Legendary tarafından postalanan herşey
-
Okyanus yatağında gelgitle dans ettim
Okyanus yatağında gelgitle dans ettim İrlanda Cumhuriyeti’nin kuzeyindeki Donegal bölgesi, deniz çekildiğinde ovaya dönüşen kumsalları, sahili çevreleyen uçurumları, gözalabildiğine uzanan çayırları, şatoları, kaleleriyle ünlü. Anestesi ve reanimasyon uzmanı Doktor Burkay Adalığ, yaz sonunda gittiği bölgede, gelgit sırasında deniz yatağında yürüdü, fotoğraf çekti, pub’larda Guinness yudumladı. hürriyet
-
Dünyanın en uzun tırnaklarına sahip
ABD'de yaşayan Lee Redmond adlı kadinin sahip olduğu dünyanın en uzun tırnaklarını görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyor.. El tırnaklarının toplam uzunluğu 7 metre 51 cm.yi bulan Amerikalı kadın uzun tırnaklarından şikayetçi olmadığını söylüyor. Salt Lake City'de yaşayan Lee Redmond'un yıllardan bu yana kesmediği tırnakları ona erişilmesi oldukça zor bir rekor getirdi... Guinness Rekorlar Kitabı'na giren Redmond'un tırnak uzunluğu parmaklara göre değişiyor. Guinness Rekorlar kitabına görevlileri tarafından tespit edilen tırnak uzunluğu şöyle: Sağ el:Baş parmak:76.4, işaret parmak:72.3,orta parmak:74.1,yüzük parmak:73.6 ve serçe parmak:71.6 Sol el:Baş parmak:80,işaret parmak:76.4,orta parmak:76.7,yüzük parmak:76.2 ve serçe parmak:73.6 cm. Tırnak Kraliçesi olarak nitelendirilen Lee Redmond upuzun tırnaklarına rağmen ev işlerini aksatmadan yapabildiğini,bulaşık yıkadığını makası eline geçirmesinin zaman almasına rağmen oğlunu traş edebildiğini belirtirken,giyinirken zaman zaman zorlandığını söyledi.. Reymond saç ve tırnakları daha çabuk uzattığı için yıllarca protein diyeti yaptı..
-
Guinness Dünya Rekoru sahibi olan oyunlar
Guinness Dünya Rekoru sahibi olan oyunlar.. E3 sadece oyunların tanıtıldığı bir yer değil; zaten bunu biliyorsunuz. Guinness yetkililerinin "bastığı" E3'te, rekor sahipleri, ödüllerini aldılar. Şöyle ki: Shigeru Miyamoto - Wii Sports - En iyi satan oyun - 45.7 milyon Major Nelson & Mark Whitten - XBOX LIVE - Most Popular Online Console Gaming Service - 20 milyon kullanıcı Blizzard Ent. - World of Warcraft - En Popüler DVO - 11.6 milyon oyuncu Blizzard Ent. - Starcraft - En çok satan PC Strateji oyunu - 9.5 milyon Bethesda Softworks - Fallout 3 - En hızlı satan oyun - Bir haftada 4.5 milyon (28 Ekim - 4 Kasım) Infinity Ward - Call of Duty 4 - En çok online oynanan oyun - Günde 10 milyon dakika Red Octane - Guitar Hero - En çok satan ritm bazlı oyun - 25 milyon
-
Guinness Rekorlar Kitabındaki Ölüm Rekorları
Türkiye gariplikler ülkesi. Yurdum insanı her işte olduğu gibi tuhaf ölümleriyle de başı çekmiş. İşte bu garip ölümler "Guinness Rekorlar Kitabı"nda da yer bulmuş : 1. Balkona 50 kişinin çıkması sonucu meydana gelen toplu ölüm. (Dudullu'da bir köy nişanı töreninde) 2. TEM'de seyreden araçtaki 5 kişinin radyoda oynak şarkı çalınca aracı sağa çekerek otoyolda göbek atmaya başlaması ve 3'ünün ayrı ayrı araçların çarpması sonucu ölümü. (Adapazarı-Hendek) 3. Elektrik direğine yaslanıp ayakkabısındaki taşı çıkarmak için ayağını silkeleyen kişiyi elektrik çarptığını sanan bir başkasının akımdan kurtarmak amacıyla kafasına kürekle vurup öldürmesi. (Rize- Tunca Köyü) 4. Midesine sinek kaçan bir kişinin sineği öldürmek için odaya sıkar gibi ağzına sheltox isimli ilacı sıkması ve sinekten beter ölümü. (İstanbul - Sultanbeyli) 5. Mühendisin kontrol için geminin buhar kazanına girdiği sırada bundan habersiz bir gemi personelinin kapağı kapatması ve geminin sefere çıkmasıyla mühendisin ölümü. (Kocaeli) 6. Aynı işyerinde biri gündüz biri gece vardiyasında çalışan baba- oğulun motorsikletle eve giderken sert bir virajda karşılaşıp birbirlerine selam vermek isterken çarpışarak ölmeleri. (Konya) 7. Nüfus sayımı nedeniyle kendisinden başka kimsenin bulunmadığı yolda (üstelik de otoban) sayım görevlisinin bariyerlere çarparak ölümü (Tem Otoyolu-Gebze) 8. Karabük demir-çelik fabrikasında 600 tonluk pres makinasının arasından emekleyerek geçen işçinin 2450 santigratlık fırından sigarasını yakmaya çalışırken can vermesi. (Karabük) 9.Tıraş olurken berberin rahatlatır diye boynu aniden sağa sola çevirme hareketi sonucu küt diye boynu kırılan müşterinin koltukta rahmetlik oluşu. (Erzurum) 10. Bir vatandaşın yatağındaki tahtakurusunu öldürmek için yaptığı ilaçlamadan sonra uykuya dalınca tahtakurularıyla birlikte zehirlenmesi. (Bodrum-Yalıkavak) 11. Bir lunaparkta kafadar iki gece bekçisinin uçan sandalyeyi çalıştırıp binmeleri ve durduracak kimse olmayınca inemeyip sabaha kadar kusarak hayatlarını kaybetmeleri. (Göztepe) 12. Arkadaşlarıyla iddiaya tutuşup kafasıyla mermer bloğu kırmaya çalışan medyatik karatecinin mermer yerine kafasını kırarak beyin travması sonucu ölmesi. ( İstanbul-Esenler)
-
Dünyanın en uzun burunlu adamı
Guinness Rekorlar Kitabı´na 8.8 santimetrelik burnuyla ´dünyanın en uzun burunlu adamı´ olarak giren Mehmet Özyürek, Guinness´e girdikten sonra büyük ilgi gördüğünü söyleyen Özyürek, ´Burnumun sayesinde üne kavuştum. Memleketimi ve Karadeniz insanını dünyaya tanıttım´ dedi.
-
İlk Kadın Savaş Pilotu-Sabiha Gökçen
Doğum tarihi 22 Mart 1913(1913-03-22) Doğum yeri Bursa, Osmanlı Devleti Ölüm tarihi 22 Mart 2001 (88 yaşında) Ölüm yeri Ankara, Türkiye Cumhuriyeti Mesleği Pilot ve yazar Guinness Rekorlar Kitabı 2010′un İçerisinde Yer Alan Türk Kadın Pilotu
-
Abidin Dino, (1913 - 1993) Ressam, Yazar ve siyasetçi.
