Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

muki

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    1.848
  • Katılım

  • Son Ziyaret

muki tarafından postalanan herşey

  1. Sizin iyi tahlil ettiğiniz eşitlik nasıl oluyor acaba?
  2. Kadınların kafalarını kapatmakla herşey düzelecek mi, eşitlik mi gelecek? Hangi eşitlik? Kuran'ın eşitliği mi?
  3. muki

    Yeni Anayasa Yapmaya Yetkileri Yok

    Ben İslam dinini ikiye ayırıyorum. Bir grup var ki, BlackCADY arkadaşımızın dediği gibi hayatını sadece dine göre yaşayan ve dünya görüşü bununla sınırlı olan, lakin saf insanlar. Diğer grup ise dini saflıktan çıkarmış ticari amaçlı kulananlar. Bunlar dini göstermelik yaşıyorlar. Öbür dünya falan umurlarında değil. Bunlar kendi kesemi ve eş dost keselerini nasıl doldururuzun peşindeler. Diğer tarafta işe bunların şakşakçıları var. Bu şakşakçılarda genelde okumuş ama okuduğunu anlamamış insanlardan oluşuyor. Faturayı da okumuş ve okuduğunu anlamış olan ve birinci grup, dinini saf yaşayan insanlar ödüyor.
  4. Kim bilir... Bunların işine akıl sır mı erdirilir.
  5. muki

    ANAYASADA KILIK KIYAFET

    AKP'nin anayasa taslağı kılık ve kıyafetle ilgili bir hüküm konulmadan bile bütün kapıları açıyor. AKP, üniversitelerde kılık ve kıyafetin serbest bırakılmasıyla ilgili hüküm konulup konulmamasını tartışırken; anayasa taslağında Başlangıç bölümü, Cumhuriyetin nitelikleri, din ve vicdan özgürlüğü, eğitim ve öğretim hakkına ilişkin yapılan düzenlemelerde türban serbestliğine adım sayılabilecek hükümler bulunuyor. Söz konusu hükümler, Anayasa Mahkemesi'nin 1989 yılında verdiği türban yasağıyla ilgili kararına dayanak gösterdiği tüm maddeleri değiştiriyor. Anayasa taslağı üzerindeki tartışmalar "eğitim ve öğretim hakkı" başlıklı maddeye üniversitelerde türban yasağını kaldıracak bir hüküm konulup konulmayacağına odaklanırken taslakta anayasanın Başlangıç bölümü, Cumhuriyetin nitelikleri, din ve vicdan özgürlüğü, eğitim ve öğretim hakkına ilişkin maddelerdeki değişiklik önerileri, türban serbestliğinin yolunu açacak hükümler içeriyor. Bu öneriler, Anayasa Mahkemesi'nin 1989 yılındaki türban yasağıyla ilgili kararına gerekçe gösterdiği dayanakları ortadan kaldırıyor. Mahkemenin gerekçe gösterdiği maddeler ile anayasa taslağında aynı maddeler için önerilen değişikler şöyle: Anayasanın Başlangıç bölümü: Mahkeme, türbanla ilgili hükmü iptal ederken mevcut anayasanın başlangıç bölümünün anayasa metni kapsamında olduğunu vurgulayarak "Anayasanın Başlangıç'ında, Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda; Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde; hiçbir düşünce ve görüşün Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılaplarıyla medeniyetçiliği karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesi gereği kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı" görüşünü dile getirdi. AKP'nin anayasa taslağında ise tamamen değiştirilen başlangıç bölümü anayasa metni kapsamı dışında bırakılıyor. Anayasanın 2. maddesi: Yüksek mahkeme, Cumhuriyetin niteliklerini açıklayan anayasanın 2. maddesinde Başlangıç'taki temel ilkelere yollama yapmakla kalmayıp Türkiye Cumhuriyeti'nin Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunun belirtildiğini vurguladı. Mahkeme, laiklikle ilgili "...Demokratik devlet, ancak laik devlettir. Dinsel gerekli düzenlemeler dinsel çabaları, zorlamaları, bunlar da dinsel ayrılıkları getirir. Sonuçta demokrasinin özgürlükçü, çoğulcu, hoşgörücü niteliği kalmaz..." deniyor. Anayasa taslağında, anayasanın 2. maddesinin gerekçesinde laiklikle ilgili yeni bir tanım getirilirken, "Devletin, tüm dini inanışlar karşısında eşit mesafede durarak herkesin inançlarına uygun şekilde yaşaması için gerekli ortamı sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır" deniyor. Anayasanın 10. maddesi: Anayasanın "Eşitlik" başlıklı 10. maddesine dayanak gösteren mahkeme, "Anayasa yönünden din, kimi haklara sahip olmanın koşulu değildir... Dinsel nedenle başörtüsü ve türbanla boyun ve saçların örtülmesine serbestlik tanınması, bu tür yönlendirme bir anlamda zorlamadır" gerekçesini ortaya koydu. Anayasa taslağında ise "Eşitlik" başlıklı maddeye, "Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korunmayı gerektiren kesimler için alınan tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz" hükmü ekleniyor. Anayasanın 24. maddesi: Yüksek mahkemenin iptal gerekçelerini dayandırdığı maddeler arasında "din ve vicdan hürriyeti" başlıklı 24. madde önemli bir yer tutuyor. Mahkemenin gerekçesinde, "Söz konusu madde, dinsel inançları simgeleyen başörtüsü ya da türbanla yükseköğrenim kurumlarına gelip öğrenimlerini ve bilimsel çalışmalarını bu durumda sürdürmelerine olur vermekle yükseköğrenim ilgilileri, özellikle gençler arasında sosyal görüş, inanç, din ve mezhep ayrılığını kışkırtarak bölünmelerine yol açabilecek, sonuçta devlet ve ulus bütünlüğü, kamu düzenini ve güvenini bozabilecek niteliktedir" deniyor. Anayasa taslağında, ibadet, dini ayin ve törenlerin "laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya dönük faaliyetler biçiminde" yapılamayacağına ilişkin hüküm kaldırılırken, "Herkes din ve inanç hürriyetine sahiptir. Bu hak, tek başına veya topluca, alenen veya özel olarak ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama ve bunları değiştirebilme hürriyetini de içerir" hükmü öngörülüyor. Anayasanın 42. maddesi: Mahkemenin iptal gerekçesinde, "Laik hukuk düzeni, laik eğitim-öğretim ve laik yönetim birbirinden ayrı düşünülemez. Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda yapılır "deniyor. Anayasa taslağında ise söz konusu maddeden "Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda yapılır" ifadesi çıkarılıyor ve bu maddeye yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafetin serbestliğine ilişkin düzenleme konulması öneriliyor. Alıntıdır
  6. muki

