar, bugün yeni bir tür adlandıracaklarında hala Linnaeus’nin kurallarını kullanmaktadırlar. Fakat Darwin bu kuralların arkasındaki modası geçmiş fikirleri yeniden yorumlamıştır. Darwin, Linneaeus’u etkileyen benzerlikler hiyerarşisini, evrimin eski türlerden yeni türleri türetmesiyle ortaya çıkardığını fark etmiştir. Biyologlar hala koyunları, kirpileri ve insanları memeliler grubuna yerleştirmektedir, bunun nedeni (fosillerin, anatominin ve genlerin karşılaştırılması ile elde edilen) tüm kanıtların bu canlıların ortak bir atadan geliyor olduklarını göstermesidir. ***
-
Evrimi Anlamak_Evrimsel Düşüncenin Tarihi
*** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1800 Öncesi *** Fosiller ve Paleontolojinin Doğumu: Nicholas Steno ********Eğer paleontolojinin doğumgünü olarak bir gün seçilmesi gerekseydi, o gün, 1666 yılında İtalya’nın Livorno kenti kıyılarında iki balıkçının dev bir köpekbalığını yakalayıp kıyıya çektikleri gün olabilirdi. Bölgenin dükü bu ilginç olayla ilgilenmesi için balığın, o zamanlar Floransa’da çalışmakta olan Danimarkalı anatomist Niels Stensen’e (bilinen ismiyle, Steno) gönderilmesini emretmişti. Steno köpekbalığını kesip inceledikçe, köpekbalığının dişlerinin, eski çağlardan beri bilinen ve “dil taşları” olarak adlandırılan üçgen kaya parçalarına ne kadar da çok benzediklerini görüp çok şaşırmıştı. ********Bugün, birçok kişi dil taşları olarak bilinen kalıntıların, taşlaşmış dev köpekbalığı dişleri olabileceğinden hemen şüphelenecektir. Ancak 1666 yılında bu tür bir tahmin yapmak oldukça büyük bir gelişme olacaktı. Çok az kişi canlı bir maddenin taşlaşmış olduğunu, daha da ötesi sert bir kaya içine hapsedilmiş olabileceğini hayal edebilirdi; özellikle de kaya deniz seviyesinden çok yükseklerde bulunmuşsa ve deniz canlılarına ait kalıntılar içeriyorsa. Bunun yerine fosillerin gökten dünyaya düşmüş olduklarına ya da “doğanın bir cilvesi” olduğuna inanıldı. Tuhaf geometrik şekiller kayalar üzerinde kendiliğinden oluşuyordu. Steno’nun köpekbalığı kafa çizimleri “dil taşı”nın gerçekte fosilleşmiş köpekbalığı dişleri olduğunu fark etmesine yardımcı oldu. Yaşayan bir dokudan taşlara ********Steno büyük bir adım atarak, dil taşlarının gerçekten de bir zamanlar yaşamış olan köpek balıklarının dişleri olduklarını açıkladı. Bulunan taşlar ile dişlerin birbirlerine nasıl bir kesinlikle benzediklerini gösterdi. Ancak hala dişin nasıl olup da taşa dönüştüğünü ve bir kaya içinde yuvalandığını açıklaması gerekiyordu. Steno’nun çağdaşı doğa bilimciler maddenin, bizim bugün molekül dediğimiz, küçük “zerre”lerin farklı kombinasyonlarından oluştuğu fikrini kabul etmeye başlamışlardı. Steno, diş içinde bulunan her bir zerrenin birer birer mineral zerreleri ile yer değiştirdiği fikrini öne sürdü. Bu tedrici süreçte, dişler doku yapısından taşa dönüşürken genel şeklini de kaybetmiyordu. Bu açığa çıkmış kayalar Steno’nun daha genç kaya katmanları üste ve daha eski kaya katmanları daha alta doğru ilkesini açıkça gösterir. Steno’nun Üst Üste Birikme İlkesi ********Peki nasıl oluyordu da fosiller kayaların derinlerinde bulunuyorlardı? ********Steno cevabı bulabilmek için İtalya’nın uçurumlarını ve tepelerini inceledi. Tüm kayaların ve minerallerin özgün yapılarının sıvı olduğu fikrini öne sürdü. Çok uzun zaman önce gezegenin yüzeyindeki akış, tedrici bir şekilde okyanus dışında paralel katmanlar oluşturmaya başlamış ve her yeni gelen tabaka da eskisinin üzerinde yerini almıştı. Erimiş kaya, bazen katmanlar arasından yukarı doğru sızarak en üstte yeni bir katman oluşturmuştu. Kayalar, katılaştıkça hayvan kalıntılarını hapsetmeye ve zaman içerisinde de onları fosilleştirerek katmanlarının derinlerinde saklamaya başladılar. Oluşan yatay düzlemler, en eski tabakaların en altta, en yeni tabakaların da en üstte olduğu bir zaman dizilimini gösteriyordu, tabi ki daha sonradan gerçekleşen süreçler bu dizinin düzenini bozmadıysa. Bu düzen şimdilerde Steno’nun jeolojiye sağladığı en ünlü katkısı olan “Steno’nun Üst Üste Birikme İlkesi“ olarak biliniyor. ********Çağdaşları arasında Steno, fosillerin bir zamanlar yaşamış olan canlılara ait olduğu fikrini öne süren tek doğa bilimci değildi. Örneğin, Leonardo da Vinci ve Robert Hooke da aynı görüşteydi. Ancak Steno fikri daha ileriye götürdü. Fosillerin, yerküre tarihinin değişik anlarının birer enstantanesi olduğunu ve kaya tabakalarının da zamanla yavaşça oluştuğunu ilk defa öne sürmüştü. İşte bu iki gerçek, paleontolojinin ve jeolojinin gelecek yüzyıllardaki dayanak noktaları olmuştu. Son noktada da fosiller, geçen dört milyar yıl boyunca yerkürede yaşamın nasıl evrildiğini gösteren kilit kanıtlardan birisi haline geldiler. ***
-
Evrimi Anlamak_Evrimsel Düşüncenin Tarihi
*** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1800 Öncesi *** **** William Harvey****William Paley Gözlem ve Doğal Teoloji: William Harvey ve William Paley Harvey, kanın nasıl kalpten pompalanarak kol damarlarına doğru haraket ettiğini gösterdi. ********1600’lerde canlılar üzerine çalışmalar geri dönmemek üzere değişti. Aristo ve Galen gibi kadim yazarların otoritelerine yüzyıllarca biat ettikten sonra, Avrupalı doğa bilimciler canlılığı kendileri doğrudan gözlemlemeye başladılar. Anatomistler insan vücudunda yeni organlar keşfetmeye başladılar. Aynı zamanda bu organların Aristo ve Galen’in söylediği şekilde çalışmadıklarını fark ettiler. ********Örneğin, İngiliz hekim William Harvey (sol üstte), 1600’lü yılların başlarında kanın kalpten vücuda pompalandığını ve kapalı bir döngüde dolaştığını keşfetti. Hem Harvey hem başka araştırmacılar, hayvanlar ve bitkiler üzerindeki çalışmalarıyla buna benzer çok sayıda şaşırtıcı keşifte bulundular. Örneğin, İngiliz mucit Robert Hooke mikroskop kullanarak, pire gibi ufacık hayvanların daha önce bilinmeyen karmaşıklığını ortaya çıkarıyordu. Organizmaları makineler olarak hayal etme ********Bu yeni doğa bilimci nesli, canlılığı bir makine olarak hayal