Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Siyah_Beyaz

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    161
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    1

Siyah_Beyaz tarafından postalanan herşey

  1. İlerleme konusunda size katılıyorum... Bizler üzerimize düşen doğru algılama ve yaklaşımları göstermek zorunluluğundayız... Şahsınızı kastederek ifade etmiyorum; Bu tür gelişmeleri fırsat bilerek, ortaya çıkan bu tür olumsuzlukları, geleceğe yönelik dersler çıkartmak yerine kendi haklılığımıza kanıt olarak değerlendirip, çatışmacı ve polemik çekişmelere çekmeye çalışmak kimseye bir şey kazandırmıyor... Gerçek olan şu ki, " Bu yapılan saldırı hepimize yapılmış bir saldırıdır. Atılan yumruk hepimizedir. Kırılan burun hepimizindir."
  2. Evet samimiyetle ve iyi niyetle tüm Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlarını kastetmiştir. Bunu böyle anlamak, gelişmeleri bu yöne kanalize etmek için olması gereken doğru algılama ve yaklaşımdır. Bu da tıpkı sizin önerdiğiniz gibi "Ahanda bütün Kürtleri böyle görüyorlar" olarak özetlemeye çalıştığınız bakış açısıyla değerlendirilmemeli. "Pek sanmıyorum" düşüncesi sağduyulu olmak çabasını ve duygudaşlık taşımıyor... Çünkü, bu yapılan saldırı hepimize yapılmış bir saldırıdır. Atılan yumruk hepimizedir. Kırılan burun hepimizindir.
  3. Ben de uzaylıların yiyecek, içecek, barınma ve TAPINMA sorunlarının olmadığını düşünüyorum. O nedenle onların siyasal yapılanması bizimki gibi paylaşım sorunlarının olmadığı bir düzen olsa gerek. Ayrıca sayın "raif bostan", paylaşım sorunlarının olmadığı yerde kavga, dövüş ve çatışma da olmasa gerek... Kavga, dövüş ve çatışmanın olmadığı bir yerde siyasi yapılanmanın hiyerarşisi de bizim anladığımız erklerin hakimiyeti anlamında olmasa gerek... Ben de dahil, sanırım yer yüzündeki herkes sizin gibi bunun nasıl olduğunu bilmiyordur...
  4. Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) temel matematik testinin 20. sorusunda 2 doğru şık bulunduğunu, bu nedenle bu sorunun yanlış olduğunu ve iptal edilmesi gerektiğini ileri sürüldü. Sistem Dershaneleri Yönetim Kurulu Başkanı Naci Atalay, bugün yapılan YGS’de temel matematik testinin 20. sorusunun çift cevap olmasından dolayı hatalı olduğunu ifade etti. Soruda simetrik asal sayı tanımı verildiğini ve "AB simetrik asal sayısı için A.B çarpımı aşağıdakilerden hangisi olmaz" diye soruldu. Bu hatalı soru için; Birey Dershanesi Matematik Bölüm Başkanı Ahmet Aksu, temel matematik testinin 20. sorusunda verilen seçeneklerinden ikisinin doğru olduğunu belirtip "20. soruda ’simetrik asal sayı’ konusunu kapsayan sorunun hem ’B’ hem de ’C’ seçeneklerinde verilen cevaplar doğrudur. Bu durumda ya bu sorunun iptal edilmesi ya da her iki seçeneği işaretleyenlerin cevaplarının doğru kabul edilmesi gerekir" dedi.
  5. Siyah_Beyaz

    Erkeğim büyük severim.