    Cesaretlerini Sınıyorlar

    Yeni eğitim-öğretim yılında ilköğretim 8. sınıflarda okutulacak "Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük" kitabından M. Kemal Atatürk' ün 10. Yıl Nutku'nun çıkarılması tepki çekti. ADD Balıkesir Şubesi Başkanı Mürüvvet Keleş, " Cumhuriyetin kuruluşunu ve hedeflerini anlatan 10. Yıl Nutku'nun, hem de İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersi gibi bir kitaptan çıkarılmasına anlam veremedik. ADD Bilim Kurulu konuyu inceliyor" dedi. İlköğretim 8. sınıfta, geçen yıl Ökkeş Kurt 'un yazdığı, Yeni Çizgi Yayınları'nın bastığı "Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük" kitabı okutulurken, bu yıl ise Yard. Doç. Dr. Nuri Yavuz 'un yazdığı, Prizma Yayıncılık'ın bastığı aynı adı taşıyan kitabın dağıtıldığı belirtildi. Kitapta konu başlıkları ve bölümler başta olmak üzere her şey aynı. Ancak "Türk İnkılabı" başlıklı bölümdeki okuma metninde yer alan Nutuk'a yer verilmedi. Keleş, aynı durumu 2004'te de yaşadıklarını belirterek "Tepkiler üzerine Nutuk 2005'teki kitaba konmuştu" dedi. Atatürk'ün nutkunun İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinden çıkarılmasını "büyük cesaret" olarak değerlendiren Keleş, " Bugün buna cesaret edenler, sonra neler yapabilir? Düşünmek bile istemiyoruz. Ancak meydanı bunlara bırakmayacağız" diye konuştu. Alıntıdır Yaşayıp daha neler göreceğiz bakalım. Bütün bunlar başlangıcın sonu mu, yoksa sonun başlangıcı mı?
  7. AKP, yeni anayasa taslağını Türk kamuoyundan önce AB ile paylaşacak. Bugün Lizbon'daki AB-Türkiye Troyka toplantısında AB Komisyonu ve dönem başkanı Portekiz'e taslağın esasları anlatılacak. Bugün AB dönem başkanı Portekiz'in başkenti Lizbon'da yapılacak olan siyasi direktörler düzeyindeki Türkiye-AB Troykası toplantısında Türk heyeti, "sivil anayasa" çalışmalarını anlatacak. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat da AB büyükelçileriyle bir araya gelerek taslak hakkında bilgi verecek. AKP anayasa taslağının son hali ile ilgili olarak TBMM ve Türk kamuoyundan önce Avrupa Birliği'ni bilgilendirecek. Sapanca'da hazırlanan taslak ilk olarak bugün Portekiz'in başkenti Lizbon'da düzenlenecek olan AB-Türkiye Troyka toplantısında masaya yatırılacak. Yine bugün AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, AB büyükelçileri ile bir araya gelecek ve taslak konusunda bilgi verecek. Hükümet, yeni hazırladığı anayasa konusunda, Türk kamuoyu, TBMM ve muhalefet partilerinden önce AB'yi bilgilendirecek. Bugün AB dönem başkanı Portekiz'in başkenti Lizbon'da yapılacak olan siyasi direktörler düzeyindeki Türkiye-AB Troykası toplantısında Türk heyeti, "sivil anayasa" çalışmalarını anlatacak. Heyete Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ahmet Acet başkanlık edecek. Üst düzey diplomatik kaynakların verdiği bilgiye göre, toplantıda Sapanca'da önceki gün büyük oranda tamamlanan AKP MKYK'sinde tartışılması planlanan taslak temel alınacak. Türk tarafının bu hamle ile içerisinde oldukça fazla eleştirinin yer alacağı ve kasım ayında yayımlanacak olan ilerleme raporunu yumuşatma çabasında olduğu kaydediliyor. Lizbon toplantısı sırasında AB tarafı ise Türkiye'nin kısa vadeli reform beklentilerini bir kez daha dile getirecek. Bu çerçevede AB heyeti, kasım başında Avrupa Komisyonu'nca yayımlanan ilerleme raporu öncesi, Vakıflar Yasası'nın onaylanması ve TCK'nin tartışmalı 301. maddesinin değiştirilmesine ilişkin ısrarlı taleplerini tekrarlayacak. Her dönem başkanlığında bir kez yapılan Troyka Toplantısı'nda mevcut Dönem Başkanı Portekiz, sonraki Dönem Başkanı Slovenya siyasi direktörleri ve AB Komisyonu ile Konsey üst düzey yetkilileri yer alacak. AKP bugün de Ankara'daki AB büyükelçilerini bilgilendirecek. Anayasa değişikliği çalışmalarına başkanlık eden AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat AB büyükelçileri ile bir araya gelecek. AB Dönem Başkanı Portekiz'in büyükelçiliğinde gerçekleştirileceği belirtilen buluşmada Fırat, büyükelçilere taslak konusunda bilgi verecek ve bu konudaki sorularını yanıtlayacak. Fırat'ın, yeni hükümetin AB sürecine ilişkin diğer reform planları ve çalışmalarına da değineceği toplantıda AB büyükelçileri, özellikle Avrupa Komisyonu'nca kasım ayı başında ilerleme raporunun yayımlanmasından önce yeni adımların atılmasının önemini vurgulayacaklar. Bu çerçevede, büyükelçilerin, AB'nin, Ankara'ya Vakıflar Yasası ve ifade özgürlüğü açısından büyük önem verilen, TCK'nin 301. maddesinin değiştirilmesi taleplerini dile getirecekleri belirtiliyor. Alıntıdır
  8. Soru: Aşağıdaki bilgilerin ışığında diğer soykırım örneklerini tanımlayınız. Yanıt: -Osmanlı İmparatorluğu liderleri tarafından Ermenilere -SSCB’de Stalin tarafından köylülere, memurlara ve askerlere -Kamboçya’da Pol Pot yönetimi tarafından halka -Ruanda’da Hutular tarafından Tutsi azınlığa (Ders: 1500’lü Yıllardan Günümüze Tarih ve Sosyal Bilimler Öğrenme Standartları / Öğretmen Eğitimi / Virginia Eyaleti Eğitim Bakanlığı) (Ders: İnsan Hakları ve Soykırım için Model Müfredatı; Ermeni Soykırımı Konusu / Öğretmen Eğitimi / Kaliforniya Eyaleti Eğitim Bakanlığı) 1894’ten 1896’ya kadar Samsun’dan başlamak üzere, Ermenilerin yaşadığı bütün bölgelerde Sultan’ın ajanlarınca 200 bin Ermeni Katledildi. 1906-1914 Jön Türk iktidarı Ermeni sorununu Ermeni halkını ortadan kaldırarak çözmeye karar verdi. 1909’da Kilikya’da 20 binden fazla Ermeni öldürüldü. 23-24 Nisan 1915 gecesi İstanbul’da Ermenilerin ileri gelenleri tutuklandı, Anadolu’ya gönderildi ve öldürüldü. 1915 ve 1923 yılları arasında ölen Ermenilerin sayısı 600 bin ile 2 milyon arasında değişmektedir. (Ders: Dünya Tarihi / Kansas Eyaleti Patton Jr. High School Dünya Tarihi Ders Kitabı ) Hıristiyan Ermeni azınlığı yıllardır Osmanlı hükümetinden bağımsızlığını istemekteydi. 1915’te bir Ermeni isyanına Osmanlı hükümeti, erkekleri öldürerek, kadın ve çocukları sürerek sert karşılık verdi. Yedi ay içinde 600 bin Ermeni öldürüldü, 500 bini de ülke dışına çıkartıldı. Sürülenlerin 400 bini, Suriye ve Mezopotamya çöllerinden geçerken öldü. 1915 Eylülüne kadar tahminen 1 milyon Ermeni öldü. Bunlar, belli bir ırk, siyasi ve kültürel grubun kitlesel olarak kasten yok edilmesi anlamına gelen soykırımın kurbanlarıydı. Bu olay, 1993-1996 yılları arasındaki Bosna savaşındaki etnik temizliğin bir benzeriydi. 1915 Ermeni tehcirine şahit bir kadın şunları yaşadı: Yol kenarında ölüp kalmış çocukların üzerinde uçan akbabaları gördü. Sürünen, sakat kalmış, aç ve ekmek dilenen insanlar gördü. Kırbaçları ve dipçikleriyle, erkek, kadın ve çocukları süren askerlerin yanından geçti. 1918’e kadar 400 bin Ermeni daha katledildi. Rusya, Fransa ve İngiltere, Türklerin Ermenileri öldürmesini İnsanlığa ve uygarlığa karşı görerek lanetlediler. Buna rağmen savaş nedeniyle öldürmeler devam etti. (Ders:Tarih-Sosyal Bilimler / St Jamer Ermeni Kilisesi Eğitim Broşürü) Soru: Ermeni Soykırımı Nasıl Gerçekleştirildi? Yanıt: 1894-1896 yılları arasında Sultan Abdülhamit 100 binden fazla Ermeniyi katletti. Ermeniler Türklerin yayılmacı Pantürkizm planının önünde engeldi. Bu nedenle Türk yöneticiler onlardan kurtulmaya karar verdiler. -Türk Ordusundaki Ermeni askerlerin silahları alındı, zor işler verildi ve daha sonra öldürüldü. Ermenilerin eğitim, siyaset, din ve kültür liderleri tutuklandı ve öldürüldü. -İmparatorluk dahilinde yerel yetkililere, Ermeni nüfusa karşı nefret uyandırmalarını emreden talimatlar gönderildi. -Kadın, çocuk ve yaşlılar tehcir bahanesiyle çöle ölüm yürüyüşüne gönderildi. Ermeni nüfusun bütün mallarına ve zenginliklerine Türkler el koydu. -Bazı durumlarda, eğer Ermeniler Hristiyanlığı reddedip İslamı kabul eder ve Türk olduklarını söylerlerse hayatlarını kurtarabiliyorlardı. Ermeni soykırımının amacı Osmanlı İmparatorluğunun içindeki Ermenileri yok etmekti. -Ermeni soykırımı Yahudi soykırımının öncüsüdür. -1909 yılında Kilikya bölgesinde 30 bin Ermeni katledildi. 1915-1922 yılları arasında 1.5 milyon Ermeni öldürüldü; 500 bini de sürgüne gönderildi. -Tehcir sırasında savunmasız kadınlar ve çocuklar Suriye Çöllerinde haftalarca yürümeye zorlandı; tecavüz ve işkenceye maruz kaldı. Binlercesi zorla Türk ve Kürt evlerinde ve haremlerinde alıkonuldu. (Ders:Dünya Tarihi / Virginia Eyaleti Fairfax County ) Ermeni Katliamı: Ermeniler, Güneydoğu Avrupa’da bağımsızlık çabaları esnasında büyük acılar çeken bir gruptur. 1880 yılına kadar, Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan yaklaşık 2.5 milyon Ermeni özgürlüklerini istemeye başlamışlardır. Sonuçta, bu grup ve Türk yönetimi arasında gerilim büyümüştür. 1890’lar boyunca, Türk birlikleri on binlerce Ermeni’yi öldürmüştür. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı patladığında, Ermeniler Türklerin düşmanlarına yardım etmek için söz verdiler. Buna karşılık, Türk Hükümeti yaklaşık iki milyon Ermeni’yi sınır dışı etti/sürdü. Yol boyunca, 600.000’den fazla kişi açlıktan ölmüş veya Türk askerleri tarafından öldürülmüştür. ERDOĞAN BUSH ABİSİNE ''IRAKTAKİ AMERİKAN ASKERLERİNE, BU CESUR ASKERLERİN ÜLKELERİNE SAĞ SAĞLİM DÖNMELERİ İÇİN DUA EDİYORUM.''
  9. muki