etti. Aynı insan yapımı makineler gibi, hayvanda da hayatta kalmak için birçok hayati fonksiyonda rol alan değişik vücut parçaları bulunuyordu; kaslar, gözler, kemikler, organlar vb... Doğa bilimciler, fizikte makineleri icat ederken kullanmış oldukları bilimsel yöntemlerin aynısını yaşamın kendisine de uygulayabileceklerini buldular. Doğal teoloji ve Tanrı tasarımı ********Bazı rahipler, yaşam ile ilgili bu mekanistik yaklaşımın ateizmi çağrıştırdığından şüphelendiler. Ancak doğa bilimcilerin bir çoğu kendilerinin bizzat dini bir misyon üstlendiklerini düşünüyorlardı. Gerçekten de bu araştırmacıların bir kısmı hem doğa bilimci hem de din bilimciydi. Onlara göre Tanrı dünyayı öyle bir şekilde yaratmıştı ki, Tanrı'nın planını akıl yoluyla kısmen de olsa anlamak mümkündü. Bir elin ya da tüyün karmaşık yapısını incelemek sayesinde doğa bilimciler, Tanrı'nın cömert tasarımını takdir etme şansına kavuşuyordu. ********Doğal teoloji diye adlandırılan bu fikir akımı, yaklaşık iki yüz yıl boyunca İngiliz düşüncesine hakim oldu. 1800’lerin başlarında papaz William Paley’in yazıları sayesinde İngilizler arasında tanındı. Doğal teoloji, bilimsel araştırma açısından önemliydi, çünkü araştırmacıların önüne temel bir soruyu, yaşamın nasıl işlediği sorusunu koyuyordu. ********Bugün dahi bilim insanları yeni bir organ ya da protein keşfettiklerinde, onun işlevini çözmeye çalışırlar. Paley’nin Cambridge Üniversitesi’ndeki odasını kullanan Charles Darwin papaz Paley’in çalışmalarının da bir hayranıydı. Ancak bilimi doğal teolojiden ileriye götürecek ve bu soruları dini alandan bilim alanına doğru yönlendirecek kişi de Darwin olacaktı. ***
-
Evrimi Anlamak_Evrimsel Düşüncenin Tarihi
*** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1800 Öncesi *** Karşılaştırmalı Anatomi: Andreas Vesalius **************16. yüzyıla girildiğinde Avrupalı bilginler, insan ve hayvan anatomisi hakkında sadece yüzeysel bir anlayışa sahiplerdi. Öğrencilere tıp eğitimi verilen Bologna, Paris Üniversiteleri gibi bir avuç üniversitede profesörler, anatomiyi Bergama doğumlu Romalı hekim Galen’in kitabından okutuyorlardı. Galen, Aristo ve diğer Yunanlıların felsefi çalışmaları ile hayat boyu edindiği, diseksiyon (örneği keserek açıp incelme işlemi) deneyimlerini birleştirmiş ve bu şekilde de sadece insan vücudunun yapısını açıklamakla kalmamış, nasıl çalıştığını da açıklamıştı. **************Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra, Galen’in eserleri Bağdat gibi bazı Arap şehirlerinde yaşamaya devam etmiş, çalışmaları çevrilmiş, üzerlerine uzun uzun çalışılmış, yorum ve açıklamalarla benimsenmişti. 1100’lü yıllarda, Avrupalılar Galen’i Arapça’dan çevirmeye başladılar ve O’nun çalışmalarını tıp eğitiminin temeli haline getirdiler. Ancak çevirinin birçok adımında, Galen’in çalışmaları, özünün büyük kısmı kaybetmişti. Özellikle otoriteye güvenip kabullenmek yerine, kendi gözlemlerine güvenmenin gerekliliğini vurguladığı kısımlar... **************Yeni bir gelenek oluşmuştu; profesörler Galen’i öğrencilerine okurlarken bir cerrah da infaz edilen bir suçluyu kesip vücudun ilgili parçalarını gösteriyordu. Bu sırada profesör incelenen vücuda bakmayı gerekli görmüyordu çünkü öğrenmeye değecek her şey Galen’in kitaplarında zaten bulunabiliyordu. İnsan vücudunu gözlemlemek **************Tüm bunları değiştiren, Galen’in çalışmalarının önemli ölçüde yanlış olduğunu fark eden genç bir Flaman anatomistti. Andreas Vesalius (1514-1564) kariyerine Paris Üniversitesi’nde “Galenizm”’i savunarak başlamıştı. Ancak Padua Üniversitesi’ne geçtiğinde, öğrencilerine anatominin ince detaylarını göstermek için, kadavraları kendisi kesmeye başlamıştı. Öğrencilerin çalışmaları için grafikler çiziyordu ve Vesalius’u ünlü yapan da bu grafiklerin yüksek kalitesi olmuştu. Öyle ünlü olmuştu ki, Padua şehri ceza mahkemesi yargıcı, kurulan darağaçlarını Vesalius’a kadavra kaynağı olarak tahsis etmişti. **************Vesalius insan vücuduna aşina oldukça, Galen’in bazı noktalarda hatalar yaptığını fark etmeye başlamıştı. İnsan göğüs kemiği 3 bölütten oluşur; ancak Galen yedi bölütten oluştuğunu söylemişti. Galen humerusun (üst-kol kemiği) femur (uyluk) kemiğinden sonra vücudun en uzun kemiği olduğunu söylemişti, ancak Vesalius tibia (kaval) ve fibula (kamış) kemiklerinin humerusu 4. sıraya ittiğini görmüştü. **************Yüzyıllar boyunca, anatomistlerin Galen’in çalışmaları üzerine küçük tartışmalar yaşadıkları olmuştu, ancak Vesalius daha ileri giderek, Galen’in çalışmalarında ciddi hataların olduğundan şüphelenmeye başladı. Vesalius bakış açısını genişletti, hayvanları kesip açarak inceledi, Galen’i daha dikkatli okudu. Böylece hataların nedenini anladı. Galen hiç insan diseksiyonu yapmamıştı. Roma gelenekleri böyle bir çalışmaya izin vermiyordu. Bu yüzden Galen çalışmalarını sadece hayvanlara diseksiyon yaparak ve ameliyat sırasında hastalarını inceleyerek yapmak zorunda kalmıştı. Aslında Galen’in açıklamaları insanı değil, Berber şebeklerini (Macaca sylvanus) ya da öküzleri anlatıyordu. Vesalius laboratuarında bir dişi kadavra incelerken. Kesimlerde Vesalius, insan sternumunun Galenin iddia ettiği gibi 7 bölüt değil 3 bölütten oluştuğunu gördü. Galenizm’e meydan okuma **** **** **************Vesalius 25 yaşına geldiğinde Galen'e karşı tam cephe hücuma geçti. Padua’da ve daha sonra Bologna’da ders verirken, insan ve Berber şebeklerinin iskeletlerini diziyor ve çevresine topladığı öğrencilere Galen’in nasıl da yanıldığını gösteriyordu. Vesalius daha sonra kendi keşiflerini içeren yeni bir anatomi kitabı oluşturma işine koyuldu. Daha sonraki 4 yıl boyunca Vesalius, Venedik‘in en iyi kalıp kesicileri ve Tititan’ın (Tiziano Vecelli) atölyesindeki teknik ressamlarla çalıştı. Kitabına “De humani corporis fabrica libri septem” yani “İnsan Vücudunun Yapısı Üzerine Yedi Kitap” ya da daha çok bilinen şekliyle Fabrica adını vermişti. 