evrensel-insan tarafından postalanan herşey
-
Kaderin Bilimsel aciklamasi ve ispati !
Deyim ile atasozunun farki nedir?
-
Kaderin Bilimsel aciklamasi ve ispati !
Oan aklima o geldi. Eee ne oldu, hani sectiklerim/yazdiklarim kaderim di? "Dereyi gormeden pacalari sivamak" "Olmayacak duaya amin demek" Bunlar nasil, iyi mi?
-
Kaderin Bilimsel aciklamasi ve ispati !
Ne kaderi, onlar senin yanitina gore yazildi. Aslinda su an yazsam, mutlaka farkli olur. Yani o anlik yaziydi. Hayir, ben istersem dil de ogrenirim, bilgimi de gelistiririm. Yani kaderim benim elimde, istersem degistiririm. Bunun kader ile ilgisi yok. Senin yanitlarin ve o anki yazdigim ile ilgisi var. Baska yanit olsa, ya da baskasi yazsa; yazacaklarim farkli olur. Hersey biribiri ile ilintili. Sen edilmis duaya amin diyorsun. Soylerim, aklima baska bir sey gelir, onu soylerim. Cunku ben su anda hem programlayici, hem akilli tasarimci hem de yaratici durumundayim. Tanriya ihtiyacim yok. Herseyi kendi serbest iradem ile kendim yapiyorum ve ustelik bunun bilinc ve farkindayim. Ortada tek bir plan yok, karsilikli iletisimin olusturdugu sartlar ve anlar var. Anlasildi, tavsiyem kaderini kendin ciz, teslim olma. Tabi bunun icin kendilik bilisselligi ve birey bilinc ve farkidaligi gerekir.
-
Kaderin Bilimsel aciklamasi ve ispati !
Atasozu oyle, ben ne yapayim.
-
Evrensel-İnsan'a Sorular..
Inanmak, bilmemektir. Ayrica dedigim gibi bilgi ile ilgili bayagi baslik var, bir goz at. Ben bilim olarak nitelemedim. Bilimsel felsefe ve bilgi felsefesi olarak niteledim. Epistemolojinin temeli inanc ile gercek arasindaki dogrulama koprusudur. Yani inanilani kendince dogrulayarak gerceklersin. Benim bahsettigim epistemoloji ise, yapilandirmaci epistemolojidir. Yani gercegin insanoglu yapilandirilmisligi oldugunu soyler. Cunku inananda dogrulayan da insanogludur. Materyalizm bilimsel degildir, bilim de degildir. Bunyesinde ideolojik inanc icerir. Yani gozlemi olmayan gnostik bilgi (maddenin ilkligi, tekligi, mutlakligi bilimsel degil; inancsaldir). O yuzden ben hic bir metafizik ontolojik bakis acisi ile bakmiyorum. Cunku varliksal/inancsal/ideolojik bakmiyorum. Dedigim gibi materyalizm de ayni idealizm gibi, metafizik yani felsefenin varlik dalinin ontolojik bir akilciligidir. Farki madeyi ve nesnelligi indirgemeci ve determinist olarak alir, yani monizmdir. Ayrica ne bilimin konusudur, ne de bilimseldir. Bilimin bilimsel gozlem veren tabani fenomendir ve bilim bilimsel olarak fenomenin ne oldugunu tartismaz, yada kesin indirgemeci olarak ortaya koymaz. Sadece gozlemini ortaya koyar, kendini degil. Mesela; Buradaki "var" varliksal degil; insanogluna gozlem verenin algi isareti olan vardir. Var kilindigi icin de kavram ile ozdeslesmistir. Ben sana "melek nedir?" dersem ne yanit verirsin. Sonucta kavram olarak var ve sozluklere bakildiginda daanlam ve icerigi var. Yani gnostik bilgi. Sen "kavram olarak melek vardir" dan ne anliyorsun? Senin bilgi tanimin, bilgi degil; olgudur. Peki nedir o zaman bir inanira Allah'i var kilan? yani kuran degilse, nedir? Ya da Allah'in varligini nerden ogrenmistir? Kitapta somuttur icindeki yazilarda; ikisi de gozlem verir. Soyut olan yazilardan cikarilan anlam ve icerik ve de onlara inanctir. Dolayisi ile ayni kuranda yazan bir seyi biri mistik algilarken, baskasi gercek algilar. Iste bu da inanma inanmama farkidir. Yoksa kurandaki gozlem veren yazi aynidir, onu okuyanlarin algilari ve beyin duzeyleri inanclari v.s. farklidir. Bilgi ogrenilmek ve bilmek icin ortada olandir. Bes duyu ile algilananlar somuttur, duyumsal/sezgisel algilananlar soyuttur. Somutlar herkes icin gozlem verir, soyutlar sadece hissedenler, inananlar icin gozlem verir. Burada celiski nerede? Rica ederim ama hala bilgi ile ilgili basliklari okumani ve basliginda yanit yazmani ya da soru sormani dilerim. Bilmukabele. Guzel ve duzeyli bir bilgi ve dusunce alis verisi oldu.
-
Kaderin Bilimsel aciklamasi ve ispati !
Yukaridaki aciklama algiladigim kadariyla, bilimsel gozlemin verdigi evrimin dogal secilimi. Birincisi bu bir secilim, yani ne secen ne de secilenin bir rolu yok. Sadece mantiksal olabilirlik olasiligi ne ise o olmus ve gozlem veriyor. "okuzun altinda buzagi aramaya" gerek yok. Yani gozlem ne ise o olmus zaten. Iste burada o olmuslugu olusturan sartlar var, bunlar da planli, programli tasarli degil. Birincisi bunun kader olmassinin bilimsel bir yani olmadigi gibi, ikincisi olmayan bu kaderin bir tasarlayicisi, programlayicisi, v.s. de yok. Yani sartlar olusturmus. Bilim bilimsel olarak sartlari gozlemi ile ortaya koyabildigi olcude koyuyor. Yani sen olmus ne varsa, ona kader diyorsun ve bunu degismez kiliyor ve bir insanoglu disi ozneye bagliyorsun. Yani neden sorunu yasiyorsun. Dedigim gibi verdigim basligi oku. http://www.turkish-media.com/forum/topic/293143-tanri-kavrami-uzerine-diyaloglar/?do=findComment&comment=1014873 Sen illada "ben okuzun altinda buzagi ararim" diyorsan, ben ne diyebilirim ki! Kader nasil degisir. Diyelim bir kutunun icinde bir kedi var. Ben sana soruyorum "kedi uyanik mi/uyuyor mu" senin bilme sansin kutu acilinca %50. Peki hangisi kader, bildigin mi/bilemedigin mi? Ya da ben kadere mudahele ediyorum. Kutuyu hemen degil; bes dakika sonra aciyorum. Diyelim hemen acildiginda kedi uyrken, bes dakika sonra acildiginda uyaniyor. Iste buradaki bilimsellik, gozlemdir. Yani kutuyu acip bakmak. Ayrica bilimsel olarak da uykuda ya da degilden baska bir secenek yoktur. Tabi kedi canli ise; olmus de olabilir. Secenekler; Kedi uyuyordur-canlidir. Kedi uyaniktir-canlidir Kedi olmustur-cansizdir. Bu ucunun de mantiksal olabilirlik olasiligi vasrdir ve hangisi gozlem veriyor ise, o an ve sartta olan odur. Yalniz gozlem ile degisebilir. Yalniz degisimin mantiksal olabilirlik olanagi yukaridaki ucluden anlik biridir. Ayrica dogumda olen bir bebegin, ya da kazada olen birinin, kisaca "kotu kader" sahibi kisinin yani dogal felaket(sel, deprem, firtina, hortum, tsunami, volkan patlamasi v.s.) kotulugunu yasayanin gunahi/sucu ne. Ustelik bu dogal afetlerde ne insanoglunun bir rolu var, ne de kotulugu yasayan sadece insanoglu. Diyelim iki kiz evlendi ve evliliklerinden mutlu degiller. Birisi "bu benim kaderim" deyip evliligine devam ediyor; digeri kaderini degistirip, bosaniyor. Yani burada dogal secilim degil; bir secim var. Hic bir sey ne tesaduftur, ne de kader/alin yazisidir, ne de planli programli ve tasarimlidir. Eger gozlem veriyorsa, mantiksal olabilirlik olasiligi olmustur ve bu olusum da o olusumu olusturacak sartlarin bir araya gelmesine baglidir.Ustelik. Evren biz burada olalım diye böyle değildir, evren böyle olduğu için biz buradayız. Biz yasayalim diye dunya da yasam olusmadi, yasam olustugu icin biz yasiyoruz.
-
AYKIRI SORU - YORUM VE SORGULAMALAR
Bilmem onu kuran'in yazarina sormak lazim. Eger gider diyorsan, varsa boyle birayet; gormek isterim.
-
"Milli ozgurluk" Ne Demektir?