    Kars

    Müzeler Kars Müzesi: Doğu Anadolu’nun en zengin müzelerindendir. Arkeolojik eserler bölümünde Kars yöresinde bulunmuş seramik ve bronz eserler, yüzük taşları, çeşitli paralar, süslemeli ahşap kapılar, nişler, çanlar; etnografik eserler bölümünde Kars halkının tarih içinde kullandığı eşyalar; bahçede ise çeşitli devirlere ait rölyefler, koç heykelleri, mezar taşları sergilenmektedir. Tel: (+90-474) 212 38 17 Ziyarete açık saatleri: 08.30-12.30 / 13.30-17.00 Ziyarete açık günler: Pazartesi hariç her gün Örenyerleri ANİ Ani, doğa ile iyi korunmuştur. İki taraftan dik uçurumlarla korunan üçgen platonun üzerindedir. Süreklilik arz eden düzgün yer şekli, sadece kuzey mahallinde vardır. Şehrin tamamının surlarla çevrilmiş olmasına rağmen, asıl istihkam, şehrin daha zayıf kuzey tarafına yoğunlaşmıştır. Bunlar, Kral Smbat'ın hükümdarlığı (977-989) döneminden kalma çift surlardır. Bundan evvel, şehir surları kentin en dar noktasından, Manuçehr Camii'den geçermiş ve bugünkü iç kaleden fazla büyük olmayan bir alanı çevrelermiş. Bu surlar, Kral III. Aşot'un 961'de krallığının başkentini Kars'tan Ani'ye nakletmesiyle inşa edilmiştir. Ani o kadar çabuk gelişmiştir ki, kısa bir süre içinde daha uzun dış surlara ihtiyaç duyulmuştur. Harabelerin surların ötesinde düzlüğe dağılması, bu yeni duvarların dahi nüfusun tamamını tutmak için yeterli bir alanı kaplamadığı kanaatini ileri sürer. Havariler Klisesi Bu önemli kilise, Pahlavuni sülalesince yaptırılmış ve Ani'nin bu sülalenin himayesi zamanındaki piskoposlarca kullanılmış olsa gerek. Duvarlarında, yapımına dair yazıt bulunmamıştır. En eski yazıt, 1031 tarihlidir ve Abuğamir Pahlavuni'nin yaptığı toprak bağışından söz eder. Nikolai Marr, Havariler Kilisesi ile ona bitişik yapıların kazısını 1909'da tamamlamıştır, ve 1912'de kilisenin en zayıf kısımlarıyla güney narteks sağlamlaştırılmıştır. Havariler Kilisesi'nin duvarları, sekiz önemli noktadan takviye edilmiştir. Güney narteksindeyse, doğu cephesinin alt kısımlarını örten taşların hepsi restore edilmiştir. Stalaktit kubbenin sarkan kısmını tutmak için de bir direk yerleştirilmiştir. Bu çalışmanın çoğu imha edilmiştir ve 1909'da gün ışığına çıkarılan yapılardan geriye çok az şey kalmıştır. Bu kilisenin zemin planı, "inscribed quatrefoil with corner chambers" olarak tanımlanır. Diğer bir deyişle, dikdörtgen planın içine oturtulmuş dört apsisli iç yapının köşelerde oluşturduğu boşluklar, dört şapelle doldurulmuştur. Bu, Ermenistan'da 7nci yüzyıldan beri rastlanan bir tasarım türüdür, ancak bu binadaki süs unsurları, binayı üslup olarak 11inci yüzyılın ilk otuz yılına bağlar. SURLAR Surlar, kuşkusuz, Ani'nin görsel yönden en etkileyici parçasıdır ve harabelere özgün bir nitelik kazandırır. Çift sur sırası, Arpaçay (Akhurian) ile Alaca Çay (Tsağkotsadzor) vadilerinin arasına engel olarak, düzlüğü kapamak için inşa edilmiştir. Dış sur çok daha alçaktır, diğerinden daha az muhafaza edilmiştir ve ondan önce hendek gelir. Daha yüksek olan iç sur, birbirine yakın ve çoğu zaman surdan epey yüksek birçok büyük yarım daire şeklinde burç ile bezenmiştir. Bunların iki, bazen üç kat barınak yeri vardır. Surlar, çok dikkatlice kesilmiş ve birbirine geçirilmiş bej bazalt ile kaplanmış beton çekirdekten ibarettir. Kırmızı veyahut siyah taş, yer yer surları desenler, haçlar, hanedan arması veyahut tılsımlı hayvan ya da sembollerle süslemiştir. (Bunlar, sayfanın kenarındaki simgelere benzer. İlki, eski Avrupa ebediyet simgesidir ve swastikayla alakalıdır. Ona Ortaçağ Ermeni yapılarında sıkça rastlanır. İkincisi Ani'nin Bagratid hükümdarlarının hanedan armasıdır.) İç ve dış surun kapıları karşı karşıya gelmez. Kente saldıranlar, zorladıkları bir dış kapıdan sonra burçlarla bezenmiş ikinci sur ile karşılaşırmış ve, aradaki alanın dar olmasından dolayı da doğru düzgün manevra yapamaz veyahut koçbaşı kullanamazmış. Çift surun ana hatları 10uncu yüzyıldandır ama surlar sonraki yüzyıllarda epey takviye edilmiştir. Surlar, taş kaplama ekleyerek kalınlaştırılmıştır. Kimi hasarlı kısımlarda, dört kat duvar örülü olduğu görülür. Birçok burcun içinde, eski siperler, sonraki eklemelerin arasında "fosilleşmiştir." Bu da burçların birçoğunun ilk yüksekliklerinin şimdikinin yarısından az kadar olduğunu gösterir. 12nci ve 13üncü yüzyıl Ermeni yazıtları, bu burçların bazılarının masrafının kişisel giderlerle karşılandığını kaydeder. Çift surlarda üç ana kapı varmış. Bunlar, surlara bakışta ve soldan sağa, "Hıdrellez Kapısı", "Arslanlı Kapı" ve de "Kars Kapısı"dır. Arslanlı Kapı'nın Duvarları "Arslanlı Kapı", adını yakın bir duvardaki aslan kabartmasından alır. (Bunun bir zamanlar çeşme ağzı olduğu söylenir.) Ani'nin ana girişi muhtemelen burasıymış. Buradan iç kalenin dibine kadar bir yol uzanırmış. Kapısı iki burçlarla koruluymuş. Sağ tarafındaki burç ağır hasar görmüştür, ancak sol tarafındaki hemen hemen orijinal yüksekliğini koruyabilmiştir. Arslanlı Kapı ile bitişik burçların büyük kısmı, 1996-1997 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı'nın dehşet verici ve amatörce restorasyonu sırasında fena zarar görmüştür. Kars Kapısı'nın Surları Kars Kapısı'nın iki tarafındaki burçlar, bu surlarda süregelen en eski ve en yüksek kulelerdir. Özellikle içlerindeki odalar bayağı karmaşıktır ve bu istihkamlı kapı kendi başına bir kale gibidir. Burçların arasında, girişin üzerindeki kemer, kenti savunanların, kapıyı kırmaya çalışan düşmanın üzerine doğrudan ateş etmesini mümkün kılmıştır. Kars Kapısı'nın ötesinde bir uzam kuvvetli ve çok etkileyici sur vardır. Kale duvarı bu noktadan sonra platodan aşağı, güneye döner. Şehri savunanlar, burasının özellikle saldırıya müsait olduğunu düşünmüş olmalıdır. Burada, dış duvar neredeyse iç duvar kadar kuvvetlidir ve "polychrome" (kırmızı ve siyah taşların özel dizilimi) ile pek güzel süslenmiş burcu vardır. Bu süs unsurları ve benzerleri (tezat oluşturan siyah haç gibi), duvarların savunma olduğu kadar etki için de tasarlandığını ima eder. Bu bölümden sonra, duvarlarının bir kısmı şehir surunu teşkil eden bir sarayın harabesine varana kadar, duvar parça parçadır. Bu saraydan sonra daha da az kalıntı vardır ama bunun iç kale duvarıyla birleştiğini göstermeye imkan verecek kadar kalmıştır. Hıdrellez Kapısının Surları Bu kapı, girişinin üzerindeki satranç gibi bir sıra kırmızı, bir sıra siyah kare taş panosu vesilesiyle, kazıma çalışması yapan Ruslar tarafından "Chequer-Board Gate" olarak bilinirdi. Süslü panosuyla birlikte kapı, 10uncu yüzyıl eseridir, ama burçlar Şeddatlı döneminde (1164-99) onarılmıştır. Hıdrellez Kapısı'ndan doğuda, siper güneydoğuya yönelir. Bu dönüm noktasında, surların başka yerlerinde kullanılmış yarım daire olan diğer burçlarla tez düşen birkaç adet alçak dikdörtgen kule vardır. Bu noktadan ötede, duvar tek sıra istihkam dizisi olur. Bir dizi görkemli ve çok iyi korunmuş burç ile bu, halen etkileyicidir. Bu kulelerden sonra, surlardan geriye pek birşey kalmamıştır. İstisna, Tigran Honents Kilisesi'nin yakınında ve Arpaçay'a nazır göze çarpan bir kısımdır. Bu son kısımdan sonra surların, sadece yer yer belirli kısımları kalmıştır. Tsağkotsadzor (Alaca) vadisinde olduğu gibi, bu da muhtemelen iç kalede bitiyordu.
  10. muki