    *** Erkeğim büyük severim. Hemcinslerimden bahsetmek istiyorum sizlere... Her şeyin aşırısını severiz biz erkekler. En büyük arabaya binmek ister, arabamızı en hızlı biz kullanmak isteriz. En büyük binayı yapmak istediğimiz için gökdelenler inşa edilmiştir. Ve tabi Titanic’i unutmamak gerekir, ne de olsa en büyüğe ulaşma isteğimizin en meşhur ve en büyük gemi kazasıdır o. Anlayacağınız biz erkeklerin zihninde büyüklük hep önemlidir. Dahası her şeyin abartılısı makbuldür; çok içmeyi, deliler gibi sevmeyi, vurduk mu devirmeyi severiz. Ne kadar iyi cinsel performans gösterdiğimizi anlatmak için “arabada beş, evde on beş” demek bizim için gurur kaynağıdır. Tüm bu büyüklük arayışından kadınların göğüsleri de nasibini almıştır. Kadın memesi biz erkekler için ayrı bir öneme sahiptir. Ne de olsa hayata gelir gelmez ilk karşılaştığımız nesne onlardır. Annemizin memesiyle başlayan macera cinsel birer objeye dönüştürdüğümüz memelere karşı takıntılar geliştirmemizle bambaşka bir şekle dönüşmüştür aslında. Öyle ki; nerede ufacık bir göğüs dekoltesi görsek zihnimiz allak bullak olur! Kısmen aptallaşırız onlar karşısında; adeta hipnotize eder bizi göğüsler. Cinsel birer obje olmalarının dışında basitçe anlatmak gerekirse, kadın göğsü tıpkı erkek göğsü gibi yağ hücrelerinden oluşur. Tek ve en önemli işlevi süt üretmektir. Bildiğiniz gibi, bebekler için ana besin kaynağı anne sütüdür. Bu yüzden hemen her çocuk annesinin memesiyle kurar dünyadaki ilk ilişkisini. Doğar doğmaz tıkıverirler ağzınıza o koca nesneyi ki size yaşam versin, hayata devam edebilin diye. Erkeklerin kadın memesine karşı takıntılı oluşları günümüz modern yaşantısında memelerin büyümesine, kadınların gün geçtikçe göğüslerini daha çok büyüttürmelerine yol açmıştır. Elbette bunun tek sorumlusu erkeklerin kadınlar üzerinde yarattıkları beğeni kriteri değildir ama erkek egemen toplumun kadınları meta haline dönüştürme çabasının bu hikayede başı çektiğini söyleyebiliriz. Bu yüzden göğüslerinin küçük olduğunu düşünen birçok kadın güven sorunu yaşıyor günümüzde. Sadece yağ hücrelerinden oluşan bu iki nesne yüzünden kadınlar mutsuz oluyor ve pek çok acıya katlanıp ameliyat oluyorlar. Biz erkeklerin daha iri göğüsler talep etmek konusunda duracağımız yok. Bu yüzden büyük göğüslerin hayatımızdaki yeri kadınların bu taleplere karşı duruşlarını çok önemli bir noktaya getiriyor. Doğal ve gerçek olanın daha sağlıklı olduğunu, insanın mutlu olmak için yapmacık ve doğal olmayan şeylere yönelmemesi gerektiğini kabul etmek ve bununla savaşmak gerekiyor. Herkes olduğu gibi güzeldir. Üzerinde oynanmış, sonradan şekil verilmiş şeylerin insan hayatına katacağı tek şey yapaylıktır. Mutlu olmak için sahte şeylere gerek yok. İnsan olduğu gibi güzeldir. Hem ne demişler, önemli olan büyüklüğü değil işlevi. Neden bu anlayış göğüsler için de geçerli olmasın ki! *** Psk. Dr. Ozanser Uğurlu
  6. Radikal Soruyu soran gazeteciye, ''Siz basın mensubusunuz değil mi? Ulusal bir gazetede ya da televizyonda genel yayın yönetmeninizin kaç para maaş aldığını öğrenin, ondan sonra milletvekillerinin kaç lira maaş aldığıyla kıyaslayan, tamam mı?'' diyerek hafifçe fırça da çekmiş ayrıca ... Toplantının başında TEKEL işçilerinin 900 lirayı kabul etmemesine çıkışan Mehmet Ali Şahin, maaş mevzusundaki bu anlaşılması aslında pek zor olmayan sözlerine şöyle devam etmiş: “Siz arzu edersiniz ki milletvekillerimiz her hafta Adıyaman'a gelsinler, halkın arasında olsunlar. Milletvekili arkadaşlarımızın Ankara'dan buraya her hafta geldiğini düşünün. Bütün bu masrafları kendi ceplerinden yapacaklardır. Ben milletvekili arkadaşlarımın Ankara'da her gün onlarca misafiri olduğunu da biliyorum. Bu arkadaşlarımız misafirlerini mutlaka ağırlayacaklardır. Misafirler Ankara'da