1543 tarihli bu usta çalışmalarda artık erkekler ve kadınlar yüzülmüş derileri ile ayakta duruyorlar (sağda), iskeletlerse (solda) İtalyan kırlarında sütunlara yaslanmış, tembelce dikiliyordu. İnsanlar o kadar da eşsiz değil **************Fabrica, Avrupa’da anatomi dalında yeni bir gelenek başlattı. Artık bu gelenekle anatomistler sadece kendi gözlemlerine güvenmeye ve vücudu yeni bir kıta gibi keşfetmeye başladılar. Vesalius’un türler arasındaki önemli farklılıkları keşfetmesi de, araştırmacıların hayvanlar üzerinde çalışarak, onların benzerliklerini ve farklılıklarını araştırdıkları karşılaştırmalı anatomi bilim dalının gelişmesine yardımcı olmuştu. Süreç içerisinde araştırmacılar, insan türünün diğer birçok türden sadece biri olduğunu ve birkaç eşsiz kalıtsal özelliğe sahip olmasına karşın birçok kalıtsal özelliğinin de diğer hayvanlarla ortak olduğunu anlamaya başladılar. Vesalius’un Galen’e karşı duyulan körükörüne bağlılığı yıkmasından 300 yıl kadar sonra, Darwin de kendi evrim kuramı için bu büyük anatomi bilgi kaynağını kullanmıştı. ***
-
Evrimi Anlamak_Evrimsel Düşüncenin Tarihi
*** *** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : *** Tıpkı yaşam gibi bilim de bir tarihe sahiptir. Evrimsel düşünce tarihinin anlaşılması bilimin doğasını aydınlatmaktadır. "Evrimsel düşüncenin tarihi" başlığının içeriğinde ; “Yerküre tarihi”, “Yaşam tarihi”, “Evrim mekanizmaları” ve “Gelişim ve Genetik” disiplinlerindeki çalışmaların, şu andaki evrim anlayışımıza nasıl katkıda bulunduklarını göreceksiniz. Evrim kuramı deyince ilk önce Darwin aklımıza geliyor ama biyolojinin omurgası olan bu kuram 18.,19. ve 20. yüzyıl boyunca sayısız katkıyla gelişti, derinleşti, değişti ve elbette ki bu durum sonlanmış değil. Temel doğrultuyu Darwin oluştursa da, bilimsel bilginin sayısız bilim insanının katkılarıyla şekillendiğini bu kısa tarihçede görebileceksiniz. *** ( KONU BAŞLIKLARINA VE ALT BAŞLIKLARA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ ) Evrimsel Düşüncenin Tarihi: 1800 Öncesi • Karşılaştırmalı Anatomi: Andreas Vesalius • Gözlem ve Doğal Teoloji: William Harvey & William Paley • Fosiller ve Paleontolojinin Doğuşu: Nicholas Steno • İç İçe Geçmiş Hiyerarşi, Doğanın Düzeni: Carolus Linnaeus • Eski Dünya, Öncesiz Yaşam: Georges-Louis Leclerc, Comte de Buffon • İnsan Popülasyonlarının Ekolojisi: Thomas Malthus *** Evrimsel Düşüncenin Tarihi: 1800'ler • Türlerin Yok Oluşu: Georges Cuvier • Erken Dönem Evrim Kavramları: Jean Baptiste Lamarck • Gelişimsel Benzerlikler: Karl von Baer • Biostratigrafi (Katman Bilim): William Smith • Birörneklilik (Üniformitarianizm): Charles Lyell • Genler Ayrı Kalıtılır: Gregor Mendel • Doğal Seçilim: Charles Darwin & Alfred Russel Wallace • Erken Evrim ve Gelişim: Ernst Haeckel • Biyocoğrafya: Wallace and Wegener • Hominid Fosilleri, İnsanın Evrimleşmesi: Thomas Huxley & Eugene Dubois • Kromozomlar, Mutasyon ve Modern Genetiğin Doğumu: Thomas Hunt Morgan *** Evrimsel Düşüncenin Tarihi: 1900’lerden Günümüze • Rasgele Mutasyonlar ve Evrimsel Değişim: Ronald Fisher, JBS Haldane ve Sewall Wright • “Modern Sentez”e Giriş : Theodosius Dobzhansky • Türleşme: Ernst Mayr • DNA, Evrimin Dili: Francis Crick ve James Watson • Radyometrik Tarihlendirme: Clair Patterson • İç ortak yaşam: Lynn Margulis • 21. Yüzyıl İçin Evrim ve Gelişme: Stephen Jay Gould • Genetik Benzerlikler: Wilson, Sarich, Sibley ve Ahlquist *** Kaynak :
-
ALLAH YOKTUR!
Sondan başlayalım... Derdiniz ajitasyon yapmak değilde, söylediğiniz gibi bunun üzerinde düşünce üretmiş ama bir çıkış yolu bulmamış bir kişi iseniz eğer, bu konuda size yol gösterecek zihinsel etkinliklere karşı olmayan biri olmalısınız. O halde zihninizin açılması için biraz katkıda bulunabiliriz size... İlk olarak uzun uzun burada tekrarlama yapmamak için aşağıda linki verilen blok başlığını okumanız gerekiyor. Orada kafanızdaki karışıklıkları çözümlemenize katkıda bulanacak, becerebilirseniz eğer -"akılcı düşünce ve eleştirel bakış açısıyla"- bakmanızı sağlayacak, şu andaki bakış açınızın hatalarını görebileceğiniz bilgiler var.. Varsayım ve İnançlara Dayalı Düşünceler Üzerine İşte bu paragrafta yaptığınız yorumlamayla aslında ne kadar kendinizi farklı göstermeye çalışsanız da gerçekte yapmaya çalıştığınız açığa çıkıyor. Tanrı tartışmalarında inanlara diğerlerine nasıl yaklaşmalarının gerektiğini dikte eden size göre yanlışlanamayacak bir mantık olduğu savıyla ip uçları verdiğinizi düşünüyorsunuz. Oysa; Varsaymanın dışında, olmayan bir şeyin olduğuna dair kanıtların olamayacağını bilmiyor musunuz?... Bunu bilemiyorsanız size aydınlanmanız için bir şeyler ifade etmek mümkün -tabi anlamak için çaba harcamanız kaydıyla-... Yok bunu biliyor ve cin fikirili olamak adına böyle bir demagojik yaklaşımla polemik yapmaya çalışıyorsanız. Bu durumda yapılabilecek bir şey yok. Olmayan bir şeyin var olduğuna dair kanıtları sunmak sizin sunmanız gerekirken, olmadığına dair kanıtları isteyen hilekarca bir taktik uyguluyorsunuz demektir... Aslında farkına varsanız, "İnançlarının kişisel olduğunu kavramış birçok insan gibi gerçeği anlamaya yönelik akılcı çıkarımlarla tanrı varsayımının ispatlanamayacağını anlamış olursunuz." Çünkü İlahi varlıkları tanımlama aşaması problemlerin başladığı yerdir. Bir yaratıcıyı tanımladığınız anda niye onu o şekilde tanımladığınızı, ona atfettiğiniz her özellik için ayrı ayrı izah etmeniz gereklidir. Varlığını yokluğunu tartışmadan önce "varsayılan yaratıcının" tanımlamasını yapabiliyor olmanız gereklidir, eğer bunu yapamıyorsanız, "Bir yaratıcı-Bir Tanrı" tanımı olmadan inanılacak bir şey de yok demektir. Ve bu da var olduğunu iddia eden insanların tökezledikleri yerdir. Çünkü varsayılan yaratıcıya atfedilen özelliklerinin mantıkla açıklayamayacağının farkında olan insanlar, bu tanımlamaları yapmaktan kaçınırlar. Onun yerine sizinde yapmaya çalıştığınız gibi "sen yokluğunu kanıtla, ben de yaratıcı olmadığına inanacağım" türünden "demagojik ve hilekarca" bir yaklaşım sergilerler.
