Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

muki

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    1.848
  • Katılım

  • Son Ziyaret

muki tarafından postalanan herşey

  1. Ben zaten bana beğendirmeleri gerektiğini söylemedim. Lakin, hani sizler diyorsunuz ya, oruç bir yerde aç susuz insanların hissettiklerini hissetmek diye. Bütün bir gün aç bi ilaç gez, iftar vakti sofra tam tekmil olsun. Bu mu sizlerin aç ve susuz insanların neler çektiğini anlama yolları. Zengin döşenmiş bir İftar sofrasında yiyip içtikten sonra 'Allah'ım bize verdin onlara da ver' duası ile orucun anlamına -zengin sofra harici- renk katıyorsunuz. Sayın 4mevsim geçen yıllarda oruç tutmuyor diye dövülen, hırpalanan hatta öldürenlerin yanındamıydınız? Büyükşehir’den ‘onurlu’ Ramazan yardımı… İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bu Ramazan erzak kolileri yerine toplam 15 milyon YTL’lik alışveriş çeki dağıtacak. 25 YTL değerinde 600 bin adet alışveriş çeki dağıtacaklarını açıklayan Başkan Topbaş, “Bu çok daha onurlu, çok daha insani ve tercih yapabilme mutluluğu veren bir hizmet” dedi. Ramazan çadırı yerine mobil büfelerde iftar verilecek... Büyükşehir Belediyesi olarak bu sene Ramazan çadırı kurmayacaklarını açıklayan Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “11 tane mobil büfe ihtiyaç olan noktalarda yemek dağıtacak, iftar verecek. Belediyelerimizin Balkanlar ve Türkiye Cumhuriyetlerindeki yardım kervanları uygulaması da devam edecek” dedi. Siz buna karşılıksız vermemi diyorsunuz!? Bu örneklerden sadece bir tanesi. Reklam kokan, 'bak ben senin için bunu yapıyorum' diyen onurlu ve karşılıksız vermenin hazzı bu olsa gerek! Benim görevim değil diyen arkadaş bir yerde haklı. Sosyal bir devlet olsak kimse kimseye muhtaç olmadan yaşamını sürdürebilir. Ne yazık ki değiliz. Hani bunlar ne sorulur ne söylenir ama, siz neler yapıyorsunuz acaba? Kazancınızın kaçta kaçını fakir fukaraya dağıtıyorsunuz? Kimlerin sobasına kömür oldunuz? Oturduğunuz yerde kaç fakire ya da yurdun bir başka köşesindeki fakire ulaştınız?
  2. Ben bunu anlamıyorum, Atatürk'ün söyledikleri ne gibi yanlış anlaşılır??? Atatürk'ün bu ülke için ne istediği belli. Karmaşık, içinden çıkılamayacak, yoruma açık cümleler de kurmamış. Eeeee....????
  3. Tekrar dünyaya gelseniz yaptığınız/yaşadığınız neleri yapmak/yaşamak istemez, yapmadığınız/yaşamadığınız neleri yapmak/yaşamak isterdiniz? Ben anneme her an ölecekmişiz gibi daha bir dört elle sarılırdım.
  4. Sizlerinde bize türban takmıyoruz diye yan gözle bakıp cehenneme göndermeye hakkınız yok.
  5. muki

    Nevsehir

    YERALTI ŞEHİRLERİ Kapadokya gezisinin belkide en çok ilginizi çekecek bölümü. Kapadokya’da yumuşak tüf kayalara oyularak yapılmış çok sayıda yeraltı şehri bulunuyor. Bunların başlıcaları Kaymaklı, Derinkuyu, Özkonak , Mucur, Örentepe, Gümüşkent, Tatlarin, Ovaören ve Gökçetoprak’ta yer alıyor. Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı şehirleri en büyükleri. Nevşehir’in 21 km. batısındaki Kaymaklı yeraltı şehri ile ondan 9 km. sonraki Derinkuyu yeraltı şehrini gezmek için girişten itibaren var olan yön levhalarını izliyorsunuz. Şehrin giriş katında hayvanların bağlandığı yerler bulunuyor. Sonra da yiyeceklerin depolandığı bir başka bölüme geçiliyor. Yeraltı şehrinin her bir bölümü diğerine dar tünellerle bağlanıyor. Ve her giriş değirmentaşı biçimindeki hareketli kaya kapılarla kapatılabiliyor, bu şekilde düşman saldırılarından korunuluyor. Yeraltı şehrinin şarap yapımında kullanılan odaları da var. Şehir toplam 40 metre derinlikte 8 kattan oluşuyor. Şehrin mükemmel bir doğal havalandırma sistemi var. Ortak mutfağı ikinci katta. Gerek Kaymaklı’daki, gerekse Derinkuyu’daki yeraltı şehirlerinin tüm katları henüz ziyarete açık değil. Kaymaklı’nın 20 metre derinlikteki 4. katına, Derinkuyu’da ise 55 metre derinlikteki 8. katına inilebiliyor. Derinkuyu’nun toplam alanı 4.5 kilometrekare. Yaklaşık 20.000 kişinin yaşadığı tahmin ediliyor. Kaymaklı ise Derinkuyu’nun aşağı yukarı yarısı kadar. Yeraltı şehirlerinin yapımına hangi dönemde başlandığı kesin olarak bilinmiyor. Şehirlerin Hitit döneminde var olduğuna, Hristiyanlık döneminde de genişletildiği ve özellikle Arap akınlarına karşı korunmak amacıyla kullanıldığına ilişkin bilgiler var. Şehirlerin yiyecek depolamak amacıyla da kullanıldığı anlaşılıyor. Ayrıca akılalmaz doğal havalandırma sisteminden dolayı uzaylılar tarafından yapılmış olabileceğini iddia edenler bile var. Özkonak Yeraltı Şehri Avanos'a 14 km. uzaklıktaki Özkonak kasabasında bulunan yeraltı şehri, İdiş Dağı'nın kuzey yamaçlarında volkanik, granit bünyeli tüf tabakalarının oldukça kalın olduğu bir yerde yapılmıştır. Yeraltı şehri henüz tam olarak temizlenmemiş olup temizlendiği kadarıyla ziyarete açılmıştır. Kaymaklı Yeraltı Şehri Nevşehir'e 20 km. mesafede bulunan Kaymaklı kasabasındadır. 8 katlı olup ilk katı erken dönem tarihlenmektedir. Roma ve Bizans dönemlerinde de diğer alanların oyularak genişletilmesi suretiyle yeraltı şehri haline dönüştürülmüştür. Bugün 4 katı ziyarete açıktır. Tüf kayalara oyulmuş bu yeraltı şehri, bir kitlenin geçici olarak yaşayabilmesi için gerekli barınma şartlarına haizdir. Dar koridorlarla birbirlerine bağlanan oda ve salonlar, şarap depoları, su mahzenleri, mutfak ve erzak depoları, havalandırma bacaları, su kuyuları, kilise ve dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehlikeyi önlemek için kapıyı içten kapatan büyük sürgü taşları vardır. Derinkuyu Yeraltı Şehri Nevşehir- Niğde karayolu üzerinde ve Nevşehir'e 30 km. uzaklıkta bulunan Derinkuyu ilçesindedir. Kaymaklı yeraltı şehrinde olduğu gibi burada da büyük bir topluluğu içinde barındıracak ve ihtiyaçlarını karşılayacak mekânlar vardır. Bu yeraltı şehri 8 katlıdır. Kaymaklı yeraltı şehrinden farklı olarak burada misyonerler okulu, günah çıkartma yeri, vaftiz havuzu ve ziyaretçilerin ilgisini çeken kuyu mevcuttur. Yeraltı şehirleri sadece Kappadokia bölgesinin jeolojik oluşumlarına özgü yapılar olup diğer bölgelerde bu tür örneklere rastlanmamaktadır. Mazı Yeraltı Şehri Antik adı "Mataza" olan Mazı köyü, Ürgüp'ün 18 km. güneyinde, Kaymaklı yeraltı şehrinin ise 10 km. doğusundadır. Değişik yerlerde 4 girişi tespit edilebilmiştir; asıl girişi düzensiz taşlarla örülmüş koridor sağlamaktadır. Kısa koridordaki iri sürgü taşı, yeraltı şehrinin giriş çıkışını kontrol altına almaktadır. İç kısımdaki küçük oda, sürgü taşının rahat bir şekilde hareket etmesi için yapılmıştır. Yeraltı yerleşiminin geniş alanlarına yayılan ahırlar, diğerlerinden farksızdır. Ahırlardan kısa bir koridor vasıtasıyla yeraltı şehrinin kilisesine ulaşılmaktadır. Bu mekânın girişi sürgü taşı ile kapatılabilmektedir. Kilise apsisi, köşeye oyulmuştur ve cephesi kabartmalarla süslüdür. Özlüce Yeraltı Şehri Eski adı "Zile" olan Özlüce köyü merkezindeki yeraltı şehri, Nevşehir- Derinkuyu karayolu üzerindeki Kaymaklı kasabasının 6 km. batısındadır. Girişte bazalttan yapılmış, birbirine geçmeli iki kemerli mekân bulunmaktadır. Daha sonra yine moloz taşlarla örülü 15 m. uzunluğunda bir geçit vasıtasıyla asıl tüf kayaya ulaşılmaktadır. Yeraltı şehrine girişi sağlayan taştan yapılmış mekânlar, asıl yeraltı şehrini oluşturan kaya oyma mekânlara nazaran daha yenidir. Bu koridorun bitiminde 1.75 m. çapında sert granit taştan yapılmış sürgü taşı bulunmaktadır. Girişteki ana mekân, yeraltı yerleşiminin en geniş alanı olup iki bölümden ibarettir. Büyük mekânın sağında erzak depoları, solunda ise oturma odaları bulunmaktadır. Oldukça uzun olan galerilerin kenarlarında hücre tipi odalar, tabanlarda ise tuzaklar yer alır. Henüz ziyarete açılmamıştır. Tatlarin Yeraltı Şehri 1991 yılında ziyarete açılan yeraltı şehri ise, mekânlarının büyüklüğü, erzak depolarının sayısının ve kiliselerin çokluğu nedeniyle askeri garnizon ya da manastır kompleksini akla getirir. Yeraltı şehri oldukça geniş alanlara yayılmış, ancak küçük bir kısmı temizlenebilmiştir. Halen iki katı gezilebilen yeraltı şehrinin en önemli özelliği diğer yeraltı şehirlerinde pek bulunamayan tuvalete sahip olmasıdır. Kapadokya'da bulunan kervansaraylar Kapadokya İpek Yolu’nun üzerindeydi. Ticaret yolu olan bu yolda konaklama kervansaraylar ile sağlanıyordu. Bölgede iki önemli kervansaray var ve her ikisi de ziyarete açık. Ağzıkarahan, Aksaray-Nevşehir yolu üzerinde, 1231’de Selçuklular tarafından inşa edilmiş. Saruhan ise Avanos’un 5 kilometre kuzeyinde, 1217 yılında Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat tarafından inşa ettirilmiş. SARIHAN Sarıhan kervansarayı, doğu-batı bağlantısını sağlayan Aksaray-Kayseri güzergahının Nevşehir sınırları içinde kalır. Avanos ilçesinin 5 km güneydoğusunda, Ürgüp'ün ise 6 km kuzeyinde, Damsa vadisinde yer alır. II. İzzettin Keykavus zamanında - belki de onun tarafından - 1249 yılında yaptırılan Sarıhan 2000 m²'lik bir alanı kaplamaktadır. Sarıhan'da yapı malzemesi olarak sarı, pembe ve devetüyü renginde, oldukça düzgün kesme taşlar kullanılmıştır. Gerek anıtsal portalin, gerekse iç portalin kapı kemerlerinde iki renkli taşlar kullanılmış, böylece dekoratif bir görünüm sağlanmıştır. Üst kısımları yer yer yıkılan han, 1991 yılında restorasyonu tamamlanarak orijinal haline getirilmiştir. Selçuklu sultanları, sultanhanların en son örneklerinden olan Sarıhan'dan sonra han yaptırmamışlardır. AĞZIKARAHAN Aksaray Sultanhanı'ndan sonra Kapadokya'da ikinci durak Aksaray-Nevşehir karayolunun 15. km'sinde yer alan Ağzıkarahan'dır. Bulunduğu köyle aynı adı taşıyan kervansarayın, diğer adı da Hoca Mesud Kervansarayı'dır. Ağzıkarahan'ın 2 kitabesine göre yapımına zengin bir tüccar olan Hoca Mesud bin Abdullah tarafından 1231 yılında başlanmış, 1239'da tamamlanmıştır. Kervansaray'ın holü I. Alaaddin Keykubat, avlusu ise oğlu II. Gıyaseddin Keyhusrev zamanında yapılmıştır. Ağzıkarahan, portalleri, köşk mescidi, kuleleri ve diğer mimarî özelliklerinden dolayı kale görünümlü sultanhanlarını hatırlatmaktadır. Avlu ortasında anıtsal bir yapı gibi görünen ve dört kemer üzerine oturan köşk mescit, etrafında ise revaklı ve kapalı mekanlar yer alır. Ağzıkarahan süslemelerinde insan, hayvan ve bitkisel motiflerin tercih edilmemiş olması hana farklı bir özellik kazandırmıştır. Hanın dışında güney tarafında dikdörtgen planlı bir de hamamı bulunmaktadır. Ağzıkarahan, Karamanlılar ile Memreş adlı bir Türk beyi arasındaki çatışmada büyük tahribe uğramış, iki kulesi yıkılmış; 14. yüzyıl başlarında Kerimeddin Gazan Han tarafından yeniden yaptırılmıştır. Ağzıkarahan'a 17 km, Alayhan'a 12 km uzaklıkta olan Tepesidelikhan'ın diğer adı da Öresinhan'dır. Kapalı avlulu kervansaray grubundaki hanın kitabesi kayıp olduğundan kesin yapılış tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemekle birlikte, 13. yüzyılın üçüncü çeyreğine ait olabileceği araştırmacıların ortak görüşüdür. Portali ve kubbesinin bir kısmı yıkılmıştır. Ancak, pandantifli kubbenin etrafında yer alan birbirine simetrik üçer sütunla destekli beşik tonuzlu mekanlar oldukça etkileyicidir. Sultanların yaptırdığı ilk hanlardan olan ve Nevşehir'e 35 km uzaklıktaki Alayhan'ı, bugün Aksaray-Nevşehir yolu ikiye bölmüştür. Yazılı kaynaklarda adı geçen II. Kılıçarslan Kervansarayı'nın, bu han olması ihtimali bulunmaktadır. Genellikle açık ve kapalı bölümlerden oluşan sultanhanlarının bu örneğinin ne yazık ki açık bölümü tamamen yıkılmış, günümüze sadece üç sahınlı, yedi tonozlu kapalı bölümün bir kısmı kalabilmiştir. Geometrik motifli ve yedi sıralı mukarnaslı portalinde tek başlı, çift gövdeli arslan tasviri dikkati çeker. SOĞANLI VADİSİ Yörenin az bilinen ve keşfedilmesi gereken gizemli vadisi . Soğanlı Vadisi olarak anılan yerleşim alanındaki peri bacaları şekil ve bulundukları ortam itibariyle farklılıklar gösterirken, doğa güzelliği ile de ziyaretçilerini büyülüyor. Roma döneminden itibaren devamlı yerleşme görülen vadide yamaçları Romalılar mezarlık, Bizanslılar kilise olarak kullanmışlar. Soğanlı Köyünün kuzeye uzanan vadisi'nde en etkileyici yerlerin başında Kubbeli Kilise geliyor. Dev bir peri bacasının çok ustalıkla işlenmesi sonucu kubbeler oluşturulmuş. Kilisenin dışı mimari eseri, içi ise kayalar oyularak yapılmış şaşırtıcı tünel, merdivenler, dehliz ve koridorlarla içinden çıkılması güç bir labirenti andırıyor. Kilise, sesin nereden geldiğini belli etmeyen akustik bir yapıya sahip. 14. asırda son şeklini alan iki katlı Kubbeli Kilisenin iç kısımları diğer kiliselerde olduğu gibi fresklerle süslenmiş. Bölgede 850 yılında 200 civarında bulunan kilise ve manastırdan günümüze 50 kadarı ulaşabilmiş. Ancak bunlardan bir kısmının kapı ve pencereleri örülerek güvercinlik olarak kullanılmış. Yöre toprağının zayıf olması nedeniyle kayalara oyularak yapılmış güvercin yuvalarında güvercin beslenmiş ve elde edilen gübreler ile toprağın zenginleştirerek verimi artırılmaya çalışılmış. Bu yuvaların yerleri ağaçlar, yabani ot ve çiçeklerden, demir oksit içeren topraktan elde edilen kök boyalarla boyanarak belirginleştirilmiş. Göremenin dışında ikinci büyük Rahip merkezidir. Freskler 9-13.yy.aittir. Vadideki bazı Kiliselerde ne zaman yapıldığına dair tarih vardır. Bez Bebekler Bölgenin en ünlü ürünü renk ahenk kumaşlarla yapılan şirin ve sempatik bez bebekler, tüm bölgeye hakim olmuş. Kapadokya'nın geneline yayılan otantik bez bebekler Soğanlının önemli gelir kaynaklarından biri sayılıyor. Geleneksel olarak evlerde köy kadınları tarafından yapılan, tahta bir iskelet üzerine sarılan pamuk ve renkli bezlerle çeşitli büyüklüklerde üretilirken en son olarak basit yüz makyajı ile tamamlanıp tezgahlardaki yerlerini alıyor. Bez bebeklerin yanı sıra renkli yünlerle dokunup motiflerle süslenen eldiven, çorap, halı, heybeler de ilgi görüyor. Nevşehir’den Aksaray’a gelmeden 11 km. kala sola, güzelyurt yoluna dönerek yada Derinkuyu'dan sağa dönerek ıhlara vadisi'ne gidilebilir. Hangi yoldan giderseniz diğerinden dönün ve böylelikle her iki güzergahıda gezmiş olursunuz. Vadiyi bir uçtan öteki uca Melendiz çayı boyunca geçebilirsiniz. Uzunluğu yaklaşık 10 kilometre. Derinliği ise 80 metre. Bu kadar uzun bir yolu yürümek istemiyorsanız, köyü geçtikten sonra vadiye tepeden bakan lokantanın bulunduğu yere gidip, merdivenle aşağıya inebilirsiniz. Yüz metre derindeki vadiye merdivenle inip çıkmanın da biraz yorucu olacağını hatırlatalım. Kanyonun her iki yamacında kayalara yaklaşık 100 kilise oyulmuş. Kiliseler çoğunlukla 11. yüzyılda inşa edilmiş. En iyi durumda olup ziyarete açık bulunanları ise Eğritaş Kilisesi (Köyden yürüyerek veya merdivenle bir saatlik mesafede), Kokar Kilise (Çayın sol kıyısında, merdivene 1 km. uzaklıkta), Pürenli Seki Kilisesi, Ağaçaltı Kilisesi (Merdivenin hemen yakınında, Yılanlı Kilisesi (Köprüyle geçilen sağ tarafta), Bahattin Samanlığı Kilisesi (Belisırma Köyü girişinde, çayın sol kıyısında), Kırkdamaltı Kilisesi (Belisırma Köyüne 500 metre), Sümbüllü Kilise (Merdivenin sol tarafından 250 m. ileride). Direkli Kilise’dir (Belisırma Kilisesi karşısında manastır kilisesi). IHLARA VADİSİ Ihlara’da yapılacak gezinin keyifli olduğu kadar yorucu da olduğunu hatırlatalım. Hasandağı’ndan çıkan bazalt ve andezit yoğunluklu lavların soğumasıyla ortaya çıkan çatlaklar ve çökmeler kanyonu oluşturmuştur. Bu çatlaklardan yol bulan kanyonun bugünkü halini almasını sağlayan Melendiz çayına ilk çağlardan Kapadokya ırmağı anlamına gelen ‘Potamus Kapadukus” denilmekteydi. 14 km uzunluğundaki vadi ıhlara’dan başlar. Selime’de son bulur. Vadinin yüksekliği yer yer 100-150 m.dir. Vadi boyunca kayalara oyulmuş sayısız barınaklar, mezarlar ve kiliseler bulunmaktadır. Bazı barınaklar ve kiliseler yer altı şehirlerinde olduğu gibi birbirine tünellerle bağlantılıdır. Ihlara vadisi jeomorfolojik özelliklerinden dolayı keşiş ve rahipler için uygun bir inziva ve ibadet yeri, Savaş ve istila gibi olağanüstü zamanlarda ise gizlenme ve korunma yeri olmuştur. Ihlara vadisi kiliselerindeki süslemeler 6.yüzyılda başlayarak 13.yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Vadi boyunca yer alan kiliseler iki gruba ayrılabilir. Ihlara’ya yakın olan kiliselerin duvar resimleri Kapadokya sanatından uzak, doğu etkisi taşırlar. Belisırma yakınında yer alanlar, Bizans tipi duvar resimleri ile süslüdür. Ihlara Bölgesi’nde Bizans Dönemi’ne ait bilinen kitabelerin sayısı oldukça azdır. Belisırma köyüne 500 m. uzaklıktaki Aziz georgios (Korkdamaltı) Kilisesi’nde Selçukul Sultanı II.Mesud (1282-1305) ve Bizans İmparatoru II.Andronikos’un adlarını içeren 13.yüzyıla ait freks üzerine yazılmış bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe bölgeyi ellerinde bulunduran Selçukluların hoşgörülü yönetiminin varlığını kanıtlamaktadır. Ihlara Vadisi’nde yer alan ve resimleri en iyi korunmuş olan kiliseler Ağaçaltı, Pürenliseki, Kokar, Yılanlı ve Kırkdamaltı Kiliseleridir. GÜLŞEHİR Nevşehir merkezi veya Avanos’dan asfalt bir yolla ulaşabilirsiniz, Kızılırmak'ın güney kenarında yeralan antik adı 'Zoropassos' olan Gülşehir'in eski adı ise 'Arapsun'dur. Damat İbrahim Paşa'nın Nevşehir'e yaptığı imari, bir başka Osmanlı Sadrazamı Karavezir Mehmet Seyyid Paşa da Gülşehir'e yapmış 30 haneli Gülşehir'i bir külliye ile donatmıştır. Külliye cami, medrese ve çesmeden oluşmaktadır. Açık Saray Ören Yeri Nevşehir-Gülşehir yolu üzerinde, Gülşehir'e 3 km uzaklıktaki Açık Saray Ören Yeri, tüf kayalar içine oyulmuş sayısız mekanları, Roma Dönemi kaya mezarları, 9. ve 10. yüzyıla tarihlenen kaya kiliseleri ile önemli bir piskoposluk merkeziydi. Halk arasında "Haci Bektas Veli Mescidi" olarak adlandırılan mekanın mihrabının günümüze kadar korunmuş bir İslami yapı olması açısından dikkat çekmektedir.Kareye yakın planlı mescidin batı kesiminde yüksekçe nişler yeralmaktadır. Bu ören yerinde bulunan mantar biçimindeki peribacalarının benzeri yoktur. Aziz Jean Kilisesi Gülşehir'in hemen girişinde yer alan ve iki katlı olan Aziz Jean Kilisesi'nin alt katında kilise, şarap mahzenleri, mezarlar, su kanalı ve görevlilere ait mekanlar, üst katında ise İncil'den alınmış sahnelerle süslenmiş bir diğer kilise yer almaktadır.Alt kata ait kilise, tek apsisli, haç planlı, haç kolları, beşik tonozludur. Merkezi kubbesi çökmüştür. Süsleme açısından direk ana kaya üzerine kırmızı asi boyası ile stilize hayvan, geometrik ve haç tasvirleri resmedilmiştir. Üst kattaki kilise ise tek apsisli ve beşik tonozludur. Ana apsisteki resimlerin dışında oldukça iyi korunmuş olan kilise siyah bir is tabakası ile kaplıydı. Kilise restorasyonu ve konservasyonu 1995 yılında yapıldıktan sonra bugünkü haline gelmiştir. HACIBEKTAŞ Avanos'a 45 km. uzaklıkta olan Hacıbektaş, Kırşehir yolu üzerindedir. Nevşehir'in ilçelerinden Hacıbektaş'ın eski ismi Sulucakarahöyük'tür. Kapadokya'daki din turizminin bir başka türünü, bu defa Hıristiyanlığı değil, Müslümanlığı ilgilendiren yönü vardır. Adından da anlaşılacağı üzere, Hacı Bektaş Veli'nin dergahının bulunduğu yer olması nedeniyle, Sulucakarahöyük olan adı Hacıbektaş'a çevrilmiştir. Her yıl 16-18 Ağustos tarihlerinde düzenlenen Hacıbektaş Alevi şenlikleri, oldukça ilgi görmekte ülkenin her yerinden gelen Aleviler, çeşitli sanatsal etkinliklere katılmaktadır. Hacı Bektaş Veli'nin dergahının bulunduğu mekan Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki eklerle bugünkü halini almış ve Cumhuriyet döneminde Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasıyla müze haline getirilmiştir. İçinde Hacı Bektaş-ı Veli ve Balım Sultan Türbeleri'nin bulunduğu külliyede; cami, çamaşırhane, hamam, aş evi, konuk evi ve çeşmeler yer alır. Müze olarak ziyarete açılan külliye birbiri ardına sıralanan üç avludan ibarettir: Nadar Avlusu Büyük, kemerli bir kapı ile avluya girilir. Hemen sağda 1902 yılında inşa edilmiş 'Üçler Çeşmesi" yer alır. Aynı avlu içinde çamaşırhane ve hamam da bulunmaktadır. Dergah Avlusu Buraya 'Üçler Kapısı 'olarak adlandırılan bir kapı vasıtasıyla girilir. Kapının hemen sağındaki Çeşme 1554 tarihinde yaptırılmıştır, 1875 yılında Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın kızı tarafından Mısır'dan gönderilen aslan heykelinin yerleştirilmesinden sonra 'Aslanlı Çeşme' adını almıştır. Bu avluda Osmanlı Sultanı II. Mahmut zamanında, 1834 yılında yaptırılan bir Cami, dergaha gelen misafir ve yolcuların karşılandığı Konuk Evi ve Aş Evi yer alır. Meydan Evi'nin bitişiğindeki Kiler Evi'nin alt katında dergahın kıymetli eşyaları ve yiyecekleri depo edilmiştir. Hazret Avlusu Altılar kapısından girilir. Girişte hasbahçe, sağ tarafta derviş ve baba mezarları bulunur. Karşı tarafta Selçuklu mimarisi özelliklerini arz eden ve Orhan Gazi zamanında yaptırılan Hacı Bektaş Veli Türbesi yer almaktadır. Türbeye Selçuklu motiflerinden oluşan mermer bir kapıdan girilmektedir. Hacı Bektaş'ın inzivaya çekildiği Çilehane ve Kırklar Meydanı bu bölümdedir. Hacı Bektaş'ın yeşil sandukalı türbesi, çeşitli şamdanlarla donatılmış, kalem işi süslemeler ve yazı motifleriyle süslenmiştir. Kırklar Meydanı'nın doğusunda Horasan Erleri'nin mezarları, batı tarafta çelebilere ait olduğu söylenen mezarlar ile Güvenç Abdal'ın Türbesi bulunmaktadır. Hazret Avlusu'nun sağında 1519 yılında yaptırılan Hacı Bektaş'tan sonra gelen Balım Sultan Türbesi yer alır.
  6. muki