Abidin Dino, (1913 - 1993) Ressam, Yazar ve siyasetçi. 23 Mart 1913 günü İstanbul'da doğan Abidin Dino; çocukluk yıllarını ailesiyle beraber Cenevre - İsviçre'de geçirdi. Daha sonra ailecek Fransa'ya gittiler. Dino ailesi, Cumhuriyetin kurulmasını takiben, 1925 yılında İstanbul'a döndü. Robert Kolej'de öğrenim gören Abidin Dino; sanata duyduğu ilgi nedeniyle öğrenimini yarıda bıraktı. Ağabeyi şair Arif Dino'nun desteğiyle resim, karikatür ve yazı alanında kendini geliştirmeye başladı. İlk desenleri Yarın gazetesinde, ilk yazıları Artist dergisinde 1930'lu yılların başında yayınlandı. NüBu yıllarda Nazım Hikmet'in şiir ve oyun kitaplarına kapak desenleri çizdi. Çok genç yaşta ünü ülke sınırlarını aştı. 1933 yılında D Grubu adlı sanat akımının kurucuları arasında yer aldı. Grubun amacı, memlekette sanatın gelişmesini ve yayılmasını sağlamaktı. Düşünce yanı ağır basan resimler yapacak, batıdaki çağdaş akımlarla boy ölçüşecek yenilikler getireceklerdi. Aynı yıl "Ankara Türkiye'nin kalbidir" isimli belgesel filmi çekmek için Türkiye'ye gelen Sovyetler Birliği'nin ünlü yönetmenlerinden Sergay Yutkeviç bir sergide Dino'nun resimlerini gördü ve o resimlerden etkilendi. Yutkeviç'in filmini izleyen Atatürk, kendisinin bir Türk gencini yetiştirmesinin mümkün olup olmadığını sordu. Yutkeviç ülkesine dönmeden önce Dino'yla görüştü ve onun dekoratör ve ressam olarak da çalışmak üzere SSCB'ye gelmesini istedi. Dino, 1934 yılında sinema öğrenimi görmek üzere SSCB'ye gitti ve 3 yıl kaldı. 3 yıl boyunca Leningrad'da Eisenstein ve Yutkeviç'in yanında makyajdan dekora, rejiden senaryoya tüm yönleriyle sinema eğitimi aldı. Yutkeviç'in yönettiği Madenciler filminde çalıştı. 1937'de 2. Dünya Savaşı nedeniyle Sovyetler Birliği tüm yabancı öğrencilerigeri gönderince Leningrad'dan ayrılmak zorunda kaldı. Dino, Sovyetler Birliği'nden sonra Londra ve Paris'e gitti. Paris'te ressam ve dekoratör olarak film çekim çalışmalarında bulundu. Gertrude Stein, Tristan Tzara, Eisentein,Andre Malrauxve Pablo Picasso gibi dönemin önde gelen sanatçılarıyla dostluklar kurdu. 1939 yılında Türkiye'ye döndü, 1941'de arkadaşlarıyla Liman (Yeniler) Grubunu oluşturdu. Çeşitli dergilerdeki çizgi ve yazılarıyla, halktan yana, gerçekçi bir sanat görüşü ortaya koydu. Çizgi ve desenlerin ön plana çıktığı resimlerinde işçi ve köylü tiplerini özgün bir üslupla işledi. Başlangıçta Picasso'nun etkisinde kalan sanatçı, daha sonraları yapıtlarında özgün ve yerel bir senteze ulaştı. Yeniler Gurubu'nun Liman çevresindeki balıkçıları konu alan ilk sergisini açtığı 1941 yılında Abidin Dino, siyasi nedenlerle önce Çorum Mecitözü'ne, sonra da Adana'ya sürgüne gönderildi. Adana'da Türk Sözü gazetesini yönetti. Kel adlı bir oyun yazdı, ancak oyun hemen toplatıldı. Çukurova'nın pamuk işçilerini konu alan resimler yaptı. Resmin yanı sıra heykel ile de ilgilenen Dino 1943 yılında dilci Güzin Dino ile evlendi. Sürgün sona erince İstanbul'a döndü. 1952'de yurt dışına çıkış yasağı kalkınca Paris'e yerleşti. Fransa, Cezayir, Amerika gibi değişik ülkelerde sergiler açtı. Fransa Plastik Sanatlar Birliği onur başkanlığı New York Dünya Sanat Sergisi danışmanlığı gibi görevlerde bulundu. 'İşkence', 'Atom Korkusu', 'Savaş ve Barış', 'Çıplaklar', 'Dört Kent', 'Dağ-Deniz' gibi birçok yapıtı çeşitli galeri, müze ve koleksiyonlarda yer aldı. Zaman zaman Türkiye'de kişisel sergiler açan Abidin Dino, 7 Aralık 1993 günü Paris'te hayatını yitirdi. Cenazesi İstanbul'a getirilerek Aşiyan'da toprağa verildi. Abidin Dino Hakkında Yazılanlardan Derlenmiştir... AnaBana Mutluluğun Resmini Yapabilir misin Abidin? Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin ?"demiş Nazım. Abidin Dino 'da cevaben: .".....Gidebilseydik meserret kahvesine, İlk karşılaştığımız yere Ve bir acı kahvemi içseydin. Anlatsaydık O günlerden, geçmişten, gelecekten, Ne günler biterdi, Ne geceler... Dinerdi tüm acılar seninle Bir düş olurdu ayrılığımız, Anılarda kalan. Ve dolaşsaydık Türkiye'yi Bir baştan bir başa. Yattığımız yerler müze olmuş, Sürgün şehirler cennet. İşte o zaman Nazım, Yapardım mutluluğun resmini Buna da ne tual yeterdi; Ne boya... " şiirini yazmış ; sanıldığının aksine, resim yerine. Çok güzel ellere sahipmiş Abidin Dino. Bilhassa kadınları etkileyen gizemli bir çekicilik taşırmış, pek yakışıklı olmamasına rağmen. El yazısı da aynı oranda etkileyici ve hoşmuş, kimsenin yazısına benzemeyen bir karaktere sahipmiş. ZeybekÖğrenim görmediği halde kendini yetiştiren ve bilgi sahibi olan bir insan Dino. Sanat, edebiyat, tarih hatta ekonomiye vakıf olacak kadar bilgili. Üç dili rahatça konuşacak kadar allame-i cihan bir insan. Yabancı gazetelere makaleler yazar, şaşırtıcı yorumlarda bulunurmuş. Resim yeteneği sadece yağlı boya tablo yapımı ile sınırlı değilmiş. Desen, karikatür, heykelle ilgilenir, doymak bilmeyen bir hevesle her şeyi yapmaya çalışırmış. Sadece bunlarla da yetinmemiş. Yazı ve tiyatro oyunları yazmış, futbol belgeseli ve fotoğraf çekmiş. Hayatı seven ve güzelleştirmeyi bilen bir insanmış. Bir kır kahvesinde, söğüş domates ve peyniri, ziyafete dönüştürmesini bilecek kadar yaşamı zenginleştirme mektebinden geçmiş: Kısa bir vapur yolculuğunu; dünya turuna çevirecek kadar değerli bir insanmış . Kanser olup hastalandığı son zamanlarında; hala insanlara umut aşılamaya devam etmiş ."Çok iyiyim.. Aslan gibiyim" diyerek; acı çekmesine rağmen , çevresindekilere durumunu yansıtmamaya çalışmış. İstanbul Rumelihisarı'nda; mezarı, Selamiçeşme Özgürlük Parkı'nda; heykeli vardır. Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? İşin kolayına kaçmadan hani Çok şükür, çok şükür bugünü de gördüm, Ölsem gam yemem, gayrının resmini yapabilir misin üstad...? Abidin Dino'nun Anısına İzmir'in yeni sanat mekanı "Printmaking Stüdyo Galeri" görsel etkinliklerinin ikincisinde Türk Resim ve Edebiyatının en önemli isimlerinden, D Grubu ve Yeniler Grubu öncüsü, Sergay Yutkeviç'in Film Dekoratörü, Nazım'ın çizgi dili, "Çingeneler" adlı filmin senaristi, "Goal!" adlı belgesel filmin yönetmeni; Abidin Dino'nun desen ve resimlerinden oluşan sergiyi İzmir'li sanatseverler ile buluşturdu. Mezzaluna, Ege Sanat Tanıtım ve EM Tanıtım desteği ile; Dino'nun 13. ölüm yıldönümü anısına düzenlenen sergide, sanatçının 30'dan fazla eseri İzmir'li sanat izleyicisi ile ilk kez buluştu. 1913'te İstanbul'da doğan ve çağdaş Türk resim sanatının öncülerinden olan Abidin Dino'nun yaşamı çoğunlukla yurtdışında geçmiştir. Daha doğduğu yıl ailesi, İstanbul'dan ayrılarak İsviçre'nin Cenevre kentine yerleşmiştir. Sanatsever bir ailenin ve çevrenin içinde büyüyen Abidin Dino'nun resme olan ilgisi erken yaşlarda başlamıştı. Antibes ResimleriBir süre Fransa'da kaldıktan sonra 1925'te ailesi ile birlikte İstanbul'a dönen Dino, Robert Koleji'ne girdi. Dino'nun edebiyata olan ilgisi, ressamlığı yanı sıra daha sonra da sürdü. 1931'de Artist adlı dergide ilk çizgileri yazıları yayımlanmaya başladığında 18 yaşındaydı. Bu arada Nazım Hikmet'in şiir ve oyun kitaplarına kapak desenleri çizdi. Kaynak Grafik Sanatı Abidin Dino Resimleri Video
-
SAMATYA SERENADI
Kaleminize sağlık, Sınırlı kaldığınız fotoğraflarda az da olsa ekleme yapmak isterim izninizle Samatya Karakolu-Samatya Yedikule Yedikule Balıklı Hastanesi bahçesinde panayır. Yedikule Surdışı Yedikule'den farklı kareler..