Insanoglu tarihi; kendisi icin; ta ki Nihilizm'in ortaya cikisina kadar; tek olarak algilanamamis ve degerlendirilememistir. Insanoglunun, bir tek uyesi olarak; ortaya atilisinin ve degerlendirilisinin tarihi, 20. yuzyildir. Bugun, insanoglunu; toplumsal boyunduruk altinda tutan; tanrisal ve dinsel yanasim; artik dunyada; bireysel algilanabiliyor ve bu konuda serbest dusunurler cikabiliyor olmaktadir. Milliyet konusu ise; ilginc bir konu ve boyunduruktur. Bugun yeryuzunde; henuz milliyetin bireysel bir algisi yansiyamamaktadir. Bunun ilk nedeni; milliyetin vatan ile yani cografyayla ozdeslesmis olmasidir. Yani; bir birey, dunyanin neresinde dogarsa dogsun, dogdugu yerin toprak parcasinin bir uyesi olarak dogmakta ve otomatikman o cografyanin; vatandasi temelinde; kimligini boyunduruk olarak takmak zorundadir. Henuz insanoglu; milliyet konusunu; din gibi; bireysel bir temele indirgeyememistir. Burdan iki sonuc cikar. Birincisi; bireye verilmek istenen milli icerigin; milliyetcilik dusuncesi ve o dusunceyi savunu mekanizmasi Ikincisi; toplumsal olarak ve bireyin toplumun bir parcasi olarak ve de vatandas olma vasfiyla; o verilen milliyete ve milliyetcilige dusunce ve davranista sahip cikmasi. Askerlik kurumu, bu tur bir yanasim icin bicilmis kaftandir. Ki savaslarida zaten askerler yapar. Bugun bir bireyin; vatandasliginin kimligini degistirme, hatta ikileme-ucleme hakki vardir. Birey isterse, kanuni temelde bu hakkini kullanabilir. Fakat, birey, henuz yasam ve iliskilerinde; vatandas olmaktan bagimsiz degildir ve olamaz. Insanoglunun dogal dusunce yapisi henuz bu boyundurugu asamamistir. En azindan; her birey, mutlaka ya kendi secimi olan, ya da dogdugu cografyadan gelen bir vatandasliga bagimli olmak zorundadir. Bu onu bir millet sahibi yapar. O milletten kendisini sorumlu tutmasi ve o millet adina ve lehine bir savunucu dusunce uretmesi de; bireyi milliyetci yapar. Eger, birey milliyetini; milliyetcilik duzeyine tasimiyorsa; burada bireyi bekleyen bir tehlike yoktur. Ama, sistemin ve ulke sartlarinin zorlamasina maruz kalabilir. Bunun disinda; bir bireyin; din gibi, tanri gibi; milliyet kavramindan da ozgur olabilecegi; ve bu konuda serbest dusunur olabilecegi; belki milliyetcilik konusunda mumkun olsa da; vatandaslik konusunda pek mumkun degildir. Nedeni; MILLIYET HENUZ BIREYSELLESEMEMISTIR. HALA EVRENSEL BIR AYRISTIRMANIN-TOPLUMSAL, ULKESEL, COGRAFYASAL-BIR PARCASIDIR. Dogustan verilen veya sonradan bireyin kanuni haklari ile ikilenen veya degistirilebilen; bu soyut inanc; hala gecerli ve gercekligini korumaktadir. Bu konuda da; en acisi; emperyalist, tanrisal ve dini kokenli ayrimci dogal dusuncenin; iktidarlarin elinde oldugu ve onlarin toplumlara nazaran; daha evrensel dusunur ve davranir oluslaridir. Oyuzden; milliyetin ve milliyetciliginde; ne oldugu, nasil ortaya atildigi; nasil bir ayrimci temelli dogal dusuncenin temel ve en buyuk savunucularindan oldugu ve bunun nasil da emperyalist zihniyetin elinde bir koz oldugu v.s. de iyi dusunulup, nedenlenip, sorgulanip, irdelenmelidir. Cunku; milliyet ve inancinin kaliciligi; insan ve insanligin onundeki din ve tanri kadar onemli bir inanc ve engeldir. Ben, bireysel olarak; milliyet konusunda da, bir serbest dusunurum. Gercekci oldugum icinde; bu konudaki hassasiyeti dile getirmeyi her zaman kendime gorev bildim. Oyuzden; milli kokensel farklarin farkinda olmak ama hicbir farki ustun kilmadan ve yok saymadan ve de biribirinden ayirmadan; milli farklarin evrensel butunlugunu ve birligini beraberlik temelinde korumak. Bunu basarabilmek demek; herseyden once, soros'un mikroayrimci politikalarinin farkinda olmak ve tuzagina dusmemek demektir. Aksi; bu milliyet inancinin; belkide dini inancin actigi yaradan, daha derin ve aci olacaginin kacinilmaz oldugudur. Evet, bu boyunduruktan kurtulamiyorsak; o zaman; herkeste bu boyundurugun oldugunu gorelim ve kendi boyundurugumuzu, baskalarinkinden ayirmayalim veya yuceltmeyelim. Sadece tasiyalim ve tasiyanlara da saygi duyalim. Ama "benim ki senden ayri, iyi, guclu v.s. "yarisina ve oyununa dusmeyelim. Evet; "dogum benim elimde degil; benim dogdugum cografyaya ben ad da vermedim, ben dogacagim cografyayi da secme hakkina sahip degilim. Bu ad, ben bu cografyada dogdum diye ustelik bana sorulmadan verildi." Iste orda kalsin. "Ben ....im" ile konu kapansin. Bu nu fark ayrimina, savasima, ustunluge ve mucadeleye tasimayalim "sen de ....sin" saygiyla karsilayalim. Cunku, bu inanc hala insanoglunun dogal dusuncesinde; toplumsal bir yere sahiptir. Birey olarakta; bireye verilen bir veridir. Her birey, kendi verisiyle yetinir; baska bireylere verilen farkli verileride algilar ve saygiyla karsilar; gercekliginin farkina varirsa; ne kendi verisini one cikarir, ne baskasinin verisini kendi verisine donusturmeye ugrasir, sadece kendi verisinin farkini dahil; diger veri farklarini da; bir butunluk altinda korur ve kollar. Ya da; soros,un mikroayrimci oyununa gelir ve veriyi yasam ve iliskisinde savasa donusturur. Bu milli inanctaki iki secenek; antiayrimcilik mi?, mikroayrimcilik mi? ki maalesef ne bunu ortasi nede ucuncu bir sik mumkun ve gercekci degildir. Tabi eger; bu milli inanc sahipleniliyorsa; eger bu konuda serbest dusunurseniz, zaten sorun yok. Sizlere, en guzel rehber ise; miliyetin, bilimsel bir temeli olmayisidir. Bu bilhassa bilimsel dusunce ureten arkadaslarin, almasi gereken yoldur. Bilimsel dayanagi olmayan bir inanci, milliyet inancini neden tasiyoruz? Tabi "bunu neden savunuyor ve bunun icin neden savasiyoruz" da; milliyetciligin inancsal sorusudur. MILLIYET SOMUT BIR VERI ISE; MILLIYETCILIK TAMAMEN SOYUT BIR VERIDIR. BU SOYUT VERIYI; ONCE DUSUNCEMIZDEN ATMALIYIZ. Cunku, somut ta soyut da olsa inanctir ve inancin herturlu insandisi ve insanlikdisi ozelliklerine sahiptir.
-
"Allah'in varligina inanc" Hak ve Ozgurluk siniri
Dilimiz Turkce, ortak ulkemiz Turkiye ve Turkiye toplumunun da dini konusu islam, muslumanlik ve Allah oldugundan; asagidaki evrensel-insan zihniyeti calismasi Allah olarak secilmistir.Isteyen istedigi tanriya uygulayabilir. "Allah'in varligina inanc" Hak ve Ozgurluk siniri Sizlere insanoglunun dusuncesinin evrensel ayrilmislik temelindeki sinirini ve ayrimciligini izah etmek istiyorum. Bu izahi yapabilmek icin dort sabit ayrilmislik terimi kullanacagim ve bir cumle yapacagim. Allah’in varligina inanc hakki. Bu dort kelimeyi buyuk bir X in koselerine yerlestirin. Y X’in fonksiyonu olduguna gore uc cesit cumle ve esitlik elde ederiz. Y yi de sekilsel dusunun ve Xin icine kucuk y olarak oturtun. (Aslinda benim felsefem yazidan ziyade cizimze daha kolay anlasilir, o yuzden siz cizim yaparak okuyabilirsiniz). Simdi cumlelerimizi veriyorum. 1) Hak Allahin varligina inanctir-Allah,varlik,inanc Y nin uclari.Hak sabit temelli 2) Varlik Allahin hakkina inanctir-Allah,hak,inanc Y nin uclari.Varlik sabit temelli 3) Inanc Allahin varlik hakkidir-Allah,varlik,hak Ynin uclari.Inanc sabit temelli. 4) Allah varligin inanc hakkidir-Varlik,inanc,hak Y nin uclari.Allah sabit temelli Asagidaki birlestirme olanaginin devamidir.Cumle basindaki kelime,sabit temelli,digerleri Y nin uclaridir. 5) Hak varligin Allaha inancidir. 6) Hak inancin varligi Allahtir. 7) Allah varligin hakka inancidir. 8 ) Allah hakkinin inanci varliktir. 9) Inanc varligin Allah hakkidir. 10) Inanc hakkin Allah varligidir. 11) Varlik inancin Allah hakkidir. 12) Varlik hakkinin inanci Allahtir. Yukaridaki birlestirme hak temelindeki Allahin varligina inanc siniridir. Simdi de ozgurluk sinirina bakalim. Ozgurluk siniri ise ayrimcilik sinirdir ve burada insanoglu hak sinirlamasi temelinde secim hakkina sahiptir. Cumlemizi yapalim. Allahin varligina inanc ozgurlugu. Burada ozgurluk X in fonksiyonu ile sabitlenmis ve sinirlanmistir. Bu ozgurluk siniri. Allahin varligina inanctir. Burada: Inanc- Allahin varligidir. X in inanc sabitligindeki, ikilemi Inanc – Varligin Allahidir. X’in inanc sabitligindeki ikilemi Allah-Inancinin varligidir. X’in Allah sabitligindeki, ikilemi Allah-Varligin inancidir.X in Allah sabitligindeki,ikilemi Varlik-Inancin Allahidir.X in varlik sabitligindeki,ikilemi Varlik-Allahin inancidir.X in varlik sabitligindeki,ikilemi Iste bu ikilemler dusuncenin evrensel ozgurluk siniridir. Ayrilmislik temelindeki bu ozgurluk siniri ayrimcilik olarak yansir. Simdi bu ayrimciligin sinirlarini inceleyelim: Yani insanoglunun dusunce manevra siniri;Allahin varligina inanc. Konuyu nereden alirsaniz alin Allah burda sabitleyici ve sabitlenin temel: varlik ve inanctir. Allaha inanc varlik tamelinde ya vardir ya yoktur. X in varlik temelinde karsitliligi Allahin varligi inanc temelinde ya inanmak ya inanmamaktir. X in inanc temelinde karisitligi. Burada dikkat edilecek nokta, varligin inancinin ve inancin varliginin Allah sabiti temelinde ki ayrilmisligidir. X in karsitligi ayrimciligindaki herhangibir ayrimci secenek ne olursa olsun digerini ters dusecektir ve ayrimcilik tartismasinin galibi – maglubu olmayacaktir. Bu tartismanin temeli aslinda – secim ne olursa olsun – inanc ve varlik ayrilmislik temelini ve onlari birlestiren Allah temelini tartisma disi tutar. Dolayisiyla ayrimcilik ozgurlugu biribirine zit olsa bile ayrilmislik ozgurlugu tartisma disidir, ve ortak noktadir. Yani dusuncenin ozgurluk siniri Allahin varligina inanc ayrilmisliginin ikilem temelindeki karsitlik seceneginin herhangibir iki zit ucundan biridir. Konunun ozu ise ihtiyactir ve yukaridaki dusuncenin ayrilmislik temelindeki ayrimcilik siniri bu konuda ihtiyac duyan icin gecerlidir. Allah’in varligina inancin hak ve ozgurlugune ihtiyac duymayanlar icin boyle bi dusunce siniri yoktur.