kalacaktır, otel paralarını verecektir. Onların günlük ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Bütün bunları üst üste koyduğunuzda milletvekillerinin aldığı maaş yine vatandaşın ağırlanmasına yansımaktadır. Ben onu gayet iyi biliyorum.” Şahin, maaş sorusuna yanıtında gerçek dışı bilgiler vermeyi tercih ermiş üstelik... "Türkiye’deki milletvekili maaşlarının diğer ülkelere kıyasla yüksek olmadığını" söylemiş... Oysa; _Geçtiğimiz aylarda Ermenistan’ı ziyaret eden Şahin, belli ki sorusunu orada sormadı, zira Ermenistan’da vekil maaşı 200 dolar civarında. _Mart ayında Bulgaristan milletvekili maaşlarına tam yüzde 50 oranında zam yapılınca, kamuoyu büyük tepki göstermişti. Bulgaristan’da bu fahiş zammın ardından milletvekili maaşları 1580 dolar oldu. _Türkiye’de ise milletvekili maaşı 10 bin 142 lira. Asgari ücret ise 521 lira. Yani milletvekili maaşı, asgari ücretin tam 19,5 katı..! Bence başkan haklı, elin oğlu tepki gösterirken biz 1982'de %90 halk oyuyla böyle olsun demişiz.. Ermenistan ve Bulgaristan bir yana, Türkiye’de milletvekili maaşları batı Avrupa ülkelerine kıyasla dahi çok yüksek. _İngiltere’de milletvekili maaşı 7860 dolar, asgari ücret ise 1382 dolar. Yani vekil maaşı, asgari ücretin 6 katından az. _Fransa’da 9319 dolar olan vekil maaşı, asgari ücretin 5 katı. _İspanya’da 4156 dolar olan vekil maaşı, asgari ücretin 5 katı. Bütün bunlar bir yana, Aralık ayında yapılan bir araştırmanın sonuçları, tabloyu çok açık göz önüne sermişti. Basında yer alan haberlere göre milletvekili maaşlarının kişi başına düşen milli gelire kıyaslandığı araştırma sonucunda; Dünyada milletvekillerinin en yüksek maaşı aldıkları ülke "Türkiye" çıkmıştı... *** Anlaşılan o ki; Adıyaman’da TEKEL işçilerinin protestosuna uğrayınca sayın Mehmet Ali Şahin'nin kafası karışmış TEKEL işçilerine önerdikleri 900 liranın çok olduğunu, milletvekili maaşlarının ise az olduğunu... (10 bin 142 lira) azdır (900 lira) şeklinde oluşan matematiksel denkleme inanmamız gerektiğini siyasi bir pratik zekayla bize anlatmaya çalışmış. Halbuki, Meclise sunulmak üzere kendisine verilen anayasa değişikliğine ilişkin başvurunun altında imzasının bulunduğu iddialarını yalanlamış, olmadığını söylemiş sonra da olduğu anlaşılmıştı... Eeee?. Nasıl inanacağız biz şimdi kendisine...
  7. Cihan Haber Ajansı Açılış törenine katılacak isimlerinden örnek vermeyen Bardakoğlu'nun bu açıklaması, son yıllarda ağırlıklı olarak çocuklara ve gençlere yönelik etkinlikler nedeniyle tepkilere neden olan, "Kutlu Doğum Haftası", Türkiye'de AKP hükümeti ve Fethullah Gülen cemaatinin ortak girişimleriyle, nüfusunun çoğunluğu İslam dinine mensup olan başka hiçbir ülkede kutlanmadığı bilinen "Kutlu Doğum Haftası"nın yaygınlaşması hedefiyle, Diyanet'in, böylesi bir projeye giriştiğini düşündürüyor...
  8. Bu içten merhaba teşekkürler sevgili Sardunyam.

  9. Necati Doğru_gazetevatan.com
  10. Birbirini izleyen kuşaklara mensup, üç ünlü 'Yetenek Sizsiniz' jüri üyesinin ortak özelliği nedir? Alın size, Cumhuriyet modernitesinin “toplumsal yükselme” hedefinin neden ve nasıl iflas ettiğinin ispatı... *** _radikal.com.tr
  11. İşler zorlaştıkça, mizah gelişir... ### NE GÜZEL BİR RUYA.. HUKUKU rezil ederseniz OLACAĞI DA BUDUR ! Sevgili Metin Akpınar ne güzel özetlemiş AKP nin oynadığı oyunu !.. Liberal Aydınlar, iktidara karşı güçlü bir Muhalefet Sergiledikleri için Aylardır, hatta yıllardır tutuklu aydınlarımız için Şöyle diyorlar: "Onlar Için üzülüyoruz, ama Ergenekon çok önemli bir dava, Hatta Asrın davası, Böyle davalarda olur böyle şeyler. Suçsuz olanlar, eninde sonunda beraat eder, özgürlüklerine kavuşurlar. " Bu yazarlarımızın ağızlarından hiç düşürmedikleri bir kelime vardır: Empati. PKK için, türbanlılar için, milli görüşçüler için, Ermeniler için,Kıbrıslı Rumlar için Herkesin empati yapmalarını beklerler. Ama onların da Silivri'de yargılananlar için empati yapması gerekmiyor mu? Ben onların adına Empati yapıyorum ve onlar adına hayal kuruyorum. ### İŞTE HAYALİM : Tarih 02.11.2013 Tarihli Hürriyet GAZETESİNDE yer alan haber: AKP'nin iktidardan düşmesinden sonra polisin 15 Nisan 2011 tarihinde yaptığı baskınlarla ortaya çıkartılan, kısa ismiyle FTÖ olarak bilinen Fethullah terör örgütü davası Silivri'de nihayet başladı. 