    Kars

    Selçuklu dönemi Alparslan'ın 1064 yılındaki ''İlk Rum Seferi” ile alınan yerler bir daha Bizanslılar'ın eline geçmemiştir . Rumlar buralardan atılıp, merkezi Ani'de olan ve Selçuklulara bağlı Ani – Şeddadlılar hükümeti kurulmuştur ki; şimdiki Türkiye'nin yani Küçük Asya'daki Müslüman Türk Devleti'nin temelleri de bu yılda Alparslan'ın eliyle atılmıştır. 1064 yılı fetihleri, milli varlığımız ve dünya tarihi bakımından önemlidir. Alparslan ve oğlu Melikşah döneminde Kars ve civarı barış içinde bir dön yaşamıştır. Yalnız Melikşah'ın oğulları arasında taht için yapılan mücadele Kars yöresinde de düzensizliğin baş göstermesine neden oldu. Selçuklu tahtı için Muhammed Tapar, Berkyaruk ve Sencer çekişiyorlardı. Muhammed Tapar ile Berkyaruk 1103'te Ani yöresinde karşı karşıya geldiler. Tarihte “ Divin Savaşı” diye anılan savaşta Muhammed Tapar yenildi. Kardeşler arasında yapılan anlaşmayla Kızılözen'in kuzeyi ile Musul ve Şam Muhammed Tapar'a ; Horasan'la Maveraünnehir yöresi Sencer'e ; Hemedan , İsfehan ve Bağdat Berkyaruk'a kaldı. Berkyaruk 1105 te ölünce bölgede yine karışıklıklar çıktı. Muhammed Tapar'ın egemenliğini tanıyan Ani Şeddadlıları Dilmaçoğulları'nın saldırısına uğradı. Dilmaçoğulları Divin üzerine yürüyüp, Divin'i ele geçirdiler. Ani şehrini koruyan Şeddatlılar ise Fadlun'un oğlu Mahmud'un emirliğini tanıdılar. Bir süre sonra Saltuklular Ani şehrine gelmiş fakat Gürcüler Saltukluları büyük bir bozguna uğratmıştır. Bunun üzerine Ani halkı, Fahrettin Saddad'ı ülkeden kovdu. Gürcü Kralı Dimitri'nin oğlu III. Giyorgi , yerli Ermeni halkı ile anlaşarak şehri ele geçirdi. Ani'nin Hıristiyanların eline geçmesiyle bölgedeki Müslüman beyler bir birlik oluşturdular . Fakat , şehir ele geçiremediler. Ani şehri 1164 yılına dek Gürcü egemenliğinde kaldı. Ancak , Ani şehri 1164'te tümüyle Selçuklular'ın eline geçti. Bu sırada Selçuklu Devleti yine karışıklıklar içinde idi. Sultan Gıyasseddin Mesud döneminde atabeyliğe yükselen Şemseddin Eldengiz, sultanın ağabeyi Tuğrul Bey'in dul eşi Narinç Hatun'la evlendi. Eldengiz, Selçukluların Azerbaycan Emiri Süleyman Şah'ı tahtından indirerek üvey oğlu Arslan Şah'ı emir ilan etti. Arslan Şah 1163'te Erzen, Ahlat, Erzurum emirliklerinin ordularını, Atabey Eldengiz komutasında Ani ve Divin üzerine gönderdi. Kral III. Giyorgi kesin bir yenilgiye uğrayarak, geri çekildi. 1164'te yöre tümüyle Selçuklular'ın eline geçti. Atabey Eldengiz olası bir Gürcü saldırısına karşı kalenin sur ve burçlarını onarttı. Daha sonra İsfehan'a geri döndü. Bundan sonraki 10 yıl içinde Ani tümüyle onarılarak ekonomik yaşamı canlandıysa da, bu durum uzun sürmedi ve 1174'te III. Giyorgi'nin saldırısıyla yeniden Gürcülerin eline geçti. III. Giyorgi'nin yerine geçen kızı Tamara , Gürcistan'da güçlü bir askeri kuvvet oluşturdu. Bu kuvvetler 1200'de Ani'yi ele geçirerek Şeddadlılar yönetimine son verdiler. Ayrıca Güneydoğu Anadolu'ya dek inerek yayılmacılık siyasetini sürdürdüler. Gürcistan Başkomutanı Avak Sargis 1231'de Ani ve Kars'ın genel valisi oldu. 1239'da birkaç koldan gelen Moğollar kısa zamanda Tiflis dahil tüm Gürcistan'ı, Ani, Kars ve Sürmari'yi ele geçirdiler. Moğollar 1243 Kösedağ Savaşı'ndan sonra, Anadolu Selçuklularını tümüyle kendilerine bağladılar. 1239-1355 yılları arasında 116 yıl boyunca Kars, Moğollar'ın yönetiminde kaldı. Bunun 1239-1256 arası Cengizli Valilere, 1256‘dan sonrası da İlhanlılar'a bağlı olarak geçmiştir. İlhanlı döneminde Kars ilinin merkezi sayılan Ani bazı vergilerden muaf tutulmuştur. 1356'da Altınordu hükümdarı Canı Bey'in (1339-1357) eline geçen Kars ve yöresinde 1380'de ise Karakoyunlular hakimiyet sağladı. 1387'de Timur'un ele geçirdiği Kars, vergi ödemek koşuluyla Firuz Tiri Baht'a teslim edildi ve Timur Türkistan'a geri döndü. Bu durumdan faydalanan Karakoyunlular bağımsızlıklarını ilan ettilerse de, 1394'de Timur Kars'ı tekrar ele geçirdi. Timur'un 1405'te ölümü ile Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf taht kavgasından yararlanarak Kars'ta tekrar hakimiyet sağladı. Böylece Kars ve yöresi, 1406 -1468 yılları arasında Karakoyunlu egemenliği altında kaldı. Kara Yusuf'un saltanatının son yıllarında ise Sahruh Azerbaycan'ı ele geçirdi. Karakoyunlular Sahruh'u geri çekilmeye zorladı. Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah , devleti 20 yıl bağımsız olarak yönetti. Bu süre içinde Ardahan, Posof ve Çoruh yöresiyle birlikte , İran'ın büyük bölümünü topraklarına katarak, Karakoyunlu Devleti'nin sınırlarını Umman Denizi'ne kadar genişletti. 1453'te Akkoyunlu tahtına çıkan Uzun Hasan Karakoyunlularla, Osmanlıları ortadan kaldırmak amacıyla önce Karakoyunlulara saldırdı. Uzun savaşlardan sonra 1468'de tüm yöreyi ve bu arada Kars'ı ele geçirdiler. Daha sonra Osmanlı Devleti'ne de saldıran Uzun Hasan Otlukbeli'nde yenilerek (1473) güç kaybetti. Akkoyunlular kısa zamanda çöktüler ve Akkoyunlu Devleti'nin yerine Safevi Devleti kuruldu. Bu devletin egemenliği döneminde Kars ve yöresi büyük yıkım gördü. 1514 Çaldıran Savaşı'nda Şah İsmail'i yenilgiye uğratan Yavuz Sultan Selim Kars'ta konakladı. Ordudaki yorgunluk ve huzursuzluk sebebiyle, Doğu Anadolu'yu tam olarak egemenliğine alamadan İstanbul'a geri döndü. Osmanlı dönemi Kanuni Sultan Süleyman 1534'te yaptığı sefer sonucunda Kars'ı Osmanlı egemenliği altına aldı. 1548 yazında Kars'ı imara girişmişken , Süleyman Çelebi İdaresinde 5000 atlı da karakol olup Safili sınırını bekliyordu. Yazın Tahmasp oğlu İsmail Mirza ile gelen Kaçarlı Gökçe Sultan idaresindeki büyük bir Safili ordusu ansızın Kars'ı bastı. Kars'ın yapılan yerleri söktürülüp, yıkıldı. Bu Safili akınından cesaretlenen Atabekliler de taarruza geçip Yusufeli, Artvin ve Tortum bölgelerini geri aldılar. 1548 sonbaharında Erzurum'a gelen bir Osmanlı ordusu, padişahın buyruğu ile H.955 Recep ayında Atabekliler yurduna girip buraları yeniden fethettiler. 1549'da Gök ve Ardahan kaleleri onarıldı ve bölgeye asker yerleştirildi. Ancak, Safevilerin saldırıları durmadığından, 1578'de yapılan Osmanlı- Safevi Savaşı sonucunda Osmanlı Devleti Çıldır'ı ele geçirerek Çıldır Eyaleti'ni kurdu. Lala Mustafa Paşa yıkık ve harap olan Kars'ı büyük ölçüde onardı. Safevi hükümdarı Şah I. Abbas'ın Revan'ı almasının ardından, 1604'te Kars Şehrini yakıp yıktı. 1615'te yapılan barış sonucunda şehri terkeden halk geri döndü. 