-
Tanrı Kavramı Uzerine Diyaloglar
1) Kısır döngü - Tanrı vardır, biliyorum. - Nerden biliyorsun? - Çünkü kutsal kitaplarda öyle yazıyor. - Peki o kitaplarda yazılanların doğru olduğunu nerden biliyorsun? - Çünkü kutsal kitaplar Tanrı’nın sözüdür. - İşte şimdi kısır döngüye girdin. - Nedenmiş o? - A’yı kanıtlamak için B’yi kullanıyorsun, B’yi kanıtlamak için A’yı kullanıyorsun. - Öylemi yapıyorum? - Evet. Kanıtlamaya çalıştığın şeyi, daha en başından kanıtlanmış kabul ediyorsun, onu söylüyorum. - Hmm. 2) İlk neden - Bence, yalnızca “neden” kavramı kullanılarak Tanrı’nın varlığı pek de güzel kanıtlanabilir. - Hadi bakalım. - Her şeyin bir nedeni yok mu? - Var. - Evrenin de bir nedeni olması gerekmez mi? - Evrendeki her şeyin bir nedeni olduğunu kabul etsek bile, bir bütün olarak evrenin de bir nedeni olup olmadığını bilemeyiz, ama, öyle olduğunu kabul edelim. - Güzel. İşte bu neden Tanrı’dır. Tanrı ilk nedendir. Hepsi bu kadar. - Peki, mademki her şeyin bir nedeni var, söyle bakalım Tanrı’nın da bir nedeni var mı? - Hayır efendim, yok. Tanrı kendi kendisinin nedenidir. Tanrı nedensiz nedendir. - Diyorsun. - Evet. - Yani bu nedenler soruşturmasına bir noktada son veriyorsun. - Evet. - İyi ama, neden evren kendi kendisinin nedenidir demiyorsun? - Hiç öyle şey olur mu? - Neden olmasın? Evreni açıklamak için çok daha anlaşılmaz bir kavramı, Tanrı’yı işin içine sokuyorsun ve de sorgulamamı orada kesmemi istiyorsun. Bence akıl yürütürken “Occam’ın usturası” nı kullanmalısın. - Ne usturası? - Occam’ın usturası. Bu terim mantıksal bir ilkeyi ifade eder ve adını ortaçağ düşünürü Occam’lı William’dan alır. Bu ilke, bir şeyi açıklamaya çalışan iki kuram varsa ve bunlardan biri basit /yalın bir kuram iken, diğeri gereksiz varsayımlarla dolu ise, basit olanı seçmemizi öğütler. - Seçmezsem ne olur? - Bak bir örnek vereyim. Bir Hint efsanesine göre, dünya bir filin sırtında durmakta, bu fil de bir kaplumbağanın üzerinde bulunmaktadır. - Amma da saçma. Peki, kaplumbağa neyin üzerindeymiş? Kurbağanın mı? - Hayır, başka kaplumbağaların. Neyse, burada vurgulamak istediğim, Hintliler dünyanın uzayda nasıl “durduğunu” anlamak istemişler ve böyle naif bir çözüm bulmuşlar. - Eee? - Başka bir izahat da şöyle olabilirdi: Dünyanın kendisini uzayda tutacak hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ne file ne de kaplumbağalara. İşte bu ikinci açıklama daha basit açıklamadır ve Occam’ın usturası uyarınca bu açıklama seçilmelidir. İlk açıklamadaki gereksiz öğeler – fil ve kaplumbağalar – bu usturayla kesilip atılmalıdır. - Yani sen evreni açıklamak için, evrenin ötesindeki bazı şeylere müracaat etmemizin bu ilkeyle çeliştiğini söylüyorsun. - Evet. Kuramlarımız yalın olmalı, gereksiz ve anlaşılmaz varsayımlar içermemelidir. - Ben gene de daha karmaşık açıklamayı yeğliyorum. Böylesi bana daha tatminkar geliyor. - Sen bilirsin. - Tamam, evren konusunda uzlaşamadık, ama şimdi tartışmamızı daraltalım, dünyaya bakalım. - Bakalım. - Dünyadaki yaşama bakalım. - Tamam. - Sen ve senin düşüncende olanlar tüm bunları Darwin kuramının açıkladığını iddia ediyorsunuz. - Evet. - Evrim tartışmasına girmek istemiyorum, sadece şunu tartışmak istiyorum: Evrimin de bir nedeni olamaz mı? Neden bütün bunların nedenini merak etmiyorsunuz? - Neymiş o neden? - Ne olacak, Tanrı. Evrimi kabul etsek bile, bütün bu evrim sürecinin arkasında onun planlayıcısı olarak Tanrı vardır. - Akıllı tasarımcılar gibi konuştun. - Kim onlar? - Tam da senin söylediklerini söyleyen bir grup. Yaratılışçılığın sofistike bir versiyonunu savunuyorlar. - Evet, neyse. Sen soruma cevap ver lütfen. - Gene aynı yere geldik. İlla ki dünyayı bir filin sırtına yüklemek istiyorsun. Ne diyebilirim ki? 3) Antropik ilke - Peki, şu soruya cevap ver bakalım; neden dünyanın güneşe uzaklığı tam olması gerektiği gibi? - Anlamadım. - Anlamazsın tabii, işine gelmedi çünkü. Şunu söylüyorum: Dünya güneşe biraz daha yakın veya biraz daha uzak olsaydı, dünyada yaşam olmayacağını biliyoruz. Bundan ne sonuç çıkarıyorsun? - Ne sonucu çıkaracağım ki? Cevap sorunun içinde; dünya şimdiki yörüngesinde olmasaydı yaşam ortaya çıkamazdı. - Derin düşünmüyorsun, bu işte bir hikmet yok mu? - Anlaşıldı, sözü antropik ilkeye (insan merkezli ilkeye) getirmek istiyorsun. - Evet. - Şimdi bir kere şunu kabul etmek gerek; yalnızca dünyanın güneşe uzaklığı değil, pek çok fiziksel sabit sahip oldukları değerlerden, birazcık daha farklı değerlere sahip olsalardı evren öylesine farklı olurdu ki, bizler burada olamazdık yani bilinçli yaşam ortaya çıkamazdı. Buraya kadar doğru. Ama, bunun bir adım daha ötesine gitmek yanlış. - Yanlış olan ne? - Yani, tüm bu fiziksel sabitlerin biz ortaya çıkalım diye özellikle “ayarlanmış” olduğu düşüncesi yanlış. - Neden yanlış olsun? - Neden doğru olsun? - Neden bu işte bir hikmet olabileceğini düşünmüyorsun, anlamıyorum. - Bence bu iddia, Kopernik devrimiyle tahtından indirilmiş insanlığın, tahta yeniden kurulmak istemesinden kaynaklanıyor. Ben antropik ilkeyi “bu işte bir iş var” yanılsaması olarak yorumluyorum. - Hiç bu açıdan bakmamıştım. - Antropik ilke, sanki Leibniz’in o ünlü sorusuna verilmiş bir cevap gibidir. - Soru nedir? Cevap nedir? - Soru: “Hiçlik yerine neden bir şeyler var?” Cevap: “Var olalım diye bütün bunlar.” - Soru güzel, cevap ondan da güzel. - Soru güzel de, cevap konusunda aynı fikirde değilim. - Neden? Bu cevap doğru olamaz mı? - Bu cevapla tatmin olmayanların karşı argümanı ise şöyledir: Evren biz burada olalım diye böyle değildir, evren böyle olduğu için biz buradayız. Ve bu bana daha yalın, daha basit , daha anlaşılır, daha mantıklı geliyor. - Ben gene de aynı soruyu sormadan duramıyorum: Evren neden böyle? - Ne bileyim? Belki de evrenimiz farklı yasa ve sabitleri olan pek çok evrenden yalnızca birisidir. Bu evrenlerin bazısında hiç yaşam yoktur, bazısında bizimkinden çok daha farklı yaşam türleri olabilir. Bizler de bu evrenlerin birinde, böylesi bir yaşam formu olarak gelişmiş olabiliriz. Olamaz mı? - Bunu nasıl ispat edebilirsin? - Şimdilik ispatlayamam belki, ama sen de kendi iddianı ispatlayamazsın. - Olsun, böyle düşünmek bana daha anlamlı geliyor. - Anlamdan ne anladığına göre değişir. 4) İnanmak ya da inanmamak - Anladım, sen bir ateistsin. - Değilim. - Ama teist de değilsin. - Değilim. - Ne teist ne de ateistsin, peki sen nesin? Serbest dusunurum. - Yani? - Bak şöyle anlatayım. Genelde şöyle düşünülür; Tanrı’ya ya inanırsın ya da inanmazsın. serbest dusunur, tanri kavramini teolojik varlik bakis acisina ve inancsal bakis acisina tasimaz. bu tür bir seçime ihtiyac duymaz.Cunku tanri kavraminin hem bilimsel olmadigini bilir, hem de tanri kavramini bilissel olarak, gereksiz, luzumsuz, anlamsiz v.s. bulur. - Eee, sen neye inanıyorsun? - Önce bu inanç kavramını açalım. İnanç,bilimsel bilgi değildir. Hiç kimse Tanrı’nın var olduğuna veya var olmadığına ilişkin bir bilgiye sahip değildir. İşte serbest dusunur, bu türden bir bilimsel bilgimiz yokken, inanırsın ya da inanmazsın ikilemine karşıdır. - Kimsenin Tanrı’nın varlığına veya yokluğuna ilişkin bir bilimsel bilgisi olmadığına göre, en uygun tutum bu mudur? - Evet. - Seni bilmem ama, Tanrı inancı beni rahatlatıyor, hayatıma anlam katıyor. - Seni rahatlatıyor ve hayatına anlam katıyor olması, Tanrı’nın varlığını kanıtlamaz. - Ama ne derler, bilirsin: “Tanrı olmazsa her şey mübah olur.” - Hiç de değil. Laik ahlak diye bir şey var. Tanrı ve ahlak farklı konulardır. Ayrıca her şey mübah olmasın diye Tanrı’ya inanmak hesapçı bir yaklaşımdır. - O senin düşüncen. - Kanımca, tüm dinsel ya da laik ahlak öğretilerinin temelinde aynı ilke ya da kural yatar: Altın Kural. Ve bu kural herkese yeter, fazlasıyla yeter. - Altın Kural mı? - Evet. Bir başka ifadeyle “sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkalarına yapma!” - Doğru, hepimizin dilinde olan ama umurumuzda olmayan kural. - Belki de bütün mesele “ihtiyaç” meselesidir. - Ne ihtiyacı? - “Efendi” ihtiyacı. Kant, “İnsan, bir efendiye ihtiyaç duyan bir hayvandır” demiştir. - Daha neler. - Kant ve Freud bu noktada uzlaşıyor gibidir. Freud’a göre insan, yaşı ne olursa olsun, her zaman ne yapması gerektiğini kendisine söyleyen, bunlara uyunca kendisini koruyup kollayan, fakat uymayınca da cezalandıran bir “baba”ya ihtiyaç duymaktadır. Ona göre Tanrı kavramı yüceltilmiş baba kavramıdır ve böylesi bir babaya duyulan ihtiyaç da tüm dinlerin kökenidir. Dinler, insanın dünya karşısındaki çocukça çaresizliğine karşı geliştirilmiş bir savunmadır. Dolayısıyla bir efendi arayan onu bulacaktır. O varolduğu için değil, ona ihtiyaç duyduğu için. - Tamam, tamam. Bir serbest dusunur olarak teizme karşı tutumunu anladım. Peki ateistler için ne düşünüyorsun? - Körü körüne teizme ne kadar karşıysam , körü körüne ateizme de karşıyım. Ancak, ateizm için Zizek şöyle bir tanım verir: “Ateizm, nonteizm olarak degil de, antiteizm olarak Tanrı’ya özlem duyan ama onu bulamayanların acıklı bir duruşudur.” Cunku ateizmin de teolojik bir bakis acisi oldugunun ve bilimsel olmadiginin bilinc ve farkinda degildirler. - Ta başından söylemiştim işte, sen bir ateistsin. - Öff. 5) İnanma isteği - Peki, sence insanlar neden bir Tanrı’ya inanıyor? - Bence pek çok insan “inanmak” ile “inanma isteğini” birbirine karıştırıyor. - Anlamadım. - Yani, pek çoğumuz inanmak istediğimiz için inanıyoruz. - Neden inanmak istiyoruz? - Çünkü ölümden korkuyoruz. - Kim korkmaz ki? - Çünkü bir şekilde ölümsüzlük arıyoruz. - Kim aramaz ki? - Çünkü yaşamın bir anlamı olsun istiyoruz. - Kim istemez ki? - Bu tür istekler gayet insancadır. Hepimiz varoluşsal sorunlarla boğuşuyoruz; hepimiz ölümle, yalnızlıkla, anlamsızlıkla boğuşuyoruz. Kimse bu sorunları yadsıyamaz. Fakat gene de bu tür istekler inancımızı meşru kılamaz. - Bal gibi de meşru kılar. - Hah, işte bu sözünle William James’in felsefesinin özünü ifade etmiş oldun. - Kim bu James? - Pragmatizmin kurucularından olan James, ABD’de pragmatizmin yaygın olarak kabul edilmesini sağlayan başlıca felsefecidir. James ayrıca pragmatizmi dini inanca bir delil sağlamak için kullanmıştır. - Nasıl yani? - James inanmaya olan ihtiyacımızı tatmin edebilecek bir felsefe oluşturmak istemiştir. - Ne güzel işte. - James’in felsefesinin temelinde “inanma isteği” kavramı yatar. Ona göre bizler inanca ihtiyaç duyarız ve bu nedenle inanmak isteriz. İnanmak istediğimiz şeye inanmak için nedenler bulmaya çalışırız. Hatta böyle davranmak bizim hakkımızdır. - Pragmatizm neresinde bunun? - James’e göre sahip olduğumuz herhangi bir düşünce, faydalı olduğu kadar doğrudur, gidebildiği yere kadar doğrudur. Nesnel gerçeklik (hakikat) diye bir şey yoktur. Hakikat, insan hakikatidir. - Nesi kötü bunun? - Sorun, James’in “doğru” ve “faydalı” kelimelerini neredeyse eş anlamlı kullanmasındadır. Dolayısıyla ona göre kimi yalanlar, yıkıcı olabilecek doğrulardan daha iyidir. Doğrular bizi mutsuz edecekse, yanlış inançlar tarafından kandırılmak daha evladır. - Hmm. - James’in felsefesinin zaafı “nesnel” ölçütlere dayanmıyor oluşudur. “Doğru” nun bireyin ötesinde olduğunu kabul etmez. Ona göre doğru fikirler, bizim benimsediğimiz (kabullendiğimiz) fikirlerdir. Halbuki, gerçekliğin bizim inancımızla bir ilgisi yoktur. İnsanların yüzyıllarca dünyanın düz olduğuna inandıklarını veya yüzyıllarca dünyanın evrenin merkezinde hareketsiz durduğuna inandıklarını unutmayalım. Biz ister inanalım ister inanmayalım, gerçek kendini eninde sonunda dayatacaktır. - Anlıyorum. - Pragmatizmin adını bile duymamış çoğu insanın, dini aidiyeti ne olursa olsun, dinsel inanç konusundaki düşüncelerinin James’in yaklaşımına benzer olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, özellikle ABD’de pragmatik yaklaşım yalnızca dini inanç konusunda değil hemen her konuda kendini gösterir. ABD yönetimi tüm dünyaya pragmatik/çıkarcı bir gözlükle bakar ve tüm siyasetini buna göre düzenler. Bu siyasetin dünyayı bir kaosa sürüklediğini de kimse yadsıyamaz sanırım. - Haklısın galiba. - Konumuza dönersek, son olarak bir de “pragmacı açmaz” dan bahsetmek istiyorum. - Nasıl bir açmaz? - Tanrı inancının kendisini daha mutlu kılacağını düşünen birisinin Tanrı’ya inanmam gerek dediğini düşünelim. Ancak, bu kişi Tanrı’ya, Tanrı inancı işine yarayacağı için inandığını fark ederse bu inancın samimiyeti ortadan kalkar. Dolayısıyla, bu kişi Tanrı’ya ancak “işine öyle geldiği için” inandığını göz ardı edebilirse inanabilir ki bence bu çoğu kişi için imkansızdır. - Yani pragmatik yaklaşım Tanrı’yı bir amaç için araç konumuna düşürüyor. - Evet, güzel ifade ettin. İşte açmaz burada ortaya çıkıyor. - Fakat bu açmaz James’i hiç ilgilendirmemiş görünüyor. - Evet, o da kendi felsefesi için bu açmazı göz ardı etmiş. Bu açmazı kimi düşünürler “hamak sorunu” olarak adlandırır. - Hamak mı? Hamak da nereden çıktı? - Hamakta uyumak için, hamağın sürekli sallanması gerekir. Hamağın sallanması durunca, çoğu insan dalmakta olduğu uykudan uyanır. - Eee? - Nasıl ki hamakta uyumak isteyen birisi, hamağı sürekli sallamak zorundaysa, James’in takipçileri de inançlarını koruyabilmek için sürekli neden inandıklarını göz ardı etmek zorundadırlar. - Anladım. 