-
Muammer Lütfi
Muammer Lütfi (1903 – 1947) Yedi Meşale şairidir. Babası bilgin bir kişi olan Müderris Lütfi Efendi. İlk ve Orta öğrenimini Ödemiş Rüştiye ve İdadisi’nde yaptı. Arapça, Farsça öğrendi. İstanbul İlahiyat Fakültesini ve Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Antalya, Kuşadası, Bozdoğan, Nazilli, Muğla, Ürgüp, Demirci yargıçlıkla dolaştığı yerler arasında. Bu sürekli yer değiştirmelerden usanarak istifasını verdi. Ödemiş’te ölümüne dek avukatlık yaptı. Muammer Lütfi; Yed Meşaleciler içinde , meslek zorunlulukları, çalışmalarına uygun bir ortam bulamaması yüzünden sesini gerektiği gibi duyuramayan bir şair. Şiirlerinde genellikle ulusal konuları, aruz ve hece ölçüleriyle işler;sonra serbest nazımda karar kılar. Yüreği yurt, millet sevgisiyle dolu, gittikçe aydınlanan duru bir dili var. İlk şair denemeleri İzmir’de Ahenk Sada-yi Hak, Yeni Gün gazetecileriyle Mahfel, Nazikter, Hilal, Şark, Anadolu, Yurt, yanık, Servetifünun, İçtihad, Yeni Ses ve Antalya Halkevi’nin Türk Denizi dergilerinde yayımlanan şiirleriyle tanındı. Eserleri 1. Yedimeş’ale (6 arkadaşı ile birlikte), 2. Türk Akdeniz, 3. İlk Kurşun.
-
Nâbî (1642- 1712)
Yazarın Adı:Nâbî (1642- 1712) Asıl adı Yusuf’tur. Urfalı’dır. İyi bir eğitim görerek Arapça ve Farsça öğrendi. Çeşitli memuriyetlerde bulundu. Altı padişah dönemini görecek kadar uzun yaşadı. Nâbî’nin yaşadığı XVII. yüzyıl, sosyal ve siyasal huzursuzlukların yaşandığı bir dönemdir. İmparatorluğun ihtişam asırları artık hatıra olarak kalmıştır. Böyle bir ortamda yetişen şâir, biraz da mizacı gereği hikmet ve darb-ı mesel (atasözü) ağırlıklı bir şiir ortaya koymuştur. Bu yeni şiir anlayışı ”hikemî tarz” veya ”Nâbî tarzı” diye anılmaktadır. Bu tarz şiirde, duygu ve hayalden, kelime oyunlarından daha çok, inanmış bir insanın sosyal eleştirileri, yol gösterici öğütleri, atasözlerine benzer veciz sözleri yer alır. Nâbî edebiyatımızda çığır açmış nadir şâirlerdendir. Manzum ve mensur birçok eser yazmıştır. En meşhur eseri Türkçe Divan’ıdır. Özellikle gazelleri çok başarılıdır. Asıl adı Hayrinâme olan ve Hayriyye adıyla şöhret kazanan mesnevisi de onun ününü sağlayan eserlerdendir. Oğlu Ebulhayr için yazdığı bu eser nasihatnâme türündedir. Diğer eserleri: Sûrnâme, Hadis-i Erbaîn Tercümesi, Zeyl-i Siyer-i Veysi, Tuhfetü’l- Haremeyn, Farsça Divançe Kaynak: Cemal Kurnaz, Eski Türk Edebiyatı, Ankara, 2001 Şiirleri 1. Bâğ-ı Dehrin Hem Hazânın Hem Bahârın Görmüşüz 2. Bir Devlet İçün Çarha Temennâdan Usandık 3. Cem'in Tamâma Erip Devri Câm Kalmıştır 4. Gazel / Bâğ-ı Dehrin Hem Hazânın Hem Bahârın Görmüşüz 5. Gazel / Bulunur 6. Gazel / Gelür Gider 7. Gazel / Gelürsün 8. Gazel / Görmüşüz 9. Gazel / Kalmamış 10. Gazel / M'olur 11. Gazel / Minnet 12. Gazel / N'oldu Sana 13. Gazel / Olasın 14. Gazel / Sana Kaldı 15. Gazel / Söylesin 16. Gazel / Usandık 17. Gazel / Zevk-ı Gam Dilde Midir Dağda Mı Tende Midir 18. Mısra - Sen Gelmeyince Hatıra Görsen Neler Gelir 19. Nedir Ey Şûh Bu Bîhûde Gazab N'oldu Sana 20. Sakın Terk-i Edebden
-
Hüseyin Cahit Yalçın (1874-1957)
Servet-i Fünûn Edebiyatçılarındandır : Hikaye, roman, eleştiri yazarıdır. Gazetecilik ve öğretmenlik görevlerinde bulunmuştur. 1908′de Tevfik Fikret ile Tanin Gazetesi’ni çıkarmaya başlamıştır.İstanbuldan mebus seçilmiş ve Meclisi mebusana girmiştir.İnkilaplara karşı olduğu düşüncesi ile çoruma sürülmüştür ancak daha sonra Kars millet vekilliğinde bulunmuştur.Eski edebiyata karşı yeni edebiyatı, Doğu kültürüne karşı Batı kültürünü savunmuştur. Eserlerini realist bir görüşle iç ve dış gözleme dayanarak yazar. Türk dilinin sadeleşmesindeki rolü büyüktür. Eserleri Nadide, Hayatı Muhayyel, Hayal İçinde, Hayat-ı Hakikiye Sahneleri, Kavgalarım, Tarihi Umumi, Türkçe Sarf ve Nahiv, Niçin Aldatırlarmış, Edebi Hatıralar, Talat Paşa, Seçme Makaleler v.b.