15 davada tutuksuz, 480 tutuklu, toplam 495 kişi yargılanıyor. Kimlik tespitinden sonra 3.567 sayfalık iddianamenin okunmasına geçildi. Mahkemeye sunulan bir kamyon Dolusu ek klasörün nasıl inceleneceği merak ediliyor. İddianamenin okunmasının birkaç ay sürmesi bekleniyor. Sanıklar arasında Cengiz Çandar, Mehmet Altan, Ahmet Altan, Hasan Cemal, Engin Ardıç, Emre Aköz, Mahmut Övür, İsmet Berkan, Ruşen Çakır, Yiğit Bulut, Ergun Babahan, Şamil Tayyar, Fehmi Koru, Mustafa Karaalioğlu, Şahin Alpay, MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE, Hadi Uluengin, Ethem Sancak, Ergün Özbudun, Lale Mansur, Oral Çalışlar gibi çok önemli (!) gazeteciler, akademisyenler, gazete patronları, Bilim adamları ve sanatçılar bulunduğu için bu davaya asrın davası deniyor. İddianamede, FTÖ'nün, polis, yargı, MİT, Ordu, Milli Eğitim gibi Kurumların içine sızarak, medyayı ele geçirerek cumhuriyetimizi yıkmayı ve yerine ABD'nin de desteğiyle ılımlı bir islam devleti kurmayı amaçladığı, kendilerine boyun eğmeyen yazar ve her türlü aydınları baskıyla satın aldıkları, ya da iftiralarla hapislerde süründürüp susturdukları iddia ediliyor. Adının gizlenmesini isteyen, tutuklu sanıklardan ünlü bir iş adamının kızı, babasının örgüt üyesi olmadığını, baskı nedeniyle örgütün gazete ve televizyon kanallarına Reklam vermek zorunda kaldığını iddia etti.. Bilindiği gibi çok sayı da iş adamı, çeşitli kanallarla örgüte para yardımı yapmakla suçlanıyor. İddianamede sanıkların bir bölümünün doğrudan örgütün içinde yer aldıkları, Bir kısmının örgütün düzünlediği Abant toplantılarına katıldıkları, ABD'de bulunan "Ben Numara" ile, ya da örgütün diğer ileri gelenleriyle söyleşi yaptıkları, bazılarının ise örgütle doğrudan hiçbir teması olmamakla birlikte, köşe yazılarıyla örgüte stratejik destek verdikleri iddia ediliyor. Sanıklardan Şamil Tayyar'ın Avukatı, müvekkilinin yasadışı dinlendiğini, özel hayatıyla ilgili, hatta karısıyla yatak odasında yaptığı konuşmaların safra iktidar yanlısı yandaş medyada çarşaf çarşaf yer aldığını, hatta kemalist bir yazarın daha iddianame hazırlanmadan FTÖ davasıyla ilgili kitap yazdıklarını iddia etti. Polis tarafından derdest edilip götürülürken, "Ben CIA "ajanı değilim, bu dava Nato'dan geri döner "diye bağırdığı bilinen Cengiz Çandar'ın Avukatı, bugün düzenlediği basın toplantısında, "FTÖ davasıyla ADALET katledilmiştir, müvekkilim demokrasiyi savunduğuiçin yargılanmaktadır, müvekkilimin ne FTÖ ile, ne de CIA ile ilişkisi yoktur "dedi. Ahmet Altan mahkeme salonuna girerken, "Uluslararası şirketlere sesleniyorum. Bu dava küreselleşme karşıtı Kemalist bir darbedir. Ben ve kardeşim küresel şirketlere hep sahip çıktık, onlar da bana ve kardeşime sahip çıksınlar "diye seslendi. Kalabalığı gözleriyle tarayan Ahmet Altan'ın, Soros'un şoförünü kalabalığın arasında görünce hüzünlendiği görüldü. "Küresel güçlere güvenim sonsuz" dedi. Dava ile ilgili görüşüne baş vurduğumuz Mustafa Balbay, gülümseyerek, "Sanıklar üzülmesinler, suçsuz olanlar eninde sonunda beraat eder, üç dört yıl içinde özgürlüklerine kavuşurlar "dedi. Hasan Cemal'in sav unmasını kendisinin yapacağını öğrenen Ruşen Çakır'ın, "Hasan Cemal savunmasını kendisi yaparsa ömrüm davanın sonunu görmeye yetmez "dediği iddia ediliyor. Metin Akpınar