6) Kötülük problemi - Sence teistlere yöneltilen en yıkıcı argüman nedir? - Kesinlikle kötülük (veya acı) problemidir. - Nedir o? - Şöyle özetlenebilir: İnsanların bu dünyada acı çektikleri tartışılmaz bir olgudur. Eğer Tanrı, her şeyi bilen bir varlık ise bunu bilmesi gerekir. Eğer her şeye gücü yeten ise, bunu önleyebilmesi gerekir. Eğer iyiliksever ise, bunu önlemeyi istemesi gerekir. Dolayısıyla , ya Tanrı acıyı/kötülüğü ortadan kaldırmak ister, ama bunu yapamaz, o halde her şeye muktedir değildir; ya da bunu yapabilir, ama istemez, o halde sandığımız kadar iyi değildir. - Çarpıcı doğrusu. - Teist düşünürler bu suçlama karşısında Tanrı’yı “savunmak” adına pek çok argüman geliştirmiştir. Düşünce tarihinde bu çabalar “teodise” yani Tanrı savunusu adıyla bilinir. Ancak, bu çabalar tatminkar olamamıştır. - Bu savunmalara birkaç örnek verir misin? - Bunlardan en iyi bilineni “özgür irade” kavramına dayanır. Tanrı insanlara özgür irade bahşetmiştir, kimileri bunu iyilik adına kullanabilir, kimileri de kötülük adına. Dolayısıyla kötülük, özgür irade adına katlanılması gereken bir durumdur. - Makul gibi. - Bence değil. Bu ne özgür iradeymiş ki, insanlar binlerce yıldır bedelini ödeyememişler. Bu mu makul? - Bilemiyorum, düşünmem lazım. Ama bu özgür irade savunması yalnızca insanların yaptığı kötülüklerle ilgili. Ayrıca büyük yıkım ve acıya sebep olan doğal felaketler de var; depremler, su baskınları, kasırgalar filan. - Gayet tabii. Bunlar karşısında da korunup kollanmak tüm teistlerin hakkı olsa gerek. - Peki, başka ne tür savunmalar yapılmış? - Özetlersek, diyorlar ki, kötülük olmadan iyilik anlaşılmazmış veya “resmin bütününe” bakmalıymışız; kötü denilen şeylerin de bu büyük resimde önemli roller oynadığını görebilirmişiz. Hak etmediğimizi düşündüğümüz acılar, aslında zorunlu acılarmış. - Bunlar pek inandırıcı değil. - Kesinlikle. Aslında, incelersek görürüz ki, çoğu Tanrı savunması en sonunda “O’nun hikmetinden sual olunmaz” diye özetlenebilecek bir savunma hattına çekilir. - Böyle savunma olur mu? - Kanımca hiçbir şey, doğal felaketlerde, savaşlarda, soykırımlarda yaşanan korkunç acıları haklı çıkaramaz. Sonunda o ünlü ikileme geliriz: Ya Tanrı bu haksız acıları engellemek gücüne sahip değildir ya da bunları engellemek diye bir tasası yoktur. Birinci durumda Tanrı her şeye kadir olamaz, ikinci durumda ise bizim iyi ve merhametli Tanrı imgemizle uyuşmaz. - Sanki Tanrı bizi yapayalnız bırakmış, terk etmiş gibi. - Ancak, kimi düşünürler, Tanrı’nın “deizm” bağlamında daha iyi savunulabileceğini ileri sürmüştür. - Nasıl yani? - Deistlerin Tanrı’sı evreni var eden, ona gerekli yasaları veren fakat daha sonra olan bitene hiç karışmayan bir Tanrıdır. En ünlü deist Newton’dur. - Böylesi bir Tanrı, doğrusu benim Tanrı imgeme hiç uymuyor. - Bu yüzden teizm ve deizm ayrımı yapılmış zaten. - Peki, Tanrı’nın bir mazereti olamaz mı? - Stendhal bu soruya şöyle cevap vermiştir: “Tanrı’nın tek mazereti, var olmamasıdır.” - Dili de pek keskinmiş doğrusu. - Ustura kadar keskin, Occam’ın usturası kadar. Yanlış hatırlamıyorsam, Nietzsche bunun en kıskandığı aforizma olduğunu söylemiş. - Tam Nietzsche’lik doğrusu. - Teodise tartışmaları her zaman insanlığın gündemindedir. Ve bu konulara kafa yoran pek çok insan, dünyada yaşanan bunca felaketten, savaştan, hele hele Auschwitz ve Hiroşimalardan sonra, cehennemin başka bir yerde değil, bu dünyada olduğunu artık anlamıştır.
-
AYKIRI SORU - YORUM VE SORGULAMALAR
Zaten kuran'in en buyuk celiskisi; disinin annelik yonunu kutsallastirmasi, kadinlik yonunu erkege peskes cekmesidir. Kadinlar cennete bile gidemiyor, orda erkekler icin huriler var?
-
AYKIRI SORU - YORUM VE SORGULAMALAR
Sonucta fark etmiyor. Erkegin emri altina girsin de, ister karisi ister cariyesi ister kolesi olsun; ama mutlaka erkegin Allah'inin da kulu olsun.
-
AYKIRI SORU - YORUM VE SORGULAMALAR
"Turk vatandasi" yani sonradan turk vatandasi olanlar mi? Ya da Turkiye'de dogmayip, sonradan Turkiye'ye goc edenler mi? Kisaca Turkiye'de dogmadigindan nufus kagidi olmayanlar mi?
-
AYKIRI SORU - YORUM VE SORGULAMALAR
Peki nasil oluyor da %1'inin nufus cuzdaninda "islam" yazmiyor, kim bunlar?
-
Evrensel-İnsan'a Sorular..
Bir sey daha ekleyeyim. Var mi/yok mu olarak sorulan, zaten bir kavramdir ve insanoglu tarafindan ya akilda yaratilarak ya da gozlemlenerek kavramlastirilmistir. Dolayisi ile bilgisi ve kavrami olmayan bir seyi var mi/yok mu diye soramazsin. Ornek vereyim. Tanri kavrami vardir ki; sen onu "tanri var mi/yok mu?" diye sorarsin. Yani varligi ya da yoklugu sorulan aslinda insanoglunca kavram verilmis tanri kavramidir. Iste burada onemli olan bu kavram ile kurulacak varlik ve inancsal bagdir. Bu bag ister olumlu/istre olumsuz olsun, sonucta tanri ile kurulan bagdir. Iste burada bilgi, tamamen tanri kavraminin disindan ve notr algi ile bu kavrama bugune kadar insanoglunca yuklenen hem gnostik hem de somutlastirilmis bilgidir. Iste bu da duzen ve sistem olarak kurumlasmistir. Mesela din bir olgudur ve gozlem verir. O yuzden ya uygularsin, ya da uygulamazsin; ama yok veya inanc diyemezsin. Cunku cami de, namaz da, oruc ta, zekat ta, her turlu dini deger uygulamasi da somuttur. Iste buradaki sorun, bu dini uygulamanin insanogluna verdigi zarardir. Umarim ne demek istedigim algilanmistir.
-
Evrensel-İnsan'a Sorular..
Iste buradan yani fiziksel sosyal ve matematiksel/mantiksal bilgi cesidinin yanina, bir de bilginin nedeni olan insanoglunun fenomenonumenal kavramsal uclemini eklemek gerekir. Bilgi, beynin var isaretinin her turlu algisinin ortaya koyumudur. Epistemoloji bilgi ve bilimin her turlu felsefesidir. Metafizik ise gnostik/agnostik her turlu varligin(ontolojik/teolojik/fizik otesi) felsefesidir. Aksine bilgi olarak ilgilendiriyor. Epistemolojik degil, ama metafizik bilgidir. Evet "uyanik olmazsan" metafizik gnostik olmayan bilgiyi bize bilimsel olarak sunar. Yani felsefeyi bilime tasiyacagina, bilimi felsefeye tasir. Yani bilime felsefenin ideolojisini ve inancini katar. Evet, sosyal bilgi agirligi ile gnostik bilgidir. Peki beynin numenal yetileri, mesela dusunce, akil, zihin, zeka, bilinc, farkindalik var mi/yok mu? Dogru, iyi, guzel ve karsitlari var mi/yok mu?, gurur, hirs, hosgoru v.s. var mi/yok mu? Melek bir inanir icin vardir. Ayrica varlik bir kavramdir ve bilgi de varlik uzerinedir. Burada denmek istenen, gozlem vermemesidir. Yani olgu degildir, sadece algidir ve algilayan icin vardir. Zaten inanc ya da ideoloji ne olursa olsun mutlaka bir somuta dayanirt, yoksa inanilmaz. Mesela, Allah kuran somutuna dayanir. Kisaca fenomen yoksa, zaten gozlem veren de olmaz, bilgi de algi da kavram da olmaz. Inanc ta, ideoloji de olmaz. Rica ederim ve ben tesekkur ederim. Eger bir dusunce ve bilgi alis verisi yapabildiysek; ne mutlu bana. Son olarak bilgi ne sadece nesneye, ne sadece ozneye, ne sadece kavrama, ne de baska fenomenlerin gozlem vermesinden dolayi da, ne sadece insanogluna indirgenemez. Aslinda bilgi eger algilanirsa, herseyi tum resmi ile ortaya koyabilendir.