-
Mehmet Rauf (1875-1931)
Mehmet Rauf 1875-1931 Servet-i Fünûn edebiyatçılarındandır . Mehmet Rauf; Deniz Harp Okulunda okurken, İngilizce ve Fransızca öğrenmiş ; Fransız realist ve naturalistlerini tanımış özellikle Fransız yazar Paul Bourget ve Halit Ziya Uşaklıgilden etkilenmiştir. Türk edebiyatının ilk büyük psikolojik romanı olan “Eylül”,yazarın en büyük eseri sayılır. 1896 yılından itibaren Servet-i Fünûn’da yazmaya başladı Hikaye, mensur, şiir, roman ve tiyatro oyunları türlerinde yapıtlar üretti.. Eserleri şunlardır ; Romanları * Eylül * Ferda-yı Garam * Karanfil ve Yasemin * Genç Kız Kalbi * Böğürtlen * Son Yıldız * Tuba * Halas * Ceriha * Kan Damlası * Define * Bir Zambak Hikayesi Hikaye Kitapları * İhtizar * Son Emel * Aşk Kadını * Eski Aşk Geceleri * İlk Temas * İlk Zevk Düzyazı Şiirleri * KAZIM Oyun * Pençe(1920) * Sansar (1920) * Cidal (1911) * Diken (1911) * Evlat Acısı(1923) * Pembe Köşk (1924)
-
Kumbara – Andersen Masalları
Kitabın Adı:Kumbara Kitabın Yazarı:Andersen Kitabın Konusu: Masal Özetleri Kitabın Özeti: Çocukların odasında, gar dolabın üstünde oldukça yüksek bir köşede domuz biçiminde içi ağzına kadar para dolu bir kumbara varmış. Gar dolabın tepesinde yer aldığı için odada olup biteni seyredebiliyor, karnındakilerle her şeyi satın alabileceğini düşünüyordu. Buda onu çok mutlu ediyordu. Odadaki tüm oyuncaklar beraberce oynarlardı fakat kumbarayı oyuna çağırmak için davetiye göndermek gerekiyordu. Çünkü aşağıdaki konuşmaların duyamayacak kadar yüksekte idi. Aşağıdaki oyunları, eğlenceleri yalnızca seyretmekle yetinirdi. Kumbara bu duruma çok üzülmüş çok kızmış ve hayallere dalmıştı. Bir süre sonra bom…. domuz kumbara paramparça yerde yatıyordu. Tabi içinde fırlayıp dört bir yana saçılan paralarda oradan oraya yuvarlanıyor, dans edip duruyordu. Paralar dünyaya yeniden gelmişçesine bir anlık dahi olsa özgürlüğün tadını çıkararak dans ederken domuz kumbaranın parçaları da bir kutuya konuyordu. Her şeyin bir başı bir sonu vardır derler. Umarız yeni kumbaranın başına aynı şeyler gelmez.
-
Su damlası-Andersen Masalları
Kitabın Adı:Su damlası Kitabın Yazarı:Andersen Kitabın Konusu: Masal Özetleri Kitabın Özeti: Büyütecin ne olduğunu, her şeyi yüz kat büyülten bir çeşit gözlük camı olduğunu herkes bilir. Bir damla suya büyüteçle bakıldığında binlerce küçük yaratık görünür. Oysa çıplak gözle bakarsak onların hiç birini göremeyiz. Ama onlar her zaman o suyun içindedir. Bir zamanlar “dev amca” adında bir adam yaşarmış, güzel, ilginç olan her şeye sahip olmak istermiş eğer elde edemezse ya büyücüye başvurur yad kendi kendine binbir çeşit yol icat edermiş. Bir gün aline büyüteci alıp bir damla suyu incelemiş suyun içinde o gözle görünmez yaratıklar hiç durmadan hareket ediyorlar, sıçrayıp, hopluyorlarmış. Çok ilginç bulmuş fakat daha net görmek için renklendirmeyi düşünmüş ve kırmızı bir renk damlatmış içine. Bu bir büyücünün kanıymış. Birden sudaki yaratıklar pespembe oluvermiş. Bu yaratıkları bir kente yaşayan canlılara benzetmiş. Hiç durmadan itişiyorlar, dövüşüyorlar, birbirlerini çekiştiriyor ve acımasızca ısırıyorlar. Aşağıdakiler yukarı çıkmak istiyor hem de devamlı onları sindirmeye çalışıyorlar. “Aslında bu yalnızca bir su damlası” demiş. Gülümseyerek “Ama yinede gerçek yaşamdan bir örnek. Oysa tüm canlılar birbirlerine sevgi ile baksalar her şey daha güzel olmaz mıydı ? diyerek bitirir.
-
Oliver Twist-DICKENS
Kitabın Adı:OLİVER TWİST Kitabın Yazarı: Charles DICKENS Kitabın Yazılma Yılı:1837 Kitabın Yayınevi: Beyaz Balina Yayınları Kitabın Basım Yılı: 2004 Sayfa Sayısı:128 Kitabın Konusu: Kitap, yetimhanede doğmuş olan Oliver Twist adlı karakterin hayatını anlatmaktadır. Kitabın Özeti: Oliver Twist, bir yetimhanede dünyaya gelir. Oliver Twist’e ismi, yetimhane müdürü bay Bumble tarafından verilir. Çocukluğunu bayan Mann’ ın yanında geçirir. 11 yaşındayken bay Sowerbery’nin yanına evlatlık verilir. Bay Sowerbery cenaze işleriyle uğraşan biridir. Oliver burada kendini mutlu hissetmez ve evden kaçar. Yedi günlük yorucu bir yolculuktan sonra Londra’ya gelir. Aç ve yorgun olan Olİver Londra’da Jack Dawkıns ile tanışır. Jack Oliver’e yardım eder, kalması için onu kendi kaldığı yere getirir. Burada fak ın ve arkadaşlarıyla tanışır. Bu Oliver’in hayatındaki dönüm noktasıdır. Farkında olmadan hırsız çetesinin içinde kendisini bulmuştur. Bir gün Dawkıns hırsızlık yaparken Oliver paniğe kapılır, kaçmaya başlar. Mendilinin çalındığını anlayan Brownlow, Olıver’dan şüphelenir ve onu yakalar. Oliver bütün hayatını Brownlow’a anlatır. Brownlow ona acıyıp ailesini bulabilmesi için yardım edeceğine söz verir. Oliver’ın dürüst biri olup olmadığını anlamak için brownlow onu bir kitapçıya yüklü bir parayla kitap almak için göndererir. Yolda fakın’ın arkadaşı olan William Sikes onu kaçırır ve fakın’e getirir. fakın, Oliver’ı tamamen ele geçirebilmek için suç işlemesi gerektiğini bilmektedir. Bunun için William’ın yapacağı bir soyguna Oliver’ın da katılmasını ister. Hırsızlığın yapıldığı gece Oliver pencereden içeri girerken evin hizmetçisi tarafından vurulur. William ve arkadaşları kaçmaya başlar. Oliver’ı evin yakınlarındaki bir hendeğe bırakıp oradan uzaklaşırlar. Oliver iki gün sonra kendine geldiğinde, yarı baygın şekilde en yakındaki eve gider. Burası iki gün önce soyulan evdir. Ev halkı dr Losborn’u çağırır. Dr. Losborn Oliver’ın hayat hikayesini dinler ve ona yardım etmek için elinden geleni yapar. Yaptığı araştırmalar sonucu Oliver’ın asil birinin oğlu olduğunu ve kendisine büyük bir mirasın kaldığını öğrenir. Oliver için bütün kötü günler geride kalmıştır. Artık her şey yoluna girmiştir. Mutlu bir hayat onu beklemektedir.