-
Erken Memeli Evriminde bir kilometre taşı
*** 160 milyon yaşındaki fosil erken memeli evriminde bir kilometre taşı Kuzeydoğu Çin’de eteneli (plasentalı) memelilerin erken atalarına ait yeni bir fosil keşfedildi. Keşif, insanı da kapsayan eteneli memeli dalının sanılandan 35 milyon yıl evvel, bugünden 160 milyon yıl önce keseli memelilerden ayrıştığını gösteriyor. Çalışmanın ilginç yanı ise bu ayrışmanın tarihine dair, evrimsel genetik analizlerle yapılan öncekitahminleri doğrulaması. 25 Ağustos tarihinde Nature dergisinde yayınlanan çalışma Carnegie Doğa Tarihi Müzesi ve Pekin Doğa Tarihi Müzesi’nden bir grup araştırmacı tarafından yürütüldü. Makalede küçük bir memeli olan Juramaia sinensis’in tasvirine ve radyometrik yöntemlerle yaş tayinine yer veriliyor. 160 milyon yıl önceki Jura jeolojik döneminde yaşayan Juramaia, öterya (İng. eutheria) memeli grubunun şimdiye kadar bulunan en eski temsilcisi. Öterya grubu, hem eteneli memelileri, hem de Juramaia gibi etenesiz bazı soyu tükenmiş türleri içeren, en büyük memeli dalı. Kanguru gibi keseliler ve ornitorenk (platipus) gibi yumurtlayan memeliler ise bu dalın dışında kalıyor. Ekibin başını çeken Zhe-Xi Luo’nun ifadesiyle Juramaia, bugünkü tüm eteneli memelilerin büyük büyük teyzesi veya büyük büyük annesi sayılabilir. Juramaia sinensis kelime anlamı olarak ‘Jura döneminden Çinli anne’ anlamına geliyor. Fosilin kafatası ve iskeletine ait kimi parçalar eksik ancak ilginç biçimde fosil, saç gibi yumuşak doku örneklerine sahip. Ayrıca Juramaia’nın sahip olduğu diş ve ön pençe kemikleri, keseli memelilerden ziyade yaşayan eteneli memelilere olan yakınlığına işaret ediyor. İskelet ve diş yapısından, Juramaia sinensis’in 15-17 gram ağırlığında böcekçil bir hayvan olduğu tahmin ediliyor. Evrimsel saati yeniden ayarlamak DNA analizine dayanan modern evrimsel genetik yöntemlerinde, iki canlı grubunun geçmişte ne zaman ayrıştığını hesaplamak için bir tür “moleküler saat” kullanılır. Juramaia’nın keşfinden önce, eteneli memelilerin keseli memelilerden ayrıştığı tarih, evrim biyologları açısından muğlâk bir konuydu. Çünkü başka fosillere göre ayarlanan moleküler saatler, eteneli memelilerin diğer memelilerden 160 milyon yıl önce ayrıştığını tahmin ediyordu. Lakin bugüne kadar bilinen en eski eteneli memeli 125 milyon yıl önceye dayanan Eomaia idi. Yani genetiğe dayanan tahmin ile fosil bulguları uyuşmuyordu. Juramaia’nın keşfi, bu dalda daha eski bir fosil olduğunu göstermesiyle, DNA bulgularını destekliyor. Artık araştırmacılar, eteneli dalının keselilerden ayrıştığı tarih konusunda çok daha eminler. Bu bilgi sayesinde, memeli alt gruplarının ne zaman ayrıştığını ayrıntılı biçimde tahmin etmek de kolaylaşacak. Juramaia, memeli fosil kaydında bir boşluğu doldurmanın ötesinde, memelilerin o dönemde kazandığı uyumsal özellikleri de resmediyor. Jura döneminden bilinen birçok canlı yerde yaşarken, Juramaia ağaçlara tırmanmaya elverişli ön uzuvlara sahip. Bu da Juramaia’nın zor koşullarda ağaçlara sığınabileceğini ve ağaç örtüsündeki taze olanaklardan yararlanabileceğini ima ediyor. Bu tür evrimsel yenilikler, eteneli memeli dalının gelişmesinde büyük rol oynamış olabilir. ‘Fosiller dışarı çıkarılamaz’ Çalışmanın bilim politikası açısından kayda değer bir yönü de var. Ekibe önderlik eden araştırmacının ABD’de çalışmasına rağmen, fosilin sahibi Pekin Doğa Tarihi Müzesi olmuş. Ayrıca makaledeji çözümlemeler de yine Pekin’de yapılmış. Çin hükümetinin, fosiller gibi doğal ve bilimsel kaynakların ülke dışına çıkarılmasına izin vermemesi önemli bir nokta. Bu gibi önlemlerin, ülke içindeki bilimsel altyapının gelişmesine yardımcı olabileceği umuluyor. *Eteneli (plasentalı) memelilerde embriyo gelişimi, ana rahminin içinde tamamlanır. Ana ile embriyo arasında dolaşım ve boşaltım, kordon ve plasenta adlı süngerimsi organ aracılığıyla sağlanır.
-
Bedelli Askerlikle İlgili Ne düşünüyorsunuz?
Zorunlu askerlik uygulamasında vicdani reddin bir insan hakkı olduğunu düşünen ve kabul eden bir kişi olarak. paraylada olsa birilerinin İnsan öldürme aktivitesine katılmayacak olmalarının desteklenmesi gerektiği düşünülebilir. Ama bu düzenleme hem bunu içermediği ve hemde parası olmayanın bu düzenlemeden yararlanamayacak olması birincil olarak karşı olmama neden... *** Şimdi gelelim eğer askerliğimi yapmamış olsaydım ya da Askerlik çağında bir oğlum olsaydı ve bu yasadan yararlanma koşulu olsaydı ne yapardım... 1- Birincisi bu kadar parayı bir araya getirip denkleştirmem yada kalan 15.000 liranın 6 aylık taksitlerini ödeme koşulları oluşamayacağı için öncelikle kişisel olarak ben ve benim gibi yurttaşlara haksızlık yapıldığını düşünerek sıkıntı ve acılar çekeceğim kesin. 2- Diyelim ki, en yakın arkadaşım ya da çevremde bildiğim kişiler bu olanaktan yararlandıklarında, diyelim ki ben, ne kadar olgun bir kişilik yapısına sahip olsam da onlarla olan daha sonraki ilişkilerimde ya da bu durumda olanlara bakış açım ne kadar insani değerler çerçevesinde olacak ya da bu durumdakiler diğerlerine hangi olumnlu bakış açısıyla bakmayı becerebilecekler. 3- Diyelim ki, her türlü koşul ve şartlar uygun ve ben ya da oğlum bundan yararlandık...O halde yaşanan gerçeklikler ve bir diğerinin haksızlığı uğradığı bir haktan yararlanıyor olmam kişisel ahlak, inanç ve insanlığım üzerine kendime hangi yanıtları verebileceğim... *** Ayrıca; içinde bulunduğumuz koşullar göz önüne alındığında bu yapılan düzenlemenin toplumsal algılama üzerinde olumlu etkiler yapmayacağı da kesin. Var olan iç çatışmada bu güne kadar canını veren ve parası olmadığı için askere giderek canın verecek olanların hesabını kim verecek? Zorunlu askerliğe karşı olsun olmasın ya da gönüllülüğe dayalı askerliğin olmasını düşünen ya da askerliğin zorunlu olmasını gerektiğini düşündüğü halde bu düzenlemeden yararlanarak parasını ödeyip askerlik yapmaktan kurtulanlar, yapılan bu düzenlemenin toplumsal eşitliğe ve hakkaniyete uygun olup olmadığını ne kadar sorgulayacaklar? Vicdanlar bu konuda ne kadar rahat olacak? Bu soruları kendimize sorup sorgulamasını yaptığımız zaman benim kişisel olarak asla böyle bir düzenlemeyi desteklemem mümkün değil. *** Bu düzenlemenin Askeriye, hükumet ve bir takım açıklanmayan nedenlerle gerekliliği söz konusu olabilir. O taktirde, parasal kazançtan öte yurttaşların eşitliğine dayalı toplumsal değerler göz ardı edilmeden gerekli düzenlemenin yapılması gerekir. Yapılan son tartışmalar dikkate alındığında, toplum katmanlarının siyasi sözcülüğünü yapan odaklar "parası olmayanların kapsam dışında tutulması", "şehit yakınlarını üzmeyecek bir yasa çıkarılması", "zorunlu askerliğin kalkıp vicdani rettin olması" üzerine söylemlerde bulunuyorlar. Her biri kendi içinde tutarlı. Gerçek şu ki, popülist yaklaşımları bir kenara bırakıp yapılacaksa esas bu konu halkın güven oyuna sunulması gereken bir düzenleme ve yasa. ***
-
Bedelli Askerlikle İlgili Ne düşünüyorsunuz?