  12. Sağlıkta etik kurula ilahiyatçı Sağlık Bakanlığı, geçtiğimiz Perşembe günü Resmi Gazete'de yayımlanan "Klinik Araştımalar Hakkında Yönetmelik" ile önemli bir kararı hayata geçirdi. 23 Aralık 2008 tarihli son yönetmelikteki birçok maddenin, daha önce Türk Tabipler Birliği'nin açtığı davanın sonucunda yürütmesi durdurulmuştu. Sağlık Bakanlığı, bu maddeleri değiştirmesi sırasında "eli değmişken" başka önemli bir değişiklik daha yaptı. Etik kurullara ilahiyatçı geliyor 23 Aralık 2008'de yayımlanan ve geçtiğimiz aylarda, Danıştay 10. Dairesi tarafından bazı maddelerinin yürütmesi durdurulan KAHY ile ilgili değişiklikler 27518 sayılı ve 11 Mart 2010 Parşembe tarihli Resmi Gazete'de yayımlandı. Bu değişiklikler arasında yürütmeyi durdurma kararı ile ilgisi olmamasına rağmen "araya sıkıştırılan" bir madde de var. "İlaç Klinik Araştırmaları Etik Danışma Kurulu üyeleri" ile "İlaç Dışı Klinik Araştırmalar Etik Danışma Kurulu üyelerinin" nitelik ve sayısını da belirleyen 10. Madde'ye göre ilahiyat mezunu bir kişi de bu kurulların üyeleri arasına katılacak. İlgili maddelerde, kurula katılacak olan ilahiyat fakültesi mezunu şu şekilde tarif ediliyor: "Sağlık mesleği mensubu olmayan, sağlıkla ilgili bir kurum veya kuruluşta çalışmayan ve klinik araştırmalarla ilgisi bulunmayan ilahiyat fakültesi mezunu bir üye."
  13. Yaşam böyle bir şey işte; >>> Önce merhaba dersin yaşama ... >>> Yersin içersin... >>> Yaşamla dalga geçersin... >>> Sonra doğru hayaller dünyasına ... >>> Kaplumbağa misali daha yüz yıllarca sürer bu algılama, varsayış ... >>> Kavga dövüş üstelik...
  14. # # # İşler zorlaştıkça, mizah gelişir... OLACAĞI BUYDU İŞTE !... ERGENEKON DA SONUNDA TEMEL'LİK OLDU.... # # # # # #
  15. Tevrat, İncil ve Kuran'ın Mezopotamya Yazın Kaynakları / Toplum ve Tarih Kuran, İncil ve Eski Ahit ile 'Sümer-Akkad' tabletyazıları arasında paralellik ve yakınlık bulunduğunun saptanmasına bağlı olarak, bu üç din kitabının 'Sümer söylenceleri'ne dayandığı ilerisürülmüştü. Gerçekten de, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam'ın kitap metinlerinin, Akado-sammaru ilahilerinin zamanla dönüşmüş biçimlerine dayandığı artıkispatlanabilir bir olgudur. Fakatbu,böyle olsa bile, burada yanıtı hep eksik bırakılan en can alıcı soru şuydu: O halde bu 'Sümer söylenceleri 'nasıl oluşmuştu ve asıl kaynakları ne idi? Şimdikidini kitaplar ile Akado-sammaru tablet yazıları arasındaki bağlantılarınbilim dünyasında berraklaşması, kaçınılmaz olarak,teolojinin olduğu kadar ,eskifelsefeciliğin ve eski toplum bilimciliğin din eleştirilerinin de yeni birzeminde ele alınmasını gerekli hale getirecekti zaten. Bukitapta yayınlanan çalışma sonuçları böyle bir çabanın parçasıdır. Safa Kaçmaz... ELYAYINLARI Yayın Yılı: 2007 Kitap Kağıdı 192 sayfa 13,5x19,5 cm Karton Kapak ISBN:9758674250 Dili: TÜRKÇE
  16. Kaynak: Ahmet Nesin's Blog_wordpress.com Şubat 28, 2010
  17. *** Mehmet Ali Şadoğlu denilen kişiyi anımsayanınız var mı bilmiyorum, ama Taraf Gazetesi’nin bir çok yazarının tanıdığını ve anımsadığını adım gibi biliyorum. Ahmet Altan bu adamı bilir, Ümit Kıvanç’ın da bildiğini ve nefret ettiğini söyleyebilirim. Murat Belge yada Sevan Nişanyan’ın da bu adamı sevdiğini sanmam. Etyen Mahçupyan yada Nabi Yağcı mutlaka tanıyor ve eleştiriyorlardır. Halil Berktay ve Alper Görmüş de iyi bilirler bu adamı. Bu adam adını 1990’lı yılların ortalarına yakın, Aziz Nesin’in ölümünden önce duyurdu. Aziz Nesin, Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri kitabını yayınlamak istediğinde İran rejimi ölüm fermanı çıkarmıştı. Bu ölüm fermanı üzerine Mehmet Ali Şadoğlu denilen bu adam gazetelere bir demeç verip “Aziz Nesin’i öldürene 250 bin dolar vereceğim!..” diye bir açıklama yaptı. Aziz Nesin de bu açıklamaya gülmüş