-
Kaşağı – Ömer Seyfettin
Kitabın Adı:KAŞAĞI Kitabın Yazarı: Ömer Seyfettin Kitabın Yayınevi: Gün Yayıncılık Kitabın Basım Yılı: 2006 Sayfa Sayısı:112 Kitabın Konusu: Bir iftira ile ilgili olan romanın konusu; kardeşine iftira attıktan sonra çektiği vicdan azabının hikayesidir. Kitabın Özeti: Annesi, İstanbul’a gittiği için kendisinden bir yaş küçük olan kardeşi Hasan’la artık Dadaruh’un yanından hiç ayrılmaz. Bu, babasının seyisi, yaşlı bir adamdır. En sevdikleri şey atlardır. Dadaruh’la birlikte onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, onlar için çok zevklidir.Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşlarına gider. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı… tık… tıkı… tık… tıpkı bir saat gibi… yerinde duramaz, bunu gören küçük çocuk ben de yapacağım! diye tutturur. O vakit Dadaruh, onu Tosun’un sırtına koyar, eline kaşağıyı verir, - Hadi yap! Der. Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdı. Her sabah ahıra gelir gelmez, - Dadaruh, tımarı ben yapacağım, der.Ama adam izin vermez ancak boyu at kadar olunca yapabileceğini söyler.Boyu atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun’un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, “Höyt..” diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı.Bir gün yalnız başına kalır. Hasan’la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyanır. Kaşağıyı arar, bulamaz. Annesinin bir hafta önce İstanbul’dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen alıp, Tosun’un yanına koşar, karnına sürtmek ister fakat rahat durmaz. - Sanırım acıtıyor? Diye düşünür. Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine bakar. Çok keskin, çok sivridir. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başlar. Dişleri bozulunca yeniden dener. Gene atların hiçbiri durmaz ve kızar. Öfkesini sanki kaşağıdan çıkarmak ister. On adım ilerdeki çeşmeye koşar. Kaşağıyı yalağın taşına koyup yerden kaldırabildiği en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başlar. İstanbul’dan gelen, üstelik Dadaruh’un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezip, parçalar. Sonra yalağın içine atar. Babası çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı görür; Dadaruh’a yanına çağırınca çok korkar. Dadaruh şaşırır, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babası bunu kimin yaptığını sorar.Dadaruh, - Bilmiyorum, der. Babasının gözleri ona döner, daha bir şey sormadan, çocuk kaşağıyı kardeşi Hasan’ın kırdığını söyler. “Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi” der. Babası Hasan’I çağırır. -Bu kaşağıyı niye kırdın?diye sorar. Hasan, Dadaruh’un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktıp, sarı saçlı başını sarsarak, - Ben kırmadım, der. - Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, der babası. Hasan inkârda direnir. Baba öfkelenir. Üzerine yürür “Utanmaz yalancı” diye yüzüne bir tokat indirir. - Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin’le otursun! diye haykırır. Artık ahırda hep yalnız oynar. Hasan eve hapsedilir. Annesi geldikten sonra da bağışlanmaz.Annesi onun iftira atabileceğine hiç ihtimal vermez. Ertesi yıl anne, yazın gene İstanbul’a gider.Hasan’a ahır hâlâ yasaktır. Bir gün birdenbire hastalandı. Doktor “Kuşpalazı” der. Babası yatağın başucundan hiç ayrılmaz.Hizmetçi kardeşinin öleceğini söyler ve çocuk ağlamaya başlar.Gece uyuyamaz, uykuya dalar dalmaz Hasan’ın hayali gözünün önüne gelir “İftiracı! İftiracı!” diye karşısında ağlar.Pervin’i uyandırır. Hasan’ın yanına gitmek istediğini ve babasına bir şey söylemek istediğini söyler.Yarın söylersin, der.Sabaha kadar gene gözlerini kapayamaz. Hava henüz ağarırken Pervin’i uyandırır.Ama zavallı suçsuz kardeşi, o gece ölmüştür.
-
Çizmeli Kedi
Charles Perrault tarafından 1697′de toplanan Anne Kazın Hikayeleri’nde ve daha önce 1634′de Giambattista Basile tarafından toplanan Avrupa halk hikayelerinde geçmektedir. Masallarda çizme giyen bir şövalye kedi olarak vardır….. Çizmeli Kedi….. Bir zamanlar, üç oğlu olan bir değirmenci varmış. Değirmenci ölünce büyük oğluna değirmen, ortanca oğluna eşek, küçük oğluna da kedi miras kalmış. Küçük oğlu bu duruma çok üzülmüş. “Kedi ne işine yarar ki insanın?” diye yakınmış. “Pişirip yiyemezsin bile.” Kedi bunu duymuş ve hemen cevap vermiş. “Kötü bir mirasa sahip olmadığınızı göreceksiniz efendim. Bana boş bir çuval ve bir çift de çizme verirseniz, neye yarayacağımı görürsünüz.” Şaşkınlıktan ağzı bir karış açık kalan çocuk, kedinin istediklerini yapmış. Kedi çizmeleri giyince ayna karşısına geçmiş ve kendini pek beğenmiş. Sonra kilerden taze bir marulla güzel bir havuç seçip ormanın yolunu tutmuş. Ormanda çuvalın ağzını açmış, marulla havucu çuvalın içine yerleştirip bir ağacın arkasına saklanmış. Çok geçmeden taze sebzelerin kokusunu alan küçük bir tavşan çuvalın yanına gelmiş, zıplayıp içine atlamış. Kedi saklandığı yerden çıkıp çuvalın ağzını sıkı sıkı bağlamış. Ancak Çizmeli Kedi tavşanı efendisine götürmek yerine doğruca saraya gidip Kral’la görüşmek istediğini söylemiş. Kral’ın huzuruna çıktığında yere eğilerek, “Yüce Efendimiz, size Efendim Marki’den bir hediye getirdim,” demiş. Bu hediye Kral’ın çok hoşuna gitmiş. Üç ay boyunca Çizmeli Kedi saraya o kadar çok hediye götürmüş ki, Kral artık onun yolunu gözler olmuş. Derken Çizmeli Kedi’nin dört gözle beklediği gün nihayet gelmiş çatmış. “Bana sakın neden diye sormayın ve bu sabah ırmağa gidip yıkanın,” demiş sahibine. Çizmeli Kedi, o sabah Kral’ın Prenses’le, yani kızıyla birlikte ırmağın kenarından geçeceğini biliyormuş. O sabah, Kral’ın faytonu ırmağın yakınından geçerken Çizmeli Kedi telaşla yanlarına yaklaşmış. “Yardım edin! Yardım edin!” diye bağırmış. “Efendim Marki boğuluyor!” Kral hemen bir alay askerini ırmağa yollamış. Fakat Çizmeli Kedi bununla da kalmamış. Kral’a, efendisi ırmakta yüzerken hırsızların onun elbiselerini çaldıklarını söylemiş. (Oysa Çizmeli Kedi, efendisinin elbiselerini çalıların arkasına kendisi gizlemiş!) Kral, hiç gecikmeden Marki’ye bir takım elbise yollamış. Tahmin edeceğiniz gibi Çizmeli Kedi’nin sahibi, kendisine Marki denmesine çok şaşırmış, ama akıllılık edip hiç sesini çıkarmamış. Marki güzelce gyidirildikten sonra Kral onu gideceği yere götürmek için faytonuna davet etmiş ve kızıyla tanıştırmış. Prenses, iki dirhem bir çekirdek giyinmiş olan Marki’ye bir bakışta âşık olmuş. O sırada Çizmeli Kedi koşa koşa oradan uzaklaşmış. Çok geçmeden büyük bir tarlada ot biçen insanlara rastlamış. “Beni dinleyin!” diye bağırmış. “Kral bu yöne doğru geliyor. Size bu tarlaların kime ait olduğunu sorarsa ona efendim Marki’ye ait olduğunu söyleyeceksiniz. Yoksa sizi dilim dilim doğrattırırım!” Sonra Çizmeli Kedi bir süre daha koşmuş ve büyük bir tarlada buğday biçen adamlara rastlamış. Aynı şeyi onlara da söylemiş. Sonra tekrar koşmuş ve her rastgeldiği insana aynı şeyleri tekrarlamış. Derken Dev’in şatosuna varmış. Kral’ın Faytonu Çizmeli Kedi’nin geçtiği yerlerden geçerken Kral her rastgeldiği insana, “Bu tarlalar kime ait?” diye soruyormuş. Her defasında da aynı cevabı alıyormuş. Kral, Marki’nin bu kadar çok toprağa sahip olmasına şaşırmış. (Çizmeli Kedi’nin sahibi de öyle!) O sırada Çizmeil Kedi Dev’in şatosunda başka bir işler çevirmekle meşgulmüş. “Dev,” demiş Çizmeli Kedi, Dev’in nefesinin kokusundan iğrendiğini gizlemeye çalışarak. “Senin aynı zamanda müthiş bir sihirbazlık gücünün olduğunu söylüyorlar, doğru mu?” “Öyle diyorlarsa, öyledir,” demiş Dev alçakgönüllülükle. “Örneğin, istersen hemen bir aslana dönüşebildiğini söylüyorlar,” demiş Çizmeli Kedi. Bunu söyler söylemez Dev hemen kendini bir aslana dönüştürüvermiş. Çizmeli Kedi kendini dolabın üzerine zor atmış. Dev tekrar eski haline dönünce dolaptan aşağı inmiş. “Mükemmel!” demiş Çizmeli Kedi. “Ama fare gibi küçük bir şeye dönüşmek senin gibi cüsseli biri için imkânsız olmalı!” “İmkânsız mı?” diye gülmüş Dev. “Benim yapamadığım şey yoktur!” Dev bir anda fareye dönüşmüş, Çizmeli Kedi de onu hemen yutmuş. Derken Kral, Dev’in şatosuna varmış. Şatonun artık kime ait olduğunu tahmin etmişsinizdir herhalde! Çizmeli Kedi Kral’ın faytonunu şatonun yolunda karşılamış. “Bu taraftan gelin,” demiş. “Sizi bir ziyafet bekliyor.” (Dev o gün birkaç arkadaşına bir ziyafet vermeyi planladığı için yemeklerle donatılmış büyük bir masa hazır bekliyormuş!”) O gün sonunda Çizmeli Kedi’nin sahibi marki Prenses’le nişanlanmış. Bir hafta sonra da evlenmişler. Çizmeli Kedi’ye ne mi olmuş? Dokuz canından dokuzunu da sefa içinde sürmüş ve bir daha da fare avlamasına gerek kalmamış – ara sıra avlamış, o da kedi olduğunu unutmamak için.
-
Kuklacı – Kemalettin Tuğcu
Kitabın Adı:KUKLACI Kitabın Yazarı: Kemalettin TUĞCU Kitabın Yayınevi: Pegasus Yayınları Kitabın Basım Yılı: 2006 Sayfa Sayısı:80 Kitabın Konusu: Kuklacı kitabının ana olayı; eskiden bürokrat olan Recai Bey’in ailesinin, torunu hariç, kendisinden devamlı faydalandıkları halde; onu hiçe saymaya çalışan eşi, damadı, oğlu ve gelini ile olan çekişmeleri neticesinde, onlardan uzak kalarak kafasını dinlemek için, sakın bir liman vazifesi gören kuklacılık ile ilgilenmesi anlatılır. Kitabın Özeti: Vali Yardımcılığından emekli Recai Bey, kendisine ait a-partmanın bir dairesinde, hanımı Sahire, damadı banka müdürü Hayri Bey, kızı Calibe, Recai Bey’in çok sevdiği ve en çok konuştuğu torunu Yıldız, avukat oğlu Bedri, kayınvalidesi ve görümcesi tarafından hor görülen evin gelini Perihan ve hizmetçi Fatma ile birlikte oturmaktadır. Tüm mal varlığı kendisine ait olmasına rağmen, evde bir sığıntı muamelesi görmektedir. Ancak bir gün, eşi Sahire Hanım’ın, Recai Bey’in eşyalarını kömürlüğe indirtip, odasını misafir odası yapması, bardağı taşıran son damla olmuş, Recai Bey, hepsine özellikle de eşine tavır koyarak, yönetimi ele almıştır. En çok da eşine kızmaktadır. Çünkü, evlenirken kendisine yalan söylemiş, evlendikten sonra, kuçumsediği ailesi ile bağını kesmiş, kocasının sırtından havalara girmiş olan Sahire Hanım’ın yaptıkları affedilir gibi değildir. Recai Bey’in bu çıkışı, ailenin diğer fertlerinin biraz kendilerine çekidüzen vermelerini sağlamıştır… Recai Bey, her gün sabah erkenden çıkıp, geç vakitlerde gelmektedir. Torunu Yıldız merak edip sorunca, dedesinin bir dükkân tuttuğunu ve kuklacılık yapacağını öğrenir. Dedesi ona kukla oyununun bütün karakterlerini ve Özelliklerini anlatır. Dedesinin sırdaşı ve arkadaşı olan Yıldız da okuldan çıktığında, dedesinin dükkânına uğramakta ve ona yardım etmektedir. Aile içinde, bu gelişmeler sürekli konuşulmakta, Recai Bey’in aklını yitirdiğine hükmedılmektedir. Fırsat çıkmıştır. Şayet Recai Bey’i akıl hastanesine yatırabilirlerse, bütün ipleri ellerine geçirebileceklerdi, özellikle Sahire Hanım bunu çok istiyordu. Oğlu Bedri, babasına sorunca, bir kuklacı dükkânı açtığını anlatır. Ailenin kimi fertleri güler, kimi ise itiraz eder; ancak işe yaramaz. Recai Bey biraz daha ipleri sıkar. Artık, torunu Yıldız herkesin parasını dağıtmaktadır. Sahire Hanım bu işe çok bozulmaktadır. Bu arada, gelini ve torunu hariç herkes Recai Bey’e “kuklacı” demektedir. Recai Bey ise, tüm bunlara gülüp geçmektedir. Dükkâna, ilk olarak oğlu Bedri geldi, biraz dertleştiler. Bedri babasının yaptığı kuklalara hayran kaldı. Recai Bey, kayınvalidesi ve kayınbabasına her ay uğrayıp, yardım ettiğini anlatınca, Bedri babasını daha çok taktir etti. p Bu arada, Recai Bey zaman zaman halsiz düştüğü için, dükkânını açamıyordu. Damadı, kızı ve hanımı bir an önce ölsün diye bekliyorlardı. Damadı Hayri, ayağını kırmış, hanımı ile arası bozulmuş, Recai Bey’den bir şeyler kopartmanın peşine düşmüştü. Gelişmeler damat Hayri Bey’in aleyhine oldu eşinden de ayrılmak zorunda kalarak, uzak bir yere tayin edildi. Recai Bey ise halinden memnundu. Özenle, nadide ürünler yapıyor, yavaş yavaş büyük küçük herkesin ilgisini ve takdirini kazanıyordu. Yoksul çocuklara topacı bedava veriyor, beğeni sahibi insanlara ise ürünlerini hediye ediyordu. Yıldız da dedesine yardım ediyor, birlikte keyifle çalışıyorlardı. Bu arada da, Calibe Hanım, Cevat Bey diye kibar bir adamla evlenmiş, onlar da, annesi Huriye Hanım’la birlikte, yan daireye yerleşmişlerdi. Yıldi2 ise ortaokulu başarı ile bitirmişti. Onun mezuniyet töreni vardı. Dede İle torun harıl harıl hazırlık yapıyorlardı. Çünkü mezuniyet töreni programında, Recai Bey’in yapmış olduğu eserler de sergilenecekti. Beklenen gün geldi. Kültür Bakanlığı temsilcisi, ilin önde gelenleri, müdürler, öğretmenler, öğrenciler, gazeteciler hepsi vardı. Sergiyi gezmeye başladıkları vakit, hemen hepsinin hayranlıktan dilleri tutuldu, mest oldular. Türk Orta Oyunu’nun bütün tipleri, tarihi kişilikleri, halk kahramanları, daha neler neler. Hepsi sıraya girip, Recai Bey’e tebriklerini bildirdiler. Ertesi gün bütün gazeteler bu sergiden bahsediyordu. Recai Bey, “Yaptığım her işte ve görevde daima faydalı ve iyi şeyler yaptım, bir türlü tanınamadım. Sanatçı kimliğimle birdenbire herkes tarafından tanınan bir insan oldum” diyerek hep seviniyor, hem hayıflanıyordu. “Artık dükkânı kapatacağım. Çünkü antikacılar ve koleksiyoncular beni rahat bırakmazlar.” Bazı eşyaları ve aletleri evine getirdi, diğerlerini dağıttı. Anahtarlan götürüp mal sahibine teslim etti. Çocuklar, meraklılar, antika sevenler, koleksiyoncular her zaman uğradıkları dükkâna gelince, “kiralık dükkân” yazısını görüp üzüldüler.