-
Gozlemin Bilimselligi/Akilciligin Inanci Farki
Gozlem ile akil, metafizik ile epistemoloji, bilgi ile ogreti, Biimsel method ile felsefi method, dusunce ile inanc v.s. farkini daha net ve acik algilamak icin; bir ornek vermek istiyorum. Soyle bir cumlemiz var. " Bir yetiskin? ile bir cocuk? elele yolda yuruyordu" Yukaridaki cumle, oznesi belirtilmeden, 3. sahis agzi ile dile gelmis bir cumledir. Burada gozlemleyenin kendisi cumleye dahil degildir. Gozlemlenen, bir tane (sayi olarak) yetiskin ve bir tane (sayi olarak ) cocuk (yetiskin olmayan) ve bu ikisinin elele yolda yuruyor oldugudur. Yukaridaki cumle de, aklin bir rolu yoktur. Sadece gozlemin, gozlemleyen tarafindan, epistemolojik gerceklik olaraK notr algisi ve disaridan bakis acisi dile gelmistir. Teorisi de yukaridaki cumledir. Bu teori test edilebilir ve de yetiskinin ve cocugun sayisi artirilarak,ya da eksiltilerek, ya da el ele tutusmalari degistirilerek, ya da yol yerie baska bir mekan yer belirtilerek yanlislanabilir. Ya da bu cumle icinde yer alanlar, kendi istekleriyle bu cumleyi gozlem degisikligi yaratarak (yani gozlemliyenin gozlemini degistiren bir goruntu vererek) kendileri yanlislayabilirler. Dolayisiyle, gozlemleyenin gozleminin yanlislayacagi ve dile getirecegi yeni bir cumle, yeni bir teori olacaktir. Simdi, cumlemizde degisiklikler yapalim. Once, cumlemizi hatirlayalim. " Bir yetiskin? ile bir cocuk? elele yolda yuruyordu" ve degistirelim. Yalniz buradaki degisiklik, GOZLEMSEL DEGIL; AKILCI, OZNELI, INANCSAL ya da test EDILEBILIR ICERIKTE DUSUNSEL OLACAK. "Bir yetiskin ile bir cocugun elele yolda yurudugunu GORDUM" Burada ozne gozlemleyen olarak kendisini ortaya koymustur. Yani bu cumle, SUBJEKTIF BIR ICERIK KAZANMISTIR ve CUMLEYI DILE GETIREN SUBJENIN BIR DOGRUSUDUR. Simdi ayni subjenin yetiskine, bir cinsiyet verdigini dusunelim. Ayni subjenin, cocuga bir cinsiyet verdigini dusunelim. Ayni subjenin "elele" ye, bir soyut (sefkatle, ictenlikle, s1k1 s1k1, nazikce v.s.) kattigini dusunelim. Ayni subjenin yola bir icerik ve anlam (bulvar, patika, sokak, otoyol, cadde v.s.) kattigini dusunelim. Dusunursek, bu cumleyi, bir subjenin, akilci dusunce ve inanciyla cesitli sekillerde "susledigini/detaylandirdigini v.s." ortaya koyabiliriz. Sonucta bu subjenin, tum bu OZNEL EKLENTILERI kendisinin, algi, bilgi, birikim, bilinc, farkindalik v.s. FARKINDAN KAYNAKLANIR. Sonuctabaska bir subjenin OZNEL EKLENTILERI KENDISININ FARKINDAN KAYNAKLANACAKTIR. Burada subjenin, yetiskin ve cocuga verdigi cinsiyet, ONUN KENDI EKLENTISIDIR. Ama, bunlar inanc degil; birer dusuncedir. Cunku cumlesi (teorisi) test edilebilir. Yalniz eleleye verdigi icerik, onun INANCIDIR. Cunku bunu test edilebilirliginin bir olanagi yoktur. Yola verdigi icerik ise, tartismalidir, mesela cadde ve sokak farkini ortaya koymak test edilebilir olarak mumkun degildir. Goruldugu gibi, subje olarak eklenen uc turlu akilcilik vardir. Gozlem veren, tartisilan ve gozlem vermeyen. Ayrica, bu subjenin cumlesinde (teorisinde) "bana/inancima/dusunceme/tahminime v.s. GORE" temelli bir aciklama bulunmadigindan da, cumlesi (teorisi) KESINLIK icermekte ve bilimselligin, YANLISLNABILIRLIGINE ters dusmektedir. Oyuzden ortaya bir cumle (teori) koymak istiyorsak, bunun bilimsel olabilmesi, epistemolojik gercekligine, notr algisina, disaridan bakis acisina, test edilebilirligine ve gozlem ile cumlenin (teorinin), yanlislanabilirligine baglidir. Bu da bilimsel method demektir. Bunun disinda kalan her turlu cumlenin (ideoloji, gorus, teori v.s.) OZNEL, AKILCI, DOGRUCU, AYRIMCI, test edilebilirlik/edilemezlik temelinde DUSUNSEL/INANCSAL ve en onemlisi TARTISMASAL olacagidir. Yukarida verilen cumle ornegi, her turlu konu anlam ve icerik icin gecerlidir. Cunku AKILCILIK TEMELINDE, SAVUNU, ISPAT, KESINLIK, SABITLIK, SAHIPLIK icermesi ve hatta TESLIMIYET icermesi, subjenin cumleye (teoriye) ne olcude KENDINI VE KENDI KATKISINI ne kadar ekleyecegine baglidir.
-
Evrensel-İnsan'a Sorular..
Varlik bir bilgi midir? Yoksa, bilgi bir varlik midir? Hangisi hangisini bunyesinde tasir. Dedigim gibi benim her seye bakis acim insanoglu temelli ve epistemolojik; yani metafizik varliksal/ontolojik/teolojik ve fizik otesi degil. Ama, insanoglunun bilgisi sonucta bunlari da iceriyor. O yuzden bu bilgiyi varliksal, inancsal ve ideolojik tartismak ve olumlu/olumsuz degerlendirmek yerine; bilmek ve bilimsel ve de bilissel olarak bu tur bilginin insanoglunun yasam iliski duzen sistem ve kurumlasmasindaki ve zihin olarak insanlasamamasindaki her turlu sorunu ortaya koymak benim yaptigim. Yani ne oldugu bile her beyne gore degisken bir tanrinin varliksal/inancsal tartismasi ve olumlu/olumsuz ifadesi ve kavramsal bagi ve teslimiyeti yerine; Tanri kavraminin bilimsel ve bilissel olmayan bilgisini ortaya koymak. Bunu da qua felsefesi yani tanrisal yanasimin disindan ve notr yapmak. Bilgideki amac tartismak degil; ortaya koymak ve insanoglu acisindan gnostik bilginin sorgulanmasi ve insanogluna sagladigi sorunun dile gelmesidir. Gnostik bir varligin yani soyut bir varligin bilgisini ne ile tanimlarsin. Insanoglu soyutlamasi, yani kavramsal bilgisi uc turludur. Fiziksel, sosyal ve matematiksel/mantiksal. Sosyal ve psikolojik tum kavramlar soyuttur. Hirs, sevinc, uzuntu, gurur, kin, nefret, intikam, hosgoru, sevgi, saygi v.s. yani zihindedir ve vucut ile dile gelir. Yani once akilda yaratilir, sonra yaratilan vucuda ve somuta tasinir. Neden "sonuna" geldik? Yazilanlar algilandigi yoksa tikanildigi icin mi? Unutma, bilginin de bilgilenmenin de sonu yoktur. Bilgi uzerine basliklar var, bir goz atarsan; daha detayli algilanabilir.
-
Evrensel-İnsan'a Sorular..
Gno kokeni eski yunanca da bilmek kokenine esdegerdir. Yalniz bu bilmenin temeli tamamen Eons denilen bir ilahdan, tanridan turetilmis her turlu bilgiyi iceren bir bilmedir. Iste bu temelde gno kokenli bilgi, tanrisal ve ilk zamanlarin hristiyanligi temelli bir bilmedir. Iste bu temelde, ruhani ve zihni bilgiye yonelmek, ve ona inanmak; gnostisizm dir. Her turlu tanri, yaratici, akilli tasarimci, mesela Islam felsefesindeki, melek, seytan, cin, peri ya da ejderha, van golu canavari, Gulyabani, insan-hayvan karisimi pitoreskler, cennet/cehennem, spiderman, superman, catwoman, smurfler, spagetti canavari, ve insanoglunun hewr turlu teleolojik yukleme yaptigi insanoglu disi aklin yarattigi varliklar. Dede korkut hikayeleri, Ergenekon hikayesi, "kelle koltukta uc gun yasamak" Musa'nin denizi yarmasi v.s. Kisaca insanoglu ustu tamamen gozlem disi ve aklin her turlu degeri yukledigi varliklar. "Var mi" diye sorma! Onemli olan var olup olmamalari degil; bilgi olarak insanogluna sunulmalaridir. Bati cadi varligi inanci yuzunden binlerce kadini zamaninda yakti, katletti.
-
AYKIRI SORU - YORUM VE SORGULAMALAR
Aslinda bu hakimiyeti oyle abarttilar ki; bildigin gibi bundan belirli bir zaman once S. Arabistan daki dini bir yetkili "bir yasindaki kiz ile evlenilebilir" fetvasini verdi. Kisaca cinsellik ve cinsel birliktelik beraberlik evlilik v.s. konularinda hakimiyet erkege verilmis, disinin kadini da onun "namusu, elinin kiri, esyasi" v.s. olmustur. Kisaca degil kadin haklari, kadin insanoglu yerine bile konmamis, sanki erkege bir hediye/oyuncak olarak algilanmistir. Aslinda bu felsefenin temeli zaten erksel ve erkekseldir. Bunun en guzel ornegi Havva'nin ayri olarak degil; Adem'in kaburga kemiginden geldigi soylemidir. Zaten kadin farkli gorulse idi, "yaratilisi" da farkli olurdu.
-
TC Kendi Oz Benligiyle Ne Zaman Yonetilecek?