ve karşılık olarak “Bu iyi bir para, Şadoğlu parayı hemen banka hesabıma yatırsın, ben intihar ederim…” demişti. İşte sen Türkiye’de demokrasiyi en iyi bildiğini iddia eden Ahmet Altan, gazetene aldığın ilan bu adamın verdiği ilan. Bu adamın ilanından aldığın parayla maaş alıyorsun demokrasi adına, sizler Ümit Kıvanç, Murat Belge, Sevan Nişanyan, Etyen Mahçupyan, Nabi Yağcı, Halil Berktay, Alper Görmüş, Neşe Düzel, Orhan Miroğlu, Mehmet Güreli, Mithat Sancar, Erol Katırcıoğlu, Soli Marguiles, Ferhat Kentel ve Yasemin Çongar lütfen artık demokrasi adına yazılar neyim yazmayın. Biraz utanmanız varsa eğer ben kimlerin parasından maaş alıyorum diye kendi kendinizi sorgulayın. Fazla bişey yazmayacağım, yazmama da gerek olduğunu sanıyorum, verdiği demeci bugün bile vermekten bir adım geri durmayacağını açıklayan Mehmet Ali Şadoğlu’nun parası size gerçekten helal olsun, ama “Ben esasında hâlâ demokratım, sosyalistim, liberalim, işte buna benzer bişeyim…” bile demeyin artık. Çünkü “Bunlara benzer bişeyim…” diyenler bile sizin kadar acizleşmez, demokrasiyi bu kadar pespaye hale getirmez. Kimilerinizi zamanında yakından tanımaktan utanıyorum, kendi kendime kızıyorum, aynı örgüt adı altında olmasa bile ortak hedef uğruna ölümüne savaş vermiş olmaktan utanıyorum. Biraz Bülent Arınç’laşayım, bizleri öldürmek adına para ödülü koyan birinin ilanıyla maaş alan ve evine nafaka götüren hepinize kocaman bir “tuuuuuuuuuuu” Sizler birer DEMOKRATÖR’sünüz. Ne demokratlığınız belli, ne de diktatörlüğünüz… *** Kaynak: Ahmet Nesin's Blog_wordpress.com Şubat 27, 2010 Kıssadan hisse ... Anlamak isteyen ve kavramasını bilenlere...
  18. *** milliyet.com.tr | 5.3.2010 Akp iktidarında, milli görüş zihniyetinin hakim olduğu bir ortamda, Fettullah Gülen örgütlenmesi Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyetinin kurumlarını ele geçirme mücadelesini verirken, diğer cemaatların pastadan pay alma mücadelesinin olmaması düşünülemez elbette. AKP iktidarı, her platformda cemaatlerle olan ilişkilerini, cemaatleri kollayıp koruduklarını, varlık nedenleri olan bu tür yapılanmaları inkar edip ikiyüzlü davransalarda bu açıklamalarla suç üstü yakalanmışlardır. Söylenenlerin perde arkasında "Korunup kollanma uyarı ve istemine" Cemaat hakkında soruşturma açan Erzincan Başsavcısının başını yemek de dahildir. Cemaat sözcüsünün açık sözlülüğü ile açığa çıkan bu durum ve bu yaşananlar sözün bittiği yerdir artık ...
  19. Sizi ve bu AKP'ye eklemlenmiş yaklaşımlarınızı, bu yaklaşımlarınızla sergilenen çelişkilerinizi nasıl olup da fark edemiyor olmanızı anlamakta güçlük çekiyorum. Savunduğu düşüncenin, parti ve insanlarının şu anda AKP ile yapılmaya çalışılan ittifakı normal görüp bir zamanlar CHP ile yapılmaya çalışılan ittifakı nasıl oluyor da sanki illegal bir durum ve işlenmiş bir suç gibi sunmaya çalışıyor bu düşünce yapısı. Bu düşünce yapısı o partiyi ve dağdaki adamlar olarak sunulan insanları legal ve siyaset yapmaya uygun görmüyorsa bu yaklaşımlar ne yaman bir çelişkidir böyle. Tarih boyunca bu kaypak ve tutarsız yapının uzantılarını her hücresinde taşıyor ve yaşıyor bence bu siyasi bakış açısı. Her dönem bir diğerinin etkisi ve hegemonyası altına girmeyi tutarlı bir siyasi yaklaşım ve öngörülü ve tutarlı bir duruş olduğu sanılıyor... Şimdi AKP'nin kuyruğunda dolaşmak ve onu kullanıyorum sanmak, Özgürlüğüne ve bağımsızlığına düşkün, onu savunan, tutarlı, onurlu bir siyasi duruş ve strateji değil. Yazık ki ne yazık... Şimdi kalkar sen statükocusun, ergenekoncusun, Türkçüsün diye ithamda da bulunulur kolaycı ve toptancı bir yaklaşımla bu bakış açısı yazdıklarıma.. Değil sevgili kardeşim değil... Benim ne olduğuma değil, bu yaklaşım ve çelişkilerini göz ardı etmeden kendinin ne olmadığına bakmalı insanlar ...