    Nevsehir

    Kapadokya tarihi boyunca doğal değişimlerin yanı sıra birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış, işte kronolojik sıraya göre bunlardan bazıları; (M.Ö.3000-1750) Asur Ticaret Kolonileri Çağı M.Ö. 2000-1750 yılları arasında Kuzey Mezopotamya'da yaşayan Assurlu tacirler Anadolu'da ticari koloniler kurarak ilk ticaret örgütünü oluşturmuşlardır. Bu ticaretin merkezi Kayseri'deki Kültepe, Kaniş-Karum'dur (Karum: Ticaretin yapıldığı pazar yeri). Belgelerde adı geçen ve yeri saptanabilen karumlardan biri de Karum-Hattuşaş'tur (Boğazköy). Zengin altın, gümüş ve bakır kaynaklarına sahip olan Anadolu, tunç alaşımı için gerekli olan kalay bakımından fakirdi. Tacirlerin beraberinde getirdikleri kalay, çeşitli kumaşlar ve kokular bu ticaretin ana malzemeleriydi. Hiç bir zaman politik üstünlüğe sahip olmayan tacirler yerli beylerin himayesi altındaydılar. Assurlu tacirler sayesinde Anadolu'da ilk defa yazı görülür. Kapadokya Tabletleri olarak adlandırılan Eski Assurca yazılmış çivi yazılı metinlerden, tacirlerin geliş yolları üzerindeki beylere %10 yol verdikleri, borçlu olan halktan %30 oranında faiz aldıkları, Anadolu krallarına sattıkları mal üzerinden %5 vergi verdikleri anlaşılmaktadır. Yine bu tabletlerde Assurlu tacirlerin Anadolulu kadınlarla evlendikleri ve nikah sözleşmelerinde Anadolulu kadınların haklarını koruyacak maddeler bulunduğu görülmektedir. Assurlu tacirler yazıdan başka silindir mühürler, madencilik, tapınak ve tanrı fikirlerini de Anadolu'ya getirmişlerdir. Böylece Anadolu'nun yerli sanatı, Mezopotamya sanatının etkisi altında gelişerek kendine has yeni bir sanat anlayışını ortaya koymuştur. Bu sanat daha da gelişerek Hitit sanatının temelini oluşturmuştur. (M.Ö.1750 - 1200) Hititler Dönemi M.Ö.II. binin başlarında Avrupa'dan Kafkaslar üzerinden gelerek Kapadokya Bölgesi'ne yerleşen Hititler, daha sonra yerli halkla kaynaşarak imparatorluk kurmuşlardır. Dilleri Hind-Avrupa dil grubundandır. Başkentleri Hattuşaş (Boğazköy) olan Hititlerin önemli şehirleri Alacahöyük ve Alişar'dır. Kapadokya Bölgesi'nde bulunan bütün höyüklerde Hititlere ait kalıntılara rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra Hitit İmparatorluk Dönemi'nde özellikle Kapadokya Bölgesi'nde stratejik açıdan önemli geçitlere ve su kenarlarındaki yüksek kayalara rölyef olarak işlenmiş anıtlar bulunmaktadır. Bu kaya anıtları sayesinde Hitit krallarının güneydeki ülkelere ulaşmak için geçtiği yolları saptamak olasıdır. Kayseri sınırları içindeki Erciyes Dağı'nın güneyinde yer alan Fraktin, Taşçı ve İmamkulu kaya anıtları tanrıların kutsanması, Büyük Kralın (Hattuşili III) ve Kraliçenin (Puduhepa) tanrılara minnettarlığını göstermesinin yanı sıra imparatorluğun gücünün sınırlarını gösteren birer propaganda anıtlarıdır. (M.Ö. 1200-700) Geç Hitit Dönemi Friglerin Orta Anadolu'nun önemli kentlerinin hemen hepsini yıkarak Hitit İmparatorluğu'nu ortadan kaldırılmasından sonra Orta ve Güneydoğu Anadolu'da Geç Hitit Krallıkları ortaya çıkmıştır. Kapadokya Bölgesi'ndeki Geç Hitit Krallığı ise Kayseri, Niğde ve Nevşehir'i içine alan Tabal Krallığı'dır. Bu döneme ait Gülşehir - Sivasa (Gökçetoprak), Acıgöl -Topada, Hacıbektaş - Karaburna Köyü'nde Hitit Hiyeroglifi yazılmış kaya anıtları bulunmaktadır. (M.Ö.585-332) Pers ve Kapadokya Krallığı Kimmerler'in Frig egemenliğine son vermesi sonucu Anadolu'da Medler (M.Ö. 585), daha sonra da Persler (M.Ö.547) görülür. Persler bölgeyi 'Satrap' adını verdikleri valilerce yönettiler. Eski Pers dilinde "Katpatuka" olarak adlandırılan Kapadokya bölgesi, 'Cins Atlar Ülkesi' anlamına gelmekteydi. Persler, Zerdüşt dinine bağlı olduklarından ve ateşi kutsal saydıklarından bölgedeki volkanları, özellikle Erciyes ve Hasandağı'nı, kutsal saymışlardır. Persler, Kapadokya'dan geçerek başkentlerini Ege'ye bağlayan,'Kral Yolu'nu geliştirmişlerdir. Makedonya Kralı İskender M.Ö. 334 ve 332 de Pers ordularını arka arkaya bozguna uğratarak bu büyük İmparatorluğu yıkmıştır. Pers İmparatorluğu'nu yıkan İskender Kapadokya'da büyük bir dirençle karşılaştı. İskender, komutanlarından Sabiktas'ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirince, halk buna karşı çıktı ve eski Pers soylularından Ariarathes'i kral ilan etti. Çalışkan bir yönetici olan I. Ariarathes (M.Ö.332-322) Kapadokya Krallığı'nın sınırlarını genişletti. İskender'in ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, Roma'nın bir eyaleti olduğu M.S.17 yılına kadar varlığını korumak için Makedonyalılarla, Pontuslularla, Galatlarla, Romalılarla mücadele etmiştir. (M.S. 17-395) Roma Dönemi M.S.1 7'de Tiberius Kapadokya'yı Roma'ya bağlayarak bölgedeki kargaşaya son verdi. Romalılar bölgeyi ele geçirdikten sonra batıya bir yol yaparak Ege'ye ulaşımı sağladılar. Bu yol hem askeri hem de ticari açıdan önemliydi. Roma egemenliği sırasında, yöreye gerek saldırı gerekse göç biçiminde doğudan gelenler oldu. Romalılar bu yeni gelenlere karşı 'Lejyon' adını verdikleri askeri birlikleriyle karşı koydu. İmparator Septimus Severus Dönemi'nde ekonomik bakımdan oldukça canlanan Kapadokya'nın merkezi Kayseri, daha sonraki yıllarda İran'dan gelen Sasaniler'in saldırılarına uğradı. Gordianus III bu saldırılara karşı şehrin etrafını surlarla çevirtti. Bu sırada Anadolu'da yayılmaya başlayan ilk Hıristiyanların bir kısmı büyük şehirlerden köylere göç etmeğe başladılar. Kayseri'nin önemli bir din merkezi haline geldiği 4. yüzyılda, kayalık Göreme ve çevresini keşfeden Hıristiyanlar, Kayseri Piskoposu da olan Aziz Basil'in dünya görüşünü benimseyerek kayalar içinde manastır hayatını başlattılar. (397-1071) Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesiyle Kapadokya Doğu Roma İmparatorluğunun etkisi altında kaldı. 7.yüzyılın ilk yıllarında Kapadokya'da Sasanilerle Bizanslılar arasında yoğun savaşlar oldu. Sasaniler bölgeyi 6 - 7 yıl kadar ellerinde tuttular. 651'de Halife Osman Sasanileri yıkınca bölge bu kez Arap-Emevi göçlerinin akınlarına uğradı. Uzun süredir devam eden mezhep çatışmaları III. Leon'un Müslümanlıktan etkilenerek ikonları yasaklamasıyla doruk noktasına ulaştı. Bu durum karşısında bazı Hıristiyan ikon yanlısı keşişler Kapadokya'ya sığınmaya başladılar. İkonoklasm hareketi yüz yıldan fazla sürdü (726-843). Bu dönemde birkaç Kapadokya kilisesi ikonoklasm etkisinde kaldıysa da ikondan yana olanlar burada rahatlıkla gizlenip ibadetlerini sürdürdüler. (1071-1299) Selçuklu Dönemi Oğuz Türklerinden Selçuk Bey'in kurduğu Selçukluların anavatanı Orta Asya'dır. 10. yüzyılda kuzeye doğru yayılan İslamiyet'i kabul eden Selçuklular, İslamiyet'i kabul etmemiş kavimlerle sürekli mücadele ederek egemenlik alanlarını genişletmeye çalışmışlardır. Bizans İmparatoru Romanos Diogenes'in Selçuk Bey'in torununun oğlu Alparslan'a 1071 yılında yenilmesi Bizans'ın gerilemesine, Anadolu'da yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. 1075 yılında Anadolu Selçuklu Devleti kurulur. 1082'de Kayseri fethedilir ve böylece Kapadokya Selçuklu hakimiyetine girer. Hıristiyanlığın önemli yerleşim ve yayılma alanı olan Anadolu, bundan böyle Kuzey Afrika'dan, Ortadoğu ve Yakındoğu'ya kadar uzanan İslam bölgelerine dahil olmuştur. Anadolu'nun Selçuklu Türkleri tarafından fethi, patrikhanenin idari etkinliğini etkilememiştir. Çünkü 13. yüzyıla ait İhlara Bölgesi'ndeki Aziz George Kilisesi'nin yazıtlarında Selçuklu Sultanı II. Mesud ve Bizans İmparatoru II. Andronicus'un adlarından övgüyle bahsedilmektedir. 13.yüzyılın sonunda Anadolu Selçuklu Devletinin zayıflaması üzerine Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde beyliklerortayaçıkar.1308yılındaMoğolkökenliİlhanlılar Anadolu'yu istila eder ve Kapadokya Bölgesi'nin önemli bir kenti olan Kayseri de yıkılıp tahrip edilir. Selçuklu sultanları Moğol yönetiminin etkisi altında kalırlar ve bağımsız hareket edemezler. Anadolu artık Türk boylarının kurduğu beylikler halinde idare edilecektir. Osmanlı Dönemi Kapadokya Bölgesi, Osmanlı Dönemi'nde de oldukça sakindi. Nevşehir, Damat İbrahim Paşa Dönemi'ne kadar Niğde'ye bağlı küçük bir köydü. 18. yüzyıl başlarında özellikle Damat İbrahim Paşa zamanında Nevşehir, Gülşehir, Özkonak, Avanos ve Ürgüp'te imar hareketleri gelişmiş; camiler, külliyeler, çeşmeler yaptırılmıştır. Özkonak kasabasının merkezinde Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selimdin doğu seferi sırasında (1514) yapılan köprü, Nevşehir'deki erken Osmanlı yapısı olması açısından önemlidir. Osmanlı Dönemi'nde de Selçuklu Dönemi'nde olduğu gibi yörede yaşayan Hıristiyanlara karşı hoşgörülü davranılmıştır . Ürgüp/Sinasos'taki 18.yüzyıla ait Konstantin - Eleni Kilisesi, Gülşehir'deki 19.yüzyıla ait Dimitrius adına yapılan kilise ve Derinkuyu'daki Ortodoks Kilisesi bunun en güzel örnekleridir. Kapadokya'nın olağanüstü şekil ve renklerinden bazı görüntüler: AVANOS Kızılırmak nehrinin her iki yakasında kurulmuş olan Avanos bölgenin turizm merkezlerinden biridir. İlçeye Kızılırmak hayat veriyor. Burası seramik atölyelerinin bulunduğu, toprağın şekillendirilip pişirilerek kaba kacağa dönüştüğü yerdir. Bu el yapımı parçaların hiç bir yerde bu kadar güzelini bu kadar ucuza bulamazsınız. İpek ve yün halı dokumacılığı da hem evlerde hem de modernleşmiş mağazalarda sürdürülür. Tarihi Hititler döneminde, kimi tarihçilere göre "Zu-Winasa, kimilerine göre ise "Nenassa" adını aldığı belirtilir. Yunan ve Roma dönemlerinde "Venessa", Bizans döneminde ise "Vanote" diye adlandılıyor. Selçukluların önemli kumandanlarından Evranos Bey'in adını aldığı; bu ismin ise Osmanlı döneminde Avanos olarak değiştiği öne sürülmektedir. Tarihçi Strabon'un belirttiğine göre Venessa, Kayseri (Mazaka) ve Kemerhisar'dan (Tyana ) sonra gelen Kapadokya Krallığı içindeki üçüncü politik ve dini öneme sahip bir yerleşim yeridir. Buraya yerleşmiş olan, tanrı Zeus ve Uranos kültürünün varlığından da söz edilmektedir. Bağcılık İlçede önemli uğraşlardan biri de bağcılıktır. Avanos’un yamaçlarına doğru bağlar, bahçeler yayılır, elde edilen üzümler sofralık olarak kullandığı gibi, mağaralarda, doğal depolarda şarap üretiminde kullanılır. Çömlekçilik Avanos'ta Hititler'den beri çarkla çanak-çömlek yapıldığı bilinmektedir. Bu el sanatı kavimden kavime, babadan oğula geçerek günümüze kadar gelmiştir. Avanos'un dağlarından ve Kızılırmak'ın eski yataklarından yumuşak ve yağlı kil topraklar elenir ve iyice yoğurularak çamur haline getirilir. Çark adı verilen ve ayakla döndürülen tezgah üzerindeki çamurun maharetle şekillendirilmesiyle istenilen çanak yapılmış olur. İşlik denilen atölyelerde üretilen çanaklar önce güneşte, daha sonra da gölgede kurutulduktan sonra, saman ve talaşla yakılan fırınlarda 800 dereceden başlayıp 1200 derece sıcaklık arasında özenle pişirilir. Yörede yemek kapları, su testileri, kışlık yiyecek saklamak için çömlekler ve küpler, su kükleri tanınan çanak ürünleridir. Avanos, günümüzde ''Kapadokya'nın El Sanatları ve Alış - veriş Merkezi'' olarak tanınmaktadır. GÖREME Göreme Peri bacalarının içinde yerleşim sürdüğü 2000 nüfuslu bir kasaba. Yörede Hıristiyanlık öncesi dönemden kalan mezar odalarını kayalar üzerinde görüyoruz. Göreme Açık Hava Müzesi'nde küçüklü büyüklü çok sayıda kilise ile keşiş yemekhaneleri, mezar odaları, kiler ve mahzen göreceğiz. Müze alanındaki manastırlarda VII. Yüzyıldan XII. Yüzyıla kadar kilise mimarisini izlemek mümkün. Düztabanlı beşik tonozlu, tek veya 3 apsisli, merkezi haç planlı mimariye göre yapılmış kiliselerin fresklerinde de yerel üslupları yansıtan resimleri izleyebilirsiniz. Göreme Milli Parkı Volkanik tüften oluşmuş ilgi çekici manzara yapısı içerisinde Bizans Kilise mimarisi ve dinsel sanat tarihinden önemli bir devri sergilemektedir. Bölgenin özelliklerinden burada yaşayanlar savaşların etkilerinden,merkezi idarenin otoritesinden uzak kalmayı başarabilmişlerdir. Ana ulaşım yollarına uzaklığı ve engebeli bir alan olması ,gizlenmek isteyen veya dini inzivaya çekilenler için uygun korunma yeri olmuştur. Manastır hayatı 3. yüzyıl sonları ile 4. yüzyıl başlarında başlamış ve hızla yayılmıştır. Manastırlar, kiliseler, şapeller,yemekhaneler ve keşiş hücreleri ,depo ve şarap yapım yerleri bulunan mekanlar oyulmuş,duvar resimleri ile süslenmiştir. Ayrıca saha içerisinde , Ürgüp ,Avcılar, Üçhisar, Çavuşini, Yeni Zelve yerleşimleri, Göreme yöresinin geçmişteki kültürüne uygun tarım ve köy hayatını yansıtan tarihi ve doğal bütünlüğü sağlayan sahaları teşkil eder. Yukarıda anlatılan; Göreme'nin eşsiz jeomorfolojik oluşumu , estetik manzara yapısının görsel değeri ile tarihi ve etnolojik yapısı Milli Parkın kaynak zenginliğinin ana başlıkları sayılabilir. UÇHİSAR Avanos-Göreme yolu üzerinde, Avanos'a 7 km uzaklıktadır. Bölgenin en yüksek noktasında yer alan ve en eski yerleşimin ne zaman başladığı bilinmeyen Uçhisar, yerleşim birimi açısından Ortahisar’a ve Ihlara Bölgesi’ndeki Selime Kalesi’ne benzemektedir. Uçhisar’ın kale olarak kullanımı Hititler döneminden başlıyor. Bizanslarda Arap akınlarından korunmak için kale olarak kullanmışlardır. Uçhisar Kalesi’nin zirvesi aynı zamanda bölgenin panoramik seyir noktasıdır. Kale içerisinde bulunan çok sayıdaki odalar birbirine merdivenler, tüneller ve koridorlarla bağlanmıştır. Odaların girişlerinde ise -tıpkı yer altı yerleşimlerinde olduğu gibi-giriş/çıkışı kontrol altına almaya yarayan sürgü taşları bulunmaktadır. Çok katlı bir özelliğe sahip olan Kale’nin bazı mekanları bugün yer yer göçtüğünden dolayı tüm mekanlara ulaşmak ne yazık ki mümkün olamamaktadır. Uçhisar’ın doğu, batı ve kuzeyinde yeralan bazı peribacaları Roma Dönemi’nde mezarlık amacıyla oyulmuştur. Girişleri genellikle batı yönüne bakan mezarların iç kısımlarında ölülerin yatırıldığı klineler bulunmaktadır. Gerek Kale’nin eteklerinde gerekse Kale’de çok az sayıda kaya oyma kiliseler tespit edilebilmiştir. Bunun nedeni belki de çok sayıda kilise ve manastıra sahip olan Göreme’nin Uçhisar’a yakın olmasındandır. Kale’nin zirvesindeki Bizans Dönemi’ne ait basit kaya mezarlar ise oldukça tahrip olduklarından ve soyulduklarınden pek özellik arzetmezler. Uçhisar Kalesinde Ortahisar ve Ürgüp’teki (Bşahisar) gibi kalesi olan yerleşimlerle savunma amacıyla çevreye uzanan uzun tünellerden bahsedimektedir. Fakat bu tüneller yer yer güçlüklerinden dolayı bugün esrarını hala korumaktadır. Kale ve çevresindeki peribacalarına ve yamaçlara mezarların dışında çok sayıda güvercinlikler de inşa edilmişti. Yeterli toprağa sahip olmayan Uçhisarlı çiftçilerin az topraklarına karşılık çok ürüne ihtiyaçları vardı. güvercin gübresinin tarımda verimi arttırdığını bilen Uçhisarlılar peribacalarının içlerine ya da vadi yamaçlarına güvercinlik inşa ederek bu sorunu çözmeye çalışmışlardır. ORTAHİSAR Nevşehir-Ürgüp karayolu üzerinde, Ürgüp'e 6 km. uzaklıktadır. En belirgin yapısı Etiler zamanında oyulmuş, 1200 m rakımlı 86 m yükseklikteki Ortahisar Kalesi'dir. Kale hem stratejik hem de yerleşim amacıyla kullanılmıştır. Kalenin eteklerinde Kapadokya'nın karakteristik sivil mimari örnekleri bulunmaktadır. Ayrıca hemen hemen tüm vadilerin yamaçlarına oyulan kaya depolarında yörede yetişen patates ve elma, Akdeniz Bölgesi'nden getirilen portakal ve limon saklanmaktadır. Ortahisar vadilerinde son derece ilginç manastır ve kiliseler bulunmaktadır. Bunlar Sarıca Kilise, Cambazlı Kilise, Tavşanlı Kilise, Balkan Deresi Kiliseleri, Hallaç Dere Manastırı’dır. ÜRGÜP Nevşehir’in 20 km doğusunda olan Ürgüp Kapadokya Bölgesinin önemli merkezlerindendir. Tarihsel süreç içerisinde çok sayıda isme sahip olmuştur. Bizans Döneminde Osiana (Assiana), Hagios Prokopios; Selçuklular Dönemi’nde Başhisar; Osmanlılar zamanında Burgut kalesi; Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren de Ürgüp adıyla anılmıştır. Ürgüp ve civarındaki ilk yerleşim antik adı Tomissos olan Damsa Çayı’nın doğusundaki Avla Dağı etekleridir. İngiliz Arkeolog Ian Todd’un burada yaptığı yüzey araştırması sonucunda çok sayıda obsidiyenden ve sileksten Paleolitik Dönem’e ait aletler bulmuştur. Daha geç dönemlere ait en önemli kalıntılar ise Ürgüp kasaba ve köylerinde bulunan Roma Dönemi’ne ait kaya mezarlardır. Bizans Döneminde de önemli bir dini merkez olan Ürgüp, köy, kasaba ve vadilerindeki kaya kiliselerin ve manastırların piskoposluk merkeziydi. XI. yüzyılda Ürgüp, Selçuklular’ın önemli kentleri Konya’ya ve Niğde’ye açılan önemli bir kale konumundaydı. Bu döneme ait iki yapı kentin merkezindeki Altıkapılı ve Temenni Tepesi Türbeleri’dir. Bir anne ve iki kızına ait olan ve XIII. yüzyılda yaptırılan “Altı Kapılı Türbe”, altı cepheli, her cephesinde kemerli pencereli ve üstü açıktır. Ürgüp’ün Temenni Tepesi’nde bulunan iki türbeden birinin, 1268 yılında Vecihi Paşa tarafından yaptırılan ve halk arasında “Kılıçarslan Türbesi” olarak da anılan Selçuklu Sultanı IV. Rüknettin Kılıçarslan’a, diğerinin ise III. Alaaddin Keykubat’a ait olabileceği düşünülmektedir. Ancak araştırmacılara göre bu olasılıklar oldukça zayıftır.
  7. muki

