-
İçerik Sayısı
685 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
4
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
halukgta tarafından postalanan herşey
-
YAPTIĞIMIZ ÇOK BÜYÜK YANLIŞLARIN ARTIK FARKINDA OLALIM.
halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
Bugün sizlerle kur’an dan bir konuyu birlikte araştırmak ve üzerinde sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Bizler eğer kur’anın zerresini bile zayi etmeden istifade etmek, yararlanmak istiyorsak, Kur’anın 1400 yıl öncesinde insanlara indirilmiş gibi düşünmeden, bizlere peygamberimizin bugün, yeni tebliğ ettiğini düşünerek bakmamız ve kur’an dan öyle istifade etmeye çalışmamız gerekir. Çünkü kur’an Dünya yaşadıkça tüm âleme yaşadıkları sürece, rehber olsun diye indirilmiş bir kitaptır. Şimdide kur’an dan araştıracağımız konuya bakalım. Kur’an da birçok ayetinde Allah lanetlediği, inkârları sonucu cehennemlik olduklarını belirttiği, inkârcı ve kâfir sözlerini çok kullanır. Acaba bu sözleri Allah, peygamberini ve gönderdiği kur’anı tümden inkâr edenler için mi kullanır yalnız Rabbim? Çünkü gerçekten Kur’anın bu sözlerinden anladığımız kadarıyla, bizleri çok kötü bir sonuca, cehenneme götürdüğünü ayetlerden anlıyoruz. Yani Rabbim bu sözleri söylediği kişilerin, çok büyük günahlar işlediğini ve bu insanları affetmeyeceğini anlatıyor bizlere. Allah ı inkâr edenlerin, cehennemde ebedi kalacaklarını ve onları asla bağışlamayacağını, kur’anın onlarca ayetinde görüyoruz. Peki, Allah bu sözleri kur’an da, başka kişiler içinde kullanıyor mu, inkârcı ve kâfir sözlerini, iman ettiği halde yaptığı bazı yanlışlar neticesinde, bu duruma düşen insanlar içinde kullanıyor olabilir mi? Gelin isterseniz bu çok önemli sorunun cevabını birlikte kur’andan arayalım. Acaba farkında olmadan yaptığımız büyük bir yanlış var mı? Sizlere şimdi hatırlatacağım ayette Allah şeytan için kâfir oldu diyor, ayeti yazalım üzerinde düşünelim. Bakara 34: Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu. Lütfen çok iyi düşünelim bu sözleri. Bizler kâfir sözünü Allah ı inkâr edenler için kullanırız genelde. Dikkat edin şeytan Allah ı ve kitaplarını inkâr etmiyor, tam tersine onun huzurunda onu biliyor, tanıyor fakat Rabbin istediği bir şeyi yerine getirmediği için, büyüklük tasladığından Rabbim şeytan için kâfir sözünü kullanıyor. Demek ki tek bir konuda bile Kur’anın ayetini görmezden gelsek, onun bir ayetinin bile hükmünün artık olmadığını söylersek, aynı suçu işlemiş olmuyor muyuz dersiniz? Buradan da anlaşılıyor ki Rabbin kur’an dan ayetlerinin anlamını değiştiren, Rahmanın vermediği manaları, hükümleri yükleyen, şu ya da bu ayetin artık hükmü yoktur, hükmü kalkmıştır diyerek ayetleri görmezden gelenler, ayetleri gizleyenler içinde Rabbim aynı şeyleri söylüyor. ONLAR KÂFİRDİRLER DİYOR. Bu söylediklerime Kur’an dan vereceğim bazı ayet örnekleri açıklık getirmektedir. Lütfen vereceğim ayetler üzerinde çok dikkatle düşünelim. Hiçbir etki altında kalmadan rabbin ayetlerini anlamaya çalışalım. Çünkü hesap günü gelmeden alacağımız önlemler, hatalarımızdan vazgeçmemiz sayesinde, kurtuluş reçetemiz olacaktır. Aşağıdaki ayetin bizlere anlatacak çok ama çokkk şeyleri var. Birazcık düşünene aklını çalıştırana tabiî ki. Bundan sonra vereceğim örnekleri de, yukarıdaki örnek verdiğim ayetin özünde düşünmeye, anlamaya çalışalım. Bakara 159–160: İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tövbelerini kabul ederim. Ben tövbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim. Yukarıdaki Rabbin sözlerinden anlaşılıyor ki, iman edenler içinde öyle bir grup insan var ki, Rahmanın tebliğ ettiği apaçık kur’an ayetleri içinde, hidayetin, doğrunun, güzelin yolunu gizleyenlerin, yani bazı ayetleri örtbas edenlerin olduğunu söylüyor. Ayetlerin bir kısmına adeta inanmıyorlar. Gerek geleneklerin etkisi, gerek şahsı menfaatler bu yola itiyor insanları. Bugünde aynı şeyler yapılmıyor mu? Ayetlerin bir kısmının artık hükmü yoktur, onlar nesh edilmiştir dersek, bazı ayetleri gizlemiş, hükmünü kaldırmış olmuyor muyuz? Bakın burada bütünüyle iman etmeyenden bahsedilmiyor. İman ettiği halde kur’an gerçeklerinden bir kısmın ı gizlemeye çalışanlardan bahsediyor. İşte bu insanlara Allahın lanet etiğini söylüyor. Elbette bundan vazgeçenleri, gerçeği açıkça ortaya koyanları Allah affedeceğini de belirtiyor. Aşağıda ki ayette Rabbim bakın ne diyor? Bakara 161: Ancak, ayetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş olanlar işte, Allah'ın laneti, meleklerin laneti, insanların laneti hep onların üstüne olsun. Yukarıdaki ayette Allah ayetlerimizi inkâr edenler ve onların kâfir oluşundan bahsediyor. Tabiî ki bu insanların lanetlendiğini de belirtiyor. Peki, bu insanlar Allah ı, peygamberini, kur’anı hiç kabul etmeyip inkâr edenler mi? Kesinlikle hayır. Yukarıda bu ayetin öncesi ayetleri vermiştim, okudunuz. Orada kimler için söylüyordu hatırlayalım. (kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere.) Demek ki bu insanlar tamamen inkâr edenler değil, tam tersine iman etmiş ama atalarından gelen inançların etkisinde olan, ya da nefislerinin esiri olduğundan dolayı, bazı ayetleri hidayet yolunu gizlemeleri, anlamlarını değiştirmeleri neticesinde, Rabbim söylüyor bu sözleri. Bunu yapmak çok çeşitli yollarla olur. Kimisi bu ayetin artık hükmü kalkmıştır der görmezden gelir, kimisi de ayetlerin anlamlarını çeşitli yollarla değiştirir. Demek ki inandım iman ettim demekle bu iş olmuyormuş. Rabbin istediği bir Müslüman, kur’anın bütün hükümlerine iman eden bir Müslüman olması gerektiği, çok açık anlaşılıyor. Yine bakara suresi 42. ayette zaten bizleri Rabbim uyarıyor ve bakın ne diyor? Bakara 42: Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Hak olan yalnız ve yalnız KUR’ANDIR. Kur’anın dışından Rabbin vermediği bir hükmü, yine Allah katındandır diye dine sokarsak, hakkı batılla karıştırmış ve gizlemiş oluruz. Temiz bir bardak suya bir damla mikrop damlattığımızda, nasıl artık o su içilmez oluyorsa, imanımız da aynen böyledir. Hakkın içine batıl karıştırdığımızda da, bu bilgiyle ulaşacağımız yolun sonu, asla Rabbim e ulaşmayacaktır. Bu bilgiler ışığında, lütfen günümüz İslam anlayışını karşılaştırınız. Verdiğim tüm ayet örneklerinde Rabbim hakkı batılla gizlemeyin diyerek, gizleyenlere lanet ediyor ve kâfir diyor. Yazdığım ayetleri anlamaya çalışırken, Rabbin bu uyarısını unutmayalım. Şimdide aşağıdaki ayete bakalım. Bakara 174: Allah'ın indirdiği Kitaptan bir şeyi göz ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır. Demek ki iman edenler arasında da yine bir kısım insanlar var ki, Rabbim lanet ediyordu, onu yukarıda ki ayette görmüştük. Allahın indirdiği kitap tan bir şeyi saklayanlarda var. Yani anlamını değiştirenler, ayetin anlamını saptıranlar, hatta bazı apaçık ayetleri görmezden gelip artık hükmü kalkmıştır diyenler var demek ki. Bakın Rabbim bunu yapanlara ne diyor? Karınlarındaki ateşten başka değildir. Demek ki cehennemin ateşi bunları saracaktır diyor. Kıyamet günü yani hesap günüde bunların yüzlerine bile bakılmayacağını, şimdiden bizlere hatırlatıyor. Tekrar hatırlatmakta yarar var. Tüm bu lanetlenen insanlar, iman ettiğini söylediği halde, kur’an gerçeklerinin bir kısmını saklayan ve ayetleri saptıranlar için söyleniyor. Acaba bizler tüm bu gerçeklerin farkında mıyız? Yine bir başka ayete bakalım. Allah burada kitap ehli insanlardan bahsederek yaptıkları yanlışlar neticesinde, bakın nasıl uyarıyor ve ne diyor? Aliimran 105–106: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır. O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın” denilir. Rahman gönderdiği apaçık deliller olan kur’anı tebliğ alan, iman ettim diyen, bazı Müslümanların ya da daha önce ehli kitabın yaptığı gibi gönderilen kitaba bakmak yerine, kitap dışı iman edenlerin, düştüğü durumu anlatıyor ve bakın onların yaptığı yanlışı nasıl değerlendiriyor. Sizlere apaçık delillerle kur’anı gönderdikten sonra, kitap üzerinde tartışmaya girip, onun sözleri üzerinde ayrılığa düşüp, sakın dinde bölünmeyin diyor. Böyle yapanlara BÜYÜK AZAP edileceğini belirtiyor. Peki, buradan ne anlamalıyız. Çok açık anlaşılıyor ki, kur’anın dışında hükümler aramak, bölünmek Rabbin en çok kızdığı bir konu. Bu sözleri birde günümüz İslam ın durumu ile karşılaştırınız, acaba halimiz nicedir dersiniz? Kur’anın bütününden sakın ayrılmayın diyen Rabbim, benim vermediğim bir hükmün peşinden sakın gitmeyin diye özellikle bizleri uyarıyor. Bunun tersini yapanlara büyük azap vaat ediyor. Ayetin devamında ise çok güzel bir sahnenin adeta resmini çiziyor Rabbim bizlere. Hesap günü iman ettiğini zanneden insanları iki grupta topluyor. Bazı yüzlerin kararacağını söylüyor. Peki, bunlar kimler? Hiç iman etmeyenler mi? Elbette hayır. İmanlarından sonra inkâr edenlerden bahsediyor. İşte burada çok dikkatle düşünelim, acaba yüzleri kararacak olan inkârcılar kimler olabilir? Onu da açıklıyor iman ettiklerini söyledikleri halde, gerçek iman edenler gibi kur’anın ipine sarılmayanlar, hurafenin rivayetin peşine koşarak, Rabbin apaçık indirdiği ayetlerin anlamlarını saptıranlar olduğu ayetlerden anlaşılıyor. İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, sözünden elbette tamamen inkâr etmek anlaşılmamalıdır. İnkâr edilen apaçık bazı ayetlerin, hükümlerini görmezden gelerek, ya da işlerine gelmediği için ayetlerin anlamını değiştirmekten, bu konularda ayrılığa düşenleri kast ediyor Rabbim bu sözleriyle, yani hakka batıl karıştıranlardan bahsediyor. İşte bu insanlara da azap vereceğini belirtiyor. Hatırlayınız Rabbim nasıl uyarıyordu bizleri, bilmediğimiz emin olmadığımız konular için? Enam 116: Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar. İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Hemen bu ayetler üzerinde düşünelim. Sanı nedir? Sanmaktan, zannetmekten gelen bir sözcük. Yani emin olmadığımız, doğru olması da mümkün olabilecek, yanlış olması da mümkün olan bilgi anlamındadır. Din ve iman konusunda Rabbim sanıya, bilinmeyen emin olmadığımız bilgilere asla yer vermemizi istemiyor. İsterse bu çoğunluğun kabul ettiği bir konu dahi olsa. Bu sizi sakın yanıltmasın diyor. Bilgin olmayan sözlerin, düşüncenin ardından gidersen, senden bunun hesabını sorarım diye ikaz ediyor. Hesap soracağı kitap hangisiydi? Elbette apaçık olduğunu söylediği kur’an. Peki, dostlar rabbim tüm bunları söyledikten sonra, acaba hâşâ sözünden cayarda, başka kitaplardan, bilgilerden, hükümlerden hesaba çeker mi bizleri? Elbette çekmez diyeceksiniz. Peki, günümüzde yaşadığımız dini, nasıl yaşadığımızın farkın damıyız o zaman? Yorum sizlerin. Biraz aklımızı başımıza almanın zamanı, sizce gelmedi mi dersiniz? Aşağıda sizlere hatırlatacağım ayet üzerinde lütfen çok iyi düşünmenizi rica edeceğim. Tahrim 9: Ey Peygamber! Küfre sapanlarla ve münafıklarla mücadele et ve onlara karşı sert davran! Varacakları yer cehennemdir onların. Ne kötü dönüş yeridir o. Yukarıdaki ayette Rabbim küfre sapanlar ve münafıklardan bahsediyor. Önce her ikisinin de kur’anı tebliğ almış olan insanlar olduğunu bilelim. Küfre sapan yani ilk önce Rabbin gerçeklerini tebliğ almış, Müslüman olduğunu söyleyen, fakat daha sonra tüm bu gerçekleri gördükleri halde, yolunu sapıtan, yalnız kur’ana iman etmek yerine, hakka batıl karıştıran insanlardan bahsediyor. Peki, münafık sözüyle Rabbim kimlerden bahsediyor olabilir? Bunlarda kendilerinin Müslüman olduğunu, iman ettiğini her yerde söyleyen kişiler, ama bakın bu kelimenin anlamı neymiş onu anlarsak bu insanların ne tür kişiler olduğunu çok daha iyi anlamış oluruz. Münafık: İkiyüzlü, araya nifak sokan. Fitnekâr. Ahdini bozan, yalan söyleyen, hıyanet eden. Demek ki sözde Müslüman olduğunu söyleyen, ama hayatına yaşamına bunu tam olarak yansıtamayan sözde Müslümanlar diyebiliriz. Peki, rabbim bunlar için neler söylüyor, nasıl bir son bekliyor bunları? Bunların varacakları yer cehennemdir diyor. Hatırlayınız bu münafık tipler günümüzde çok fazla yok mu sizce? Aramızda namaz kılar, oruç tutar, kurban keser, hacca da birkaç kez gider ama her türlü lanetliktende geri kalmaz. Lütfen hatırlayınız bizlere ne öğretmişlerdi? Müslüman olan cehenneme asla gitmeyecektir, azap çekmeyecektir. Sizce bu ayetti okuyan sizler, bu sözün doğru olabileceğine, bu işin bu kadar basit olduğuna inanıyor musunuz? İşte kur’ana uymak yerine, kur’anı kendimize uydurmak bu olsa gerek. Yine aynı konuyu işleyen bir ayeti daha hatırlatmak istiyorum sizlere. Beyyine 6: Ehlikitap'ın küfre sapanlarıyla müşrikler, içinde sürekli kalıcılar olarak cehennem ateşindedirler. İşte onlardır yaratılmışların en şerlisi. Yukarıdaki ayette yine müşrikler yani Allaha ortak koşanlardan ve en önemlisi de Ehlikitap içinde olup, küfre sapanlardan bahsediliyor. Peki, küfre sapma şekli ne olabilir bunların? İşte bir ayet öncesine bakarsak onu da anlıyoruz. Beyyine 5: Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir. İşte buradan çok net anlıyoruz ki, iman edenlerin yani ehli kitaptan olanların bir kısmı, dini yaşarken Allaha has dini yaşamak yerine, başka veliler edinip onlara da kulluk edenler den söz ediyor. Bu nasıl olur, Rabbin yalnız benden yardım dileyeceksin, yardım isteyecek veliniz yalnız benim emrini, ayetini aldığı halde, beşere de kulluk edip bizlere bu kişilerde şefaat edecek, Allaha yaklaştıracak dedikten sonra, başka velilerde edindiysek, İslam ı Rabbim e has, kur’ana has yaşamamış oluruz. Böyle yapanlara Rabbim küfre sapma olarak niteliyor. Sanırım bunları yapanlarında cezasının ne olduğu çok açıktır. Dosdoğru dini yaşamak istiyorsak, Allaha has kılarak yaşamalıyız. Bunun yolu da yalnız ve yalnız KUR’ANDAN GEÇİYOR bunu da unutmayalım. Yine araştırdığımız konuya çok önemli açıklık getiren, bir ayet daha hatırlatmak istiyorum sizlere. Aliimran 19: Doğrusu Allah katında din, İslam'dır. O kitap verilenlerin ayrılığa düşmesi ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastandır. Her kim de Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki Allah, hesabı çabuk görendir. Ayeti çok dikkatli inceleyelim, düşünelim. Burada Rabbim birilerinden bahsediyor, ama bunların Allahın ayetlerini kendi ihtirasları yüzünden, ayrılığa düştüklerini söylüyor. Bu ne demektir, Rabbin ayetlerde emrettiği manası dışında, ayetlere kendi menfaatlerince, çıkarlarınca anlamlar, manalar verip gerçek anlamından saptırmaktır. Gerçek iman, Rabbin kitabının tamamına kayıtsız şartsız iman etmekle olur. Eğer kitabın içinden ayetleri seçerek alır veya bazılarını görmezden gelirsek, bir kısmının da hükmü günümüzde yok diyerek, onların nesih edildiğine inanırsak, işte hataların en büyüğünü yapmış oluruz. Ayetleri İNKÂR ETME SUÇUNU İŞLEMİŞ OLURUZ. Allah gönderdiği kitabın tümüne iman etmemizi emrediyor, eğer nesih edilmiş, çıkartılmış ayetler olsaydı bunu da açıkça söylerdi. Allah cümlemizi bu düşüncelerden korusun. Ayette ne diyor? Kitap verilenler, yani kur’ana iman etiğini, kabul ettiğini söyleyenlerin bakın neler yaptığını söylüyor? Kendilerine ilim yani kur’an geldikten sonra ihtiraslarından, çıkar ve menfaatlerinden dolayı ayrılığa düşmeleri anlatılıyor. Bu kadar açık sözleri, gerçekleri anlamayanlar Rabbimin gözlerine perde çektiği, gönüllerine mühür vurdukları insanlardır. Onlara ne söylersek söyleyelim, kur’an gerçeklerinin asla farkına varamayacaklardır. Yine iman edenler içinde rabbimin çok kızdığı bir gruptan söz ediliyor. Bakara 79: Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, "İşte bu, Allah katındandır!" derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden! Buradan da anlaşılıyor ki, Allahın yazıklar olsun dediği, iman ettiğini söyleyen bir grup için söyleniyor. Fakat bunlar kur’an da olmadığı halde insanları aldatmak ve kandırmak menfaat elde etmek için, bunlar Allah katından derler diyor. Daha açıkçası hakka batıl karıştıranlardır. Bu ayetten de anlaşılıyor ki, hesabımızın görüleceği, sorumlu olduğumuz kitap apaçık KURANDIR. Demek ki böyle insanlarında din ve imanla bir ilgisi olmadığı ve Rabbimin onları lanetlediği çok kötü cezalandıracağı anlaşılıyor. Yorum sizlerin. Yine Allah iman ettiğini söyleyen, kur’anı okuyan bir topluluğa bakın ne diyor? Bakara 44: Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz -hem de ilahi kelamı okuyup durduğunuz halde?- Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız? Sanırım bu ayeti çok fazla izaha gerek yok. Kur’anı apaçık okudukları halde, işine gelen ayetleri görüp istifade eden, kimisini görmezden gelip faydalanmadıkları anlaşılıyor ki, rabbim bu insanları uyarıyor. Önce sen kendine bak ve okuduğun apaçık ayetlerimi düşün ve yerine getir, onları gizleme, ondan sonra başkalarını eleştir diyor. Bu tip insanlar çevremizde o kadar çok var ki, düşünen akleden anlayacaktır. Aşağıda sizlere hatırlatacağım ayetler yine iman ettiğini söyleyen, fakat kalpleri taşlaşmış ve şeytanın esiri olmuş insanlardan bahsediyor. Lütfen ayetler üzerinde dikkatle düşünelim. Hac 51: Ayetlerimizi işe yaramaz kılmak için gayret gösterenlere gelince, onlar cehennemin dostlarıdır. Rabbim bir kısım insanlar var, ayetlerin anlamlarını işe yaramaz hale getirirler diyor. Bu insanlarında cehennemlik olduğunu belirtiyor. Peki, bu insanlar kimler olabilir? Hiç iman etmemiş olanlar mı, yoksa iman edipte bazı ayetleri devre dışı bırakmaya çalışanlar mı? Hiç iman etmeyenler dersek yanılırız, çünkü onlar kur’anın bir kısmına değil, tümüne iman etmiyorlar. Gelin bu ayetin devamındaki iki ayetten bunların kimler olduğunu öğrenelim. Şimdi hatırlatacağım ayetler üzerinde çok dikkatli düşünelim lütfen. Hac 52: Biz senden önce bir resul ve bir nebi göndermedik ki, o bir şey yapmak arzu ettiğinde, şeytan onun arzularına şüpheler karıştırmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın karıştırdığı şüpheyi derhal giderir. Sonra da Allah, ayetlerini güçlendirir. Allah, bilendir, hikmet sahibidir. Hac 53: (Allah, şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki) kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir deneme (vesilesi) yapsın. Zalimler, gerçekten (haktan) oldukça uzak bir ayrılık içindedirler. Rabbimin verdiği iki örnekte çok önemli. Allah gönderdiği peygamberlere bile şeytanın musallat olduğunu, onları bile yoldan çıkarmaya çalıştıklarını söylüyor bizlere. Fakat Rabbim elbette buna müsaade etmediğini de belirtiyor. Peki, 53. ayette ne anlatıyor, işte burası çok önemli. Bizlerin bu dünyada birer imtihanda olduğumuzu, kur’an dan anlıyoruz. Şeytanı da imtihanın en büyük sorusu olarak kabul etmeliyiz. Bakın bu ayette Rabbim bizlerin dikkatini çekerek neler söylüyor. Şeytanın insanlar üzerinde etkisine müsaade ederiz diyor, peki niçin? Kalplerinde hastalık olanlar, fitne fesat insanlar, kalpleri katılaşanları denemek ve imtihan etmek için şeytan ile imtihan edeceğini söylüyor. Nasıl bir imtihandı onu hatırlayalım hac 51. ayette söylüyordu Ayetlerimizi işe yaramaz kılmak için gayret gösterenlere. İşte bizlerin bu konu üzerinde çok dikkatle durmamız gerekir. Günümüzde bizlere söylenenleri lütfen hatırlayınız. Kur’an da birçok ayetin nesh edildiğini, artık hükmünün kalmadığını söylediğimizde, Rabbin söylediği gibi, ayetlerin bir kısmını işe yaramaz kılmak için, çaba göstermek değil de nedir? Rabbin apaçık ayetlerini gördüğümüz halde, aslında Allah burada şunları ya da, bunları da söylüyor hüküm veriyor, bunu herkes anlayamaz demekte çok mu farklı? Rabbim ne diyordu bizlere? Ben ayetlerimi açık, seçik ve her şeyden nice örneklerle, kolaylaştırarak gönderdim demiyor muydu? Bunu söyleyen Rabbim, acaba kur’an da bir hüküm verirken, bir kelimenin ardında herkesin anlayamayacağı bir hüküm verip, daha sonrada bizleri bu hükümden emrinden, sorumlu tutar mı dersiniz? Rabbim söylemediği halde bunlar Allah sözüdür diyenlere bakın, Yüce Rabbim ne diyor. Bunları yapanlar binlerce kez düşünüp öyle söylemelidir. Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Rabbim söylemediği, hüküm vermediği halde bu Allah emridir diyerek, Allaha yalan isnatta bulunanlar, şunu sakın unutmasınlar; Kıyamet günü bu insanların YÜZLERİ SİMSİYAH OLACAK VE CEHENNEME GİDECEKLERDİR. Sizlere şöyle bir örnek versem ve desem ki; Siz bilmem kim için o kadın kötü bir kadındır, ondan her şey beklenir dedi desem, söylemediğiniz halde, yalan bir sözü isnat etsem size, bunu söyleyene nasıl bir duyguyla bakarsınız? Onun hakkında ne düşünürsünüz? Sanırım en medenice olanı yapar, onu mahkemeye vermek istersiniz. Birde bunu Rabbim e uyarlayalım ve düşünelim. Rabbimin asla söylemediği, bahsetmediği bir sözü, hükmü bu Allah sözüdür, emridir diye söylersek, Rabbim hesap günü bizlere ne söyler, neler yapar bunu hiç düşünüyor muyuz? Rabbim böyle olmaktan bizleri korusun inşallah, çünkü bu hata günümüzde o kadar çok yapılıyor ki, örnek vermeye dahi gerek yok sanırım. Şimdide aşağıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Ahkaf 9: De ki: 'Ben elçilerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahye dilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim. Yukarıdaki ayet aslında çok şeyler anlatıyor, ama birazcık özgür iradesiyle düşünene tabiî ki. Rabbim elçisine, deki onlara diyor ve bakın ne söylüyor? Ben, yalnızca bana vahye dilmekte olana uyuyorum. Peki, bu kadar açık söylenildiği halde, bizler neler söylüyoruz? Birde onları düşünün isterseniz. Çok ilginçtir bizlerin günümüzde çok söylediği ve savunduğu bir düşünce geldi aklıma. Peygamberimiz onlarca ayetinde bizleri uyarıp BEN RABBİMİN İNDİRDİĞİ KURANA UYARIM bundan başka hiçbir söze uymam sizde ona uyun diyor, fakat bizler tüm bu ayetlerin üstünü örtüp, görmezden gelip, kur’anın hiç söz etmediği, bahsetmediği, hüküm vermediği onlarca, yüzlerce hükümlerin peygamberimizin hükmüdür diye inanmakta hiç bir kusur görmüyoruz. Hâlbuki kur’an da onca ayette peygamberimiz bizlere, ben yalnız kur’ana uyarım siz de ona uyun demiyor mu? Ne kadar ilginç ve bir o kadar da tezat bir durum yaşadığımızın farkında mıyız? Peygamberimiz ben kur’ana uyarım diyor, bizde peygamberimize uyarız diyoruz, ama acaba uygulamamız sözlerimizi, davranışlarımızı onaylıyor mu? Bakın size iki ayetin sonundaki iki cümleyi, hükmü hatırlatmak istiyorum. Rabbim insanlara neyle hükmedilmesini istiyor? Maide 44. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. Maide 45: Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. Düşünebiliyor musunuz Allah insanları Kur’an ile hükmedilmesini emrediyor. Bunu yapmayanları da kâfir ilan ediyor. Allahınız aşkına birazcık düşünün bu sözleri ve yazdıklarımı. Bu emirleri alan bizler, hayatımıza din ve iman adına geçirdiğimiz şeyleri bir düşünelim, hatırlayalım. Bizlere Allah emri diye kabul ettirmek istedikleri kur’an da hiç bahsedilmeyenleri, hatta Rabbin şeriatı, kur’an emri diye dayatmaya çalıştıkları konuları hatırlayalım. Birçoğunu asla kur’an da bulamayız. Bunları hatırlatıp söylediğimizde ise ne cevap aldığımızı düşünelim. Her şey kur’an da yoktur, orada özet bilgiler vardır demiyorlar mı bizlere? Kur’an da bizleri ilgilendiren şeyin, her hükmün olduğunu söyleyen ve peygamberimizin de onun dışına asla çıkmadığını hatırlatan ayetleri görmezden gelmenin, ayetleri saklayanın, hükümsüz bırakmaya çalışanların, Rabbin katında nasıl bir sona ulaşacağını tekrar hatırlatmak isterim. Çabalarının boşuna gitmesini istemeyen, RABBİN KELAMINA, ZİKRİNE SARILIR. Onun vermediği hiçbir hükümden sorumlu olmadığını bilir. Çünkü peygamberimizde yalnız ve yalnız kur’an a sarılmış, topluma Kur’an ile hükmetmişti. Bizi de kur’ana sarılmaya davet etmiştir. Bunun dışına çıkanlara Rahmanın neler söylediğini, sizlere hatırlatmaya çalıştım. Bizlerin yapacağı Rabbin sözlerinden dersler almak olmalıdır. Bir kısım beşer, bu hatırlatmalarımdan hoşlanmaya bilir, ama gerçekler acıdır, kimisini üzer kimisine mutluluk verir. Ne mutlu Rabbin ışığından hoşnut olanlara. Hesap günü yanımızda hiç kimseyi bulamayacağımızı asla unutmayalım. Gelin en garantili yolu seçelim, yanımıza kur’anı alalım, onu anlamaya çalışalım. Onun onayından geçen her bilgiden de yararlanalım. İnanın hayatımızın nasıl değiştiğini o zaman çok daha iyi göreceksiniz. Kusursuzluk Allaha mahsustur, elbette hepimiz hatalar yapacağız, ama önemli olan büyük hatalar, günahlar yapmamak olmalıdır amacımız. Rabbim cümlemizin yardımcısı olsun. Sizlere Rabbin uyarılarını hatırlattım. Kalbi mühürlenmeyen tüm gerçekleri fark edecek, adeta titreyip kendine gelecektir. Ayetleri görmezden gelenler, üstünü örtmeye çalışanlar ise, bu yazımı okuduğunda bir fitne yine dine fesat sokmaya çalışıyor diyerek, ayetlerin üzerini örtmeye devam edecek, gerçeklerin farkına varamayacaktır. Dilerim Rabbimden rehberi kur’an olan, onun ışığıyla nurlanan, yalnız gözleri ile değil gönlüyle, aklıyla da gören, düşünen iman eden kulları arasında oluruz inşallah. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK -
Kur’an öyle bir kitap ki ona nasıl yaklaşırsanız size niyetiniz nispetince cevaplar verir. Okuduğumuz okul dönemlerini hatırlayınız, aynı kitabı okumamıza rağmen herkes farklı notlar alırdı. Peki, bu farklı notlar alışımız acaba yalnız akıl kapasitemizle mi ilgiliydi dersiniz? Elbette hayır. Kimi arkadaşların ders çalışma niyeti dahi olmadan, zorla ders çalıştığını çok iyi bilirim. Daha açıkçası gönülsüz baktığımız her kitap, ya da herhangi bir işten tam verim almamız, ondan gereği gibi faydalanmamızda mümkün olmayacaktır. İşte kur’ana gönülsüz bakan, rabbin ne anlatmak istediğini anlamak yerine, eksikler hatalar arayan bir zihniyetle bakan bir arkadaşımızın örneğini sizlere anlatmak istiyorum. Bir arkadaşımız kur’an da Allahın izni olmadıkça kimse iman edemez diyor. Madem Allah izin vermiyor benim iman etmemde mümkün olamaz demiş. Bu durumda bende hiçbir şeyden sorumlu olamam şeklinde bir yaklaşımla, kur’anın bu sözünü kendince yorumlayıp, yanlışına delil aradığını ve ayetleri küçümser şekilde anlama yoluna gittiğini üzülerek gördüm. Gerçekten üzüldüm ve arkadaşımızın bu ayeti gündeme getirmesiyle, rabbimin bu sözüyle ne anlatmak istiyor, Rabbin yardımıyla onu anladığım kadarıyla kendisine anlattım, fakat bunu sizlerle de paylaşmak istiyorum ve sizleri de bu konuda düşünmeye davet ediyorum. Bu ve buna benzer hatalar bazen ne yazık ki kötü niyetle değil, iyi niyetle beşerin sözlerine delil arama çabalarıyla, ayetlerin anlamları saptırılmaktadır. Çünkü her insan kendi düşüncelerinden ve aklıyla iman edip etmediğinden sorumlu olacaktır. Önce kur'an iman sözünden ne anlatmaya çalışıyor, iman edenler için neler hazırlanmış, ödülleri nedir bunu çok iyi bilirsek, gerçekten herkesin iman ettim demesiyle iman etmiş olmasının mümkün olmayacağını, zaten gerçek iman edenlerde, bu tür insanları aralarında görmek istemeyeceğini bilir. İman etmek Allaha itaat etmek demektir. Onun buyruğuna girip, ona kayıtsız şartsız teslim olmaktır. İslam sözcüğünün de anlamı budur zaten. Onun istediği yolu takip edip, aklını kullanıp hurafelerden uzak yaşayan rehberini, kitabını yanından eksik etmeyip, ona her anında danışan, insan gibi yaşamaktır kısacası. Şimdide gelelim bahsettiğimiz Yunus suresi 100. ayete, önce yazalım daha sonra, Allahın izniyle anlamaya çalışalım. Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır. Yukarıdaki ayet biraz aklını kullanana inanılmaz bir ışık tutuyor, yeter ki doğru pencereden bakalım. Deniz manzarası ön camdan görünüyorsa, denizi seyretmek için inat edip arka pencereye bakarsanız, denizin güzelliklerini görebilir misiniz? Belki denizin dalgalarının sesini duyabilirsiniz, ama o ses size yeterli gelip, nefsinizi ve benliğinizi tatmin etmeyecektir. Her zaman kafanızda soru işaretleri kalacak ve şüpheli yaklaşacaksınız konuya. Daha açıkçası gerçeklerle yüzleşme imkânı bulamayacaksınız. Şimdide ayeti anlamaya çalışalım. Allah bakın ne diyordu? (Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez.) Bizler bu sözden ne anlamalıyız? Önce hatırlayalım Allah bizleri yaratmadan önce bir söz aldığından bahseder kur’an da. Ona iman edeceğimizi, onun yüceliğinin karşısında saygıyla eğileceğimizin sözü. Verdiğimiz bu sözü hatırlamamız içinde, yaşarken fıtratımıza koyduğu iman etme, yaratıcıyı hatırlama duygusunu da hatırlayalım. İşte imtihanında özü burada yatmıyor mu zaten? Hatta bunu hatırlamak istemeyenler içinde, gönderdiği peygamberler ve kitapları düşünelim. Demek ki Rabbim bizlerin, huzuruna gittiğimizde hesap verebilmemiz için, iman eden bir kulu olmamız adına çırpınıyor adeta. Tüm bu uğraşlardan sonra kulu iman etmek istediğinde, acaba Allah imanını kabul etmemesi mümkün mü? Eğer böyle bir düşüncede olsaydı, Kitapları ve resulleri göndermez, aklını kullanan doğruyu bulsun der, bizleri başıboş bırakırdı isteseydi. Kur’anı bir kez okuyan Rabbin bunun tam tersini yapmaya çalıştığını, bizlerin iman eden doğru ve aklını kullanan bir insan olmamız için, nasıl çabaladığını hemen anlayacaktır. Peki, o zaman Allahın izin vermesi zorluğu nereden çıkıyor? Demek ki bir sorun var burada. Allah demek ki iman konusunda bir sınır, bir kıstas koymuş ki, bu sınırda olan ya da başka bir konumda olan var demek ki. Gelin şimdide onu anlamaya çalışalım, bunlar kimler olabilir. Yunus 51: O azap başınıza patladıktan sonra mı iman ettiniz! Şimdi mi? Hani onu aceleden isteyip duruyordunuz. Sad 28: Yoksa biz, iman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanları, yeryüzünde fesat çıkaranlarla aynı mı tutacağız? Yoksa takva sahiplerini, arsız sapıklar gibi mi yapacağız. Yukarıdaki ayetleri okuduğunuz zaman sanırım hemen anladınız. Evet, öyle yağma yok. Sen Yüce Rabbimin zamanında bizleri iman etmesi için uğraş verdiğinde, kitaplar resuller gönderdiğinde onu görmezden gel, ona inanma, daha sonra azabın belirtisi geldiğinde, hemen koş ben iman ettim de. Bu örneğin benzeri hayatımızda çok olur. Zorluğa düştüğümüzde ruhumuzun derinliğindeki Yaratıcı duygularımız şahlanır ve hemen Allah tan yardım isteriz, sorun geçtiğinde ise hemen unutuveririz. Demek ki iman etmeninde bir yolu yordamı ve üslubu varmış. Sad 28. ayette ise Rabbim, iman edip hayırda yarışanlarla, yeryüzünde fesat çıkaranları bir tutmamız mümkün değildir diyor. Çünkü onları bir tutmamız, onları beraber aynı yerde bulundurmamız, iman edenlere de bir saygısızlık, adaletsizliktir diyor. Onları bir arada tutmamız iman edenleri de yoldan çıkarır diye, ne kadar güzel izah ediyor. Bakın aklını kullanana her şey ne kadar güzel izah ediliyor. Yeter ki rehbere danışmasını bilesin, tabi niyetin çok önemli. Şimdide Yunus suresi 100 ayetin sonundaki cümleye bakalım. Çünkü ondan bahsetmedik. (Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.) İşte üzerinde çok düşünmemiz gereken cümlede burası bana göre. Rabbim kur’an da en çok üzerinde durduğu ve ayetlerin sonunda her zaman bizleri uyarıp, aklınızı kullanın sözcüğüdür. Peki, nerede kullanabiliriz bu aklı? Tabiî ki her yerde, çevremize baktığımızda, gökyüzüne baktığımızda, bir böceği, sineği incelediğimizde her yerde aklını kullanan, Allah ı görecektir de ondan, düşünün aklınızı kullanın diyor. Allah yalnız tabiata bakarak değil, gönderdiği apaçık Kur’anın da tüm gerçekleri kelimelerle de anlatmıştır bizlere. Elbette gönül gözü ile bakmayan, görmeyen gözleriyle baktığında, farkına bile varamayacaktır. Bizler Dünyaya geldiğimizde tertemiz günahsız doğarız. Daha sonra özgür irademizle gelişir tüm olaylar. Yani hiçbirimiz doğuştan inançsız değil, tam tersine iman eden olarak doğarız. Bakın Allah burada bu düşünceyi onaylıyor. Yunus 33: Bu, budur! Rabbinin yoldan çıkanlar hakkındaki, "Onlar iman etmezler!" sözü gerçekleşmiştir. Demek ki her insan doğuşta zaten iman etmiş doğar, fakat ayette de söylediği gibi kimisi nefsine yenilmesi, şeytanın vesveseyle yoldan çıkarlar, yani iman edenler arasından uzaklaşırlar diyor Rabbim. Daha sonrada tekrar iman etmezler diyor. Bakın yine bu ayete benzer bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Enam 82: İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir. Bu ayetten de çok açık anlaşılıyor ki, ben iman ettim demekle iş bitmiyor. Önemli olan imanımızı korumasını bilmektir. Güvende olanlarında, imanını koruyanlar olacağını söylüyor Yaratan. Yoksa iman etmek isteyeni niçin kabul etmesin, o bizim yaratıcımız, ilahımız değil mi? Şimdi vereceğim örnek ise sanırım bahsettiğimiz Yunus suresi 100. ayetteki Allah izin vermediği sürece kimse iman edemez sözünün tam cevabını veriyor. Tevbe 66: Özür beyan etmeyin; imanınızdan sona küfre saptınız. İçinizden bir grubu affetsek bile diğer bir grubu, günaha batmış kişiler oldukları için azaba uğratacağız. Binlerce şükürler olsun Rabbim e, bakın Rahman ne diyor? İmanınızdan sonra küfre saptınız. Demek ki daha önce bana inanıyordunuz, fakat iyice yoldan çıkmıştınız. Sizlere yeni elçimi, kitabımı gönderdikten sonra, benin gönderdiklerimi inkâr edip, nefsinizin esiri oldunuz, küfre saptınız. İçinizden bir kısmı işin farkına vardı af diledi, onları affetsem bile, günaha batmış kişiler oldukları için diğerlerini cezalandıracağım diyor. İşte burada anlatılmak istenilen çok önemli. Allah ın affetmek istemediği kişiler yolun sonuna geldiğinde, Allah ı hatırlayıp ona iman ettiğini söylemelerinin hiçbir önemi yoktur, asla onları affetmem diyor. Demek ki Allahın iman etmelerine izin vermediği kişilerde bunlar olduğu anlaşılıyor. Zora gelince iman et, yok öyle yağma. Bunu yapmamasının nedeni de, onun yüce adaletinin apaçık göstergesidir. Doğru yolda gidenle, zorda kaldığında inandım diyen aynı olur mu? Bakın Yüce Rabbim kullarına karşı nasıl merhametli, şefkatli olduğunu söylüyor. Bu sözleri söyleyen yaratıcı, normal koşullarda iman etmek istediği halde, kulunu iman etmesine izin vermez mi? İşte ayetleri tersinden anlamak isteyen, rabbin hışmına uğrayan bir insan, elbette gerçek anlamlarını fark edemez. Daha açıkçası her insan kur’an dan, gönlünde geçenler nispetinde nasiplenir. Bakara 143: ….. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir. Yazdıklarım ve verdiğim tüm örneklerin sonunda sizlere birde ben bir örnekle konuyu özetlemek istiyorum. Size sorsam ve desem ki; çevrenizde adaletsizlikle çevresine hükmeden çok zengin, parasını kendi çıkarları için kullanıp, sizi gerektiğinde sefil ve rezil bırakmaktan kaçınmayan, fakat işine geldiğinde dinden imandan bahsedip, akla gelmeyen rezilliklerin başında gelen, sizinde canınızı insafsızca yakmış bir insan olduğunu düşünelim. Bakın bu insan Allaha inandığını dahi söylüyor, bırakın hiç inanmayanları. Bu insan ile aynı mekânı, Allahın vaat etiği aynı cenneti, paylaşmak ister misiniz? Elbette istemezsiniz, Allahın adaleti de zaten o kadar yüce ki. İman edip hayırda ve varışta yarışanlar ile, kendi menfaati için çalışıp adaletsiz olanlarla, iman etmeyip inkârcıları, asla bir tutmam ve onların son anda pişmanlıklarını da asla kabul etmem diyor. Demek ki son anda iman ettim demekle kurtuluş yok. Çünkü zamanında gerçekleri görmeyip iman etmeyeni, başı sıkıştığında iman etmesini kabul etmem demesi kadar adaletli bir şey olabilir mi? Şükürler olsun Rabbime. Bazı siteler kendisi gibi düşünmeyen, inanmayan fikirlere asla tahammül dahi etmiyor. İşte bu zihniyette olan insanlar, kendi inançlarından emin olmayanlardır. Rabbin apaçık gerçekleri, ayetleri ile yüzleştiklerinde, kendi inançlarının kur’ana uymadığını görmeleri bile, onları kendilerine getirmiyor. Çünkü gözlerde perde, gönüllerde mühür var. Başkasının fikirlerine tahammül edemeyenler, kendi inançlarından emin olmayanlardır. Bunda ısrar edip Kur’anın nuru ile nurlanmayanların sonunu Rabbim, hesap günü yüzleri kapkara olacaklardır diyor. Bu yazımı yazmama neden olan arkadaşımız belki şimdilik inanç konusuna biraz uzak diyebilirim, fakat daha sonra hepimizden da ha dindar, takvaca daha üstün olmayacağını söyleyebilir miyiz? İşte bizlere düşen saygı çerçevesinde, akıl ve mantığımız ile kur’anı açık yüreklilikle konuşabilmemizdir. Din hiç kimsenin tek elinde değildir. Hiç kimsede karşısındaki bir insana, kendisi gibi düşünmediği için ithamda bulunamaz. Mülkün sahibi rabbimdir, gönderdiği rehber ve imtihan edeceği kitapta önümüzde apaçık duruyor. Onun onayından geçmediği halde bu sözler Allah katındandır diyenlerin HARAMI TIKA BASA YEDİKLERİNİ Rahman söylüyor, bunun bilincinde olarak İslam ı yaşayalım, yoksa geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde öyle bir pişman oluruz ki, bizleri artık kimse kurtaramaz. Peygamberimizi düşünün bu dini tebliğ etmek için acaba nasıl davranmıştır topluma? İnsanları inancından, sözlerinden dolayı karşısından kovup onları küçümseyerek, saygısızca sözler söylemiş midir? Elbette hayır, tam tersine, peygamberimize Rabbim ne diyordu? Sen onlara güzel bir şekilde davranmasaydın, seni dinlemezlerdi demiyor mu? İşte kur’an dan nasiplenenlerle, peygamberimizin gerçek sünnetinden haberdar olanlar, her zaman sakindirler, her fikri dinler hiçbir fikirden korkmazlar, çünkü elinde Rabbin güneşi vardır, böyle insanlar Kur’anı ve İslam ı anlatmak için en güzel yöntemi kullanırlar. Hiç kimseden korkmadan mertçe, mücadele eder ve peygamberimizden sonra her Müslüman’ın görevi olan, kur’anı anlatmak ve tanıtmak görevini üstlenirler. Dilerim Rabbimden bizler, kur’anın rehberliğinden, nurundan, güneşinden en güzel istifade eden kulları oluruz. Yine dilerim, cümlemiz peygamberimizin gerçek sünnetinden ayrılmayan kulları arasında oluruz. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Toplumu kur’an dan uzaklaştırmak, kur’an ile kucaklaşmasını, buluşmasını engellemek için, insanları tedirgin edecek, acaba hata yapar mıyım düşüncesine kapılacak, tuzak sorular sorularak, senin kur’anı anlayacak eğitimin, tahsilin var mı? Kur’anı herkes anlayamaz onu veli insanlar anlar türünden sorularla, toplum adeta tedirgin edilmektedir. Bu tür sorular toplumu kur’an dan uzaklaştırmak için sorulmuş, kafalarda soru işareti yaratmak amacını taşımaktadır. Bu yöntemle toplumun içine zehir enjekte edilip, İman edenlerin kur’an ile buluşmaları engellenmeye çalışılmıştır. Bunlar Yahudi fitneleridir. Allahın lanetine uğramış bu toplum, daha peygamberimiz zamanında İslam a sinsice yaklaşmış, toplumu kur’an merkezli inancından uzaklaştırmak için, dine kendi inançlarını, fitne ve fesat sokmaya daha ilk günlerde başlamışlardır. Peygamberimiz devrinde taraftar bulamayan bu zihniyet, ne yazık ki daha sonraki dönemlerde zehrini sinsice akıtmak için, büyük çabalar göstermişlerdir. Ne yazık ki günümüzde dinimize yapılan bu tahribatın izleri, zikir ehli her Müslüman’ın fark edeceği, gözlemleyeceği üzücü bir ortam yaratmıştır. Kur’an Rabbimiz tarafından kullarına rehber, güneş ve gönül gözü olsun diye indirildiğini söyler bizlere. Eğer bir rehber rabbimin katından geliyorsa, nasıl olurda anlaşılması zor olup ta, beşerin açıklamasına muhtaç olur? Kur’an da Rabbim bu kitabı yemin olsun ki sizler için kolaylaştırdım dediği halde, onu anlaşılması zor, herkesin anlayamayacağı bir kitap yapanlar, verecekleri hesabı iyi düşünmelidirler. Beşerin yazdığı onca ilmi, edebi eserleri anlayabilen insanlara, dünyevi bilgiler veren kitapları anlayan bizler, Rabbin katından gelen ve Rahmanın anlaya sınınız, doğru ve düzgün insanlar olasınız diye açık ve detaylı gönderdim dediği kitap için, anlaşılması zor diyerek, Rahmanla irtibatımızı kesmeye çalışanlar bilmelidir ki, bunun hesabı çok çetin olacaktır. Bana bir soru soran arkadaşımız, (Ayetleri kendi kafanızca yorumlayabilecek kapasite demisiniz) demekle, Rabbimin adalet anlayışını sınadığını, onu basite aldığını size hatırlatmak isterim. Allah onlarca, hatta yüzlerce ayetinde, ayetleri okuyup düşünmemizi ve akıl etmemizi istiyorsa, tüm bunları görmezden gelenlerin, Rabbin gerçeklerinden saklandığını, fakat beşerin sözlerine delil aramak için, kur’ana gözlerini yumduğunu bilmelidir. Yine bana (kaç yılınız medrese de geçti ) sözleriyle, kur’anın muhkem ayetlerinin çok zor anlaşılan bir kitap olduğunu, anlayabilmek için büyük eğitimlerden geçmemiz gerektiğini söylemek, Rabbin onlarca hatta yüzlerce ayetine ters düştüğü gibi, bunları söylemekle Rabbin adaletini sorguladığımızın da bilincinde olmalıyız. Allah sizleri kur’an dan hesaba çekeceğim, bu kitaptan sorumlusunuz diyor da, sizlere her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim dedikten sonra, bu kur’anı inceden inceye okuyanların, düşünenlerin anlayacağını, kur’anı okuyanın kalp gözlerini açacağını, onlara rehber ve güneş olacaktır diyorsa, daha da güzeli sakın velilerin ardına düşmeyin diye ikaz ediyor da, kur’anın ipine sarılın diye bizlere öneriyorsa, bu kitabı herkes anlayamaz,onu anlamak için büyük eğitimler almalısın demek, Rabbim e ve ayetlerine yapılacak en büyük saygısızlıktır. Kur’an da Rabbim muhkem ayetleri, yani dinin temeli, anası olan ayetlerin anlaşılır, açıklanmış, detaylı olduğunu söyleyen Rabbimin sözlerine çok dikkatle bakmanızı rica ediyorum. Rabbin sözlerini, beşerin sözlerine feda etmeyelim ve çok iyi düşünelim. Önce kur’anı anlayarak bol bol okuyalım, üzerinde derin derin düşünelim, daha sonrada, beşerin sözleri kur’anın süzgecinden geçiyorsa, kabul edelim yararlanalım. Çünkü her doğru bilgiye ihtiyacımız vardır. Bunu yapmadığınız takdirde şirke batmış oluruz, bunu da unutmayınız. Akıllı bir Müslüman her doğru bilgiden faydalanan insandır. Aklını kullanan Müslüman, doğru bilgiyle yanlış bilgiyi ayırmasını bilen, kur’anı rehber alan Müslüman’dır. Peygamberimizin şu hadisini asla unutmayalım. Benim adıma, benden sonra benim söylemediğim birçok sözleri uyduracaklardır. Benim sözüm olduğunu anlamak istiyorsanız bu bilgileri, KUR’AN İLE KARŞILAŞTIRINIZ. İşte tüm bu düşünce etrafında toplanıp, peygamberimizin gerçek ümmeti olduğunu söylüyorsak, bu yolu ve yöntemi kullanmalıyız. Peygamberimizin adını kullanıp ona iftira eden din düşmanlarını, el birliğiyle ortaya çıkaralım ve Yahudi fitnelerini içimizden çıkarıp atalım. Her insan okuduğu her hangi bir kitabı, aynı kapasitede anlayamaz. Kimisi bir okuyuşta anlar, kimisi de birkaç kere okur öyle anlar. Yine bazı insanlar kur’anı bütün olarak anlamada, ayetleri birleştirmede sorun yaşayabilirler, işte burada çevremizden daha iyi bilenden yardım elbette almalıyız. Bunun tersini kimse düşünemez. Çünkü Allah bizleri birbirimize muhtaç yaratmıştır. Fakat din ve iman adına tek güvenilecek, hükümler verecek yalnız kur’an yani Allah olduğunu unutmayalım. Çünkü bunu Rabbim söylüyor. Yardım alacağımız her kim olursa olsun, onun sözlerinin kur’ana uyması ve onun onayından geçmesi zorunludur. Allah dahi elçisine ne diyordu? Toplumu kur’an ile uyaracaksın. Bunu yapmazsan görevini yapmamış sayarım. Sakın sana ilettiklerimize tek bir kelime dahi ekleme, yoksa senin canını alırız demiyor muydu? Demek ki hüküm veren yalnız benim diyen Rabbim, elçisi kanalıyla bile iletilenlere hiç kimsenin ilave yapamayacağını söylüyor bizlere ve uyarıyor. Değerli arkadaşlarım size âcizane, bir kardeşiniz olarak tavsiyem, Rabbin kelamına anlaşılması zor, onu herkes anlayamaz, onu anlamak için çok büyük bir eğitim almalısınız demeyiniz. Çünkü bu sözler günümüze kadar Yahudilerin içimize soktuğu kur’an dan uzaklaştırma planının en büyük silahıdır. Bu sözlere inanan bir insan, rabbin kitabına müracaat etmekten yanlış yapmaktan korkar, ondan uzaklaşır. Oradan istifade etmeyi keser. Peki, nerelere müracaat eder? İşte günümüzde yapıldığı gibi tarikatların, cemaatlerin, şeyhlerin veli insandır dedikleri kişilerin, kapanına yakalanır. İşin kötüsü neyin doğru neyin yanlış olduğunu da fark edemez. Çünkü karşılaştıracağı, kontrol edeceği bir mihenk taşı elinde olmadığı için, daha önce kur’ana müracaat etmediğinden, her hurafeye yalana farkında olmadan inanmak zorunda kalır, tıpkı günümüzde olduğu gibi. Peki, bu insanın durumu hesap günü, sizce Allah katında nice olur dersiniz? Yorum sizlerin. Her insan kendisinden sorumludur. Benim yaptığım yalnızca Rabbin ayetlerini hatırlatmaktır o kadar. Bunu yapmak her Müslüman’ın görevidir. Şunu düşünün lütfen. Allah sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, acaba Allah gönderdiği rehberini, gönül gözünü, imtihana çekeceği kitabı zor ve anlaşılması kolay olmayacak şekilde gönderir mi? Bunu düşünmek Yüceler yücesi Rabbimizin adaletine sığar mı? Biraz aklı olanın, bu sorunun doğru cevabını bulacaktır. Konunun daha iyi anlaşılması için, size bir örnek vermek istiyorum. Okulda okuyorsunuz, öğretmeniniz size bir kitap getirdi ve dedi ki, bu kitaba on beş gün çalışın sizi bu kitaptan imtihan edeceğim ve aldığınız not sınıf geçme notunuz olacak dese. Kitaba baktınız kitap anladığınız dilden yazılmamış, hemen ne dersiniz hocaya? Hocam şakamı yapıyorsunuz siz bizimle, biz bu dili bilmiyoruz ki nasıl anlayalım dersiniz? Hemen itiraz edersiniz, çünkü anlayabilmeniz için önce anladığınız dilden olmalı kitap. Hatırlayınız biz bunu dahi yapmıyoruz, bunu bizlere reva görenlere, aklımızı zerre kadar kullanıp, böyle bir soru sormuyoruz. Sizce doğrumu yapıyoruz? Anlamasan da Allah size sevap yazar diyenlere inanıyoruz. Acaba sevap kur’anı anlamadan okumakla mı alınır, yoksa okuduğumuzu, anladığımızı hayatımıza geçirip, Rabbin istediği bir insan olduğumuz zaman mı sevap kazanırız? Anladığı dilden olmayan kitabı öğrenciler alsa, anlamadan yüzlerce kez okusa, daha sonrada imtihan günü öğretmenin karşısında sizce ne olur halleri? Sorduğu sorulara anlamadan okudukları için öğretmenleri iyi not verir mi sizce? Bu sözlerim ne kadar mantıksız geliyor değil mi? Peki şuanda din adına yaptıklarımız bundan çok mu farklı? Bakın öğrenciler kadar inancımıza önem vermediğimizin en önemli kanıtı. Daha sonra öğretmen sizin itirazınızı kabul edip, kitabı değiştirip anladığınız dilden bir kitap verdi diye düşünmeye devam edelim. Aranızdan hiç kimse biz burada yazanları yine anlayamayız hocam, bu kitap çok zor der mi? Bunu anlayabilmemiz için büyük eğitimler görmeliyiz türünden sorular sorar mı? Hayır, elbette sormaz. Dikkatle verilen zaman içinde kitabı okur, ne anlatılıyor anlamaya çalışırız. Elbette her insan aynı kapasitede anlamaz. Kimisi takıldığı yeri, diğer arkadaşına ya da başka bir hocaya sorar, burada ne anlatıyor olabilir diye yardım ister çevresinden. Ama hiçbirisi de hocalarına, biz bu kitabı anlayamayız demez. İmtihan sonucunda herkes çalıştığı, anladığı nispette notlar alır. Elbette öğretmen öğrencilerin anlayacağı bir kitabı seçmiştir, hiç kimse bunun tersini düşünmez bile. Yani öğretmenlerinin kendilerinin anlayamayacağı bir kitabı önlerine getirip, daha sonrada onları imtihan edeceğini asla düşünmez. Peki, bizler Yüce Rabbim için bunu nasıl düşünüyoruz? Beşere bile layık görmediğimiz, düşünmediğimiz adaletsizliği, nasıl olurda Rabbim e layık görüyoruz? Gerçekten anlamak çok zor. Şimdi size soruyorum, beşerin yazdığı kitaplara dahi bu kitap anlaşılması zor, herkes anlayamaz demiyorsak, NASIL OLURDA YÜCE RABBİMİN ADALETİNİ SORGULARCASINA, BU KUR’ANI HERKEZ ANLAYAMAZ DİYEBİLİYORUZ? İşin ilginci rabbim, anlamanız için kolaylaştırdım, birçok örnekler verdim dediği halde. Allahın adaletini ne hale soktuğumuzun farkında mıyız? Hem herkesin anlayamayacağı bir kitap gönderecek Rabbim, hem de bizleri bu kitaptan hesaba çekecek öylemi? Lütfen aklımızı başımıza toplayalım ve ne söylediğimizin farkında olalım. Yoksa huzura gittiğimizde, geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, KEŞKE FALANCAYI DOST EDİNMESEYDİM, BENİ KUR’AN YOLUNDAN O UZAKLAŞTIRDI diyerek, cehennemin kalıcısı oluruz Allah korusun, bunu da unutmayalım. Son pişmanlık fayda vermez, pişman olmak istemeyen, Rabbin rehberine sarılır. Şunu asla unutmayalım, birileri sen kur’anı anlayamazsın diyorsa, bilelim ki, onu söyleyenin gizlediği bir şeyler var demektir. Kur’anı anlayarak okuduğumuzda bazı gerçeklerin ortaya çıkmasından endişe ettiğinin bilincine varalım artık. Bizlerden gizlemeye çalıştıklarını ortaya çıkaralım, gelin elbirliğiyle Yahudi yalanlarını, menfaat şebekelerinin uydurmalarını KUR’AN İLE ORTAYA ÇIKARALIM. Rabbim ayetleriyle boşuna bizlere örnekler vermiyor, düşünüp aklımızı çalıştıralım ve öyle iman edelim diye yapıyor tüm bu uyarılarını. Rabbim cümlemizi aklı ile iman eden, gönül gözleri kur’an ile nurlanmış, Kur’ana sarılan onun özünden sapmayan, kullarından eylesin inşallah bizleri. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Bugün sizlerle günümüzde çok konuşulan ve bizlere beş vakit namazın burada emredildiği anlatılan MİRAÇ konusunu kur’andan araştırıp, yine kur’ana göre doğru olup olmadığını birlikte araştırarak, herkesin kendi nefsinde benliğine bu sorunun cevabını vermesini istiyorum. Önce MİRAÇ olayının nasıl olduğunu geleneksel İslam’ın bu konuyu nasıl anlattığını ve inandığını sizlere aktarıyorum. (Miraç, Recep ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miracını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekât namaz kıldırdı, bir hutbe okudu. Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Âdem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler. Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü'l-müntehâ'ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra her gün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti. Hz. Cebrail'in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı. “Allah ümmetine neyi farz kıldı?” diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam “50 vakit namaz” buyurdu.) Hz. Musa'nın, “Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez” demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı. Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail'in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke'ye döndü.) MİRAÇ konusunda anlatılanların bir özetidir yazılanlar. Şimdi yukarıdaki yazıyı kuran ile karşılaştıralım acaba yazılanlar, söylenenler kur’ana uyuyor mu? Önce miracın anlatıldığı yazının başından bir alıntı yapalım. (Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.) Bu satırlarda geçen Mescidi haramdan mescidi aksaya peygamberimizin götürülüşü Kur’anda İsra suresi 1. ayetinde çok açıkça anlatılır. Peki, daha sonra oradan semaya yükselmesi acaba neden hiç ama hiç bahsedilmez, bunu düşündünüz mü? Allah bu kadar önemli bir olayı bizden saklamak isteyeceğini sanmıyorum, peki neden kur’an da bundan sonra olanlar, yani miraca yükseltilmesi geçmediği halde, hiç kuşku duymadan bizler buna inanabiliyoruz? İşte bu sorunun cevabını aramaya devam edelim, eğer kur’ana uyan bir cevap bulursak baş tacı elbette yaparız, yok kur’ana uymuyorsa ben şahsım adına kabul edemem, çünkü kur’ana uymayan bir şeyi kabul etmenin hesabının zor verileceğini söylüyor Rabbim. Önce İsra suresi 1. ayeti yazalım okuyalım ki daha iyi anlaşılsın. İsra 1: Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir. Hatırlayınız yukarıdaki ayeti örnek vererek, miraç bu ayetin devamında gerçekleşmiştir deniyor, peki neden Rabbim devamını yazmamış da kur’an dışından bilgilerle öğreniyoruz, namazın miraçta beş vakit emredildiği bu kadar önemli bir olayı, bunu lütfen iyice düşünelim. Önce yukarıda yazdığım ve MİRACIN anlatılma şekli ve bilgileri üzerinde duralım birazda, acaba gerçekten Rabbim kullarına 50 vakit namazı önce emredip, daha sonra Rabbim HÂŞÂ kullarının bu yükü kaldıramayacağını hesap edemeyip, peygamberimizin Hz. Musa ile karşılaştığında bu kadar vakit namazı ümmetinin güç yetiremeyeceğini söyleyip, Yaratanla pazarlık suretiyle peygamberimizin namazı beş vakte düşürdüğüne inanmamız, sizce çok normal bir düşüncemi? Hâlbuki bakın rabbim kur’anda bizlere ne diyordu hatırlayalım. Bakara 286.: Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. Müminun 62: Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. Peki, bu ayetleri ve buna benzer birçok ayetleri gördüğümüz halde, nasıl olur da Rabbimin bizlere 50 vakit namaz emredeceğine ve peygamberimizin pazarlık sonucu bunu beşe indirdiğine inanabiliriz? Yine yazıda geçen peygamberimizin semadaki yedi katı ziyaret ettiğini ve birçok peygamberle görüştüğünü, cenneti cehennemi gördüğünü, ikisi açıkta ikisi gizli olan nehirleri gördüğünü, Allahın en yakın görevlisi Cebrailin bile gidemediği yere gittiğini, işin en ilginci ise(Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref olduğu.) anlatılmaktadır. Hâlbuki Allah ı görmek isteyen Musa peygamber ve buna benzer örneklerde asla rabbim i çıplak gözle görülemeyeceğini örnek ayetlerle açıklamasına rağmen, bakın neler söyleniyor ve bizler bunlara inanabiliyoruz. Kur’anın hiç bahsetmediği onca gaibi bilgileri, peygamberimiz görmüş mü, şimdide kur’andan bu sorunun cevabını arayalım. Enam Suresi 50. Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" Maide sur.109. ayet: Allah, resulleri bir araya getireceği gün şöyle der: "Size ne cevap verildi?" Şöyle derler: "Hiçbir bilgimiz yok. Gaybları en iyi biçimde bilen sensin, sen. Araf 188: De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer Gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapardım……. Yukarıdaki sözleri boşuna söylemesini istemiyor Rabbim bizlere. Bakın onlara şunu söyle diyor ve(Gaybı da bilmem ben) ama yukarıda o kadar gaybi bilgileri bildiğini saydık ki, düşünün Cebrailin bile gidemediği yere, peygamberimizi hiç bahsedilmeyen bir araçla, yani Rabbin huzuruna bile gittiğine inandık. Rabbin cemalini gördüğü dahi anlatılmadı mı bizlere. Karar sizlerin, çünkü herkes yaptıklarından ve inandıklarından sorumlu tutulacaktır. Şimdide de Miracı, İsra suresi birinci ayetin devamında olmuştur diyerek savunduğu düşünce, kendilerini çok fazla tatmin etmemiş ve kendileri de inandırıcı bulmamış ki, yine kur’andan delil arayış içine girmişler ve bakın yukarıda saydığım tüm ayetlere uymaması onları çok fazla etkilememiş olmalı, şimdi yazacağım bir sözün ardından, Miracın kanıtını arar olmuşlar. Şimdi ayeti geniş bir şekilde yazalım. NECM SURESİ 1. Battığı zaman yıldıza andolsun ki; 2.Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı. 3.O,arzusuna göre de konuşmaz. 4. O (bildirdikleri) vah yedilenden başkası değildir. 5. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri (Cebrail) öğretti. 6. Ve üstün yaratılışlı(melek), doğruldu: 7. Kendisi en yüksek ufukta iken. 8. Sonra (Muhammed'e) yaklaştı,(yere doğru)sarktı9. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. 10.Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. 11.(Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı. 12. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız? 13. Andolsun onu, önceden bir başka inişte daha görmüştü, 14.Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında. 15. Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır. 16. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. 17. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. 18. Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. Yukarıdaki yazdığım ayeti lütfen düşünün bu bahsedilen olaylar Miraç tamı geçmiş, yoksa kur’an ayetlerinin indirilişini mi anlatıyor? Ayeti okuduğunuzda zaten hemen anlaşılıyor. Rabbim kur’an ayetlerinin indirilişini bizlere anlatıyor. Bildirilenlerin vahye dilenlerden başkası olmadığını söylemesi, kur’an ayetleri için söylendiği zaten belli oluyor. Peygamberimiz içinde övgü var ve arkadaşınız ne saptı ne batıla inandı diyor Rabbim. Ayrıca kendi kafasından konuşmadığını bu sözlerin yani kur’an ayetlerinin Yaratanın sözleri olduğunu belirtiyor. Hatta açıkçada söyleyerek indirilmiş bir vahiyden başkası değildir diyor. Peygamberimize de iyice bellettirildiğini açıklayarak Kur’anın geldiği yerden bahsediyor ve onu getiren Cebrail ile peygamberimizin o kadar yakın oldu ki diyor ve örnek veriyor, iki yayın beraberliği gibi, hatta ondan daha yakın olduğunu söylüyor. Peygamberimizin Cebrail i görmesi ile kalbinin de tastiklediğini imanın daha da arttığı açıklamasını yapıyor. Bakın bu ayetlerde Miracdan asla bahsedilme yok, yalnız kuran ın indirilişinden bahsediyor. Fakat ayette geçen ama günümüzde dahi tam olarak anlaşılmayan müteşabih bir konumda olan (Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında) cümlesini, işte bu Miraçta geçen yer denecek kadar zorlama ve delilsiz bir kanıt olarak gösterilmektedir. Hâlbuki bu sözün hemen öncesinde göğe çıkışı bırakın tam tersine, bir başka inişte görmüştü sözüyle bu yerin yeryüzünde olduğu anlaşılıyor.( onu bir başka inişte de görmüştü.) Kur’ana uymak yerine kur’anı kendimize uydurmak bu olsa gerek. Zorlamayla kur’andan delil aramak, gerçeklerin üstünü örtmektir. Buda bizi Allah a değil, şeytana yaklaştırır dinden uzaklaştırır. Şimdide bu konuyu yine kur’anın diğer ayetleri ile karşılaştırarak olup olamayacağını düşünelim. Bakın Rabbim kuran ayetleri için ne diyor? ( İsra 89; Yemin olsun, biz bu Kuran'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.) ( Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.) Bu ayetlere benzer onlarca ayet yazabilirim, sanırım bunlar yetecektir. Rabbim bizlerin anlayacağı şekilde yemin ederek bu kitapta bizler için her benzetmeden nice örnekleri verdiğini, her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduğunu söylüyor. Hatırlayın bizlere beş vakit namazın farz olduğunu anlattıkları MİRAÇ ise kur’anda yok. Söyledikleri delillerin ise konu ile ilgisi dahi yok. Peki, bu durumda Rabbin söylediği gibi, bir kez örneği dahi verilmediyse ona inanmamız normal midir dersiniz? Yine karar sizlerin herkes kendisinden sorumludur. Elbette burada açıklamaya çalıştığım konu, namazın beş vakit olmadığını kanıtlamak değildir, Miraç olayının kur’ana uyup uymadığını anlamaya çalışmaktır. Rahmana beş vakit değil, on vakit namaz kılsak azdır. Önemli olan Rabbin doğrularını öğrenmektir amacımız. Allah bir ayetinde ne diyordu? ( Müddesir 11: Benimle, yarattığım kişiyi baş başa bırak!) Bakın bir başka ayetinde yine bunun devamı olarak düşünebileceğimiz bir ayetinde ne söylüyor? Rad 40: Ya onlara vaat ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer. Yine Miraç olayının kur’anda geçmemesi beni düşündürdü ve kur’anda verilmeyen bir hükümden Rahman bizi sorumlu tutar mı diye, gelin kurandan bu konuda delil arayalım. Bakın rabbim neler söylüyor? Acaba bu sözleri söyleyen rabbim açıkça hiç bahsetmediği bir konudan hesap sorup, bizleri sorumlu tutar mı sizce? Karar yine sizlerin. Zühruf 43: Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Maide 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Ankebut Suresi 51. Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır Zühruf 44:Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Yukarıdaki ayetleri tebliğ alan bir insan, bizlere vah yedilen Kur’ana sımsıkı sarılmasını istiyorsa, Rabbim özellikle bizlere indirilene uyun diye tembihte bulunuyorsa, elçisine görev verdiğinde yalnız indirdiğini tebliğ etmesi ve iman edilmesi konusunda detaylı bilgi veriyorsa ve bizleri uyarıyorsa, kur’anı yeterli görmeyen o devrin insanlarına bile Rahman kızarak sizlere İNDİRDİĞİM KURAN YETMİYORMU diyorsa, en son olarak Yüceler yücesi Rabbim açıkça (. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.) diyorsa, sanırım söyleyecek sözün bitim noktasıdır diyorum. Rabbim bu kitaptan hesaba çekeceğini söylüyorsa, kuran dışından asla sorumlu olacağımızı lütfen artık söylemeyelim. Çünkü bunu söylemek bana göre AÇIKCA RAHMANLA İNATLAŞMAKTIR, bunu da unutmayalım. Sizlere son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Miracın oluşunda Rabbin kur’anda asla bahsetmediği, peygamberimizin gördüğünü söyledikleri çok önemli detayları hatırlayın. Bunların kur’anda asla bahsedilmediğini de düşünün, daha sonra aşağıdaki ayeti anlamaya çalışın, sanırım birazcık düşünen çok kolay anlayacaktır her şeyi. Araf 33.; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır . Düşünebiliyor musunuz Rabbim Kur’anda açıklamadığı, hakkında hiçbir delil indirmediği, Allah katında bilmediğimiz şeyleri söylememizi HARAM kıldığını söylediği halde bizler, her gün neredeyse HARAM suçunu işliyoruz. Hâlbuki Rabbim haram kelimesini yapmamızı istemediği, hatta kesin sınarlar çizdiği adeta büyük günahları işaret edercesine saymıştı kur’an da bizlere. İşte bizlerin yaptığı büyük yanlışlar bu kadar açık ve net. Rabbim bakın emin olmadığınız sözlerin ardına düşmeyin diye bizi nasıl ikaz ediyordu. İsra Suresi 36. Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Allah Tek güvenilir ve kendi koruması altında olan kitabın KUR’AN olduğunu söyler. Emin olabileceğimiz garantili ve sorumlu olduğumuz tek bilginin kur’an olduğunu unutmayalım. Kur’ana uyan onun süzgecinden geçen her sözü de, elbette kabul edelim. Emin olmadığımız ve kur’anın onaylamadığı hiçbir bilgininde ardından gitmeyelim, Rabbin söylediği gibi sorumlu olacağımızı unutmayalım. Ben bana anlatılanları ve bu bilgiler Allah katındandır dediklerinde Kur’ana müracaat ediyor ve onun süzgecinden geçirmek için elimden geleni yapıyorum. Rabbim utandırmasın. Bende bir insanım, elbette hata yaparım, ama en az hata yapmak istiyorsak, yaratanın vermediği bir hükmün peşinden gittiğimizde hataların en büyüğünü yapacağımızı da unutmayalım. Miraç konusunu da aynen öyle yapmaya çalıştım, ama bir türlü Rabbin süzgecinden geçmedi. Yazdıklarım benim kur’andan anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere düşen bu söylediklerimi bizzat kendiniz kur’anı anlayarak okuyup, doğruluğunu araştırmanızdır. Bizlerin asıl görevi birilerinin söylediklerinin ardından gitmek değil, Rabbin ne söylediğini bizzat ilk kaynaktan anlamaya çalışmak olmalıdır. Şunu asla unutmayalım ki Rabbim anlayamayacağımız bir kitap gönderip, daha sonrada bizi sorumlu tutmaz. Bunu söylemek Rahmanın adaletini sorgulamaktır. Tabi bu söylediklerim MUHKEM ayetler yani bizleri din ve iman adına bağlayan, Rabbin yapmamızı istediği ayetler içindir. Zaten Allah bu ayetlerin açık ve anlaşılır olduğunu ve bunlardan hesaba çekileceğimizi söyler. Bu ayetlerden bahsederken de, Kitabın anasıdır deyimini kullanır. Rahman sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, kur’anın açıklamadığı izah etmediği hiçbir konudan sorumlu tutmayacağını bilmeliyiz. Bunun tersini söyleyeninin, Rabbin adaletini sorguladığını hatırlatırım. Sanırım asla bağışlanmayacak büyük günahta bu olsa gerek. Bu yola düşmekten Rabbim cümlemizi korusun. Allah gönül gözleri açık, bakan değil gören, yalnız duyan değil hisseden, aklını kullanmasını bilen, tüm bu özellikleri kur’anı anlamak için kullanan, gönlüyle tastikleyen kulları arasına bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
FURKAN SURESİ 30. AYETTEN ALINACAK BÜYÜK DERSLER.
halukgta şurada cevap verdi: halukgta başlık İslam ve Şeriat
Çok güzel akla ve mantığa uyan bir cevap. Kur'an yolu aklın yolu demektir. Eğer kur'ana bakarsanız anlayacaksınız. Yaratıcının ne istediğini bizlerin nasıl bir insan olmamızı istediğini, sizin sözlerinizde olduğu gibi açıklayarak, detaylandırarak yol ve yöntemini öğretiyor bizlere. Bilim adamlarından bahsetmişsiniz, güzel bir örnek. Peki herkez bilim adamı olabiliyormu? Acaba kaçımız bilim adamları gibi bazı gerçekleri görebiliyor. Tabi okuyup bilim adamı olmuş ama yaşamın gerçeklerinden, yaradılışın özünden habersiz birçok insanda vardır, onlarıda unutmayalım. Okumak bazen herşeyi çözemeyebiliyor. Aslında doğru bir insan olmak, yani adam gibi adam olmak bizlerin fıtratında zaten vardır. Bunu kur'anı tebliğ almamış olsa dahi bazı insanlar farkına varıp, gerçekten istenildiği gibi bir insan olabiliyor, fakat bu ne yazıkki azınlıkta. İşte bu insanların çoğaltılması içinde Allah, zamaz zaman kitaplar ve elçiler göndermiştir. Kimi insan vardır çobansız iş yapar aklı ile gerçeklerin farkına varır, kimi insan vardır illaki başına çoban dikmek gerekir. Sanırım ne söylemek istediğimi anlatabilmişimdir. SAYGILARIMLA halukgta- 2 cevap
-
- FURKAN SURESİ 30. AYET
- kur’an dan uzaklaşma
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
FURKAN SURESİ 30. AYETTEN ALINACAK BÜYÜK DERSLER.
halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
Değerli dostlar, bugün sizlere hatırlatmak ve üzerinde düşünmenizi istediğim ayet, Furkan suresi 30. ayet olacaktır. Bu ayetin önceki ayetleri incelediğimizde, hesap günü geldiğinde peygamberimizin şahitliğinde, kendisinin o gün üzüntüsünü nasıl dile getireceğini, Rabbim şimdiden bizlere açıklıyor, peki neden şimdiden söylüyor? Kulları ders ve ibretler alsın diye. Önce ayeti yazalım, daha sonrada bu sözden nasıl dersler almalıyız, onu birlikte düşünelim. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Peygamberimizin hesap günü söyleyeceği benim toplumun kur’anı devre dışı bıraktılar sözünden, doğrusu eğer çok iyi dersler çıkarırsak, işte o zaman hem peygamberimizin gerçek ümmeti oluruz, hem de Rabbimin gerçek, halis kulları oluruz. Bu sözden anlaşılıyor ki, peygamberimiz tebliğ ettiği, hayatına geçirdiği, onunla yaşadığı kur’an, onun hayata gözlerini yummasından sonra, terk edilmiş olmalı ki, bu sözü söylüyor. Çünkü kendi yaşadığı dönemlerde kur’anı tanıtmak, tebliğ etmek, insanlara ulaştırmak, hak ettiği makama çıkarmak için, o kadar ciddi çalışmalar yapıyordu ki, bu sözlerinden kendi döneminden bahsetmesi mümkün olamaz. Çünkü yaptığı özverili çalışmalarından ötürü, peygamberimiz rabbimden birçok takdirler, övgüler almıştı. Günümüze kadar ulaşan bilgilerden, peygamberimizin aldığı önlemleri biliyoruz. O dönemde de kur’an dışına çıkıp, kendi sözlerinin yazıldığını gören ve bu sözlerin yazılması ile sözlerin saptırılarak, değiştirilerek nakledildiğini, yanlışlara sapıldığını fark eden peygamberimizin, bunlarla mücadele ettiğini hepimiz biliyoruz. Peygamberimiz yaşarken kur’an saygınlığının, el üstünde tutulduğu en güzel dönemindeydi. Demek ki peygamberimiz vefat ettikten sonra ne olduysa oldu, kur’an dan uzaklaşma batıla sapma, hurafeleri dine sokma bundan sonra oldu ki, peygamberimiz böyle söylüyor. Bu sözlerden bunu anlıyoruz. Şimdide bu ayetten önceki iki ayete bakalım. Yine hesap günü geldiğinde kur’anı devre dışı bırakanlar bakın neler söyleyecek, onları da şimdiden bizlere hatırlatıyor ki Rabbim, belki birazcık aklını kullanan kulum ibret alır diye. Furkan 28: Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydin. Furkan 29: Bana geldikten sonra Kur'an, vallahi o beni saptırdı." Öyle ya şeytan insanı yapayalnız, yardımsız bırakır. Lütfen örneklere bakar mısınız? Hesap günü kur’ana iman eden bir Müslümanın feryadını duyuyor musunuz? Kur’an ehli olan inanmış bir kısım Müslümanların, inandığı güvendiği bir başka Müslüman ı dost edindikten sonra, bu dostluğunun sonunda din ve iman adına, onun sözlerini kur’ana danışmadan, onun onayını almadan kabul etmeleri sonucunda, nasıl yoldan çıktığını ne kadar güzel anlatıyor ve yanlışını Rabbimin huzurunda fark ediyor. Daha sonrada bakın nasıl pişmanlar oluyorlar. Furkan 29. ayetinde söylenenler konuya daha da açıklık getiriyor. Bakın ne diyor? Vallahi kur’anı ben tebliğ alıp onun yolundan gittiğim halde, kendime dost edindiğim, veli edindiğim çok güvendiğim kişi beni saptırdı diyor. Yüce Rabbim e binlerce şükürler olsun bu kadar güzel bir örnek olur mu sizce dostlar. Tabi güzel örnekleri görebilmek hissedebilmek önemli. Burada güvendiği kişinin saptırdığı konu önemli. Onu kur’an dışına yönlendiriyor. Kur’anı yeterli görmüyor ve atalarından gelen bilgilere iman etmesi için onu yönlendiriyor. Hâlbuki Rabbim kur’an da bizleri uyarıyor, kimin takvaca üstün olduğunu yalnız ben bilirim demiyor muydu? Güvenilecek dayanılacak yardım istenecek tek veliniz benim demiyor muydu Kur’an da? Fakat bizler bazı insanları veliler edinip, O Allah dostu, cennetlik bizlere mahşerde şefaat edecek dahi demiyor muyuz? Allah bizleri affetsin. İşte Kur’an dan uzak yaşamanın sonucu. Şimdide şunu düşünelim. Acaba din ve iman adına kuşku duymadan, elimizdeki rehbere bakmadan bir dostumuza, güvendiğimiz veli kişilere güvenmek ve dayanmak doğru diyebilir miyiz? Bu soruya sanırım yorum yapmak Rabbim e saygısızlık olur. Hesap günü feryat eden kardeşlerimizin feryadını bugün duymak istemeyen, duymazdan gelen, Rabbimin huzuruna gittiğinde aynı feryatları yapacağını, ama hiçbir işe yaramayacağını bilmelidir. Şimdide hemen devamındaki ayet olan, Furkan suresi 31. ayete bakalım. Buradan alacağımız ders nedir? Furkan 31: İşte böyle; biz, her peygambere suçlu-günahkârlardan bir düşman kıldık. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter. Yüce rabbim yanlışa düşen, din ve iman adına başkalarını dost edinip, kur’anı devre dışı bırakan kulunun feryadından sonra, bizler için en güvenilir yol gösterici ve yardımcı Yüce Rabbim olduğunu söylüyor. Buda Rabbimin sözleri olan KUR’ANDIR. Herkesi kendi nefsi ile baş başa bırakmak istiyorum, fakat şu sözleri çok iyi düşünerek. Bizlere kur’an da her şey yoktur diyenlere, kur’anın muhkem ayetlerini herkes anlayamaz, onu veli insanlar anlar diyenlere çok dikkatle yaklaşalım. Allah sizlere rehber ve güneş olsun diye gönderdim dediği kur’anın MUHKEM ayetlerine, anlaşılması zor demek, ona yapılacak en büyük saygısızlıktır. Allah kullarını sizi bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, bu kitap anlaşılması zor bir kitap asla olamaz. Elbette her insan kapasitesi ölçüsünde, ona yaklaştığı nispetle anlayacaktır. Her insan bir başka insana muhtaçtır, her şeyi biliyorum demek, Allaha mahsustur. Bizler kur’anın özünü anlayıp kavradıktan sonra, onun temel esaslarını öğrendikten sonra, birbirimizden faydalanmalıyız. Buna zaten muhtacız. Okullarda dahi okurken her öğrenci aynı kapasitede mi dersi anlıyordu hatırlayalım. Az anlayanlar daha çok çaba gösteriyor, anlayanlardan öğrenme yoluna gidiyordu. Bu öğretmen olabilir, hatta daha iyi kavrayan öğrenci arkadaşı olabilir. Okullarda beşerin yazdığı onca karmaşık kitapları anlıyor da, mühendisler, doktorlar, bilim adamları oluyorsak, Rabbin gönderdiği kitap için anlaşılması zor demek, saklamak istediğimiz bir şeyler var demektir. Beşerin kitaplarını bizler anlıyorsak rabbin rehber olsun diye gönderdiği kitabın anlaşılması için, yine bir beşere ihtiyacımızın olduğunu söylemek, Rabbim e yapılacak en büyük saygısızlıktır bunu da unutmayalım. Bunları söyleyenlerin tıpkı rabbin verdiği örnekte olduğu gibi, bizleri kur’an dan uzaklaştırmaya çalıştığını, onun ile ilişiğimizi kesmek istediklerini unutmayalım. Rehber Allah katından geliyorsa, ona anlaşılması zor demek, rabbim e yapılacak en büyük saygısızlıktır. Bakın Allah kur’an konusunda ne diyor? Nisa 82. ; Kuran'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Nahl 89:… Ayrıca bu Kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. Furkan 1: Furkan’ı âlemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir. İsra 89: Andolsun, bu Kur'an'da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkârda ayak direttiler. Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Nisa Suresi 105. Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma. Yukarıdaki ayetler Yüce Rabbin sözleridir. Acaba bu sözler, bizlere söylenen; Kur’an da her şey yoktur o özet bilgidir, Onu herkes anlayamaz sözlerini destekliyor mu? Allah kur’anı iyice okuyup düşünmüyorlar mı diyor, demek ki okuyup düşündüğümüzde anlaşılacak ki böyle söylüyor, dikkat edin hiç ayrım yapmadan. Bu kitapta her şey için, her konuda bir açıklama yaptım, sizlere bir müjde ve rehber, uyarıcı olsun diye gönderdim diyor. Bu kitap okuyanın kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur, gereken bilgiyi alana bir kılavuz rehberdir diyor. Rabbinizden size gönderilene uyun, sakın velilerin ardına düşmeyin diyor. Daha sonrada peygamberimize bakın ne diyor? . Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Demek ki hüküm yalnız Allahın dır, ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı odur. Yani kur’anın dışında hiçbir hüküm verecek yoktur. Çünkü Rabbim sizleri kur’an dan hesaba çekeceğim demiyor muydu? Peki, bizler tüm bu sözleri ayetleri tebliğ aldığımızı ve iman ettiğimizi söylediğimiz halde, ne diyoruz? Hala bunca delili görmezden gelip, kur’anı herkes anlayamaz, kur’an da her şey yoktur, onu veli insanlar anlar demiyor muyuz? Sizlere tekrar mahşer günü, kur’an ehli yani kur’ana iman ettiğini zanneden, insanların feryadını hatırlatmak istiyorum. (Furkan 28: Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydin.) Bu duruma düşmek, hesap günü şaşkın ve üzgün kalmak istemeyen, yaptıkları onca çalışmanın, hazırlığının boşa gitmesini istemeyen, rabbin uyarılarını şimdiden dikkate alır ve gereken dersleri çıkartır. Dilerim Rabbimden tüm bu örneklerinden ders alan, din ve iman adına yalnız dayanılacak, güvenilecek, yardım istenecek veli olarak Rabbim i kabul eden kulları arasına, bizleri de alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK- 2 cevap
-
- FURKAN SURESİ 30. AYET
- kur’an dan uzaklaşma
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Bir kardeşimiz Çok güzel bir ayeti hatırlatmış ve bu konudaki düşüncelerimi sormuş, ona teşekkür ederim. Bende ayrı bir başlık olarak yazmamın daha isabetli olacağını düşündüm. Bu ayeti daha iyi anlayabilmek için üç farklı meali yazdım, önce onları okuyalım daha sonrada Allah ın izniyle anlamaya çalışalım, bakalım burada Rabbim ne söylüyor Diyanet Meali. Bakara 27: Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. Ali Bulaç meali. Bakara 27: Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır. Elmalı meali. Bakara 27: Onlar ki, söz verip antlaştıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar. Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte zarara uğrayanlar onlardır. Ayete baktığımızda daha önceden Rabbim e verilen ama daha sonra tutulmayan bir sözden bahsediyor. Bunun neler olabileceğini düşünelim. Demek ki hepimiz bu Dünyada daha yaratılmadan Yaratıcımıza bir söz vermişiz, ona iman edeceğimize dair. Şöyle düşünülebilir, biz bu verdiğimiz sözü hatırlamıyoruz. İşte bu soruya da verilecek cevap vardır. Allah bu sözümüzden dolayı yaratılışımızın özünde yatan, ruhumuzun derinliklerinde bir inanç bir iman duygusu yerleştirmiştir, adeta yüce Rabbin varlığını hatırlayasın ve bilesin diye. Bu yaratılışımızda bizimle birlikte vardır. Fakat bu gizlenmiş duyguyu, daha açıkçası fıtratımızdaki bu iman duygusunu, bizler aklımızla, mantığımızla ve Rabbin gönderdiği peygamberler, kitaplar sayesinde su yüzüne çıkarmak, bizlerin kendisine bırakılmıştır, İmtihanımızın özü de burada yatmaktadır. Bu gizli duyguyu ortaya çıkarmak için uğraşmayan, nefsine yenik düşen, rabbim e verdiği sözü tutmayandır. Ayeti anlamaya devam edelim. Allah acaba neyi insanlarla birleşmesini onlarla bir bütün olmasını istiyor da, bu bozguncular, sözünden dönenler bunu engellemeye çalışıyorlar, şimdide bunu birlikte düşünelim ve anlamaya çalışalım. Ayetin devamında ise bu buluşmayı, birleşmeyi engellerler ve yeryüzünde bozgunculuk, düzensizlik adaletsizlik yaparlar diyor. Ne olabilir insanlarla buluşmasını engelledikleri şey? Sanırım okurken anladınız elbette, Rabbin bizlere bir düzen getirmek, adaletli bir yaşamı sunmak, Dünyada barışı hüküm kılmak ve bizlere bir rehber, gönül gözü olması adına gönderdiği KUR’AN ile insanlığın arasına girip, Rabbin kulları ile buluşmasını engellemekten başka ne olabilir. Parantez içine bu kelimenin anlamını açıklamak bunların iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkiler olduğunu yazma gereği duymuşlar ayeti meal edenler. Fakat bahsettiklerinin hepsi ve daha binlercesi KUR’ANIN HÜKÜMLERİ DEĞİLMİ ZATEN? Demek ki sözünde durmayan bu zalimler, fıtratına aykırı hareket eden bu bozguncular, amaçlarına ulaşabilmek için insanlığın KUR’AN ile buluşmasını ellerinden geldiğince engelliyorlar. Doğrusu bu insanlar amaçlarına, o pis emellerine ulaşmadılar mı dersiniz? Hatırlayınız bunu yapmanın birçok yolu yok mu, şeytanın yardakçıları inanmış insanlara da vesvese verip onları da amaçlarına alet edip, aynı şeyi yaptırmıyorlar mı? Kur’anı herkes anlayamaz, onu veli insanlar anlar dediklerinde ve buna inandıkları zaman, kim ilk önce kur’ana müracaat eder? Yanlış yapma, yanlış anlama korkusuyla elbette kimse bakmaz. Peki, nerelere bakar? İşte Allah korusun koskoca bir bilinmeyen, dipsiz bir kuyu? Kur’anı Türkçesinden okuma günahtır dediklerinde, ne yapmış oluyoruz bu durumda? Kur’an ile insanları buluşturmaktan uzaklaştırıyoruz. Demek ki bunu kimler yapıyorsa Yüce Rabbime söz verip de, sözünden cayanlardır. İnsanlar yaptıkları yanlışların farkında değillerdir, eğer aklını çalıştırmıyorlarsa. Allah aklını çalıştırmayanlara bakın neler söylüyordu hatırlayalım. Enfal 22; Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir. Rad Sur.19: Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kişi, kör olan biriyle aynı mıdır? Sadece aklı ve gönlü işleyenler düşünüp ibret alır. Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Demek ki Allah katında en kötü insan aklını kullanmayan insan olduğu çok açık söyleniyor. Yine Allahın kitabından aklını ve gönlünü kullananlar ibret alacağını söylüyor. Yine Yüce Rabbim kur’anı inceden inceye düşünüp anlayacaklarını, eğer anlamadıklarını söylüyorlarsa, onların kalpleri üzerinde kilitleri olacağını hatırlatıyor. Şükürler olsun Rabbim e. Elbette tüm bu ayetler kur’anın MUHKEM yani dinin anası olan ayetlerdir, bunu da hatırlatırım. Çünkü müteşabih ayetler, dine hüküm koyan dinin temeli olan ayetler olmayıp, zamanla ilim adamları tarafından bulunacak ayetlerdir. Tüm bunları düşünürken yine Yüce Rabbin bir ayeti geldi aklıma. Bazı insanlar her nedense kendi inançlarını, hiç sorgulamazlar. Kur’an ile karşılaştırma gereği bile duymazlar, doğru yolda olduklarını zannederler, ama karşısındaki insana erdemli olmayı öğütlerler. Kendi yanlışlarına davet ederler farkında bile olmadan. İşin ilginci bu insanların elinde apaçık kur’an olduğu halde, onu anlayarak okumadıklarından olsa gerek, beşerin sözlerine kanarak, ben kur’anı anlayamam dedikleri için, anlamadan okumanın faydasını görmediklerinden, aklımızı kullanma fırsatını da kaçırmış oluyoruz. Bakın Rabbim bu insanları nasıl uyarıyor? Bakara 44. Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz -hem de ilahi kelamı okuyup durduğunuz halde? Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız? Yüce Rabbim sen o kadar güzel bir rehber, güneş, gönül gözü göndermişsin ki, biz beşerin kara gözlüklerini takıp gezdiğimiz için, hiç bir şeyin farkına bile varamıyoruz. Ne olur bizleri affet. Bizlerin taktığımız o kara gözlüğü çıkarmamıza yardım et ki, senin güneşinden istifade edelim. Yoksa beşerin zehriyle için için kahrolacağız, senin huzurunda da kaybedenlerden olacağız, Rabbim sen bizleri koru, yardım et bizlere ki, yaptığımız yanlışların farkında olalım. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ŞEFAAT KONUSU VE KUR'ANIN BU KONUDAKİ AÇIKLAMALARI.
halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
İslam âleminde birçok konuda yapılan yanlışların başında, peygamberlerin ve velilerin şefaat edeceği ve böyle bir yetkisinin olduğuna inanılır. Şefaat bağışlanma affedilme isteğidir. Bakın Allah kesin bir dille bu konuda ne söylüyor? Zümer 44: De ki: "Şefaat tamamen Allah'ındır (yardım ve destek yalnız O'ndandır). Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz. Eğer Allah affedilme, bağışlanma, yardım, destek yetkisinin yalnız kendisinde olduğunu söylüyorsa, bundan sonra aynı konuda tersini Rabbim asla söylemez, buna göre diğer ayetleri anlamaya çalışalım. Bakalım Allah bu konuda bizleri nasıl yönlendiriyor. Fatiha suresi 5.ayet: Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Düşünebiliyor musunuz biz bunu her namazımızda rabbim e söylüyor ve ona söz veriyoruz, yalnız senden yardım dileriz diye.(Elham) Sözümüzde duruyor muyuz peki? Söylediğimiz şu sözü hatırlayınız. ( Şefaat Ya resulallah) Peki bunun anlamı nedir farkında mıyız acaba, hiç sanmıyorum. Bu sözümüzle Ey Allahın resulü bizlere şefaat et diyoruz. Hani her gün namazlarımızda Rahmana karşı, yalnız senden yardım dileriz diyorduk ne oldu. İşte yaptığımız yanlışın büyüklüğünü bir fark etsek, o zaman yaptığımız yanlışlar çorap söküğü gibi gelecek. Bakın arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerinin hamdi ile tespih ederek iman sahipleri için nasıl af diliyorlar, bu ayeti çok iyi düşünmeliyiz. Mümin 7: Arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerinin hamdi ile tespih ederler ve ona inanırlar. İman sahipleri için de şöyle af dilerler: "Rabbimiz! Sen her şeyi rahmet ve ilim halinde kuşattın. Tövbe edip senin yoluna uymuş olanları bağışla. Ve onları cehennem azabından koru. Şimdide aşağıdaki ayet üzerinde düşünelim. Enam 51: Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Öyleki, kendileri için O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki Allah'tan korkarlar. Ayet o kadar açık ve net olduğu halde günümüzde kur’ana uymadığı halde o kadar çok yanlış hadise inanıp, ayetlerin çoğunu görmezden geliyoruz. Açıkça Rahman kendileri için O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, dedikten sonra sözlerinin tam tersini başka bir ayetinde söyleyip peygamberlere ve velilere şefaat etme yetkisi veriyorum der mi? Bunu düşünmek bile, bizlerin aklını başına getirmesine yetmeli bence. Bakın peygamberimiz bizlere kur’anı tebliğ ettiğini ve bu kitabın bizler için gönül gözü olduğunu, bunu hala görmeyenler için ise hiçbir şey yapamayacağını, körlük edenlere de bakın ne söylüyor ayette. Ben sizin üzerinize bekçi değilim, yani bundan sonra sizler için hiç bir şey yapamam diyor. Enam sur. 104. ayet: Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim. Şimdi hatırlatacağım ayet günümüzde yapılan yanlışlara güzel cevap veriyor, tabi anlayana anlamak isteyene. Zümer 19: Üzerine azap sözü hak olanı, ateşe dalmış olanı sen mi kurtaracaksın. Buradan anlaşılıyor ki Allah ın karar verdiği bir konuyu kimse değiştiremez, bunu da bizlerin anlaması için rahman en sevdiği elçileri üzerinden bizlere örnek veriyor, ama bizler ne yazık ki bunlardan ders almadığımız çok açık. Şimdide buna benzer elçisi kanalıyla verdiği örnekleri hatırlayalım. Tevbe 80. : (Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resulünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez. Muhammet 19.; Allah'tan başka tanrı olmadığını kuşkusuzca bil! Hem kendi günahın için hem de mümin erkeklerle mümin kadınlar için af dile. Allah sizin, dönüp dolaşacağınız yeri de varıp ulaşacağınız yeri de bilir. Yukarıdaki iki ayet üzerinde düşünelim. Peygamberimize hitap ederek bakın ne diyor Allah. Onlar için istediğin kadar af dile bağışlanmalarını dile, onları asla affetmem. Çünkü benim gönderdiklerimi, beni ve elçimi kabul etmediler diyor. Muhammet 19. ayet ise bana göre çok önemli bir ayet, lütfen bunun üzerinde düşünelim. Allah elçisine bakın ne diyor. Hem kendi günahların için, hem de iman edenlerin günahları için af dile diyor Allah. Düşünebiliyor musunuz demek ki peygamberlerin bile günahı var ki bunu söylüyor. Peki, bizler bu konuda neler söylüyoruz? Bunu da nefsimizde değerlendirelim. Peygamberimiz kendi günahı için dahi Alla ha dua ediyor yalvarıyorsa, bugün hiç tanımadığı, iman edip etmediğini dahi bilmediği bizlerin günahını zaten bağışlamasını bir tarafa koyun, bizler için nasıl Allaha dua etsin günahlarımız için. Dikkat edin ayette mümin yani inanmış erkek ve kadınların günahları için dua et diyor elçisine. Bu demektir ki iman ettiğinden emin oldukların için dua et anlamındadır. Hatırlayınız iman etmeyenler için dua ettiğinde Rabbin peygamberimize ne diyordu? Yetmiş kere dua etsen ben onları affetmem. Zaten dua kapısını Yüce Rabbim tüm iman edenler için, açık bırakmıştır şükürler olsun. Size İbrahim peygamberden de bir örnek vermek istiyorum. İman etmeyen babası için bakın Allah ın övgüyle bahsettiği bizlerin atası diye zikredilen bir elçinin sözlerinden sanırım çok ders almalıyız. Mümtehine 4. : Senin için hep af dileyeceğim ama Allah'tan sana gelecek şeyi geri çevirme gücüm yoktur. Ey Rabbimiz! Yalnız sana güveniyoruz, yalnız sana yöneliyoruz! Dönüş yalnız sanadır. Bakar mısınız lütfen, kur’anda övgüyle bahsedilen Allah elçisi, babası için mahşerde hiç bir şey yapamayacağını, ona yalnız dua edip af dileyebileceğini söylüyor. Birçok ayetinde de iman etmeyenleri asla affetmeyeceğini de belirtmişti Allah. Hatta peygamberimize yetmiş kez af dilesen yine faydası yok demişti hatırlarsanız. Aşağıdaki ayeti lütfen çok ama çok iyi değerlendirelim. Çünkü rabbim elçisine DEKİ ONLARA diye başlayarak, bakın bizlere ne söylemesini istiyor. Araf 188: De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer gaybı biliyor olsaydım iyilik ve güzelliği elbette çoğaltırdım. Bana kötülük dokunmamıştır bile. Ben, inanan bir topluluk için bir uyarıcı ve müjdeciden başkası değilim. Yukarıdaki ayette her şey çok açık değil mi dostlar. Özellikle rabbim üzerine basa basa söylenmesini istiyor bizlere, görev verdiğim elçinin benim dilediğim dışında sizlere ne faydası dokunur, nede zarar verebilir. Hala Rabbin bu sözlerini görmezden gelmeye devam edip, beşerin yanlış rivayetlerine mi iman etmeye devam edeceğiz? Şefaat konusu ile ilgili bazı ayetleri de sizlere hatırlatmak istiyorum. Aklını kullanan anlatılmak isteneni anlayacaktır. Bakara 123: Ve öyle bir günden korkun ki, kimse başka birinin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, ona şefaat fayda vermez ve hiç bir taraftan yardım da görmezler. Bakara 48: Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. Bakara 254: Ey iman edenler, alış verişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelmeden önce, size verdiğimiz mallardan nafaka verin. Kâfirler ise hep o zalimlerdir. Yunus 18: Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: 'Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir' derler. De ki: 'Siz, Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve yücedir. Zümer 43: Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: 'Ya onlar, hiç bir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa? Yukarıdaki ayetlere daha birçok örnekler verebiliriz, sanırım bu kadar açık ayetlerden sonra, bağışlayacak affedecek tek bir makamın yani yüce Rabbimin olduğu çok açık anlaşılmaktadır. Tüm bu ayetlerden sonra Rabbim, ben başka şefaat yetkisini başka kişilere de verdim der mi? Elçisine dahi bu yetkiyi vermeyen ve kendi günahların için dua et diyen rabbimin sözlerini, çekip çekiştirip kendi amaçlarına alet eden, daha doğrusu aklını kullanmayanlara bakın rabbim ne diyor? Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır. İşte aklını kullanmayan kullarını Rabbim nasıl pislik içinde bıraktığını söylüyor. Peki, bizler aklımızı kullanıp, kur’anı rehber örnek alıp damı iman ediyoruz dersiniz? Yorum sizlerin, eğer aklımızı bir kenara bırakıp biz kur’anı anlayamayız diyorsak, onu anlamaya çalışmıyor da velilerin ardı sıra gidiyorsak, sanırım Rabbin pisliği üzerimizden asla kalkmayacaktır. Allah bizleri korusun. Yüce Rabbim bakın elçilerin görev tanımını nasıl yapıyor yani verdiği görevi nasıl özetliyor. Kehf 56. ; Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise batıla yapışarak onunla hakkı kaydırmak için uğraşıyorlar. Onlar, ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler. Enam 48: Biz o gönderilen elçileri, müjdeciler ve uyarıcılar olmaktan öte bir şey için göndermiyoruz. İman edip hayrı ve barışı yerleştirenlere korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar. Yukarıdaki ayetleri örnek gösterdiğimde çok ilginç cevaplar alıyorum, sanki bu sözleri ben söylemişim gibi. (Ne yani peygamberimiz postacımıydı.) Bu sözleri söyleyenler bilmelidir ki Rabbin hükmüne karşı söylenmiş sözlerdir bunlar. Onun için ben cevap vermem yorum yapmam, üzerime de alınmam. Bizler tüm bu yetkileri ve sorumlulukları açıkça gördüğümüz halde, peygamberimize Rabbin vermediği birçok yetkileri vererek, ona saygımızı göstermeye çalışmışız, fakat şunu unutmuşuz, zaten Hz. Muhammet Allahın elçisi olmakla şereflerin en yücesine erişmiştir. Onun başka payelere, yetkilere ihtiyacı yoktur. Taha 109; O gün şefaat yarar sağlamaz. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna. Değerli dostlar sizlere yukarıda birçok ayet örnekleri verip, Rabbin bağışlanma yetkisini yalnız kendi yetkisinde olduğunu görmüştük. Allah elçisine bile kendi günahların ve iman edenlerin günahlarının affı için dua et diyordu. İşte Taha 109. ayete baktığımızda hiçbir ayrım yapmadan, kendisinden hoşnut olduğu tüm kullarına bu kapıyı yani DUA KAPISINI AÇIK BIRAKIYOR. Bakın ne diyor ayette? (sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna.) Müstesna olan nedir? Şefaat etme yetkisi mi veriyor, yoksa elçisine iman edenler için DUA ET dediği, dua ettiklerinde onların dualarını kabul edebileceği, onlara şefaat edileceği açıklamasını mı yapıyor? İşte bu kısmı çok önemli. Eğer hayır şefaat yetkisi veriyor dersek, kur’anda geçen onlarca hatta yüzlerce ayete ters düşer ve kur’anda çelişki yaratmış oluruz. Buna bir örnek daha vermek istiyorum aşağıdaki ayeti dikkatle düşünelim. Rahman kendi emrinde olan meleklere dahi böyle bir yetkiyi vermediğini söylüyor ve bakın ne diyor? Necm 26: Göklerde nice melekler var ki, şefaatler hiçbir işe yaramaz. Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna. Demek ki bizleri izleyen melekler bu konuda Allah tan insanlar için şefaat etmesini bağışlamasını istiyorlar ki, bakın bu konuda bile kesin bir tavırla Rabbim ne diyor?( Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.) Demek ki affedilmeye hakkı olmayan hiç kimseyi, bir başkasının isteğiyle asla affetmem diyor Rabbim, bunlar benim sadık günahsız meleklerim bile olsa. Yine Bakara suresi 255. ayette Allah kendi katından, yani meleklerden bahsediyor ve bakın ne diyor?( İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? ) Peki, bu konuda ne söylüyor Rabbim? Daha önce açıkladığı, kendisinden hoşnut olduğu, iman eden kullarının günahlarının affı için, dua etmeleri halinde bağışlayabileceğini söylüyordu. Dua kapısını şükürler olsun Rabbim, iman eden ve Rabbimin hoşnut olduğu tüm kullarına açık bırakmıştır. Onların dualarını kabul eder, şefaatimi gösteririm diyor. Peki, bu kadar açık ayetlerden sonra bizler neler yapıyoruz dersiniz günümüzde? Günahlarımız la boğazımıza kadar batağın içinde olduğumuzdan olsa gerek, kendimizi aldatmak nefsimize yenilmek adına o kadar çok şefaatçiler edindik ki, bunu hatırlamak bile istemiyorum. Bunların tek Bir sebebi var, ALLAHIN SİZLERE REHBER OLSUN DİYE İNDİRDİM DEDİĞİ KUR’AN İLE ALAKAMIZ KALMAMIŞTA ONDAN. Rabbim bizleri affet. Ne olursun gönül gözümüzü aç Rabbim. Rehberinin, güneşinin gönlümüze dolmasını, aydınlatmasını nasip eyle. Senin kelamın yüksek bir yere asılı duruyor, bizler ona saygımızı ne yazık ki böyle gösteriyoruz bizleri affet. Beşerin ciltlerce dolusu kitapları baş tacı yapıldı. Senin kitabın zor anlaşılır dediler. Bu kitapta her şey yoktur sizler anlayamazsınız, âlim insanlar, veli insanlar anlar dediklerine de kandılar ne yazık ki. Eğer anlayarak okumuş olsalardı, bu sözlerin tam tersini senin kur’anda söylediklerini anlayacaklar ve yanlış yolu seçmek yerine, senin aydınlık yolundan gideceklerdi. Sen bizleri bu kitaptan hesaba çekeceğini söylüyorsan, bu kitabın dışından asla hesaba çekmezsin, ben bunu biliyorum. Ne olur İslam âlemine bir şans daha ver ve bizlerin gönül gözünü aç, gözlerimizdeki ve kulaklarımızdaki mührü kaldır Rabbim. ÂMİN. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK -
NAHL VE ANKEBUT 43. AYETLERİ NASIL ANLAMALIYIZ?
halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
Günümüzde ne yazık ki kur’an meallerini çok daha dikkatli kelimelerle topluma nakletmenin önemini, sizlere vereceğim örnek ayetlerle sizlere sunmak ve sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Bu konu hakkında bir kardeşimin sorduğu bir soru doğrultusunda bu yazımı yazdım, sizlerle de paylaşmak istedim. Ayetlerde geçen kelimelerin değişik sözcüklerle verildiğinde anlamlarının nasıl değiştiğini ve kur’anın onlarca ayetine nasıl uymadığını sizlere göstermek istiyorum. Bir kelimeye kur’anın onay vermediği bir anlam yükleyerek, kur’an da çelişkiler yaratıldığının farkına varmak, gerçek Müslüman’ın görevi olmalıdır. Önce ayetlere bakalım. Nahl 43 ve Ankebut 43. ayetler. Nahl 43. ayeti birkaç mealden alıntı yaparak örnek yazalım. Diyanet Meali: Senden önce de ancak, kendilerine vah yettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.(Kitap ehline sorun.) Süleyman Ateş meali: Biz senden önce de, kendilerine vah yettiğimiz erkeklerden başkasını elçi göndermedik. Sorun, Zikir ehline; eğer bilmiyorsanız. Yaşar Nuri Öztürk: Biz senden önce de elçi olarak kendilerine vah yettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir/Kur'an ehline sorun. Ali Bulaç meali: Biz senden evvel kendilerine vah yettiğimiz erkeklerden başka (peygamberler) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun. Suat Yıldırım meali: Senden önce de, gönderdiğimiz elçiler, kendilerine vah yettiğimiz bir kısım adamlardan başka bir varlık değildiler. Eğer bu konuları bilmiyorsanız ilim adamlarına sorunuz. Aynı ayeti değişik meallerden naklettik. Rabbin ne söylediğini anlamaya çalışalım şimdide. Allah peygamberimize senden öncede açıkladığımız, bildirdiğimiz izah ettiğimiz insan olan kişilerden başkasını göndermedik diyor peygamber olarak. Peki, bu izahı, açıklamaları bildiriyi nerede yapıyordu rabbim? Elbette sizlere rehber olsun, güneş ve gönül gözünüz olsun diye gönderdim dediği KURANDA bildiriyordu. Daha öncede bildirdikleri yine gönderdiği kitaplarda vardı. Gelelim ayetin sonundaki sözlere. Önce en son yazdığım Suat Yıldırımın mealine bakalım orada bakın ne diyor? Eğer bu konuları bilmiyorsanız ilim adamlarına sorunuz. Peki diğer meallerde ne yazıyordu? Bilmiyorsanız zikir ehline yani kur’an ehline sorun. Bunun apaçık anlamı kur’ana Allahın gönderdiklerine müracaat edin, okuyun, düşünün anlayacaksınız. Zikir ehli kur’an ehli demektir, buda kur’ana müracaat edip onu anlayarak okuyan Müslüman ın ta kendisidir. Eğer ilim adamlarına sorunuz dersek, kur’ana müracaat etmeyi, onu rehber alıp ona danışmayı, onun üzerinde düşünmeyi ortadan kaldırmış oluruz. Böylece kur’anı anlaşılması zor bir kitap yapıp, âlimlere, velilere müracaatı ön plana çıkarmış oluruz. Elbette âlimlerden faydalanacağız ama önce müracaat edeceğimiz kitap kur’an olacaktır. Örneğin âlimlerin yardımıyla müteşabih ayetler anlaşılacak ve açıklığa kavuşturulacak, bunu da söyleyen Rabbim, ama dikkat edin muhkem ayetler değil, müteşabih ayetler. Bu ayetlerde dinin anası olan ayetler değildir, yani hüküm veren ve bizlerin yapacağı konuları kapsamaz. Gelelim Ankebut 43. ayete, onu da yine değişik meallerden önce yazalım. Diyanet vakfı meali. Ankebut43: İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir. Suat Yıldırım meali: Ankebut 43: İşte bazı gerçekleri anlatmak için, Biz bu kabil temsiller getiriyoruz, ama bunları, ancak ibret almasını bilenler anlar. Yaşar Nuri Öztürk: Bunlar bizim, insanlara vermekte olduğumuz örneklerdir ki ilim sahiplerinden başkası onlara akıl erdiremez. Ali Bulaç meali: İşte bu örnekler; biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak âlimlerden başkası bunlara akıl erdirmez. Muhammet Esed meali: İşte Biz insanın önüne bu temsilleri koyuyoruz: ama onların gerçek anlamını ancak [bizi] tanıyanlar kavrayabilir. Muhammet Esed ayetin daha iyi anlaşılması için bakın nasıl bir dip not yazmış. ( Allah'ın varlığından haberdar olmak, burada, Kur’ânî kıssaları (ve dolayısıyla, telmîhleri, temsîlleri de) tam anlamıyla kavramanın bir ön şartı sayıldığından, bu ayet, Kur’an'ın, “insan idrakini aşan bir hakikat[in varlığın]a inanan, Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip bütün insanlar için bir rehber” olduğu ifadesi ile birlikte okunmalıdır (bkz. 2:2).) Örnek gösterdiği bakılmasını istediği ayet Bakara suresi 2. ayet bakın ayet ne diyor? (Bakara2: Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır.) Eğer bizler Rabbin verdiği kur’an da ki örnekleri yalnız âlimler anlar dersek, ya da sözleri çekip çekiştirerek bu anlamları çıkarırsak, kur’anın onlarca ayetine ters düşmüş oluruz. En kötüsü insanları kur’ana müracaat etmekten alıkoyar, onu bizzat okumalarına engel olup, onun nurundan aydınlanmalarını engellemiş oluruz. Aşağıdaki ayet her şeyi sanırım özetliyor. Nahl 44- (Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye. Bakar mısınız yüce Rabbim ne demek istiyor, nasıl anlaşılıyormuş zikir ehli demekle, kur’an ehli olduğu çok açık. Yani buradan şunlar çıkıyor. Allah kur’an ile meşgul olup, onu anlamak için çaba gösteren, onun ruhunu kendi ruhuna enjekte etmek ve onun güneşi ile aydınlanmaya çalışanların kur’an dan istifade edeceği sanırım çok açık anlaşılıyor.İşte buradan da anlaşılıyor ki kur’anı herkes anlayamaz, onu veli insanlar anlar demek kur’anın özüne ve anlatım şekline aykırıdır. Okulları düşünün tüm öğrenciler aynı değerde derecede mi mezun oluyorlar? Elbette hayır, çünkü her insanın aklını kullanma ölçüsü farklıdır da ondan. Okulda bazı öğrenciler vardır arkadaşlarına öğretmenlik bile yapar. Evine giderler anlayamadığı konuyu ondan öğrenirler. Bu o öğrenciyi çok özel konuma getirmez. Elbette o daha akıllı, daha iyi anlıyor daha çabuk kavrıyor diyebiliriz. Bakın Rabbim ne diyor elçisine 44. ayetinde. Sana apaçık delillerle ayetlerimizi gönderdik sana da kur’anı indirdik ki onlara iyice açıklayasın, onlarda iyice düşünsünler diyor. Demek ki anlaşılmayacak bir durum yok, yeter ki aklımızı kullanalım düşünelim yeter. Buradan yola çıkarak Ankebut suresi 43. ayeti şöyle anlamalıyız ki kur’ana ters düşmesin. Biz kur’anda sizler için verdiğimiz bütün örnekleri düşünesiniz, ibret alasınız diye sizlere iletiyoruz, naklediyoruz. Fakat bu sözlerden, örneklerden ancak kur’an dan nasiplenen, onun ilmiyle, nuruyla aydınlanan ona gerektiğinde müracaat eden, verdiğimiz örneklerin ne maksatla verdiğimizi ve onlardan nasıl dersler alınması gerektiğini ancak kur’an ehli anlar. Bakın Rabbim ayetinde ne diyor? Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Rahman yalnız âlimlerin anlayacağı değil, inceden inceye anlayarak okuyup, düşünen elbette kalplerinde mühür olmayan, tüm iman edenlerin anlayacağı bir kitap gönderdiğini sizce daha açık nasıl söylesin. Bir ayetin anlamını düşünürken kur’anın diğer ayetleriyle mutlaka bağlantılı bir anlam çıkarmalıyız. Bakınız Ankebut suresi 35. ayet aslında bahsettiğimiz ayeti çok net açıklıyor, bakın Rabbim ne diyor bu ayette. Ankebut 35: Andolsun ki biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişanesi bırakmışızdır. Ne yazık ki günümüzde ayetleri kendi çıkarlarımıza alet etmekten, rivayetleri doğrulamak adına feda etmekten kaçınmıyoruz. Allah bizleri affetsin. Rabbin elçisi Başöğretmenimiz Hz. Muhammet ın yolundan gittiğimizi söylüyorsak, onun bizlere tebliğ etmekle yükümlü olduğu KUR’ANA var gücümüzle sarılıp, onu anlamaya çalışalım, çünkü peygamberimizde aynen bunu yapmıştı. Allah cümlemizi zikir ehli olan ve Rabbin verdiği örneklerden dersler çıkaran, aklı ile düşünüp iman eden, Beşeri değil Yüce Rabbim i VELİ edinen kulları arasına, bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK -
RESULÜME MEKTUBUM VAR. Ey nurlar saçan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen hayatıyla, yaşamıyla verdiğin kararlarla bizlere örnek peygamberim. Sana bir maruzatım var, beni duyar mısın bilemem ama Rabbim duysun, dilerse seninde duymanı sağlar. Mahşer günü senin de şahitliğinde her şey ortaya çıkacaktır. Bıraktığın emanetini devralıp, insanlara elimden geldiğince, anladığım kadar anlatmaya çalışıyorum, yanlışlarımı Rabbim ne olur bağışla, en az hata yapanlar arasına al beni, ama peygamberimizin de mahşerde söyleyeceği ve kur’an da örneği verildiği gibi, (Furkan Suresi 30 ayet; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular.) Şikâyetin, üzüntün ne yazık ki gerçek oldu resulüm. Çok çalışıyor ve elimizden geldiğince azimle anlatıyorum. Ama o kadar az bir nesil kaldı ki, hep horlanıyor ve dışlanıyoruz. Artık Kuran anlaşılması zor bir kitap olarak anlatılıyor ve tozlu raflara kaldırıldı. Onun yerine kur’anın açıklayıcısıdır dedikleri ve ciltlerce dolusu kitapları önümüze koydular. Okunduğunda kimseler anlamıyor bile. Senin bizlere tebliğ ettiğin ayetler yerine, beşerin sözleri dillerde dolaşır oldu. Birinin Allah katındandır bunlar dedikleri, bir başkasının aynı konuda söylemlerine hiç uymuyor. Kime inanacağına şaşırmış halde insanlar ise, gerçek güneşe, rehbere gözlerini yummuş, gözlük takmış dolaşıyorlar. Rahmanın sakın velilerin ardına düşmeyin ikazlarına kulak tıkarcasına birçok insan veliler, hoca efendiler, şeyhler edindiler. Senin ölmeden önce asla kimseyi kendinden sonra varis bırakmamanın sebebini, hikmetini akıl eden, düşünen bile yok. Rahmanın rehber olarak gönderdiği kur’anı, siz anlayamazsınız diyenlerin sözleri artık rehber olmuş topluma. Resulüm şikâyetim var tüm bu olanlara. Seni yücelttiğini zannedenler uzaklaşmışlar kur’andan, elleriyle yazdıklarına inanır olmuşlar. Ne güzel tebliğ etmiştin hâlbuki bizlere, hakkında bilgin olmayan sözlerin ardına düşme sorumlu olursun diye. Rabbim in kızarak söylediği peki kurandan sonra hangi söze iman ediyorlar, karşılarında okunan kuran onlara yetmiyor mu sözleri beşerin uydurmalarına feda edilmiş görünüyor. Rabbim açıkça; (Bakara Suresi 79. Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, "İşte bu, Allah katındandır!" derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden!) Bu uyarıları Yaratan yapmasına rağmen, bizler kur’anı anlayamaz kılıp, ellerinin yazdıklarını Allah katındandır diyenlere inanır olmuşuz. Artık kur’anın uyarılarını göremez olmuş adeta gözler kör, gönüller taş kesilmiş. Ne olursun resulüm bizler için dua et Rabbim e, belki bir kısmının gözlerindeki perde kalkarda, kuranın ışığını çoğumuz görürüz. Rabbin dediği gibi sende, bizlerde gaybı bilmiyoruz. Ancak senin kur’anda tebliğ ettiklerin hariç. Bağışlayıcı, affedici Rabbim e ne olur bol bol dualar et bizler için, sen resulüsün, güven elçisisin, âlemlere rahmetsin. Bu devirde işimiz gerçekten çok kötü, Rabbim ayetlerin sonun da düşünün akıl edin, ne söylediğimi ne istediğimi anlayacaksınız diyor, birileri çıkıyor hayırrrrr sizler kur’anı anlayamazsınız deme cesaretini gösteriyorlar. Ey Resulüm sana sormak isterim Rabbim in bizlere tebliğ et dediği, bizler için rehber, güneş, gönül gözü olan kuran gerçekten bizlerin anlayamayacağı kadar zor bir kitap mıdır? Yüceler yücesi rabbim bizlere zor anlaşılan bir kitap gönderip, daha sonra bu zor kitaptan hesaba çeker mi hiç? Bunu düşündüğümde bile hem rabbim e hem de sana saygısızlık yaptığımın farkındayım. Ama Ey güzel huylu resulüm, bunları söylüyorlar, ama ben bunların hiç birisine inanmıyorum. Çünkü bizlere kaldıramayacağımız bir yük yüklemem diyen Rahman, anlayamayacağımız zor bir kitap gönderip, asla bizleri sorumlu tutmaz, buna inanmak Allahın adaletini alaya almaktır biliyorum. Zaten böyle olsa sen bizlere bunu açıkça yazar öyle iletirdin kur’an da. Birçok kur’ana uyan sözlerin bizlere ulaşıyor, zaten sende bizlere, yanlız kuranı bıraktığını, tıpkı kuranda olduğu gibi ve ona sarıldığımızda doğruyu bulacağımızı söylüyorsun. Hatta ayette; Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum demiyor musun zaten bizlere. Elbette senin sözlerin diye birçok sözler geliyor kulağımıza, ama ben doğru olup olmadığını kur’an ile karşılaştırıyor öyle kabul ediyorum. Zaten sende öyle yapın dememiş miydin? Benim sözüm olup olmadığını, kur’an ile karşılaştırın demiştin. Ey Resulüm senin bizlere ilettiğin ayetler o kadar ibretlik ki, kimse düşünmez oldu artık çok üzülüyorum. Birileri siz anlayamazsınız diyor saf temiz imanlı topluma, onlarda inanıyor hiç düşünmeden iyi niyetleriyle. Ne olur rabbim e dua et onlar içinde. Aklını kullan mayanlar, onu kiraya vermişçesine susuyorlar, adeta başkası düşünür olmuş onların yerine. Yeryüzünü dolaşıp akıllarını çalıştırmayanlar la doldu Dünya. Gözleri görüyor sanıyorlar, ama onlar yalnız bakar kör olmuş farkında değiller. Gözler bakar kör olunca, senin tebliğ ettiğin gerçekleri artık göremediklerinden GÖNÜLLER KÖRLEŞMİŞ, TAŞLAŞMIŞ ADETA. Birileri çıkıyor bunlar senin sözlerin diye bizleri kandırmaya çalışıyorlar, şikâyetçiyim onlardan resulüm. Bakıyorum Kur’ana, rabbim çok sıkı tembih etmiş sana, kuranı anlat onlara diye. Sakın başkalarına uyma demiş, adeta direktif verircesine sıkı sıkı. Kur’an ile uyar insanları, yoksa verdiğim görevi yapmamış sayarım sonra diyor. Sakın hiçbir şey ekleme takip ediyorum, bak sonra acımam canını alırım diye uyarmış. Ey güzel huylu Resulüm, rabbinden bu telkini aldıktan sonra, kur’anda olmayanları ben size ayrıca söyleyeceğim der misin hiç? Hayır, hayır ben asla inanmadım onlara zaten, çünkü senin böyle bir şey yapacağını asla kabul etmedim bile. Elimden geldiğince anlatmaya çalışıyorum, ama çok zor gerçekten, çok ama çok zor birçoğuna anlatamıyorum, inandıramıyorum bir türlü, bana çok kötü sözler söylüyorlar, ama ben elimden geldiğince alttan alıp anlatmaya çalışıyorum sabırla, tıpkı senden öğrendiğim gibi. Bana ne diyorlar biliyor musun? Ne yani peygamberimiz postacımıydı. Kur’ana, dine ilave bile yapamaz mı? Olurmu öyle şey, peygamberimizde haramlar koyma yetkisine sahiptir. Böyle diyorlar Resulüm senin için, ama ben onlara inanmıyorum çünkü Rabbim helâlı, haramı ve hükmü yalnız ben veririm diyorsa ve görevlendirdiği resullerin görevini de açıkça, (Enam sur. 48. ayet: Biz o gönderilen elçileri, müjdeciler ve uyarıcılar olmaktan öte bir şey için göndermiyoruz.) diyorsa, ben biliyorum ki sen rabbim haram dediklerinden başka hiçbir şeye haramdır dememişsindir. Çünkü açıkça ayetinde karşınızda açıklananlar haricinde, bizler için bütün temiz nimetler helal kılınmıştır diyor. Ben biliyorum ki Allah kendi hükmüne, hiç kimseyi ortak etmez. Bunu anlamayanlara senin tebliğ ettiğin ayeti de gösteriyorum, ama beşerin sözleri o kadar etkili ki beni dinlemiyorlar, üzülüyorum tüm bunlara ne olur bizler için dua et rabbim e. Hâlbuki sana bu konuda soranlara, Rabbim ne güzel ayet indirmiş bunu da hatırlatıyorum ama inanmıyorlar. (Maide sur.4: Sana soruyorlar, onlar için helal kılınan ne? Şöyle söyle: "Sizin için bütün temiz nimetler helal kılınmıştır.) Ama gene beni dinlemiyorlar inatla. Bazen şaşıyorum bu kadar açık sözler varken beşerin sözleri kim oluyor diye. Ama hatırlıyorum kur’an ayetlerinden, gözlerine perde indirdiğini, gönüllerini mühürlediğini Rabbim in ve korkuyla titriyorum şükrediyorum halime. Koymuşlar bir kere kafalarına senin sözlerin diye uydurulan şeyleri. Hâlbuki okusalar rehberi ve gönül gözünü, çıkartsalar kafalarına atılan çengeli, bak o zaman her şey nasıl açıkça anlaşılacak. Çamur suyu konmuş bardağa, istediğiniz kadar temiz suyu koyun, temiz suda kirlenecektir. Ah bir bardağın kirliliğini fark edebilsek, yeni bir bardak alsalar ellerine, işte o zaman pis su temiziyle değiştirilip, işe yarar hale nasıl gelecek bir bilseler. Ey güzel huylu, öğreticilerin en güzeli Başöğretmenim. Senin açtığın yolda yürüyeceğime elimden geldiğince söz veriyorum. Hesap günü kur’ana ortaya konduğunda, sende şahit olarak geldiğinde senin ümmetin olarak dimdik ayak da durmaktır tüm arzum. Senin sözündür diyerek bana ulaşan her bilgiyi, kuran süzgecinden geçireceğimden hiç şüphen olmasın. Bizlere senin sözün dür diye bildirdikleri, kur’ana uyan her sözün benim başımın tacıdır. Kur’an da hükmü yoksa asla sen hüküm vermeyeceğini biliyorum, çünkü bize bildirdiğin tebliğde; ( Enam 57:Hüküm yalnız ve yalnız Allah'ındır. Hakkı o anlatır. Ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O'dur.) Böyle diyordun. Bu sözlere ters düşecek asla bir hareket yapmayacağınıza göre, bunun tersini söyleyenlere bu söz peygamberimizin sözü asla olamaz diyor ve inanmıyorum. Ey asil peygamberim, Rahmanın söylediği gibi, mahşer günü bizlerin şahidi olarak çağrıldığında, ben yemin ediyorum ki senin bizlere tebliğ ettiğin ve rabbim in koruması altındaki KURANA ve onun ayetlerine iman ediyorum, onu Rahmanın söylediği gibi düşünerek, aklımı kullanarak anlamaya çalışıyorum. Bunu yaparken mutlaka hatalarım olacaktır. Rabbim istemeden yapacağım yanlışlar için beni bağışla ne olur. Peygamberimizin emanetini elimden geldiğince hiçbir menfaat gözetmeden insanlara anlatmaya çalışacağım, bana katından bir güç ver ne olur. Mahşer günüde peygamberimizin şahitliğinde beni, ailemi, annemi ve babamı dostlarımı, senin huzurunda hesap verebilen kulları arasına al, günahlarımızı bağışla, büyük günahlar işlemekten bizleri koru ve resulümüzün yüzünü ak çıkaran ümmetinden eyle bizleri ne olur RABBİM, ÂMİN. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Sizlerle küçük, ama çok anlamlı bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Bu hikâyeden çıkaracağımız kıssadan hisse bana göre çok önemli. Önce hikâyemizi okuyalım, daha sonrada üzerinde düşünelim. Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi: —Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi. —Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? Diye sorulduğunda, —Neden olmasın, dedi çiftçi. —Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor. İşte hayatımızın, güzel yaşamamızın sırrı nerede gizliymiş görüyor musunuz? Kur’anı anlayarak okuyan bir insan, Rabbin bizlere önerdiği yolun paylaşmaktan geçtiğini hemen anlayacaktır. Hikâyede anlatılan en önemli nokta ise, kendisini düşünen çevresiyle paylaşır. Yaptıklarından verim almak isteyen de yine çevresiyle bütünleşir. Allah yarattığı kullarını tek başına değil birlikte bir güç olacak şekilde yaratmıştır. Biri birlerine her zaman muhtaç kılmıştır. Hâlbuki bizler elimizdeki paranın, malın, mülkün esas sahibinin bizler olduğunu zannederiz, tabi kısa bir süre. Fark ettiğimiz zaman ise iş işten geçmiş olur. Bir de bakarız, benim dediğimiz malları bırakıp gideriz bu Dünyadan. Hani bizimdi paralar, mallar, katlar, yatlar? İşte bu acı gerçekle şimdiden yüzleşmeliyiz. Elimizde ki malımızı, olmayanlarla paylaşmalıyız. Eğer bunu yaparsak adaletli, birbirine saygılı bir toplum yaratmış oluruz. En güzeli de elimizdeki parayı, malı mülkü de gerektiği gibi kendimiz kullanıp, onun zevkine varırız. Bir birine saygılı bir toplum yaratmadığımız sürece, elimizdeki parayı ve malı huzur içinde harcamak asla nasip olmaz. Çünkü birbirine düşman olan, bir birinin malında gözü olan bir toplum yaratmış isek, istediğimiz kadar paramız olsun, istediğimiz kadar malımız ve mülkümüz olsun, onu ağız tadıyla yemek, güven içinde harcamak ve yaşamak asla mümkün olmayacaktır. Hikâyede anlatılan, iyi bir buğday tohumu yetiştirmenin sırlarını veren köylünün, şu sözlerinden gereken kıssadan hisseyi çıkarmalıyız. (Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor.) Bu sözleri düşünelim acaba bu köylü, tarlasının komşularına tohumlarını niçin paylaşıyordu? İşte bu sorunun cevabında, Rabbin kullarını nasıl birbirine muhtaç yarattığını, aşağıdaki sözlerden çok daha iyi anlıyoruz. (Rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor. ) Köylünün verdiği cevabı lütfen dikkatlice düşünelim. Aslında köylünün yaptığı, çevresindekilere iyilik yapmak adına değil yapılan. Kendi buğdayının kaliteli, güzel olarak kalmasını sağlamak adına yapıyor tüm bunları. Bu örnek bizlere çok şeyler anlatıyor. Eğer çevremizde huzur ve mutluluk içinde yaşamak istiyorsak, mutlaka çevremizin de huzurlu olmasına yardımcı olmalıyız. Demek ki yalnız bizim huzurlu ve varlıklı olmamız yetmiyormuş. İşte rahman kur’an da böyle bir düzenin kurulması için bizlere bir güneş, rehber göndermiş, ama biz o güneşi, rehberi yüksek bir yere asıp, onu herkes anlayamaz diyerek, beşeri veliler edinip, Allahın kurmamızı istediği HUZUR VE MUTLULUK DÜZENİNİ beşerin sözlerine, onların adalet düzenine değiştirmişiz. Rabbim bizleri affetsin. Rabbimden dileğim, paylaşmasını bilen, ondan zevk ve mutluluk alan, onun bilinciyle yaşayan kullarından eylesin bizleri. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ENFAL SURESİ 61......67. AYETLERİN ANLATMAK İSTEDİKLERİ.
halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
Bugün kur’an dan anlamaya, üzerinde düşünmeye çalışacağımız ayetler, Enfal 65–66 ve 67. ayetler olacaktır. Üzerinde durup sizleri düşünmeye davet etmek istediğim iki soru olacak birincisi, Allah 65. ayette iman edenlere güç ve kuvvet verip moral verirken, sizler düşmanın on katına bedelsiniz diye moral veriyor. Fakat daha sonra 66. ayette ise, şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi, dedikten sonra verdiği örnek ise sizden biriniz, düşmandan iki kişiye bedelsiziniz şeklinde örnek vermiştir. Burada yükünüzü hafifletti sözüyle acaba ne demek istiyor Rabbim? Ayrıca yükün hafifletilmesi ile bir önceki ayeti karşılaştırdığımızda, daha önce daha fazla güç ve yardım etmesine rağmen, daha sonra onu azaltmasının nasıl bir bağlantısı olabilir? Sanırım burası çok önemli. 67. ayette ise Allah,( Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz, sözüyle acaba neyi kast ediyor olabilir? Birilerinin söylediği gibi, Allah burada esir alma öldür mü diyor, yoksa esirleri bedel karşılığı serbest bırak mı demek istiyor. Gelin rabbimin izniyle, kur’anı bir bütün olarak düşünerek, tüm bu ayetlerle Rahman bizlere ne anlatmak istiyor, onu anlamaya çalışalım. Önce Enfal suresi 61. ayetten itibaren yazalım ki daha iyi anlayalım. Enfal 61: Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et, çünkü O işitendir, bilendir. 62-Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana kâfidir. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir. 63-Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir. 64-Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter. 65-Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. 66-Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) iki yüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir. 67-Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. Konuyu anlayabilmek için 61. Ayetten itibaren baktığımızda, peygamberimize ve iman edenlere saldırılmadığı takdirde, kendisinin de saldırmaması emrini Allah veriyor ve barış yaparlarsa sende yap diyor. Demek ki İslam ı, dini yaymada barışçı bir çözüm amaç edinilmiş. Sana hile yapmak isteyebilirler, ama korkma ben inananların yardımına koşarım diyor ve moral veriyor elçisine. İnananların kalplerini birleştireceğini bir güç oluşturacağını da söylüyor.64. ayette de yine sen merak etme, senin az sayıda olman seni üzmesin, size Allah yeter o yardımcı olur diyor. İşte tam buradan sonra işler farklılaşıyor. Allah iman edenleri savaşa teşvik ediyor, karşı taarruz geçmeleri için değil, iman edenlerin kendilerini savunmak adına savaşa davet ediliyor. Birçok savaşı kazanmalarını sağlıyor, onların sayıca az olmalarına rağmen, Allahın yardımı sayesinde galip gelmelerini sağlıyor. Bu yardım ne yazık ki iman edenlerin içinde bir zafiyet oluşturuyor. Artık nasıl olsa Allah bize yardım ediyor, çok fazla düşünmemize ve çaba göstermemize gerek yok demeye başlıyorlar ve işi gevşek bırakıyorlar. Enfal 65. ayette yine iman edenleri teşvik ve savaşa davet adına moral verirken şöyle söylüyor; Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Yani siz düşmanın onda biri olsanız bile siz galip geleceksiniz diye moral veriyor. Bakın bu iki ayetten, aslında alınacak çok dersler var. Kimisi bu ayeti örnek verip bakın Allah bu ayetten sonra gönderdiği diğer ayetle bunu nesh etmiştir, hükmünü kaldırmıştır deme cehaletini gösterebilmişlerdir. Hâlbuki bu kıssadan çok büyük hisse çıkarmalıyız. Bu moralle savaşa hazırlanan iman edenler daha öncede düşmanın saldırılarından, Allahın yardımıyla, hiç ümit etmedikleri bir durumdan rabbin yardımıyla kurtulmaları, savaşı kazanmaları ve bu ayetinde gelişi neticesinde, iyice gaflete düşen, gevşeyen savaş hazırlıklarında, nasıl olsa Allah yanımızda düşüncesiyle, gerekli önlemleri almayan bir durum oluşuyor. Elbette Rabbim bu yanlış düşünceleriyle, gerekenleri yapmayan, azim ve inancı ile savaşa hazırlanmayanlara bir ders vererek, savaşı kaybetmelerine göz yumuyor, yardım etmiyor. Çünkü Allah çalışanın, çaba gösterenin yanındadır. Ben inandım iman ettim demekle değil, bu yolda azimle çalışmakla ancak Allahın yardımını sağlayabiliriz. Enfal 66. ayetten de anlaşılıyor ki, bu gevşemenin sonunda büyük bir sorunla karşılaşıldığı anlaşılıyor, bize ulaşan bilgilerden şunu da biliyoruz ki, daha sonra savaşı kaybetmeleri sonucunda iniyor bu ayet ve bakın ne diyor Allah? (Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) iki yüz kişiye galip gelir.) Sizde zayıflık olduğunu bildi diyor Rabbim, yani bana güvenip yapmanız gereken hazırlıklarda gevşeklik yaptınız. Artık size verdiğim desteğin bir kısmını çekiyorum, size verdiğim bu desteğimi, size verdiğim güveni sarstınız. İşte burasına dikkat edelim lütfen, bakın Allah ne diyor? Yükünüzü hafifletti. Peki, bu yük ne olabilir? Gelin bunu bir örnekle anlamaya çalışalım. Siz bir işverensiniz, emrinize bir müdür aldınız ve ona o kadar güvendiniz ve öyle yetkilerle donattınız ki, adeta sizin yetkilerinize sahip oldu. Fakat bu kişi öyle büyük bir hata yaptı ki, araştırmadan, soruşturmadan, dikkatsizce birazda büyüklük taslarcasına, bir çalışanın yaptığını söyledikleri bir yanlış işten dolayı, işine son verdi. İşveren olarak bunu siz duydunuz ve araştırdınız, birde baktınız ki kendisine çok güvendiğiniz müdürünüz, araştırmadan, dikkatsizce haksız yere, işçinin işine son verdiğini gördünüz. İşte bu durumda müdürünüzü yanınıza çağırıp şöyle söylediniz kendisine. Size çok güvenmiştim, tüm yetkilerimi sana vermiştim seni desteklemiştim. Fakat ne yazık ki, bu yetki bu yük sana ağır geldi anlaşılıyor. Onun için senin yükünü hafiflettim ve senin yetkilerini sınırlandırdım dediniz. İşte Rabbimde aynen böyle söylüyor. Size düşmanlarınızla savaşınızda yardımcı olacağım diye söz vermiştim. Birçok kez yardımcıda oldum. Fakat siz zayıflık gösterdiniz ve size verdiğim büyük desteğe layık olmadığınızı bana kanıtladınız. Benim elçime gereken yardımı, özveriyi göstermediniz. Onun için size vereceğim desteği azaltıyorum diyor. Burada yükünüzü hafiflettim derken, anlatılmak istenen sanırım anlaşılmıştır. Verilen örnekte, işveren müdürünün üzerine yüklediği sorumluluğu hafifletmemiş olsaydı, yine buna benzer hatalar yapacak ve bu sefer patronu onun işine son verecekti, bu daha kötü bir sonucun doğmasına neden olacaktı. Buradan da şunu çıkartabiliriz. Allah verdiği güçlü desteğin karşılığını bizlerden bekler ve ister. Bunu başaramadığımız zaman da, büyük sorumluluk altına gireriz. Böyle bir durumla karşılaşmamamız içinde, verdiği desteği hafifletip Rahmana karşı sorumluluğumuzu azaltmıştır. Bu ayetten çok ama çok dersler çıkarmalıyız. Dikkat edin ayetin sonunda rabbim, Allah sabredenlerle beraberdir diyerek sabırla, azimle gevşemeden savaşmalarını söylüyor. Enfal suresi 67. ayet o kadar güzel anlamlı bir ayet ki, sanırım içinde fitne ve fesat olanlar, bu sözlerden nefislerinin istediği anlamı çıkaracaklardır. Ayetin başındaki cümleyi önce tekrar yazalım. (Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz.) Bakın Rabbim elçisine nasıl bir görev yapmasını istediğini, ne şekilde İslam dinini ve kur’anı tebliğ etmesinin en doğru olduğu şeklini söylüyor ve ne diyor? Yeryüzünde sana verdiğim görevi tüm topluma tebliğ edip, onlara anlatıp iman etmelerini sağla, bu çabayı gösterip tebliğ görevini yaparken, görev verdiğim hiçbir peygambere insanlara zorla değil, güzellikle bunu anlatmak yaraşır. Hiçbir peygambere insanları esir tutarak, bu dini anlatmak yaraşmaz, yakışmaz diyor. Bakın ayetin devamında bunu zaten açıklıyor anlamak isteyene. (. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.) Sizler yaşarken Dünya hayatını daha çok düşünüyor ve öyle yaşıyorsunuz. Hâlbuki bu hayatı yaşarken güzelliklerle, hayırla yaşayarak, Ahi ret içinde yaşayın diyor. Allah yaptığımız her şeyi, güzellik ve akılla yapmamızı ister bizden. Hiçbir zaman zorla, savaşla, kılıçla dinin yayılmasına izin vermez. Peygamberimizin yaptığı tüm savaşlar, bizzat kendisinin iman etmeyenlere açtığı savaşlar değil, tam tersine peygamberimize açılan savaşlar sonucunda olmuştur. Yani peygamberimizin savaşları savunma amaçlıdır, saldırı değil. Bu ayetlerden bizler, eğer kıssadan hisse aldıysak ne mutlu bizlere. Allahın rehberi bizler için bir güneştir. İçinde fitne ve fesat olmayan, bu güneşin aydınlığından istifade edecektir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK -
Ana dilde ibadet edebilme konusu, ne yazık ki diğer birçok konular da olduğu gibi tartışmalı ve karşılıklı atışmalarla geçmektedir. Bir kısım düşünce ana dilde ibadetin olamayacağını söylerken, bir kısmı ise Allahın anlayarak ve bilerek ibadet etmemizi zaten kur’an istiyor, düşüncesiyle olabileceğini savunmaktadır. Biz iki düşüncenin de fikirlerine, delillerine bakalım ki daha sonrada kur’an ın süzgecinden geçirip, kendimizce düşünüp doğrunun kararını verebilelim. Önce ana dilde ibadet edebileceğimizi savunan düşüncenin delil ve fikirlerine bakalım. (Namazda kuran tercümesinin okunup okunmayacağı tartışmasında " OKUNUR " diyenlerin dayandıkları Sünnet kaynaklı belge, Büyük sahabe Salman FARISI nin yaptığı FATIHA tercümesidir. Daha sonraki fıkhı tespitlere dayanak noktası yapılan bu belgenin, Imam -i Azam Ebu Hanife tarafından fetva mesnedi olarak kullanıldığı Hanefi fıkhının temel kaynaklarından biri olan SERAHSI nin el-Mebsut adli eserinden öğreniyoruz. Belge şudur: İlk Müslümanlardan ve Hz. Peygamber in seçkin arkadaşlarından biri olan İran asilli Selman Farisi Namaz sırasında Fatiha suresinin özgün metnini güzel okuyamadıklarını söyleyen ve bunun yerine Fatiha nin Farsça tercümesini okuyup okuyamayacaklarını soran ırkdaşlarına, bunun olabileceğini bildirmekle kalmamış, Fatiha yi Farsça ya çevirerek kendisine bas vuran kişilere göndermiştir ( Bk. Serahsi; Mebsut,1/36–37 ) Üzerinde olduğumuz konunun Sünnet açısından durumunu daha da önemli kılan başka bir belge vardır: Salman Farisi arkadaşlarının Kendisine başvurması üzerine, Fatiha yi Farsça ya çevirip onlara vermeyi düşündüğünü Peygambere arz etmiş ve ondan onay aldıktan sonra işe girişmiştir. ( Bk. Tacu's-seria; Nihayetu Hasiyeti'l-Hidaye, Kiraat bölümü; Abhülhayy el-leknevi, Hidaye serhi, Dehli,1915 baskisi, sy,86.not:1;MUHAMMED Hamidullah; Kuran-i kerim tarihi ,sy;108 ) Ehlisünnet İnancının temel kabullerine göre,sahabelerin tümü MUKTEDA BIH ( Kendisine uymak dinen caiz olan müctehid ) Durumunda olduklarından, her birinin fetvasıyla ibadet geçerlidir. Buna göre Selman in uygulaması başka hiç bir kanıt aramaksızın, Fatiha nin çevirisi ile ibadet edilmesini sağlamaya yetecektir. Nitekim Hanefi fıkıhçılar Fatiha nin çevirisi ile Namazın geçerliliğine HÜKMEDERKEN sürekli bicimde Selman in uygulamasına atıf yapmışlardır. SAFII FAKIHI MUHAMMED B. Abdurrahman ed-DIMASKI nin eseriden Konuyu ustalıkla özetleyen bir kaç satiri vermek istiyorum: IMAM-I AZAM EBU HANIFE söyle demiştir: Namaz kılan kişi isterse Arapça özgün metni okur, isterse Farsça çevirisini. Ebu Hanife nin Baş öğrencilerinden olan İmam Ebu Yusuf ve İmam MUHAMMED söyle demişlerdir: Eğer fatiha yi Arapça metninden güzel okuyabiliyorsa Başka bir şeyi veya fatiha nin çevirisini okuması yeterli olmaz. Ama eğer Arapça metni güzel okuyamıyorsa, Fatiha nin kendi dilinden çevirisini okur. Bu da onun için yeterli olur. (Dimaski, MUHAMMED b. Abdurrahman; Rahmetu'l-Umme fi Ihtilafi'l-Eimme, Kiraatu's-Salat Bahsi ) Hanefi Fıkhının babası ve birinci derecede söz sahibi olan Imam-i Azam ın Kuran tercümesi ile ibadet meselesindeki Görüşleri ACIK ve KESINDIR : Arap dilini bilen ve Kuran ı güzel bir telaffuz ile okuyabilenler de dâhil, namazda Fatiha yı tercümesinden okuyan herkesin namazı geçerlidir. Büyük imam ın Bu fetvası herhangi bir mazeret veya zaruret kaydına bağlanmamıştır. Mutlak ve genel bir FIKHI görüştür.BIR GENEL FETVADIR. İmamı Azam ın bu fetvasına göre, bir Müslüman örneğin Arap asıllı olsa veya Arapçayı öğrenip güzelce okuyabilse dahi, Kuran ın çevirisi ile namaz kılabilir. Bunu yapabilmesi için kendisinden bir Mazeret istenmez. İmamı Azam Görüsünün Hanefi FUKAHASINCA ayrıntılanan gerekçesi söyle özetlenir. Kuran kâğıtlarda Yazılmış ve bizim Okuduğumuz Lafızlar değildir. Esas kuran o lafızların taşıdığı manadır ki, bir kelam-i nefsi ( ALLAH ın zati ile var olmaya devam eden söz ) olarak kalıptan kalıba dökülür. O kalıplar sonradan yaratılmış ( Muhdes ) Varlıklardır. Oysaki esas Kuran, MAHLÛK olmayan bir manadır. Hiç kuskusuz O,öncekilerin Zübürlerinde de vardı ( Şuara suresi,42 ) Buyrulması da bu gerçeği gösterir. O halde esasi itibari ile mana olan KURAN ı Arapça lafız yerine, başka lafızlardaki çevirisinden Okumak mümkündür. “Kaldı ki çeviri ile namaz kılmaya cevaz veren mutlak müçtehid sadece İmam-ı Âzam değildir. Tâbiûn nesli bilginlerinin tartışmasız hocası ve önderi olan ve tüm alanlarda müçtehid ve otorite kabul edilen Hasan el-Basrî (ölm. 110 / 728) ile Sûfî-bilgin Habîb el-Acemî de (öl. 120 / 737) bu konuda imamı Âzam gibi düşünmektedir. Ensarî (Abdülali Muhammed b. Nizamuddîn), Fevâtihu’r- Rahamût adlı eserinde bize şunları söylüyor: “Mazeret halinde Kur’ân tercümesi ile namaz kılmak konusunda imameyn (İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) de İmam-ı Âzam’la aynı görüştedir. Velilerin ve âriflerin tacı, tarikat silsilelerinin halkalarından biri ve muhaddislerle (hadis ilmi ile uğraşanlarla), müçtehidlerin baş tacı Hasan el-Basrî’nin yakın dostu Habîb el-Acemî, Arapçaya dili çok yatkın olmadığı için namazlarında Kur’ân’ın Farsça tercümesini okurdu. Şimdide ana dilde ibadete karşı çıkan düşüncenin bu fikre karşı ne söylediklerine bakalım. İmam-ı Azam’ a, İran’ da yaşayan ve kitle halinde Müslümanlığı seçen bir topluluktan şöyle bir talep gelir. Biz Müslüman olduk ancak Arapça bilmiyoruz. Kendi dilimizde ibadet edebilir miyiz? Büyük İmam şu fetvayı verir: Orijinal metinlerini ezberleyene kadar kendi dilinizde ibadet edebilirsiniz. Cevap gayet açık ve nettir. İmam-ı Azam, anadilde ibadet konusuna ancak böyle bir durumda; o da orijinal metnin ezberlenmesine kadar ruhsat vermiştir.Bunun dışında, anadilde ibadet konusunda bir ruhsat yoktur. Bir başka düşüncede fikrini söyle anlatıyor. Öncelikle ibadetten kastın ne olduğunu ifade etmek lâzım. Eğer kişi dua edecekse bunu ana dilinde yapmasında hiçbir beis yoktur. Yalnız Arapça dua makbul olsaydı, pek çok insanın Allah’a sığınma ihtiyacı karşılanamaz, Arapça öğrenemeyenler dua gibi büyük bir hazineden mahrum kalırlardı. Bu durum elbette hikmet ve hakikate muhalif olacağından, her dilde dua edilmesi caizdir. İmanı elde eden insan mânisiz, müdahalesiz, engelsiz; her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde rahmet hazinelerinin maliki ve mutluluk definelerinin sahibi olan ezel ebed padişahının huzuruna girip ihtiyaçlarını arz edebilir; dua vesilesiyle Allah’ın nihayetsiz rahmetini bulup, sonsuz kudretine dayanarak mükemmel bir ferah ve süruru kazanabilir. İşte bu kapı Almanca ile de açılır, Fransızca ile de açılır, Felemenkçe ile de Türkçe ile de açılır. Madem öyledir; o hâlde namazı da anadilimizle kılalım, namaz surelerini Türkçe okuyalım denilirse bu son derece tehlikelidir, İslâm’ın ruhuyla ters düşmektir, daha açık ifadeyle bidâtttır, sapıklıktır. Yukarıda sizlere naklettiğim ana dilde ibadeti kabul eden ve kesinlikle karşı çıkan iki düşünceyi okuduk. Doğrusu bizler ne yazık ki aklı bir kenara koyup, beşerin rivayetleri ne göre iman etmeyi daha uygun görmüş ve kur’an ne söylüyor rahman ne anlatıyor diye çok fazla merak etmemişiz. Ana dilde ibadete karşı çıkan düşüncenin verdiği örnek düşündürücüdür. İmamı Azamın geçici olarak ana dilde ibadetini normal gören, fakat daha sonra Arapçayı öğrenme mecburiyeti getirmesini normal karşılayan düşünceyi, bana göre iyi analiz etmeliyiz. Acaba bir beşer, bu her kim olursa olsun. Rabbin vermediği bir ruhsatı, izni geçici olarak kullanabilir ve bunu geçici meşru kılabilir mi? Gelin bu konuyu yukarıdaki bilgiler ışığında değil, Rabbin rehberinden yola çıkarak anlamaya ve düşünmeye çalışalım. Çünkü yukarıdaki rivayet ve hadis bilgileri dâhil, yani ana dilde ibadete onay veren bilgilerde, karşı çıkan düşüncede beşerin nakil yoluyla ilettikleridir. Her iki düşüncede yanlış olabilir, yada doğru olabilir, çünkü en emin yol KUR’AN dır. Bizler kesin kanıtları, delilleri ne olursa olsun Allah ın rehberinden aklımızla, mantığımızla bulmalıyız. En doğru yolda budur. Kur’anı anladığı dilde okuyan bir insan, Rabbin ayetleri sonunda onlarca ayetinde, bizleri söylediği ayeti düşünmemizi, akıl yoluyla mantığımızı kullanmamızı emreder. Yani ben ayetleri indirdim, koşulsuz inanacaksın demek yerine, sözlerimi okuyun, düşünün aklınızı kullanın der. Bunu söyleyen Rahman tüm yarattığı kullarının kendi ana dilinde, indirdiği kur’anı okumasına karşı çıkar mı? Bundan dolayıdır ki bizler, İslam dini için, AKIL DİNİDİR DERİZ. Gelin bizde böyle yapalım ve bu konuyu bizzat kendimiz rabbin rehberinden yola çıkarak, acaba Allah ana dilde ibadet etmemize izin veriyor mu, bunu anlamaya çalışalım. Bildiğiniz gibi Allah ın ilk emri okumaktır, peki nasıl okumak diye bir soru gelir hemen akla. Bakın Allah nasıl okumaktan bahsediyor. Bakara 121: Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Allah acaba bizlere gönderdiği kitabı gereği gibi okumakla, neyi kastediyor olabilir. Çünkü ona iman edenlerin onu gereği gibi okuyacaklarını söylüyor. Bizler çocuklarımıza ders çalışmaları konusunda uyarırken, ne söyleriz? Oğlum ya da kızım, elindeki kitabı gereği gibi oku, yani anlayarak oku aklın başka yerde olmasın. Öğretmenin soru sorduğunda doğru cevap veresin diye uyarırız çocuklarımızı. Hemen düşünelim, bizler KUR’ANI gereği gibi yani anlayarak, tüm ayetler arsında bağlantıyı kurup, Rabbin ne söylediğini, bizlerin nasıl bir insan olmamız gerektiğinin tebliğini anlayabilmemiz için hangi dilden okumalıyız? Arapça dersek, biz Arapça bilmiyoruz, bu durumda gereği gibi okumamız mümkün değil. Günümüzde hatırlayınız kurslarda kur’anı okumasını öğretiyorlar, acaba gereği gibi mi okuyoruz dersiniz? Demek ki gereği gibi okumak ve anlayabilmek için anladığımız dilden okumamız şart. Şimdide Nisa suresi 82. ayete bakalım. Nisa 82: Kur'an'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başka birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı. Allah çok açık ve net bizlerin kur’anı anladığımız dilden okumamız istiyor. Yoksa kur’anı iyice okuyup düşünmüyorlar mı der mi? Anlamını bilmeden okuyan ayetler hakkında nasıl düşünsün ve anlasın. Bir örnek daha vermek istiyorum sanırım bu ayet hepsine bedel. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Yüceler yücesi Allah size rehber olsun diye indirdim dediği kitap tan, huzuruma geldiğinizde hesap soracağım diyor bizlere. Bu durumda Allah kur’anı nasıl okumamızı istiyor olabilir? Tabi dikkatle okuyup, anlayarak okumamızı istiyor. Buda anladığımız dilden okumakla olur. Bunun tersini nasıl düşünür de savunuruz? Şimdide şunu düşünelim, acaba kur’anın vermek istediği bilgiler, sözcüklerinde mi, yoksa manasında mıdır? Allah yemin ederek kolaylaştırdım diyorsa, açık ve anlaşılır gönderdim açıklamasını da yapıyorsa, elbette gizli manaları olacak şekilde, herkesin anlayamayacağı bir tarzda göndermesi de mümkün olmayacaktır. Kur’anın başka dile çevrilmeyeceğini söyleyip, kur’an da ki bir kelimenin anlamı, başka hiçbir dilde karşılığının olmadığını söylemek, Rabbin tüm âleme, kâinata, cihana anlayacağı bir kitap göndermemiş demekle aynıdır. Eğer bunu savunursak tüm insanları kur’anın güneşinden, rehberliğinden mahrum bırakmış oluruz ve kur’anın anlatmak istediği manasından, anlamından uzaklaştırıp, Arapçanın dilini kutsamış oluruz, bunu da unutmayalım. Bunun tersini düşünmek, Rabbin adaletini sorgulamak olur. Zor anlaşılır bir kitap gönderip, daha sonra hesap sormak rabbin adaletine asla sığmaz. Bir beşer yazdığı kitabı, tüm Dünya dillerine çevrilebiliyor ve tüm insanlık faydalanıyorsa, Allah katından gelen kitaba her dile çevrilmez, çevrilirse anlamı bozulur demek, KUR’ANIN evrenselliğine balta vurmak olur. Rabbim bundan korusun bizleri. Aslında çok fazla örnek verilebilir, fakat ana dilimizde namaz kılarken ibadet yapabileceğimize dair, apaçık kanıt aşağıdaki ayette sizce çok açık anlaşılmıyor mu? Yazımızın başında ana dilde ibadeti namaz dışında dua ederken savunan kardeşimiz, acaba aşağıdaki ayetlere Rabbimden namazlarında nasıl yardım isteyecek? Bilmediği bir dilde yardım istemesi mümkün olmadığını savunursak, Arapça bilmeyen Allah tan namazla yardım isteyemeyecek mi? Lütfen ayetler üzerinde düşününüz. Bakara 153: Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir. Bakara 45: Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır. Sizlere sormak isterim, eğer namazlarımızda kur’an dilinden başka bir dil kullanılmaz diyor ve bunda iddia ediyorsak, acaba Arap olmayanlar namazlarında nasıl Yüce Rabbimden yardım dilesin? Şimdi birisi çıkıp şöyle diyebilir. Nasıl dua edileceğine dair ayetler var, onları okusun. Doğrudur duaların en güzeline birçok örnekler vardır kur’an da. Bende hemen sormak isterim, acaba Allah böyle bir sınırlama yapmış mıdır? Yani size dua edecek örnekleri verdim, onlarla dua edin mi demiştir? Elbette hayır, Yüce Rabbim her konuda namazla kendisinden yardım istenebileceği kapısını ardına kadar açık bırakmıştır, aklınıza ne gelirse her yardımı Yüce Rabbimden namazla dileyebiliriz, hem de anlayarak, bilerek, huşu ile. Yüce Rabbin koymadığı bir yasağı kimse koyamaz. Bizler Yüce Rabbin ruhundan bir parçasıyız, onun lisanı yoktur. Bizlerin içinden geçirdiğimizi, isteklerimizi dili bir kenara bırakın manen zaten bilir. Biz insanlar sözcüklere muhtacız, ama rahman muhtaç değildir. Lütfen artık İslam ı şahlandıralım. Kur’anı duvara asılacak bir kitap olmaktan çıkarıp, anlayarak okuyalım ve anlayarak namazlarımızı kılıp, Yüce Rabbimden niyazda bulunalım, ondan yardım isteyelim. Allah o günkü topluma bakın eğer ben size Arapça bir kur’an indirmeseydim, bana şunları söyleyecektiniz diyor. Fussilet 44; Eğer biz onu başka dilde bir Kuran yapsaydık onlar mutlaka, "Onun ayetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?" derlerdi…. Allah ayetlerini o kadar güzel açıklıyor ki, tabi anlayana anlamak isteyene. Allah size Arapça kur’an indirmeseydim, bana itiraz edip sitem edecektiniz diyor. Ayetleri açıkça anlaşılır göndermeniz gerekmez miydi, biz Arap toplumuyuz ve peygamberimiz Arap, ama siz başka dilde bir kitap mı gönderdiniz diyecektiniz diyor. İşte Allah ın Arapça bir kur’an göndermesinin nedeni bu dostlar, daha açık nasıl söylesin Yüce Rabbim? Ana dilde ibadet yapmanın günah olduğunu söyleyenlere, namazda Allah tan kendi dili ile yardım isteyemeyeceğini söyleyenlere, aynı mantıkla şunu sormak isterim; Arapça bilmeyen bir Türk toplumu ve Arapçadan başka dile çevrilmeyen bir kitap ve Rabbim anlamadığımız bir dilden bir rehber gönderip, daha sonrada bizi bu kitaptan mı hesaba çekecek? Sorduğum soruyu herkes kendi nefisine sormalıdır. Kur’an ile irtibatı olanlar, onun rehberliğinden güneşinden istifade edenler, eminim ki bu sorunun doğru cevabını verecektir. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Günümüz de bizler, İslam ı nasıl anlamaya çalışıyor ve yaşıyoruz hiç düşündünüz mü? Kendimizden bir emek harcıyor da kur’anın rehberliğinden faydalanıyor muyuz dersiniz? Bu soruyu önce kendimize soralım. Alacağımız cevap çok önemli. Eğer kendimiz bir çaba göstermiyor da, Rabbin rehberinde neler yazıyor hiç farkında değilsek, sanırım gittiğimiz yolun Allahın doğru yolu olduğunu bilemeyiz. Bizlere, sen okusan da kur’andan anlayamazsın denmişte bizler onlara inanmışsak, zaten kur’an ile temasımız kesilmiş demektir. Kur’anı anlayarak okumak günahtır diyorlarsa, şunu sakın unutmayınız, birileri bizden bir şeyler saklıyor demektir. Allah sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, Rabbim anlaşılması zor bir kitap asla göndermez. Yemin ederek birçok kez tekrarlayıp, bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa Rabbim, gelin beşerin sözlerine değil, RABBİN SÖZLERİNE İNANALIM. Bizler günümüzde ne yazık ki, İslam dinini kur’an dan değil, geçmiş çağlarda insanların kur’andan ne anladıklarını okuyarak anlamaya çalışıyoruz. Rabbim her çağa hitap eden bir rehber göndermiş ise, bu kitabın anlatmak istediklerini de yine yaşadığımız çağa göre, yaşadığımız şartların getirdiği sorunların paralelinde, onu anlamamız gerekmektedir. Sizlere bu konu ile ilgili çok güzel değerlendirmesi olan, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi olan, Prof. Dr. Yunus Vehbi YAVUZ Hocanın, bir yazısından alıntı yapmak istiyorum. Gerçekten günümüzde bizler, İslam dinini nasıl anlamaya çalışıyoruz ve nasıl bir yol izliyoruz, bu konuda bana göre çok yerinde, isabetli tespitlerini hiç yorum yapmadan sizlere naklederek, faydalanacağınızı umuyorum. (Kanımca, Kur’an’ı anlamak, onun engin mesajlarını algılamak bugün ve her gün yaşayan insanların en önemli meselesidir. Çünkü Kur’an sadece Müslümanlara değil, tüm insanlara gönderilmiş ilahî bir kitaptır. Fakat özellikle ona inanan Müslümanların çağa göre ondan mesaj alması çok büyük bir önem arz ediyor. Biz geleneksel bir anlayış çerçevesinde Kur’an’ı bugün anlamıyoruz, belki bizden öncekilerin ondan ne anladıklarını anlamaya çalışıyoruz; yine biz Kur’an’dan yararlanmıyoruz, belki öncekilerin yararlandıklarından yararlanmaya çalışıyoruz. Bunun anlamı şudur: Biz Kur’an’ı çağımıza göre anlamıyoruz, ondan yararlanmıyoruz. Başka bir ifade ile biz Kur’an’ı anlamıyoruz, onu başkalarının kafası ile anlıyoruz, yani düşünmeksizin anlamaya çalışıyoruz. Başkalarının Kur’an’ı tarihte nasıl anladıklarını anlıyoruz da onun için anlayamıyoruz; başkalarının anlattıklarını anlatıyoruz da onun için anlatamıyoruz; onun için ondan yararlanamıyoruz. Bunları anlamak da anlamaktır, yararlanmak da yararlanmaktır, fakat çağdaş bir anlama, çağdaş bir yararlanma değil, belki tarihteki olguların hikaye edilmesi, bugünün toplumlarının idrakine sunulmasıdır. Bunun pratikte büyük bir yararı olmasa da tarihî bir değeri vardır. Bundan ancak, ilim adamları istifade eder, değerlendirmeler yaparak günümüzde nasıl anlamamız gerektiği noktasında bizlere ışık tutar. Oysa, Kur’an’ı anlamak, onun anlattıklarını anlamaktır; onun verdiği mesajları almaktır, yoksa başkalarının aldığı mesajı almak, anladığını anlamak, ya da anlatmak değil. Kur’an’ı anlamak onun mesajı ile çağ arasında kuvvetli bir bağ kurmaktır. İşte tefsir kitapları bize başkalarının Kur’an’dan ne anladıklarını anlatmakta; tefsir âlimlerinin yaşadıkları çağda Kur’an’dan anladıkları mesajı yansıtmaktadır. Yine Kur’an’dan yararlanmak, öncekilerin yararlandıklarından yararlanmak değil, onun mesajlarını çağımızın ihtiyaçlarına göre aklederek ondan yararlanmaktır. Kurtuluşu yakalayabilmek için, biz Kur’an’ı ölülere değil, dirilere okumalıyız; ölmüş kalpleri Kur’an’ın diriltici nefesleri ile diriltmeliyiz; biraz da bu ilahî mesajı kendimiz yararlanmak için, çağımızın sorunlarına çözüm aramak için okumalıyız. Asırlarca biz, Kur’an’ı anlamadan çok okuduk, biraz da anlayarak okumaya çalışmalıyız. Bugüne kadar kul kitaplarını Allah’ın kitabının önüne alarak hep onlardan yararlanmaya çalıştık, artık biraz da Allah’ın Kitabını öne alarak ondan yararlanmaya çalışmalıyız. Bilmeliyiz ki, bizi ayağa kaldıracak olan kitap Kur’an’dır. Kur’an kendini savunan kitaptır. Onun savunmaya , propagandaya, korunmaya ihtiyacı yoktur. Olsa olsa kullar Kur’an’ın tanınmasına hizmet edebilirler. Kur’an’a hizmet çerçevesinde kul olarak bize düşen görev Kur’an ile toplum arasında oluşan duvarları yıkmak, Kur’an güneşi ile bu dünya hayatı arasındaki kara bulutları dağıtmaktan ibarettir. Tabiri caiz ise, bizim görevimiz, güneşi insanlara göstermektir, onu savunmak değil. Bunu yapabilirsek kendimizi bahtiyar sayabiliriz. ) Yukarıdaki gerçekler, günümüz İslam yaşamının apaçık tespitleridir. Bu güzel açıklamalarından dolayı, bu yazıyı kaleme alandan, Allah binlerce kez razı olsun. Rabbin ayetinde söylediği gibi, gözlerde perde yoksa gönül ve kulaklar mühürlü değilse, kur’anın ışığını, parıltısını kesinlikle görecektir kullarım diyor. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'AN MI TEMEL BELİRLEYİCİDİR, HADİSLER Mİ? Şükrü Hüseyinoğlu Rabbimiz tarih boyunca çoğu defa birbirine karıştırılan hakla bâtılın arasını açmak üzere çeşitli dönemlerde insanlar arasından elçiler seçmiş ve onlara insanların tâbi olmaları gereken ölçüleri vahiy etmiştir. Hz. Muhammed, hidayet önderi olarak seçilen son elçi, ona bildirilen Kur’an vahyi de vahiy halkasının son temsilcisi olmuştur. Hz. Peygamber ve beraberindeki ilk nesil, tüm benlikleriyle, âlemlerin Rabbi yüce Allah’ın insanlığın kurtuluşu için yeryüzüne saldığı son ip (Hablullah) olan Kur’an’a yönelmiş, tasavvur ve şahsiyetlerini onunla inşa etmişlerdir. “Onlara bir ayet getirmediğin zaman: ‘Sen onu derleyip-toplasana' derler. De ki: Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir, iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.” (A’râf 7 / 203) Kur’ani beyanında ve benzeri birçok ayette de ifadesini bulduğu üzere Hz. Peygamber, kendisine vahyolunan Kur’an’a tâbi olmaktan, onun hükümlerini pratize etmekten başka bir şey yapmıyordu. Hz. Aişe validemizin, kendisinden Hz. Peygamber’i anlatmasını talep edenlere “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’an’dı”[1] şeklinde cevap vermesi de bu gerçeğin ifadesinden başka bir şey değildi. Hz. Aişe, Allah Resulü’nün (a. s.), Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş hali olarak yaşadığını çok iyi bildiği için, Allah Resulü’ne herhangi bir söz nispet edildiğini işittiğinde hemen o sözü Kur’an’ın süzgecinden geçirir, Kur’an’ın ölçüleriyle örtüşmeyen rivayetleri kesin olarak reddederdi. Bedruddin ez-Zerkeşi’nin kaleme aldığı ve Hz. Aişe’nin Kur’an’a aykırı bulduğu için reddettiği rivayetlerden örneklere yer verdiği “Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler” adlı kitabı[2], bu konuda önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır. Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber adına Kur’an’a aykırı sözler uydurulmasına geçit vermeyen Kur’an merkezli bu titiz tutumu sonraki dönemlerde Müslümanlar arasında hep yaşatılmakla birlikte, özellikle hicri 2 ve 3. yy’larda hadislerin tedvini sürecinde hadis rivayetlerinin Kur’an’a arzını önceleyen metin tenkidi yöntemi yerine, sened zincirlerinin incelenmesine dayalı sened tenkidi yönteminin öne çıkarılması, bu alanda Kur’an’ın hakemliğini önemli ölçüde devre dışı bırakan bir gelişme olmuştur. Bu yöntem değişikliğiyle birlikte, hadis rivayetlerinin Kur’an’la örtüşüp örtüşmediği değil, hadis ravilerinin güvenilir olup olmadıkları üzerinde yoğunlaşılmaya başlanmış, bu da gerek farklı fırkaların iyi niyetlerle hadis uydurma tutumunun, gerekse muharref kültürlere mensup kötü niyetli kimselerin Müslüman görüntüsü altında hadis uydurmaya yönelmesinin önünü açmıştır. Bu büyük kırılmaya bir de Şafii’nin hadisleri de Kur’an gibi vahy ürünü olarak gören ve böylece Kur’an’ın hakemliğini/belirleyiciliğini buharlaştıran yaklaşımının giderek genel kabul halini alması eklenince, hadis kültürü tamamen Kur’an’ın kontrolü dışına çıkartılmış, “yürüyen Kur’an” olan Allah Resulü adına Kur’an dışı bir kültür ve din anlayışı oluşturulmasına zemin kazandırılmıştır. Böylece Kur’an temel belirleyici olmaktan çıkarılmış, hadis rivayetleri Kur’an’a arz edilecek ve hadis rivayetleri Kur’an’la değerlendirilecek yerde, yer yer apaçık Kur’an ayetleri hadis rivayetlerine tâbi kılınmaya çalışılmış, böylece İslam’ın yapısı tamamen ters yüz edilmiştir. Bu söylediklerimizi somut bir örnekle açmak istiyoruz. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa’nın akıbeti ile ilgili şu apaçık beyanlarda bulunmuştur: “Onlar hileye başvurdular, Allah da onların tuzağını boşa çıkardı. Allah hileleri boşa çıkaranların en hayırlısıdır. O zaman Allah şöyle dedi: Ey İsa, şüphesiz ki seni öldüreceğim, seni kendime yükselteceğim ve seni inkârcılardan temizleyeceğim. Hem sana uyanları, kıyamete kadar o küfredenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz banadır, ayrılığa düştüğünüz hususlarda aranızda hükmedeceğim.” (Âl-i İmran 3 / 54 – 55) “Ve Allah demişti ki: Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrı edinin' dedin?. Hâşâ, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin, sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaybları bilen yalnız sensin, sen. Ben onlara sadece, senin bana emrettiklerini söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. Aralarında olduğum müddetçe onlara şahit idim, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen yalnız sen oldun. Sen her şeyi görensin.” (Maide 5 / 116-117) Kur’an’da Hz. İsa’nın vefat ettiği bu şekilde apaçık ifadelerle bildirildiği halde, tarihsel süreçte Ehl-i Kitab’ın muharref kültürünün hadis uydurmacılığı yoluyla Müslümanlar arasında yaygınlaştırılmasıyla, Hz. İsa’nın ölmediği ve kıyamet öncesi yeniden yeryüzüne gönderileceği inançları ortaya çıkmış ve yerleşik hale gelmiştir. Müslümanların bu konudaki inançlarını Kur’an’ın apaçık beyanları yerine, önemli ölçüde kaynağı muharref kültürlere dayanan rivayetler oluşturur olmuştur. Tefsir yazarı Elmalılı M. Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’an Dili” adlı ünlü tefsirinde, Âl-i İmran Sûresi 55. ayeti şu şekilde yorumlamaktadır: “Teveffi kelimesi, ‘vefa’ mastarından alınmış olarak esas lügat ta ‘ıstıfa’ gibi tamamen kabzedip almaktır. Fakat ruh sahiplerine ve bilhassa insanla ilgili olduğu zaman vefat ettirmek, yani eceline yetiştirip ruhunu almak manasında açık ve meşhurdur. Buna göre bir delil bulunmadıkça, başka bir mana ile tevili caiz değildir. Fakat burada mekir manasıyla ilgisi bulunmak üzere Nisa Suresi’nde “Onu öldürmediler ve asmadılar, fakat (öldürdükleri) kendilerine (İsa’ya) benzetildi” (Nisa 4/154) ayeti onların Mesih Meryem Oğlu İsa Peygamberi öldüremediklerini ve asamadıklarını ve fakat şüpheye düşürüldüklerini açıkça beyan etmiş, Hz. Peygamber’den de: “İsa ölmedi, kıyamet gününden önce size dönecektir” hadisi şerifi de varid olmuş bulunduğundan buradaki ‘seni öldüreceğim’ kelimesinin, az çok zahir dışı bir mana ile tevil olunması gerekmiştir… İslam inancında İsa vefat etmemiştir ve fakat kıyametten önce vefat edecektir. Demek ki İsa’nın son hali de budur.”[3] Görüldüğü üzere ortada apaçık Kur’ani beyanların bulunduğu bir konuda bile, bu Kur’ani beyanlar yerine konuyla ilgili hadis rivayetleri temel belirleyici kılınmış ve Kur’an’ın apaçık beyanları hadis rivayetleri yönünde tevile tâbi tutulmuştur. Oysa doğrusu, Kur’ani beyanların hadis rivayetlerine göre tevili değil, hadis rivayetlerinin Kur’an’a arzı ve Kur’an’la sağlamasının yapılmasıdır. Başta da belirttiğimiz gibi Hz. Aişe’nin yaptığı tam da buydu. Müslümanlar olarak, yeniden Kur’an’a yönelmek, Kur’an’ı bilgi, akide ve amelimizin merkezine yerleştirmekten başka çıkar yolumuz yoktur. Hz. Peygamber’i ve onun sünnetini doğru anlamak ve muharref kültürlerin sızmalarına karşı sünneti asli haliyle muhafaza etmek de, Kur’an’a yönelmekten ve Kur’an’ı temel belirleyici/hakem kılmaktan geçmektedir. Tarihsel süreçte yaşanan kırılmaları ve alt üst oluşları başka türlü tamir etmek mümkün değildir. [1] Muslim, Salatu’l-Musafirin, 139 [2] Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, Bedruddin ez-Zerkeşi, Kitabiyat Yayınları [3] M. Hamdi Yazır, Hak dini Kur’an Dili, C. 2, Sh. 371–372, 375–376, Azim Dağıtım
-
BAKARA SURESİ 42. AYET VE GÜNÜMÜZDE YAPTIĞIMIZ YANLIŞLAR.
halukgta şurada cevap verdi: halukgta başlık İslam ve Şeriat
Değerli arkadaşım aslında sizin söylediklerinize kısmen katılıyorum. Çünkü siz İslam dinini sorgulanamaz söylenenlerin aklın süzgecinden geçirilemez, katı bir din olarak günümüzde yaşadığımız İslamı görüyorsunuz. Eğer bizlere yaşattırılmaya çalışılan İslam, Allah ın emrettiği sorgulanamaz ve düşünmeden iman edilen bir din olsaydı size tamamen katılırdım. Gerçek İslamı beşerin kitaplarından değil, bizzat Rabbin kitabından öğrenmeye çalışırsak, bizlere öğretilmeye çalışılan din ile hiç benzemediğini göreceksiniz. Benim de amacım bu zaten. Toplumu kur'anı anlayarak okumaya davet etmektir okadar. İslam yaşamın, hayatın gerçeklerinden bahseder bizlere. Hayatı gerçekten doğru yaşamak isteyene aklın, mantığın kabul edeceği emirler verir, aklın mantığın kabul edeceği kurallar koyar. Allah ayetini gönderdikten sonra buna düşünmeden uyacaksın demez. Bakın ayetlerin sonunda Allah ın bizleri nasıl düşünmeye, aklımızı çalıştırmaya yönlendirdiğini ve daha sonra iman edilmesini nasıl istediğini görelim. Bakın Rabbim ayetlerin sonunda ne diyor bizlere? ( Hâlâ düşünmüyor musunuz?", Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz, Öğüt alan yok mudur, Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var, Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz. Saygıyla ürperene bir hatırlatma/düşündürme/öğüt verme olsun diye indirdik.(Kuranı) Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Biz benzetmeleri insanlar için yapıyoruz ki, inceden inceye düşünebilsinler. Düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak. Dileyen onu düşünüp öğüt alır.) Sizce bu sözleri söyleyen Rabbim düşünmeden iman edinmi diyor? Siz dinsel değerlerin akılla, mantıkla açıklanamaz olduğunu söylemişsiniz. Allah ın varlığını görme duyumuz haricinde akılla mantıkla açıklayabilirsiniz, çünkü kur'an aklın mantığın ürünüdür. Hiçbirşey yoktan var olamaz. Bir yaratanı vardır. Bu araba olur ev olur Ya da bir makina. Yaşadığımız mekanda Dünyada birgerçektir eserin sahibi mutlaka vardır. Bu şaşmaz düzeninde bir yaratıcısının olmaması aklın onay vereceği bir düşünce değildir. Kur'anın yaratmak istediği düşünceyi bizzat kur'andan öğrenmeye çalıştığımızda, aklın onay vermeyeceği hiç Bir şey bulamazsınız, tabi günümüzde bizlere öğretilen dini sorguladığımızda, aklın kabul edeceği hiç bir şey bulamazsınız ne yazıkki. İşte benim de amacım bu tezatlığı gösterebilmektir. Yani bizlere din diye sundukları inancın hurafelerle, beşeri ilavelerle doldurularak, Allah ın dininden saptırılmış bir halde olduğunu toplumun görmesini sağlamaktır amacım. Sizden bir ricam olacak, hangi dinden olursanız olun, Ya da hiçbir inancınız olmasın isterseniz, bu söylediklerimin doğruluğunu anlayabilmeniz için, başucunuzdan anladığınız dilden KURAN ı eksik etmeyin, arasıra bakın ama dikkatle okuyun, farklı meallerden karşılaştırın ayetleri ki doğru anlayabilesiniz. Bazı mealler gerçekten kasti olarak geleneksel İslamın uydurmalarına delil olması için saptırılıyor. Bunu yaparken birilerinin söylediği gibi abdest almanıza gerek te yok. Birçok kitap okumuşsunuzdur hayatınızda, birde bunu okuyun ne kaybedersiniz. Bakın bir tarafsız olarak Allah ı nasıl doğru anlayacaksınız ozaman. Bu dinin çok kolay ve basit olduğunu fark edeceksiniz. Hiçbir mantıksız bilgiye onay vermediğini fark edeceksiniz. Size şunu söylemek isterim. Kafanıza takılan bir konuyu düşünün size öğretilen din adına. Bu konuyu başkasına sormadan, açın kur'ana danışın yani dikkatle okuyun. Bakın bu mantıksızlığın karşısında olduğunu göreceksiniz kur'anın ve diyeceksiniz ki, peki bu insanlar bu kadar açık yazdığı halde nasıl olurda tersine inanırlar. İşte ozaman sizede bir görev düşecek ve toplumu kur'ana davet etmeye çalışacaksınız inanın. En güzel günlerin sizlerin olmasını dilerim. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK- 3 cevap
-
- BAKARA SURESİ 42. AYET
- Araf suresi 3
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
BAKARA SURESİ 42. AYET VE GÜNÜMÜZDE YAPTIĞIMIZ YANLIŞLAR.
halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
Sizlere bugün hatırlatmak ve üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayet, bakara suresi 42. ayet olacaktır. Allah gönderdiği ayetlerini üzerinde düşünmemizi, akıl yürütmemizi ister bizlerden. Gelin bizde Rabbin emrettiği yoldan bu sözleri anlamaya çalışalım. Bakın Yaratan Bakara suresi 42. ayette ne diyor. Bakara 42: Hakkı batılla karıştırıp da, bile bile hakkı gizlemeyin. Bu sözler üzerinde düşünelim önce, hak olan nedir? Sanırım hepimiz hak olanın KUR’AN olduğunu söyleyeceksiniz. Çok doğru gerçekten hak olan, Rabbin elçisi tarafından bizlere rehber olsun diye gönderdiği KUR’ANDIR. Şimdide bu düşüncemizi destekleyen yani hak olanın ve bizlerin sarılması gereken kitabın yalnız ve yalnız KUR’AN olduğunu söylediği, diğer ayetlerden birkaç örnek hatırlayalım ve bu ayetlerden ne gibi dersler çıkarmalıyız onu anlamaya çalışalım. Bakara 2: Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır. Bakara 121: Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır. Furkan 1: Furkan’ı âlemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir. Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Araf 170: Kitap’a sımsıkı sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin mükâfatını zayi etmeyiz. Yukarıdaki ayetleri dikkatlice düşünelim şimdide. Allah kur’an için, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır diyor. Demek ki Kur’an gerçek iman edenler için, yol gösterici bir kitap olduğu çok açık. Bakara 121 ayeti tekrar hatırlayalım ki, daha iyi anlamaya çalışalım. Bakın Rabbim gerçek iman edenler kimlerdir diyor. Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Şimdi hemen hatırlayalım ve çok iyi düşünelim. Gereği gibi okumak ne demektir? Anlamını dahi bilmeden okumak, sizce gereği gibi okumak mıdır? Demek ki bizlerin yaptığı en büyük yanlış, gereği gibi okumadığımızdan kaynaklanıyor. Yine hatırlayalım bizlere günümüzde, siz kur’anı okusanız bile anlayamazsınız demiyorlar mı? Ama bakın Rabbim tam tersini söylüyor ve gereği gibi okuyanların anlayacağını belirtiyor. Ayeti daha dikkatli anlamaya çalıştığımızda, Rabbim KUR’ANI gereği gibi okuyan, dikkat edin Rahman burada bizzat şahsa, kişiye yani direk kuluna sesleniyor ve o kitabı gereği gibi okuyan onu anlamaya çalışanlar, GERÇEK İMAN EDENLERDİR DİYOR. Şimdi sormak isterim, biz böylemi yapıyoruz? Yani KUR’ANI GEREĞİ GİBİ ANLAYARAK BİZZAT OKUYORMUYUZ? Allah bizleri affetsin, bırakın anlayarak gereği gibi okumayı, okumaya çalışanları da engelliyoruz. Sen kur’andan anlayamazsın diyerek ondan uzaklaştırıyoruz. Daha sonrada ellerimizi Rabbim e açıp, ondan yardım diliyoruz. Şimdi bu durumda kendimize soralım BİZLER GERÇEK İMAN EDENLERMİYİZ DERSİNİZ? Bu sorunun cevabını herkes kendi nefsine verecektir, çünkü bunu yalnız RABBİM BİLİR. Muhammet suresi 2.ve 3. ayetleri çok ama çokkkkkkk dikkatle anlamaya çalışalım. Bakın Yüceler Yücesi rabbim daha açık nasıl söylesin sizce. Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. Sizce Rabbim bu sözlerde ne anlatıyor bizlere. Peygamberimize hak olarak indirilen KUR’ANA inananların günahlarını Allah örtmüştür ve hallerini düzeltmiştir diyor. Peki, bizlere dini ve imanımızı yaşamak adına KUR’ANIN yetmeyeceği öğretilmedi mi? Bizlere bunun dışından da birçok dini hükümlerin, peygamberimiz tarafından konduğu söylenerek, ciltlerce dolusu kitaplara da yönlendirilmedik mi? Şimdi yine aynı ayetin devamına bakalım, çünkü burada Rabbim kur’ana uyan insanlar ile batıla uyan insanların ayrımını yapıyor ve bakın ne diyor. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. Bu sözlerden çok şeyler anlamalıyız. Hakka uymanın KUR’ANA UYMAK olduğu çok açık ve net belirtiliyor. Bu ayette bahsedilen o devirde batıla uyan insanlar atalarından gelen inançlardan vazgeçmek istemeyen toplumlar olduğu açıktır. Peki, günümüzde yapılan yanlışları hatırlayalım, acaba bu ayetten alacağımız dersler yok mudur dersiniz, batıla inanç konusunda? Din ve iman adına Hak olan her şeyin kur’an da olduğunu söyleyen Rabbim e inatla, günümüzde KUR’ANDA HERŞEY YOKTUR, İSLAMI YAŞAMAK İSTİYORSAK FIKIH KİTAPLARINADA İHTİYACIMIZ VARDIR. KUR’ANI HERKES ANLAYAMAZ, demiyor muyuz? Atalarımızdan 1400 yıl öncesinden günümüze gelen onca sözleri, hiç dikkatle incelemeden, araştırmadan, kur’an süzgecinden geçirmeden, sırf peygamberimizin sözüdür dedikleri için kabul eden bizler, acaba Rabbin o gün batıla inananlar için söyledikleri, bugün bizler için geçerli değildir diyebilir misiniz? Lütfen düşünün Rabbim nasıl bir yolu izlememiz gerektiği konusunda anahtarı elimize vermiş, fakat biz inatla o anahtarı elimize almak istemiyoruz. Sizce şu sözleri söyleyen Rabbim bizlerin yöneleceği kitabın anahtarını vermiyor mu? Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Bu sözleri söyleyen Yüce Rabbim, sizleri kur’andan sorumlu tutuyorum, ondan imtihan edeceğim dedikten sonra, acaba bizleri kur’anın dışından da, bugün söyledikleri gibi ciltlerce dolusu kitaplara ve velilerin sözlerinden de sorumlu tutar mı? İşte bizler İslam ı böyle yaşıyoruz. Doğrusu söyleyecek söz bulamıyorum. Yorum ve karar sizlerin, çünkü her insan yaptıklarından bizzat sorumlu tutulacaktır, bunu da hiç ama hiç unutmayalım. Furkan suresi 1. ayetinde, Âlemlere uyarıcı olsun diye indirdim dediği kitaba, sizce bizler her şeyin orada olmadığını söylemekle, ne kadar büyük bir saygısızlık yaptığımızın farkın damıyız? Araf suresi 3. ayetinde Allah açık, seçik Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin demesini hiç mi dikkate alan yok? Allah hem sizlere yol gösteren bir kitap indirdim, size indirdiğime uyun sizleri doğruya ulaştıracak diyecek, ondan sonrada dikkatimizi çekip sakın din ve iman adına VELİLERİN ARDINA DÜŞMEYİN dedikten sonrada, velilere bizi muhtaç bırakacak, öylemi dostlar? Bizler neler söylüyoruz farkında mısınız? Yaptığımızın apaçık sapkınlık ve Rabbim e karşı inat olduğunun halamı farkına varamıyoruz? Bu kadar mı gözler perdeli, gönüller mühürlü? Rabbim bizleri affet ve yardım et ne olursun. Araf 170. ayette Allah Kitap’a sımsıkı sarılanların ve namazı dosdoğru kılanların mükâfatını zayi etmeyiz diyor. Bizler bu sözlerden habersiz olamayız, çünkü elimizde apaçık kur’an duruyor. Bizler bunları okuduğumuz halde neler söylüyoruz? Bu kitapta namazın nasıl kılınacağı dahi yazmıyor diyerek, apaçık iftirada, isnatta bulunmuş olmuyor muyuz? Allah kitaba sımsıkı sarılıp namazı kılın diyecek, ondan sonrada namazın nasıl kılındığını Kur’an da yazmayacak, öylemi dostlar? Lütfen iyi düşünelim, bizlere mezheplerin öğrettiği namazın detaylarını, ilavelerini kur’anda bulamadığımızda, demek ki kur’anda her şey yokmuş demekle, Rabbim e ne kadar saygısızlık yaptığımızın farkına varmamız gerekmiyor mu sizce? Allah size indirdiğim kur’ana sarılın velilerin ardına düşmeyin diyecek, daha sonrada namaz kılmak için, bizleri velilere muhtaç edeceğini nasıl söyleriz, nasıl bunu düşünürüz? Bu nasıl bir mantık ki bunun farkına varamıyoruz? Değerli dostlar yazımın konusu olan bakara suresi 42. ayette, Rabbim bizleri çok açık bir şekilde uyarıyor ve ne diyordu? Hakkı batılla karıştırıp da, bile bile hakkı gizlemeyin. Ne dersiniz, günümüzde hakkı batılla karıştırdığımızın farkın damıyız dersiniz? Yoksa gözlerde perde, gönüllerde mühür mü var? Allahın apaçık söylediği sözlerin üzerinde düşünmeden, Rabbin kur’an bütünlüğünde ne anlatmak istediğini anlamadan, ataların sözlerine delil aramak için kur’ana bakarda kelimelerin peşine düşersek, ancak kendimizi oyalamış oluruz. HAKKI BATILLA GİZLEMEYELİM, YOKSA RABBİN HIŞMINDAN ASLA KURTULAMAYIZ. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK- 3 cevap
-
- BAKARA SURESİ 42. AYET
- Araf suresi 3
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Hüküm veren Rabbim yanlız benim diyor. Din ve iman adına hiç bir beşer, Rabbin vermediği bir hükmü veremez. Peygamberimiz Allah ın verdiği hükümler çerçevesinde, olaylar karşısında kararlar vermiş ve tüm insanlık alemini uyarmıştır. Bunun dışında ki konulara rehberin yani Kur'anın ışığında bakmalıyız, yoksa rabbin yolundan şeytanın yoluna doğru yol alırız. Allah korusun. Tabi birde bu işin farkındaysak, ya farkında değilsek. Şeytanın kucağında olduğumuzu ancak rabbin huzurunda öğreniriz ki, Rabbim cümlemizi bundan korusun. Her insan istediğine inanmakta özgürdür. Çünkü herkez hesabını tek başına verecektir. SAYGILARIMLA Halukgta
-
Allah kullarını yaratırken, özgür iradesi ile onu baş başa bırakmış, gönderdiği uyarılar, elçiler ile de onları doğru yolda tutmaya çalışmıştır. Yaratan insanı öyle bir özellikle yaratmıştır ki, bir ben var bende, benden içeri dizelerinin anlatmaya çalıştığı, nefsi ile aklı birbirine adeta hasımdır. Nefsin istediğine genelde akıl karşı çıkmış, aklın önerisine de nefis pek yaklaşma eğilimi göstermemiştir. İşte bu Dünyada imtihanımızın özü budur, neticesi de buna bağlıdır. Nefsimiz mi ağır basacak, yoksa akıl mı? Zorlu bir imtihanın içinde oluşumuzun, bizler hiç farkında olmadan yaşamaya devam ediyoruz. Allah bizlere gönderdiği kitabında aklı ön plana çıkardığı halde bizler, sen ondan anlayamazsın diyenlere inanacak kadar nefsimizin esiri olmuşuz, çünkü Rabbin gerçekleri nefis ile değil, akılla anlaşılacaktır. Bizler kendi menfaatlerimizi, çıkarlarımızı, hem aklın hem de inancımızın hep önünde tuttuğumuz sürece, asla doğru ve mutlu yaşayan bir toplum olamayacağımızın bilincinde olmalıyız. Bizler Rabbin yarattığı insanı, sevmesini öğrenemediğimiz sürece, onun rızasına ve şefaatine de nail olamayacağımızın farkında olmalıyız. Birbirimize katlanmasını bilmiyor, birbirimize güvenmeyip toplumda zıt kutuplar yaratıyorsak, bunun kötü sonuçlarına da katlanmasını bilmeliyiz. Dost, arkadaş, kardeş gibidir. Eğer birbirimize saygımızı, güvenimizi yitirmiş isek, o toplumda ne huzur kalır nede mutluluk. Günümüzde ülkeler artık silahla, topla, tüfekle değil, toplumları birbirine düşürmekle yıkılıyor. Bizler önce birbirimize güvenmesini ve saygı duymasını bilmeliyiz ki, en büyük silaha sahip olalım. ÇÜNKÜ GERÇEK DOST, SİLAHLARIN VE GÜCÜN EN KUVVETLİSİDİR. Sizlere bir hikâye aktarmak istiyorum, bu hikâyeden çıkaracağımız çok ama çok büyük dersler olduğuna inanıyorum. Ben bu hikâyeyi okuduğumda gözlerim doldu. Eğer sizlerde okuduğunuzda aynı duyguyu yaşadıysanız, bu ülkeyi kimse yıkamaz, bu ülkeyi kimse birbirine düşüremez demektir. (Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti, —Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma. Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı; —Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın. —Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi… —Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun? —Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim. Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı: —Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum… ) Bizler bu hikâyeden çok dersler çıkarmalıyız. Eğer böyle bir dostumuz hiç olmadıysa hayatta, geçen yıllarımızın muhasebesini çok iyi yapmalı ve nerede hata yaptım diye düşünmeliyiz. Her şeyden önce yaşadığımız toplumda birbirimize güvenmeyi, kenetlenmeyi, hatta birbirimiz için canımızı dahi verecek dostluklar edinmeyi bilmeliyiz. Geçmişte böyle dostluk örneklerini görmek bizleri yadırgatmazdı ya şimdi, ne dersiniz çevremizde çok fazla örnekleri var mıdır dersiniz? Bu örneklerin azalması demek, bizlerin Rabbin rehberinden uzaklaşması demektir. Sanırım Peygamberimizin hesap günü söyleyeceği o acı ve üzüntü verici sözü gittikçe gerçek oluyor. ( Benim ümmetim bu KUR’ANI devre dışı bıraktılar?) Ne yazık ki bizler Rabbin kitabını anlaşılması zor ve herkezin anlayamayacağı bir kitap yapınca, toplum iyice bilinçsizleşti, KUR’ANDAN UZAKLAŞTI. Beşerin, kur’anın onay vermediği sözlerine kanınca da, sonuçtan elbette hiçbirimiz memnun olamıyoruz. Elbette bunun cezasını da bizler çekeceğiz, çekiyoruz da. Gerçek dostlar edinen asla yalnız kalmaz. Gerçek dost edinen kendisini ne durumda olursa olsun güvende hisseder. Gelin hikâyede anlatılmak istenen, gerçek dostlar edinelim. Dostu için riske atılan, kendisi içinde riske atılan dostlar bulacaktır. Güzel günün dostları değil, zor günün dostluklarını çevremizde edinenlim. İbn_i Sina ya ; _Dünyada devası olmayan bir dert var mıdır diye sorduklarında. _Derdin devasızı, iyinin kötüye muhtaç olmasıdır, cevabını vermiş. Bizlerde zor anlarımızda gerçek dostlarımızı yanımızda bulmak ve kötüye muhtaç olmak istemiyorsak, nefsimizin değil, aklımızın yolundan gidip, güvenebileceğimiz gerçek dostlar edinmeliyiz. Aklın yolu kur’anın yoludur. Bizleri Kur’andan uzaklaştıranlar, söyledikleri sözlerin, verdikleri bilgilerin kur’ana uymadığının anlaşılmasını istemeyenlerdir. Lütfen bu insanların oyununu bozalım ve Rabbin rehberini, Kur’anı anlayarak bolca okuyalım, ONU ANLAMAYA ÇABA GÖSTERELİM. Bakın o zaman göreceksiniz güneş nasıl daha parlak doğacak. Bunların bilincinde olmayanlar, kur’ana müracaat etmeyenler, gerçek dost edinemezler. Bunun sonucunda bir gün mutlaka ZOR BİR ANIMIZDA, KÖTÜYE MUHTAÇ OLMAKTAN DA KURTULAMAZLAR. Rabbim hepimizi böyle bir durumdan korusun. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Günümüzde bizlere peygamberimizin hadisidir diye aktardıkları bazı hadisler vardır ki, biraz düşündüğünüzde ne kuran süzgecinden geçer, nede aklın mantığın süzgecinden. Sizlere bir örnekler vermek istiyorum, bizler ne yazık ki peygamberimizin sözüdür dediklerinde bu sözlerin gerçekten peygamberimizin sözü olup olmadığını, Kuran ile karşılaştırmadan kabul ediyoruz. Buda bizleri Allahın emrettiği İslam’dan uzaklaştırıyor, bazı hurafe hadisler adeta Kur’anın çizdiği yoldan bizleri saptırıyor. Günümüzde öyle bir inanç var ki, Haç konusunda eğer paranız var fakat sağlığınız izin vermiyorsa, parasını vermek şartıyla bir başkasını kendi adınıza hac görevi yaptırabileceğinize inanılır. Bu konuda da yine her zaman olduğu gibi peygamberimiz üzerinden sözler sarf edilip, açıkça Allahın elçisine iftiralar atılmaktadır. Bakın buna inanan insanlar, bu konuda neler söylüyor? Bedel yolu ile hac, üzerine hac farz olmuş bir kişinin bu ibadeti yerine getirmekten aciz olması ve bu acizliğinin de devamlı olması sebebi ile kendisi yerine başka birisini göndermesiyle olur. Veda haccı sırasında bir kadın; Ya Resulullah babam haccın farz oluşuna yetişti, ihtiyar olduğu için deve üzerinde duramıyor, ona vekâleten ben haccetsem olur mu? Deyince resulullah(s.a.v) Evet olur diye buyurdu. (Buhari) Ya Resulullah Annem hac etmeyi adamıştı, fakat bunu yapamadan öldü. Onun yerine ben haccedebilir miyim? Diye sorunca şöyle buyurdular; Evet onun yerine hac yap, ananın üzerinde bir kul borcu olsaydı, onu öderdin değil mi? Allah a olan borçlarınızı veriniz. Zira o ödenmeye daha layıktır. (Buhari) Vekâleten hacca gidilebileceğini savunanların tek delilleri bu rivayetlerdir. İslam rivayetlere göre değil, Rabbin hükümlerine göre yaşanır. Bakalım kur'anın bütünlüğünde Allah buna müsaade ediyor mu? Başkası adına hac görevini yapma konusunda çok daha detaylı bilgiler verilmiş, şimdi bu sözleri ve peygamberimizin söylediğini belirttikleri sözlerin, gerçekten Allahın resulüne ait olup olmadığını gelin önce kurana, daha sonrada akla mantığa uyup uymadığına bakalım. Hac ibadeti tıpkı namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek gibi kuranın bizzat kulun bizzat yapmasını istediği ibadetlerdir. Allah hiç kimsenin bir başkasının yerine ibadet yapamayacağını söyler. Haç konusu da böyle bir ibadettir. Aliimran 97: Açık-seçik deliller, İbrahim’in makamı vardır orada. Oraya giren, güvene ermiş olur. Yoluna gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse hiç kuşkusuz, Allah bütün âlemlere muhtaç olmayacak bir Gani’dir. Allah ayetinde açık bir şekilde gücü yeten hac görevini yerine getirsin diyor. Burada gücü yeten sözüyle hem maddi yönden, hem de sağlık yönünden gücü yeten anlamındadır. Eğer Rahman maddi gücü olup, sağlığı yetmeyen başkasını vekâletle gönderebilir deseydi, bunu kabul edebilirdik, demediğine göre bunu söylemek apaçık Rabbin vermediği bir ruhsatı, hükmü vermek demektir, bunun cezasını düşünmek bile istemiyorum. Bir insan düşünün oruç tutamıyor rahatsız, Allah bu konuda nasıl bir yöntem uygulamış hatırlayalım. Eğer Ramazandan sonra iyi olursanız orucunuzu tutun. Yok, oruç tutmaya sağlığınız uzun süre elvermeyecekse maddi durumunuz iyiyse, bir kişiyi doyurunuz hayır yapınız diyor. Yine hastalığınız yüzünden namaz kılamayacak kadar hastaysanız, birisine para verip kendi adınıza namaz kıldırabilir misiniz? Eğer hayır kıldıramazsınız diyorsanız, hacca gitmekte aynı şeydir. Çünkü ayakta namaz kılamıyorsanız her konumda Rabbe yönelmenin yollarını Allah kuranda açıklamıştır. Hiç kimseye kendi ibadetinizi parayla yaptıramazsınız. Kuranı anlayan onun ipine sarılmış hiçbir Müslüman, bir başkasının yerine parayla hacca gidilebileceğine inanmaz. Birileri işin kolayını bulmuş ve İslam a öyle bir nifak sokmuş ki, çık çıkabilirsen işin içinden. Allah hac ibadetini bizlere farz kılmasının önemli bir nedeni vardır. Orada mahşeri bir kalabalığın verdiği duyguyu tatmak ve rahmana benliğimizi, ruhumuzu teslim ederek, huşu içinde yüz binlerin secde etmesinin verdiği hazı, duyguyu tatmaktır amaç. Bizim yerimize bir başkasının bu duyguyu tatmasının bizlere ne faydası olabilir? Elbette oraya gidecek parası olmayan insanları para verip göndermenin mutluluğunu tatmak ve onun sevabından faydalanmak güzeldir, doğrudur ama kendi yerimize hac yaptırmak, rabbin verdiği bir ruhsat asla değildir. Nasıl kendi yerimize parasını verip namaz kıldıramıyor, oruç tutturamıyorsak, yine parasını verip kendi yerimize kimseyi hacca gönderemeyeceğimizi bilelim. Ne yazık ki Diyanet İşleri Başkanlığı dahi, bu yanlışa onay vermekte, parası olup ta gidemeyen birisinin, kendi yerine vekâlet vererek, bir başkasını hacca gönderebileceğini söyleyebilmektedir. Rabbin vermediği bir yetkiyi, ruhsatı kimse veremez. Dini Rabbin Kitabına göre yaşamak istiyorsak, onun verdiği ruhsatın, iznin dışına asla çıkamayacağımızı unutmayalım. Bunun tersini söyleyenlere kanmakla ancak kendimizi kandırırız bunu bilelim. Biz Müslümanların peygamberimize karşı sevgisini ve ona karşı aşırı duygusal zaafımızı anlayanlar, onun üzerinden sözlerle, bizleri asılsız bilgilerle ne hale sokmuşlar. Tüm bu yanlış inançlardan kurtulabilmemiz için, Kuranı anlayarak birçok kez okumalıyız ve kuranı bir bütün olarak düşünmeliyiz. Rahman bu kitabı bizler için bir rehber olsun diye gönderdim diyorsa, ona danışmadan hiçbir söze inanmamalıyız. Oruç ve namaz konusunda birçok detay veren Rabbim, eğer hastalığı yüzünden gücü yetmeyenin yerine vekâletle başkasını hacca gönderebilir diye bir açıklama yapmadıysa, bunları söyleyenlere asla inanmamalıyız. Her bilgi kuran süzgecinden geçirilmelidir, geçiyorsa başımızın tacıdır. Allah ne diyor? ( Enfal sur.22. Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir.) SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
PEYGAMBERİMİZİ DOĞRU ANLAMANIN YOLU KUR'ANIN ÇEMBERİNDEN GEÇER.
halukgta şurada cevap verdi: halukgta başlık İslam ve Şeriat
Eklemeyi unuttuğum bir konuyu açıklama gereği duydum. Eğer yazının başında verdiğim bu cümleyi şöyle anlarsak kesinlikle doğrudur diyebiliriz. Peygamberimizi anlamak için Allahın sünneti yani kur'anı anlamaktan geçer dersek doğrudur. Yok eğer peygamberimizin sünnetinden peygamberimizi anlamak anlamı çıkartılırsa, bizi yanlışa götürür. Bu yazımı yazmamın asıl nedenide budur. Saygılarımla halukgta- 2 cevap
-
- PEYGAMBERİ
- DOĞRU ANLAMANIN YOLU
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
PEYGAMBERİMİZİ DOĞRU ANLAMANIN YOLU KUR'ANIN ÇEMBERİNDEN GEÇER.
halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
Okuduğum bir yazının başlığında peygamberimizi anlamanın yolunun bakın nereden geçtiğini söylüyor, başlığı aynen yazıyorum. PEYGAMBERİ ANLAMAK SÜNNETULLAH'IN ÇEMBERİNDEN GEÇER. İlk bakışta masum görünen bu düşünce, acaba günümüze kadar ulaşan ve peygamberimizin sözleri, sünnetidir diye bizlere iletilen, birçok bilginin arkasından gidip, hiç araştırmadan ayrım yapmadan, karşılaştıracak bir bilgiye sahip olmadan, peygamberimizi anlamaya çalışmamız doğru olur mu dersiniz? Doğruluğunu karşılaştıracağımız bir bilgiyi önceden almadıysak, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamamız mümkün olabilir mi sizce? Bunu söylemek yerine, peygamberimizi doğru anlamanın yolunun KUR’ANdan geçtiğini söyleyerek, O yürüyen bir kur’andı, peygamberimizi anlamak, tanımak ve onun sünnetini yani hayat tarzını hayatına geçirmek isteyenin yolu, KUR’ANDAN GEÇMELİDİR demek, daha doğru, daha mantıklı ve garanti bir yok değil midir sizce? Gelin okuduğum yazının başlığından yola çıkalım, gerçekten Peygamberimizi anlamak, onun gibi yaşamak, onun felsefesini kendi hayatımıza geçirmek istemenin yolu, yöntemi bugün bizlere tüm mezheplerin inandığı, ama aynı konuda bile birbirinden çok farkları olan, rivayetler yolu ile ulaşmış bilgilerden yola çıkarak, peygamberimizin sünnetidir dedikleri tüm bilgilerden, sözlerden faydalanıp, acaba peygamberimizi doğru anlamak mümkün olabilir mi, gelin bunun üzerinde birlikte düşünelim. Allah aklı boşuna vermemiş, düşünün ve öyle hareket edin, yaptıklarınızdan hesap vereceksiniz diye bizleri boşuna uyarmıyor. Bakın Rabbim bizleri nasıl uyarıyor ve her söylenene inanmanın yanlış olduğunu, bu konuda dikkatli olmamızı, yoksa yaptıklarımızdan sorumlu tutulacağımızı nasıl bildiriyor bizlere ve uyarıyor. İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Yüce Rabbim çok net bir uyarı yapıyor bizlere ve diyor ki; Emin olmadığın sözlere inanma, yoksa sorumlu tutarım sizleri. Önce şunu netleştirelim, en güvenilir ve doğru bilgi kaynağı bizler için hangisidir? Elbette KUR’AN. Çünkü rabbin korumasında da ondan. Ya bizlere iletilen peygamberimizin sözüdür dedikleri diğer bilgiler, sözler kimin korumasında diye kendimize sorsak, nasıl bir cevap vermeliyiz? Bunun cevabını herkes kendisine vermelidir, sanırım cevabı çok açık. Bu durumda kur’ana uyan, onun süzgecinden, onayından geçen, kur’an dışından her bilgiye de korkmadan doğrudur diyebiliriz, yeter ki kur’anın onayından geçsin. Bizlere peygamberimizin hayatından, yaşamından, sözlerinden örnekler verenlere karşı tavrımız çok net belli demektir bu durumda. Bu bilgiler eğer kur’ana uyuyor onun onayından geçiyorsa, kesinlikle doğru kabul edebiliriz ve bizler bu bilgilerden kesinlikle faydalanmalıyız. Çünkü peygamberimizin yürüyen bir kur’an olduğunu bizler söylemiyor muyuz zaten. Peki, neden söylüyoruz bu sözü, şimdide ona bakalım. Bakalım söylediğimizle inandığımız birbirini tutuyor mu? Allah’a ve Resulüne itaat edin; umulur ki merhamet olunursunuz.”(Ali İmran 132) Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, onu altından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur.”(Nisa 13) De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.(Ali İmran 31). Yukarıdaki ayetlerde Rabbim görev verdiği elçisine uymamızı emrediyor, peki neden bu kadar kesin bir emir vermiş olabilir? Allah ı seven bana itaat etsin diyecek kadar kesin bir emrin verilmesinin nedeni ne olabilir? Bizler buradan şunu çıkarabilir miyiz? Allah kur’an ile birçok hükümler indirmiş, indirmediği bazı hükümleri de elçisi hüküm versin, onun için ona itaat etmeyi Alla a itaatle aynı kılıyor diyebilir miyiz? Eğer buna inanırsak Allah korusun kur’anda çelişki yaratırız ve birçok ayetine de iman etmemiş oluruz. İşin kötüsü bu bir şirktir, sanki rabbimle elçisini aynı konuma getirmiş, aynı yetkileri vermiş oluruz. Hâlbuki kur’an buna şiddetle karşı çıkar ve HÜKÜM YALNIZ ALLAH INDIR DİYEDE BELİRTİR. Yüce Rabbim görev verdiği elçisinin görevini daha kolay yapması için ona itaati kesin kılar, acaba elçisine bu görevi nasıl yapması için telkinde bulunur ve nasıl kesin emirler verir, hatta onu görevi konusunda uyarır, gelin birde ona bakalım. Maide 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. İsra 74: Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.75. Bu durumda, biz sana, hayatında kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın. Yüce Rabbim elçisine uymamızı emrediyor ama işi de sıkı tuttuğunu bizlere iletiyor. Dikkat ederseniz Rabbim elçisine nasıl kesin emirler veriyor ve uyarıyor. Siz olsaydınız Yüce Rabbimin bu kesin ihtarından ve tehdidinden sonra, Allahın gönderdiği ve tebliğ etmesini istediği hükümlere tek bir kelime ekleme cesaretinde bulunabilir miydiniz? Elbette bulunamazdınız, zaten peygamberimizde böyle yapmıştır. Onun içindir ki bizlere peygamberimizin sözüdür dedikleri bilgileri, mutlaka kur’an süzgecinden geçirmeliyiz. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız, peygamberimizin o günde büyük düşmanları vardı, bugünde var. Onun sözlerini değiştirip, ona mal edenler o günde vardı, bugünde var hep olacak tır da, bunu hiç unutmayalım. Hz. İsa yı ve dini yaymak için çevresinde, ona yardım eden 12 havarisini düşünün lütfen. İsa peygamberimize ihanet edenin bu on iki kişi içinden birisinin olduğunu sakın unutmayınız. Allah bu büyük örneği boşuna vermiyor bizlere, ibret alalım ve iman adına bizlere yaklaşacaklara çok dikkat edelim diye bizleri uyarıyor, elbette anlayana anlamak isteyene. Bu bilgiler ışığında şimdi sizlere soruyorum, peygamberimizi doğru anlamanın ve tanımanın yolu, günümüzde hurafelerle dolu hadisleri, hiç ayıklamadan, onları anlamaya çalışmakla mı peygamberimizi daha iyi anlayabiliriz, yoksa kur’anı hayatına geçiren bir elçi olarak onu tanımanın yolu, KUR’ANIN ÇEMBERİNDENMİ GEÇER? Kur’anı doğru anlamayan bir insanın, peygamberimizi de doğru anlamasının mümkün olamayacağına göre, peygamberimizi doğru anlamak isteyen, onun adını kullanıp yalan ve iftiraları ona isnat edenleri temizlemek isteyeninin takip edeceği yol, önce KUR’ANI ANLADIĞI DİLDEN BİRÇOK KEZ OKUYUP, ANLAMAK OLMASI GEREKMEZMİ SİZCE? Peygamberimiz bizleri uyarmış ve bakın neler söylemiştir bu konu ile ilgili. ( ALLAH RESULU BUYURUYOR:”KİM BENİM AĞZIMDAN BİLEREK HADİS UYDURURSA, CEHENNEMDEKİ YERİNİ HAZIRLASIN.”(Müslim) “BENİM AĞZIMDAN YALAN SÖYLEMEK BAŞKA BİRİNİN AĞZINDAN YALAN SÖYLEMEYE BENZEMEZ.”(Müslim) Kur’anı ve Rabbin emirlerini birinci elden almamış KUR’ANIN ÇEMBERİNDEN GEREKTİĞİ GİBİ GEÇMEMİŞ bir insan, acaba aşağıdaki sözleri peygamberimizin sözüdür dediklerinde, O örnek önder elçiyi, peygamberimizi nasıl tanır, doğru anlar mı, bununda yorumunu sizlere bırakıyorum. —Yanında ben anıldığım halde üzerime salât etmeyen kişinin burnu yere sürtülsün. —Yanında adım anıldığı halde bana salatü selam getirmeyen kimse perişan olsun. _Bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. _Kadınların dinleri ve akılları eksiktir. -“Kadınları göze çarpan odalarda oturtmayın, yazıyı da öğretmeyin. Dikiş öğretin ve nur suresini de iyi öğretin” -“Uğursuzluk kadında, evde ve attadır. -“Kadınlara danışın fakat söylediklerinin aksini yapın.” -“Kadınların akılları şehvetlerindendir. -“Namazı kat eten şeyler köpek, eşek, domuz ve kadındır.” Sizlere sormak istiyorum, buna benzer yüzlerce yalan yanlış ve iftira olan, peygamberimizin sözleridir diye o kadar iftiralar var ki, hadis diye günümüze kadar gelen, eğer kur’anın özüne inmemiş, onun rehberliğinden faydalanmamış bir insan ise bir kişi, nasıl olurda bu ve buna benzer kur’an süzgecinden geçmemiş sözlerden peygamberimizi doğru anlar? Kur’an dan habersiz milyonlarca Müslüman ne yazık ki bu şekilde peygamberimizi anlamaya çalıştığı için, peygamberimize atılan iftirayı da gerçek sanarak, O örnek insanın, rehberimizin sekiz yaşında bir kızla evlendiğini söyleyenlere, ne yazık ki inanma gafletinde bulunmuşlardır. PEYGAMBERİMİZİ DOĞRU ANLAMANIN YOLU KUR’ANIN ÇEMBERİNDEN GEÇER. Kur’anı anlamak için çaba gösteren bir insan ise, peygamberimizin yaşamını aktaran sünnetinden, yani hadislerinden de doğru faydalanır. Onun adına uydurulan tüm sözleri çıkarır atar, kabul etmez ve inananları da uyarır. Rabbim, elçisi vasıtasıyla öyle bir kitap göndermiştir ki bizlere, ona sarılan dosdoğru yolu bulacaktır. Bakın ne söylüyor Rabbim? Araf 2–3: Bu, kendisiyle uyarasın diye ve müminlere bir ihtar olmak üzere sana indirilen bir kitaptır; sakın bundan dolayı yüreğinde bir sıkıntı olmasın. (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Yaratan gönderdiği kur’anı bizler için uyarıcı, rehber ve ihtar olsun diye gönderildiğini söylüyor. Uymayanlar için elçisine üzülme diyor. Fakat bizlere de hitap ederek kesin emrini bildiriyor ve diyor ki; ), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın.) Peki, bizler Rabbin bu uyarısını dinliyor muyuz? Yorum sizlerin. Çünkü herkes hesabını kendisi verecektir. Kur’an uyarıcılık görevini gerçekten o kadar güzel açık ve net yapıyor ki, sanırım bunları görmeyenler ancak bunları okumayanlardır derim. Eğer tebliğ alıp görmezden gelenler varsa, bunu düşünmek bile istemiyorum. Bakın peygamberimiz bizleri yalnız ve yalnız neyle uyardığını söylüyor, yani yaşamında ilham aldığı kaynağın ne olduğunu söylüyor bizlere. Enam 19: Sor: "Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım. Enbiya 45 De ki: "Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum." Ama sağırlar, uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler ki! Tam burada şu hatırlatmayı yapmak istiyorum, bu ayeti örnek gösterdiğimde, sorumlu olduğumuz peygamberimize gelen vahiy yalnız kur’an ile sınırlı değildir diyenler var. Ona kur’an dışından da vahiyler gelmiştir deniyor. Şimdi soralım kendimize diyelim ki bu kardeşlerimiz haklı, acaba Rabbim öyle olsaydı aşağıdaki sözü söyler miydi? Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Düşünebiliyor musunuz Allah sizlere ilettiğim kur’andan hesaba çekeceğim ondan sorumlusunuz diye açıkca söyleyecek, daha sonra kur’anda hiç bahsedilmeyen hükümlerden de bizleri hesaba çekeceğini sorumlu olduğumuzu, nasıl söyleyebiliriz? Sanırım bunları söyleyenlerin KUR’ANDAN ÇOK UZAK OLDUKLARI BELLİ OLUYOR. Bu durumda böyle yanlış bilgilerle donatılmış bir insan, NASIL OLURDA PEYGAMBERİMİZİ DOĞRU ANLAYABİLİR? Demek ki önce kur’ana bizzat müracaat edeceğiz, onu anlamak için çaba gösterip, daha sonrada peygamberimizi anlamaya çalışacağız ki, onu doğru anlayabilelim. Rabbim sarılmamız gereken kitabı, bizlere çok net işaret ediyor ve bakın ne diyor. Araf 170; Kitap’a sımsıkı sarılıp, namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz. Sormak isterim, acaba hangi kitaba sarılmamızı istiyor Rabbim? Elbette kur’ana. Eğer sarılmamız gerekene doğru sarılırsak, onu iyi anlarsak, peygamberimizin hayatını, örnek yaşamını da doğru anlama imkânını buluruz. Böylece onun gerçek sünnetini de, nifak tohumu ekenlerin tuzaklarından kurtularak yaşamış oluruz. Rabbin kelamını anlayarak okuyana bir rahmet, bir kılavuz olduğu çok açık. Bakın rabbim bizlere gelen kur’an ayetleri için ne diyor? Enam 104: Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim. Rabbimizden gelen kur’an ayetlerinin bizler için GÖNÜL GÖZLERİ olduğunu söylüyor ayet ve bakın ne diyor? KİM GÖRÜRSE KENDİ YARARINA, KİM KÖRLÜK EDERSE KENDİ ZARARINA. Demek ki ayetler bir kısmımızın gönül gözünü açıyor, bir kısmımızın açmıyor ki, Yaratan bunu söylüyor. Aynı kitabı okumamıza rağmen demek ki bir kısmımız, bazı yanlış bilgilerin etkisinde bakıyoruz ki kur’ana, Rabbin gerçeklerini göremeyebiliyoruz. Buradan şunu çıkartabiliriz; Kur’ana müracaat edip gönül gözleri açık olan, peygamberimizin gerçek hayatını, örnek yaşamını, sünnetini yalan ve yanlışlardan arındırıp öğrenecektir. Bir işi anlamaya çalışırken, yanlış yerden başlarsak sonucu da yanlış olacaktır. Peygamberimizi anlamak, onun örnekliğinden, sünnetinden faydalanmak istiyorsak, önce KURANIN ÇEMBERİNDEN GEÇMELİYİZ ki, Allahın elçisi BAŞÖĞRETMEN Hz. Muhammet S.A.V de doğru anlayabilelim. Yoksa birilerinin bataklığında batmaktan, şeytanın esiri olmaktan asla kurtulamayız, İşin kötüsü bunun farkına bile varamayız, taki huzura gidinceye kadar. Allah bu durumdan bizleri korusun. Rabbimden dileğim cümlemizin, önce KUR’ANIN ÇEMBERİNDEN GEÇEN KULLARINDAN OLMAMIZ. Bu çemberden geçenleri hiç kimse kandıramaz, aldatamaz. Bir binayı yaparken, tüm işçiler, mühendislerin çizdiği plandan, hesaptan nasıl uzakta hiçbir iş yapamıyorsa, bizlerde sapasağlam bir dinin temellerini atmak istiyorsak, biz insanların mühendisi olan Yüce Rabbin rehberinden, kitabından asla uzak dini oluşturmamalıyız. Mühendisin hesabı dışına çıkan bir bina nasıl ayakta kalamayacaksa, Rabbin rehberinden uzak yaşacağımız dinin temelleri de o kadar zayıf, çürük ve hatalı olacaktır, elbette ayakta kalması ve bizlere mutluluk getirmesi, yararlı olması da mümkün olmayacaktır. Lokman hekime sormuşlar. Bilgeliğini kimlerden aldın diye. Bakın ne güzel ve anlamlı cevap vermiş. KÖRLERDEN DİYE CEVAP VERMİŞ. ÇÜNKÜ ONLAR YOKLAMADAN ADIM ATMAZLAR. Dostlar, din kardeşlerim gelin bizlerde şeytanın tuzağına düşmemek için, Lokman hekimin sözlerinden yola çıkalım. Din ve iman adına bizlere söylenen her şeyi Rabbin rehberinden KUR’AN DAN YOKLAYALIM, BAKALIM, ONA DANIŞALIM. GELİN ÖNCE KUR’ANI ANLAYALIM DAHA SONRADA PEYGAMBERİMİZİ ANLAMAYA ÇALIŞALIM. EĞER BU İŞE TERSTEN BAŞLARSAK, NE KUR’ANI ANLAYABİLİRİZ NE BİZLERE ÖRNEK OLAN PEYGAMBERİMİZİ ANLAYABİLİRİZ. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK- 2 cevap