  20. Görmüşler Dayı görmüşler... Tanımlanmaya çalışılan mehdi namı diğer H.Y. HY'ninlbiselerini çıkarıp nasıl görmüşler orasını bilemem ama... Benim tahminim erkek olmayan müritlerden gelmiştir bu tüyolar. Bir ihtimal de sayın mehdi aynaya bakıp tanımlamış olabilir kendini... Geçenlerde izlediğim filmlerden birinde bu izlerin aynısını denize giren birinde görmüştüm. Acaba sayın mehdi olabilir mi kendisi diye düşünüyorum şimdi. Aklım karıştı vallahi... Yanındaki erkeğin elini tutmuş sahil yolunda geziyorlardı. O bayan mehdi olabilir mi? Anlıyorum tamam. Hadi oradan cahil diyeceksin, kadından mehdi olmuyor muydu ne.? Aman neyse geldiğinde göreceğiz artık... Hoş gelmiş, sefalar getirmiş ola.... Sağ olasın sevgili Ahmet bilgiler için. Ama Dayının sorusunu da yabana atmamak gerek. Cevaplarsan daha çok bilgi sahibi ve sana minnettar oluruz diye düşünmekteyim
  21. *** TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ BİR YAĞMA REJİMİNE NASIL DÖNÜŞTÜ. 3. Yağma Düzeninin Aşağıdan Yukarı Kurumlaşması. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni dünya dengeleri ve Soğuk Savaş,Türkiye'de "Çok Partili Düzen"e geçiş süreci ile çakıştı. Kurulan yeni dünya dengeleri çerçevesinde, Amerika'nın liderliğindeki Batı Dünyasıiçinde yer alan Türkiye, ekonomik ve siyasal açıdan yeni açılımların ve atılımlarıneşiğindeydi. Bu açılım ve atılımların başında da "tarımın canlandırılması" ve "genişkitlelerin (yani köylülerin) demokratik düzene katılımlarının sağlanması" geliyordu. Bu soyut açılımın somut uygulaması "tarımın makinalaşması" yani tarıma traktörün girmesi biçiminde görüldü. Pek doğal olarak bu "makinalaşma" sürecinde pek çok acemilik yaşandı, yedek parça ve servis eksiklikleri, Türkiye'nin önce bir "traktör mezarlığına"dönüşmesine yol açtı, ama sonunda "teknolojik gelişme" rayına oturdu vetarımın "makinalaşması" sağlandı. Olay, daha tarihsel ve ekonomik anlamda "rayına oturmadan" önce bile,traktörün tarlaya girmesi, derhal sosyolojik sonuçlarını verdi: Tarımdan, yani kırsal alanlardan "makinalaşmanın" açığa çıkardığı iş gücü, kentlere hücumetti. Kentler buna hazırlıklı değildi tabii. Siyasal iktidar ise kentsel planlamaya hiç de sıcak bakmıyordu. Sonuç, hazine, vakıf ve belediye arazileri üzerinde (hatta kimi zaman özel mülkiyetteki arsaları bile işgal eden bir biçimde) tam bir gasp eylemi ileortaya çıkan "gecekondu" bölgeleri oldu. Gecekondu halkı, köyünden kopmuş, kentte yeni yaşam olanakları arayan,ama içinde yaşadığı ev dahil, hemen hemen hiç bir "meşru" dayanağı(örneğin sabit bir işi ve geliri) olmayan, son derece dinamik, atılgan vehatta saldırgan bir niteliğe sahipti. Bu nüfus, gerek gasp yoluyla (önceleri mafyaya sonraları yerel yönetimlere rüşvet vererek) edindiği evini meşrulaştırmak, gerekse düzgün ve sürekli bir iş bulmak, çoluğuna çocuğuna eğitim ve sağlık gibi hizmetleri ve hatta onlardan daönce, evine su ve eletrik gibi temel gereksinmeleri sağlamak için canhıraş biruğraş içine girdi. Toplumun bütün resmi ve gayri resmi ilişkilerini, kentteki varlığını sürdürebilmek ve tabii geliştirebilmek için seferber etti. Bu arada siyaseti keşfetti. Önce yerel sonra da ulusal düzeyde, en atılgan, en etkin ve dolayısıyla en belirleyici biçimde, siyasetteki yerini aldı. Yerel düzeyde, belediye meclisi