    Osmaniye

    Kastabala’nın oldukça iyi durumda günümüze ulaşan antik yapı kalıntıları arasında en önemlisi hiç şüphesiz sütunlu caddesidir. Kastabala’yı Karatepe-Aslantaş’a bağlayan asfalt yoldan yaklaşık 300 m. uzunluğundaki sütunlu caddenin bir kısmı görülmektedir. Bu cadde üzerine kalenin üzerinde bulunduğu kayalığın yanından geçip asıl iskan bölgesini oluşturan ve doğu-batı yönünde uzanan vadiye iner. Kent merkezi; batıda sütunlu caddenin başladığı yerde bulunduğu sanılan bir kapı tarafından sınırlanmaktadır. Güneyde, doğuda ve kuzeyde kentin kurulu olduğu vadiyi çevreleyen tepeler, kent merkezini sınırlamaktaydılar. Kent merkezinin ortasındaki sütunlu cadde batıdan doğuya arazinin eğimine uygun olarak yükselerek üzerinde birkaç tonozun görüldüğü bir yapı kalıntısının bulunduğu bölgenin kuzeyinden geçerek Propylon olduğu sanılan bir anıtsal kapıya ulaşmaktadır. Bu kapı kalıntılarının güneybatısında bulunan ve büyük bir yapıya ait olan mermer mimari parçalar bu tonozların büyük bir yapının altyapısı olduğu izlenimini vermektedir. 1890 yılında Kastabala’yı ziyareti sırasında Th. Bnet sözü edilen buluntuları bugünkünden çok daha iyi durumda görmüş ve burayı bugüne kadar yeri kesin olarak belirlenememiş olan Artemis Perasia tapınağının yeri olarak önermiştir. Bu alanın hemen batısında bulunan kuzey kilisesinde devşirme malzeme olarak kullanılmış olan Roma imparatorluk devri mimari parçaları dikkate alındığında burada büyük bir Roma devri yapısının bulunduğu anlaşılmaktadır. Propylon’dan geçtikten sonra doğuya yönelen sütunlu cadde bir terasa ulaşmaktadır. Terasın üzerinde bulunan adak yazıtları nedeniyle bazı araştırmacılar kentin ana tanrıçası Artemis Perasia tapınağının burada aranması gerektiğini önermektedirler. Bu terasın hemen altında doğu-batı yönünde kentin Stadion’u uzanmaktadır. Bu Stadion’un doğu ucu bir istinat duvarı ile sınırlanmakta olup batı ucunda kentin tiyatrosu bulunmaktadır. Tiyatronun güneyinde hamam kalıntıları görülmektedir. Stadion, tiyatro ve hamamın birbirlerine çok yakın bulunduğu bu alan kentin günlük hayatının merkeziydi. Artemis Perasia kültü ile ilişkili dini törenlerin yapıldığı ve komşu kentlerin sporcularının da katıldığı çeşitli oyunların oynandığı Stadion, Artemis Perasia kutsal alanı ile doğrudan bağlantılı olmalıydı. Şehrin güneybatı kesiminde görülen sütun gövdelerinin oluşturduğu sütun dizisi bazı araştırmacılar tarafından agora, bazıları tarafından da ikinci bir sütunlu cadde olarak tanımlanmaktadır. Kentin, güney, kuzey ve batısında çok sayıda mezar yapıları ve kaya mezarları görülmektedir. Kalenin bulunduğu kayalığın kuzey yamacında ulaşım kolaylığı sağlamak ve kalenin savunulmasını kolaylaştırmak amacıyla bir kaya kesiği açılmıştır. Ayrıca M.S. 6. yy.ın ilk yarısına tarihlenen iki kilise dikkati çekmektedir. Bunlardan kuzeydeki sütunlu caddenin hemen yanında inşa edilmiş olup, yapımında Roma imparatorluk devri yapılarından sökülen mimari parçalar kullanılmıştır. Her iki kiliseyi de ayrıntılı olarak inceleyen O. Feld bunları 6. yy.ın ilk yarısına tarihlemektedir. Kiliselerde erken Bizans devrinde Suriye’de yapılmış olan kiliselerin mimari özellikleri görülmektedir. Kentin su ihtiyacı Ceyhan nehrinin doğu yakasında bulunan Düziçi ilçesine bağlı Karagedik köyü civarındaki kaynaktan açık kaynaklarla getirilen suyun Nergis mahallesi civarında Ceyhan nehri üzerine inşa edilmiş bulunan sukemerleri üzerinde basınçlı su nakline yarayan taştan kapalı borular içinde Ceyhan nehri vadisinden taşınarak kente getirilmesiyle karşılanıyordu. Kastabala’da bulunan yazıtlar ve sikkeler kentte Artemis Perasia’nın yanı sıra, Asklepios ve Hygieia, Helios, Theos Pyretos gibi tanrıçaların da tapınım gördükleri belgelemektedir. Ayrıca ölmüş ve hayatta olan imparatorlar için diktirilmiş olan yazıtlı yuvarlak sunaklar Kastabala’da Roma imparator kültünün varlığını belgelemektedir. Kastabala’da bulunan yazıtlarda imparatorlar Caracalla, III. Gordian’nın yanı sıra Marcus Aurelius’un karısı Faustina’da Nea Hera olarak onurlandırılmaktadır. Yukarıda anlatılan tüm yapı kalıntıları ile Kastabala bugün bir arkeolojik ve doğal park olabilecek özellikleri taşımaktadır. 1994 yılında antik kentin içinden güney kilisesi ve sütunlu caddeyi tahrip olmasına yol açacak şekilde geçirilmek istenen birkaç metre genişliğindeki su kanalı kentin güney sınırında tahribata yol açmaya başladığı sırada fark edilerek ilgili makamların zamanında müdahalesi ile kentin batı kenarından beton taşıyıcı elemanlar üzerinde geçirilerek, tahribat en alt düzeyde tutulmaya çalışılmıştır. Kastabala harabelerinin içerdiği önemli tarihi ve arkeolojik anıtların her türlü tahribattan özenle korunması, yol gösterici ve açıklayıcı levhalar ile kolayca gezilir hale getirilmeleri halinde, yeni kurulan Osmaniye ilimizin bu güzide antik kenti Karatepe-Aslantaş, Kadirli-Flaviopolis ve Dilekkaya-Anazarbos ile birlikte Çukurova’nın doğusunda mutlaka ziyaret edilmesi gereken ören yerleri konumuna kavuşacaktır. KARATEPE - ASLANTAŞ GEÇ HİTİT KALESİ Kartepe-Aslantaş, Osmaniye ili, Kadirli ilçesi sınırlarında M.Ö. 8yy.da, yani Geç Hitit Çağında, kendisini Adana ovası hükümdarı olarak tanıtan Asativatas tarafın-dan, kuzeydeki vahşi kavimlere karşı bir sınır kalesi olarak kurulmuş, Asativadaya diye adlandırılmıştır. Kalenin batısında, güney ovalardan Orta Anadolu yaylasına geçit veren bir kervan yolu, doğusunda Ceyhan Irmağı (tarihi Pyramos) bugün ise Aslantaş baraj gölü yer almaktadır. Yüksek kulelerle donatılmış T-biçimli anıtsal iki kapı binası kale içine açılıyordu. İki kule arasında, üstü açık bir geçitten sonra bir eşiğin arkasında bazalttan mil yatakları içinde dönen anıtsal ahşap bir kapı aşılarak bir sahanlığa, bunun yanındaki iki yan odaya, gene sahanlıktan da kale içine giriliyordu. Güneybatı kapı binasının iç tarafındaki kutsal alanda çifte boğa kaidesi üstünde Fırtına Tanrısı’nın boy heykeli yer alıyordu. Kapı binalarının iç duvarları bazalt bloklara işlenmiş aslanlar, sfenksler, yazıtlar ile günün inanç ve yaşayışını sergileyen kabart-malardan oluşan duvar kaplamaları ile donatılmıştır. Bugüne kadar bilinen Fenike ve Hiyeroglif (Lucva) yazı sistemlerindeki en uzun çift dilli metin birer kere her iki kapı binasında Fenike’ce 3. bir örneği de kutsal heykel üzerine işlenmiştir. Böylelikle, Fenike metninin okunabilmesi sayesinde, henüz tam anlamıyla çözümlenmemiş olan, Anadolu’da M.Ö.2 bin yılının başlarına kadar geri giden hiyerogliflerin nihai çözümüne olanak sağlayan bir anahtar ele geçmiş oldu. İşte bu yüzdendir ki Karatepe-Aslantaş yazıtları Mısır hiyerogliflerinin okunmasını sağlayan ünlü Rosetta taşına benzetilmiş, uluslararası bir üne kavuşmuştur. M.Ö. 2.bin yılda Anadolu’ya hakim olan başkenti bugünkü Boğazköy (tarihsel Hattusas) olan Hitit İmparatorluğu M.Ö. 1200 yıllarında “Deniz Kavimleri” baskını sonucunda parçalanıp dağıldıktan sonra, Torosların güneyinde Malatya, Sakçagözü, Maraş, Kargamış Zincirli gibi bazı krallıklar kurul-muş, bunlar daha sonra, çeşitli aşamalarda Asurluların eline geçmiş yağmalanmışlardır. Asativatas'’ın hükümdarlığı işte bu döneme rastlar. Kurduğu kale de büyük olasılıkla Asurlular tarafından M.Ö. 720 sıralarında Salmanasar V. ya da M.Ö. 680 yıllarında Asrhaddon tarafından yakılıp yıkılmış ve terkedilmiştir. ASATİVATAS’IN SESLENİŞİ Ben gerçek Asativata’yım, Güneşimin adamı, Fırtına Tanrısının kulu, Avarikus’un büyük kıldığı,Adanava hükümdarı. Beni Fırtına Tanrısı Adanava kentine Ana ve baba yaptı, Ve Adanava kentini ben geliştirdim, Ve Adanava ülkesini genişlettim, Hem gün batısına, hem de gün doğusuna doğru. Ve benim günümde Adanava kentine refah, Tokluk, rahatlık tattırdım, Ve Pahara depolarını doldurdum, Ata at kattım, kalkana kalkan, Orduya ordu kattım, Her şey Fırtına Tanrısı ve Tanrılar için. Çalımlıların çalımını kırdım, Ülkede kötü olanları ülke dışına attım. Kendime bey konakları kurdum, Soyumu rahata kavuşturdum, Ve baba tahtına oturdum, Bütün krallara barış kurdum. Krallar da beni ata bildiler, adaletim, Bilgeliğim ve iyi yürekliliğim için. Bütün sınırlarımda güçlü kaleler kurdum, Kötü kişilerin , Çete başlarının bulunduğu sınırlarda; Mopsos evine boyun eğmeyenlerin hepsini Ben, Asativata, ayağımın altına aldım. Buralardaki kaleleri yok ettim, Kaleler kurdum, ta ki, Adanava’lılar Rahat ve huzur içinde yaşaya. Ve gün batısına doğru Benden önceki kralların alt edemediği Güçlü ülkeleri altettim. Ben Asativata, bunları altettim, Kendine kul ettim, Ve onları ülkemin gün doğusuna doğru, Sınırlarımın içine yerleştirdim, Adanava’lıları da buraya yerleştirdim. Ve günümde Adanava sınırlarını Gerek gün batısına, Gerekse gün doğusuna doğru genişlettim. Öyle ki, önceleri korkulan yerlerde, Erkeklerin yola gitmekten korktukları yerlerde Günümde kadınlar kirmen eğirerek dolaşmaktadır. Ve benim günümde bolluk, tokluk, Rahat ve huzur vardı, ve Adanava Ve Adanava ülkesi huzur içinde yaşıyordu. Ve bu kaleyi kurdum, Ve ona Asativata adını vurdum, Fırtına Tanrısı ve Tanrılar Beni buna yönelttiler, ta ki bu kale Adana ovasının ve Mopsos evinin Koruyucusu olsun. Günümde Adana ovası topraklarında Bolluk ve huzur vardı, Adanava’lılardan Günümde kılıçtan geçen kimse olmadı. Ve ben bu kaleyi kurdum, Ona Asativata adını vurdum, Oraya Fırtına Tanrısını yerleştirdim Ve ona kurbanlar adadım: Yılda bir öküz, çift sürme zamanı bir koyun, Güzün bir koyun adadım. Fırtına Tanrısını taktis ettim, Bana uzun günler, sayısız yıllar Ve bütün kralların üstünde Büyük bir güç bahşetti Ve bu ülkeye yerleşen halk öküz, sürü, Bolluk ve içkiye sahip oldu, Dölleri bol oldu, Fırtına Tanrısı ve Tanrılar sayesinde Asativata’ya ve Mopsos evine kulluk ettiler. Ve eğer krallar arasında bir kral, Prensler arasında bir prens, Hatırı sayılır bir insan Asativata’nın adını bu kapıdan siler, Buraya başka bir ad yazar, Bunun ötesinde bu kente göz diker Ve Asativata’nın yaptığı bu kapıyı yıkar, Yerine başka bir kapı yapar Ve ona kendi adını vurursa, Aç gözlülük, kin ya da hareket amacıyla Bu kapıyı yıkarsa, O zaman Gök Tanrısı, Yer Tanrısı Ve evrenin güneşi Ve bütün Tanrıların gelen kuşakları Bu kralı, bu prensi Ya da hatırı sayılır kişiyi Yer yüzünden sileceklerdir. Yalnızca Asativata’nın adı ölümsüzdür, Sonsuza dek, Güneşin Ve ayın adı gibi. TOPRAKKALE KALESİ Kale ilk çağlarda Çukurova’yı Suriye’ye bağlayan Amanos/Demirkapı geçidini kontrol altında tutmak amacıyla inşa edilmiştir. Ceyhan, Osmaniye, Dörtyol yol ayrımına ve güneydeki geçide hakim 75 m. yüksekliğindeki bir kayalığın ve buna eklenen yığma tepenin üzerindedir. Girişinin batı yönündeki kayalığın üzerinde bulunması, kalenin önceleri bu kayalık alanla sınırlı olduğunu düşündürtmektedir. Doğu ve kuzey yönlerinin toprak dolgu olması ise, bu kısımların daha sonraki dönemlerde inşa edilmiş olduğunu ve kalenin adını bu yığma tepeden almış olabileceğini akla getirmektedir. Kalenin ilk konumlandığı batı yakasındaki kayalıkta daha önceki dönemlere ait yerleşme izleri bulunmuyor ise, kaleyi M.Ö. 2000’li yıllara Hitit dönemine tarihlemek gerekmektedir. Bu durumda inşa gerekçesi güneyden gelecek Asur akınları olmalıdır. Kalenin içinde bulunduğu Doğu Kilikya bölgesinin tarihçesi daha sonraki dönemlerde şöyle gelişmiştir: M.Ö. VIII. yy. sonu -Asurlular M.Ö. VII. yy. sonu -Medler M.Ö. 333 -Makedonya Krallığı M.Ö. 312 -Selevkaslar M.Ö. 83 -Ermeni Krallığı M.Ö. 64 -Roma İmparatorluğu M.S. 750 -Abbasiler M.S. 963 -Bizanslılar M.S. 1095 -Selçuklular M.S. 1097 -I. Haçlı Orduları M.S. XII: yy. başı -Ermeni Beyliği M.S. 1220 -Selçuklular M.S. 1243 -Moğollar M.S. 1275 -Memlükler M.S. 1337 -Oğuz Türkleri Üçok Kolu M.S. 1352 -Ramazanoğulları Beyliği M.S. 1375 -Üçok Kolu Kınık Boyu M.S. 1516 -Osmanlı İmparatorluğu 24 Oğuz boyundan biri ve Anadolu’dakilerin en önemlisi Kınık boyu, Selçuklu hanedanını çıkartmıştır. Anadolu’nun ve özellikle Çukurova’nın fethinde önemli rol oynamıştır. XV. yy. başlarında Çukurova’da batıda Ceyhan, doğuda Osmaniye, kuzeyde Ceyhan ırmağı, güneyde alçak bir dağ silsilesinin çevirdiği ovada yerleşmişlerdir. Bu yöre XIX. yy. sonuna kadar Kınık kazası olarak adlandırılmıştır. Kaza merkezi ise, o dönemde Kınık kalesi adıyla anılan Toprakkale ve batı bitişiğinde bulunan Kınık kasabasıdır. Bu kasabanın yeri ve dolayısıyla kalenin gerçek adı Prof. Dr. Faruk SÜMER’İN 1960’ların başlarında Osmanlı tarihi defterlerinde yaptığı incelemeler ve bölgede yaptığı araştırmalar sonucu saptanmıştır. Prof. Dr. Faruk SÜMER bu saptamasının gerekçesini Evliya Çelebi seyahatnamesinin aşağıdaki bölümünde de bulmuştur. “Evsaf kal’a-i Kınık : ..... sene tarihinde Ramazanlı, Ermen padişahları elinden kabza-yi teshire alup karibul ahd zulüm ve taddi sebebi ile halkı perişan olup kal’a hali ve muattal kalmıştır. Amma hala üstad mühendis destinde çıkmıştır ve bir bina-yı zibadır ve şekli müdevverdir. Lakin yukaru çıkub ne cirimde idüğü malümum değildir. Anı ubür idüb yine şarka bir saat gidüp, evsaf-ı kala-i Çanakçı-....... (Seyahatname-İstanbul 1935, Syf. 342)”. Evliya Çelebi bu yöreden 1670’lerin sonlarında geçmiş, Kınık kalesinin “zulüm ve teaddi” nedeniyle boşaltıldığını belirtmiştir. Dolayısıyla bu yerleşmeye adını veren Kınık boyunun burada, XV. yy. başından XVII: yy. başındaki isyanlar dönemine kadar yaklaşık 200 yıl barındığı ortaya çıkmaktadır. 1519 yılında yapılan tahrire göre Kınık kasabası ve kazasında Ermeni azınlık bulunmamaktadır. 1522 yılında Kınık kasabasında Yunus Dede (15 evli, 2 bekar) ve Hamace oğlu Selman (139 evli, 3 bekar) adlı iki mahalle bulunmaktadır. 1547 yıllında Kınık kasabasında 5 mahalle vardır. Yunus Dede (21), Selman (77), Cami (108), Dursunlu (63), Bayram Fakih (15). XVI. yy.da Kınık kazasına bağlı köy ve ekinlik sayısı 75’tir. Kalede yapılan ön araştırmada şu özellikler saptanmıştır: Kalenin etrafında savunma hendeği bulunmamaktadır. Güney ve güneydoğu yönünde ikinci bir surla tahkim edilmiştir. Surlar ve 14 adet burç, bazalt taşından örülmüştür. Batı yakasındaki düzlükteki yerleşme (Kınık kasabası) ile kale arasında inşa edilmiş merdivenli bir geçidin kalıntıları bulunmaktadır. Kale içerisindeki cephanelik ambar, sarnıç, tuvalet, hamam ve şapel kalıntıları mevcuttur. KAYPAK (SAVRANDA) KALESİ Osmaniye’nin doğusunda, Kaypak yolu üzerinde 30 km’lik asfalt yol ile bağlıdır. Kalecik barajının yanında yer almaktadır. Kalenin çevresi 800 metredir. Dikdörtgen biçiminde olup surları 7-10 metre, burçları ise 8-10 metre yüksekliktedir. 12 burcu ve kulesi vardır. Kale Romalılardan kalmadır. Osmaniye’den Gaziantep’ e giden transit yolun 30. km.den sağa sapıp Kaypak bucağına giderken yolun kenarında tatlı bir eğimle akan Kaypak çayının güney sırtlarında inşa edilen kalenin çevresi 800 metre kadardır. Araziye uydurularak dikdörtgen biçimde kurulmuştur. Güneydoğu, kuzey ve batı yönlerini Kaypak çayının keskin yamaçlarına, doğusunu sert kalkerli kayaların dikleşen böğrüne dayayarak o taraflardan gelecek tehlikeleri bu şekildeki tabii setrelerle önlemiş bulunmaktadır. Bütün gücünü güneydeki bir noktaya veren Savranda kalesi bu yöndeki sur ve burçları aşılması güç denecek derecede yükseltilmiştir. Bu sebeple kaleye açık bulunan tek kapısından girilir. Tabandan itibaren kayalar üzerinden oyulan merdivenler bu kapıya kadar yükselir. Etrafında müdafaa suru veya hendeği yoktur. Kale içerisindeki düzlük çam ağaçları ile kaplıdır. Kale meydanında su sarnıçları, bina kalıntıları vardır. Güneyden kuzeye doğru girişin devamı olan ince bir yol uzanır. Kuzeye bakan surun dibinde 2 metre tabii setreli bir geçit, Kaypak çayına kadar iner. Burçların içleri boş, ikişer katlıdır. Hepsinin altından kale meydanına açılan kapılar bulunmaktadır. Surun üzerinden geçen yol, burçları birbirine bağlamıştır. Çamların arasından fışkırırcasına yükselen kale, tabiat güzellikleri ortasında görülmeye değer bir durumdadır. Ortaçağ kalelerindendir. Bir çok defa yenilenmiştir. KORSAN KENTİ Nur Dağlarında, Küllü Köyünün batısında tek çıkışı olan çok sarp ve geniş bir tepenin üzerindedir. Çok sayıda sarnıç olması nedeniyle halk arasında buraya “Sarnıç” denilmiştir. Kilikya valisi Çiçeron ‘un verdiği bilgiye göre Roma İmparatorluğunun kuruluş yıllarında M.Ö. 1 yy. da kendilerine (Özgür Kilikyalılar) adını veren Selefkof korsanlarının kuruduğu kenttir. Adına da (Pindenissium) denilmiştir. Antik devirde İsos limanına gelen gemileri soyan korsanlar sonra da buraya kaçıyor ve saklanıyorlardı. Kentin nekroholü 3 km. güneyindeki (Gavurören) adı verilen kaya oyma mezarlardır. Sarnıç’a ve Gavurören’e Küllü’den sonra yaklaşık 2 km. kadar bir patika yoldan ulaşılmaktadır. Yaylaları Çukurova’da ve Osmaniye’de yaylacılık geleneği ve buna bağlı olarak yayla turizmi çok yaygındır. Yaz aylarında 40 C yi geçen hava sıcaklığı nedeniyle halk 2100 m. ye ulaşan yükseklikteki doğa güzelliği ve zenginliği nedeniyle (Botanik bahçesi) gibi olan dumanlı dağlara, Torosların Çukurova’ya bakan yamaçlarındaki yaylalara çıkarlar. HEMİTE KALESİ Ceyhan Nehri kenarında aynı adı taşıyan köydedir. Ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Osmaniye’nin 20 km kuzey batısında bulunan Hemite kalesi, il merkezine asfalt yol ile bağlıdır. Yılan kale ve Toprakkale gibi iki ünlü kalenin görüş ve kontrol alanı içerisindedir. İkişer katlı 20 burçtan ibaret surlar 8-10 metre yükseklikte ve 1500 metre uzunluğundadır. Romalılardan kalan tiyatro, tapınak ve hamam dış surların içindedir. BABAOĞLAN KALESİ Ovada, aynı adlı köyün hakim bir tepesi üzerindedir. Ata binmiş süvari kabartması nedeniyle kalenin Hierapolis-Kastabala kentinin kurucusu ve kralı Tarkondimotos tarafından M.Ö. 39’da yaptırıldığı sanılmaktadır. ÇARDAK KALESİ Osmaniye’nin doğusunda ve 6 km’lik uzaklıktadır. Kale, Çardak köyünün üst tarafında 200 metrelik sarp bir tepe üzerindedir. Çardak köyünden yaya olarak gidilebilir. Kale, dikdörtgen biçiminde ve 10 burçludur. Romalılardan kalma bir kaledir. ÇEM KALESİ Sumbas ilçesi Mehmetli beldesine 4 km. mesafede, yüksek kayalıkların üzerine kurulmuş, ortaçağ kalelerindendir. DİĞER KALELER Kötü Kale : Gebeli mahallesinde, doğuda 1 km uzaklıktadır. Dereobası Kalesi : Dereobası köyü merkezinde, güneyinde küçük bir kale ve doğusunda ikinci bir kale vardır Mitisin Kalesi : Zorkun merkezine yaklaşık 2 km uzaklıkta ve kuzeydedir. Mitisin yaylasından sonra yürüyerek gidilir. Fenk Kalesi : Zorkun yolunda, Olukbaşı yaylasını geçince, sol tarafta yaklaşık 3 Km. uzaklıktadır. Her türlü araçla gidilebilir. Karakışla Kalesi : Osmaniye şehrinin güneydoğusunda,eski Hurma köy yerine 6 Km uzaklıktadır. Kırıklı Kalesi : Osmaniye merkezinin doğusunda ve Kırıklı köyündedir.
  8. muki