Turkiye ve anadolu, hicbir zaman ne isgal edilir, ne de kendi oz benligiyle yonetilir. Bunun nedeni gayet aciktir.Hem Osmanli Imparatorlugunu yikmayi basaran bati akilciligi hemde istedigi TC' ni kurmayi basarmistir. Turkiye' yi hem dogudan koparmayi ve doguyu tamamen batililastirmak temelinde de doguya karsi kullanmayi hep kendi istedigi ikinci sinif bati toplumu yaratmak temelinde kullanmistir. Bu ne demektir. Bu anadolu halkinin en kisa tarih ile 18. yuzyildan bu yana bati akilciligiyla yetismis kisiler tarafindan yonetilmesi demektir. Bati, anadolu halkina istedigini yaptirmak ve istedigi gibi yonetmek icin onlari isgal etmeye gerek gormemis, anadolunun bagrindan yetisen ve bati egitimi almis aydinlari ve iktidarlari istedigi gibi yonetip yonlendirerek anadoluyu idare etmistir..Anadolunun saf ve temizliginden yetismis olan ve bati akilciligiyla beslenen aydinlar her zaman anadolu duygusalligina yenik duserek, bati nin bu onlarin -ustelik kendi halklarina karsi- duygularini somurmelerine ve kendileri de halki somurmeye engel olamamislardir. Anadolu halkinin saf ve temizligi, anadoludan yetisen aydinlarin akilciliga, duygulariyla teslimi ve bati hegemonyasi Peki bu nasil onlenir? yani anadolu nasil kendi oz benligiyle yonetilip-yonlendirilir ve bati tarafindan yonlendirilemez? Bunun bir tek cevabi vardir, o da dogu vicdanidir. Eger batinin egittigi veya bati hayranligi ile buyuyen aydinlar, bati akilciliginin ne demek oldugunu ogrenir-ki bunu yapabilmesi icin duygusal degil, mantiksal yanasmasi gerekir-ve dogu vicdani ni da bunun ustunde tutarak hem halkinin birlik ve beraberligini saglar hemde batinin iflas etmis bireyci akilciliginin duygu somuru temelli oyununa gelmeyerek hem halkini korur hem de onunla butunlesir. Iste Turkiyenin, anadolunun bagrindan cikmis ve bati akilciliginin duygu somurusunu mantigiyla cozmus, anadolunun o saf ve temiz yapisini korumus ve birde bunu dogu vicdaniyla guclendirmis bireyler Turkiye' yi hem kurtarir hem batiya teslim etmez, hem de Turkiye ithal dusunce ve davranisla yonetilmez. Maalesef anadolunun tarihinde boyle bir birey/toplum yetismemistir. Yani, dogu vicdanli ve bati akilciliginin bilincli duygu somurusunun ve bati akilciligi tarafindan kandirilamaz ve satin alinamaz yapi ve karakterde anadolu karakteri sahibi aydinlar ve yonetim, iktidar. Buradaki en onemli ve gozardi edilmemesi gereken tek ve acil konu; Anadolu’yu,Turkiye'yi ve orta dogu'yu kendi oz benlikleriyle yonetecek ve yonlendirecek olan ; bu cografya nin bagrindan cikmis bu cografyanin butun birikim ve tecrubelerini zihnine kazimis, halkini,yapi duygu ve dusuncelerini cok iyi bilen ve algilayan bunyesinde butun bu farkliliklari tasiyabilecek kadar ve hicbirini biribirinden ayirmayacak, birini digerine tercih etmeyecek kadar genis yurege ve icsellestirebilme bilincine sahip aydin ve iktidarlarin, bati bireyci akilciliginin/ayrimciliginin/bolunmuslugunun bilincine varmis, anadolu ve dogu insaninin yapisinin bilincine varmis ve dogu vicdaninin bilincine varmis yonlendiricilerin; hicbir zaman suru psikolojisinin duygusalligini, duygu somurusune ve halki kucumseme ve kucuk gormeye halkini ve hic kimseyi; cahil, hor gormeyen, suclamayan, asagilamayan, alay etmeyen, iyi niyetini su istismar etmeyen, kandirmayan, aldatmayan, koyun surusu gormeyen ; aksine, algilayan, anlayan, hosgoren v.s. ve sevabi-gunahiyla farkli yapisiyla oldugu gibi halkini bagrina basacak bir dogu vicdani; Bireyci akilciligin temelini korku felsefesine ve halki zorlama ve korkutmaya ve vicdani tarafliliga yani halki birbirisi arasinda kutuplandirmaya ve bu kutuplari birbirine rakip kilmaya ve anadolu ve dogunun birlestirici vicdanini bireyci akilciligin bolucu gucune donusturmeden, hem halki- o dogunun mozayigi ve cok kulturlu yapisi temelinde- birlik ve butunluk icinde tutabilmek ve tek vucutlulugu hep korumak olmalidir. Iste anadolu,Turkiye ve orta dogu boyle aydin bireyler yetistirmelidir ki o zaman bati bireyciligin akilciligini her konuda alt edebilsin ve onunla basabas mucadele edebilsin. Iste bati bunun ne zaman olustugunu hissederse o zaman batinin gercek insanlik disi yapisi o zaman tum ciplakligiyla ortaya cikacaktir. Anadolu' dan,Turkiye’ den ve orta dogu ’dan bu yapida aydin birey yetisir, yonetir, yonlendirir ve iktidar olup bolgesini kendi oz benligiyle korur mu bunu her bu bolge evladi once kendini sinamali ve kendine sormalidir. "Ben boyle bir yapiyi alabilirmiyim, nasil alirim, nasil aldigimdan emin olabilirim ve bu yapiyi nasil korur ve gelistiririm?" v.s.diye. Sorununun farkina varanda cozum getirecek olanda mutlaka bu bilinci almis olmalidir. Bu batinin hayal edemeyecegi cok yuksek bir bireysel bilinctir. Bu bilincle,batinin iflas etmis bireyci akilcilik bilincinin “ben/ego” temelinin basedebilmesi imkansizdir. Cunku batinin akil duzeyi, boyle bir yapiyi-ne denerse denesin-yikmaya, bozmaya,degistirmeye v.s. yetmez. Artik dogu-ki basta kopru olan Anadolu ve Turkiye- BASTA BU BATI HAYRANLIGINDAN VE BATIYA BENZEMEKTEN KURTULUP, KENDI OZ DOGU BENLIGINE-BATININ-DOGUSU’NA DEGIL-DONMEYE KARAR VERMELI VE OTURUP DOGUNUN O YUCE BIRIKIM VE TECRUBESINI TEKRAR GOZDEN GECIRMELIDIR. EGER BU BIRIKIM VE TECRUBEYI BILINCLI ALGILAR VE SAHIPLENIRSE ISTE O ZAMAN BATIYA KARSI NASIL BIR TAVIR ALACAGINI BILIR VE INSANA VE INSANLIGINA BATIYA ALTERNATIF BIR ACILIM GETIRIR. BURADA EN BUYUK GOREV TURKIYE’YE DUSMEKTEDIR VE BU GOREV BATI TURKIYESI OLMAYI BIRAKIP KENDI OZ BENLIGININ TURKIYE' SINI YARATMAK VE HATIRLAMAKTIR BU DA ONUN TARIHSEL, KULTUREL, TOPLUMSAL, SOSYAL YAPISININ BIRIKIM VE DENEYIMINDE MEVCUTTUR.