*** Bedelli askerlikle ilgili yeni düzenlemenin detayları belli oldu. Bedelli askerlikten kimler yararlanabilecek? Kimleri kapsıyor? Yaş sınırı kaç olacak? Kanun yürürlüğe girdiği tarihte 30 yaşından gün almış olanlar uygulamadan faydalanabilecek. Yaş sınırında ilgili kanunun 'Resmi Gazete' de yayımlandığı tarih belirleyici olacak. Kaç gün askerlik yapacaklar? Bedelli askerlik yapacaklar 21 günlük temel eğitimden muaf olacaklar. Hiç kışlaya gitmeden askerlik görevini yerine getirmiş olacaklar. Kaçıncı kez bedelli askerlik çıkıyor? Kaç kişiyi kapsıyor? Bedelli askerlik düzenlemesi dördüncü kez çıkıyor. Daha önce 1987, 1992 ve 1999'da da bedelli askerlik uygulaması yapılmıştı. Bedelli askerlik konusunda şimdiye kadar “16 Nisan 1987”, “21 Mayıs 1992” ve “2 Kasım 1999” tarihlerinde düzenleme yapıldı. Uygulamalardan toplam “125 bin 834” kişi yararlandı. 1987'de “18 bin 433”, 1992'de “35 bin 111”, 1999'da ise “72 bin 290” kişi yararlandı. Yeni uygulama yürürlüğe girerse 460 bin kişiyi kapsayabilecek. Yeni düzenlemenin önceki uygulamalardan en önemli farkı 21 gün temel askerlik olmaması ve şimdiye kadarki en pahalı bedelli “ 30 bin TL'lik” yüksek miktar. Genelkurmay Başkanlığı yaş sınırının yüksek tutulmasını istiyordu. Düzenlemenin bu isteği dikkate aldığı zira 30 yaş sınırı ve 30 bin TL'lik bedeli başvuru sayısını sınırlandıracağı tahmin ediliyor. Bedelli askerlikten yararlanmak için bekleyenlerin sayısının 400 bin civarında olduğu ve düzenlemeye göre 100 bin kişinin yararlanması tahmin ediliyordu. Ancak bu rakamlara ulaşılıp ulaşılamayacağı soru işareti. Bedelli niye çıkıyor? Bedellinin tutarı ne kadar? Ödeme nasıl yapılacak? İki nedeni var. Birincisi bakaya kalanların sayısındaki artış, ikincisi sosyal hizmetler ve destekleri gerçekleştirmek. Bedelli askerlikten faydalanmak isteyenler 30 bin lira ödeyecekler. 30 bin liranın yarısı peşin, yarısı 6 taksitle ödenebilecek. İkinci taksiti ödemeyen hakkını kaybedecek. Bedellinin parası nereye gidecek? Bedelli askerlik uygulamasından elde edilecek gelir şehit yakınlarına, gazilere, özürlülere, muhtaç erbaş ve er aileleri ile TSK'ya, Jandarma Genel Komutanlığı'na, Sahil Güvenlik Komutanlığı'na, emniyet hizmetleri sınıfına mensup vazife malullerine yönelik sosyal hizmet ve faaliyetlerinin finansmanına aktarılacak. Vicdani ret de olacak mı? Hükümetin vicdani retle ilgili bir çalışması yok. Tasarının son durumu ne? Bedelli askerlikle ilgili kanun tasarısı bugün itibariyle TBMM Başkanlığı'na sunuldu. *** Açıklanan yeni bedelli askerlik uygulamasının geçmişte çıkan düzenlemelerden farklı tarafları bulunuyor. Bundan önce çıkan bedelli uygulamalarından yararlananlar 21 günlük temel askerlik eğitimlerini aldılar. Hazırlanan düzenlemede diğer askerlik uygulamalarından daha yüksek bir bedel söz konusu. Örneğin, 1999 yılındaki uygulamada bedel 15 bin mark, Türk Lirası karşılığı da 4 bin 500 TL idi. Yeni belirlenen 30 bir TL'lik miktar şimdiye kadar çıkan bedelli askerlik uygulamalarındaki en yüksek rakam. Dövizli askerlikte 38 yaş sınırı da artık kalkıyor. Yurt dışında bulunanlar 10 bin liraya askerlik hizmetinden muaf tutulacak. Öte yandan, 21 günlük zorunlu eğitimin olmamasının Anayasa'yla çelişebileceğini belirtiliyor. ***
-
4 Meyve ile Sağlıklı Bir Vücut
Kuru Yaban Mersini Göz Yorgunluğunu Gideriyor "Yaban mersini de diğer meyveler gibi vitamin ve mineraller açısından engin bir meyvedir. Yüksek oranda A ve C vitaminleri içermesinin yanı sıra nispeten düşük enerjili olması da kilo sorunu yaşayanlar için bir avantajdır. Yaban mersininin özellikle göz sağlığı üzerine olumlu etkileri bulunmaktadır. Bağışıklık sistemini güçlendirmesiyle birlikte kanser gibi kronik hastalıklara karşı da koruyucudur. Antioksidan içeriği yine bu meyveyi de güzel bir “anti-aging” ürünü yapmaktadır. Pektin içeriği yüksek olan yaban mersini kolesterolü düşürerek, kalp hastalıkları riskini de azaltır. Göz yorgunluğunu giderir. Ayrıca yaban mersinindeki proantosiyadinler, üriner sistem duvarına bakterilerin tutunmasını ve çoğalmasını engeller. İdrar yolu enfeksiyonlarında acı ve yangıyı azaltır."
-
4 Meyve ile Sağlıklı Bir Vücut
Kuru İncir Sindirimi Düzene Sokuyor "2 Adet kuru incirde bile 4 g lif bulunmaktadır. Bu da günlük gereksinimin yüzde 20’sini oluşturmaktadır. Yüksek oranda lif içeriği, kuru incirin sindirimi kolaylaştırmasını sağlar ve kabızlığı önlemeye yardımcıdır. Öte yandan kolesterolün düşürülmesinde de faydalıdır. Kuru incir sindirimi kolaylaştırdığı için bağırsaklardan toksinlerin atılmasına da destek olur ve böylece detoks diyetlerinin değerli bir unsurudur. İçerdiği zengin kalsiyum ve fosfordan dolayı kemik ve diş sağlığını korur. Yapılan çalışmalar kuru incirde diğer meyvelere oranla daha yüksek miktarda polifenol olduğunu gösterir. Polifenoller kanser önleyici maddelerdir ve hücrelerin olumsuz yönde farklılaşmasını engellerler. Bu sayede güçlü bir antioksidan olan kuru incir kansere karşı korur ve yaşlanmayı geciktirir. Fakat içerdiği fazla şekerden dolayı sınırlı miktarda tüketilmelidir. Günde 2 adet kuru incir yemeniz yeterlidir. İncirin uzun süreli hastalıklardan sonra iyileştirici özelliği de vardır. İnsana güç direnç sağlayan bir besindir."
-
4 Meyve ile Sağlıklı Bir Vücut
Kuru Üzüm Kansere Karşı En İyi Savaşçı "İyi bir enerji kaynağıdır. Demir açısından zengindir. Bu nedenle demir eksikliği tedavisinde başvurulan iyi bir kaynaktır. Özellikle siyah üzüm kurusunda bulunan resveratrol maddesi kuvvetli bir antioksidandır. Antioksidanlar ise hücrelerimizi serbest radikallerden koruyarak yaşlanmanın, kalp damar hastalıklarının ve kanserlerin önüne geçerler. Bu nedenle kuru üzüm, kansere karşı koruyucu etkisi oldukça fazla olan bir meyvedir. Aynı şeklide kuru üzümün çekirdeğinde bulunan proantosiyanidin ise C vitamininin etkisini ve damar yapısını sağlamlaştıran kollajen üretimini artırır. Üzüm ürünlerindeki demir, kalsiyum ve potasyum minerallerinin kemik gelişimine katkısının yanında kansızlığı, halsizliği, zayıflığı ve ishali tedavi edici özelliği de bulunmaktadır. Kuru üzümdeki B vitaminleri aynı zamanda bağışıklık sisteminin güçlenmesine de destek olurlar."