    Osmaniye

    Çukurova’nın doğusunda yer alan Osmaniye ilimiz, binlerce yıl yerleşim görmüştür.Buraların tarihi, bilinen en eski dönemlere kadar uzanmaktadır. Osmaniye ilinin tarihini yazmak için iki farklı tarihsel süreç incelenmelidir. Osmaniye kent tarihi ve Osmaniye ili sınırları içerisinde kalan bölgenin tarihi olarak, iki farklı tarihçe vardır. Osmaniye’nin kent tarihinden önce, bölge tarihini incelemeliyiz. İlk çağlardan itibaren Hitit, Asur, Pers, Grek, Roma, Bizans gibi devletler ile bazı kavimlerin yaşayışlarına sahne olmuştur. Daha sonra Emevi ve Abbasilerin yaşadığı bu topraklara, Türklerin Anadolu’yu fethi ile 1080 yıllardan itibaren Türk aşiretleri gelmiştir.12 yy. başlarından itibaren bölge Türk yurdudur. Aslantaş Baraj gölü altında kalan Domuztepe’nin güney ve batı yamaçlarında Neolitik, Kalkolitik, Tunç ve Demir çağlarına ait yerleşimler ortaya çıkarılmıştır. Kadirli ilçesinde bulunan Topraktepe höyük, Taşlı höyük, İspir höyük, Tırmıl höyük ve Cevdetiye beldesinde Karataşlı höyük bulunmaktadır. Yapılacak araştırmalarda bu kadar verimli toprak ve sulak alanların olduğu bölgede, çok sayıda höyük, gün yüzüne çıkmayı beklemektedir. Akad Kralı Sargon ( M.Ö. 2340 – 2284 ) tarihsel içerikli yazıtlarında Amanus ve Toros Dağlarına, yani Anadolu’nun güneydoğu sınırlarına geldiğinden söz eder. Sargon’dan sonra bir başka Akad kralı olan Naramsin ( M.Ö. 2260 – 2223 ) de, yazıtlarında Anadolu sınırlarına kadar varan askeri seferler yaptığını anlatmaktadır. Boğazköy Naramsin Tabletlerinde “Sedir Ağacı (Amanos) kralı İskuppu” adı geçer. M.Ö 3. bin yılı Mezopotamya kaynaklarında “Amanum”, Hitit imparatorluk devri tabletlerinde “Amana”, M.Ö. 4 – 7 yy. Asur yazıtların da “Hamanu”, Klasik çağ kaynaklarında “Maurun Oros”, Haçlılar devrine ait batı kaynaklarında “ Montana Migra”, İslam devri kaynaklarında ise “ Cebel’ül lukkam” olarak kaydedilen bölge; halkın Gavur dağları dediği, coğrafyacıların adlandırması ile Amanos’lardır. Gökçedam köyü, Hemite kalesinin 500 m güneyindeki kayalıklara işlenmiş Kral kabartması ve Babaoğlan kalesinin 300 m. uzağındaki tepede şaha kalkmış at üzerindeki kişi ve onun karşısında dua eder vaziyetteki kişi betimlemeleri, Hitit kral kabartmalarına benzemektedir. Hitit yazılı kaynaklarında bu bölge kralları ve halkından sıklıkla söz edilir. Geç Hitit Kent Krallarından Asativata ( M.Ö. 8 yy.) Karatepe’de bir sınır kalesi kurmuştur. M.Ö. V. ve IV yy. Anadolu’ya egemen olan Persler, Çukurova’nın doğusuna da egemendiler. M.Ö. IV. yy. sonu ve M.Ö. I yy. ortaları arasında bölgede hakim güç Seleukoslardır. M.Ö. 333’de Büyük İmparator İskender IV. Dariusu Dörtyol ovasında yenmiştir. Kaya mezarları, nekropol alanları, Kalelerin bazılarının temellerindeki taş malzeme ve duvar işçiliği ile ortaya çıkan mimari öge kalıntıları Helenistik dönemde de buraların yerleşim gördüğünü gösterir. Amanos Kilikya’sında Prokonsüllük yapmış olan, meşhur hatip ve devlet adamı Çiçero’nun M.S. 51’ de yazdığı mektupta da Amanos’lardan bahsedilmektedir. Roma İmparatoru Mark Antony ( M.Ö. 39 – 31 ) tarafından yerel kral seçilen Tarkandimotos’un kurduğu ve başkent yaptığı Hierapolis-Kastabala kenti ile, Kadirli ilçesinin üzerine kurulduğu Flaviopolis kenti Roma dönemi eserlerindendir. M.S. 260 yılında bölgeyi Sasani Kralı I. Şapur ele geçirmiştir. M.S. 380 yılında Roma’ya başkaldıran Isaurialı Balbinos’un kontrolüne geçmiştir. 524 yılındaki depremde tüm Kilikya kentleri tahribata uğramıştır. 561 yılında İmparator Justinianus zamanında ikinci bir deprem Kilikya’da ki tüm kentleri yerle bir etmiştir. Bunun ardından çıkan veba salgını kentlerde ve kırsal alanda büyük can kaybına yol açmıştır. M.S. 7 yy.dan itibaren Anadolu’yu Arap devletlerinin elde etme tutkusu oluşmuştur. Bu dönemlerde Avrupa’dan gelen tamamı farklı milletlerden, ama, Hırıstiyan olan Haçlılar ile, Emevi, Abbasi ve Türkler arasında bu bölgede büyük savaşlar yaşanmıştır. Abbasi Halifesi Harun Reşit döneminde bölgedeki önemli kale ve yerleşim yerleri yeniden yaptırılmış ve onarılmıştır. Selçuklular zamanında Anadolu’ya gelen Türklerden bir kısmı Adana ovasına inmiş ve daha sonra Haraz mevkiinde ilk kez köy olarak Osmaniye’yi kurmuşlardır. M.S. XI ve XII yy. da bölgeye bir dönem Haçlılar hakim olmuştur. M.S. XIV yy başlarına kadar yerel Ermeni kralları bölgede hüküm sürmüştür. M.S. 1332’den sonra bölge tamamen Memlüklerin kontrolündedir. 1352’de Ramazanoğulları beyliğinin, 1517’den sonra da Osmanlı devletinin yönetimine geçmiştir. Buralara hakim olan aşiret beylikleri, sancak halinde teşkilatlandırılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman devrinde ise bu sancak, Üzeyirli adıyla önce Zülkadriye eyaletine, sonraları da Halep eyaletine bağlanmıştır. 19 yy. başında Kavalalı Mehmet paşa bu yöreyi ele geçirmişse de, 1840’da Kütahya Anlaşmasıyla tekrar Osmanlılara geri verilmiş ve Adana eyaletine bağlanmıştır. Osmaniye’nin kent tarihçesi 1865’ten sonra başlar. Merkezi yönetimin otoritesini kurmak, gezgin halde bulunan, merkezi hükümeti tanımayan, vergi ve asker vermeyen aşiretleri iskan ederek, disiplin altına almak için 1865 de Fırka-ı İslahiye adlı bir askeri kuvvet oluşturulmuştur. Cevdet Paşa vezir payesi ile bölgeye tayin edilmiş ve fırka-i İslahiye onun emrine verilmiştir. O sırada Adana’ya bağlanan Payas sancağının merkezi 1877 ‘de Yarpuz’a nakledilmiş ve arazinin verimli olmasından ötürü de Gavur Dağına Cebel-i Bereket ( bereket dağları) adı verilmiştir. Payas ve Osmaniye kazaları da bu sancağa bağlanmıştır.2. Meşrutiyetin ilanından sonra sancak merkezi Osmaniye’ye nakledilmiştir. 1. Dünya savaşının sonunda yenilen Osmanlı Devletinin topraklarının bu bölümünü Fransızlar işgal etmiştir. İşgale direnen halk ve ağır kayıplar veren Fransızlar, Türkiye ile 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşmasını imzalayarak bölgeyi terk etmeye başlamışlardır. 7 Ocak 1922 ‘de Osmaniye’den çekilerek geldikleri gibi geri gitmişlerdir. Bu sebeple her yıl 7 Ocak Osmaniye’nin Düşman işgalinden Kurtuluş Günü olarak kutlanmaktadır. Cebelibereket Sancağı, 1877 yılında Gavur dağlarının asayişini sağlamak için kurulmuştur. 30 yıl Yarpuz’ da, 15 yıl da Osmaniye’de konuşlandırılmıştır. 1923’de Cumhuriyetin ilanı ile Sancakların vilayete dönüştürülmesi nedeniyle “ Cebelibereket Vilayeti” adını almıştır. 1 Haziran 1933’de nedeni bilinmeyen tasarrufla ilçe haline getirilmiş ve Adana’ya bağlanmıştır. 3 Kasım 1996 tarihinde yapılan mahalli idareler ara seçimleri öncesinde, il olması gündeme gelmiş, TBMM’ de 23 Ekim 1996 tarihinde yapılan oylamada il olması karara bağlanmış, 28.10.1996 gün ve 22801 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 24.10.1996 gün ve 4200 sayılı kanun ile yeniden il olmuştur. Ören yerleri müzeler ve tarihi yapılar BODRUM KALESİ- KASTABALA (HİERAPOLİS) ŞEHRİ Osmaniye İl merkezinin 12 km. kuzeyindeki Ceyhan Nehrinin kuzeybatıya döndüğü kıvrımın içinde, Kesmeburun ile Bahçeköy arasında bulunan ovaya hakim olan bir kaya çıkıntısı üzerinde Bodrum Kalesi adını taşıyan 13. yy. dan kalma bir kale yükselmektedir. Osmaniye’den Cevdetiye, Kesmeburun üzerinden Karatepe-Aslantaş ören yerine ulaşan yolun doğusunda bulunan kalenin eteklerinden başlayarak kalıntıları çepeçevre birkaç km²’lik alanı kaplayan Kastabala Ören Yerini ilk kez 1875 yılında İngiliz diplomat E.J. Davis ziyaret etmiş ve ayrıntılı olarak tanımlamıştır. Kentin antik devirdeki diğer bir adının da Hierapolis olduğu ancak 1890 yılında İngiliz araştırmacı Th. Bent tarafından burada bulunan antik yazıtlar sayesinde anlaşılmıştır. Çeşitli uluslara mensup gezgin ve araştırmacıların Kastabala’nın anıtları, yazıtları ve sikkeleri hakkında 20. yy. da yaptıkları araştırmalar sayesinde antik kent tarihinin karanlıkta kalan bazı noktalarını aydınlatmak mümkün olabilmektedir. Antik yazarlardan Ptolemaeus ve Plinius ovalık Kilikya’nın antik kentleri arasında Kastabala’ya komşu kentler Anazarbos’tan sonra ve Epiphaneia’dan önce değinmişlerdir. Coğrafyacı Strabo ise, Toros dağları üzerinde ikinci bir Kastabala bulunduğu yanılgısına düşmüştür. Anadolu dillerinden türetilmiş bir yer ismi olan Kastabala adının geçtiği en eski yazılı belge Kastabala’nın 20 km. kadar kuzeyinde bulunan bahadırlı köyü civarında 1961 yılında bulunan Aramice bir sınır yazıtıdır. M.Ö. 5. ve 4. yy. da Anadolu’ya hakim olan Perslerin kullandığı resmi yazı olan bu metinde Pirvaşua adını da taşıyan Anadolu ana tanrıçası Kubaba’nın arazisinin bir kısmının da Kastabala’a ait olduğu belirtilmektedir. Buradaki Kastabala ismiyle bir kentin mi yoksa bir arazinin mi kastedilmek istendiği kesin olarak anlaşılamamaktadır. Kastabala ilk kez Seleukos krallarından IV. Antiochos Epiphanes’in hakimiyet döneminde (M.Ö. 175-164) basılan sikkelerde Hierapolis adıyla anılmaktadır. Antiochos kentte uzun zamandan beri tapınım gören “Perasia” ismindeki tanrıçanın tapınağından ötürü kente “Kutsal Şehir” adını vermiştir. Perasia adı büyük bir olasılıkla yukarıda bahsedilen Arami yazıtında geçen ve kökleri geç Hitit dönemine uzanan Pirvaşua adından türetilmiştir. Roma devrinde yaşamış olan Amasyalı tarihi coğrafya yazarı Strabo Perasia tanrıçasına tapınım törenleri sırasında gözlenen ilginç bir gelenekten söz etmektedir. Strabo’ya göre tanrıçanın rahibeleri dini törenler sırasında çıplak ayakları ile korlaşmış kızgın kömürler üzerinden ayakları yanmadan yürümekteydiler. Bu törenler Hindistan, Pasifik adaları, Orta İtalya ve Trakya’da bazı halk toplulukları arasında halen yapılmaktadır. Kastabala sikkeleri üzerindeki Perasia tasvirleri ve Kastabala’da bulunan Perasia’ya sunulmuş olan adak yazıtları bu tanrıçanın kült merkezinin Kastabala’da olduğunu belgelemektedirler. En önemli atribüsünün meşale olduğunu sikkelerden öğrendiğimiz Perasia yazıtlarda πυpφόpoς unvanı ile onurlandırılmaktadır.Strabo’ya göre Perosia Kastabala’da Artemis ile özdeşleştirilmekteydi. Antik Yunan tanrılar dünyasından tanıdığımız Artemis’in kökleri Hitit devrine kadar uzanan bir yerel Anadolu tanrıçası olan Persia ile özdeşleştirilmesi Anadolu’nun bir çok yerinde benzerleri görülen synkretimus olgusunun Çukurova’daki en dikkati çeken örneğidir. Kastabala’da bulunmuş olan ve Roma imparatorluk devrinin başlarına tarihle nen vezinli bir yazıtta Perasia’ya , Selene, Demeter, Artemis, Aphrodite ve Hekate tanrıçalarının adlarıyla yakarışta bulunulması doğu ve batı din ve tanrılar dünyasının Kastabala’da Roma imparatorluk devrinde birbirleriyle kaynaştıklarını belgelemektedir. Çukurova’nın doğusunda yer alan Hierapolis-Kastabala’nın Seleukos imparatorluğunun hakimiyeti altında bulunduğu M.Ö. IV. yy. sonu ile M.Ö. I. yy. ortaları arasındaki konumu hakkında antik kaynaklarda dikkate değer bir bilgiye rastlanmamaktadır. M.Ö. I. yy. ortalarında Seleukos’ların tarih sahnesinden çekilip, bölgeye Roma devletinin hakim olmaya başladığı dönemde Hierapolis-Kastabala’nın tekrar tarih sahnesine çıktığı görülmektedir. Bilindiği gibi M.Ö. 67 yılında ünlü Romalı komutan Cn. Pompeius Magnus tarafından denizde ve karada kesin bir yenilgiye uğratılan Kilikya korsanlarının Doğu Kilikya’da sahil kentlerine ve sahille yakın yerlere iskan edilmeleriyle bölgenin tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu.Önceleri Kapadokya Kralı Archelaos’un denetimine verilen Kastabala ve diğer ovalık Kilikya kentlerinde Seleukos imparatorluğunun son yıllarında ortaya çıkan yönetim sorunlarının devam ettiği görüldü Bunun üzerine Romalılar bölgedeki iktidar boşluğunu önlemek için antik devirdeki adı Pyramos olan Ceyhan nehri havzasının denetimini Tarkondimotos ismindeki eski bir korsan önderine bıraktılar. O dönemde bu bölgenin başşehri Hierapolis-Kastabala idi. Tarkondimotos’tan beri ilk kez M.Ö. 51 yılında Cicero tarafından Romalıların dostu ve müttefiki olarak bahsedilmesine karşın, M.Ö. 64 yılı kışından beri ovalık Kilikyanın doğu kesimlerinin denetiminin elinde olduğu sanılmaktadır. Babası olduğunu, Kastabala’da 1914 yılında bulunan bir onur yazıtından öğrendiğimiz Strato’ya ne antik kaynaklarda ne de yazıtlar ve sikkelerde bugüne değin kral olarak değinilmemesi nedeniyle Tarkondimotos’un kendi adıyla anılan yerel hanedanlığın kurucusu olduğu sanılmaktadır. Kesin doğum yılı bilinmeyen Tarkondimotos’un, ovalık Kilikya’nın doğusundaki bazı yerel halk topluluklarının başındaki aşiret liderleri üzerinde kontrolü sağlayarak buranın hakimi olduğu anlaşılmaktadır. Romalılar tarafından bölgenin lideri olarak tanınmasının nedenlerinin başında Strabo’nun bahsettiği kahramanlıklarından daha önemlisi Roma’nın güvenilir bir müttefiki olduğunu birçok kere kanıtlamış olmasıydı. M.Ö. 64 yılı kışında Pompeius’un legatı Afranius’u, Lucullus’un Amanos dağlarına yerleştirmiş olduğu Arap kabilelerinin saldırıları sırasında desteklemesi ve M.Ö. 51 yılında Cicero’nun Kilikya eyalet valiliği sırasında Parthların Kilikya’yı istila etmek üzere yığınak yaptıklarını zamanında bildirmesi, Romalıların Tarkondimotos’un sadakatine inanmaları için yeterliydi. Çünkü Anadolu ile Mezopotamya arasında anahtar konumunda olan Doğu Kilikya ve Amanos bölgesinin kontrolü, Romalılar için büyük stratejik önem taşımaktaydı. Bunun için bölgede çok güvendikleri bir yerel güce gereksinimleri vardı. Tarkondimotos daha önce korsan olmasına rağmen şimdi hem araziyi ve hem de Doğu Akdeniz ve Kilikya sahillerini iyi tanıdığından Romalıların hizmetinde onlara çok yararlı olmaktaydı. Tarkondimotos’un kral unvanını alması Cicero’nun Kilikya eyalet valiliği görevinin bitiminden yaklaşık 10 yıl sonra gerçekleşecekti. Zaten Cicero da Tarkondimitos’tan sadece Romalıların dostu ve müttefiki olarak bahsetmekte, ama kral unvanı olduğuna değinmemektedir. Tarkondimotos’un, Pompeius ile Lulius Caesar arasındaki mücadele sürecinde Pompeius’un tarafını tuttuğunu ve onun donanmasının hazırlanması konusundaki en büyük yardımcısı olduğunu Cassius Dio’dan öğrenmekteyiz. Ancak Pompeius’un , Caesar tarafından M.Ö. 48 yılında Pharsalos savaşında yenilmesinden ve Mısır’da öldürülmesinden sonra, Pompeius’un taraftarlarına sadık kalmaya devam edeceği izlenimini uyandırıp onları tuzağa düşürüp, Caesar’a teslim ederek Caesar’ın güvenini kazanmaya ve bu sayede kendi konumunu kurtarmaya çalıştı. hatta Lulius Caesar’a bağlılığını göstermek için kızına Lulia adını verdiği de bazı araştırmacılar tarafından öne sürülmektedir. Caesar’ın M.Ö. 44 yılının 15 Mart’ında öldürülmesinden sonra Caesar katilleri ile Marcus Antonius ve Octavian arasında çıkan savaşta, Philippi muharebesi öncesi Tarkondimotos’un Cassius’a askeri destek vermeyi reddettiğini, ancak Brutus’un kuvvet kullanması nedeniyle onun safında yer almak zorunda kaldığını Cassius Dio yazmaktadır. M.Ö. 42 yılında Philippi de yapılan savaşta Caesar katillerinin yenilerek ortadan kaldırılmalarından sonra kurulan Trumvirat’ın Roma hakimiyet alanını paylaşımları sonucu Doğu Akdeniz ve dolayısıyla Kilikya Antonius’un kontrolüne bırakıldı. Antonius, denetiminde bulunan Doğu Akdeniz’in birçok yerinde olduğu gibi, Anadolu’nun ortasında ve doğusunda da büyük ve güçlü krallar yerine, başında Roma’nın güvenebileceği yerel önderlerin ya da rahiplerin bulunduğu prensliklerle bölgeyi denetim altında tutma politikasını tercih etmekteydi. Bu politikaya uygun olarak ovalık Kilikya’yı elinde tutan Tarkondimotos daha önce Antonius’un düşmanı olan Caesar katillerinin yanında yer almaya zorlandığına Antonius’u ikna edebildiği için, M.Ö. 40 yılından itibaren Antonius’un müttefiki oldu ve Antonius Tarkondimotos’a elinde bulundurduğu araziyi yönetme izni verdi. Bu dönemde Tarkondimotos, Roma’ya üstün hizmetlerde bulunmuş ve özellikle Antonius’a Parthlar ile yapılan savaşlar sırasında sadakatini çok belirgin bir şekilde göstermiş olmalıydı ki, kendisine Antonius tarafından kral unvanı verilmişti. Tarkondimotos’un sikkelerinden öğrendiğimiz Philantonius unvanını da kullanmaya başlaması M.Ö. 40 ile 36 yılları arasındaki bu döneme rastlamaktadır. Fakat tüm sadakatine rağmen Tarkondimotos, o zaman kadar elinde tuttuğu Elaiussa ve Korykos’u da kapsayan orta Kilikya sahilinin Antonius tarafından Kleopatra’ya hediye edilmesini kabullenmek zorunda kalmıştır. Antonius’un Octavian ile yaptığı Roma’nın tek hakimi olma savaşında Antonius’un tarafını tuttu. Ancak M.Ö. 31 yılında yapılan ve Antonius’un kaybettiği Actium savaşı öncesi denizde Agrippa’nın gemileri ile meydana gelen bir çatışma sırasında komuta ettiği donanma birliklerinin başında öldü. Buraya kadar sunulan bilgilerin ışığında Tarkondimotos’un Seleukoslar imparatorluğunun yıkılmasından sonra Doğu Akdeniz’in diğer yerlerinde olduğu gibi ortaya çıkan iktidar boşluğunun Roma tarafından doldurulacağını zamanında gördüğünü ve bölgesinde yerel bir güç olamaya başlamasından beri politikasını Roma ile iyi ilişkiler kurulması üzerine oturttuğu, bu amaçla Roma’nın Doğu Akdeniz’deki yöneticilerine sadakatini göstermekten hiçbir zaman çekinmediği anlaşılmaktadır. Tarkondimotos’un Pomprius, Cicero ve Caesar’a gösterdiği sadakat Antonius’a bağlılığını, Philantonius adını alarak göstermesiyle doruk noktasına ulaşmıştı. Bu durumda alışılagelmiş olanı Philantonius yerine Philoromaios unvanını almasıydı. Tarkondimotos böylece doğulu krallara özgü devletlerin başındaki kişilerin arasındaki iyi ilişkileri yeğlemekte olduğunu göstermektedir. Ancak Tarkondimotos’un M.Ö. 64-31 arasındaki 33 yıllık yönetimine damgasını vuran en önemli unsurun Romalıların sadık müttefiki olmaya çalışmasına rağmen uyguladığı ya da uygulamak zorunda kaldığı salıncak politikası olduğunu görmekteyiz. Kilikya’nın Seleukos imparatorluğunun hakimiyet alanından Roma imparatorluğunun hakimiyet alanına geçişi dönemine rastlayan M.Ö. 1. yy.ın bu en karışık döneminde, Anadolu ile Suriye arasında, o zamanın iki büyük dünya gücü olma iddiasıyla birbirlerine acımasızca düşmanlık besleyen Parthlar ile Romalıların arasında yok olmamak için Tarkondimotos’tan başka bir politika izlemesi de beklenemezdi. Ancak burada dikkati çeken husus Tarkondimotos’un sadakatini sunduğu Romalıların daima onların konumlarına göz diken rakipleri tarafından yenilenler ya da öldürülenler olmalarıydı. Bunun ötesinde Tarkondimotos sadakatini gösterdiği Romalıları onların ilk başarısızlıklarında terk etmemiş, ölümlerine kadar onları desteklemiş ve sonunda kendi de Antonius’a olan bağlılığı nedeniyle bu yolda hayatını kaybetmiştir. Tarkondimotos’un hayattaki oğlu Tarkondimotos Philopator, Actium savaşından hemen sonra derhal Octavian’ın tarafına geçtiğini belirtmesine ve bunu kanıtlamak içinde Antonius taraftarı gladyatörlerin Kyzikos’tan Alexadreia’ya yürüyüşlerini Kilikya’da engellemesine rağmen, savaşın galibi Octavian, Actium savaşından sonra Tarkondimotos’un oğlu Tarkondimotos Philopator’u azletti ve ona babasının denetiminde olan bölgeyi yönetme hakkını on yıl süreyle tanımadı. Ancak doğuda Parthlardan herhangi bir saldırı gelmeyeceğine inandığında M.Ö. 20 yılında Tarkondimotos’un oğlu Tarkondimotos’a II. Tarkondimotos Philopator adıyla sadece babasının 31 yılında ölümünden hemen önce elinde tuttuğu araziyi yeniden kontrolü altında bulundurma hakkı tanıdı. Bunda II. Tarkondimotos Philopator’un Romalılara sadakatini on yıllık süre içinde çok etkin bir şekilde göstermiş olması da rol oynamış olmalıydı. Ancak babasından Antonius’un alıp Kleopatra’ya hediye ettiği orta Kilikya sahil şeridini Augustos Kappadokia kralı Archelaos’a verdi. Böylece II. Tarkondimotos’un elindeki bölge sadece ovalık Kilikya’nın iç bölgesinde kalan, denizle ilişkisi kesilmiş Romalılar ile Parthlar arasında büyük bir önem taşımayan tampon bir yerel krallık konumuna indirgenmişti. M.Ö. 19 yılında Octavian, yeni dünya düzeninin yöneticisi olarak Kilikya Pedias’ı ziyaret etti ve bu ziyaret sırasında Anazarbos’a Kaisareia adını vererek yeniden kurdu. Böylece Tarkondimotos hanedanının başşehri olan Kastabala’nın yanında bölgede ikinci bir merkez oluşmaya başladı. Bu durum zaman içinde Kastabala’nın Çukurova’nın doğusunda dini yönü ağır basan bir kent, Anazarbos’un ise siyasi nitelikli bir metropol olması sürecini başlattı. Tarkondimotos hanedanı hakkında antik kaynaklar ve yazıtların verdikleri bilgiler çok sınırlıdır. Tarkonodimotos’un eşinin adı bilinmemektedir. Kastabala’da yine 1914 yılında bulunan bir başka onur yazıtından öğrendiğimize göre Tarkondimotos’un en büyük oğlu Laios adını taşımaktaydı. Antik kaynaklarda ve sikkelerde adının geçmemesi nedeniyle Laios’un Actium savaşından önce ölmüş olabileceği anlaşılmaktadır. Aynı yazıttan Tarkondimotos’un Lulia adında bir de kızı olduğunu öğrenmekteyiz. II. Tarkondimotos Philopator’un Anazarbos’ta bulunan bir heykel kaidesi üzerindeki yazıtta kral olarak onurlandırılması Anazarbos’un Tarkondimotos’un kontrolü altındaki bölgede bulunma olasılığını kuvvetlendirmektedir. Anazarbos’ta 1984 yılında şehrin güneyindeki bir su kanalı kazısı sırasında bulunan mermerden erkek portre başının kral II. Tarkondimotos Philopator’a ait olabileceğine Ramazan ÖZGAN kuvvetli bir ihtimal olarak değinmişti.Hem bu portre baş ve hem de heykel kaidesi herhalde Anazarbos’un M.Ö. 19 yılında Octavian tarafından ziyaret edilmesi sırasında veya bu ziyaretin hemen ertesinde II. Tarkondimotos Philopator’un Augustos tarafından kral olarak onaylanmasını kutlamak amacıyla diktirilmiş olmalıydılar. II. Tarkondimotos’un ne zaman öldüğü ve hanedanın daha sonraki akıbeti bilinmemektedir. Sadece Tacitus, yıllıklarında M.S. 17 yılında Philopator isminde Kilikyalı bir soylunun öldüğünden bahseder. Tarkondimotos Philopator’un M.S. 17 yılında ölümünden sonra yönetiminde bulunan topraklar, Tacitus’un da belirttiği gibi yöre halkının arzusu doğrultusunda, imparator Tiberius döneminde Germanicus tarafından Suriye eyaletine dahil edildi. M.S. 38 yılından Caligula, Tarkondimotos’un arazisini Suriye eyaletinden ayırarak Roma’da beraber büyüdüğü çocukluk arkadaşı Kommagene kralı IV. Antiochos’a verdi. IV. Antiochos bu bölgeyi M.S. 72 yılına kadar kısa aralıklarla kontrolü altında tuttu.İmparator Vespasian M.S. 72 yılından itibaren yeniden kurduğu Kilikya eyaletinin sınırları içine bu bölgeyi de dahil etti.Böylece bir yüzyıla yakın bir süre Tarkondimotos’un yönetiminde kalan ovalık Kilikya’nın doğusu M.S. 260 yılına kadar aralıksız sürecek Roma imparatorluk yönetimine girmiş oldu. Tarkondimotos’un denetiminde bölgenin genişliği hakkında kesin bilgiler yoktur. Ancak başkenti Hierapolis-Kastabala’da bulunan bir yazıtta Toparch olarak onurlandırılması Tarkondimotos’un kontrolündeki bölgenin Seleukoslar devrindeki yerel yönetim birimlerinden Toparchia’lardan birinin devamı olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Tarkondimotos’un yönetim organizasyonu Hellenistik devir krallıklarını yönetimlerinden esinlenerek oluşturulmuştu. Kastabala’da bulunan bir diğer yazıtta değinilen şehrin en büyük memuru, komutanı ve kentin arazisinin muhafızlarının ve kraliyet birliklerinin komutanı unvanları Kastabala’nın bağımsız bir şehir konumunda olduğunu ama kraliyet kurumlarının denetiminde bulunduğunu göstermektedir. Aynı yazıttan ayrı ayrı yönetim birimleri olduklarını ve bunların tıpkı Hellenistik krallıklarda olduğu gibi, bugün başbakan ile karşılaştırabilecek tek bir yüksek memur tarafından yönetildiğini öğrenmekteyiz. Güneyde Pyramos üzerindeki en önemli antik kentlerden biri olan Mopsuhestia, Pyramos’un denize döküldüğü yerde bulunan Kilikya’nın en eski kentlerinden Mallos ve onun kutsal alanı Magarsos ile bunların doğusundaki Kilikya’nın en büyük limanı olan Aigeai ve daha doğudaki Epiphaneia antik kentinin Tarkondimotos’un kontrolündeki arazide bulunduğu sanılmaktadır. Cicero’nun Amanoslar da yaptığı askeri operasyonlar sırasında Epiphaneia antik kenti yakınlarında karargahını kurması bu bölgenin Romalılar için güvenilir olduğu varsayımını kuvvetlendirmektedir. Tarkondimotos’un Elaiussa-Sebaste ve Korykos’a kadar tüm sahil şeridini denetiminde tuttuğuna dair Cassius Dio, Lucan ve Strabo’ya dayanarak yapılan yorumlar şimdilik başka belgelerle desteklenerek kesinlik kazanmamıştır. Batıda büyük bir olasılıkla Anazarbos ve batısındaki Saros’a kadar uzanan arazi Tarkondimotos’un denetimindeydi. Doğuda ise Toros ve Amanos dağ silsilelerinin birleştiği arazinin Tarkondimotos’un kontrolünde olması kuvvetle muhtemeldir. Tarkodimotos’un arazisinin kuzeyde en azından ovayı çevreleyen Toros dağlarının güney yamaçlarına kadar yayılmış olabileceği bu bölgede yaptığımız incelemeler sırasında saptadığımız bir epigrafik buluntu sayesinde belgelenebilmektedir. Söz konusu epigrafik buluntu Kozan ilçesinin kuzey doğusunda Uzunoğlan Tepesi üzerindeki tapınağın hemen yanında bulunan bir ortaçağ yapısında devşirme malzeme olarak kullanılır durumda bulunan bir onur yazıtıdır. Yazıtta kral Tarkondimotos Philopator onurlandırılmaktadır. Burada kısaca değinilen yazıtların verdiği bilgiler ile antik kaynakların değerlendirilmesi sonucunda Tarkondimotos’un ve oğlu II. Tarkondimotos Philopator’un en azından Çukurova’nın doğu ve kuzeydoğu bölgesinde Kastabala ve Anazarbos antik kentlerini de içine alan Pyramos havzasını yaklaşık 80 yıl süreyle yönettikleri anlaşılmaktadır. Çukurova ve dolayısıyla Hierapolis-Kastabala’nın Roma hakimiyetine girmesiyle bölgenin Seleukos imparatorluğunun son yıllarında ve Tarkondimotos hanedanı döneminde yaşadığı belirsizlik ve bunun getirdiği sosyal ve ekonomik sıkıntılar sona ermişti. Bölgede gerçekleştirilen büyük yapı faaliyeti de bunu göstermektedir. Daha sonraki yüzyıllarda Roma imparatorlarından Traian, Hadrian ve Caracalla Kastabala’yı ziyaret etmişler ve bu ziyaretleri sırasında kent halkı tarafından heykelleri dikilerek onurlandırılmışlardır. M.S. 3. yy da Roma imparatorluğunun doğu sınırında huzursuzluğunun artması üzerine bölgeden doğuya giden çok sayıda Roma askeri birliği geçmiştir. Kent imparator Valerian döneminde Hierapolis-Kastabala ya da Pyramos kenarındaki Hierapolis adıyla da anılmaktaydı. M.S. 260 yılında Sasani kralı I. Hapur tarafından fethedildi. Erken Bizans devrinde Kastabala’lı akrobatların ün saldığı bilinmektedir. 380 yılında Bizans imparatorluğuna başkaldıran Isaurialı Balbinos tarafından fethedilen kent, 5. yy. başlarında kurulan Cilicia Secunda eyaletinin başkenti olan Anazarbos’a bağlandı. Kent 431’de Efes’te yapılan konsüle Hesychius ismindeki temsilcisiyle, 451 yılında Kadıköy’de yapılan konsüle Paregorios isimli temsilcisiyle katıldı. 524 yılında Kastabala’nın yaklaşık 30 km. kuzey batısında bulunan Anazarbos’ta büyük tahribata yol açan depremin Kastabala’yı da etkilemiş olduğu kesindir. İmparator Justin döneminde meydana gelen bu depremden sonra, 561 yılında imparator Justinian zamanında ikinci bir büyük deprem daha Çukurova’daki şehirleri yerle bir etti ve depremin hemen sonrasında başlayan veba salgını Çukurova’dan Amik ovasına kadar yayılarak Antakya’da dahil olmak üzere tüm şehirlerde ve kırsal alanda büyük can kayıplarına neden oldu. Orta ve geç Bizans dönemlerinde giderek önemini kaybeden Kastabala Haçlı seferlerinin yıkımından sonra kendini bir daha toparlayamamış ve kısa bir süre sonra tamamen terkedilmiştir. Bugün Kastabala ören yerinde görülen kalıntılar tamamen Roma devrinden kalmadır. Diğer Çukurova kentlerinde olduğu gibi Kastabala’da da M.S. 2.yy. sonu ve 3. yy. başlarında artan doğu seferleri nedeniyle doğu cephesine sevk edilen Roma lejyonları ekonomik ve sosyal sorunlara neden olmaktaydılar. Kentlerin bu sorunlarla baş edebilmelerini sağlamak amacıyla imparatorlar ovalık Kilikya kentlerinde yoğun imar faaliyetine girişmişler ve bu kentlere kendi adlarıyla anılan birçok oyun düzenlenmesi ayrıcalığını tanımışlardır. özellikle Septimius Severus tarafından ve daha sonra Severus hanedanı tanrından uygulanan imar politikasının ürünleri Hierapolis-Kastabala’nın ayakta kalan yapı kalıntılarında bugün halen izlenebilmektedir.
  9. muki