-
Schumacher'in aracı internette
Schumacher'in aracı internette Alman Formula 1 pilotu Michael Schumacher'in 1994'te ilk kez dünya şampiyonu olduğu yarış otomobili, internet müzayede sitesi ''eBay''de satışa kondu. Açık artırmada şimdiden 2.5 milyon Avro'yu aşan otomobili satın almak için son şans 16 Kasım Pazartesi günü sona erecek. Alman gazeteleri, internette satışa çıkarılan Benetton B194 tipi yarış aracının şu anki sahibinin bir alman işadamı ve onun Kanadalı dostlarından birisi olduğunu yazdı. Kaynak A A
-
Curtis James Jackson III (50 Cent)
Curtis James Jackson III ya da bilinen adıyla 50 Cent, (d. 6 Temmuz 1975) ünlü bir ABD'li rap müzik sanatçısı, albüm yapımcısı ve oyuncu. Şarkıcı, 2000'li yılların en çok satan siyahî sanatçıları arasında yer almaktadır. Hayatı Curtis Jackson, New York'un Queens mahallesinde zor şartlar altında büyümüştür. Küçüklükten beri en iyi arkadaşı Gaolrp Kemr'dir. Babasını tanımayan Curtis, 8 yaşına kadar annesinin yanında büyür. Annesi bir uyuşturucu satıcısıydı ve Curtis 8 yaşında iken annesi öldürüldü. Annesinin bir arkadaşı onu uyuşturucu konusunda sorun çıkmış ve öldürmüş. Annesinin ölümünden sonra Curtis büyükannesinde kalmaya başlar. Annesinin sayesinde uyuşturucu satıcılarına bağlantısı olan Curtis 12 yaşında iken o da uyuşturucu satmaya başlar. Lise yıllarında birkaç defa kısa süre için hapise düşen Curtis ilk ağır cezasını 19 yaşında alır. 21 yaşında iken şu an 13 yaşında olan oğlu Marquise dünyaya gelir. 50 Cent, ilk önce rap camiasında tanınmış prodüktör ve Run-DMC grubunun üyesi olan Jam Master Jay ve daha sonra dünyaca ünlü olan prodüktör Dr.Dre tarafından keşfedilir. Jam Master Jay'in yardımıyla ilk müzik anlaşmasını Columbia Records ile imzalar. İlk klip çekiminden önce 9 kurşun yiyerek hastanelik olan Jackson'un anlaşması bu olaydan sonra Columbia Records tarafından iptal edilir ve "Power of the Dollar" adlı albümü piyasaya sunulmaz. Azmini kaybetmeyen Curtis Jackson demo ve mixtape çıkarmaya devam eder. Tesadüfen cd'lerden birtanesi Eminem'in eline geçer. Jackson'un cd'sini beğenen Eminem, onunla bir anlaşma yapar. Bu kontrattan Jackson 1.000.000 $ alır ve "Get Rich or Die Tryin'" adlı ilk resmi albümünü müzik piyasasına sürer.Cem Güney en büyük hayrani olarak secilmistir "In da Club", "P.I.M.P." ve "If I Can't" gibi şarkılarıyla rap ve hip-hop dünyasında kendisine bir isim yapar. 2006 yılında 32 milyon dolar, 2007 yılında 34 milyon dolar kazanarak yılda en fazla para kazanan 2. rapçidir.Forbes dergisinin 2007 'de belirlediği "En Zengin Hip-Hop"çılar sıralamasında Jay-Z ve Eminem'den sonra üçüncü sıradadır. Forbes'in Ağustos 2008'de açıkladığı geçen yıldan bu zaman geçen zaman dilimi içerisindeki kazançlarına göre sıralama yaptığı hip&hop yıldızları sıralamasında 50 cent 150 milyon lık kazancıyla Jay-Z ve P.Diddy'i geride bırakmıştır.Son Albümü Curtis'ide Ailenin üçüncü oğlu ve kendisinin üçüncü albümü olduğu için Curtis koymuştur. Filmografi 2003 50 Cent: The New Breed 2005 "Pranksta Rap" Get Rich or Die Tryin' Marcus 50 Cent: Bulletproof 2006 Home of the Brave 2008 The Ski Mask Way Righteous Kill Spider 50 Cent: Blood on the Sand vikipedi
-
Video:Sen Bu Şiiri Okurken - Ahmet Selçuk İlkan
- Çocuksun Sen I-II
Çocuksun Sen - I Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil Ahmet Telli Çocuksun Sen - II Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar Dursam ölürüm paramparça olur dünya Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak (Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç) Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı (Soluğunun elma kokması bundandı belki) Bir elma kokusuna tutundum düşerken Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Çocuksun sen, çocuğumsun Ahmet Telli- Burası Okul Çocuk
Burası Okul Çocuk Rahat rahat konuş çocuk Bilmez isen danış çocuk Hep akranın tanış çocuk Burda hayat bayram çocuk Burcu burcu sevgi açar Her türlü dert kaygı kaçar Yüzler güler neşe saçar Burda hayat bayram çocuk Size güzel bu kitaplar Tatlı sözler hoş hitaplar Yersiz olmaz hep bitaplar Burda hayat bayram çocuk Dersler şarkı türkü sana Öğretmenler olur ana İmtiyaz yok ona buna Burda hayat bayram çocuk Akıl bahçen işlenir bil Hep gelecek düşlenir bil Oyunla ders başlanır bil Burda hayat bayram çocuk Muallim Ayhan Bingöl- Video:"Carnival of Venice"Hasmik Leyloyan - Niccolò Paganini
"Carnival of Venice"Hasmik Leyloyan - Niccolò Paganini- Karagöz ile Hacivat
Kitabın Adı:KARAGÖZ İLE HACİVAT Kitabın Yazarı: Anonim Kitabın Yayınevi: Erdem Yayınları Kitabın Basım Yılı: 1997 Sayfa Sayısı:80 Kitabın Konusu: İlköğretim öğrencileri için MEB’in önerdiği 100 temel eser arasında bulunan Karagöz ile Hacivat kitabı; günümüzdeki Karagöz ve Hacivat hikayesinin kaynağını anlatmaktadır. Kitabın Özeti: Orhan Gazi babası Osman Bey’in anısına o dönem ki başkent Bursa’da büyük bir camii yaptırmaya karar vermiş. Emrindeki bütün mimarları çağırmış huzuruna. “Babam Osman Gazi’nin anısına güzel olduğu kadar görkemli bir camii yapılmasını istiyorum. En güzel projelerinizi yapın getirin bana.” demiş onlara. Kısa bir süre sonra bütün mimarlar en güzel projeleriyle Orhan Gazi’nin huzuruna gelirler. Bütün projeleri tek tek inceleyen Orhan Gazi içlerinden en beğendiğinin sahibi mimarı çağırtmış ve ona kusursuz bir işçilik istediğini söylemiş; “Yörenin en iyi ustaların bulacaksın ve en kaliteli malzemeleri kullanacaksın, hiçbir masraftan da kaçınmayacaksın” diye de belirtmiş. Mimarbaşı birkaç gün içerisinde ülkenin dört bir tarafından en iyi ustaları toplamayı, en kaliteli ve güzel malzemelerin getirtilmesini sağlamış ve sultanın