-
4 Meyve ile Sağlıklı Bir Vücut
*** 4 Meyve ile Sağlıklı Bir Vücut Kuru meyvelerin, su oranları düşürülerek ama vitamin değerini kaybetmeden saklandığını belirten Uzman Diyetisyen İdil İmamoğlu, en çok tüketilen kuru üzüm, kayısı, incir ve yaban mersininin sağlığa olan faydalarını anlattı. “Kuru meyvelerin zengin besin öğesi içeriklerinin en önemli faydalarından biri; vücudu yüksek antioksidan potansiyeli ile öncelikle serbest radikallere karşı korumalarıdır. Bunun yanı sıra genel olarak bakıldığında kuru meyveler bizleri şeker rahatsızlığından, insülin direncinden, kabızlıktan, yangı hastalıklarından, gripten, böbrek rahatsızlıklarından korurlar.” Kuru Kayısı Şeker Hastalarının Dostu "Lif yapısından ötürü diyetlerde özellikle bağırsak sisteminin çalışmasını hızlandır ve kabızlığı önler. Düzenli çalışan bir sindirim sistemi ise aynı zamanda sindirim sistemi kanserlerinde de koruyucudur. Zengin A vitamini içeriğinden ötürü özellikle görme yetisini artırır. A vitamini, organizmanın ve sağlıklı hücrelerin direncini artırarak kansere karşı koruyuculuk görevi yapar. Aynı zamanda akne gibi cilt bozukluklarını da önler. Kuru kayısı besleyicidir ve potasyum açısından oldukça zengindir. Potasyum, başta kalp kasları olmak üzere tüm kasların ve sinirlerin çalışmasını sağlar. Kuru kayısı aynı zamanda stresi önler ve bağışıklık sistemini güçlendirir. Şeker hastalarının kan şekerinin düşmesini engellemek için yanlarında bulundurabilecekleri pratik bir yiyecektir. Parlak sarı veya turuncu renkteki kuru kayısılar yüksek miktarda sülfürdioksit taşıdıkları için astım şikayeti olanlara tavsiye edilmez. Kuru kayısı alırken koyu renkli ve şekilsiz olanların, yani koruyucu madde içermeyenlerin tercih edilmesinde fayda vardır."
-
Çamaşırı İçeride Kurutmak Zararlı
*** Çamaşırı İçeride Kurutmak Zararlı Gerekçesi her ne olursa olsun, her mevsim çamaşırlarını içeride kurutanlara kötü haber! Çamaşırı içeride kuruturken atlanılan ayrıntılar, insan sağlığına ciddi oranda zarar veriyor. Gerekçesi her ne olursa olsun, her mevsim çamaşırlarını içeride kurutanlara kötü haber! Çamaşırı içeride kuruturken atlanılan ayrıntılar, insan sağlığına ciddi oranda zarar veriyor. Günümüz koşullarında hemen hemen herkesin deterjan kullandığına değinen Kardiyoloji ve İç Hastalıkları Uzmanı Olcay Emel, konuyla ilgili açıklamalarda bulunuyor: “Herkesin tercihi olan deterjanlar içinde bulunan kimyasal maddeler, suda çözünerek kirli çamaşırlarımızı temizler. Tabi ki, bu kimyasal atıklar yıkama işleminden sonra durulamaya rağmen çamaşırlarda bir miktar kalır. Kurutma işlemi esnasında su ile birlikte buharlaşarak bulunduğu atmosfere yayılarak kimyasal atık kirliliğine sebep olur. Bu nedenle çamaşırlarımızı kapalı ortam yerine açık havada kurutmak en doğru seçenektir. Günümüz koşullarında şehir yaşamı ve dış ortamda çamaşır kurutma hiç gerçekçi değil hatta hayal bile. Bu nedenle çamaşır kuruttuğumuz odaların iyi havalandırılması bu ortamda yaşlı veya bebeklerin kalmaması ikinci bir öneri olabilir. Kurutma makineleri iyi bir alternatif gibi görünmekteyse de elektrik enerjisi tüketmesi nedeniyle indirekt olarak çevreye zararlı olmaktadır.” Kuru Temizlemeye Dikkat! Alerjik bünyeli kişilerde deterjan yerine sabun kullanılabileceğine dikkat çeken Emel, kuru temizlemeyi tercih edenleri şöyle uyarıyor: “Kuru temizlemede de perklor etilen hipoklorit kullanılmaktadır. Buharı solunduğunda karaciğer, santral sinir sistemine zarar verebilir ve karsinogendir. Bu nedenle kuru temizlemeden gelen eşyaların havalandırılmadan kullanılmaması gereklidir.”
-
Güvenli internet dönemi başladı
*** Ve büyük gün geldi. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), güvenli internet hizmetini bugün itibariyle devreye soktu. Daha önce 22 Ağustos’ta devreye girmesi beklenen güvenli internete servis sağlayıcıları da dahil taraflar hazır olmadığı için sistem askıya alınmış ve tarih 3 ay ertelenerek 22 Kasım’a, yani bugüne ertelenmişti. BUGÜNDEN SONRA NE DEĞİŞECEK Güvenli internet konusunda yapılan düzenleme 28 Temmuz 2010 tarihinde yayımlanan tüketici hakları yönetmeliğinde yer alan bir maddeye dayanıyor. Buna göre kişi eğer isterse güvenli internet kullanma hakkına ücretsiz sahip olabilecek. HANGİ TARİFELER VAR Kullanıcılar Çocuk Profili ve Aile Profili olmak üzere iki farklı profil arasından seçim yapacak. Çocuk Profili’ni seçen kullanıcılar, BTK’nın belirlediği ve servis sağlayıcılarına gönderdiği alan adı, alt alan adı, IP adresi ve portlara girebilecek. Bunun dışındaki hiçbir adrese erişim söz konusu olmayacak. TTNET’in Güvenli İnternet Servisi sayfasına göre Çocuk Profili ile eğitim, ödev, bankacılık uygulamaları, alışveriş, müzik, oyun, haber, e-posta, kamu siteleri, özel şirketler, eğitim kurumları ve e-devlet gibi farklı sitelere erişim mümkün olacak. Bir diğer profil de Aile Profili… Bu profili tercih eden kullanıcılar kumar, uyuşturucu, fuhuş, müstehcenlik, şiddet, terör, dolandırıcılık, zararlı yazılım gibi kategorilerdeki sitelere erişemeyecek. Bu profilin Çocuk Profili’nden farkı ise kullanıcıların kişisel sitelere, forum ve paylaşım sitelerine erişmesinin mümkün olması. Yani Çocuk Profili’ne göre Aile Profili’nin sınırları biraz daha geniş tutulmuş. Bu profillerden herhangi birini tercih etmeyen kullanıcılar ise Standart Profil’den işlem görecek. Yani mevcut sistemini değiştirmek istemeyen ve güvenli internet hizmetini gerekli görmeyen kullanıcılar, profil tercihi yapmadıkları taktirde Standart Profil’de yer alacak. TELEFON OPERATÖRLERİ DE GÜVENLİ İNTERNETE GEÇİYOR Tarifeleri servis sağlayıcıları ve cep telefonu operatörleri uygulayacak. Kullanıcılar, talep ettikleri taktirde yine bu profillerden birini seçerek operatörlerinden aldıkları internet bağlantısını değiştirebilecek veya herhangi bir talepte bulunmayarak mevcut düzenlerinde devam etmeyi sürdürebilecek. Operatörler veya servis sağlayıcıları üzerinden profil tercihi yapmak isteyen kullanıcılar ilgili operatörün müşteri hizmetlerini arayacak veya kendisine en yakın şubeye başvurabilecek. “NUMARA TAŞIMAKTAN FARKI YOK” BTK Başkanı Tayfun Acarer, bugün yürürlüğe giren güvenli internet sistemiyle ilgili yaptığı son açıklamasında filtreli internet kullanımı konusunda şubat ayında karar alındığını ve bugün bu kararın uygulamaya geçtiğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: “Numara taşımaktan bir farkı yok. İsteyen güvenli interneti kullanır, istemeyen aynen devam eder.”