    Isparta

    Diğer Doğal Güzellikler ve Mesire Yerleri Ayazmana Mesireliği: Ayazmana mesire yeri Merkez ilçenin 2 km. güneydoğusunda olup, ilçeye asfalt bir yolla bağlıdır. Soğuk suları ile dinlenme yeri kestane ağaçlarıyla kaplıdır. Piknik için tüm altyapı düzenlemeleri yapılmıştır. Milas Mesireliği: Merkez ilçeye 10 km.lik bir asfalt yolla bağlı olan mesirelik soğuk suları ve doğal güzellikleri ile ünlüdür. Kirazlıdere Mesireliği: Hisartepe yamaçlarında, Isparta'yı kuşbakışı gören, etrafı bağ ve bahçelerle kaplı ve lokantası bulunan bir dinlenme yeridir. Özellikle yaz aylarında panoramik bir görüntüye sahiptir. Eğirdir Gölü: Isparta il hudutları içinde olduğu kadar Göller Bölgesi’nin de en önemli göllerinden birisidir. 517 km2 yüzölçümü ile Türkiye'nin 4. büyük gölüdür. Kuzey-güney uzunluğu 50 km. doğu-batı genişliği 3-15 km.dir. Göl, deniz seviyesinden 916 m. yükseklikte Sultan ve Karakuş dağlarının arasında, il alanının ortasında yer almaktadır. Ortalama derinliği 12 metre, maksimum derinliği ise Eğirdir yakınlarında 16,5 m.dir. Göl iki kısma ayrılmaktadır. Kuzeyde kalan ve daha küçük olan kısmına Hoyran bölümü, güneyde kalan kısmına Eğirdir Gölü denir. Her iki bölüm Hoyran Boğazı ile birbirine bağlanır. Göl içerisinde iki küçük ada vardır. Biri Can Ada diğeri Yeşil Ada (Nis)’dır. Son zamanlarda suların azalmasıyla bu adalar bir yarım ada biçiminde Eğridir’e bağlanmıştır. Gölde sudak, sazan, sıraz balıkları bulunmaktadır. Göl doğal sit alanıdır. Gölün birinci 300 m.lik kıyı şeridi 1996 yılında birinci dereceden sit alanı olarak ilan edilmiştir. Yeşil Ada: Ev pansiyonculuğunun çok yaygın olduğu bu ada balık lokantaları ile dikkat çeker. Doğal güzelliği yanında tarihi zenginlikleri de bulunan ada yerli yabancı ziyaretçileri konuk etmektedir. Can Ada: Eğirdir ile Yeşil Ada arasında yer alan 7000 m² büyüklüğünde sevimli bir adacıktır. Yapılaşma yoktur. Sadece piknik alanı olarak düzenlenmiştir. Ada Atatürk'ün Eğridir’i ziyareti sırasında 1 Şubat 1933 tarihli Belediye Encümeni Kararı ile kendine hediye edilmiştir. Şu anda Ata Parkı olarak rekreasyon çalışmaları devam etmektedir. Altınkum Plajı: Eğirdir tren istasyonunun altında bulunan plaj ince kumlu olup gölün yüzmeye en elverişli yeridir. Kıyıdan itibaren 200 m. ilerlenmesine rağmen insan boyunu geçmeyen sığlığı ile güvenli bir plajdır. Alt yapı ve çevre düzenlemeleri sonucunda “Mavi Bayrak” ile ödüllendirilmiştir. Düzenli olarak göl suyu tahlilleri yapılmaktadır. Plajın 50 çadır kapasitesi olup, kiralık bungalowlar da vardır. Akpınar Köyü Seyir Terası: Akpınar Köyü, Eğirdir şehir merkezinden 7 km uzaklıkta, Eğirdir gölünün kuşbakışı olarak seyredilebildiği şirin bir köydür. Eğirdir Kaymakamlığı’nın yaptığı çalışmalar ile yeşilin ve mavinin yedi tonunu, Yeşil ve Can adalarını, Barla Dağını, Anamas Dağları’nı, Boğaz Ova’yı, sıcak bir çay ve gözleme yiyerek görmek mümkündür. Eğirdir Belediyesi Rekreasyon Alanı: Eğirdir-Konya yolu üzerinde sanayi sitesinin karşısında üç yüz dönüm arazi üzerinde kurulmuş rekreasyon alanı iki adet çim futbol sahası ile yaz aylarında birinci ve ikinci Türkiye Futbol Ligindeki Futbol takımları tarafından ikişer haftalık periyodlarla kamp yeri olarak tercih edilmektedir. Rekreasyon alanı içersinde rehabilite edildiğinde oldukça ilgi çekebilecek bir hayvanat bahçesi mevcuttur. Ayrıca olta balıkçılığının yapılabileceği balık havuzları ile aile piknik alanları bulunmaktadır. Bedre Koyu: Eğirdir-Barla yolu üzerinde merkeze 11 km. mesafede 1500 m. sahil şeridi olan güzel bir dinlenme yeridir. Soyunma kabinleri, umumi mutfakları ve kamping alanları vardır. Pınar Pazarı Mesireliği: Eğirdir ilçesi, Bağlar Mahallesi’nde yeşil bir alan içerisinde geleneksel olarak kurulan bir pazardır. 600 yıllık bir geçmişi vardır. Her yıl Eylül ayından itibaren 8-12 hafta devam eder. Haftada bir gün (Pazar günleri) panayır mahiyetinde kurulan pazarda; her çeşit ticari eşya, koyun, keçi, sığır ve süt ürünleri ile yörede yetiştirilen sebze ve meyveler satılır. Pazar yerinde kesilen koyun ve keçi etleri fırınlarda fırın kebabı şeklinde pişirilerek isteyenlere satılır. Pınar Pazarı’nın kurulduğu son hafta kadınlar pazarı olarak tertip edilir. Bu günde kadınlar el emeği göz nuru olan el işlerini, oyalarını satışa sunarlar. Ayrıca âdetlere göre bu pazarda kız beğenilerek görücülük yapıldığına da rastlanılır. Çamyol Dinlenme Parkı: Eğirdir-Sütçüler karayolu üzerinde 15 km.de yer alan orman içi dinlenme tesisidir. İnsana rahatlık veren temiz orman havasının bulunduğu parkta doğal içme suyu ve piknik için gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Çamyol dinlenme tesisleri Milli Parklar İdaresi'ne bağlı olarak çalışmaktadır. Sorgun Yaylası: Aksu ilçesi sınırları içerisinde bol su kaynaklarına sahip Sorgun Yaylası film çekimlerine de sahne olmuş iyi bir dinlenme yeridir. Tarlapınarı: Gönen ilçesi sınırları içerisinde, yazın sıcaklarından bunalanların yorgunluklarını giderebilecekleri, soğuk suyu bulunan, yeşillikler içerisinde bir mesire yeridir. Değirmenderesi ve Ayazmana: Senirkent ilçesi Yassıören kasabası sınırları içerisinde yemyeşil doğası ile güzel bir piknik alanıdır. Felepınarı: Şarkikaraağaç ilçesine 15 km. uzaklıkta içimi güzel olan suyu ve yeşillikler içerisinde bir mesire yeridir. Etrafında yöresel yemek ve kebapların yapıldığı lokantalar bulunmaktadır. İnanç Turizmi Antik Pisidia kilisesi Antik Pisidia bölgesi tarih öncesi çağlardan günümüze dek çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere kadar bir çok dine kucak açmış bir bölgedir. Bu bölgenin 2000 yıllık tarihine baktığımızda Museviliğin, Hıristiyanlığın ve daha sonrasında Müslümanlığın yan yana, bazen de iç içe olduğunu görmekteyiz. Hıristiyanlık dininin yayılmasında siyasi kişiliği ile çok önemli bir rol oynamış olan Hz. İsa'nın 12 havarisinden St. Paul’un Pisidia bölgesinin başkenti Antiocheia'ya gelmesi, burada 2 sene kıl çadır dokuyarak hayatını kazanması ve farklı dinlere inanan insanlara hitap ederek, onlara Hıristiyanlığı anlatması, vaazlar vermesi, bu bölgenin, Hıristiyanlığın beşiği olmasına neden olmuştur. Daha sonra kilise yapımı serbest bırakılınca Antiocheia halkı, St. Paul'un anısına dünyanın ilk ve en büyük kilisesini 325 yılında Aziz'in ilk resmi vaazını verdiği Sinagog üzerine yapmışlardır. Dolayısıyla Hıristiyanlığın bu kadar hızla yayıldığı bölgede Hıristiyanlığı kabul eden rahibeler de kendilerine fiziki konumu nedeni ile Eğridir’in Nis Adası'nı, bugünkü adıyla Yeşil Ada'yı mekan olarak seçmişlerdir. Nis Adası'nın karşısındaki Karabağlar bölgesinin esas isminin Karıbağları olduğu ve rahibelerin bu bölgede üzüm yetiştirip, dünyanın en kaliteli şaraplarını ürettikleri araştırmalarla belirlenmiştir. Ayrıca çok yakın tarihimize kadar gelenek olarak gelen, Eğridir’de 6 yaşından büyük erkek çocukların alınmadığı, sadece kadınların gittiği mesire yerlerinin bulunması dünyanın ilk rahibelerinin Eğirdir Nis Adası'nda yaşadığını göstermektedir. 1402 yılındaki Timur’un saldırısına kadar Nis Adası'nda yalnız kadınlara mahsus 18 adet manastır ve kilise bulunmaktaydı. Timur'un saldırısından çekinen Eğirdir halkı Nis Adası'na sığınmış, bunu fark eden Timur sallar yaptırarak, Nis Adası'na saldırmış ve adadaki manastırları yıkmıştır. Bu tarihten sonra adadaki Hıristiyan rahibelerin bir kısmı başka yere göçmüş, bir kısmı ise Müslüman halkla birlikte uyum içinde yaşamışlardır. Prof. Ramsey ve Bizans tarihçilerinin yazdığı Türk hoşgörüsü ve inançlara karşılıklı saygının bir örneği olarak belirtildiği gibi, halk Nis Adası'nda yaşayan Müslümanların namaz kılmak için fırtınalı havalarda Eğridir’e gitmelerinin zor olduğunu beyan ederek, adadaki kız kiliselerinden birinin Müslümanlara tahsisini 2. Osman'dan istemişlerdir. Padişah Hazretleri Atabey Medresesi’nden konuyu tahkik ettirmiş ve harap durumda olan kız kilisesinin Müslümanlarca tamir edilerek ve yalnız cuma ve iki bayram namazında kullanılmak üzere camiye dönüştürülebileceğine padişah fermanı olarak karar verilmiştir. Bu fermanın aslı Nis Adası'ndaki caminin duvarına asılmıştır. Bu padişah fermanı aşağıdaki gibidir: “Siddei Saadetime mektuplar gönderip, Eğirdir kasabası ceziresinde (Nis Adası'nda) 18 bab kınısa olup, kenaıs mezkureden (Adı geçen kiliselerden) kız kilisesi demekle maaruf kinisa camii olmak münasip olmakla, kendi mallarıyla, haraba müşerref olan yerlerin tamir edüp, Camii Şerif olmasın rica ettikleri, bildürüp izni hümayunu erzan kılınmıştır. Buyurdum ki, göresin, zikr olunan kınısa müstamel olmayıp, harap ve muattal ise kendi mallarıyla tamir ettürüp ikameti, Salat-ı Cuma ve iydeyn (Cuma ve iki bayram namazı kılınması) ettiresin. Şöyle bilesin, alameti şerifeme itimat kılasın. Hicri 1027, miladi 1618.” İnanç turizmi açısından Yalvaç ilçesi de büyük bir potansiyele sahiptir. Yalvaç ilçe merkezine 1 km. mesafede bulunan Pisidia Antiocheia antik kentinde bulunan kilise Hıristiyanlarca önemli sayılmaktadır. İ.S. 46 yılında St. Paul ve Barnabas bu kilisenin yerinde bulunan Sinagog’da Hıristiyanlığı yaymak için ilk vaazlarını vermişlerdir. Sonradan burada St. Paul adına bir kilise yapılmıştır. Bu kilise Hıristiyanların yaptığı ilk kilisedir. Bu kilisenin günümüzde yalnız temelleri mevcuttur. Bu bölgede inanç turizmi ağırlıklı bir turizm türü olarak potansiyel taşımaktadır. Son çalışmalarda, Yalvaç St. Paul Kilisesi Turizm Bakanlığınca hazırlanan inanç turizmi kapsamına dahil edilmiştir. Ayrıca Haziran 1997 tarihinde Yalvaç'ta Uluslararası St. Paul Sempozyumu yapılmış olması da bölge turizmi açısından çok önemli bir girişimdir. Kültür ve Turizm Bakanlığınca Yalvaç'ın Hıristiyan alemi açısından önemli bir hac merkezi olabileceği kabul edilmektedir. Yalvaç'ın iyi bir tanıtımla Efes'ten daha iyi bir konuma gelebileceği düşünülmektedir. Düzenlenmiş olan bu uluslararası sempozyuma Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden 250 profesörün de katılmak istemeleri bölgenin önemini ortaya çıkarmaktadır. Bu potansiyelden Eğirdir ilçesinin de faydalanacağı ve Eğirdir konaklama tesislerinden bölgeye gelen turistlerin yaralanacağı düşünülmektedir. Yalvaç ilçesinin sahip olduğu inanç turizmi konusundaki bu büyük potansiyel Hıristiyanlık dininin kutsal kitabı olan İncil'de yer almaktadır. İncil'in 280'inci sayfasında yer alan “Elçilerin İşleri” başlığı altında Yalvaç ilçesinde yer alan Pisidia Antiocheia antik kentinden bahsedilmektedir. İncil'de yazılanlara göre: İsa çarmıha gerildikten sonra İsa'nın Havarileri Kıbrıs’a gitmişler ve daha sonra da Yuhanna isimli havari diğer havariler ile birlikte Kudüs'e gitmiştir. Paulus isimli havari ise tekrar Anadolu'ya dönerek, önce Pamfilya bölgesine gelmiş daha sonra ise Perge ve en son olarak Yalvaç ilçesinde yer alan Pisidia Antiocheia antik kentine yerleşmiştir. Pisidia Antiocheia antik kentine Paulus isimli bu havari yerleştikten sonra bugün St Paulus kilisesi altında bulunan Sinagog’da Yahudilere vaazlar vermiştir. Hıristiyanlığın yaygınlaşması üzerine MS 325 yılında buraya büyük kilise inşa edilmiştir. Görüldüğü gibi Yalvaç ilçesinin Hıristiyanlık alemi açısından öneminin İncil'de de vurgulanıyor olması Yalvaç ilçesinin önemini ortaya koymaktadır. Çünkü, günümüzde Hıristiyanlar Efes Antik kentine hacı olmak için gelmelerine rağmen İncil'de Efes'ten bahsedilmemektedir. Yalvaç ilçesinin bu durumu çok iyi kullanıldığı takdirde Hıristiyanlık aleminin dikkatleri bu yöreye çekilebilecektir.
  10. muki