1639'da yapılan anlaşma sonrasında Kars 95 yıl sürecek olan bir barış dönemine girdi. 1734 yılında ise Afganlı Nadir Şah Kars'ı kuşattı. Yapılan barış antlaşması sonucunda Revan İran'a, Kars ve yöresi Osmanlılara bırakıldı. Nadir Şah'ın 1736'da tekrar Osmanlı topraklarına saldırması üzerine yapılan savaş sonucunda, 1746'da barış anlaşması imzalandı ve Kars uzun süre barış içinde yaşadı. Bu barış dönemi ise Rusya'nın güçlenmesiyle sona erdi. Ayrıca XIX. yy. çeyreğinde İranlılar Kaçer Hanedanlığı döneminde üç yıl üst üste Kars'a saldırdılar. İran saldırıları 1823'te Erzurum Antlaşması ile sona erdi ki; bu saldırıları Rus ordusunun hücumu izledi. Sıcak denizlere açılma hayallerini gerçekleştirmek amacıyla ilk olarak 1807'de Kars'a saldıran Ruslar, 1828'de önce şehri, daha sonra iç kaleyi işgal etti. Şehir yıkıldı ve yağmalandı. 1829'da imzalanan Edirne Antlaşması ile Ruslar geri çekilmek zorunda kaldılar. Fakat Ruslar Ahıska Şehrini ve altı sancağını savaş tazminatı yerine sayıp, geri vermediler. Kırım Savaşı sırasında, 16 Haziran 1855'te üçüncü defa Kars'ı kuşatan Ruslar'a karşı, küçük yaştaki çocuklar bile “Gönüllü Alayı”na katılıp çarpıştı. Sıvastopol Bozgunu'nun acısını çıkarmak için, General Muravyev kumandasında 54 bin kişilik ordu ile 29 Eylül 1855'te hücuma geçen Ruslar, tabyalarda yedi buçuk saaat süren kanlı muharebeler sonunda ağır bozguna uğrayıp, 20.000 asker zayiat verdiler. Bu müdafaada, yalnız şehir halkından tabyalarda altısı kadın, dokuzu din alimi olmak üzere 70 şehit ile, 230 yaralı verilmişti. 1855 Kars Zaferini gören ve bunda emeği geçen Kanada'lı General Williams yazdığı raporlarında, İngilizler'den Albay Lake ve doktor Sandwithe ise hatıralarında, kadınlı - erkekli Türklerin yurt korumadaki bu eşşiz kahramanlık destanını nasıl yazdıklarını anlatmışlardır. Kars'ta yararlığı görülenleri devlet çeşitli şekillerde mükafatlandırdı. Müşir Vasıf, Korgenaral Kerim ve Williams Paşa'lara mücevherle süslü birer altın kılıç ile Mecidiye Madalyaları verildi; üzerinde “Kars Kalesi” resmi bulunan altın, gümüş ve bronz “Kars Madalyası” yaptırılarak, hizmeti geçenlere dağıtıldı; şehre ve ahalisine “GAZİ” ünvanı verilerek, Mahkeme Siciline yazdırıldı; şehir halkı, üç yıl vergi ve askerlikten muaf tutuldu; Karadeniz'de İstanbul-Batum arasında sefere başlayan yeni vapura “KARS” adı verildi. Kars ahalisine Sultan Mecid'in kutlaması ve Vekiller Heyeti'nin teşekkürleri geldi. İngiltere Kraliçesi Victoria, Genaral Williams'a “Kars Baroneti” üvanını verdi. 1. Dünya Savaşı Kars ilinin milli mücadele tarihi, I.Dünya Savaşı öncesinden Cumhuriyet'e değin uzanan kesintisiz bir süreci yansıtmaktadır. 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl ilk çeyreğine değin ard arda Rus , Ermeni ve İngiliz işgallerine uğramıştır. Türkiye'nin I.Dünya Savaşı'na girmesi, Çarlığın 1 Kasım 1914'te Sarıkamış'ta, Pasım'da ve öteki Anadolu hudutlarında ileri saldırmasıyla başladı. 6 Kasımda başlayıp 6 gün süren Köprüköy Muharebesinde , Ruslar yenilince Rus Orduları Başkomutanı sayılan son Rus Çarı II.Nikola, 1914 Aralık ayı başlarında Kars'a geldi, Sarıkamış'a geçip askerlerine kendi eliyle madalyalar dağıtarak ordusunu cesaretlendirmeye çalıştı. I. Cihan Savaşı sırasında, Ruslar 1914 güzünde Kars'ta 150 Türk'ü sürgüne gönderdi. 1915 yılında Enver Paşa komutasındaki 3 Türk Kolordusu Sarıkamış'a ilerleyip bir koldan da Ardahan'a girdi. Keskin soğuklarda Türk ordusu bozguna uğratıldı. 1915 Çanakkale Zaferinin sebebiyle müttefiklerinden yardım alamayan çarlık rejimi tarihe karıştı. Bunun ardından sürgündeki Karslılar geri döndü. Bolşevik yönetimi 3 Mart 1918 Brest-Litowsk Antlaşmasıyla Kars bölgesini Türkiye'ye vermeyi kabul etti. Bu anlaşmayı tanımayan ve başlarında, yıkılan çarlığın sadık subayları bulunan Taşnak Ermenileri Kars köylerinde katliam ve yağmalamalar yapıp, şehrin çarşı ve mahallelerini ateşe verdiler. 25 Nisan 1918 günü Kars , kırk yıllık hasretten sonra, Türk Ordusu ve ay yıldızlı bayrağına kavuştu. Mart-Nisan 1918'de Ermeniler Kars ilinde çok vahşi usullerle katliam yaptılar. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesiyle Türk ordusu, 1914 sınırı gerilerine çekilmeye mecbur kalınca Ermeni istilası tekrar başladı. Buna engel olmak isteyen Karslılar kendi güç ve imkanlarıyla ve Wilson Prensiplerine uygun olarak 5 Kasım 1918'de Milli İslam Şurası adı ile demokratik bir yerli hükümet kurdular. Batum, Artvin, Ahıska, Ahılkelek, Serdarabad ve Ordubad'a değin Nahçıvan Türkleri de Kars'taki bu yerli Hükümet'e katılarak sancak ve ilçe teşkilatını kurdular. Böylece, 1914 Türkiye sınırı kuzeydoğusundaki 36.000 km2'lik bölgenin yerli Türk Hükümetinin merkezi Kars oldu. Bu hükümet 18 Ocak 1919'da 131 temsilcinin katılımıyla gerçekleştirilen “Büyük Kongre” ile “Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti” adını aldı. Kars yöresindeki örgütlenmenin ilk günlerinde , İngilizler yöre halkının siyasal yönlü çalışmalarına bir ölçüde göz yumdular. Ne var ki siyasal örgütlenme çabalarının güçlenmesi ve merkezileşmesi, İngilizler'in yöredeki denetimini zayıflatmaya başlayınca işgalciler karışmama tutumunu bir yana bıraktılar. 1919'da Kars'a gelen İngiliz temsilcisi Pate, yerli yönetimi tanımayacaklarını bildirdi ve Arpaçay'ın doğusundaki Ermeniler'in Kars'a yerleştirilmelerini istedi. Bu durumdan cesaretlenen Gürcüler de Azgur, Ahıska ve Posof'u işgal ettiler. İngilizler Kars'taki Türk Hükümeti'ni dağıttıktan sonra yöreyi General Garganof ve Osibyan komutasındaki Ermenilerin denetimine bıraktılar. Böylece Kars ve yöresi işgalden kurtulduktan bir yıl sonra yeniden Gürcü ve Ermeni egemenliği altına girdi. Kars'ın Kurtuluşu Milli mücadelenin ilk günlerinde Mustafa Kemal başkanlığında Sivas Heyet-i Temsiliyesi bir durum değerlendirmesi yapmış ve İtilaf Devletlerinin Bolşevik Hükümeti ile ilişki kurmasını önlemek amacıyla Kafkasya'ya ağırlık verilmesi kararına varmıştır. Güney Kafkasya'nın Ermeni ve Gürcü denetimine geçmesinden sonra Nisan 1919'da başlayan Kuva-i Milliye eylemleri 1920 başlarında, 15.Kolordu'nun desteği ile birlikte, büyük bir yoğunluk kazandı. Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti'nin dağıtılmasından sonra, Ermeni denetimi neredeyse tüm Kars yöresini kapsamış , sadece Çıldır uzun süre bunun dışında kalabilmiştir. Ermeniler Şubat 1920'de bölgeyi ele geçirmek için büyük bir saldırı başlatmış ve 17 Şubat'ta Çıldır ve Arpaçay'a ulaşmışlardır. Bu gelişmeler üzerine Heyet-i Temsiliye Elviye -i Selase'nin (Üç Vilayet, Kars, Ardahan ve Batum'un) yeniden elde edilmesini uygun buldu ve bu amaç doğrultusunda 15.Kolordu Komutanı Kazım Krabekir Paşa hızla hazırlıklara girişti. Erzurum ve Van vilayetleri ile Erzincan sancağında seferberlik ilan edildi. Kazım Karabekir Paşa hükümete harekatın 23 Haziran'da başlayacağını bildirerek, karargahını Horum'a taşıdı. 28 Eylül 1920'de Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa Sarıkamış yönünde harekete geçerek, 29 Eylül'de Sarıkamış'ı kurtardı. TBMM Hükümeti'nin 'Doğu Harekatı'nın Kars'a dek uzatılmasını istemesi üzerine; Doğu Cephesi birlikleri 28 Ekim 1920'de yeniden saldırıya geçti ve 9. Kafkas Tümeni 30 Ekim'de Ermenilerin direnişini kırarak Kars'a girdi. 20 Kasım'da Ermenilerle yapılan ateşkesin ardından 22 Kasım 1920'de Gümrü'de başlayan barış görüşmeleri 2 Aralık'ta sonuçlandı ve Ermenistan Hükümetiyle T.B.M.M Hükümeti arasında bir barış antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla Kars Sancağı'nın bütünü Türkiye topraklarına katıldı. Antlaşma öncesinde Ermenistan'ın elinde bulunan Tuzluca Kazası da Türklere verildi. Ancak imzadan bir gün sonra , Sovyet Kızılordu Birlikleri Ermenistan'a girdiler. Taşnak Hükümeti devrilerek yerine Ermenistan Sovyet Hükümeti kuruldu bu durumda anlaşma da onaylanamadı. Kızılordu'nun harekatı Gürcistan'a yönelince, Tiflis'teki Gürcü Hükümeti Ankara'ya başvurdu ve TBMM'nin desteğini istedi. Bu destek karşılığında Batum, Ardahan ve Artvin Türklere bırakılacaktı. Gelişmeler sonucunda Şubat 1921'de Ardahan ve Artvin Sancakları'nın Gürcistan Hükümeti tarafından Türkiye'ye bırakıldığı açıklandı. Doğu cephesi birlikleri de aynı gün harekete geçerek, bu iki şehri Türkiye'ye kattılar. 16 Mart 1921'de Sovyet Hükümetiyle imzalanan Moskova Antlaşması ile Kars ve Artvin'in Sovyet Rusya ile olan sınırları belirlendi. Bu antlaşmaya göre, daha önce Elviye-i Selase içinde yer alan Batum ve ayrıca Ahıska ile Ahılkelek Türkiye sınırları dışında kaldı. Moskova Antlaşması'ndan 7 ay sonra 13 Ekim 1921'de Kafkasya'daki Sovyet Hükümetleri ile Türkiye arasında Kars'ta yeni bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma, Sovyet Rusya yönetimi ile Moskova'da yapılan antlaşmanın yinelenmesi anlamını taşıyor, Kars'ın ve Artvin'in bugünkü sınırlarının taraflarca bir kez daha onaylandığını ifade ediyordu. Milli Mücadele süresince doğu cephesinde yeni bir askeri ya da siyasal gelişme olmadı. Bu cephenin birlikleri de, kısa bir süre sonra, Batı Cephesi'ne gönderildi. Kars İline 42 km uzaklıktaki Ocaklı Köyü sınırları içerisinde yer alan Anı Ören Yeri Türkiye – Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay Nehrinin batı yakasında Türkiye sınırları içerisinde volkanik bir tüf tabakası üzerine kurulmuş bir ortaçağ şehridir. Ören yeri Anadoluya İpek Yolu üzerinden girişte ilk konaklama merkezi olduğundan aynı zamanda bir ticaret merkezidir. Antik kentin zenginliği de buradan gelmektedir. Ören yerinin en eski tarihi M.Ö. 5000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Tarih öncesi dönemde ören yerindeki yerleşim bostanlar deresi olarak bilinen vadideki volkanik oluşumlu mağaralardan oluşmuştur. Bu günkü ören yerini oluşturan iç kale M.S. 4. yy’da Kars Şehrine ismini veren Karsak’lılar tarafından yaptırılmıştır. Ören yerinin dış cephe surları Bagratlı Kralı Aşot tarafından M.S. 964 yılında yaptırılmaya başlanmış daha sonra Kral III. Sembat 978 yılında 2. takviye sur sistemini yaptırmış 1064 yılında Selçuklu Sultanı Alparslanın Ani’yi feth etmesinden sonra anı beyi olan Ebul Menucehr tarafından 1064 – 1072 arasında 3. sur sistemini yaptırmıştır. Kale surları deve tüyü ve siyah renkli tüf taşından yer yer iki ve üç sıra halinde Horasan Harcı ile yapılmıştır. Kurulduğu arazi üzerine uyumu sağlamak amacıyla ücgenimsi bir şekilde inşa edilen surların yedi giriş kapısı mevcut olup bu kapıların en önemlileri Aslanlı Kapı, Kars Kapısı, Sarnıçlı Kapılardır. Şehrin surları uzun kuşatmalara dayanıklı hale getirmek için surlar arasına yapılan destekleme kuleleri aynı zamanda erzak ve tahıl deposu olarak kullanılmıştır. Arazinin eğimine göre yer yer beş mt. Yüksekliğe kadar oluşan surların dış cephelerinde Haç Motivleri, Aslan ve yılan kabartmalı rölyefler, çini süslemeler mevcuttur. Ören yerinin ana giriş kapısı olan aslanlı kapı iki büyük giriş kapısından oluşmaktadır. Aslanlı kapının bulunduğu surların Doğu yanındaki burç üzerinde Selçuklu Sultanı Alparslanın şehri 1064 yılında feth etmesini belgeleyen dört satırlık Kufi İslami Kitabe mevcuttur. ANİ ÖRENYERİ GİRİŞİNDE DE BULUNAN ANTİK KENTİN TARİHİ GELİŞİM Ani Harabelerinde ilk yerleşme M.Ö. 5000-3000 yıllarında Kalkolitik Çağda başlar. M.Ö. 3000 - 2000 Eski Tunç Devri yerleşmesi M.Ö. 2000'de Demir Çağında Hurri yerleşmesi M.Ö. 900-700 yılları arasında Urartu Devleti yerleşmesi, M.Ö. 650 yıllarında Kimmeri Hakimiyeti, M.Ö. 626-149 Saka Türkleri (İskit) hakimiyeti M.Ö. 350-300 yıllarında şehir eski Oğuz Boylarından Arsaklıların Kamsarakan soyundan Karampart tarafından yeniden kurulmuştur. M.S. 430-646 yılları arasında Sassani Hakimiyeti, M.S. 646 yılında Halife Hz. Ömer devrinde Anı ve çevresi arapların eline geçmiştir. M.S. 732 yılında Bağratlı Beyliği egemenliğine geçmiştir. M.S. 966 yılında Bağratlı III Aşot tarafından şehir surları yaptırılarak Anı Krallık Merkezi olmuştur. M.S. 1045 yılında şehir Bizanslıların eline geçmiştir. M.S. 1064 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan tarafından şehir alınarak Şeddat Oğulları Beyliğine verilmiştir. M.S. 1199 yılında Anı Gürcü Atabeylerin eline geçmiştir. M.S. 1226 yılında Harzemşah Devletine tabi olmuştur. M.S. 1235 yılında Moğol İstilasına uğrayarak şehir tahrip edilmiş ve sonra eyalet merkezi olmuştur. M.S. 1339 - 1344 yılları arasında İlhanlılar egemenliğine geçmiştir. M.S. 1406-1467 yılları arasında Karakoyunlu Devleti hakimiyeti altına girmiştir. M.S. 1467 - 1516 Akkoyunlular Devleti Hakimiyeti, M.S. 1516 - 1534 yılları arasında Afşar Türkleri hakimiyeti, M.S. 1534 yılında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. M.S. 1878 yılında Ruslar tarafından istila ile 40 yıl Anavatandan ayrı kalmıştır. MS. 1921 yılında İstiklal Harbi sırasında Ruslardan geri alınmıştır.
  11. muki