-
Chevrolet 100 yaşında
*** Chevrolet 100 yaşında Dünyanın fenomen otomobil üreticisi Chevrolet, 100 yaşına girdi. BusinessWeeek dergisinde yayımlanan bir foto analizde Şirketin 100 yıllık hikayesinden önemli detaylara yer verildi. 1913 1913’de Şirketin klasik haline gelen ilk logosu geliştirildi. 1918 1918’de General Motors Chevrolet’i satın aldı. Chevy toplam satışlarda ABD’nin en büyük dördüncü üreticisi oldu. 1930 Büyük Buhran’ın başlarında, Chevrolet ABD’de Ford’dan sonra en çok otomobil satan ikinci üreticiydi. 1937 'de ABD ’de, Michigan’da bir Chevrolet fabrikası. O yıllarda araçlarda geniş bagajlar oldukça önemliydi. Chevrolet ilk aile arabası Woodie’yi üretti. 1940 Yeni on yılın ilk haftalarında, Chevrolet Master Deluxe Town Sedan şirketin 25 milyonuncu aracı oldu. 1953 Chevrolet, daha sonra çok ilgi çekecek Corvette modelinin ilk örneğini meraklılarına gösterdi. 1954 Chevrolet,1954 yılı toplamda 2.2 milyon araç üretti. 1963 1963 yılına kadar ABD’de satılan her 10 araçtan biri Chevrolet Chevy’di. 1965 ' de Chevrolet, 1965 yılında yaklaşık 1.1 milyon Impalas modeli sattı. 1971 ' de Chevrolet, Vega modelini üretmeye başladı. Ancak araç daha sonra “felaket” olarak yorumlandı. 1984 ' de Chevrolet, Toyota ile birlikte ortak olarak kullandığı fabrikada Chevy Nova’nın üretimine başladı. 1989 Chevrolet’nin alt birimi Geo, ilk otomobil modellerini piyasaya sürdü. 1991 ' de Chevrolet, 1986 çıkışlı Bob Seger’in Like a Rock şarkısıyla yeni bir reklam kampanyası başlattı. BusinessWeek dergisi o zaman şirketin yeni reklam kampanyasından çok, yeni modellere ihtiyaç duyduğunu belirtmişti. 2005 ' de GM’in Güney Kore’deki iştiraki Daewoo’nun ürettiği araçlar, yeniden Chevrolet markasıyla Avrupa’da satılmaya başladı. 2009 Çin, ABD ve Brezilya’dan sonra ABD’li otomobil üreticisinin en büyük üçüncü pazarı oldu. Chevrolet ilk küresel aracı Cruze’yu Afrika, Asya, Avrupa, Avustralya ve Amerika kıtasında piyasa çıkardı. 2010 Chevrolet, hibrit aracı Chevy Volt’un üretimine 2010’da başladı. Araç Aralık 2010 ortasında satışa çıktı. Dünya Çevre Koruma Ajansı otomobilin etkin yakıt kullanıma tam not verdi. 2011 100 yıl boyunca fosil yakıtlı araçlar üreten Chevrolet, 2011’de tamamen elektrikli aracı Chevy Spark’ı tasarladı. Aracın üretimine 2013’te başlanacak.
-
Van Depremi izlenimleri
*** ERCİŞ'TE DÜZEN HAKİM Depremin yedinci gününde Erciş’e doğru yol aldık. İlçeye girdiğimizde ilk gözlemlediğimiz; 10 binanın yıkıldığı, birçok evin ciddi derecede hasar gördüğü Van merkezin, Erciş’e göre depremi çok daha hafif atlattığıydı. Yıkımın ve can kaybının daha fazla olduğu Erciş’te ilk durağımız İlçe Kaymakamlığı oldu. İçeride inanılmaz bir düzen hakimdi; yan yana dizilmiş masalar, çalışır haldeki bilgisayarlara girilen kayıtlar bizi şaşırttı. Yardım için geldiğimizi söylediğimiz görevli bizi, yardımların dağıtıldığı üç bölgeden biri olan Şeker Fabrikasına yönlendirdi. *** "GERÇEKTEN YARDIMA İHTİYACI OLAN ENKAZ BAŞINDA" Askerlerin kontrolünde olan şeker fabrikasındaki organize işleyiş, bize hiyerarşinin afet bölgesinde nasıl bir düzen sağladığını gösterdi. Depoda çalışan kaymakamın yönlendirilmesi ile zaman kaybetmeden askerle birlikte yardımları kamyonlara yükledik. Bir tek biz değildik Erciş’e yardım etmek isteyen, nerede kalacağını bile düşünmeden çantasını kapıp gelen birçok öğrenci vardı şeker fabrikasında. Dinlenme molamızda sohbet ettiğimiz bir askerin sözü tek kelime ile içimize işledi, “Gerçekten yardıma ihtiyacı olanın derdi bir lokma ekmek veya kalacak yer değil ki. O, enkaz başında yakınının cenazesinin çıkmasını bekliyor” Çok doğruydu bu sözler. *** ELİMİZ KOLUMUZ BAĞLANDI Şeker fabrikasından çıktıktan sonra küçük çaplı kampanyamız sayesinde Erciş’te olduğunu öğrendiğimiz grupla bir araya gelmek üzere Tarım Müdürlüğü binasına gittik. Hava kararmasıyla yine güvenlik nedeni ile elimiz kolumuz bağlanmıştı. Tesadüfen aynı yerde bulunduğumuz Tayfun Talipoğlu’la görüşmek için gelen kayıp öğretmen Dursun Demir’in ailesiyle ilk orada karşılaştık. Azra bebeği kurtaran SAR ekibinin başkanı Erdem Akın, çok ilgilendi aileyle ve zaman kaybetmemek için bizi de dahil ettiği bir arama ekibi kurup, Dursun Öğretmen’in en son görüldüğü iddia edilen çadır kente doğru hareket ettik. Arama çalışmamızı durduran ise 5.3’lük artçı sarsıntı oldu. *** ÇATLAK BİLE YOK Erdem Akın ve ekibinin sabahın ilk ışıklarına kadar çalışmalarını sürdürdüğü enkazın başına gittik. Azra bebek dahil 3 kişinin sağ çıkarıldığı, 13 kişinin ise hayatını kaybettiği binanın enkazında öyle bir manzarayla karşılaştık ki deyim yerindeyse nutkumuz tutuldu. Yerle bir olan binada gördüğümüz vazoda tek bir çatlak bile yoktu *** TAYFUN'UN ANNESİ Bu vazo kadar dirençli olmasını umuyorduk enkaz altındaki iki kişinin. Bu bekleyişe üzerine aldığı incecik bir hırkayla yanımıza gelen bir anne eklendi. Enkazın altında kalan 13 yaşındaki Tayfun’un annesiydi o. Depremin 7. gününde hem çaresizdi hem ümitliydi. Zorla çadırına gönderdiğimiz annenin oğlunun cansız bedeni öğleden sonra çıkarılabildi enkazdan. *** KİMSE EL SÜRMÜYOR Depreme işyerlerinde yakalanan insanların, iş yerlerini kapamadan ailelerine koştuğu yerler gördük. Meyve ve sebzelerin kapının önünde kaldığı bu küçük marketlere kimseni dokunmadığına tanık olduk. *** ÇADIR KENT SAKİNLERİ Sabah olduğunda Dursun Öğretmeni aramak için tekrar Kızılay’ın kurduğu çadır kente döndük. Gece fark edemediğimiz bir şeyi vardı; o da diğer depremzedelere göre çadır kentte yer bulabilenler şanslıydı. Üç dört aile bir arada da olsa, başlarını sokacakları çamurun üzerine kurulmayan bir çadırları, düzenli yemek dağıtımı vardı. Birçok depremzedenin henüz ulaşamadığı adeta bir lükstü bu…
-
Van Depremi izlenimleri