    Isparta

    Bugünkü Isparta’nın yerinde ya da yakınlarında ilkçağda Baris adlı bir kentin olduğu ve Isparta adının Baris isminden geldiği düşünülmekte idi. Şehir ve civarında yapılan araştırmalarda herhangi bir kent kalıntısı olmadığı tespit edilmiştir. 1948 yılında L. Robert, bulduğu bir yazıtla bu antik kentin Keçiborlu-Kılıç Kasabası yakınında Fari’de olduğunu belirtmiştir. Isparta adının ilkçağdaki kökeni olarak Saporda adı üzerinde durulmaktadır. Polybiosda’ki (V.72) bir metinde “Aynı yılın yazında, Selgelilerce kuşatılan ve zaptedilmek tehlikesiyle karşılaşan Pednelissos’un halkı Seleukos Prensi Akhaios’a ulak gönderip yardım istedi. Bu isteğin hemen kabul edilmesi üzerine Pednalissoslular yardım gelecek umuduyla yüreklendiklerinden, kuşatmaya inatla direnir oldular; Akhaiosda seferin komutanlığına Garyeris’i atayarak, onunla birlikte 6.000 yaya ve 500 atlıyı yardıma gönderdi. Selge’liler bu kuvvetin geldiğini duyunca askerlerinin çoğuyla ‘Basamaklar’ denilen yerdeki geçidi tuttular. Saporda'ya giriş onların denetimindeydi ve tüm geçit verebilecek diğer yerleri geçilmez hale getirmişlerdi” yazmaktadır. Selge güney Pisidia’dadır. Pednelissos’un yeri kesin olarak tespit edilmiş olmamakla birlikte Selge civarındaki kentlerden birisi olduğu düşünülmektedir. Sardes (Salihli)de üstlenen Seleukos Prensi Akhaios bölgeye göndereceği yardım için Eumenia (Çivril), Apameia (Dinar), Isparta, Çandır yolunu kullanmış olmalıdır. Bu durumda “Saportaya giriş onların denetimindeydi” derken sözü edilen geçidin şimdiki Isparta civarında olabileceği ileri sürülmektedir. XIV. yüzyıl Arap kaynaklarında ilin bugün bulunduğu yöre Saparta olarak anılmakta, Isparta adının bu sözcükten geldiği sanılmaktadır. Isparta Akdeniz, Ege ve İç Anadolu Bölgeleri arasında önemli bir coğrafi noktadadır. Tarih boyunca sürekli yerleşim gören “Göller Bölgesi” Pisidia olarak adlandırılmıştır. Bölge güneyden Toros Dağları, kuzeyden Acı Göl ve Burdur Gölü arasından geçen Söğüt Dağlarının uzantıları ve Sultan Dağları ile çevrelenmiştir. Doğu sınırı Beyşehir Gölü’nün batısından ve güneydoğu köşesinden Manavgat Çayı’nın ortasına kadar olan yeri kaplar. Bölgeye ilk yerleşimlerin tarihi Üst Paleolitik (MÖ 35.000-10.000) ve Mezolitik (MÖ 10.000-8.000) dönemlere iner. 1944 yılında Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu ve ekibi tarafından kazısı yapılan ilk Paleolitik merkez Senirce ve Bozanönü yakınında Bozanönü istasyonunun kuzeyinde bulunan tabii mağaralardan Kapalıin’de tespit edilmiştir. Isparta, Atatürk’ün Anadolu’da başlattığı Millî Mücadele’ye canıyla-malıyla tam destek vermiş, tüm Ispartalılar Kuvay-i Milliye ile bütünleşmiştir. Milli Mücadeleye Mustafa Kemal Paşa’nın safında giren Isparta, ilçeleriyle birlikte, 871 şehit, binlerce yaralı vermiş ve Büyük Zafer’i içtenlikle kutlayarak, Cumhuriyet’e aydınlık kucağını açmıştır. Atatürk, zaman zaman kendisini ziyarete gelen Isparta heyetine: “Sevgili Ispartalılara selamlarımı götürünüz. Bir fırsatını bularak şehrinize geleceğim, çorbanızı içeceğim..” demekteydi. Kendisini Antalyalılar da bekliyordu. Atatürk İzmir’den yola çıkarak, 5 Mart 1930 günü, yanında Prof. Dr. Afet (İnan), İçişleri Bakanı Şükrü (Kaya), Ordu Müfettişi Fahreddin (Altay) Paşa Emniyet Genel Müdürü Şükrü (Sökmensüer), Prof. Dr. İsmail Hakkı (Uzunçarşılı) ve yaverleri olduğu halde Denizli’ye, 6 Mart 1930 sabahı da Eğirdir’e ulaşmıştır. Burada Isparta Valisi Ekrem Bey, Isparta Milletvekilleri Hafız İbrahim Demiralay ve Belediye Başkanı Mustafa Hilmi Çakmakçı ile görüşmüştür. Atatürk, Eğirdir Gölü’nü ve Can Ada’yı çok beğenmiştir. Bunun karşısında daha sonra Can Ada’nın tapusu Belediye Meclis kararıyla Atatürk’e verilmiştir. Atatürk, 6 Mart 1930 günü Kuleönü’den Isparta’ya yolculuk yapmış ve saat 11.00 sularında Isparta’ya gelmiştir. Burada büyük ve coşkulu bir şekilde karşılanmıştır. Bugünkü Atatürk Bulvarı üzerinden yürüyerek doğruca Tümen Komutanlığı’na gelen Atatürk, buradan Valiliği ziyaret ederek, çeşitli heyetleri kabul etmiş ve dertlerini dinlemiştir.Heyetlerin dilekleri arasında, Isparta’nın İzmir, Denizli, Afyon demiryolu şebekesine bir an önce bağlanması sık sık dile getiriliyordu. Atatürk, daha önce söz verdiği gibi, o gün öğle yemeğini Ispartalılarla birlikte yiyerek, Isparta’nın sorunlarını dinlemeye devam etmiştir. Yemekten sonra Atatürk, saat 13.00’te Burdur’a gitmek üzere Isparta’dan ayrılmıştır. 6 Mart 1930 günü, Isparta’nın mutlu günlerinden birisi olması nedeniyle her yıl 6 Mart günü Atatürk’ün Isparta’ya gelişini anmak üzere kutlamalar yapılmaktadır. Aynı ekip tarafından Baladız ve İğdecik Köyü arasında tren yolu açılırken ortaya çıkan kum tepeciğinde yapılan kazıda Mezolitik bir merkez ortaya çıkmıştır. Bu çalışmalar Isparta il sınırları içindeki en erken yerleşimlerdir. Neolitik Dönemde (MÖ 8.000-5.500) bölge Anadolu’nun en önemli kültür bölgeleri arasındadır. Burdur İlindeki Hacılar, Kuruçay ve Bademağacı höyükleri bu yerleşmelerin en fazla bilinenleri arasındadır. Isparta İl sınırları içinde Neolitik malzeme veren Örenköy Höyük (Örenköy), Yeniköy Höyük ve Teknepınar Höyükleri (Sücüllü) olmakla birlikte yeni yapılacak araştırmalarla bu sayının artacağı muhakkaktır. Kalkolitik Çağda da (MÖ 5500-3000) bölge önemini sürdürmüştür. İl sınırları içinde 12 höyükte Kalkolitik Dönem malzemesi bulunmuştur. Tunç Çağ (MÖ 3000-1200) yerleşiminin bol olduğu Isparta ilinde Neolitik ve Kalkolitik yerleşimlerinde üzerinde olduğu toplam 56 adet höyük tespit edilmiştir. Tüm höyüklerde Tunç Çağ yerleşimi bulunmaktadır. Hitit Döneminde (MÖ 1800-1200) metinlerde bölgenin adı “Pitaşşa” olarak geçmektedir. Çeşitli kaynaklarda farklı yerlerde gösterilen Arzava Ülkesinin muhtemelen klasik çağlardaki Pamphilya ve Pisidia bölgesi sınırları üzerinde yeralmış olabileceği düşünülmektedir. Hititlerin siyasi bir güç olarak ortaya çıkmalarından sonra Arzava konfederasyonunu oluşturan krallıklarla sürekli çekişme içinde olunmuştur. Hitit döneminde Arzava adı verilen bölge olduğu ileri sürülen Pisidia toprakları hiçbir zaman tam olarak Hitit egemenliği altına girmemiştir. Hitit Devletinin yıkılması ile Friglerin Anadolu’da MÖ 750 yılında bir devlet olarak ortaya çıktığı zamana kadar geçen dönem karanlıktır. Friglerin güneydoğudaki hakimiyet sahasının sınırı; Yarışlı Gölü ve Düver arasında Frig seramiği bulunması, göl içinde küçük adada Frig iskanının tespiti bu kesimde Frig yerleşiminin varlığını kanıtlamaktadır. Fakat Friglerin yayılım alanının doğusunda kalan Pisidia bölgesini egemenlikleri altına alıp almadıkları ve bu bölgeyle olan ilişkileri bilinmemektedir. MÖ 695 yılında Kimmerler tarafından yıkılan Frig Devleti yerine Lidyalılar, Batı Anadolu Bölgesinde büyük bir devlet kurmuşlardır. Mermnad sülalesinden Kral Kroisos (MÖ 561-547) zamanında en geniş şeklini alan Lidya sınırlarını Herodotus’dan öğreniyoruz. Herodotus Kroisos’un Likya ve Kilikyalılar dışında Halys’in (Kızılırmak) batısındaki tüm kavimleri hakimiyeti altına aldığını yazmaktadır. Pisidia bölgesinde Lidya hakimiyetine işaret edecek herhangi bir arkeolojik delil bulunmamaktadır. Muhtemelen Lidya Devleti Pisidia bölgesini siyasi olarak kapsamış olmalıdır. MÖ 547 yılında Sardesi alarak Lidya Devletini yıkan Persler, MÖ 334 yılına kadar Anadolu’ya hakim olmuş ve Lydia Devleti egemenliğindeki toprakları kontrolleri altına almışlarıdır. Pisidia bölgesi de bu dönemde Pers egemenliğine girmiştir. Tarihi kaynaklarda Pisidia adına ilk kez MÖ 5. yüzyıl sonunda rastlanır. Batı Anadolu satrabı Genç Kyros Ağabeyi Pers Kralı II. Artakserkses’e (MÖ 405-359) karşı yapacağı seferin hazırlıklarını gizlemek için Phrigia’ya yağma akınları düzenleyen Pisidialılara karşı ceza seferi hazırlıkları içinde olduğunu bildirmiştir. Bu tarihi vesikalar içinde olan ilk Pisidialılar adıdır. Pisidia topraklarına girmeyerek kuzeyinden geçen Kyros’un ordusu MÖ 401 yılında Kunaksada yapılan savaşta Artakserkses II’ye yenilmiştir. Bu savaşla Anadolu’daki Pers egemenliği sarsılmıştır. Bağımsızlıklarını elde etmek isteyen Pers Valileri ve Mısır, Kıbrıs ve Anadolu’nun bazı bölgeleri ayaklanmalara katılmışlardır. Pers Kralı Artakserkses II’nin MÖ 386 yılında Greklerle yaptığı Antialkidas Antlaşması sırasında Mısır’da XXIX. sülale firavunlarından Akoris (MÖ 393-380) isyana teşebbüs etmek isteyen Karya satrabı Hekatomnos ve isyan halinde bulunan Kıbrıs Kralı I Euagoras’a her türlü Pisidialılarla bir antlaşma yapmıştır. Bu antlaşma dahilinde ayaklanmaya Pisidialıların da katıldığı bilinmektedir. MÖ 334 yılında Anadolu’ya giren Büyük İskender’in egemenliğine geçen bölge MÖ 323 yılından ölümüne kadar bu durumunu sürdürmüştür. Büyük İskender’in MÖ 323 yılında Babil’de ölmesinin arkasından, halefleri Seleukos ve Lysimakhos arasında MÖ 281 yılında yapılan Kurupedion Savaşında Seleukos’un savaşı kazanmasıyla Anadolu’nun tamamı Suriyeli sülaleye geçmiştir. Bu dönemde Pisidya bölgesinde Seleukoslar tarafından Seleukeia Sidera (Atabey-Bayat), Apollonia (Uluborlu), Antiokheia (Yalvaç) kentleri kurulmuştur. Seleukos Kralı Büyük Antiokhos’un Manisa yöresinde L. Cornelius Scipio komutasındaki Roma ordusuna yenilmesiyle Apameia Görüşmeleri (MÖ 190-188) sonucunda Seleukoslar Anadolu’da Toroslara kadar olan tüm topraklarını kaybetmiş ve bu topraklar Romalılarca Bergama ve Rodoslular arasında paylaştırılmıştır. Pisidia bölgesi bu tarihten sonra Bergamalıların egemenliğine geçmiş, Attalos III’ün MÖ 133 yılından ölümüne kadar Bergama krallığına bağlı kalmıştır. Kralın vasiyeti üzerine Pisidia bölgesinin de içinde bulunduğu topraklar Roma’ya bırakılmıştır. Bu olay aynı zamanda Anadolu’daki Roma egemenliğinin başlangıcı olmuştur. Aynı yıl Bergama’da krallığın el değiştirmesi ile ilgili çıkan ayaklanma MÖ 130 yılında Romalı komutan M. Perperna ve müttefikleri tarafından bastırılmıştır. MÖ 129 yılında Asia Eyaleti kurulmuş ve Pisidia bölgesi bu eyaletin içine alınmayarak, muhtemelen Bergama isyanının bastırılmasında yardımcı olan ve bu esnada ölen Kappadokya Kralı Ariarathes V’in çocuklarına verilmiş olmalıdır. Bölge, MÖ 102 yılında M. Antonius tarafından korsanların merkezini oluşturan Kilikia Eyaleti içine alınmış ve MÖ 49 yılına kadar ismen de olsa Kilikia eyaleti İçinde kalmıştır. Daha sonra Asia Eyaletine bağlanmıştır. Galat Kralı Amyntas, Antonius tarafından Pisidia ve çevresinde Roma idarecilerinin kuramadığı otoriteyi kurması için MÖ 39 yılında bölgeye kral olarak atanmış ve MÖ 25 yılında öldürülünceye kadar görevini sürdürmüştür. Amyntas’ın ölümüyle krallığın toprakları Roma İmparatoru Augustus (MÖ 27-MS 14) tarafından Galatia Eyaleti haline getirilmiştir. Bu eyaletin sınırları zaman içinde değişmiş olsa da Pisidia bölgesi içinde kalmıştır. Pisidia bölgesinde özellikle İmparator Augustus döneminde Roma egemenliğinin simgesi olan koloni kentleri kurulmuştur. Bunlar Antiokheia (Yalvaç), Kremna (Çamlık), Komoma (Ürkütlü), Olbasa (Belenli), Parlais (Barla)’dır. Turizm Milli Parklar 1. Kızıldağ Milli Parkı: Şarkikaraağaç ilçesine 5 km. mesafede 59600 ha.lık bir alanı kapsamaktadır. Isparta merkezine 120 km., Konya iline 150 km.dir. Parkın güneyinde Beyşehir Gölü olup, gölden esen güney rüzgarları Bebik Vadisi ile Yertutan mevkiden geçerek milli parka ulaşılmaktadır. Bu nedenle bol oksijenli temiz havası parkın cazibesini artırmıştır. Yenişarbademli ilçesinde bulunan Dedegül Dağı, 2998 m. yüksekliği ile Orta Toroslar’ın en yüksek tepesi olup, yılın on bir ayı kar bulunur. Bu dağda bulunan Karagöl görülmeye değerdir. Dağ yürüyüşü, kamp, tırmanma için uygun yer ve imkanlar sunar. Dağ evleri ve kamp sahaları bulunan milli parkta 1840 m. yükseklikteki Büyüksivri tepesine tırmanarak doğa yürüyüşü yapılabilir. Ayrıca temmuz ayının ikinci pazarında Kızıldağ Milli Parkı’nda düzenlenen “Helva Bayramı” görülmeye değerdir. Milli parkta kamp ve piknik imkanı bulunmaktadır. Mavi sedir ormanlarının bol oksijen üretimi nedeniyle Milli parkın temiz havası, solunum yolları rahatsızlığı bulunanlar için uygundur. Bu sebeple 1986 yılında 100 yataklı bir göğüs hastalıkları hastanesi temeli atılmış olup, inşaat devam etmektedir. Çadır ve karavanla konaklama yapılabilir. Ayrıca Milli Park içinde halka açık bungalowlar, yeme-içme tesisleri bulunmaktadır. 1988 yılında doğal sit alanı olarak tescil edilmiştir. Milli Parkın orman ağaçlarını başta sedir, ardıç, karaçam, köknar, meşe olmak üzere kavak, söğüt ve az miktarda ıhlamur oluşturur. Kızıldağ Milli Parkı alt florası çok zengin bir tür yapısına sahip olup, sadece tıbbi ve aromatik bitki sayısı 80’in üzerindedir. Mevcut bitki örtüsünün %15’i endemik türlerdir. Geçmiş yıllarda ayı, kurt, çakal, sırtlan, pars gibi memeli yırtıcıların yanında geyik, dağ keçisi gibi memeliler de yaşamıştır. Bugün ise tavşan, tilki, sansar, kurt, çakal, yaban domuzu ve kuş türlerinden kartal, akbaba, şahin, doğan, atmaca, baykuş türleri gibi yırtıcılar; keklik, ardıç kuşu, üveyik, kaya güvercini gibi kuşlar ile yaklaşık 181 su kuşu türü bulunmaktadır. 2. Kovada Gölü Milli Parkı: Benzersiz flora zenginliği ve yaban hayatı çeşitliliğinin yanı sıra, açık havada dinlenme ve eğlenme imkanları bakımından büyük potansiyele sahip olması, doğal kaynakların ender bir peyzaj bütünlüğü içinde bir araya gelmesi, Kovada Gölü ve çevresini milli park yapmaya yetmiştir. 6534 hektar büyüklüğündeki saha, 1970 yılında milli park olarak ilan edilmiş olup, 1992 yılında l. derece doğal sit alanı olarak ilan edilmiştir. Kovada Gölü Milli Park sahasının en önemli özelliği regreasyonel kullanıma müsait olan doğal kaynaklarıdır. 9 km. genişliğinde ve oldukça sığ olan gölün çevresi 20,6 km.dir. Derinliği ise 6-7 metreye kadar iner. Suda bulunan ve göle yeşil renk veren tortular 1,5 m. derinlikten sonrasının görülmesine engel olurlar. Gölün deniz seviyesinden yükseltisi 900 m.dir. Yörenin oluşumunu sağlayan karst morfolojisi, bakir doğanın araştırılması, kampçılık, yürüyüş, manzara seyretme ve tırmanma ziyaretçilerin katılacağı başlıca uğraşlardır Zengin bir bitki örtüsüne sahip milli park; kızılçam, karaçam, saplı-sapsız-saçlı meşeler, pırnal meşesi, kokar ağaç ve ardıç gibi ağaç türleri ile hayıt, sandal kocayemiş, kocayemiş, funda, çitlembik, yabani zeytin, akçakesme, mersin, menengiç, boyacı sumağı, muşmula, alıç, dağ muşmulası, böğürtlen, yabani gül, defne, tesbih ağacı, karaçalı, kördiken gibi maki florasının çalıları ile kaplanmıştır. Kovada Gölü'nde sazan, kadife ve tatlı su levreği, tatlı su ıstakozu bulunur. Bunun yanı sıra düzensiz ve yasadışı avlanmalar, yaban hayatı çok çeşitli ve zengin olabilecek bu yöreyi de kurutmuştur. Kovada çevresinde en çok bulunan yaban hayvanları, yaban domuzu, sansar, porsuk, tilki, tavşan ve ağaç sincabıdır. Kovada Gölünde 153 tür su kuşu tespit edilmiştir. Kuşlardan yaban ördeği, kaz, angut, keklik ve çulluk mevsimlere göre milli parkta rastlanan belli başlı türlerdir. Tabiat Parkları 1. Gölcük Tabiat Parkı: Merkez ilçenin güney batısındaki 1380 m. rakımlı alan ve çevresi yeni yetiştirilmiş ağaçlarla kaplı bir krater gölü olan Gölcük, şehir merkezine 12 km. uzaklıktadır. Asfalt yolla ulaşım imkanı bulunur. Gölün etrafı 150-300 m.yi bulan volkanik küllü tepelerle çevrilidir. Daireyi andıran gölün çapı 1500 m. derinliği yer yer 32 metreyi bulur. Göl kıyısında piknik için tüm alt yapı tesisleri mevcuttur. Bir restaurant binası ve bir de kır gazinosu bulunmaktadır. Gölcük gölü ve çevresi 1998 yılında Turizm Bakanlığınca turizm merkezi ilan edilmiştir. 