    Kars

    Kars deyince akla, hamaset (yiğitlik) ve menkıbe diyarı gelir. Esasen ismi de menkıbeye dayanır. Kars adı milattan önce 130-127 tarihleri arasında Kafkas Dağları'nın kuzeyinden Dağıstan'dan gelerek bu havalide yerleşen Bulgar Türkleri'nin “Velentur” boyunun “Karsak oymağından” gelmektedir. Kaşgarlı Mahmut Kars kelimesi için: “deve veya koyun yününden yapılan elbise ve karsak derisinden güzel kürk yapılan bir hayvan, bozkır tilkisi” demektedir. Türkiye' de bundan daha eski “Türkçe” isim taşıyan bir şehrimiz daha yoktur. Eski Türkçe'de “Karsak” karnının altı beyaz 75-80 cm. boyundaki çöl tilkisinin adıdır. Bu hayvanı totem edindiklerinden Kıpçaklar'ın “Karsak ” boyuna da bu ad verilmiştir. Buhara'lı Şeyh Süleyman da Kars'a; “Şal, kuşak, dokuma, belbağı, futa, miyanbet, karsak, tilki” demektedir. Batlamyus Kars'a; “Khorsa”, Strabon ise; “Khorzene” demektedir. Bir söylentiye göre de: Gürcü dilinde “Kapı kenti” anlamına gelen “Karis Kalaki”den gelmektedir. Türkistan'da bir su , Dağıstan'da bir köy, Bursa, Kahramanmaraş, Adana, Silifke, Tortum, Tercan, Afyon, Bolu ve Ankara'da birer köy; Ural Irmağı civarında bir göl, köy ve dağ; Makü Bölgesi'nde bir kışlak adıdır. Çıldır Gölü kuzeyinde ve ortasından devlet sınırı geçen Sodalı Göl'ün kuzeyindeki Karsak, Karzak Kasabası ile Karsak Gölü adları da Bulgar göçebelerinden kalmadır. Tarih öncesi Paleolitik Dönem • Alt Paleolitik Dönem Bu döneme ait buluntuların ele geçtiği yöreler şunlardır: Susuz ilçesi, Cilavuz Dere düzlüklerinde ve Kars Platosu'nda, şölyen-aşölyen tipte işlenmiş ve Alt Paleolitik Döneme tarihlenen bir el baltası; Ağzıaçık (Azacık) Suyu'nun batısındaki düzlüklerde oval çevreli , iki yüzü çok güzel işlenmiş, ucundan biraz kırılmış bir başka aşölyen baltası, Ani çevresinde ele geçen bir el baltası; Yazılıkaya'nın yaklaşık 6 km. güneyinde, Tombultepe yamaçlarında püskürük kayalardan yapılmış, şölyen tipte el baltaları ve iri yongalar bulunmuştur. • Orta Paleolitik Dönem ait ise, Borluk Vadisi'ne Musteryen tipte bir araç; Ağzıacık Suyu'nun batısında bazalttan yapılmış çok aşınmış Musteryen tipte bir uç; Yazılıkaya, Tombultepe'ye yakın Kurbanalan Mağarası'nda taş araç ve ocak yerlerine rastlanmıştır. • Üst Paleolitik Dönem de avcılık ve toplayıcılık yöntemlerinde farklılaşma olduğu , araç-gereç yapımının geliştiği görülmüştür. Yine bu dönemde duvar resimleri de ortaya çıkmıştır. Camışlı Köyü'nün batısında, Aladağ'ın doğu yamaçlarındaki Yazılıkaya'da bazalt yapılı bir kayanın dik ve düzgün yüzünde biri büyük, biri küçük iki panoya rastlanmıştır. Büyük pano, yerden dört metre yükseklikte, yaklaşık 14 metre uzunlukta ve 3-4 metre genişliktedir. Küçük pano ise aynı duvarın doğu uzantısı üstündedir. Yazılıkaya panolarında hayvan ve insan figürleri vardır. Figürlerin çoğu dağ keçileri , geyikler, geyik yavruları ve eşeklerden oluşmaktadır. Bunlar o dönemdeki doğa koşullarının avcılık ve toplayıcılığa elverişli olduğunu ortaya koymaktadır. Yazılıkaya'nın yanısıra aynı yerde bulunan derinliği 11,5 m, iç genişliği 5,5 m, ağız genişliği 12,5 m olan ve güneye bakan Kurbanağa Mağarası araştırmalarında da yine Üst Paleolitik Döneme ait taş araç-gereçler bulunmuştur. Mezolitik Dönem Paleolitik dönemi izleyen mezolitik dönem, mikrolit adı verilen minik araç-gereçlerle tanınmaktadır., Kars yöresinde de İ.Kılıç KÖKTEN'in Aras Vadisi'nde yaptığı araştırmalarda bu araçlardan ele geçmiştir. Bu ve diğer paleolitik buluntular Rusya topraklarında saptanan benzerleri ile karşılaştırıldığında, bölge yerleşme tarihinin komşu bölgelere koşut olarak , Paleolitik Dönemle başlayıp, Mezolitik Dönemde de devam ettiğini göstermektedir. Neolitik Dönem Neolitik Dönemi Kars yöresinde gerçek anlamda bir yerleşme yeri değil, Akçakale Adası'ndaki taş anıtlar ve kaledeki duvar resimleri temsil etmektedir . Bu resimler, yöredeki neolitik dönem yaşantısına bir ölçüde açıklık getirdiği için önemlidir. Çıldır Gölü'ndeki Akçakale Adası'nda Dolma Tepe eteklerinde kaya anıtları bulunmuştur. Ada menhirler, dolmenler ve kromlekler ile doludur. Kılıç Kökten'e göre; bu taş anıtlar neolitik dönem tekniği ile yapılmıştır. Çok kaba taşlarla örtülü iç duvarlar , kaba ve büyük taşlarla örtülü damlar, Avrupa dolmenlerinin bazılarında görülen tekniği anımsatmaktadır. Avrupa kültürüne özgü olduğu kabul edilen bu tip taş anıtlar doğuda ilk kez Kars'ta rastlanmıştır. Anıtların ortasında açılan bir sondaj çukurunda , çok kaba, mat siyah renkli değişik biçimlerde çanak-çömlek parçaları bulunmuştur. Yazılıkaya - Kurbanağa Mağarası'nın doğusunda , kale denilen tepede açılan bir sondaj çukurunda da üst katmanda farklı bir katman saptanmış ve bunun Son Neolitik Dönemden kalmış olabileceği öne sürülmüştür. Kaledeki duvar resimlerinin ise Son Neolitik Dönem yada İlk Tunç Çağı sonlarında yapıldığı sanılmaktadır. Kalkolitik Dönem Araç-gereç yapımında bakır kullanılmaya başlanmasıyla belirlenen kalkolitik dönemin Kars yöresindeki buluntu yeri Kağızman'ın güney kesiminde yer almaktadır. Mısır Dağı yerleşme yerinde, yapılan araştırmalarda, kalkolitik dönem özellikleri taşıyan buluntular ele geçmiştir. Bakır Çağı da denilen bu dönemin izlerine, Ani'de ve Azat Köyü'ndeki höyükte de rastlanmıştır. İlk Tunç Çağı Bu dönem bakırla kalayın karıştırılmasıyla elde edilen tuncun, araç yapımında kullanılmaya başlanmasıyla ayırt edilen bir dönemdir. Bu dönem, Kars bölgesinde Yazılıkaya'nın dibinde açılan Küçük Deney Çukuru'nda ve Kurbanağa Mağarası yakınındaki sondajda ele geçen çanak çömleklerle ve aynı mağaranın doğusunda, Kale denilen, üstü düz yüksek tepedeki sondaj çukurunun buluntularıyla bilinmektedir. Kale mevkiindeki açmada, İlk Tunç Çağından kalma bir açkı taşı; el değirmeni taşları; bir çekiç; delinmiş, üstü çizgi - süslü hayvan parmak kemikleri; küçük bir taş hayvan; el yapımı çanak-çömlekler ve yapı kalıntıları olduğu düşünülen iri taş yıkıntıları bulunmuştur. Tüm bu araştırmalardan çıkan sonuç; Kars yöresinin Paleolitik Dönem'den başlayarak Orta Tunç Çağına değin kesintisiz bir kültür silsilesine mekan olduğudur. Yazılı Tarih Urartular Yazılı tarih dönemleri Kars bölgesinde Urartulularla başlamaktadır. İ.Ö. IX. ve VI.yüzyıllar arasında Van Gölü çevresi merkez olmak üzere kuzeyde Çıldır, kuzeydoğuda Gökçe Gölü çevresi, doğuda İran içleri, güneydoğuda Urmiye Gölü, güneyde Şanlıurfa, batıda da Fırat Irmağı ile sınırlanan bölge Urartu Krallığının egemenliği altındaydı. Urartu , Asur kralı I.Salmanassar'ın yazıtlarında (İ.Ö. 1273-1244) Uruatri (dağlık bölge) olarak anılmakta, aynı yazıtta Asur kralının bu adla bilinen ülkeleri ele geçirdiği bildirilmektedir. Urartular çağında Bingöl'den, Çıldır Gölü ile Gökçe Gölü bölgesine değin uzayan yerlerde, insanların çok sık bir yerleşim gösterdiği ve buralarda ondan fazla yerli krallık kurulduğu bilinmekle beraber, bu yerli kralıklar tabi oldukları büyük krallığa zenginlikleri nisbetinde altın, gümüş, tunç, at, öküz ve koyun olarak ağır vergiler ödemiş, sık sık isyan etmeleri sebebiyle de ağır bir şekilde cezalandırılmışlardır. Diauekhi ile Etiuni. Bu krallıklar içerisinde Kars'taki Diauekhi Krallığı komşularına göre daha büyük ve kuvvetliydi. Bilhassa kıymetli madenlerden vergi ödemekte idi ki; bu durum Kağızman deresindeki altın, gümüş ve Bardızdaki bakır madenlerinin o dönemde işletildiğini ortaya koymaktadır. Kimmer - İskit Akınları İ.Ö. VII. ve V.yüzyıllar arasında İskitlerin baskısı karşısında başka topraklara göç etmek zorunda kalan Kimmerler, kendilerine yeni bir yurt aramak amacıyla Anadolu'ya girmeye başlamışlardır. Bu göç ve istilalar Asur ve Urartu devletlerini büyük sarsıntılara uğratmıştır. Urartu Kralı II.Rusa ( İ.Ö. 685-645 ) bu göçebe topluluklarla dostça ilişkiler kurmaya çalıştı. Kimmerlerle İskitlerin saldırıları ile yıkılma eşiğine gelen Urartu Krallığına son darbeyi Medler vurdu. Medlerin özgürlüklerini kazanarak Asur devletini ortadan kaldırmış, bunun ardından ise bölgedeki Urartu hakimiyeti sona ermiştir. Persler M.