-
Siyaset Hakkinda
Siyasetin ne oldugunu izah etmeden once; siyasetin, bilgideki yerini ortaya koymak gerekir. Siyaset; Bilimin degil; felsefenin bir konusudur. Felsefi olarak ta; Etik basligina girer. Buradan da; anlasilacagi uzere; sosyal bir hayvan olan, insanoglunun bir arada toplumsal olarak yasayabilmesi icin; tarihler boyu; insanoglunun bir kismi; idareci, yonetici, yonlendirici yerine gecerek; tum toplumu idare etmek, yonlendirmek ve yonetmek istemislerdir. Siyaset, yabanci kokenli bir kavram olarak; politics anlaminin pole, yani kutup linquistik kokeninden turetilmistir. Yani siyaset varsa, bir karsitlik var demektir. Burada poly temelli bir cokluk ta soz konusudur. Yani ortada karsitlik iki tane degil, bir cok karsitligin olmasi demektir. Demekki;bu karsitlardan birinin digerlerine ustun gelmesi adina her seyden once siyaset; bir iktidar-guc-otorite konusudur. Bu guc-otoriteyi saglamak icinde; ideolojilere ihtiyaci vardir. Bu ideolojilerin; temeli genelde insanoglu fenomenine metafizik/ontolojik bir varlik olarak bakmak, yani ya insanoglunu maddelestirmek/metalastirmak ya da kullastirmak/kolelestirmek temelinde toplum uzerinde uygulanip uygulanmadigi algisi da; inanci getirir. Yine kendi ideolojisini savunmak ve onu iktidara getirmek icin de; ideolojinin inancin disinda, dogruya da ihtiyaci vardir. Siyaset hic bir zaman ve hicbir surette; yonetmek istedigi tum toplumun isteklerini karsilayamamistir. Ancak; toplumun bir kismini o da propagandasinin icerigiyle; kendi ideolojik gorusunun dogruluguna inandirabilir. Insanogluna dogumdan itibaren; ne gibi bir ayrimci veri verilmisse; bunlarin hepsi siyasetin konusu olmus, bu verilen veriler; kullanilarak; hem toplum mucadeleye cekilmis; hem de bu degerleri sahiplenen toplum, degerlerin; siyasi dogru temelinde arac olarak kullanilarak; degerler, su-istismar edilmistir. Tum ana degerler ve icerikleri, siyasetin konusu olmustur. Milliyet, din, ahlak, kultur, sanat, ve akla gelen; herturlu kisilik degeri; siyasetin su istismar ettigi ve dogumdan itibaren verilen veri ve tabulardir. Guc-otorite icin de; siyaset, yasalara, kurallara, ihtiyac duyar. Bu ihtiyacin nedeni ise; kendi iktidarina dokunulmamasi icin konulan ve adina demokrasi denilen yasaklardir. Kisaca, siyaset; insanoglunu insan yapmayan ve devamli ayristiran bir soyut olmanin yaninda; insanoglu arasindaki, savaslarin, katliamlarin, soykirimlarinin, ve kisaca herturlu insanlik disi olgularin da nedenidir. Aslinda, insanligin, siyasete ihtiyaci yoktur. Yeterki tum farklariyla birlikte birarada yasayabilmeyi, ve biribirine ustunluk saglamanin, kendini alcaltmak oldugunun bilincine varsin. Insanin siyasetsiz bir dunya kurmasi, dilegiyle. Similar topics
-
Yasam ve Iliski Felsefesi
"Ozgur" Dusunce Ile "Ozgurluk Taniyan" Dusunce Farki Bugun dunyamizda, birey bilinci almis toplumlarin olusturdugu ulkelerde, genellikle hak ve ozgurlukler taninmaktadir. Bilhassa Avrupa' toplumu genelde Hristiyan dininin Inancina sahip oldugu halde, ne kendi bireylerini, ne de ulkelerindeki etnik gruplari, hem yasam da, hem de egitimde bir inanc zorlamasina tabi tutmazlar. Kisilerin ne dogumdan verilen belgelerinde, ne de passaportlarinda, dini inanc hanesi yer almaz. Cunku dusunce, dini inancin bireysel bir secim oldugunu algilayacak kadar gelismistir. Sonucta bu "ozgurluk taniyan" dusunce, o kadar yerlesmistir ki; hangi hukumet politik olarak iktidara gelirse gelsin, bu konuda bir ideolojik degisim uygulayamaz. Cunku devletin bu temelde bir ideolojik inancsal tarafi mumkun degildir. Dini inanclarin bireysel degil de; toplumsal olarak algilandigi ulkelerde ise, boyle bir dusunce mevcut degildir. Ustelik, gelen ideolojik inancsal hukumetler, bu boslugu, kendi ideolojik amaclari icin, arac olarak kullanirlar. Bir dusuncenin ise, "ozgurluk tanimasi" o dusuncenin kendisinin ozgur oldugu anlamini tasimaz. Sonucta ozgurluk taniyan dusuncenin de, kendini icine hapsettigi bir ideolojik inanci vardir. Ozgur dusunce ise, bir bireye, dogumdan itibaren verilen tum ayrimci dini, milli, toresel, ahlaki v.s. kisaca etiksel ve ideolojik inancsal tabu ve degerlerden arinmasi ve bu degerlerin insan ve insanlik icin, ayrimci bir unsur oldugunun bilincine varmisliktir. Ama sunu da unutmamak gerekir ki, eger bir ulke dusunce olarak ozgurluk tanima bilincine erismemis se; o ulkede, ozgurluk ve haktan bahsetmek, sadece politikaci agziyla oy toplamak icin yapilan bir propagandadir. Bu da mantiksal olarak, gercek ozgur dusuncenin; ancak, ozgurluk taniyan dusunce toplumlarinda yasayanlardan ve orada yetisenlerden cikacaginin bir delilidir. Bu da bize, dunyadaki ulkelerin birbiri ile olan duzey farkindaki yerlerinin kolayca algilanmasini saglamaktadir. Ozgur dusunce icin, dusuncenin ozgurluk tanimasi sarttir. Ozgur bir dusunceyle dusunen bir beyin; ayni zamanda bulundugu toplumda ve de dunyanin herhangibir cografyasinda da ozgurlugu taniyan ve ozgurluk taniyan bir dusuncedir. Ozgurluk taniyan bir dusunceyle dusunen beyin ise; eger bu ozgurluk tanimasini, kendi dogrusu temelinde, ayrimci bir ideolojik inancsal temele oturtmussa, ozgur degildir. Ozgurlugunu, inandigi ideolojisinin dogrulariyla sinirlamistir. Ozgurlugu, ideolojik inancsal baska bir dogruya baglanabilir. Ama; bu degisim, dusunceyi ozgur kilmaz. Hem ozgur dusunce, hem de ozgurluk taniyan dusunce, belirli bir birey bilinci gerektirir. Sonucta her turlu farkli haklarin yasam ve iliskilerde sunumu ve uygulamasi, haklarin ozgurlugu, ancak ozgurluk taniyan dusunce temelinde mumkundur.
-
Cognitive-Bilissel Yanasim
Felsefenin, metaphysics bransinin, varliksal; etik bransinin inancsal, yanasimlari disinda, bir de felsefenin epistemoloji bransinin, bilissel yanasimi vardir. Bilissel yanasimin, dogal dusuncedeki acilimlari; biliyorum/bilinebilir ve bilmiyorum/bilinemezdir. Bu konu iki turlu ele alinir. Birincisi, ya kisisel anlamdaki bilginin, bilinebilmesi, ya da bilinmemesidir. Ya da evrensel anlamda, epistemolojinin bilgi olarak bilmesi, ya da HENUZ BILMEMESIDIR. Bilissel yanasimin en buyuk oz ve temeli; insanoglu yanasimidir. Sonucta hem varliksal, hem de inancsal yanasim; insanoglundan ziyade somut/maddesel, ya da soyut/inancsal yanasimlardir. Bilissel yanasimin, varliksal ve inancsal bakis acilarina yanasimi, her ikisininde bir epistemolojik gerceklik oldugu, "bil" kokeni yerine "ol" kokenine dayandigini insanoglunun dusunce ve kavramini es gectigini, goz ardi ettigini, dolayisiyle bilimin, dusunsel kismi olan, hipotez, tez, antitez, sentez, analiz gibi pratige acilan ve pratigin dusuncesini teskil eden, ana kismini da gozardi etmektedir. Cunku bunlarin hesaba katilmasi, otomatikman herseyin, ama hilafsiz herseyin bir insanoglu ortaya koyumu, varsayimi, ongorusu oldugunu goz ardi edememek ve hesaba katmaktir. Konuya bir acilim daha getireyim. Insanoglu, vari, bil kilmistir. Yani, vari, bile tureterek, her turlu ogretitiyi ve ogreniyi saglamistir. Sonra da bu bilgileri kendi icinde siniflayarak; dallara ayirmistir. Iste bilisselligin temeli, varin turevi bilgidir. Epistemolojiktir. "Bil" kokenin de, "yok" veya herhangibir negativite mumkun degildir. Sadece, bilginin ortaya konusunun algisinda kabul veya red vardir. Bu da bilginin algi temelli dogru ve yanlisini getirir. Bilgi, sabit degildir, degiskendir ve suregelen bir surecin surekliligidir. Epistemolojik olarak ta, bilinemez, bilinmez yoktur, sadece BILINECEK OLAN veya Henuz BILINMEYEN vardir. Her turlu var; bil kokeni olmadan ortaya konamaz. VARI ORTAYA KOYAN BIL KOKENIDIR. Ol kokeni ise, konuya insandisi bir bakis acisidir. Buradaki bil kokeninin ortaya koydugu var, ISARET EDILEN vardir. "Bunu bil. Bu nedir? verilen cevap, bil kokenlidir. Ol kokeni ise, tamamen insandisi bir olguyu isaret eder. Bu madde veya yaraticidir. Halbuki yaratici olan, soyut ve kavrami yaratan ve bil kokeninde isleyen ve bildiren insanogludur. Bilimin de; epistemolojik bakis acisiyla kokeni, vara degil; bile dayanir. Bir konuya yanasirken, iki farkli ve biribirine tezat; yanassim vardir. Bilissel (cognitive), yanasim, bilmeyi, bilgiyi, birikimi, bilincliligi ve farkindaligi icerir, inancsal yanasim ise, dogumdan gunumuze kadar verilen degerlerle, verilere, tabulara sahipligi, sabitligi, savunuyu, ortaya koyan ideolojik dogrulari icerir. Ideolojik dogrularin "kemiklesmis, kesinlesmis, mutlaklasmis,degismez, sorgulanmaz" duzeye kisi tarafindan cikartilmasi, inancin, IMAN ASAMASIDIR. Dolayisiyle, inanc ve iman; sadece dini ve tanrisal icerik ile sinirli degildir. Milli, etik ve metafizik ideolojilerin dogru inanclari, IMANLASABILIR. Oyuzden bilissel yaklasim, epistemolojik gercekci qua (olarak, sifatiyla) felsefi ve notr alginin yaninda, tartisma degil; bildirme, bilgilendirme icerir.
-
AYKIRI SORU - YORUM VE SORGULAMALAR
Bence burada konunun sorunu iki turlu. Birincisi cocuk yetiskin fasrkinin olmayisi. Ikincisi gelisimin sadece vucutsal algisi, yani beyinsel olarak cinselligi algilama yasi hesaba katilmamis. Islam bolgesinin disilerinin de erken gelistigi ve blug cagina erdigi dusunulurse, 8-9 yasina gelmis bir kiz cocugu biyolojik ve fiziksel olarak cinselllige hazir algilaniyor. Evrenserl hukukta, bir yetiskinin bir cocuk ile (genelde 16 yasi alti) cinsel iliskisi tecavuz olarak algilanir ve cocuk bu iliskiden sorumlu tutulamaz. Cunku bilimsel olarak cinsellik bilinci yoktur. Ayrica halk arasinda, cocuk ile cinsel iliski "sapiklik" olarak algilanir. Ya da bilimsel adi, pedofilidir. Bence burada cocuk yastaki bir kizin erken evlenmesinin altinda, aldigi esine harfiyen baglilik yatiyor. Sonucta bir yetiskini harfiyen kendi bagimliligin altina almak kolay degildir, ama cocuk; bir yetiskini takip eder. Bir yerde babanin yetistirmesini koca devraliyor.