2. Yazılı Kanyon Tabiat Parkı: Sütçüler ilçesine 10 km. uzaklıkta olup, 600 ha. bir alanı kapsamaktadır. Park adını veren kanyonun derinliği 100 ile 400 m.dir. Zengin bitki örtüsü, yaban hayatı ve seyrine doyum olmayan doğal güzellikleri vardır. Tarihi “Kral Yolu”nun da geçtiği kanyon tapınak ve kaya yazıtları ile tarihi önem arz etmektedir. Kanyonun içinde ikinci köprünün sağında tahrip edilmiş olan yazıt Antalya Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu üyesi Prof. Dr. Sencer Şahin tarafından çözülmüş ve Isparta Milli Parklar ve Av Yaban Hayatı Başmühendisliği’nin girişimi ve katkısı ile bu yazıtın karşısına Türkçe ve İngilizce tercümesi asılmıştır. Aziz Paul, Perge'den Pisidia Antiocheia'ya giderken bu kanyondan geçmiştir. Yazılı Kanyon Tabiat Parkı’nda kızılçam, kızılağaç, saçlımeşe, çınar, ardıç, ceviz, pırnal meşesi, keçiboynuzu, akça kesme, defne, zeytin, sandal, sakız, tesbih, mersin, alıç, karaçalı, laden, katırtırnağı, zakkum, yaban gülü, sarmaşık, eğrelti gibi bitki türleri ile domuz, yaban keçisi, tilki, porsuk, su samuru, tavşan, sincap, kartal, kızıl akbaba, doğan, güvercin, üveyik, keklik gibi yabani hayvanlar bulunmaktadır. Yazılı Kanyon Tabiat Park alanında önemli kanyonlar bulunmaktadır. Pek çok araştırmacının ve meraklıların bu kanyonu görmek üzere yöreye helikopterle geldikleri bilinmektedir. Trafiğe açık olan Antalya-Isparta Dereboğazı Karayolu ile Antalya yöresinde yer alan turistik tesislerden bu alanlara ulaşılması 1,5 saatlik bir süreye inmiştir. Bu bölgede nehir turizmi (rafting) yapmakta mümkündür. Çandır (Aksu'nun bir kolu) Vadisinde Yazılı Kanyon (Isparta) Kaya Yazıtı (Hür insan üzerine şiir) Ey yolcu, yol hazırlığını yap ve koyul yola; şunu bilerek : Hür kişi sadece karakterinde hür olan kişidir Kişi hürriyetinin ölçüsü bizzat kendi doğasında bulunur Ve kararında içtenlikliyse hür kişi , Yüreğinde ise dürüstlüğü, işte bunlar asil yapar kişiyi Ve bununla yücelir hür kişi hatalarla değil. Ana-babadan gelen uydurma bir asaletten tad almaz o : Zira ana-baba değildir hür insanı doğuran Zeus'tur herkese ata olan ve de tek kök insanoğluna Herkesin tek şansı vardır. O alır kader icabı beden güzelliğini Budur soy güzelliği ve hür olma hali gerçek anlamda. Ruhen köle olan ise sakınmaz kötü sözden, katmerli köle de olsa Aşırılıktır şiarı bu kişinin, yüreğinde soysuzluk vardır Ey yolcu, Epiktetos köle bir anadan doğmuştu, ama Yüceydi herkesten, bir kartal gibi: bilgelikte ise takdire şayandı ruhu Söylemem gerekirse, tanrısal bir varlık doğurdu onu. Keşke şimdi de (bu mümkün olsa) Böylesine yararlı ve sevinç kaynağı bir insan Tüm ünlü kişiler arasında köle bir anadan dünyaya geldi. “Epiktetos (Epikirus) : İ.S 50 - 138 yılları arasında Hierapolis’te doğup Yunanistan’ın Epirus bölgesinde ölen ünlü filozof olup, bir köle olarak Roma’ya götürülmüş orada azad edilmiştir. Tanrının birliğine, tüm insanların aynı ve tek tanrıdan geldiğine inanan bir düşünür idi.” Kanyonlar 1. Köprüçayı Kanyonu: Köprüçay Isparta’ya bağlı Aksu İlçesinin yaklaşık 8 km kuzeyinde yer alan Anamas Dağları’nın güney yamacından doğar ve bölgede küçük bir dere niteliğindedir. Bu küçük dere Sorgun Yaylası’na ulaştığında Anamas Dağları’nın haşin topoğrafyasından kurtulmanın rehaveti ve rahatlığı ile salınarak, menderesler çizer. 4 km’lik Sorgun Yaylası’nı geçtikten sonra güneye yönelir ve Aksu kaynağının sularını da kendisine katarak, Zindan Boğazı’na girer. Bu alanda derinliği yüzeyden 200-300 m’ye ulaşan, içerisinde doğal ve suni alabalıkların oynaştığı ve ulaşmak istediği yere bir an önce varma telaşı içinde delice coşan, şelaleler oluşturan bir çaydır. Derenin buradaki adına Aksu Çayı denilmektedir. Zindan Boğazı güneyde Aksu ve Yılanlı Ovası’na açılır. Burada kanyonun suları ovanın şah ve kılcal damarlarını oluşturur, ovadaki binbir türlü yeşilliğe can veren hayat suyuna dönüşür. Aksu Çayı, Aksu ve Yılanlı Ovaları’nı suladıktan sonra kendisine yeniden bir çeki düzen vererek, üzerindeki çam ormanı yeşiliyle uyumluluk gösteren yeşil kayalar (serpantinit) içinde bir vadi oluşturur. Aksu Çayı, Ayvalıpınar Kasabasından sonra güney-doğuya yönelir ve Ayvalı Çayı adını alarak, Belence Boğazı’na girer. Belence Boğazının içinde birkaç yan dere ile Başak Dere’nin de suyunu alan Ayvalı Çayı, biraz daha güçlenerek güneye Kasımlar’a doğru yönelir. Kasımlar’ın doğusunda Kartoz Çayı’yla birleşir ve buradan sonra adı artık Köprüçay Irmağı’dır. Kartoz Çayı’nın da desteğini alan Ayvalı Çayı, kalın kireçtaşlarını delmeye hazır bir potansiyel oluşturur. Bu nehir Kasımlar’ın güneyinden başlayarak Değirmenözü Köyü’ne kadar (12 km) sadece kireçtaşları içinde devam eder. Bu kesimde kendisinden 200-300 m. yüksekliğe ulaşan dar bir kanyon oluşturur. Kanyon boyunca kanyonun iki tarafındaki yüksek kayalar yer yer birbirlerine yaklaşmakta ve yöre halkı tarafından kayalara “Öpüşen Kaya” ismi verilmektedir. Nehir, Değirmenözü Köyü’nün güneybatısında bir menderes yaparak, tekrar güneye yönelmekte ve ikinci kanyona girmektedir. Bu kanyonun uzunluğu 1,5 km.dir. Bu kısa kanyondan sonra nehir kıvrımlar çizerek, adacıklar oluşturur, Çaltepe güneyine kadar; yaklaşık 15-20 km, yöre halkının “Uyuyan Su” dedikleri durgun su şeklinde akar. Çaltepe güneyinden tekrar karbonatlı kayaçlar içerisine giren su Oluk Köprü’ye kadar dar ve derin bir kanyon daha oluşturur. Bu kanyonun haritadaki uzunluğu 15 km.den daha fazladır. Çevre köylülerinin anlattığına göre bu kesimde 60 m.ye varan şelaleler (uçan su) ve zaman zaman nehirin kayalar altında kaybolduğu alanlar (yiten su) olduğu belirtilmektedir. Köprüçay Antalya Serik yakınlarında Akdeniz’e dökülmektedir. 2. Yazılı Kanyon: Kanyon, Sütçüler ilçesinin güneybatısında bulunur. Değirmendere Çayı vadisi içinden geçerek Karacaören Baraj Gölü’ne dökülür. Yaklaşık uzunluğu 10 km.dir. Jeolojik olarak Kretase yaşlı kalın kireçtaşlarında oluşan kırıklar boyunca gelişen karstlaşma (erime) söz konusu kanyonun oluşmasına neden olmuştur. Sürekli olarak akan Değirmendere Çayı, kanyon içinde irili ufaklı bir çok cepler (kazanlar) oluşturmuştur. Kanyonun yan duvarlarında oluşan karstik boşluklarda (inlerde) ibadet yapılan bölümler ve yazılar vardır. Bu yazıtlardan dolayı kanyona “Yazılı Kanyon” denilmektedir. Söz konusu tarihi kalıntıların Bizans dönemine ait olduğu bilinmektedir. Yazılı kanyon tarihi ve doğal güzellikleri nedeniyle yörenin eşsiz bir köşesidir. Eğirdir ilçesinden buraya kadar turlar düzenlenmektedir.
  11. Hiçbir şeye şaşırmıyorum artık.
  12. Bir memlekette yaşayan kişilere eğitim vermeden, yaşam standartlarını kalkındırmadan, bir çok hakkı kendi çabaları hariç pat diye üzerilerine geçirirsen hazmedemezler. Atatürk'ün başlattığı işin devamını getiremedi siyasetçiler. Türkiye'deki insanlar bilinçli olarak cahil ve aç bırakılmıştır. Bu insanlar da ***** ve aç olduğundan kendilerini bu cehalete ve açlığa mahkum eden siyasetçilerden hesap soracaklarına, cehalet ve açlıklarını siyasetçilere malzeme yaptırabiliyorlar. Siyasetçiler açısından elbette olumlu karşılanıyor bu cehalet, çünkü ne kadar cok insan ******* o kadar kolay güdülebilir bir toplum oluyor. Açlık mı? Ver eline bir kilo pirin., 5 kilo kömür. Bu kömürde pirincini pişirsin pişirsin yesin.
  13. TSK'ya NEDEN SALDIRIYORLAR? DEMOKRASİDEN yana olmayı TSK düşmanlığı addeden ve bu düşmanlığı azgın bir şekilde sürdürenlerin esas niyetinin demokrasi olmadığı ortada. Asıl mesele Türk devletinin ‘ulus’ ya da ‘milli’ yapısını değiştirmek. Bir taraftan AB, diğer taraftan da Amerika ve hempalarının hepsinin birden demokrasi teranelerinin arkasına saklanmalarının sebebi de budur. Türk Devleti’nin ‘milli’ yapısını önce sorgulamak, sonra önemsizleştirmek ve nihayet değiştirmeye yeltenmek girişimlerinin sonuncu aşamasına gelmiş görünüyoruz. Önce ‘Türk’ kimliği tartışmaya açıldı. ‘Türk’ olmanın yeterince birleştirici olmadığı; çünkü Türkiye’de etnik olarak Türk kökenden gelmeyen epeyce topluluğun varolduğu tezi işlendi. ‘Türkiyelilik’ gibi ucube bir ifade ortaya atıldı. Seçimlerde halkın tepki göstermesinden endişe edildiği için geçici olarak askıya alınan ‘Türkiyelilik’ projesi şimdi muhtemelen anayasa tartışmalarında yeniden ve uygulamaya konulma şeklinde karşımıza çıkacak. Kirli iltisaklar... AĞZI bozuk ve iyice şımarıklaşmış ‘İkinci Cumhuriyetçiler’den, gayri milli bir İslami tavrı benimseyenler ve ırkçı-Kürtçülerden başka azınlık yapılarını hayal edenlere kadar birbirinden epeyce farklı hayat tarzına sahip gruplar tam bir işbirliği içerisinde. Amaç milli devleti ortadan kaldırmak. Bu yüzden renksiz bir anayasadan bahsediyorlar. Mevcut anayasanın 12 Eylül darbesinin ardından hazırlatılmış olmasını kurnazca kullanıyorlar. Asıl niyetlerinin anayasadan ‘Türk’ kavramını çıkarmak olduğu açık. Bu grupların ortak özelliği gayri milli politikalardan yana olmaları. Hepsi de ‘Türk’ kavramına saldırıyor. Bu temel strateji doğrultusunda kullandıkları taktikler de hemen hemen ortak. Örneğin hepsi de bu işi demokrasi ve insan hakları adına istiyor. Bu iki kavram söz konusu grupların elinde epeyce kirlendi ve ortalama halk arasında sevimsizleşti. Demokrasi adına devlet yıkmak... DEMOKRASİ savunuculuğu ile TSK düşmanlığı eşdeğer bunların gözünde. Eğer TSK’ya eleştiriyi aşan şekilde saldırmazsanız ve her konuda TSK’yı yanlış, suçlu, adaletsiz bir gizli örgüt gibi görmezseniz demokrat sayılmıyorsunuz. TSK’nın bir faaliyetinin, bir uygulamasının veya bir girişiminin eleştirilmesi pek tabiiki yapılmalıdır. Ancak TSK’yı tamamen etkisizleştirmek amaçlı saldırıların iyi niyetli olması mümkün değil. Eğer anayasayı istedikleri gibi kotarabilirlerse, ihtilal yapmış gibi olacaklar. Çünkü devletin milli yapısını kaldıran veya sulandıran yeni bir anayasa metni söz konusu grupların hedefine ulaşmaları demek. Amerika ve AB’nin bu gruplara ve hükümete her türlü desteği vermesi bundan dolayı. Milli devletleri parçalamak istiyorlar... ORTA büyüklükteki milli devletlerin parçalanması küreselleşme adına Amerika’nın yapmak istediklerinin başında geliyor. Önce bin, sonra da bir kaç bine kadar çıkacak devlet sayısı Amerika’yı memnun eder. Çünkü orta büyüklükteki devletler etnik yapılara ayrılırken Amerika’nın kendisi tam bir milli devlete dönüşüyor. Büyüklüğünü koruyor ve gücünü artırıyor. Ufak parçalara ayrılmış güçlerin Amerika karşısında etkili bir koalisyon oluşturabilmesi imkansız olacak. AB de bu fikre yatkın. Sürekli olarak ilerleme raporlarına etnik talepleri bocalıyor ve Türkiye’nin önüne koyuyor. AB’nin talepleri bütünüyle yerine getirildiği zaman bu ülkenin adının Türkiye olup olmaması bile tartışılacaktır. ABD ve AB, Kuzey Irak’da kurulmak istenen Kürdistan’a Türkiye’den ilaveler yapılmasını istedikleri için Türkiye’deki hükümetin ‘İslami’ görünen kimliğinden rahatsız değil; çünkü hükümet onların tam istediği gibi düşünüyor ve yapıyor. TSK’ya saldırmaları bundan... TÜRBAN ve laiklik tartışmalarıyla gizlenmek istenen asıl niyetin önündeki en büyük engel Ordu. TSK, yapısı ve fikriyatı itibariyle Türk milli devletinin ordusu. Ve Ordu ayakta kaldığı, gücünü muhafaza ettiği sürece Türkiye’nin milli devlet yapısının sulandırılması belki mümkün; ama toptan tasfiyesi zor. Demokrasi ve insan hakları kavramlarını peynir ekmek yer gibi kullanan bu çevrelerin aslında hiç demokrat olmadıkları da açık. İkinci Cumhuriyetçilerin pek çoğu 22 Temmuz sonrasında kendilerini eleştirenlerin gazeteler ve televizyonlardan atılmasını isteyecek kadar tahammülsüzler. Elde varolan kanalların yüzde doksanından fazlasını kullanan ve gazetelerde büyük öbekler halinde yer alan bu kadronun demokrasiden bahsetmesi gülünç. Hükümete canhıraş destek veren ‘Fitne Fesat Medyası’nın hiç bir milli kalemi bünyelerinde tutmadığını geçmiş yıllarda gördük. Hükümete büyük destek vermesine rağmen Amerika’yı eleştirmeye kalkışan İslamcılar bile gazetelerden atıldı. Onların demokrasi laflarının sadece uygun bir vasıta olduğu açıkça görülüyor. Demokrasi, insan hakları ve AB sürecini Ordu’yu zayıflatılmak için kullanıyorlar. Milli devlete yönelik bu saldırıların demokrasi adına büyük ölçüde Ordu’ya yönelmiş olması beklenen br durum. Öyle anlaşılıyor ki, bu gruplar Türkiye’yi tehlikeli bir gidişata mahkum etmekten çekinmeyecekler. Ama bilmeleri gereken bir husus var. 7.5 milyondan fazla insana gıda ve ihtiyaç maddeleri dağıtarak aldıkları oyların büyük bir kısmı bu tartışmaların yaratacağı kaosda hızla AKP’den uzaklaşabilir. Doç. Dr. Hasan ÜNAL
  14. ANAYASAYI PARSELLEME ÇABALARI Vatana hizmet etmenin "bilimsel, kültürel ve sanatsal bir hayat üslubu" olan siyaset, gerçekte, bu görevi benimseyenler için, bir "karakter yapısı" konusudur. Rastlantılarla siyasi hayata girenlerle, bu işi "profesyonel bir ahlaklılık" sayan gerçek politikacılar arasındaki fark bu sınırlarda ortaya çıkar. R. Reagan' dan sonra, iletişim dünyasından politikaya geçmek konusunda, ünlü sinema yıldızlarından 'Charlton Heston'a "B.Amerika'nın Çumhurbaşkanı adayı olmayı düşünür müsünüz?." diye sorulduğunda : Heston: "Neden olmasın ki, hayatım boyunca Amerika'ya en üst düzeyde hizmet edebilmeyi bir seçenek olarak düşünmüşümdür. Filmlerimde ki rollerimi seçmek dahil, hayatımın hiç bir döneminde Amerikan ruhuna ters düşebilecek hiç bir hareketim olmamıştır ... " demişti. Haklı yada haksız demeden, her sanığın savunmasını kabul etmek avukatlık mesleğine ve ahlakına aykırı düşmez. Soyut olarak hukuku savunmak da bir görevdir. Ama, hayatı boyunca, sadece ve sadece haklı olduğuna inandığı sanıkların vekaletini seçmek, bir avukat için ekstra gurur ve onur konusu olabilir. Siyaset adamlığı, hayat boyunca kendisinde fikirler ve jestler olarak iftihar edilecek bir tecrübe birikimi taşıyan kişilerde değer kazanır. Siyaset adamı bir de devlet kademelerinde sorumluluk taşıma alanlarına yükselince artık o toplumun,karakteristiklerinin bir simgesi olarak sadece kendi kendisinin değil, milletinin de bir modeli olacaktır. Onda, geçmiş hayatının husumetleri,öfkeleri, kinleri, ihtirasları, çileleri, ıstırapları değil bütün bunların üstüne yükselen toplumsal değerler harekete geçmelidir. Siyaset adamı, hayata ve geleceğe kırgınlıkları, küskünlükleri, öfkeleriyle değil sağduyusu ile bakabilen adam olmak konumundadır. Bir anayasa'nın günün ve geleceğin koşullarına göre yeniden gözden geçirilmesi, bir toplumun gündemine getirilebilir. Onun taslağını yada önerilerini ortaya koymak ve bunu gerçekleştirmekte öncülük -önderlik değil- yapabilmek imkanına eriştiklerine inananların, bireysel deneyimlerinden kaynaklanan hırslarla harekete geçmeleri , kendi özel hayat ve dünya görüşlerini egemen kılmak istemeleri kadar yanlış bir şey düşünülemez. 1982 tarihli Türk Anayasasının değiştirilmesi girişiminde rol alanlar yanlış adımlarla yola çıkmak istemişlerdir. Onlar anayasada yapılmasını istedikleri değişiklikler hakkındaki görüşlerini 1980'li yılların kendilerine getirdikleri konum farklılıkları açısından, 1980 öncesinden başlıyan tutumlarıyla, jestleriyle, sözleriyle önce fısıltılarla sonra yüksek perdeden ortaya koymuş ve koymakta olan kişilerdir. Bu "vaziyet alışları da kişisel ve de ideolojik bakış ayrılıkları, öfkeler, kinler, partizanlıklar vardır. Değişik fikirler ve çok değişik istekler vardır. Bunların arasında, TBMM Başkanı seçildiğinde, Başkanlık kürsüsüne frakla değil günlük kıyafetle oturulmasını isteyen, "TBMM'ni askerlerin değil sivil muhafızların koruması gerektiğini ifade eden, asker muhafızları güvenilir bulmadığını söyleyenler vardır. Bunların arasında "Yeni Anayasayı sadece sivillerin yapması gerektiği"ni söyleyen bir Başbakan ve yardımcısı vardır. Türk Anayasalarının hepsinin Türk vatanını kurtaran ve koruyanlarla birlikte, yönetmek ve yükseltmek için çalışanlar tarafından, yani Türkiye'nin askeri ve sivil gerçeklerinin bilincinde olan aydınlar tarafından hazırlanıp halkın iradesiyle gerçekleştiğini bildikleri halde son bir kaç yıldan beri fısıltılarım naralara yükselterek bir "asker - sivil" ayrımcılığı türküsü tutturan bir avuç "eski tüfek" yazarla, beş altı çığırtkan politikacının telkinleri altında kalanlar vardır. Bunların arasında federasyon talep edenler, bölücülükten yargılanan hüküm giyenler var. Bunların arasında eşi ve kızıyla birlikte "Türkiye'de din devleti kuruluncaya kadar çalışacaklarını haykıran" , "eğer imkan vermezseniz silahlanmak isteyen adamlarımızı tutamayız" diyebilen, içinde, cennet mekan Mustafa Kemal'imizin Anıtkabrini yerle bir etmek istediğini sayıklayan mebusların barındığı bir siyasal partiler vardır. "Laikliği istemezük! .. ", "Atatürk inkılabını istemezük!..", "Dini Devlet isterük!.." diyenler vardır. .. Ve bunlar Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını kendi, kafalarına göre değiştirmek, değiştirilmesi teklif bile edilemiyecek Anayasa maddelerini Anayasadan çıkartmak için toplanıyorlar. Toplantı Başkanı "mutabakat hasıl oldu" diyor. Yani, nedir o mutabakat?. Kabul ve makbul olmayacağı belli dualara "amin" deme toplantısında varılan sonuç ... Ciddi misiniz gerçekten? Gökhan Evliyaoğlu
  15. Elbette sizler bir ay değil, kaç ay tutarsanız tutun orucunuzu. Kimsenin karıştığı falan yok. Ancak; kalın işaretlediğim eğer Allah varsa'lar imanlı birinin ağzına yakışmıyor. Ne demek eğer Allah varsa. Sizler var olduğundan yola çıktığınız için bu gibi şeyi ne düşünebilir ne de yazabilirsiniz. Eğer Allah varsa, korkutma türünün duygu sömürüsü ile karışmış bir halidir. Ayrıca, çoğu Ramazan sofralarında bir tek kuş sütü eksikse ve televizyonun karşısında eğlence programları eşliğinde açılıyorsa oruç... o iftar sofralarına hali vakti yerinde olan konu komşu ve dostlar davet ediliyorsa... dinci belediyeler ve işadamları iftar çadırlarının üzerine reklamlarını asıyorlarsa... bazıları 5 yıldızlı otellerde açık büfelerde açıyorsa iftarlarını... benim söyleyecek hiçbir şeyim yok!!!
  16. muki

    Benim Ülkem İlginç Bir Ülke

    Umursadıklarını sanan bazı kişiler de laik Türkiye Cumhuriyeti'ni peşkeş çeken yanlış ve yalancı siyasetçilerin peşinden sürüklenip gidiyorlar. Bu siyasetçiler de Türkiye'yi kalkındıracak, bağımsızlığa taşıyacak yerde kendilerine uygun bir şekilde yalan, yanlış gündemlerle ayakta kalmayı umuyorlar. Bir insanın gözleri kör olabilir, ama düşünceleri ve fikirleri de kör olursa algılama yeteneği de bir işe yaramaz.
  17. AKP ne yaptığını biliyor. Ben de AKP’nin ne yaptığını çok iyi biliyorum. İslamcılar ne yaptıklarını biliyorlar. Cumhuriyetçiler de onların ne yaptığını çok iyi biliyorlar. Geriye AKP ile İslamcıların peşinden giden ve tamamı sözde demokrat İkinci Cumhuriyetçiler, butik solcuları, neoliberaller ve neoreaksiyonerler kalıyor. Yakın zamanda kendilerini bekleyen akıbeti yazayım: Humeyni rejimini destekleyen İran komünistlerinin başına gelenler onların da başına gelecek. Şu ya da bu oranda. Aynı kader! LAİK ARİTMETİK İlkin, "Nüfusunun yüzde 99’u Müslüman olan" tanımlama cümlesinin bir tür İslamo-faşist ifade olduğunu söyleyeceğim. Laik bir ülkede, "99 Müslüman=1 Müslüman olmayan" olduğu için bu böyle. Laik aritmetiğin dört işlemine göre. Laik bir devlette hiçbir din, laiklik ilkelerinden daha büyük değildir. Oysa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan seçimden önce yaptığı konuşmalarda bunun tersini söylüyordu: "Din üzerinden siyaset yapılamayacağı gibi laiklik üzerinden de siyaset yapılamaz. Din ile laikliği aynı terazide tartmayın. Kişi laik olmaz. Devlet laik olur." Bu cümlede bakalım kaç yanlış var? 1. Anayasa, din üzerinden siyaset yapmayı yasaklamıştır ama laiklik üzerinden siyaset yapmayı da zorunlu kılmıştır. 2. "Din ile laikliği aynı terazide tartmayın" cümlesi, din önce gelir anlamında kullanılmış. Laik bir ülkede devletin, toplumun ve bireyin referansı din olamayacağı için, bu ülkede kamusal olan laiklik, bireysel olan dinin önünde ve üzerindedir. 3. "Kişi laik olamaz, devlet laik olur" cümlesi tipik bir mugalata örneğidir. Laik devletin ilke ve kuralları içinde yaşamayı kabul etmiş her inançlı (Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Budist, vb.) ve her inançsız kişi laiktir. DEMOKRASİSİZ CUMHURİYET Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilebilmesiyle 29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyet fiilen sona ermiştir. 28 Ağustos 2007’de ABD tescilli, sıfatı Ilımlı İslam Devleti olan 2. Cumhuriyet dönemi başlamıştır. Adı da "Karşı Devrim Cumhuriyeti"dir! Diyeceksiniz ki, neden? Abdullah Gül’ün iki nedenden dolayı 1923 Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olamaması gerekiyordu. Olamazdı. Madem ki oldu, onun için: 1. Geçmişi, dokunulmazlığın kapattığı dosyası ve politik hayatı boyunca dile getirdiği Cumhuriyet karşıtı düşünceler. 2. Eşinin Cumhuriyet’e meydan okuyan İslami militan eylemleri. Bunlara karşın Cumhurbaşkanı olabildiğine göre 1923 Cumhuriyeti içerde ve dışarda tasarlanmış bir cinayete kurban edilmiştir. Ve karşı devrimin ikinci dönemi resmen başlamıştır. İkinci Cumhuriyet’in bir Ilımlı İslam Devleti’ne dönüşmesini hep birlikte göreceğiz. İşte o zaman "demokrasisiz" bir cumhuriyetin nasıl bir cehennem olduğuna yaşayarak tanık olacağız. Goygoycuların canı cehenneme, ama AKP’ye oy versin ya da vermesin, bu cehennemin Türk ulusuna hayırlı olmasını nasıl dileyebilirim? İnşallah yanılıyorumdur! Özdemir İnce
  18. muki

    Karşı Saldırı Timleri

    Sayin Sezer döneminde askıya alınan Özel Operasyon Timleri (CAT) Gül döneminde aktif hale getirilecekmiş. Ama bu timlerin ismi Karşı Saldırı Timleri (KST) olarak değiştirilecek ve yaklaşık 60 kişiden oluşacakmış. Hani halkla kucak kucağa olacaktı. Bari kendisine bir de hani şu Papa'nın bindiği zırhlı cam araba var ya, ondan yaptırsın. Teröristten korkmayıp karşılıklı çay kahve içen birisi kimden korkuyor? Karşı Saldırı Timleri kime karşı aktif hale getiriliyor?
  19. muki

    Erdoğan'dan

    Erdoğan'dan 'hamili kart yakınımdır' uyarısı... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKP'li yöneticilerin bakanlardan istediği 'torpil' taleplerinin medyaya yansıması üzerine, il başkanlarıyla genel merkez yöneticilerine "Hamili kart yakınımdır" uyarısında bulnudu. Erdoğan, "Taleplerinizi ilgilisine yazılı değil sözlü olarak iletin" dedi. Erdoğan, geçen hafta cuma günü parti yöneticileri ve il başkanlarıyla yaptığı toplantıda önemli uyarılarda bulundu. Medyanın AKP'ye yönelik tavrını eleştiren Erdoğan, medyanın herşeyi yuvarlayarak vermeyi sevdiğini söyledi. Osmaniye İl Başkanı da bürokratlardan yakınarak, bir başhekimin yerinin değiştirilmesini istedi. İl başkanı, "Bürokratlar taleplerimizi yerine getirmiyor" dedi. Bu istek karşısında sinirlenen Erdoğan, "Sizlere yıllardır anlatıyorum. Daha kaç kere söyleyeceğim, bu işlere karışmayın diye, halen karışıyorsunuz. Görmüyor musunuz, gazetelere kanşet oluyoruz. Bunlar hoş şeyler değil, bu işlere girmeyin" dedi. Bu tür taleplerin usulüne uygun şekilde iletilmesini isteyen Erdoğan, bir süre önce "torpil talebi" nedeniyle gazete manşetlerine çıkan ve hemen yanıbaşında oturan AKP Genel Sekreteri İdris Naim Şahin'e bakarak şunları söyledi: "Bugünlerde partimiz 'hamili kart yakınımdır' notları nedeniyle sık sık gündeme geliyor. Bu tür talepler ve gelişmeler partimizin görüntüsüne zarar veriyor. Eğer böyle talepleriniz varsa ilgili kişiyle doğrudan temas kurun. İsteklerinizi yazılı olarak değil sözlü olarak iletin. Bu tür konuların medyada tartışılmasını istemiyorum. Parti yöneticilerimizin bu tür şeylerle kamuoyu gündemine gelmesi çok hoş değil." Alıntıdır Bundan daha şeffaf olunamazdı!!! Ne diyor; ''İstekler (torpil) yazılı olarak değil, sözlü olarak iletilsin!' Bu, yapın yapacağınızı ama iz ve delil bırakmayın anlamına geliyor. RTE'nin kendisi nasıl yapıyor bunu acaba? RTE'nin verdiği 'yazılı değil, sözlü' tavsiyesine bakılırsa 'Balık baştan kokar' deyimi tam yerinde kullanılmış olmuyor mu? Türk insanının bazı kesimi artık 'yapabilene helal olsun' devrinde yaşıyor, yapamayan bir kesim de sadakaya razı oluyor. Diğerleri mi? Damarlarındaki asil kanın farkındalar ve kendi yağlarında pişiyorlar.
  20. Yukarıdakileri okurken başım döndü. Dünyanın batışı ile ilgili herhangi bir masala gönül kaptıracağımıza elele verip dünyayı nasıl daha güzel yaşanır bir mekan haline getirebileceğimize kafa yoralım daha iyi olur. Herkes kendi üzerine düşeni yapsa bu o kadar da zor değil diye düşünüyorum.
  21. Bakalım göreceğiz Gül devlet adamı mı, yoksa siyasetçi mi. Ama Gül gibilerin devlet adamı olmak için bir kaç fırın ekmek yemeleri gerekiyor. Devlet adamları ülkesini ve ve bu ülkede yaşayan insanları satmama düşüncelerinde sabit olmaları gerekir. ''Gizli anlaşmanın içeriği'' ve ''Gizli anlaşmanın uygulanması'' yazılarını okuduk hepimiz, daha neyini merak edelim. Lakin rua arkadaşımızın dediği gibi, bildiğiniz bir şey varsa yazın da biz de bilelim.
  22. Kimi yazarsanız yazın ama, doğruya doğru, eğriye eğri yazın.
  23. Sayın Marcus, okuma yazma biliyorsunuz, aşağıdaki metni okuyun bir bakalım ne diyeceksiniz. Bu metni okuduktan sonra neden bu adamın icraatlerinden bahsettiğimizi anlarsınız belki. Biz burun kıvıran, kendini beğenmişler tayfası değiliz, ama sizlerin de Gül'ü sütten çıkmış ak kaşık olarak tabir etmeniz komik oluyor doğrusu. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı tüm DÜNYAYA hayırlı olsun, ama bize ne kadar hayırlı olacak göreceğiz! Abdullah Gül, 2 Nisan 2003 günü ABD Dışişleri Bakanı Powell ile Ankara?da ?2 sayfa 9 maddelik gizli bir plan yapıldığını?. Bu gizli anlaşmanın yapılmasından bir buçuk ay sonra Vatan gazetesi yazarı Sedat Sertoglu?na yaptığı açıklamada şunları söylemiştir: ?Ben bu gezileri yapmadan önce şimdi senin oturduğun koltukta (eliyle koltugu vurdu) ABD Dışişleri Bakanı Powell oturuyordu. Onunla 2 sayfalık 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp açıklayamam ki?Powell Suriye?ye giderken de benimle konuştu. Gizli olan bir sürü gelişme var? (Vatan, 24 Mayis 2005). Bu açıklama, dikkatle incelendiği zaman görülebileceği gibi, Abdullah Gül aynı görüşmede ABD?nin komşumuz Irak?ı işgalini desteklemekte ve Müslüman milletlerin yaşadığı ülkelere karşı ABD saldırganlığının hizmetinde olduğunu belirtmektedir. Aralarında ülkemizin de bulunduğu ?Ortadoğu?daki bütün rejimlerin değişeceğini? söylemektedir. Gizli anlaşmanın içeriği 2 sayfa 9 maddelik ?Gizli Plan?ın ayrıntıları şöyledir: 1. Türk askeri Irak?ın kuzeyinden çekilecek, sınır harekâtlarına son verilecek ve PKK?ya askeri harekât için ABD?den izin alınacak: Irak?ın kuzeyinde bulunan bütün Türk birlikleri ve Türk ordusuna bağlı özel kuvvetler, Türkiye sınırları içine çekilecek. Türk ordusu bundan boyle hangi gerekçeyle olursa olsun, sınır ötesi harekâtta bulunmayacak. PKK/KADEK?in Türkiye egemenlik alanı dışında takip ve bastırılması harekâtlarına son verilecek. Ayrıca PKK/KADEK?e karşı Türkiye Devletinin egemenlik alanı içinde yapılacak askeri harekâtlar için ABD askeri makamlarına bilgi verilecek. 2. Türkiye?ye ambargo ve askerî yaptırım tehdidi: Eğer Türk Silahli Kuvvetleri, PKK/KADEK?e karşı ABD askeri makamlarına bilgi vermeden ve izin almadan harekât yapacak olursa, ABD hükümeti, Kürt halkına karşı şiddet kullanıldığı ve soykırım uygulandığı çerçevesi içinde uyarıda bulunma hakkını kullanabilecek. Bu durumda ABD gerekli gördüğü ambargo ve silahlı müdahale gibi siyasal ve askerî yaptırımları sakli tutacak. 3. ABD?nin İran ve Ortadoğu harekâtlarına aktif destek ve katılım: Türkiye, ABD?nin İran?a ve diğer Ortadoğu ülkelerine karşı uygulayacağı sınırlı askerî harekâtlara, ABD?nin talep etmesi halinde şartsız olarak üs ve taşıma kolaylıkları sağlayacak, askerî birlik verecek. Türk birliklerinin üst komuta yetkisi, ABD komutanlığında olacak. 4. Türk ordusunun asker ve silah gücünde indirim: Türk ordusunun asker sayısı ve silah kuvveti, ABD?nin uygun bulduğu sayı ve kabiliyete indirilecek. Özellikle tank ve ağır silahların miktarı düşürülecek, savaş uçağı sayısı sınırlanacak. Bütün silah ve cephane bundan sonra ağırlıklı olarak kısa menzilli taktik savunma kavramına (belgede ?konsept? deniyor) göre ayarlanacak. Türkiye?de bulunan ABD ve NATO irtibat subaylarının görev alanları ve yetkileri genişletilecek. 5. Irak?ın kuzeyinde kurulan kukla devlet Türkiye tarafından resmen tanınacak: Irak?ın kuzeyinde kurulmuş olan ve sözüm ona ?Kürdistan? adı verilen kukla devlet, resmen ilan edildikten sonra, Türkiye tarafından da resmen tanınacak. Türk devletinin kukla devletin kuruluşunu ?savaş nedeni? sayan Millî Güvenlik Siyaset Belgesi ve bu yöndeki politika ve kararları kaldırılacak. (Kuzey Irak -?Kürdistan? sınırları içinde kalacak olan ve özellikle Kerkük, Musul ve Süleymaniye?deki Türkmenler, ABD tarafından güvenli bir şekilde başta Bağdat ve diğer Güney Irak şehirlerine nakledilecek. ABD yetkilileri göç edecek olan tüm Türkmenlere iş olanakları sağlayacak). 6. PKK/KADEK elemanlarına geniş kapsamlı af ve PKK?nın yasallaştırılması: Abdullah Öcalan ve diğer dört lideri dışında bütün PKK/KADEK yönetici ve elemanlarına geniş kapsamlı af çıkarılacak. Etnik grupların yasal siyasete katılmaları önündeki bütün yasal kısıtlamalar ve engeller kaldırılacak. Af yasasıyla bağlantılı olarak PKK/KADEK?e yasal siyaset düzleminde yer alma olanağı sağlanacak, hapiste veya dağda bulunan yöneticilerin siyasal mücadeleye katılmaları için gerekli hukukî ve siyasal önlemler alınacak ve uygulanacak. 7. Güneydoğu belediyelerine özerklik ve federasyona geçiş: Kamu Reformu Yasası ve yeni Yerel Yönetim Yasaları hızla çıkartılarak, Türkiye?deki Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı şehir ve kasabaların belediyelerinin özerkleşmesi süreci kararlı olarak yürütülecek. Türkiye, dört yıl içinde uygulanacak bir planla, üniter devlet yapısını terk ederek, federasyona geçecek. 8. Kıbrıs?ta Denktaş devre dışı bırakılacak, Annan Planı küçük değişikliklerle uygulanacak ve Ege?de Yunanistan?ın taleplerine esnek tavır alınacak: KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, ?Arafat modeli? denen uygulamayla devre dişi bırakılarak, Kıbrıs?ta Annan Planı bazı küçük değişikliklerle hayata geçirilecek. Ege kıta sahanlığı konusunda Türkiye, Yunan doktrinine daha esnek davranacak, Türk jetlerinin uçuş alanı daraltılacak, sık sık ortaya çıkan ?** dalaşı? sorunu Yunanistan rahatsız edilmeden çözülecek. 9. Ermenistan?a yönelik kısıtlamaların kaldırılması: Türkiye?nin Ermenistan ile ilişkileri normalleştirilecek ve iyileştirilecek. Sınır ticaretinde Ermeniler lehine düzenlemeler yapılacak. Ermenilerin Türkiye?ye gezilerindeki bazı kısıtlamalar kaldırılacak. Gizli anlaşmanın uygulanması Bu gizli anlaşmayla aradan geçen süreçte, o tarihte açıklanan bu gizli anlaşmanın maddelerinin uygulanmış ya da uygulanmakta olduğunu görüyoruz: 1. Türk askeri Irak?ın kuzeyinden çekilecek, sınır harekâtlarına son verilecek ve PKK?ya askerî harekât için ABD?den izin alınacak: Türk askeri Kuzey Irak?tan çekildi. Sınır harekâtlarına son verildi. Ve izin alınamadığı için operasyon yapılamıyor. 2. Türkiye?ye ambargo ve askerî yaptırım tehdidi: Türk askerinin başına çuval geçirildi. 3. ABD?nin İran ve Ortadoğu harekâtlarına aktif destek ve katılım: ABD ve AKP iktidarı, işbirliği halinde, bu desteği sağlamak için Türk Ordusuna Şemdinli olayından bu yana operasyonlar yürütüyor. 4. Türk ordusunun asker ve silah gücünde indirim: İndirim tasarıları sık sık gündeme getiriliyor. 5. Irak?ın kuzeyinde kurulan kukla devlet Türkiye tarafından resmen tanınacak: Resmen tanınması için ortam oluşturuluyor. Barzani- Talabani?nin durup durup ****** açıklamalar vermesi, Diyarbakır Belediyesi Başkanı Osman Baydemir?in Devlet?e meydan okuması ve özerklik istiyoruz açıklamaları? "Diyarbakır kalesi söylemleri..Ardından hani her partinin kalesi yokmudur takiyeleri..." 6. PKK/KADEK elemanlarına geniş kapsamlı af ve PKK?nın yasallaştırılması: Hazırlıklar yapılıyor. ?Eve Dönüş Yasası? ile ilk uygulaması yapılmaya çalışıldı.... 7. Güneydoğu belediyelerine özerklik ve federasyona geçiş: Kamu Reformu ve Yerel Yönetim Yasaları ile belediyeler özerkleştiriliyor. Federasyon hazırlanıyor. Güneydoğu Belediyeler Birliği, AB fonlarından ve AB ülkelerinden doğrudan para alıyor, doğrudan ilişki kuruyor. Bunun yasal dayanağı olarak ?İkiz Sözleşmeler? Meclisten geçirildi. (Kenan Evren dahil), Ayrıca eyalet olsun diye öneriler yapılıyor? 8. Kıbrıs?ta Denktaş devre dışı bırakılacak, Annan Planı küçük değişikliklerle uygulanacak ve Ege?de Yunanistan?ın taleplerine esnek tavır alınacak: Denktaş devre dışı bırakıldı. Annan Planına teslim olundu. Ege?de esnemeler başladı. Onay verilen AB Müzakere Çerçeve Belgesi ile Türkiye?nin bazı sınırlarının ?ihtilaflı? olduğu kabul edilerek bu ?sınır ihtilafları?nın ve ?ihtilaflar? kapsamında Ege sorununun Lahey Adalet Divanı?na götürülmesinin önü açıldı. 9. Ermenistan?a yönelik kısıtlamaların kaldırılması: Hazırlıklar gündemde. Ermenistan hava koridoru açılarak 70 bin Ermenistan vatandaşının Türkiye?de kaçak çalışmasının önü açıldı. Ermesintan Sınırı gizli olarak açılmış ve çok az da olsa bir ticaret başladı. Abdullah Gül açısından ABD ile yapılan bir ?hizmet sözleşmesi? kabul edilebilecek bu ?Gizli Plan?, ABD?nin Müslüman halkların yaşadığı 24 ülkeyi bölen Büyük Ortadoğu Projesi?nin Türkiye ayağını oluşturmaktadır.
  24. muki

    ALLAHTAN KAÇAMAZSINIZ.....

    Şimdiye kadar siz hiç bir dinsizin beline bomba bağlayıpta masum insanların ölmelerine neden olduğunu duydunuz mu hiç sayın 4mevsim. Bilakis, dindar günah olduğu için vazgeçmiyor, çünkü Allah yolunda savaşıyor (bu Allah yolunda savaşmakta bir tek İslam'da var sanırım) ve masum insanları da beraberinde götürüyor. Ya da cinnet geçiripte çoluğunu çocuğunu dograyanlardan bu dinsizdi bu dinliydi diyen bir açıklama duydunuz mu hiç? Herşeyi göze alıpta yapan insanlar genelde dine kayıtsız şartsız bağlanmış insanlar oluyor, zira sonunda vaadedilen Cennet var. Bağla beline bombayı cennetlik ol, ne kolay değil mi cennete gitmek.
  25. Doğru ya, adam imanlı olsun yeter, versin sırtını Allah'a, dilediği gibi çarpsın çıprsın... Şunu pek anlamadım; bir erkek dini hükümlere göre nasıl sizden üstün olabiliyor. Yoksa Allah erkeğin imanını kadınınkinden üstün mü görüyor da, siz karşınızdaki erkeğin dini hükümlere göre sizden üstün olup olmadığına bakıyorsunuz? Size tavsiyem biraz fazla düşünün, kendi düşüneceğiniz yerde düşünme yeteneğinizi başkalarına bırakmayın! Ama, ama fft söyleme ıspatlayamadılar diye. Bak; Rahman suresi 70- فِيهِنَّ خَيْرَاتٌ حِسَانٌ 70- Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır. 71- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ 71- Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? 72- حُورٌ مَّقْصُورَاتٌ فِي الْخِيَامِ 72- Otağlar içinde korunmuş huri kadınlar. 71- in tekrarı, yani tasdikleme... 74- لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ 74- Bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur. Ümmü Seleme, Peygamber (s.a.s)'e bir gün "Ya Rasûlüllah! dünyada ki kadınları mı, yoksa Cennetteki hûrîler mi daha iyidir?" diye sorar. Rasûlüllah (s.a.s); "Dünyadaki kadınların üstünlüğü, yüzün astara üstünlüğü gibidir" diye cevap verir. Ümmü Seleme; "Niçin" deyince O, şöyle cevap verir; "Dünyadaki kadınlar namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve birçok ibadetlerde bulundukları için" Neden Muhammed bu soruya; ''Ne diyorsun sen ahbap, nereden çıkardın Cennetteki hurilerin kadın olduğunu, onlar cinsiyetsiz ya da duruma göre cinsiyet değiştiriyor'' dememiş acaba da, hurileri tarif ederken dünyadaki kadınları örnek olarak vermiş??? Erkeğin sizlerden üstün olduğu beyinlerinize öyle bir kazınmış ki, helal olsun valla! Öyle ya, sizlerin ne bir kişiliğiniz ne de seçeneğiniz var Kuran'a göre.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.