Ö. 550'de Urartu toprakları Pers egemenliğine girmiştir. Persler Orta İran'dan Ege Denizi'ne kadar geniş bir bölgeyi egemenlikleri altına almışlardır. Persler kurdukları devleti dış ülke topraklarını talan ederek ya da fethederek ayakta tutmaya çalışıyor; dolayısıyla kendi halkı üzerindeki ekonomik, sosyal ve siyasal baskı hafifliyordu. Krallar kralı olarak anılan Pers imparatoru Dara ülkeyi satraplık denen,23 büyük ve 127 küçük birime bölerek ülkeyi merkezden yönetiyordu. Bugünkü Kars yöresi 18. Satraplık içinde yer alıyordu. Bu bölge satraplığa yılda 400 gümüş talent vergi vermek ve Dara'ya 20.000 at göndermekle yükümlü idi. Araks Krallığı Farklı etnik bölgelerden oluşan Araks Krallığının merkezi, bugünkü Azerbaycan sınırları içindeki Armavirdi. Krallığın sınırları batıda Murat Suyu'na kadar uzanmaktaydı. Araks Kralları daha sonraları Muş yöresini de topraklarına kattılar. Bu arada İran-Azerbaycan bölgesinde egemenlik kurmuş olan Partlar, Araks Krallığının yayılma politikasına karşı çıkarak, Arakslara savaş açtılar ve Araks Krallığını büyük bir yenilgiye uğrattılar. Tigran Dönemi Araks Krallığı yenilmesine rağmen ortadan kalkmadı. Tigran Araksların başına geçti ve topraklarını genişletmeyi sürdürdü. Merkezi Urartu olan Tigran Devletinde toplumsal yaşamda göçebe kültürü devam ediyor, av ve savaş eğlenceleri Tigran kültürünü oluşturuyordu. Tigran'ın egemenliği M.Ö. 64'de Roma istilalarına kadar sürdü. Sasaniler Dönemi Sasani Kralı Yezdigerd'in bölgede başlatmış olduğu dinsel baskılar sonucunda, Doğu Anadolu'da çatışmalar ve huzursuzluklar başladı. Sasanilerin Roma ve Bizanslılarla da çatışmaları olmuş, fakat Bizanslılar bu dönemde bölgeye yaptıkları seferlerden bir sonuç alamamıştır. Tam bu dönemde Müslüman Araplar bölgede yeni bir siyasal güç olarak görünmeye başlamıştır. Suriye, Irak ve Mısır'da egemenlik kuran Araplar 630 yıllarında İran'ı da ele geçirdiler. Halife Hz.Ömer 642'de Nihavent Savaşıyla bölgedeki Sasanlı egemenliğine son verdi . Arap dönemi Arapların Güneydoğu ve Doğu Anadolu'yu ellerine geçirmek amacıyla yaptıkları seferlerin ilki 638 yılına rastlar. Halife Hz . Ömer zamanında Iyas Bin Gazem komutasındaki Arap ordusu Van Gölü'nün kuzeyine kadar ilerledi . 642'de ise Habib Bin Mesleme komutasındaki ordu Van Gölü yöresinden kuzeye yürüyerek Divin'i aldıysa da Kars'ı ele geçiremedi. Kars yöresinin bir bölümü 646'da Araplar'a kendiliğinden teslim olmuş ise de, halkı Selçuklular'ın bu bölgeye geldiği 1060 yılına kadar 420 yıl boyunca Hıristiyan kaldı. Gregoryanlığı benimsemiş olan halk, kendilerini Ortodoks Bizanslıların dinsel baskılarından kurtaran Arap yönetiminden hoşnuttu. Ama Bizans İmparatoru 2. Konstantus 635'de 100.000 kişilik ordusuyla Erzurum ve Kars yoluyla Divin üzerine yürüdü. Bölgeyi yeniden Bizans topraklarına kattıktan sonra geri döndü. Bunun üzerine yöre halkı Malazgirt'teki Arap ordusuna başvurarak bölgeyi Bizanslıların elinden kurtarmasını istediler. Şam valisi Muaviye Bizanslılara karşı Araplarla birlikte savaşan Reştunili Teodoros'u bölge yöneticisi ilan etti ve Araplar yörede bir süre egemen oldular. Ancak, 657'de Araplar arasında çıkan anlaşmazlıklar üzerine Bizanslılar bölgeyi yeniden ele geçirdiler. Emevi Halifesi Abdulmelik Döneminde (685-705) Mervan Bin Muhammed komutasındaki Arap ordusu, Divin'i de ele geçirdi ve Bizanslıları yöreden çıkardı(693). Bu tarihten sonra bölge kesin olarak Arap yönetimi altına girdi. Ancak 771'de ağır vergilerden bunalan Hıristiyan Türkler Namıkonlu Artavasd önderliğinde Araplara karşı ayaklandılar. Abbasi halifesi Mansur , 722'de İsmail Bin Amirü'l - Harisi komutasındaki 30.000 kişilik bir orduyu Kars üzerine gönderdi. Hıristiyan Türkler yenildiler. Tarihte '' Bagrevand Savaşı'' diye anılan bu çatışmayı kazanan Araplar yöre Hıristiyanlarının başına Bagratlı Aşut'u getirdiler. Aşut'un yerine geçen oğlu Sembad , halifece patrik olarak atandı. Bagrat , II. Abbas döneminde (928'de) Kars Bagara ve Erasgavork'tan sonra Bagratlıların üçüncü merkezi oldu. III. Aşut , 962 de kendisine Ani'yi başkent seçince kardeşi Muşel'e merkezi Kars olan Vanand Beyliği'ni verdi. Bu durum, 1045'e kadar sürdü. Bu tarihte Bizans imparatoru IX. Konstantinos Monomakhos , Ani üzerine yürüdü. Önce Ani Bagratlılarını yendi. Kars Bagratlılarını da kendisine bağladı. Buralara asker yerleştirerek Türklerin ileri hareketlerini durdurmaya çalıştı.
  12. Hali vakti yerinde bir adam kalkar bulunduğu mahallesinden tanımadığı fakiri bol bir mahalleye ve o mahallenin bakkalına gider. Bakkala 'çıkar bakalım zimem (veresiye) defterini' der. Adam mahalle sakinlerinden kimseyi tanımadığı için defteri herhangi bir yerinden açar ve rastgele sayfaları yırtar ve sonra yırttığı sayfaları bakkala verir ve hesaplatır. Çıkan borcu öder ve o sayfaları alır gider. Bu hali vakti yerinde olan kişi kime yardım ettiğini bilmediği için büyüklenip başa kakma durumu olmaz. Borcu ödenen de kendine kimin yardım ettiğini bilmediği için en ufak bir eziklik yaşamaz. Biz bir zamanlar böyle bir milletmişiz. Şimdilerde ise yardım etmek reklam, yardım edilenler de bu reklamda figüran oldu, frozen arkadaşımızın da dediği gibi.
  13. Hali vakti yerinde bir adam kalkar bulunduğu mahallesinden tanımadığı fakiri bol bir mahalleye ve o mahallenin bakkalına gider. Bakkala 'çıkar bakalım zimem (veresiye) defterini' der. Adam mahalle sakinlerinden kimseyi tanımadığı için defteri herhangi bir yerinden açar ve rastgele sayfaları yırtar ve sonra yırttığı sayfaları bakkala verir ve hesaplatır. Çıkan borcu öder ve o sayfaları alır gider. Bu hali vakti yerinde olan kişi kime yardım ettiğini bilmediği için büyüklenip başa kakma durumu olmaz. Borcu ödenen de kendine kimin yardım ettiğini bilmediği için en ufak bir eziklik yaşamaz. Biz bir zamanlar böyle bir milletmişiz. Şimdilerde ise yardım etmek reklam, yardım edilenler de bu reklamda figüran oldu frozen arkadaşımızın da dediği gibi.
  14. Ben ne yazık ki Türkiye'de değilim, lakin sevgili jön'ün yazısını Türkiye'de yaşayan her arkadaşıma her tanıdığıma göndereceğim.
  15. Kadın-meta-başlık parası. Hadi düşünün bakalım!
  16. Allah ne azgınlığı arttırır ne de hidayeti. Bu iki kavram da insanın kendi vicdanı ile olan sorunlardır.
  17. Düşünmek için sizlere -abraham arkadaşımız olsun, BlackCADY arkadaşımız olsun, yamyam arkadaşımız olsun, ve diğerleri- (ve ben isimlerini saydığım bu arkadaşların görüşlerine katıldığım için şimdilik yazmayı askıya almış vaziyetteyim) sizlere o kadar çok malzeme veriyorlar ki düşünmek için... Ama şu var ki, sizler Kuran'da bulunan yanlışları, çelişkileri -cızzzz beden deri değiştirip değiştirip yakılır diye- doğru olarak kabul ediyorsunuz ve düşünme işini es geçip hazırı kabul ediyorsunuz. Ne de olsa masallara inanmış bir insan olarak Cehennem azabı baskın oluyor herhalde.
  18. Tehlikenin hangi yönden geldiğini bilmeyen ve bilmek istemeyenler bu tehlikeli yapının kurucularıdır.
  19. Bakın burada haklısınız, çocuksu ve yoğun duygusal bir şekilde Kuran'ın masallarına da bu kadar inanılmaz ki.
  20. Sayın 4mevsim, Almanya, Hollanda, İsviçre, Avusturya, İsveç vs. vs. vs. yani Avrupa ülkelerinin bir çoğu bildiğiniz gibi sosyal devletler. İşsiz kalırsanız işsizlik parası alırsınız, maaşınız geçiminize yeterli değilse parasal ek yardımlar alırsınız, çocuk parası alırsınız, çalışın çalışmayın sağlık sigortanız vardır ve hasta olduğunuz zaman size her hastane kapısını açar, devlet destekli bir çok gönüllü kurumlar vardır daha olmadı buralara başvurursunuz vs. vs. vs. Bu tür sosyal yardımlar hangi İslam ülkesinde vardır sorarım size? Bu ülkelerin devlet adamları bu sosyal yardımları tamamen şahıslara bıkakmamıştır, kanunlarla yürürlüğe sokmuştur. Bu durumda onlar bizden daha mı insancıl ya da daha mı müslüman?
  21. Ben duyduklarımla demeyeceğim -ki duyduğum, okuduğum o kadar olumsuz olay varken bile, ben sadece gördüklerimle diyeceğim, oruç insanın kuru kuru aç kalmasından, sıhhatini bozmasından, sinirlerini harap etmesinden başka bir işe yaramıyor. Muhammed'in zamanında ve daha sonraki yüzyıllarda endüstri çağı başlamadan ne fabrika varmış ne de başka bir şey. O zamanki insanlar için oruç tutmak daha bir kolaymış. İş yok güç yok. Yan gel yat oruç tut. Artık insanların bir ay oruç kaldıracak ne vakti var ne de sinirleri buna müsait. Hristiyanlar oruca çözüm bulmuşlar, ortaçağda 40 günlük olan oruç süresini sadece Cuma günü ile sınırlı kılmışlar ve bu Cuma günü et yemeği bırakmışlar. Ama artık bunu bile yapan çok az Hristiyan var. Fakir fukaranın neler çektiğini bilmek için oruca gerek yok, Allah'ın gözünde hoş gözükmekse maksat, bunu ibadet yoluyla değil insana insan muamelesi yaparaktan yerine getirmek çok daha mantıklıca diye düşünüyorum. Sevgili frozen, unuttuk değil, adam sendeci olduk. Ve haklısın, insanları figuran yapmadan yapılmalı ne yapılacaksa. Sosyal bir devlet değiliz ama olsak dahi bazı insanların bazi insanlara her zaman ihtiyacı olacak. Bunu sosyal devlet olan bazı Avrupa ülkelerinde de görüyoruz.
  22. Her bilgi insanın bakış açısını, ufkunu değiştirir. Ayrıca bilgi sadece düşünen sorgulayan biri olmak için değil, şıklar arasından doğru olanı seçebilmek için vardır. Bu şıklar arasından evrensel doğrularla örtüşen doğruları seçebilmek umudu ile...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.