huzuruna çıkmış. Mimarbaşı; “Padişahım” demiş, “Yörenin en iyi duvar, demir, ahşap ustalarıyla en becerikli hat sanatçıları ve nakkaşlarını topladım. İnşatta kullanılacak bütün malzemeler kılı kırk yararak seçildi. Biz hazırız, emir verirsen hemen başlamak isteriz bu kutlu işe” Mimarbaşı’nın anlattıklarından son derece memnun görünen Orhan Gazi, ” Mimarbaşı beni çok iyi dinle” demiş. “Söylediklerin güzel, hemen başlayabilirsiniz camiyi inşa etmeye ama aç kulaklarını dinle şimdi. Bil ki bu camii benim için çok önemli. Bu yüzden ,her kim ki inşaatın yavaşlamasına veya işlerin aksamasına sebep olursa o an kellesini vurdururum. Şimdi çıkın gidin başlayın camiyi yapmaya.” İnşaat hemen başlamış tabii ki. Mimarbaşı Kambur Bali Çelebi’yi (Karagöz) demirci ustası, Halil Hacı İvaz’ı da (Hacıvat) duvar ustası olarak görevlendirmiş. Bu iki ustayı da işlerini her ne pahasına olursa olsun aksatmamaları için de sıkı sıkı tembihlemiş. Karagöz, mektep okumamış ama inşaatlarda ustaların yanında çalışa çalışa iyice ustalaşmış artık işinin en iyisi olarak anılmaya başlamış cevahir birisiymiş. Tez canlılığı ve hazırcevaplığı yüzünden sürekli başını belaya sokan Karagöz, bu belalardan kıvrak zekasının marifetiyle kurtulmaya çalışırmış. Bu belalar artık onun içinden çıkamayacağı bir hal alınca da yardımına en yakın dostu Hacıvat koşarmış. Hacıvat ise bu yakın dostunun aksine, medrese de eğitim görmüş, her konuda bilgisi olan görgülü ve bilgili birisiymiş. Karagöz’le hemen her konuda sürtüşse de yine de en iyi dostuymuş Karagöz onun.Sultan’ın babası için yaptırdığı inşaat çalışmaları tüm hızıyla sürüyormuş. İşçiler, ustalar, mimarbaşı camiyi sultanlarının istediği şekilde ve zamanda hazır etmek için var güçleriyle çalışıyorlarmış. Mimarbaşı ve ustalar, didişmeleri bütün ülke tarafından bilinen Hacıvat ve Karagöz’ü de birbirlerinden ayrı tutmak için de uğraşıyorlarmış bir yandan. Bu duruma en çok kızanların başında da hiç şüphesiz can dostu Hacıvat’la didişemeyen Karagöz geliyormuş. Gözünü kestirdiği Hacıvat’a mimarbaşı’nın yanında sokulamayan Karagöz, mimarbaşı’nın malzeme almak için şehre gitmesini fırsat bilmiş ve yanına sokulmuş Hacıvat’ın. Hacıvat can dostunu yanında görünce sevinmiş ve ona dönmüş demiş ki; - Şuh levendim, şuh pesendim hoş geldin - Şule levendim, turp dikenim hoş geldin diye karşılık vermiş Karagöz. Hacıvat Karagöz’ün huyunu bildiği için kızmamış ve yine güleç yüzüyle konuşmuş; - Şuh levendim, şuh pesendim hoş geldin - Kehlelendim, sirkelendim, boş geldim. - Samur kaşlı, ok kirpikli hoş geldin - Salak kaşlı, *** kirpikli boş geldim - Yusuf-ı Beytül Hazenim hoş geldin - Yasef’im, bitli avramım boş geldim - Ahu gözlüm, inci dişlim hoş geldin - Ayı gözlüm, kazma dişlim hoş geldin Hacıvat ile Karagöz böyle birbirleriyle atışırlarken bütün diğer işçiler de başlarında toplanmış onların bu keyifli ve eğlenceli didişmelerini izleyip eğleniyorlarmış.İnşaattaki bütün işçi ve ustaların en büyük eğlencesi haline gelmişler zamanla. Artık ne zaman mimarbaşı inşaattan ayrılsa Hacıvat ve Karagöz birbirleriyle atışmaya başlar hale gelmişler. Diğer bütün çalışanlar da etraflarında toplanıp onları izlermiş. Onlar atıştıkça izleyiciler kendilerinden geçer ve bütün yorgunluklarını unuturlarmış. Günlerden bir gün Padişah babası için yaptırdığı caminin inşaatını kontrole gelmiş.Fakat inşaatın istediği hızda gitmediğini görünce keyfi kaçmış ve hemen mimarbaşını çağırtmış. Mimarbaşı, padişahın caminin inşaatı konusundaki hassasiyetini bildiği için de korkmuş. Padişaha demiş ki ” Sultanım nedendir bilmem ama ben malzeme almak, veya başka bir iş için inşaattan her ayrıldığımda işler yavaşlıyor. Bunun sebebini en yakın zamanda öğrenip gereken tedbirleri alacağım. ” Orhan Gazi sinirlenmiş ama yine de sorunun sebebini öğrenip, çözmesi için mimarbaşının istediği süreyi vermiş ona. Mimarbaşı bir gün yine “ben malzeme almaya gidiyorum” deyip inşaattan ayrılmış ama hemen yakında bir tümseğin ardına gizlenip işçileri izlemeye başlamış. Bir de bakmış ki kendisinin ayrılmasını fırsat bilen Hacıvat ve Karagöz atışmaya başlamışlar ve bütün çalışanlar da onların bu atışmalarını izlemek için etraflarında toplanmış. Mimarbaşı hemen soluğu Orhan Gazi’nin sarayında almış ve padişahın huzuruna çıkmış. Padişaha olup bitenleri ve inşaatın yavaşlamasının sebeplerini anlatmış. Bunu duyan Orhan Gazi çok sinirlenmiş ve derhal bu iki işçinin asılmasını emretmiş.”Onlar asılsın ki bu diğer bütün işçilere ders olsun” demiş. Padişahın emri derhal yerine getirilmiş ve Hacıvat ve Karagöz çalıştıkları inşaattan apar topar alınarak asılmışlar hemencecik. Padişahın bu kararı inşaatta olduğu kadar bütün şehirde de büyük bir üzüntüyle karşılanmış. İnsanlar merhametli, şefkatli, halkı ve ulemayı seven padişahlarının böyle bir şey yapmasına çok üzülmüş ve her taraftan bu hoşnutsuzluklarını hissettirmişler padişaha. Orhan Gazi de kısa bir süre sonra hatasını anlayıp vicdan azabı duymaya ve yaptığı bu yanlışa üzülmeye başlamış. Padişahın bu üzüntüsünü gören Şeyh Kuşteri adındaki uleması sultanının üzüntüsünü hafifletmek için kendince bir yol bulmuş o anda. Başındaki beyaz sarığını çözen Şeyh Kuşteri sarığını açarak mum ışığının önünde germiş. Ayağından çıkardığı çarıklarını da kukla gibi kullanarak sarığın arkasında Hacıvat ve Karagöz’ün atışmalarını taklit etmeye başlamış: Hacıvat: Hasretinle beni koyup gidenin, hoş geldin. Karagöz: Hasta iken turşu suyu içenim, boş geldin Hacıvat: Gel Kargöz, gidelim Göksu’ya yiyelim dolma. Karagöz: Sümüklü burnumu ye de, namerde muhtaç olma. - Çocuksun Sen I-II
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.