üyeliklerini, belediye başkanlıklarını, ulusal düzeyde, parti delegeliklerini ele geçirdi. Köyünden kopup geldiğinde elde ettiği "gayri meşru evini meşrulaştırmakiçin kullandığı yol ve yöntemler" artık onlar için günlük yaşamın normal vedoğal davranışları olmuştu: Rüşvet, particilik, hemşehrilik, (sonradan) tarikat, ticaret ve etnik grup ilişkileri, toplumun, güvenlik, adalet, eğitim gibi resmi hizmet ve sorun çözme yöntemlerinin yerini aldı. Sonunda gecekondular kentlere, kentler de siyasete egemen olunca, "yağma düzeni" aşağıdan yukarı doğru da kurumlaştı. 4. Yukardan ve Aşağıdan Gelen Yağma Eğilimlerinin Buluşması. Çok partili siyasete geçiş, ne yazık ki sadece Türkiye'nin iç dinamiklerinebağlı olarak gelişmedi. Tam tersine "Soğuk Savaş" Türkiye'deki çok partili düzen ile çakıştı ve dış dinamikler, iç dinamiklerden çok daha belirleyci olarak Türkiye'nin yazgısınıetkiledi. Yeni dönemde hem dinci ve milliyetçi ideolojilerin Sovyetler Birliği'ne karşıseferber edilmesi, hem de geniş köylü kitlelerinin sistemle bütünleştirilmesihedefleri ön plana çıktı. Bu ideolojik hedefler, birbirini destekleyen bir biçimde, "geniş köylü kitlelerinin, dinci ve milliyetçi ideolojiler çerçevesinde sistemle bütünleştirilmesi" biçimine dönüştürüldü ve tek parti döneminin alışkanlıkları ile yetişmiş bulunan Demokrat Parti yönetcilerinin elinde, rejim, "çoğunluğun baskısı"haline geldi. Bu çerçevede "serbest seçimler", dinci ve miliyetçi yaklaşımların,"yol, köprü, baraj edebiyatı ve nurlu ufuklar hedefi" söylemleriyle (ve bir ölçüdeeylemleriyle) desteklenerek, köylülerin kent topraklarını yağmalamasına izin verilmesiüzerine dayandırılan kampanyalalara dönüştü. Böylece siyaset, yukardaki "aferist" politikacılarla, aşağıdan gelen,gözlerini yağma hırsı bürümüş insanların, dinci ve milliyetçi ideolojiler aracılığıyla buluştuğu, bütünleştiği bir platform halini aldı. Bu oluşum, "anti-kominizm"e dayalı "Soğuk Savaş" bağlamında, dış konjonktür tarafından da desteklendi. 1950'den itibaren Demokrat Parti ile başlayan bu birleşme ve bütünleşmesüreci 1965 seçimleriyle iktidara gelen AP döneminde belirginleşti, 1975Milliyetçi Cephe dönemleriyle gelişti, 1983 ANAP dönemi ile dedoruğuna ulaştı. Böylece siyaset, "halkla bütünleşmiş izlenimi veren bir biçimde toplumsal zenginliklerimizi yağmalayarak hayat kazanma" yolu oldu: Hem liderler, hemde ulusal ve yerel siyasal kadrolar için. Ne yazık ki, siyasetin bu yozlaşması doğrudan doğruya "demokrasi kültürünü"de etkiledi, ve Türkiye'de demokrasi kültürü, siyasal yollarla toplumsal ve tarihselzenginliklerimizin yağmalanması anlamanı kazandı. *** SONUÇ:.. Türkiye'de yaşanan "demokrasi sorunları" çok kabaca, "ideolojik-siyasal sorunlar" ve "ekonomik yağma sorunları" olarak iki büyük grupta irdelenebilir. Herkesin üzerinde durduğu ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri çerçevesinde gündeme getirilen "İdeolojik-siyasal sorunların" çözümü yasal etkinlikler ile "oldukça kısa bir zaman içinde" olanaklı olabilir. Türkiye'deki demokrasinin asıl sorunu ise "ekonomik yağma sorunu" olarak ortaya çıkmaktadır. Bu sorun ise o denli yapısal bir nitelik kazanmıştır ki, bunun çözümü hiç de o kadar kolay görünmemektedir. Prof. Dr. Emre Kongar
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.