*** Van Depremi izlenimleri AFET BÖLGESİNDE HİYERARŞİ UYGULANMALI Van’a gittik ve bütün çalışma ekiplerinin içinde yer aldık. Bu bize gösterdi ki doğal afet sonrası uygulanması gereken tek sistem hiyerarşi... Kaymakamlıktan belediyeye, askerden sivil toplum örgütlerine hepsi ile birebir iletişime geçip yanlarında yer aldık. Deprem sonrası her birimin ayrı hareket etmesi organizasyon sorunu doğuruyor. Ayrıca yardımların düzenlenmeden afet bölgesine gönderilmesi de ayrı bir sorun. Evet, deprem haberinin ardından tüm Türkiye Van’a yardım gönderdi ama bu yardımların birçoğu hala ihtiyaç sahiplerine ulaşamadı. Girdiğimiz depolarda gördük ki mamalar bozulmuş, sobalar kırılmış... Bölgedeki bütün insanlar depremzede… Bir taraftan kendi hayatları ve yakınlarıyla ilgilenmeleri gerekirken bir taraftan da gelen yardımları düzene sokmaya çalışıyorlar, bu da sorun teşkil ediyor. Kısacası depremden sonra yapılması gerekenler şunlar olmalıydı; afetin tek bir merkezden yönetilmesi ve yardımlar Van’a dört koldan, karışık bir şekilde değil de kumanyalar hazırlanmış, bebek paketleri ve kıyafetler ayarlanmış bir şekilde ulaştırılmalıydı. Sadece depremzedelere dağıtma kısmı kalmalıydı. *** VAN'A GİTMEYE KARAR VERDİK ÇÜNKÜ... Birbirlerimizden habersiz aynı anda üçümüz de Van’a gitmek üzere planlar yapıyorduk fakat bir türlü birlikte yola çıkabileceği bir arkadaş bulamıyorduk. Ta ki kulak misafiri olunan bir telefon konuşmasına kadar… Üç kişi çıktık yola... Hilal Meriç, Emre Güneş ve Aynur Yolcu... Van’a gitmeye bir anda karar verdik… Deprem sonrasında televizyonda izlediğimiz yardım kamyonlarının uğradığı saldırılar bizi çok etkiledi. Düşündük, Türkiye’nin dört bir yanından Van’a yardım yağıyor ama nasıl oluyor da bu yardımlar insanlara ulaşmıyor? Bu görüntülere neden olan şeyi merak ettik, kendimiz görmek istedik. Çünkü sosyal paylaşım sitelerinde bu konu ile ilgili o kadar söylenti ve bilgi kirliği vardı ki sağlıklı bilgiye ulaşmak ve yardım etmek için sabaha karşı çıktık yola. *** 'UMUT DAĞITIN' Depremin üzerinden beş gün geçmişti… Van merkeze indik önce belediyenin kurduğu kriz masasına gidip zaman kaybetmeden bir şeyler yapmak istiyorduk. Kapısında yüzlerce depremzedenin bulunduğu kriz merkezine girdiğimizde karşımıza sadece iki masanın sığabildiği bir ofis, küçük defterlere not alınarak oluşturulan yardım listeleri ve telefona sadece bir kişinin cevap verdiği destek hattı çıktı. Belli ki doğru, yani yardım beklenen yerdeydik… Yardım için İstanbul’dan geldiğimizi belirterek herhangi bir görev istedik. Ellerindeki listeleri düzenlemek için vakte ihtiyacı olan görevliler bizden öncelikle psikolojileri bozuk depremzedelere battaniye, çadır yerine umut dağıtmamızı istediler. Şaşkınız ya çıktık dışarıya… Ne yapacağımızı bilmeden, kapının önündeki yüzlerce depremzedenin isim, telefon ve ihtiyaçlarını yazarken bulduk kendimizi. İlk görevimiz buydu çaresiz kabul ettik. Elimizde yüzlerce kişinin iletişim bilgisini bulunduğu liste bize bir fikir verdi. Sadece umut dağıtmak olmazdı, elimizdeki en büyük imkan olan sosyal medya hesaplarımız aracılığıyla yaydık sorunu. Mesajlarımız yayıldıkça duyarsız kalmayarak bizimle iletişime geçen kişilere tek tek verdik depremzedelerin bilgilerini, yardımlar adreslerine direk ulaşsın diye. *** BELEDİYE VE VALİLİK AYRI ÇALIŞIYOR Bu arada kriz merkezinde geçen bir konuşmaya şahit olduk, kamyon kamyon yardım geldiğini fakat depoların dolu olduğunu duyduk. Depolara sığmayan yardımların direk mahallelere gönderilmesine karar verildi. Ama şoförler can güvenlikleri tehlikede olduğu için bunu reddediyordu… Valilik ve belediye ayrı ayrı çalışıyordu, afet bölgesinde güvenliğin neden sağlanamadığını böylelikle öğrenmiş olduk. *** BEŞİKLER KIRILDI İnsanları sakinleştirmek isteyen kriz masası, bizim de dağıtımına dahil olacağımız bir kamyon çıkardı yola. Kamyon daha hedefine ulaşamadan bir grup tarafından durduruldu, biz dağıtım için inemedik bile. Güvenlik önlemlerinin alınmadığı kamyon, gözlerimizin önünde 15 dakikada boşaltıldı. Yardımlar içindeki bebek beşikleri ise kimseye ulaşamadan kırıldı olay yerinde. *** DEPOLAR DÜZENSİZ Bu tecrübemizle gündüz dağıtım yapılamayacağına karar verdik. Türkiye’nin dört bir yanından bizim gibi birçok genç gelmişti yardım için Van’a. Onlarla bir grup oluşturup, belediyenin ayarladığı bir otobüsle gittiğimiz mahallede kapı kapı gezip gerçek ihtiyaç sahiplerini belirlemeye başladık. 3 saat sonra, oluşturduğumuz 25 kişilik grup elinde listelerle depoda buluştu. Depoya girdiğimizde dikkatimiz çeken en büyük sorun ise şehirlerden gelen içinde hangi tür yardım olduğu bilinmeyen paketlerin düzensiz yerleştirilmiş olmasıydı. Dört bir koldan gıda ve bebek malzemelerini paketlemeye başladık. Güvenlik korkusu nedeniyle yardımları sabaha karşı dağıtmaya karar verdik. Gecenin dördünde çaldığımız kapıların ardındaki korku dolu yüz, elimizdeki yardım paketleri ile karşılaşınca şaşkınlıkla dolu bir gülümsemeye dönüştü. Ve yardım paketleri gerçekten ihtiyacı olana ulaştı. İki saatlik uykunun ardından tekrar buluşan grup, bu sefer yeni kapıları çalmaya başladı… *** KOMŞUMA YARDIM EDİN Kapı kapı dolaşırken öyle insanlarla karşılaştık ki, mavi brandalardan yaptıkları bir çadırda üç aile kaldığı halde, komşumuzun çadırı yok ona verin ekmeği biz nasılsa buluruz diyen… Van halkının yağmacı olduğunun büyük bir yalan olduğunu böylelikle anladık. ***
-
Belirtisi bel ağrısı olan 5 ciddi hastalık
Belirtisi bel ağrısı olan 5 ciddi hastalık *** OSTEOPOROZ Yaşlı ve kadın hastalarda ise kemik erimesi (osteoporoz), işaretini, sırt kemiklerinde kırılmalar ve buna bağlı boy kısalması ile sırt ağrısı olarak verebiliyor. Bu durumda ilaç tedavisinin yanı sıra, sırt kaslarına yönelik egzersizler, kişinin sırtında kalıcı kamburluk oluşmasını engelleyebiliyor. Belli bir sırt omuru üzerinde yoğunlaşan ağrı ve hassasiyet oluyor. Ağrı sürekli ve şiddetli nitelikte özellik sergiliyor.” Daha nadir olmakla beraber, omurgaları tutan kötü huylu hastalıkların da sırt ağrısına neden olabilmektedir, bu yüzden ağrı gece başlıyorsa veya sürekli ya da şiddetli ise ve kilo kaybı varsa zaman kaybetmeden doktora başvurulması gerektiğini aklınızdan çıkarmayın.