-
- PEYGAMBERİ
- DOĞRU ANLAMANIN YOLU
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Bizlere dinler arası diyalog diye yutturulan, ama aslında ülkemizde ılımlı İslam adı altında kurmaya çalıştıkları düzenin, İslam a verdiği zararları hiçe sayanlar, elbet bir gün hem insanlık âlemine hem de Rabbime hesap vereceklerdir. Bakın papa dinler arası diyalog planı için ne diyor. ( Dinler arası diyalog, kilise'nin bütün insanları kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. (jean paul ii. redemptoris missio roma: 1991). Şimdide dinler arası diyalogun ülkemizde ki temsilcisi neler söylüyor bir bakalım, hem de Allah ın Kuranda Yahudiler ve hrstiyanlar için söylediği ayetler hakkında sözlerine dikkat edelim, birilerine sırf hoş görünmek için ne büyük cesaret bu sözler. (Yahudi ve Hıristiyanları kınayan ve azarlayan ayetleri çok sert buluyorum, bu ayetler ya Muhammed a.s döneminde yaşayan ya da kendi peygamberleri döneminde yaşayan bazı Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındadır. (küresel barışa doğru: 45. sh.) Ne dersiniz nasılda tam onların istediği bir yorum değil mi? Allah affetsin. Bir örnek daha verelim Yahudi ve Hıristiyan kardeşlerimizi (!) memnun etmek için, bakın neler söylemiş. (Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü yani Muhammed Allah’ın resulüdür kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır." (küresel barışa doğru: 131. sh) Doğrusu çok fazla yoruma gerek yok sanırım. Yahudi ve Hıristiyanlar için Rabbin ayetleri unutulmuş görünüyor çok üzücü. Bu sözlerin kimin sözleri olduğunu sanırım anladınız, bilmiyorsanız ve kimin diyorsanız hala, doğrusu ismini de söylesem hiç fark etmeyecek demektir. Üzerimizde oynanan oyunun farkında değilsek, olamıyorsak oyunun sonuna katlanmasını da bilmeliyiz. Birileri ensemizde boza pişirmeye kalktığında, yahu ne yapıyorsun sen deme hakkını çoktan kaybetmişiz demektir. Allah akıl vermiş kulum kullansın diye. Eğer kullanmıyorsa kulu aklını, doğacak belalardan da Rabbim e sığınma hakkını kaybetmişiz demektir, bu durumdan Allah bizleri korusun. Sizlere ben kurana iman eden bir Müslüman olarak şöyle bir söz söylesem ve benim ardıma düşün desem bana ne dersiniz? ("nihai hedefe ulaşana kadar, yani sonuca ulaşıncaya kadar, her yöntem, her yol mubahtır. Bunun içerisine yalan söylemek de, insanları aldatmak da girer" ) Desem, benim ardıma düşer, sözlerime inanır mısınız? Cevabınızı nefsinize verin, çünkü bu sorunun cevabı kurana iman eden birisi için zaten bellidir. Peygamberimizi düşünün lütfen, Allah ın emrettiği düzeni kurmak için, İslam ı yaymak, ona inanmayanlarla acaba böyle bir yol, yöntem mi izlemiştir dersiniz? Ama bunun da cevabı belli olan bu sorunun günümüzde uygulaması nasıl yapılıyor, biraz önce söylediklerimi hatırlayın. Bunu da günümüzde ki olayları hatırlayıp, küçük bir araştırma yaptığınızda göreceksiniz. İşte bizler kimlerin ardı sıra gidiyoruz, işte bizler Rabbin kitabından uzak İslam ı nasıl yaşıyoruz, ondan sonrada Yüceler Yücesi rabbimden yardım bekliyoruz. Allah bizlerin gönül gözünü açık, gözlerine perde inmemiş kullarından eylesin. Yoksa hakkı batıl, batılı hak görmemiz işten bile değildir. Rabbim bizlere yardım et ne olur. Ülkemiz insanının artık Kuran gerçeklerini görmesini sağla, Kuran ile Allah ile aldatanların kapanına düşürme bizleri ne olur. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Bizler kıymetli bir eşya alırken kılı kırk yarar araştırır, soruşturur öyle alırız. Alacağımız eşyanın, malın en güzelini en sağlamını almak için azami çaba gösteririz bu iş içinde zaman harcarız. Peki dostlar, acaba dinimizin inancımızın temellerini oluşturan kuralların doğruluğunu, sağlamlığını aynı şekilde araştırıyor muyuz, onun içinde aynı zamanı harcıyor muyuz dersiniz? Hiç sanmıyorum, bizler ne yazık ki nefsimizin esiri olmuş, bu Dünyanın zevkine gözleri kapalı dalmış, onun zevkiyle sarhoş olmuş insanlar olarak, İslam’ın gerçek değerleriyle uğraşacak vakti, ona ayırma gereği bile duymuyoruz. Zaman ayırdığını iddia edenlerde genelde ne yazık ki Rabbin rehberine zaman ayırmak yerine, beşerin sözlerine genelde zaman ayırdığını görüyoruz. Bugün sizlere, yaptığımız yanlışlara küçük bir örnek vermek istiyorum. İşin kötüsü de kur’anı rehber almayışımız sonucu, onun adaletinden habersiz oluşumuz sonucunda, peygamberimizin adını kullanarak, kasıtlı ya da istem dışı düşünmeden iyi niyetle söylenen yanlış sözleri ayıramadığımızın, çok açık bir örneğini sizlere hatırlatmak istiyorum. Kur’an adaleti emreder bizlere. Hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağını ne yaparsak karşılığının bulunacağı, hardal tanesi kadar yapılanın hesap günü karşımıza çıkacağı örneğini verir kur’an bizlere. Allah büyük günahlardan sakınmamız gerektiğini hatırlatarak, diğerlerini bana dua etmeniz benden yardım dilemeniz şartıyla affedebileceğinin müjdesini verir. Fakat ne yazıktır ki bizler genelde dinimizi Rabbin rehberinden öğrenmeyip, beşeri bilgilerle İslam ı yaşamayı seçtiğimiz için büyük hatalar yapar, gerçeklerden uzak yaşarız. Sizlere vermek istediğim şu örneği lütfen önce hiçbir etki altında kalmadan aklınızın ve mantığınızın, değer yargılarına göre değerlendirmenizi istiyorum. Acaba aşağıdaki sözleri peygamberimiz söylemiş midir, bu sözler kur’anın hükümlerine uyuyor mu? Ya da bu sözü söylemişse aslında nasıl söylemiş olabilir, gelin bunun üzerinde birlikte kur’an ışığında düşünelim. —La ilahe illallah Muhammed en Resulullah diyen kimse ateşe (cehenneme) girmez. Cehennem ona haram kılınmıştır” —La ilahe illallah diyenin günahları silinir, yerine o kadar sevap yazılır. Yukarıdaki sözleri gerçekten peygamberimiz söylemiş olabilir mi? Gelin kur’an ışığında düşünelim, eğer onay alıyorsak rehberden o zaman doğrudur diyelim. Önce akıl ve mantık süzgecinden geçirebiliyor muyuz bu sözleri, buna bakalım. Bir insan Allaha ve peygamberine inandığını söylemekle, yaptığı tüm kötülüklerden günahlardan kurtulabilir mi? Birde üstüne üstlük bunu tekrar ederek kurtulduğu günahların yerine, o kadar sevap alabilir mi? Sanırım bunun adaletle, hukukla yakından uzaktan bir ilgisinin olamayacağını mantıkla izah etmenin bir yolu asla olamaz. Mantığın ve aklın kabul etmediğini, kur’anın da onay vermeyeceğini gelin birlikte görelim. Şimdide gelin Yüce Rabbin kitabına bakalım, acaba bu kadar kolay mı yaptığımız yanlışlardan, sapkınlıklardan, günahlardan kurtulmanın yolu? Karşımızdaki insanın hakkını hukukunu hiçe sayacağız, ona elimizden gelen zulmü yaptıktan sonrada, La ilahe illallah Muhammed en Resulullah diyerek, bu yaptıklarımızın cezasından kurtulacağız? Sanırım bu cümleleri okurken bile siz böyle bir adaletin doğru olamayacağını düşündüğünüzü biliyorum. Peki, bu sözlere nasıl olurda inanan onca Müslüman kardeşimiz vardır dersiniz? Ben bunu şöyle değerlendiriyorum. Ya Rabbin kelamıyla hiç müşerref olmamış ona danışmamış, ya da okuyup tebliğ aldığı halde bunları görmezden gelenler için, hani birçok kez Rabbim şöyle söyler bu insanlar için; Ben onların gözlerine perde, kulaklarına ve gönlüne mühür vurmuşumdur diyor ya, sanırım böyle bir durum olsa gerek. Başka bir açıklamasını göremiyorum. Şimdide Rabbin kitabına bakalım ne diyor ve bizleri nasıl uyarıyor? Nahl 76: Allah, şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu? Enbiya 47: Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiç bir nefis hiç bir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz. Hicr 92–93: Rabbin hakkı için, Biz onların hepsine mutlaka ve muhakkak bütün yaptıklarını soracağız. Değerli dostlar, sizce yukarıdaki sözlerden bir cümleyle kurtulacağımızı, hesap sorulmayacağını bağışlanacağımızı ve tüm günahlardan kurtulabileceğimizi mi anladınız? Allah her şeyden nice örnekler verdim dediği kitabında, bu türlü sözlerle kendilerini kandıranlara, oyalayanlara çok güzel sesleniyor ve bakın ne diyor iman eden kullarına ve dikkatlerini çekiyor. Necm 32: Öyle kişilerdir ki onlar, günahın büyüklerinden ve *********liklerden çekinip kaçınırlar. Bazı küçük sürçmeler hariç. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin affı geniş olandır. Sizi en iyi bilen O'dur: Hem sizi topraktan oluşturduğu zaman hem de annelerinizin karınlarında ceninler halinde bulunduğunuz zaman. O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur. Gerçekten Yüce Rabbim İman edenlere büyük günahlardan sakının, benden af dileyenin affını kabul ederim der, ama kendi kendinizi temize çıkarmayın diye de uyarır. Demek ki kimin sakındığını, kimin takvaca üstün olduğunu rabbim yalnız ben bilirim diyorsa, bizler de kendimizce işin kolay yolunu bulmaya çalışmamalıyız. Allah bakın günah ve sevap konusundaki adaletini nasıl bildiriyor bizlere. Enam 160: Kim bir güzellikle gelirse ona, getirdiğinin on katı var. Kötülükle gelene ise yaptığının kadarından fazla ceza verilmez. Onlar, haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şunu asla unutmamalıyız ki hesaba çekilmeyecek hiç kimsenin olmadığını çok açık bir şekilde söylüyor Rabbim ve diyor ki, gönderilen elçileri de hesaba çekeceğiz. Allahın güvenine mazhar olmuş elçilerini bile hesaba çekeceğini söylüyor da, kendi günahları için dua etmesini istiyorsa elçisinden, sanırım bizlerin işinin bu kadar kolay olmayacağını çok iyi bilmemiz gerektiğinin artık farkına varmalıyız. Araf sur.6.ayet: Yemin olsun, kendilerine elçi gönderilenleri muhakkak hesaba çekeceğiz; gönderilen elçileri de mutlaka hesaba çekeceğiz. Yüce rabbim Allah aşkıyla iman yolunda giden, secdelerinde Alla a duada, niyazda bulunan zamanını boş geçirmeyen kulları için bakın nasıl dua ederler diyor bizlere. Furkan 65: Ve şöyle yakarırlar: "Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzak tut! Doğrusu, onun azabı inatçı ve yapışkandır.66. Ne kötü bir durak yeridir o (KARARGÂH), ne kötü bir dinlenme( KONAKLAMA) yeri. Bizler işin kolay yolunu bulmuş kendimizi inandık, iman ettik demekle temize çıkararak, bize cehennem azabının hiç dokunmayacağını söyler dururuz. Fakat bakın Rabbim gerçek iman edenler ne diyormuş ve neye inanıyormuş ve nasıl dua ediyorlarmış, ayeti anlamaya çalışalım şimdi de. Cehennem azabının insanlar üzerine adeta yapıştığını ve kurtulmanın zor olduğunun bilinciyle Rabbine yalvarıyor ve bakın cehennem hakkında ayetin sonunda ne diyor, bence dikkatle bu sözlerin üzerinde düşünelim.(Ne kötü bir durak yeridir o(KARARGÂH), ne kötü bir dinlenme ( KONAKLAMA) yeri.) Burada anlatılmak istenen iki önemli nokta var. Birincisi durak, karargâh yeri olması, diğeri ise dinlenme, konaklama yeri. Dikkat ederseniz çok farklı iki anlamı olan sözcüklerle anlatılmak isteniyor. Birincisinde kalınacak, durulacak son nokta, diğerinde ise kötü bir dinlenme, konaklama yeri. Dinlenme yeri derken de, geçici ama bir müddet kalınacak hiç istenmeyen bir yer olduğu anlaşılıyor. Burada sorulacak bir soru var sanırım. Ne kadar kalınacak. İşte Rabbim bu konuda hiçbir açıklama yapmadığı halde bizler, yine kendimizi temize çıkarmak adına kolayını bulmuş ve ne diyoruz biliyor musunuz? İman ettiğini söyleyen Müslümanlar burada hiç kalmayıp, cehennem ateşi bizleri hiç yakmayacak ve buradan geçmek ve görmek maksadıyla geçeceğimizi söyleyebiliyoruz. Allah bizleri affetsin. İşte beşerin adaleti. Yaptıkları onca kötülüklerden nede güzel sıyrılıyoruz, kurtuluyoruz. Hâlbuki bakın yine Furkan suresi 65. ayette verdiğim örnekte olduğu gibi, Rabbim ne diyordu bizlere. Meryem 71: İçinizden oraya uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbin üzerinde kesinleşmiş bir hükümdür. 72 Sonra biz, korunup sakınanları kurtaracağız. Zalimleri de orada dizleri üzerinde çökmüş bırakacağız. Yukarıdaki ayeti, Rabbin sözlerini lütfen anlamaya çalışalım. Allah içinizden hiç kimse yok ki cehenneme uğramayacak olmasın diyor ve bu bilginin kesin bir hüküm olduğunu da belirtiyor. Fakat bu hükmün devamında ise yine yüce Rabbin adaletini görüyoruz ve bakın nasıl bir müjde veriyor iman edenlere.( Sonra biz, korunup sakınanları kurtaracağız.) Demek ki iman eden, kendisini koruyan, kullarını daha sonra Rabbin kurtaracağını söylüyor. Burada ki sözcükte önemli. Dikkat ederseniz kurtarılmaktan söz ediyor Rabbim. Demek ki iman edenler bir esaret altında, zor bir durumda ki Rabbim onları kurtaracağını söylüyor bulundukları yerden, zalimleri iman etmeyenleri ise dizleri üstünde çökmüş cehennemde ebedi bırakacağını bildiriyor. Dikkat ederseniz kimin ne kadar kalacağı konusunda hiçbir bilgi vermiyor. Dikkatle düşünmemiz gereken konu iman edenlerin kurtarılacak olması. Kurtarılma sözü kimin için söylenir? Zor bir durum içinde olanlar için elbette. Bizlere düşen açıklanmayan bir konuda yorum yapmak yerine, burada en az kalmanın yolunu aramak olmalıdır. Peki, Rabbin kendi katında olan bir bilgi hakkında açıklama yapmadıysa bizler kendimizce bilmediğimiz konularda açıklama yapıp, ondan sonrada bu bilginin Allah katından olduğunu söyleyebilir miyiz? İşte yaptığımız en büyük yanlışta buradan kaynaklanıyor zaten. Rabbimin hiç açıklamadıkları bilgileri, bizler kendimizce ilaveler yaparak açıklamakla ve bunlar Allah katındandır demekle, haramın en büyüğünü işlediğimizin farkında bile değiliz. Bakın bunu yapanları Rabbim nasıl uyarıyor. Araf 33; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Ayeti dikkatle incelediğimizde, Allah hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi ve Allah katında bilmediğimiz şeyleri söylememizi HARAM kıldığını söylüyor. İşte yaptığımız yanlışın nerelere ulaştığının üzücü kanıtıdır. Haram sözcüğünü kur’anda geçen yine haram kıldım dediği konularla lütfen karşılaştırınız. İşte o zaman yaptığımız yanlışın farkına daha iyi varacağımıza inanıyorum. Allah oraya uğramayacak hiç kimse yoktur diye hüküm verdiyse, yine cehennemim çok kötü durak yeri ve kötü bir dinlenme yeri olduğu açıklamasını da yaptıktan sonra, iman eden korunan kullarını kurtaracağı müjdesini verdiyse rabbim, bizlere düşen açıklanmayan konularda fikir yürütmek olmamalıdır. Bizlerin yapması gereken, Rabbin rehberinden feyiz alarak onun yolundan yürümeye çalışıp, en az hata yapmanın yollarını arayıp, cehennemde O KÖTÜ DİNLENME YERİNDE, EN AZ KALMANIN YOLLARINI ARAMALIYIZ. Bizler Rabbin açıklamadığı konuların peşinde koşmak yerine, açıklanan ve apaçık hükümler verilen, örneklerle açıklama yapılarak, anlatılanlardan dersler çıkarıp, YÜCE RABBİM E YAKIŞIR BİR KUL OLMANIN, YOLUNU ARAMALIYIZ. Yukarıda örnek verdiğim La ilahe illallah Muhammed en Resulullah diyen kimse ateşe (cehenneme) girmez, Cehennem ona haram kılınmıştır sözünü, acaba peygamberimiz bu şekliyle mi söylemiştir? Yoksa La ilahe illallah Muhammed en Resulullah diyen kimse bu sözü özde, benliğinde yaşadığında cehennemde en az konaklayan ümmetim olacaktır demiş olması daha büyük ihtimal değil midir sizce? Yorum sizlerin. Doğruyu gerçek doğruyu Rabbim bilir. Bizlere düşen Rabbin rehberiyle yaşamak tüm söylenenleri onun süzgecinden geçirmek ve imanımızı onun nuruyla güçlendirmek, yön vermek olmalıdır. Dilerim Rabbimden, bizler Yüce Rabbim e yakışır bir kul olup, o kötü dinlenme yerinde en az kalan kulları arasında oluruz. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
CENNETİN GERÇEK ANAHTARINA SAHİP OLMAK İSTİYORSAK.
halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
Değerli dostlar, biz insanoğlu olarak bu Dünyada bir evimiz birde arabamız olmasını çok isteriz. Daha açıkçası iki anahtar peşinde koşarız yaşamımız boyunca. Çünkü o iki anahtarı almak, yaşantımızın kalitesini önemli ölçüde etkiler. Aslında bir anahtarın daha peşindeyizdir, bu Dünya da kalıcı olmadığımızı hatırladığımızda, o anahtarın peşinden gitmenin, ona sahip olmanın hep kolay yollarını ararız. Elbette cennetin anahtarıdır bu. Fakat Dünyada edinmek istediğimiz anahtarlar genelde çok fazla ağır bastığı için, cennetin anahtarını hep birilerinden kolayca edinme yoluna gideriz, diğer anahtarların peşinden koşmaktan, o anahtarı elde etmek için çok zaman ayırmak işimize pek gelmez her nedense. Bir ev ya da araba almak istediğimizde bizler, çalışır çabalar ve alın terimizle kazandığımız paralarla alırız, elbette böyle olunca onun kıymetini de bilir daha dikkatli oluruz. Yani gerçekten çok zordur bu iki anahtarı almak. Bazen insanın yıllarını alır. Bazen de ikisini de elde edemeden gider insan bu Dünyadan. Peki dostlar, cennetin anahtarını niçin bizler uğraşıp almıyoruz da, çaba göstermeden birilerinin yardımıyla alacağımıza inanıyoruz, bunu hiç düşündük mü? Cennetin anahtarını alabilmek bu Dünyada acaba araba ve ev almaktan daha mı kolayda bu işin kaynağını, yetkisini başkalarında arıyoruz? İşte yaptığımız bu yanlışın artık farkına varmalıyız. Nasıl ki ev ve araba almak için, zorlu bir çalışmanın içine bizzat kendimiz girmiş isek, cennetin anahtarını da almak istiyorsak, aynı yolu izlemeli, kimseden kolayca alamayacağımızı bilip aynı çabayı, hatta çok daha fazlasını burada da göstermeliyiz. Allah cennetin anahtarı kur’anda gizlidir diyor ve bizleri o güzelliğin, nurun, ışığın, kalp gözünün içine davet ederek, anahtarı bizzat bizlerin bulmamızı istiyor, araya kimseyi sokmadan. İşte dostlar eğer cennetin gerçek anahtarını almak ve sahip olmak istiyorsak, bu işinde öyle kolay olmadığını, bu anahtara sahip olmak içinde bizzat kendimizin çaba göstermesi gerektiğini artık anlamalıyız. Bir evin anahtarını almak istiyorsak, o evin gerçek sahibini bulmalıyız. Eğer bizler evin gerçek sahibi ile muhatap olmadan evi satın almak ve o evin anahtarını almaya çalışıyorsak, eve girmek istediğimizde çok büyük bir yanılgı ve üzüntü ile karşılaşabiliriz. Evin anahtarı gerçek sahibinden alınır, birileri anahtarı bende var diyorsa, bu riski göze almak yerine, gerçek sahibiyle muhatap olmalıyız. Günümüzde cennetin anahtarını vaat edenler var. Rabbimden başka hiç kimse cennetin anahtarını vaat edemez. Mülkün sahibi yalnız O dur. Cennetin kapısından girmek isteyenler şunu bilmelidir ki, çok açık cennetin anahtarı kur’an da gizlenmiştir. Ona müracaat eden, hiç şüphesiz cennetin orijinal, şaşmaz anahtarını çok rahatlıkla bulacaktır. Beşerin vereceği anahtar gerçeği gibi asla olamaz. Rabbin verdiği anahtar katkısız, saf ve gerçektir. Beşerin anahtarı mutlaka katkılı olacaktır. Her değer saf olduğu miktarı kadar değerlidir. Altın nasıl saf iken değeri daha fazla ise, katkı oranı kadar değer kaybeder. İşte gerçek bilgi ve iman da aynen böyledir. Ne kadar hurafe ve asılsız rivayetler karışmış ise, imanın ve cennetin anahtarının gerçekliği de o kadar zayıf ve geçersiz olacaktır. Hepimizin tek bir amacı vardır bu Dünyada. Cennetin anahtarına sahip olmak. Allah size indirdiğim kitaba sarılın, imtihanınız bu kitaptan olacaktır ve sizi cennetin anahtarına ulaştıracak diyorsa, bunun tersini söyleyenlerin anahtarları, bilelim ki cennetin gerçek anahtarı değildir. Rabbim rehberinde sakladığı cennetin anahtarını, bu kitapta bulacağımızı işaret ediyorsa, bu kitapta her şeyin olmadığını söyleyenlere ve bu kitabın rehberliğini yeterli bulmayanların anahtarlarının sahte olduğunu, cennetin kapısını asla açamayacağını çok iyi idrak etmelidir. Rabbim rehberinde din ve iman adına VELİLERİN ARDINA DÜŞMEYİN DEYİP, güvenilecek ve dayanılacak VELİNİZ YALNIZ BENİM DİYORSA, bu sözleri görmezden gelip, hala veliler edinip cennetin anahtarını onlardan almaya çalışanlar, şunu bilmelidir ki o anahtarın cennetin kapısını açması, hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Bizlere, sizler kur’andan anlayamazsınız diyerek, Rabbin cennetin gerçek anahtarına ulaşmamızı da engellemişlerdir. Hâlbuki aklı başında her insana kur’anın çok şeyler vereceğini söyleyen Rabbim, bakın ne diyor? Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Kamer 22 Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? İbrahim 52: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Yüce yaratan bizlere indirdiği rehberini okuyan her insanın inceden inceye düşünmesini özellikle istiyor. Elbette kimisi az anlar kimisi çok, fakat hepimizin ilk önce müracaat edilmesini anlayarak okumasını ve üzerinde düşünmesini istiyor yaratan. Bunu yapamayanlar için Rabbin söylediği çok anlamlı. Yoksa kalpleri üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Diğer ayetinde ise Kur’anın anlayarak okunduğunda, kalp gözlerini açacağını müjdeliyor bizlere. Gereği kadar inanan insanlar içinde kılavuz ve rahmettir diyor. Düşünebiliyor musunuz birileri kur’anı herkes anlayamaz diyor ama Rabbim ise tam tersine yemin ederek, birçok kez tekrar edip, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Diyor. Sanırım düşünmeyen ve okumayan bu tebliğlerden elbette mahrum olacaktır. Allah aklı ve gönlü işleyenler için ibret alınması için Rabbin bir tebliği olduğunu söylediği halde, bizler hala kur’anı anlaşılması zor bir kitap olduğunu söyleyenlere inanmaya devam ediyoruz. Bunu söyleyenlerin telaşı, söyledikleri yalan ve yanlışların kur’an ile ortaya çıkmasının telaşının göstergesidir. Şimdi düşünelim, bizlere yıllarca sizler kur’andan anlayamazsınız, onu Türkçesinden okumak bile günahtır diyerek Arapçasını oku, anlamasan da Allah size sevap yazacaktır demediler mi? Sizce bu sözleri söyleyenlerin gösterdiği yoldan giden cennetin gerçek anahtarına ulaşabilir mi? Yüce Rabbim şefaat tümden bana aittir dediği halde, kelimelerden medet umarak kur’anda anlam kargaşası yaratmak pahasına, şefaat çiler edinip onların peşinden giderek cennetin anahtarını aramadılar mı? Rabbim bakın bu kadar açık söylemesine inatla, veliler edinip bunlardan şefaat umanlara rahman ne diyor? Secde 4: Allah'tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? Allah daha nasıl açık söyleyebilir bilmiyorum. Din ve iman adına dayanacağınız, dost ve şefaatçi yalnız benim dediği halde, bizler cennetin anahtarını kur’anda değil, beşerin peşinde ararsak sizce gerçek anahtara ulaşabilir miyiz? Bu anahtarın huzura gittiğimizde cennetin kapısını açacağına nasıl inanırız? Bizlerin din ve iman adına sorumlu olduğumuz kitabın kur’an olduğunu Rabbim birçok kez söylediği halde, kur’an dışından da birçok hükümlerden de sorumluyuz diyenlere, bakın Rabbim hesap sorulacağı gün ortaya ne konacak diyor? Zümer 69: Yeryüzü, Rabbinin nuruyla parıldamış, Kitap ortaya konmuş, peygamberler, tanıklar getirilip aralarında hakla hüküm verilmiştir. Onlar asla haksızlığa uğratılmazlar. Yüce Rabbim hesap günü kur’an ortaya konacak ve hesap sorulacak dediği halde, her şeyin her hükmün kur’anda olmadığını söyleyenler, bizleri ciltlerce dolu kitaplara yönlendirenler, acaba gerçekten çok istediğimiz cennetin anahtarını bizlere sağlayabilirler mi? Sizler kur’andan anlayamazsınız diyerek aklımızı devre dışı bırakanlara, düşünme melekemizi kullanmamızı engelleyenlere, bakın Rabbim ne diyor? Enfal sur.22. Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir. Yukarıdaki ayette rabbim, diğer canlılardan üstün yaratıp akılla yücelttiği insanın, bu özelliğini kullanmamasını sağır ve dilsiz insanlara benzetiyor. İşte rabbin verdiği aklı kur’anı anlamak için kullanmayanlar, sen anlayamazsın diyenlere inananları, Allah katında çok kötü bir durumda olacaklarını anlatıyor. Bizlere eğer kur’an dışından da hükümler peygamberimize gelmiştir diyenler varsa, onlara şu ayeti hatırlatalım ve onlara inanmayalım. Bilelim ki hesap vereceğimiz tek kitap ve hükümler KUR’ANDIR. Yasin 69: Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır. Rabbin sözlerine kulak verelim. Peygamberin söyledikleri Allah tan gelmiş öğütlerin olduğu apaçık KURAN dır diyor. Gelin Rabbin vaat ettiği o güzel mekânın anahtarını beşerin rivayetlerinde değil, bizzat rehberinde KUR’AN DA arayalım. Daha sonra onun ışığını gönlümüze yerleştirip tüm bilgileri yine onun ışığıyla arayalım, tarayalım, araştıralım bizlere faydalı peygamberimizin hayatına geçirdiği yaşamını, davranışlarını ve insanlığa örnek hayatını sünnetini öğrenelim bizlerde hayatımıza geçirelim. Çünkü Allah peygamberimizin yaşamının bizler için örnek olduğunu bakın nasıl bildiriyor. Ahzap 21: Yemin olsun, Allah resulünde sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenlerle Allah'ı çok ananlara güzel bir örnek vardır. Demek ki peygamberimizin yaşamı bizler için güzel bir örnekmiş. Elimizden geldiğince her bilgiden istifade edelim. Bizlerin amacı Rabbin cennetinin anahtarına sahip olmak değil mi? Bu yolda hiç kimsenin sözlerine kanmadan, yolumuza Kur’an ışığında devam edelim. Hesap günü rabbim ortaya KUR’ANI konacağını söylüyorsa, hesap vereceğimiz kitap, rehberimiz kur’an demektir. Birbirimizi beşerin sözlerini aklamak adına kırmayalım, birbirimizi suçlamayalım. Suçlamakla elimize bir şey geçmez. Bizlere düşen aklımızı devre dışı bırakmadan, Rabbin rehberini anlamaya çalışmak olmalıdır. Bizler dostlarımızı Kur’an ile uyarmalı ve yine KURANA DAVET ETMELİYİZ Kİ, RABBİN VAAT ETTİĞİ CENNETİN ANAHTARINA SAHİP OLABİLELİM. Rabbim inşallah cümlemizi, cennet mekânın anahtarına sahip olan kulları arasına alsın. Bu uğurda çaba gösteren, bu yolda canını feda eden kullarından eylesin bizleri. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK