Legendary tarafından postalanan herşey
-
Adnan Özer (1957-...)
Adnan Özer (1957-...) 1957'de Tekirdağ’ın Gazioğlu köyünde doğdu. Liseyi Batman’da bitirdi. 1979’dan beri İstanbul’da yayıncılık yapıyor. İstanbul Devlet Güzel sanatlar Akademisi'nin şiir yarışmasında birincilik kazandı. Tekirdağ yöresinin halk söylenceleri, türkü ve tekerlemelerine modern şiir yöntemleriyle yaklaştı. Son dönemlerdeki şiirindeki içerik ve sözlükçeyle, Doğu kültürüne, metafiziğe, İsmet Özel'dekini anımsatan benmerkezci bir başkaldırı yöntemine yöneldiğini görülüyor. Neruda, Paz ve Pesao’nun şiirlerini dilimize çevirdi. ESERLERİ ŞİİR: Ateşli Kaval (1981) Çıngırağın Ölümü (1982) Rüzgar Durdurma Takvimi (1985) Zaman Haritası (1991) Seçme Şiirler (1994) ÖDÜLLERİ İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Şiir Yarışması’nda birincilik 1992 Cemal Süreya Şiir Ödülü Zaman Haritası ile Türkçe/Türk Dili ve Edebiyatı
-
Adnan Binyazar (1934-...)
Adnan Binyazar (1934-...) 7 Mart 1934'te Diyarbakır’da doğdu. Dicle Köy Enstitüsü’nü, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitirdi. Çorum ve Maraş İlköğretmen okullarında, Ankara Hacettepe Üniversitesi Temel Bilimler Yüksekokulu’nda, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde, Şentepe Lisesi’nde, Devlet Konservatuvarı’nda, İktisadi ve Ticari İlimler Fakültesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda öğretmenlik yaptı. Türk Tarih Kurumu’nda görev aldı. 1978'de Kültür Bakanlığı Tanıtma ve Yayınlar Dairesi Başkanlığı'na getirildi ve bu görevi sırasında Ulusal Kültür ve Çeviri dergilerinin sorumlu yönetmenliğini yaptı. Türk Dil Kurumu Yayın kolu başkanlığına seçildi. 1981 yılında gittiği Berlin’de Eğitim Senatosu’nda çalışırken, İncila Özhan’la birlikte 6 ciltlik Türkçe-Dil ve Okuma Kitabı’nı ve bu çalışmalara yönelik bir Öğretmen Kılavuzu’nu hazırladı. Gymnasiumlar için Türkçe Müfredat Programı hazırlama kurullarına başkanlık yaptı. İsveç ve İsviçre’de öğretmen yetiştirme projelerinde görev aldı. 1961-1966 arasında çeşitli dergilerde öyküleri yayınlandı. Daha sonra eleştiriye yöneldi. Almanya'da yaşıyor. ESERLERİ Yazmak Sanatı (1969, Emin Özdemir’le birlikte) Dedem Korkut'tan Öyküler (1972) Toplum ve Edebiyat (1972) Cumhuriyet’in 50 Yılında Atatürk Yolunda 40 Yıl (1973) Aşık Veysel (1973) Kültür ve Eğitim Sorunları (1979) Ağıt Toplumu (1979) Türk Dilinde 25 Ünlü Eser (1982) Öğretmen Kılavuzu (1982) Kan Turalı (1984, Dede Korkut masalı) Dedem Korkut/Vier Attürkische Nomadensagan (1984, Türkçe-Almanca) Yaralı Mahmut (1994) 15 Türk Masalı (1994) Ozanlar Yazarlar Kitaplar (1998) Yazın ve Bilim Dilimiz (1998, Metin Öztekin’le birlikte) Yazılı Anlatım Bilgileri (1998, Emin Özdemir’le birlikte) Masalını Yitiren Dev (2000, anılar) Ölümün Gölgesi Yok (2004, anılar) Türkçe/Türk Dili ve Edebiyatı
-
Abdülhamirt Adnan Adıvar ( 1882-1955)
ABDÜLHAMİT ADNAN ADIVAR 1882'de Gelibolu’da doğdu. 1955'te İstanbul’da yaşamını yitirdi. 1905'te tıbbiye’yi bitirdi ve Avrupa’ya gitti. Berlin Tıp Fakültesi’nde iç hastalıkları asistanı oldu. 1908’den sonra İstanbul’a döndü, Tıp Fakültesi’ne profesörlük, mütareke yıllarında Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında İstanbul mebusluğu yaptı. İstanbul’un işgali üzerine eşi Halide Edip Adıvar ile Anadolu’ya geçti. Birinci Büyük Millet Meclisi hükümetinin sağlık bakanı oldu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı. Partisinin kapatılmasından sonra 1926’da tekrar Avrupa’ya gitti. İzmir’de Mustafa Kemal Atatürk’e karşı düzenlenen suikast girişiminden sorumlu tutuldu. Bu suçlamadan beraat etmesine karşın 1939’a kadar İngiltere’de kaldı. Yurda döndükten sonra 1940’ta İslam Ansiklopedisi yazı kurulu başkanlığına getirildi. Son yıllarında günlük gazetelerde yazılar yazdı. ESERLERİ ARAŞTIRMA-İNCELEME Osmanlı Türklerinde İlim (1943) Tarih Boyunca İlim ve Din (1944) ELEŞTİRİ-MAKALE Bilgi Cumhuriyet Haberleri (1945) Dur Düşün (1950) Hakikat Peşinde Emeklemeler (1954) ÇEVİRİ Bertrand Russel’den Felsefe Meseleleri (1935) Kaynak Türkçe-Türk Dili ve Edebiyatı
-
Adalet Cimcoz (Çanakkale, 25 Temmuz 1910-İstanbul, 13 mart 1970)
Adalet Cimcoz (Çanakkale, 25 Temmuz 1910-İstanbul, 13 mart 1970) Fitne-Fücur imzasını da kullandı. Ortaokul ve lise öğrenimini Almanya'da yaptı. Almanya'dan dönünce ağabeyi Ferdi Tayfur'la dublaj rejisörü olarak çalıştı. 1951 'de Maya Sanat Galerisi'ni kurdu. Bu Türkiye'de açılan ilk özel galeridir. 1936'dan ölümüne dek seslendirme sanatçısı olarak çalıştı. Birçok ünlü sanatçının hayranlık uyandıran sesi oldu. Alman edebiyatından (Bertolt Brecht, B. Traven, Georg Büchner vb.) çeviriler yaptı. Franz Kafka'dan Milena'ya Mektuplara Türk Dil Kurumu 1962 Çeviri ödülü'nü kazandı. Adalet Cimcoz Eserleri Çevirileri: Ölüm Gemisi (B. Traven, roman, 1957), Sezuanın İyi İnsanı (B. Brecht, oyun ve üç öykü, 1961), Milena'ya Mektuplar (Franz Kafka, 1961), Dinamit (B. Traven, öyküler, 1963), Leonce ile Lena (Georg Büchner, oyun, 1963), Galileo Galilei (B. Brecht, oyun, 1963), On Dakka Sonra Buffalo (Günter Grass, 1964), Bay Puntila ile Uşağı Matti (B. Brecht, oyun, 1965), Eğlentili Bir Gömme Töreni (Tibor Dery, öyküler, 1967), Kafka'nm Sevgilisi Milena (Margarete Buber-Neumann, 1967), Adanmış Topraklar Üstünde (sosyal taşlama, Efraim Kişon, 1969). Türk dili ve Edebiyatı
-
Adalet Ağaoğlu (1929-...)
ADALET AĞAOĞLU (1929-...) 1929’da Ankara'nın Nallıhan ilçesinde doğdu. Ortaöğrenimini 1946'da Ankara Kız Lisesi’nde tamamladı. 1950'de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Açılan bir sınavla Ankara Radyosu’na girdi. 1051-1971 arasında TRT’de çeşitli görevlerde bulundu. TRT Radyo Dairesi Başkanlığı’ndan, kurumun özerkliğine el konulması sonucu istifa etti. Yazmaya 1946'da Ulus gazetesinde yayınlanan tiyatro eleştirileriyle başladı. 1948-1950 arasında Kaynak dergisinde şiirleri yayınlandı. Sevim Uzgören'le birlikte yazdığı "Bir Oyun Yazalım" adlı oyun 1953'da Ankara Küçük Tiyatro'da sahnelendi. İlk romanının yayınladığı 1973'e kadar sadece tiyatro yazırlığıyla ilgilendi. 1973'ten sonra çalışmalarını öykü ve romanda yoğunlaştırdı. Eserlerinde toplumun çalkantılı dönemlerini ve bu dönemlerin bireyler üzerindeki etkilerini irdeledi. Konularının yanısıra eserlerinin biçimsel yetkinliğiyle, özellikle ayrıntıları değerlendirişiyle, geriye dönüşler iç monologlar gibi değişik tekniklerden yararlanmadaki başarısıyla dikkat çekti. İlk romanı "Ölmeye Yatmak" 1973'te basıldı. Doğa, toplum, zaman ilişkilerinin insanın iç dünyasındaki yansımalarını düşünce üretebilecek boyutlarda irdeledi. Değişimler karşısında edebiyatın yapısal durumu bakımından da arayışçı davrandı, kendine özgü anlatım biçimleri geliştirdi. İstanbul’da yaşıyor. ESERLERİ Oyun: Evcilik Oyunu (1964) Çatıdaki Çatlak (1965) Sınırlarda (1970) Tombala (1967) Üç Oyun: Bir Kahramanın Ölümü, Çıkış, Kozalar (1973) Kendini Yazan Şarkı (1976) Duvar Öyküsü (1992) Çok Uzak-Fazla Yakın (1991) Fikrimin İnce Gülü (1996) Roman: Ölmeye Yatmak (1973) Fikrimin İnce Gülü (1976) Bir Düğün Gecesi (1979) Yazsonu (1980) Üç Beş Kişi (1984) Hayır (1987) Ruh Üşümesi (1991) Romantik Bir Viyana Yazı (1993) Öykü: Yüksek Gerilim (1974) Sessizliğin İlk Sesi (1978) Hadi Gidelim (1982) Hayatı Savunma Biçimleri (1997) Anı: Göç Temizliği (1985) Gece Hayatım (Rüya Anlatısı, 1991) Deneme: Güner Sümer Toplu Eserleri (1983) Adalet Ağaoğlu Seçmeler (1993) Karşılaşmalar (1993) Geçerken (1996) Başka Karşılaşmalar (1996) ÖDÜLLERİ 1974 Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü Üç Oyun’la 1975 Sait Faik Hikaye Armağanı Yüksek Gerilim’le 1979 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü Bir Düğün Gecesi ile 1980 Orhan Kemal Roman Armağanı Bir Düğün Gecesi ile 1980 Madaralı Roman Ödülü Çok Uzak-Fazla Yakın’la 1992 Türkiye İş Bankası Edebiyat Büyük Ödülü (Tiyatro) 1997 Aydın Doğan Vakfı Roman Ödülü Romantik Bir Viyana Yazı ile 1995 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat (Edebiyat) Büyük Ödülü
-
Abidin Dino (1913-1993) Ressam-Yazar
Abidin Dino (1913-1993) Ressam-Yazar Abidin Dino, 23 Mart 1913'de İstanbul'da dünyaya geldi. Aynı yıl ailesi Cenevre'ye yerleşince 12 yaşına kadar burada büyüyen Dino, 1. Dünya Savaşı'nın ardından İstanbul'a döndü. Robert Koleji'nde başladığı eğitimini resim ve karikatüre duyduğu ilgi nedeniyle yarıda bıraktı. Aynı zamanda edebiyat'la da ilgilen Dino, o dönemde abisi Arif Dino'nun da desteğiyle kendini tamamen sanata adadı. Yarın Gazetesi'nde desenleri ve ilk kez 1931'de Artist adlı dergide de yazıları yayınlanan Dino, yaptığı herşeyde yeniliğin peşindeydi. 1931 ve 1932 yılları arasında Esrarkeşler ve Parmak İstifleri adlı dizileri gerçekleştiren Abidin Dino, Pertev Naili Boratav'ın Türk Masalları ve Nâzım Hikmet'in Kuvayi Milliye adlı eserlerini resimledi. 1933'te D Grubu topluluğunu diğer ressamlar Nurullah Berk, Cemal Tollu, Zeki Faik İzer, Elif Naci ve heykeltraş Zühtü Müritoğlu ile birlikte kuran Dino, yine yenilik peşindeydi. Bu toplulukta düşünce yanı ağır basan resimler yapmayı amaçladılar ve meydana getirdikleri eserlerle birçok sergi açtılar. Aynı yıl SSCB'li yönetmen Sergay Yutkeviç'in Türkiye'nin Kalbi Ankara filmini çekmek için Türkiye'ye geldiği sırada, Dino'nun resimlerini gördü ve Mustafa Kemal ATATÜRK'ün de ricasıyla, o'nu Leningrad'a davet etti. Böylece 1934'de sinema eğitimi almak için gittiği Leningrad'da dekoratör ve ressam olarak Yutkeviç'in çalışmalarına katıldı ve onun yönettiği Madenciler adlı filmde çalışma imkanı buldu. Abidin Dino, geçen üç yılın ardından, 2. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla oradan ayrıldı ve bir süre Londra'da yaşadıktan sonra, Paris'e gitti ve burada çalışmalarda bulundu. Yine ressam ve dekoratör olarak çalıştığı bu dönemde Pablo Picasso, Tristan Tzara, Eisentein, Andre Malraux ve Gertrude Stein gibi önde gelen sanatçılarla da yakınlıklar kurdu. 1939'da İstanbul'a döndüğü sıralarda yoksul insanlara ve balıkçılara olan ilgisinin üzerine, onun gibi düşünen sanatçılarla birlikte 1941'de Liman Grubu diye anılan Yeniler Topluluğu'nu kurdu. Liman çevresindeki balıkçıların resimlerinden oluşturularak açılan sergi büyük ilgi gördü. Aynı dönemde bir yandan da siyasal çalışmalarda bulunan Dino, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından Mecitözü'ne, ardından da Adana'ya sürgüne gönderildi. Dino, 1943 yılında Kenanpaşazade Sait Bey'in oğlu olan Osmanlı Bankası Resmi İşler Müdürü Asım Bey'in kızı dilci, öğretim üyesi, çevirmen ve yazar olan Güzin Dino (Dikel) ile evlendi. Adana'da yaşadığı dönemde, resimlerinde pamuk işçilerini işleyen Dino, "Kel" adını verdiği bir oyun yazdı, "Türk Sözü" isimli bir gazete yönetti ve 1950 yılında "Çingeneler" adında bir film de senaryosu yazdı. Sürgün yıllarının ardından İstanbul'a dönen Dino, "İkinci Dünya Savaşı" adlı diziyi gerçekleştirdi ve 1952 yılında tamamen Paris'e yerleşti. Amerika, Fransa ve Cezayir'de sergiler açmasının ve karma sergilere katılmasının yanısıra, bir dönem Fransa Plastik Sanatlar Birliği'nin Onur Başkanlığı'nı yaptı ve New York Dünya Sergisi'nin Sanat Danışmanlığı'nı yürüttü. İki yıl sonra eşi de Paris'e yerleşti. Güzin Dino, Paris'teki Ulusal Bilim Merkezi'nde çalıştı ve Doğu Dilleri Enstitüsü'nde öğretim üyeliği yaptı. Dino, tek bir konuyu ele alarak yaptığı resimlere, "İşkence" (1955), "Atom Korkusu" (1955), "Uzun Yürüyüş" (1955), "Uzay" (1959), "Adalar" (1964-65), "Savaş ve Barış" (1966), "Çıplaklar" (1976) gibi isimler vererek onları sergiledi. Aynı yıllarda, Yaşar Kemal'in "Deniz Küstü" (1978) adlı romanını, İlhami Bekir'in "Unuttum" (1979) ve Melih Cevdet Anday'ın "Tanıdık Dünya" (1984) adlı şiir kitaplarını da resimledi. Dino, 1966 yılında da yönetmenliğini yaptığı "Golemata Voda" adlı belgesel film ile, Flaherty Ödülü'nü kazandı. Abidin Dino, 7 Aralık 1993 günü, 80 yaşındayken Paris'te Villejuif Hastanesi'nde vefat etti. Dino'nun cenazesi İstanbul'a getirildi ve Aşiyan Mezarlığı'nda toprağa verildi. Ölümünün ardından "Kültür, Sanat ve Politika Üstüne Yazılar" adı altında, Kısa Hayat Öyküsü, Kel ve Verese adlı oyunları, Eller, Pera Palas, Sinan adlı anlatıları ve 1938-1993 yılları arasında yazdığı yazılar yayımlandı. Eşi Güzin Dino'nun da Gel Zaman Git Zaman - Abidin Dino'lu Yıllar adlı bir kitabı bulunmaktadır. ABİDİN DİNO KİTAPLARI Kısa Hayat Öyküm - Can Yayınları Sensiz Herşey Renksiz - Can Yayınları Sinan - Bir Düşsel Yaşamöyküsü - Can Yayınları Yeditepe Öyküleri - Can Yayınları KİŞİSEL SERGİLER 1955 Galerie Kleber, Paris 1955 Galerie Camille Renaud, Paris 1956 Galerie La Demeure, Paris 1957 Cadan Gallery, New York 1958 Picasso Müzesi, Antibes 1959 Galerie Schoeller, Paris 1960 Galerie Deent, Amsterdam 1962 Galerie Partis Pris, Grenoble 1964 Galerie Spisovatele, Prag 1964 Galerie Ritter, Zürih 1964 İbn-i Haldun Müzesi, Cezayir 1964 Galerie Casanova, Paris 1965 Scott-Faure Gallery, La Jolla, California 1966 Dom Pisatili Galerisi, Moskova 1968 Galerie Henriette Gomez, Paris 1969 Galerie Deent, Amsterdam 1970 Galeri 1, İstanbul 1971 II Poliedro Galeria, Roma 1972 Galerie Leonardo da Vinci, Potenza 1972 Galerie Estève, Paris 1976 Çıplaklar, Palais Municipale, Saint-Paul de Vence 1977 Doksan Çiçek/Dokunsan Çiçek , Vakko Sanat Galerisi, Ankara 1978 Siloghi Galerisi, Atina 1978 Galerie Le Scriptorium, Paris 1978 Vakko Sanat Galerisi, Ankara/İzmir 1979 Deniz Küstü, Vakko Sanat Galerisi, Ankara/İzmir 1979 Bedri Rahmi Galerisi, İstanbul 1980 Türkay Sanat Galerisi,Stuttgart 1980 Galerie dans la Galerie, Paris 1980 Galerie Place Beauvau, Paris 1981 Adalar, Bedri Rahmi Galerisi, İstanbul 1981 Adalar, Vakko Sanat Galerileri 1981 Adalar, Saint-Germain en Laye 1982 Galerie Praestasgaarden, Danimarka 1983 Günümüz Türk Sanatı, Fondation Corrente, Milano 1983 Vakko Sanat Galerisi, İstanbul/Ankara 1984 El, Galeri Nev, Ankara 1985 Urart Sanat Galerisi,İstanbul/Ankara 1985 Pamukbank Suadiya Sanat Galerisi, İstanbul 1986 Yalınlar, Galerie Espace Pont Neuf, Paris 1986 Bu Dünya, Galeri Nev, Ankara 1987 Bu Dünya, Galeri Nev, İstanbul 1988 Jacques L. Jourdan-Jopie, Paris 1988 Garanti Sanat Galerisi, İstanbul 1988 Acıyı Çizmek, Vakko Sanat Galerisi, İstanbul/Ankara 1988 Yalınlar, Galeri Nev, Ankara 1989 Galerie Vieille du Temple, Paris 1989 Antibes Resimleri-Açılar-Pencereler, Galeri MD, İstanbul 1990 Çiçekleme, Galeri Nev, Ankara/İstanbul 1990 Musée de la Céramique, İtalya 1991 Galerie Bussola, Turin 1992 Yüzler, Galeri Vieille du Temple, Paris 1993 Ak la Ka ra, Galeri Nev, Ankara/İstanbul; Kızılkule,Antalya 1993 HP Galerisi, Lefkoşa 1994 1. Ölüm Yıldönümü Sergisi, Galeri Nev, İstanbul 1996 Üç Şehir: Antibes, İstanbul, Paris, YKB Galerileri, İstanbul /Adana / İzmir 1997 Abidin Dino'yu Anma Sergisi, Fransız Kültür Merkezi, İzmir 1997 Galerie Vieille du Temple, Paris 1999 Kafalar, Galeri Nev, İstanbul 2001 Bir Desen Ustası, Garanti Bankası Sanat Galerisi, İstanbul 2001 Art Shop, İzmir (Galeri Nev'in katkılarıyla) 2003 El Mikrocerrahi ve Ortopedi Travmatoloji Hastanesi, İzmir (Galeri Nev'in katkılarıyla) 2003 Milli Reasürans Galerisi, İstanbul 2003 Yapı Kredi Kasım Taşkent Galerisi 2003-2004 Onuncu Ölüm Yıldönümü Anısına, "Güzin'in Abidinleri", Galeri Nev Ankara/İstanbul KATILDIĞI KARMA SERGİLER 1952 16. Venedik Bienali 1954-1962 Salon de Mai, Paris 1964 Türk Sanatçılar Sergisi, Musée de l'Art Moderne de la Ville, Paris 1976 7 Türk Ressam, Centre Culturel, Venissieux 1977 Siloghi Galerisi, Atina 1979 Poésie Murale, Bourges 1979 5 Türk Ressamı, Türkay Sanat Galerisi, Stuttgart 1982 Bugünün Türk Ressamları, Fondation Corrente, Milano 1982 Henry Thomas Foundation, Musée de l'Art Moderne de la Ville, Paris 1983 İnsan Görüntüsü, Galerie Sculptures, Paris 1983 d Grubu 50. Yıl Resim ve Heykel Sergisi, Garanti Sanat Galerisi, İstanbul 1986 Çağdaş Türk Plastik Sanatları Sergisi, Ankara 1987 1. Uluslararası İstanbul Bienali 1989 Jacques L. Jourdan-Jopie, Paris 1989 İslam Dünyasında Çağdaş Sanat, Barbican Centre, Londra 1990 10. Uluslararası Sanat Fuarı, Galeri Nev ,1940 Kuşağı, Tem Sanat Galerisi, İstanbul ,1940 d Grubu'ndan Bir Kesit, Şekerbank Sanat Galerisi, Ankara ,1940 Paristanbul, Cité International des Arts, Paris 1991 1. Sanat Fuarı, Apocalpyses, Saint-Germain en Laye 1991 La Bussola Galeria, Torino 1992 Galerie Hermés, Paris 1992 Galerie Vieille du Temple, Paris 1994 1950-2000 T.C. Merkez Bankası 1994 Çağdaş Türk Sanatı Kolesiyonu Sergisi, AKM, Ankara 1995 Devlet Resim ve Heykel Müzesi, Ankara 2000 Beden/Ego, Galeri Nev, Ankara/İstanbul 2000 Hayal/Hakikat, Galeri Nev, Ankara/İstanbul 2000 Mekan/Zaman, Galeri Nev, Ankara/İstanbul 2000 Nazar/İktidar, Galeri Nev, Ankara/İstanbul TÜRKÇECİLER
-
Abdülhak Şinasi Hisar (1883-1963)
Abdülhak Şinasi Hisar (1883-1963) 1883'te İstanbul'da doğdu. 3 Mayıs 1963'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Romancı. Türkiye'de ilk edebiyat dergilerinden 1882-1883'te yayınlanan Hazine-i Evrak'ın yayıncısı, öykü ve eleştiri yazarı Mahmud Celaleddin Bey'in oğlu. Babası ona hayranlık duyduğu iki şair Şinasi ile Abdülhak Hamit Tarhan'ın adlarını verdi. Çocukluğu Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca'daki konaklarda geçti. Mürebbiyelerinden Fransızca öğrendi. Tevfik Fikret'ten Türkçe dersleri aldı. 1905'te Mekteb-i Sultani'yi (Galatasaray Lisesi) bitirdi. 1905-1908 arasında Paris'te Siyasal Bilgiler Yüksekokulu'nda öğrenim gördü. Jön Türk hareketine katıldı. 2'nci Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü. 1909'da bir Fransız şirketine memur olarak girdi. 1924'te Reji İdaresi'nde çalışmaya başladı. Balkan Birliği Cemiyeti Genel Sekreterliği yaptı. 1945'te Uluslararası Barış Kongresi'ne katılmak üzere ABD'ye gitti. 1984'ten sonra ölümüne değin sürekli İstanbul'da kaldı. 1921'den sonra "Dergâh" dergisinde "Kitaplar ve Muharrirler" başlığıyla yazdığı eleştirilerle adını duyurdu. Yarın, İleri ve Medeniyet dergilerinde şiirleri, eleştirileri yayınlandı. Cumhuriyet'ten sonra Ağaç, Türk Yurdu, Ülkü ve Varlık dergileriyle, Milliyet ve Dünya gazetelerinde yazdı. İlk romanı "Fahim Bey ve Biz" 1942 Cumhuriyet Halk Partisi yarışmasında üçüncülük ödülü aldı. Bu eser eleştirmenler tarafından "akıcı bir dil ve yetkin bir üslupla kaleme alınmış" diye değerlendirildi. Romanlarında Rumelihisarı, Büyükada, Çamlıca üçgeninde varlıklı, gününü gün eden, sorunsuz insanların yaşamlarını yansıttı. Bu çevrelerin dışındaki yaşamı basit ve aşağı buldu. Fransız edebiyatçılardan etkilendi. Kahramanlarının hepsini dengesiz, gariplikleri olan, içine kapanık, başarısız ve hayalleriyle avunan kişiler olarak kurguladı. Olaylardan çok kahramanlarının duygu ve düşüncelerine öncelik verdi. Şiirsel bir dil ve özgün bir teknik kullandı. ESERLERİ ROMAN Fahim Bey ve Biz (1941) Çamlıca'daki Eniştemiz (1944) Ali Nizami Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952) ANI DENEME Boğaziçi Mehtapları (1943) Boğaziçi Yalıları (1954) Geçmiş Zaman Köşkleri (1956) İNCELEME-ANTOLOJİ İstanbul ve Pierre Loti (1958) Yahya Kemal'e Veda (1959) Ahmet Haşim'in Şiiri ve Hayatı (1963) Aşk İmiş Her Ne Var Alemde (1955, antoloji) Geçmiş Zaman Fıkraları (1958, antoloji) türkçeciler
-
Abdülhak Hamit Tarhan (1852-1937)
Abdülhak Hamit Tarhan (1852-1937) 2 Ocak 1852 de İstanbul da doğdu. Hekimbaşı Abdülhak Molla'nın torunu, tanınmış tarihçi ve Tahran Büyükelçisi Hayrullah Abdülhak Hamit Tarhan (1852-1937) Bey'in oğlu. Kısa süre Rumelihisar Rüşdiyesi ne devam etti. Yanyalı Tahsin Hoca ile Edremitli Bahaeddin Efendi'den özel dersler aldı. 1862 de 10 yaşındayken ağabeyi ile birlikte Paris e babasının yanına gitti. Bir süre Paris'te eğitim gördükten sonra 1864'te İstanbul'a döndü. Yaşının küçüklüğüne rağmen Bab-ı Ali de tercüme odasına katip olarak girdi. Bir yıl sonra Tahran Büyükelçiliği ne atanan babasıyla birlikte İran a gitti. Farsça öğrendi. Babasının 1867 de ölümü üzerine İstanbul a döndü. Maliye Mühimme Kalemi ne girdi. Şûra-yı Devlet ve Sadaret kalemleri'nde çalıştı. 1871'de Fatma Hanım'la evlendi.1876'da Paris Büyükelçiliği İkinci Katipliği'ne atandı. 1878'de görevden alındı, iki yıl açıkta kaldı. 1881'de Gürcistan'da Poti, 1882'de Yunanistan'da Golos konsolosluklarına, 1883'te Bombay Başkonsolosluğu'na atandı. Bombay'dan gemiyle İstanbul'a dönerken uğradıkları Beyrut'ta eşi Fatma Hanım'ı kaybetti. Bu ölümün sarsıntısıyla ünlü şiiri "Makber"i yazdı. 1886'da Londra Büyükelçiliği Başkatipliği görevine getirildi. Londra'da Bayan Nelly ile evlendi. 1895'te Lahey'e elçi olarak gönderildi. Bir yıl sonra Brüksel elçiliğine getirildi. Nelly'nin 1911'de ölmesinden sonra İstanbul'da Cemile Hanım ile evlendi. Bu evlilik 20 gün sürdü. 1912'da Belçika asıllı Lüsyen Hanım'la evlendi. Aynı yıl görevden alınınca İstanbul'a döndü. Meclis-i Âyan üyeliğine getirildi. İstanbul'un 1920'de işgal edilmmesi üzerine Viyana'ya gitti. Sıkıntı içinde yaşadı. Ankara Hükümeti yurda dönmesini sağladı. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra kendisine maaş bağlandı. İstanbul Maçka Palas'ta bir daire verildi. 1928 de İstanbul Milletvekili seçildi ve ölünceye kadar milletvekili olarak kaldı. 12 Nisan 1937 de İstanbul da öldü. Mezarı Zincirlikuyu da. Şiire 1870'lerde başladı. Ebüzziya Tevfik, Recaizade Mahmut Ekrem, Samipaşazade Sezai, Namık Kemal gibi Tanzimat döneminin yeni edebiyatçıları arasında yer aldı. Yurtdışı görevleri nedeniyle Batı edebiyatçılarını yakından tanıdı, onların etkisinde kaldı. Divan edebiyatı nazım birimlerinin dışına çıkmayı denedi. Dize ve uyak düzeninde değişiklikler yaptı. Divan şiiri konularının dışına çıkmayı denedi. Şiirlerine günlük yaşamı, doğa ve insan ilişkilerini konu aldı. Lirik, epik ve felsefi şiirler yazdı. Manzum tiyatro oyunları da kaleme aldı. Ancak bunlar sahnelenmekten çok okunması amacıyla yazılmış oyunlardı. Yaşadığı dönemde Türk edebiyatının en büyük şairi sayıldı ve "Şair-i Âzam" ya da "Dahi-i Âzam" unvanı verildi. ESERLERİ Şiir Sahra (1879) Ölü (1886) Hacle (1886) Bir Sefilenin Hasbihali (1886) Bâlâ dan Bir Ses (1911) Validem (1913) İlham-ı Vatan (1918) Tayflar Geçidi (1919) Ruhlar (1922) Garâm (1923) OYUN İçli Kız (1874) Sabr ü Sebat (1875) Duhter-i Hindu (1875) Nazife yahut Feda-yı Hamiyet (1876, 1919) Tarık yahut Endülüs Fethi (1879, 1970) Eşber (1880, 1945) Zeynep (1908) Macera-yı Aşk (1910) İlhan (1913) Tarhan (1916) Finten (1918, 1964) İbn Musa (1919, 1928) Yadigar-ı Harb (1919) Hakan (1935) Makber Eyvah ne yer ne yar kaldı Gönlüm dolu ah u zar kaldı Şimdi buradaydı gitti elden Gitti ebede gelip ezelden Ben gittim o haksar kaldı Bir köşede tarumar kaldı Baki o enisi dilden eyvah Beyrutta bir mezar kaldı Bildir bana nerde nerde Ya Rab Kim attı beni bu derde Ya Rab Nerde arayayım o dil rübayı Kimden sorayım bi-nevayı Derler ki unut o aşnayı Gitti tutarak reh-i bekayı Sığsın mı hayale bu hakikat Görsün mü gözüm bu macerayı? Sür'atle nasıl da değişti halim Almaz bunu havsalam hayalim. Çık Fatıma! lahdden kıyam et Yadımdaki haline devam et Ketm etme bu razı şöyle bir söz Ben isterim ah öyle bir söz Güller gibi meyl-i ibtisam et Dağı dile çare bul meram et Bir tatlı bakışla bir gülüşle Eyyamı hayatımı temam et Makber mi nedir şu gördüğüm yer Ya böyle reva mı ey cay-ı dilber. Elveda diyemedik Yıldızsız bir geceydi Bir dağ çiçeği gibi şimdiden hasretteydim sürgündüm çok uzaklardaydım, Ve gözlerindi sürgün sebebim.. Çok çabuk çekildin hayatımdan Kaderle el eleydin, Bense kederle sarhoş... Yarım kalmıştı hikayemiz Göçmen kuşları gibi gelip geçtin bu şehirden Belkide hayatımdan Duymadın haykırışımı, acılarımı, Benimsin sanmıştım uçtun avuçlarımdan Tutamadım, gitmede diyemedim Olamadın bir yıldızın kayışı kadar hayatımda Zaman çok kısaydı bizim için Yetmedi gözlerimizden yaşı silecek kadar Nede elveda diyebilecek kadar... Abdulhak Hamit Tarhan İçimde Sen Nihal'e Yine gece, yine hüzün Ve yine içimde sen Ve yine biliyor musun? İçimde sen olunca hüzün de güzel...
-
Abdülbaki Gölpınarlı, ( 12 Ocak 1900- 25 Ağustos 1982) edebiyat tarihçisi ve çevirmen.
Abdülbaki Gölpınarlı, ( 12 Ocak 1900- 25 Ağustos 1982) edebiyat tarihçisi ve çevirmen. Asıl adı Mustafa İzzet Bâkî olan Abdulbaki Gölpınarlı 12 Ocak 1900'de İstanbul'da doğdu. Cedleri Azerbaycanlıdır. Gazeteci olan babası Ahmed Agâh Efendi, Mevlevî idi. Gelenbevî İdâdîsinin son sınıfındayken babasını kaybetti. Tahsiline ara vererek çalışmaya başladı. İstanbul Vezneciler'de kitapçılıkla uğraştı. Çorum'un Alaca ilçesindeki Menbâ-i İrfân İptidâî Mektebinde öğretmenlik ve idarecilik yaptı. 1922'de İstanbul'a döndü, sınavla son sınıfına girdiği İstanbul Erkek Muallim Mektebi'ni, ardından da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü, Profesör Köprülüzâde Mehmet Fuat Bey'in nezaretinde hazırladığı Melâmilik ve Melâmiler adlı mezuniyet tezi ile bitirdi (1930). Edebiyat öğretmeni olarak Konya, Kayseri, Balıkesir, Kastamonu liseleriyle İstanbul Haydarpaşa Lisesi'nde çalıştı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde Farsça okutmanlığı yaptı. Doktorasını verdikten sonra aynı fakültede Metinler Şerhi okuttu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde İslam-Türk Tasavvuf Tarihi ve Edebiyatı dersleri verdi. 1945'te Türk Ceza Kanunu'nun 142. maddesine aykırı davrandığı savıyla Tek Parti İdaresi tarafından tutuklandı; 10 ay hapis yattıktan sonra beraat etti ve yeniden görevine döndü. 1949'da kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Adını 1931'de yayımladığı Melâmilik ve Melâmiler adlı yapıtıyla duyuran Gölpınarlı, Türkiyat Mecmuası, Şarkiyat Mecmuası, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası'nın yanı sıra çeşitli dergi ve gazetelerde çok sayıda bilimsel makale yayımladı. İslam Ansiklopedisi ile Türk Ansiklopedisi'nin çeşitli maddelerini yazdı. Divan edebiyatını eleştirel olmaktan ziyade ideolojik bir yaklaşımla değerlendirdiği Divan Edebiyatı Beyanındadır (1945) adlı kitabıyla büyük tartışmalara yol açtı. Daha sonra, hata ettiğini ifade ederek yaklaşımını değiştirdi ve divan edebiyatı üzerine çalışmalarda bulundu. Araştırmaları Yunus Emre Divanı (1943-1948) Fuzuli Divanı (1950) Nedim Divanı (1951) Mevlâna Celaleddin (1951) Mevlânadan Sonra Mevlevilik (1953) Menâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli (1963) Alevi Bektaşi Nefesleri (1963) 100 Soruda Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar (1969) 100 Soruda Tasavvuf (1969) Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin (1966) Hurufilik Metinleri Kataloğu (1973) Hayyam ve Rubaileri (1973) Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik (1979) Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri (1978) Kur'an-ı Kerîm ve Meali (1955)
-
Abdullah Cevdet (1869-1932)
ABDULLAH CEVDET 9 Eylül 1869'da Arapkir'de doğdu. 29 Kasım 1932'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Osmanlı siyaset adamı ve düşünür. Jön Türk hareketi ile 2'nci Meşrutiyet döneminin düşünce yapısında önemli etkisi oldu. Mamuret'ül-Aziz Askeri Rüşdiyesi ve Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisi'ni bitirdi. Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'ye girdi. Dindar bir kişi olarak yetişmesine rağmen, okulda yaygın olan biyolojik materyalizmden etkilendi. "Fünun ve Felsefe" kitabı 1897'de Cenevre'de basıldı. Bir felsefe kitabı olan bu eserinde İslam uleması ile biyolojik materyalist düşünürlerin görüşlerini bağdaştırmaya çalıştı. Rusya'dan gelen popülist akımın etkisiyle siyasetle ilgilenmeye başladı. 1889'da İttihad-ı Osmani Cemiyeti'ni kurdu. Bu cemiyer daha sonra İttihat ve Terakki adını aldı. Bir kaç kez tutuklandı. Bir süre okuldan uzaklaştırıldı. 1894'te tıbbiyeyi bitirdi, Haydarpaşa Hastanesi'nde göreve başladı. Kısa bir süre Diyarbakır'a gönderildi. Diyarbakır İttihat ve Terakki şubesini kurdu. Ziya Gökalp ile tanışıp örgüte girmesini sağladı. 1895'te bozgunculuk suçlamasıyla tutuklandı, Trablusgarp'a sürüldü. 1897'de Paris'e kaçtı. Jön Türk hareketi içindeki bölünme sırasında Ahmed Rıza Bey grubuna katıldı. 1987'de Cenevre'ye giderek Jön Türkler'in merkezi yayın organı olan "Osmanlı" gazetesini çıkardı. Batı eserlerinden çeviriler yaptı. Giyom Tel'i çevirdi. 2'nci Abdülhamit'le yapılan anlaşma uyarınca para alarak yazmamama sözü verdi. Ertesi yıl Trablusgarp ve Fizan'daki siyasi tutukluların affı karşılığı tekrar yazmama sözü verdi ve Viyana Sefareti doktorluğuna atandı. 1903'te Avusturya'dan sınırdışı edildi. Cenevre'ye geçip "Osmanlı" gazetesini tekrar yayınlamaya başladı. "İçtihad" dergisini çıkardı, bu ismi taşıyan bir yayınevi kurdu. Halkı Batı kültürü doğrultusunda eğitmek amacıyla eserler yayınladı. 1904'te Osmanlı Sarayı'nın baskıları sonucu İsviçre'den de sınırdışı edildi. İçtihad'ı Mısır'a taşıdı, etkinliklerini Kahire'de sürdürdü. "Adem-i Merkeziyet" cemiyetinin üyesi oldu. Bilimsel makaleler yazdı. 1906 Erzurum ayaklanmasında halkı başkaldırmaya çağıran bildiriler hazırladı. 1910'da İstanbul'a döndü. 1911'de İçtihad'ı yayınlamaya başladı. Dergi, yayınlanan dinsel içerikli yazılar nedeniyle sık sık kapatıldı. İttihatçılara karşı tutumunu sürdürdüğü için 1914'te derginin yanını durduruldu. "İkdam" gazetesindeki yazılarıyla ekonomide özel girişimlerin geliştirilmesini ve anglo-sakson eğitiminin yararlarını savundu. Mütareke döneminde İngiltere yanlısı bir tutum izledi. İngiliz Muhibleri Cemiyeti'nin kuruluşunda aktif rol oynadı. Kürt Teali Cemiyeti'nde çalıştı. Bahailiğin bir dünya dini olarak kabul edilmesini istemesi tepkilere yol açtı. Mütareke dönemindeki etkinlikleri nedeniyle Cumhuriyet döneminde devlet işlerinden ömür boyu uzak tutulması kararlaştırıldı. Yaşamının bundan sonraki bölümünde şiir kitapları yazdı, İçtihad dergisini yayınladı. Batı'dan belli bilgi ve teknolojiler aktarılırken, geleneksel değerlerinde korunması gerektiğini savundu. Ekonomik ve toplumsal kalkınma için seçkin kafaların seçilerek özel eğitimle yetiştirilmesini önerdi. İslam dinini düşünceyi kısırlaştırmak ve ulusal uyanışı engellemekle eleştirdi. Osmanlı milliyetciliği anlayışı yerine, imparatorluk içindeki tüm ulusların eşitliğine dayalı bir birlik görüşünü savundu. Cumhuriyet döneminde de Arap harfleri yerine Latin alfabesinin kullanılmasını savundu, kadınların toplumsal yaşama katkılarının artırılmasını destekledi. Psikoloji, sosyoloji, eğitim ve tarih alanında pek çok çeviri yaptı. Mevlana'dan bazı parçalarla, Hayyam'ın rubailerini Türkçeleştirdi. Abdullah Cevdet hakkında en önemli monografi Şükrü Hanioğlu tarafından kaleme alınan Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi (Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1981) başlıklı çalışmadır. BAZI ESERLERİ şiir Hiç (1890), Türbe-i Masumiyet (1890), Tulûat (1891), Mensur kitabı Ramazan Bahçeleri (1891) Düşünce eserleri Dimağ (1890), Fizyolacya-i Tefekkür (1892), Fünun ve Felsefe (1897), çevirileri Weber'den "Asırların Panoraması", Gustave Le Bon'dan "Asrımızın Hususu Felsefiyesi" Hayyam'dan "Rubaiyat" Mevlana'nın Divanından Seçmeler Gustave Le Bon'dan "Dün ve Yarın" (1921), Gustave Le Bon'dan "İlm-i Ruh-i İçtimai" (1924), Gustave Le Bon'dan "Ameli Ruhiyat" (1931).
-
Abbas Sayar ( 1923-1999)
ABBAS SAYAR (1923-1999) 21 Mart 1923'te Yozgat'ta doğdu. Liseyi (1941) Yozgat'ta bitirdi. Maddi imkansızlıklar nedeniyle üniversiteye gidemedi. Kısa süreli memurluktan sonra yedeksubay oldu. 1945'te İstanbul'da evlendi. Dört sömestr Türkoloji öğrenimi yaptı. 1947'de İstanbul'da, onbeş günde bir çıkardığı gazeteyi, matbaa kurarak Yozgat'ta yayınlamaya devam etti. Politikaya girdi, bir süre sonra politikanın çıkar kavgalarına ayak uyduramayan Sayar 1957'de politikadan el etek çekti.Şiir yazmayı sürdürürken, roman yazmaya başladı. 1970'te Yılkı Atı romanıyla ismini edebiyat dünyasına duyurdu. 1923 yılında Yozgat'ta dünyaya gelen, hayatının bir bölümünü orada geçirip 1999 yılında vefat ettikten sonra yine o topraklara dönen Abbas Sayar'ın romanları ve hikayeleri de Orta Anadolu insanının hayatını anlatır. Abbas Sayar'ın hayatı, romanlarındaki hayatlara benzer, ya da o, romanlarını kendi hayatından aldığı ilhamla yazmıştır. Kitaplarındaki kahramanların hiç uzağına düşmeyen, onlar gibi yaşayıp onları yazan Sayar'ın karşısına çıkan ilk engel, Anadolu'nun bağrından kopup İstanbul'a gelenleri şehir kapısında bekleyen şeydir: parasızlık... Sayar, maddi olanaksızlıklar yüzünden geç girdiği üniversiteyi yine yine bu nedenden dolayı bitiremez. Üstelik, düşlerindeki okuldur bırakıp gitmek zorunda kaldığı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü... Üniversite öğrenimi, hayatında yarım kalan tek şeydir, ardında bıraktığı ve derlenmeyi bekleyen şiirleri sayılmazsa... Gazete bayiliğiyle işe başlayıp Bozlak adıyla bir kültür ve sanat gazetesi çıkaran, edebiyat fakültesinde okuyamamış olsa da şiirler yazarak edebiyat dünyasına giren Sayar, adını 1970 yılında TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda derece alan ilk romanı Yılkı Atı'yla duyurdu.Yılkı Atı,TRT Roman Başarı Ödülünü (1971) kazandı. O yıllarda bir "edebiyat olayı" olarak nitelendirilen bu romanın ardından gelen Çelo (1972) romanı 1973 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü'nü, Can Şenliği (1974) romanı ise 1975 Madaralı Roman Ödülü'nü getirdi Sayar'a. Yozgat'ta bir dönem de çiftçilik yapan yazar, ömrünün son yıllarını Ayvalık'ta resim yaparak, roman ve şiir yazarak geçirdi. Abbas Sayar'ın kitapları daha önce E ve Can Yayınları'ndan çıkmıştı. \"Güçlü, hırslı bir at kişnemesi ovanın dört bir yönüne dağıldı. Dağınık düzen otlayan sekiz on at başlarını kaldırdılar ve kulaklarını diktiler. İçlerinde güçlü, kuvvetlileri vardı. Kimi kahra uğramış zavallı, kimi yılkının alışığı\" \"hesaptan düşülmüş, defterden silinmiş\" roman kahramanı Doru Kısrak'ın yılkıya bırakılma öyküsü ve Orta Anadolu'nun ağır kış doğasında yaşama mücadelesi, halk dilinin zengin sözcük ve deyimleriyle işlenerek, şiirsel bir anlatımla ölümsüzleştirilmiş, eşsiz bir yapıt olan \"Yılkı Atı\"; Abbas Sayar'ın, Sekili'de çiftçilik yaptığı yılların gözleminden yola çıkılarak yazılmış ilk romanıdır. 1971 yılında TRT Roman Başarı ödülünü alan Yılkı Atı'nın halen geniş bir okur kitlesi bulunmaktadır. \"Hamamcı Mustafa Ağa yaşlı biriyle matbaama geldi:\" Abbas Bey, dedi, tam senin istediğin gibi kendinden uçkurluklu. Kimi kimsesi yok, tümünden yılkılık. Oğlan oynamış oyuna gitmiş, çoban oynamış koyuna gitmiş\" 1975 Madaralı Roman ödülünü kazanan ve TRT tarafından filme çekilen Can Şenliği, Nail Abbas Sayar'ın üçüncü romanıdır. Abbas Sayar şiir gibi roman yazan bir yazar. Şairliği bu yüzden önemlidir. Üşüyorum Hasret ağır bastı üstüme Oynuyor yerinden köşe taşlarım Öyle bir gariplik sardı ki yüreğimi Dokunsalar boşanacak gözyaşlarım Abbas Sayar her ne kadar ardına kadar açık olduğunu söylese de aslında Türk edebiyatının kapalı bir kapısı olarak kalmıştır. Yılkı Atı ile TRT Roman Ödülü (1970), ikinci romanı Çelo ile 1973 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü, üçüncü romanı Can Şenliği ile de 1975 Madaralı Roman Ödülü'nü kazanmış olmasına rağmen edebiyatımızda hemen her yazarın başına geldiği gibi vefasızlığa uğramış, ömrünün son yıllarında iyiden iyiye unutulmuştur. Ötüken Neşriyat'ın yeniden yayımladığı ödüllü romanlar Yılkı Atı, Çelo, Can Şenliği, Yorganımı Sıkı Sar (öykü), Anılarda Yumak Yumak ve son kitaplarından biri olan Noktalar'ın kapağında yazarın kendi yaptığı resimler kullanılmış. Kırk dört yıllık gazetesinde yüzlerce, binlerce başyazı yazdı. 1989'da ikinci kez evlendi, Ayvalık'a yerleşti. Resim, şiir, roman yaşamını Ayvalık'ta sürdürdü. Ankara, Antalya, İzmir ve Ayvalık'a resim sergileri açtı. Ardında, derlenmeyi bekleyen pek çok şiir ve yazı bırakarak 12 Ağustos 1999 tarihinde aramızdan ayrıldı. Mezarı Yozgat'ta bulunmaktadır. Abbas Sayar Eserleri Öykü: Yorganımı Sıkı Sar, 1977 Roman: Yılkı Atı, 1970 Çelo, 1972 Can Şenliği, 1974 Dik Bayır, 1977 Tarlabaşı Salkım Saçak, 1977 Anılarda Yumak Yumak El Eli Yur, El de Yüzü Şiir: Şiirler, 2002, Ötüken Yay. Deneme: Noktalar (aforizmalar),1991 Şehir Kitapları: Yozgat Var, Yozgatlı Yok Ödülleri 1971 - TRT Roman Başarı Ödülü, Yılkı Atı 1973 - TDK Roman Ödülü , Çelo 1975 - Madaralı Roman Ödülü , Can Şenliği 1987 - Yozgatlılar Dayanışma ve Kültür Derneği Şükran Plaketi 1992 - Yibitaş Holding - Erdoğan M. Akdağ - 50.Sanat Yılı Plaketi 1992 - Kültür Bakanlığı - Kültür Bakanı : D. Fikri Sağlar - 50.Sanat Yılı Plaketi 1992 - Yozgatlılar Kültür ve Dayanışma Derneği - 50.Sanat Yılı Plaketi 1992 - Gazeteciler Cemiyeti - Başkan : Osman Hakan Kiracı - Yozgat'ın İlk Gazetecisi Plaketi 1995 - Edebiyatçılar Derneği Onur Plaketi ve Altın Madalya Ödülü 1998 - Türkiye Yazarlar Sendikası- İzmir Kitap Fuarı 98 - Yazarlık Emeğine Saygı Plaketi
-
Hüseyin Nihal Atsız (1905-1975)
Hüseyin Nihâl Atsız, 12 Ocak 1905'te İstanbul Kadıköy'de doğdu. Atsız Beğ'in babası Gümüşhane'nin Torul kazasının Midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi Trabzon'un Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey'in kızı Fatma Zehra Hanım'dır. Atsız Beğ'in ailesi, Gümüşhane'nin Torul kazasının Midi köyünde Çiftçioğulları adı ile bilinmektedir. Çiftçioğulları, Midi Köyünde 18. asrın sonlarına doğru yakınındaki Edire köyünden göçmüşlerdir. Çiftçioğulları ailesinin tesbit edilen ceddi 19. asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen Ahmed Ağa'dır. Ahmet Ağa'nın İsmail, Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur. İsmail Ağa'nın çocukları Midi'den, Yozgat'ın Akdağ Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir. Şakir Ağa'nın evladı olup olmadığı bilinmemektedir. Ahmet Ağa'nın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832 - 1894 ) ise 1850-1852 şıralarında Deniz eri olarak Istanbul'a gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Osmanlı Donanması (Donanma-yı Hümayün) 'da kalmış ve makina önyüzbaşlığına (çarkçı ( -Makine) Kolağalığı)'na terfi etmiştir. Hüseyin Ağa'nın eşi Emine Hayriye Hanım'dır. İki çocukları olmuştur. Nevber Hanım ile Mehmet Nail Bey (1877- 1944). Mehmet Nail Bey de Osmanlı Donanması'na girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığı'ndan emekli olmuştur. Mehmet Nail Bey'in ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım (1884 - 1930)'dır. Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı (Bahriye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfika Hanım'ın kızıdır. Osman Fevzi Bey, Trabzon'lu ölüp ailesi Kadıoğulları namı ile marüfdür. Mehmet Nail Bey'in ilk eşinden üç çocuğu olmuştur. 12 Ocak 1905'de Hüseyin Nihal (Atsız), 1 Mayıs 1910'da Ahmet Nejdet (Sançar) ve Aralık 1912'de Fatma Nezihe (Çiftçioğlu). 1930 yılında ilk eşinin damar sertliğinden vefatı üzerine Mehmed Nail Bey, 1931 yılında yeniden evlenmiştir. İkinci eşinin adı da Fatma Zehra'dır. İkinci eşinden 1932 yılında Necla (Çiftçioğlu) adlı bir kızı olan Mehmed Nail Bey ikinci eşiyle geçinememiş ve iki yıl sonra ayrılmıştır. Türkçülük fikrinin ilk kıvılcımları Atsız'ın gönlünde, o daha 7-8 yaşında iken tutuşmaya başladı. Babasının görevli bulunduğu Süveyş sokaklarında İtalyan çocuklarıyla yaptığı kavgalar, Fransız İlkokulu'nda Rum çocuklarının kendisine karşı düşmanca tutumları, O'nun çocuk gönlünde büyük akisler bıraktı. Türk Milleti'ne mensup olmanın idrakine daha o yaşlarda vardı. Atsız, yükseköğrenim çağına gelip Askeri Tıbbiye'ye kaydolunca, komünizm ve azınlık milliyetçiliği peşinde koşan Türk düşmanı kişilerle karşılaştı. Türklük şuuru olgun bir seviyeye ulaşan Atsız, Türk devletinin birlik ve bütünlüğüne yönelen bu zararlı akımlarla fikrî ve fiili mücadeleye başladı. Ziya Gökalp'in cenaze töreninin yapıldığı günün gecesi Türkçülük fikrine düşman öğrencilerle kavga ettiği ve daha sonrasında ise aralarında bir takım problemler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesut Süreyya Efendi adlı bir mülazım (teğmen)'ın kasti bir şekilde ve gereksiz bir yerde istediği selâmı vermediği için, 4 Mart 1925 tarihinde 3. sınıf talebesiyken Askeri Tıbbiye'den çıkarılmıştır. Bu olaydan sonra üç ay kadar Kabataş Lisesi'nde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yolları'nın Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak çalışmış ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında bir kaç sefer yapmıştır. 1926 yılında İstanbul Dârülfünûnu'nun Edebiyat Fakültesi'nin "Edebiyat Bölümü"ne ve İstanbul Dârülfünûnu'nun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi'ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil isteği kabul edilmeyen Atsız askerliğini 9 ay olarak 28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul'da Taşkışla'da 5. piyade alayında er olarak yapmıştır. Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı Anadolu'da Türklere Ait Yer İsimleri adlı makalenin Türkiyat Mecmuası'nın ikinci cildinde yayınlanması ile hocası olan M. Fuad Köprülü'nün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmî'nin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmıştır (Divân-ı Türkî-i Basit, Gramer ve Lügati, 1930, 111 s. Türkiyat Enstitüsü Mezuniyet Tezi, no 82). Aynı yıl Edebiyat Fakültesi'nden mezun olmuştur. Atsız'ın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay, Pertev Nâilî Boratav, Nihad Sâmi Banarlı gibi isimleri sayabiliriz. Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, Maarif Vekâleti’nde Atsız için girişimde bulunarak, Yüksek Öğretmen Okulu'nu öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve 25 Ocak 1931’de Atsız'ı kendisine asistan olarak almıştır. Atsız, yine 1931 yılında Dârülfünûnun felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiş, ancak 1935 yılında ayrılmıştır. Atsız, 15 Mayıs 1931'den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua (17 sayı)'yı çıkarmaya başladı. M. Fuad Köprülü, Zeki V. Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de içinde bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu "Türkçü ve Köycü" dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, âdetâ Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur. Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını (H. Nihâl) imzası ile, hikâyelerini de (Y.D.) imzasıyla, bu dergide yayınlamaya başlamıştır. 1932 Temmuzunda Ankara'da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan'a Dr. Reşid Galib'in yaptığı haksız hücum üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye (Atsız) ile Pertev Nâilî Boratav'ın da bulunduğu 8 arkadaşı ile, Dr. Reşid Galib'e "Zeki Velîdî'nin talebesi olmakla iftihar ederiz" diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de mimlenmiştir. 19 Eylül 1932'de Dr. Reşid Galib, Maarif Vekili olmuştu. Kısa bir süre sonra da Prof. M. Fuad Köprülü'nün dekanlıktan ayrılması üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanlığı'na vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asâleten tâyin edilmiştir. Atsız'ı üniversiteden uzaklaştırmak için fırsat arayan Reşid Galib, Atsız Mecmua'nın 17. sayısındaki "Dârülfünûn'un kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi" adlı makalesi ile bu fırsatı yakalamış ve Edebiyat Fakültesi Dekanı, 13 Mart 1933 tarihinde Atsız'ın üniversite asistanlığına son vermiştir. Üniversiteden çıkarılmasından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesi'nin Dekanı'nı Tokatlıyan'daki bir çayda yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Atsız'a bu hadise için hiç bir şekilde tepki gösterilmemiştir. Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız, Malatya Ortaokulu'na Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir, Malatya'da kısa bir müddet (8 Nisan 1933-31 Temmuz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir. Atsız'ın Edirne'deki edebiyat öğretmenliği de 3-4 ay kadar kısa bir müddet devam etmiştir. (11 Eylül 1933-28 Aralık 1933). Atsız, Edirne'de iken Atsız Mecmua'nın devamı mahiyetindeki "Aylık Türkçü Dergi" olan Orhun (5 Kasım 1933-16 Temmuz 1934, sayı 1-9)'u yayımlamıştır. Orhun dergisinde, Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarının yanlışlarını ağır bir şekilde eleştirdiği için 28 Aralık 1933’te bakanlık emrine alınmıştır. 9. sayısında da Orhun, Bakanlar Kurulu kararı ile kapatılmıştır. Dokuz ay bakanlık emrinde kalan Atsız, 9 Eylül 1934 tarihinde Kasımpaşa'daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu'na Türkçe öğretmeni olarak tayin olunmuştur. Şubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan Bedriye Hanım ile evlenen Atsız'ın bu evlilikten 4 Kasım 1939 tarihinde Yağmur ve 14 Temmuz 1946 tarihinde de Buğra adlı iki oğlu olmuştur. Atsız Bey, ikinci eşi Bedriye Atsız'dan da Mart 1975 tarihinde ayrılmıştır. Atsız, Kasımpaşa'daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu'nda Türkçe öğretmeni olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1 Temmuz 1938 tarihinde bu görevinden ihraç edilmiştir. Bunun üzerine Özel Yüce-Ülkü Lisesi'ne geçen Atsız, burada 1937 yılından 1939 yılının Haziranının sonuna kadar edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Atsız, 19 Mayıs 1939 ile 7 Nisan 1944 tarihleri arasında yine özel bir lise olan Boğaziçi Lisesi'nde edebiyat öğretmenliğinde bulunmuştur. Atsız, Boğaziçi Lisesi'nin Türkçe öğretmeni iken Orhun Dergisini (1 Ekim 1943-1 Nisan 1944, sayı:10 ile 16 arası, 7 sayı) yeniden yayınlamaya başlamıştır. II. Dünya Savaşı sıralarında yerli komünistler faaliyetlerini olağanüstü artırdıkları halde, resmî makamlar bu aşırı hareketlere karşı tedbir almak yerine, seyirci kalmaktaydılar. Atsız, ilgilileri ikaz için Orhun.'un Mart 1944'te yayınlanan 15. sayısında, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na hitaben bir açık mektup yayınlamıştır. Atsız, bu açık mektupta, Marksistlerin artan faaliyetlerini belirtmekte idi. Aynı zamanda, Orhun dergisi kapatılmadığı takdirde bir sonraki sayısında bu aşırı faaliyetlerin belgeleri ile birlikte örneklerini vereceğini bildiriyordu. Atsız, Orhun'un kapatılmaması üzerine, Nisan 1944'te yayımlanan 16. sayıda, Giritli Ahmed Cevad Emre, Pertev Nâilî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antel'in Marksist faaliyetlerini açıklayarak devrin Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel'i istifaya çağırmıştır. Bu ikinci açık mektup, yurt içinde büyük bir millî galeyana sebep olmuş, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir çok şehirde, komünizm aleyhinde gösteriler yapılmaya başlanmıştır. Bu arada Atsız'a yurdun her köşesinden mektup ve telgrafların gelmesi Ankara'daki yetkilileri tedirgin etmekte idi. Millî Eğitim camiasındaki komünistler sebebi ile kendi partisinin mensupları tarafından dahi sorguya çekilmeye başlanan Hasan Ali Yücel, ilk iş olarak 7 Nisan 1944 tarihinde Atsız'ın Boğaziçi Lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliğine son vermiştir. Orhun dergisi ise Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatılmış, bu arada Sabahattin Ali de kışkırtılarak Atsız aleyhine hakaret davası açmaya zorlanmıştır. Aleyhine dava açılan Atsız, trenle Ankara'ya gitmiş ve Türkçü gençler tarafından istasyonda karşılanarak bir otelde misafir edilmiştir. Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu olaylı geçmiştir. Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencisi alınmamış, bu yüzden de devrin Halk Partisi iktidarını şaşırtan büyük öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır. "Sabahattin Ali - Nihâl Atsız davası" olmaktan çok "Komünizme karşı Türkçülük davası" halini alan bu davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Ali'ye "vatan haini" dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsız'ın cezası hâkim tarafından "milli tahrik" gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve 4 aylık bu ceza da ertelenmiştir. Atsız, cezasının ertelenmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken tevkif edilmiştir. 19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde itham eden nutkunu söylemiş ve bu nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanmaya başlamıştır. Aralarında üniversite profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üniversite öğrencileri bulunan sanıklar, sorguya çekme adı altında çeşitli işkencelere maruz bırakıldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlanmıştır. "Irkçılık-Turancılık davası'' adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız 6,5 yıl hapse mahkûm olmuştur. Atsız, bu kararı temyiz etmiş ve Askerî Yargıtay, 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nin kararı esastan bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir. 5 Ağustos 1946 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde tutuksuz olarak başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası (bu dava Prof. Kenan Öner-Hasan Ali Yücel davası adı ile tanınmıştır), 31 Mart 1947 tarihinde sonuçlanmış ve 29 oturum devam eden mahkemede bütün sanıkların beraatına karar verilmiştir. Nisan 1947'den Temmuz 1949'a kadar kendisine iş verilmeyen Atsız, Ekim 1945-Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır. Bir müddet Türkiye Yayınevi'nde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan "Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir" adlı kitabını da Sururi Ermete adlı şahsın adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır. Atsız'ın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu Millî Eğitim Bakanı olunca, Atsız'ı 25 Temmuz 1949'da Süleymaniye Kütüphânesi'ne "uzman" olarak tayin etmiştir. Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden sonra 21 Eylül 1950’de Haydarpaşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliği'ne tayin olmuştur. 4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesi'nde vermiş olduğu "Türkiye'nin Kurtuluşu" konulu bir konferans üzerine Cumhuriyet Gazetesi, Atsız'ın aleyhine yalan yayın yapmıştır. Hakkında bakanlık tarafından soruşturma açılan Atsız'ın konuşmasının bilimsel olduğu tespit edilmiştir. Fakat Atsız 13 Mayıs 1952 tarihinde Haydarpaşa Lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliği görevinden "muvakkat" kaydı ile alınarak yine Süleymaniye Kütüphânesi'ndeki görevine tayin edilmiştir. 31 Mayıs 1952 tarihinden itibaren emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphânesi'nde çalışan Atsız'ın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphânedeki memuriyet olmuştur. Atsız, 1950-1952 yıllarında yayımlanan haftalık Orkun dergisinin başyazarlığını yaptı. 1962’de kurulan Türkçüler Derneği’nin genel başkanlığını üstlendi. 1964’ten vefatına kadar Ötüken dergisini yayımladı. Devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Gaziantep'e giderken bir işçinin kendisine "idareciler Araplara toprak veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar" sözlerine karşılık, "Türk topraklarında yaşayan herkes Türk’tür." demişti. Atsız bunun üzerine, Ötüken'in Nisan 1967'de yayınlanan 40, sayısından itibaren "Konuşmalar, 1" (Sayı 40), "Konuşmalar, II" (Sayı 41), "Konuşmalar, III" (Sayı 43), "Bağımsız Kürt Devleti Propagandası" (Sayı 43), "Doğu mitinglerinde perde arkası" (Sayı 47) ve "Satılmışlar-Moskof uşakları" (Sayı 48) adlarıyla yayınladığı seri makalelerinde, bölücü Marksistlerin Doğu bölgelerimizde yaptıkları gizli çalışmaları açıklamıştı. Bu makaleler hakkında savcılıkça soruşturma açılmıştır. Savcılığın yaptığı ilk soruşturmada Atsız'a hiç bir suçlamada bulunulamamıştır. Ancak bu yazılar üzerine, Ankara'daki bölücü kuruluşlar tarafından Atsız aleyhine hazırlanmış ayrılıkçılığı ilan eden bildiriler sokaklarda dağıtılmış ve aynı günlerde Adalet Partisi'nin bir Diyarbakır Senatörü, senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır. Bu sistemli girişimler sonucunda, Hasan Dinçer'in Adalet Bakanı olduğu dönemde, bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilân edilmiştir. Sıkıyönetim mahkemelerinde Türk milletinin ve vatanının birliğine ve bölünmezliğine karşı çıkan yıkıcılar, bölücüler, komünistler ve anarşistler muhakeme edilirken, sivil mahkemelerde ise aynı hususlara daha 4-5 yıl önce dikkati çeken Atsız muhakeme edilmiştir. Uzun duruşmalardan sonra mahkeme, Ötüken'in sahibi Atsız'ı ve sorumlusu Mustafa Kayabek'i 15'er ay hapse mahkûm etmiştir. Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1'lik ekseriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuştur. Fakat aynı mahkeme 2-1'lik kararda ısrar edince, Yargıtay kararı onaylamıştır. Atsız ve Mustafa Kayabek "Tashih-i karar" isteğinde bulunmuşlar ancak bu istekleri mahkemece kabul edilmemiştir. Böylece mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir. Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Numune Hastanesine yazan Atsız'a, Haydarpaşa Numune Hastanesi tarafından "Cezaevine konulamayacağı" kaydı bulunan rapor verilmiştir. Ancak 4 aylık bir rapor Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiş ve "reviri olan cezaevinde kalabilir" şeklinde değiştirilmiştir. Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsız'ı evinden aldırarak Toptaşı Cezaevi'ne sevk etmiştir. 40 kişilik adi suçlular koğuşuna konulan Atsız, bir müddet sonra reviri olan Sağmalcılar Cezaevi'ne nakledilmiştir. Atsız, kesinleşen 1,5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, Atsız'ın yazılarından, fikirlerinden ve eserlerinden feyiz alan milliyetçi bilim adamları, üniversite mensupları, gençlik kuruluşları, kültür dernekleri vasıtası ile Türk milleti, Cumhurbaşkanına başvurup Atsız'ın affını istemiştir. Atsız, suç işlemediğini belirterek bizzat af talep etmediği halde, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, yüreğinde vatan ve millet sevgisi taşıyan her kesimden milyonlarca Türk'ün yoğun isteği karşısında kendi yetkisini kullanarak Atsız'ın cezasını affetmiştir. 22 Ocak 1974'te Bayrampaşa Cezaevi'nden tahliye edilen Atsız, 1,5 yıllık cezasının 2,5 ay kadarını cezaevinde geçirmiştir. İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın tarifi ile "Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan" Atsız, ateşli ve keskin bir üsluba sahip olması yanında, özel hayatında sakin, kibar, mülâyim, nüktedan ve şakacı idi. Kendisinden kaç yaş küçük olursa olsun herkese "Bey" diye hitap ederdi. Atsız, 1975 yılının kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenmiş, ancak yapılan muayene ve testler sonucunda bir hastalık bulunamamıştır. 10 Aralık 1975 Çarşamba gününün akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen doktor enfarktüs olduğunu anlayamamıştır. Ertesi akşam Atsız'ı ziyaret eden ikinci bir kriz, 11 Aralık 1975 Perşembe günü Atsız'ı aramızdan alıp götürmüştür. Yarım asırdır hiç bir kuvvetin Türk milliyetçiliğinin burcundan indiremediği bayraklarından birincisi olan Atsız'a Kurban Bayramı dolayısıyla ziyaret yapmak isteyenler, 13 Aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramının ilk günü Kadıköy Osmanağa Câmii'nde son vazifelerini yerine getirdiler. Kılınan ikindi namazını müteakip Osmanağa Câmii'nden Karacaahmet mezarlığına kadar, onu eller üzerinde taşıdılar. Türk milliyetçiliğinin öncüsü olan Nihâl Atsız, aynı zamanda güçlü bir Türkolog'tur. Türk dilini, tarihini ve edebiyatını gayet iyi bilen Atsız, özellikle Türk tarihinin Göktürk devrini âdeta yaşamışçasına bilir ve severdi. Çok sevdiği bu devreyi Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor adlı iki eser ile romanlaştırmış ve Göktürkleri Türk milletine tanıtarak sevdirmiştir. Deli Kurt adlı romanı Osmanlı tarihinin ilk devrelerinin romanlaştırılmış şeklidir. Ruh Adam'daki Selim Pusat'ın şahsiyetinde Atsız'ı görürüz. Ruh Adam'ın devamı olarak Yalnız Adam'ı yazacağını söylüyordu. Yine yazacağını bildirdiği bir eseri de Bozkurtlar'ın 3. cildi idi. Yayınlanmamış eserlerinin içerisinde II. Mahmut'tan Günümüze Kadar Osmanlı Hanedanı Tarihi'ni zikredebiliriz. Nihâl Atsız'n şiirleri "Yolların Sonu" adı ile kitap halinde defalarca basılmıştır. KİTAPLARI 1) "Divan-ı Türk-i Basit, Gramer ve Lugati", İstanbul 1930 2) "Şart Başına Cevap", İstanbul 1933 3) "Çanakkale'ye Yürüyüş", İstanbul 1933. 4) "16. Asır Şairlerinden Edirneli Nazmi'nin Eseri ve Bu Eserin Türk Dili ve Kültürü Bakımından Ehemmiyeti", İstanbul 1934. 5) "Komünist Don Kişotu Proleter Burjuva Nâzım Hikmetof Yoldaşa", İstanbul 1935. 6) "Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar, I. Bölüm", İstanbul 1935. 7) "15. Asır Tarihçisi Şükrullah, Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi", İstanbul 1939. 8) "Müneccimbaşı Şeyh Ahmed Dede Efendi, Hayatı ve Eserleri", İstanbul 1940. 9) "900. Yıldönümü (1040-1940)", İstanbul 1940. 10) "İçimizdeki Şeytanlar", İstanbul 1940. 11) "Türk Edebiyatı Tarihi", İstanbul 1940. 12) "Dalkavuklar Gecesi", İstanbul 1941. 13) "En Sinsi Tehlike", İstanbul 1943. 14) "Hesap Böyle Verilir", İstanbul 1943. 15) "Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir", İstanbul 1943. 16) "Yolların Sonu", (Bütün şiirlerinin toplandığı kitap) İstanbul 1946. 17) "Bozkurtların Ölümü", İstanbul 1946. 18) "Bozkurtlar Diriliyor", İstanbul 1949. 19) "Osmanlı Tarihleri I", İstanbul 1949. 20) "Türk Ülküsü", İstanbul 1956. 21) "Deli Kurt", İstanbul 1958. 22) "Z Vitamini", İstanbul 1959 23) "Osman (Bayburtlu), Tevârih-i Cedîd-i Mir'at-ı Cihan", İstanbul 1961. 24) "Osmanlı Tarihine Ait Takvimler" İstanbul 1961. 25) "Ordinaryüs'ün Fahiş Yanlışları", İstanbul 1961. 26) "Türk Tarihinde Meseleler", Ankara 1966. 27) "Birgili Mehmed Efendi Bibliyografyası", İstanbul 1966. 28) "İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebussuud Bibliyografyası", İstanbul 1967. 29) "Âli Bibliyografyası", İstanbul 1968. 30) "Âşıkpaşaoğlu Tarihi", İstanbul 1970. 31) "Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'nden Seçmeler I", İstanbul 1971. 32) "Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'nden Seçmeler II", İstanbul 1972. 33) "Ruh Adam", İstanbul 1972. 34) "Oruç Beğ Tarihi", İstanbul 1973. nihaladsiz org
-
Hailde Edip Adıvar (1884-1964)
HALİDE EDİP ADIVAR (1884-1964) Türk yazar ;siyasetçi, akademisyen, öğretmen. Halide Onbaşı olarak da bilinir. Halide Edip, 1919 yılında İstanbul halkını ülkenin işgaline karşı harekete geçirmek için yaptığı konuşmaları ile zihinlerde yer etmiş usta bir hatiptir. Kurtuluş Savaşı'nda cephede Mustafa Kemal'in yanında görev yapmış, sivil olmasına rağmen rütbe alarak bir savaş kahramanı sayılmıştır. Savaş yıllarında Anadolu Ajansı'nın kurulmasında rol alarak gazetecilik de yapmıştır. II. Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte yazarlığa başlayan Halide Edip; yazdığı yirmi bir roman, dört hikâye kitabı, iki tiyatro eseri ve çeşitli incelemeleriyle Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri Türk edebiyatının en çok yapıt veren yazarlarındandır. Sinekli Bakkal adlı romanı, en bilinen eseridir. Eserlerinde kadının eğitilmesine ve toplum içindeki konumuna özellikle yer vermiş, yazıları ile kadın hakları savunuculuğu yapmıştır. Bir çok kitabı sinemaya ve televizyon dizilerine uyarlanmıştır. 1926 yılından itibaren yurtdışında yaşadığı 14 sene boyunca verdiği konferanslar ve İngilizce olarak kaleme aldığı eserler sayesinde zamanının dış ülkelerde en çok tanınan Türk yazarı olmuştur. İstanbul Üniversitesi'nde edebiyat profösörü olan Halide Edip, İngiliz Filoloji Kürsüsü Başkanlığı yapmış bir akademisyen; 1950'de girdiği TBMM'de ise milletvekilliği yapmış bir siyasetçidir. I.TBMM hükümetinde sağlık bakanı olan Adnan Adıvar'ın eşidir. ESERLERİ Roman: Heyula, Raik'in Annesi, Seviye Talip, Handan, Yeni Turan, Son Eseri, Mev'ud Hüküm, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Kalb Ağrısı, Zeyno'nun Oğlu, Sinekli Bakkal, Yolpalas Cinayeti, Tatarcık, Sonsuz Panayır, Döner Ayna, Akile Hanım Sokağı, Kerim Ustanın Oğlu, Sevda Sokağı Komedyası, Çaresaz, Hayat Parçaları, Hikaye: Harap Mabetler, Dağa Çıkan Kurt, Kubbede Kalan Hoş Seda, Oyun: Kenan Çobanları, Maske ve Ruh, Anı: Türkün Ateşle İmtihanı, Mor Salkımlı Ev, Diğer Eserleri: Talim ve Terbiye, Turkey Faces West, Conflict of East and West in Turkey, Inside India, Türkiye'de Şark-Garp ve Amerikan Tesisleri, İngiliz Edebiyat Tarihi, 3 cilt, Doktor Abdülhak Adnan Adıvar. XXXXXXXXXXX Türkün Ateşle İmtihanı Kurtuluş Savaşı Anıları Halide Edib Adıvar Atlas Yayınevi / Halide Edib Adıvar'ın Bütün Eseleri Dizisi HAKKINDA YAZILANLAR Halide Edip ve Amerika Frances Kazan Bağlam Yayınları / İnceleme – Araştırma Dizisi Bu tezde, Halide Edip'in Amerikan yanlısı düşüncelerinin kökenlerini ve bu düşüncelerin daha sonraları Türk ulusal siyasetinin fiili dünyasındaki cisimleşmesini inceliyorum. Ardından, Edip'in 1928 yılında bir dizi konferansta konuşma yapmak üzere gittiği Amerika'da Amerikalı aydınlardan, gazetecilerden ve yorumculardan oluşan bir dinleyici topluluğuna hitaben yaptığı Yeni Türkiye'nin tarihsel ve siyasal tablosunu çözümlüyorum. Edip ve Dr. Adnan, Mustafa Kemal'le aralarındaki ciddi ideolojik ayrılıklar sonucu siyasi birer sürgün olarak ülkelerinden uzakta yaşamaya zorlanmış olmalarına karşın, yaşamlarını ateşli birer vatansever olarak sürdürdüler. -Frances Kazan- Kurtuluş Savaşı ve Halide Edip Mehmet Kılıçoğlu Güldikeni Yayınları / Araştırma İnceleme Dizisi Dış baskıların ve iç yönetimdeki çağa uymazlığın sonucu Osmanlı İmparatorluğu yıkılmıştır. Bu yıkılış anında, sağduyulu birkaç aydının inanç tutumuyla Türkiye Cumhuriyeti yaratılabilmiştir. Cumhuriyetin kurulması için ulus bir savaş vermiştir. Bugün, savaşı yaşayanları dinlediğimizde tatlı bir öykü anlatılıyormuş sanıyoruz. Oysa, o günleri derinlemesine inceleyip değerlendirince hiç de öyle olmadığını görüyoruz. Bir ulusun ölüm kalım uğraşı verdiğini buluyoruz. Kaynaklar: vikipedi biyografi,kişi ayrıntı
-
Sait Faik Abasıyanık(1906-1954)
SAİT FAİK ABASIYANIK 23 Kasım 1906 da Adapazarı nda dünyaya geldi. İstanbul'da 11 Mayıs 1954 te sirozdan yaşamını yitirdi. İlköğrenimini Adapazarı Rehber-i Terakki Mektebi'nde yaptı. İki yıl Adapazarı İdadisi'nde öğrenim gördü. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra ailesi İstanbul'a yerleşince İstanbul Sultanisi'ne girdi. Onuncu sınıfta bir öğretmene yapılan şaka yüzünden sınıfı dağıtılınca Bursa Erkek Lisesi ne geçti, 1928'de buradan mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi nde bir süre eğitim gördü. Ekonomi öğrenimi için İsviçre Lozan'a gitti. Kısa süre kaldı ve Fransa ya geçti. 3 yıl Fransa da Grenoble'da yaşadı. Eğitimini yarım bırakarak 1933'te İstanbul'a döndü. Kısa bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi nde Türkçe grup dersleri öğretmenliği yaptı. Babasının desteğiyle girdiği ticarette de başarılı olamadı. Daha sonra hiçbir işle uğraşmadı. Geçimini babasından kalan mirasla sürdürdü. Yaşamını Şişli de Bulgar Çarşısı ndaki apartman ve Burgaz Ada daki köşklerinde annesiyle geçirdi. Şiir yazmaya İstanbul Sultanisi'ndeki öğrencilik günlerinde başladı. Öyküye Bursa'daki öğrencilik zamanında geçti. İlk öyküsü "Uçurtmalar" 9 Aralık 1929'da Milliyet gazetesinin sanat sayfasında yayınlandı. 1934-1940 arasında Varlık, Ağaç, Servet-i Fünun Uyanış, Ses, Yeni Ses, Yaprak, Yenilik gibi dergilerde yayınlanan öykülerinle tanınmaya başladı. Sait Faik ilk ürünlerini ortaya koyarken, Türk öykücülüğünde durum şöyleydi: Bir yanda Ömer Seyfettin'in "milli hikayecilik" etkisi sürüyordu. Refik Halit Karay'dan F. Celalettin'e uzanan gülmece ağırlıklı "fıkra-öyküler yönelimi" vardı. Sabri Ertem ve Sabahattin Ali ile yerine oturan "gerçekçi yönelim" ve Memduh Şevket Esendal'ın içten ve yalım anlatımı. Sait Faik bu ortamda ilk öyküleriyle gözlemci bir yazar olarak belirdi. Ama kısa sürede öyküyü olaydan sıyırmaya yöneldi. Bu yönelişinde onun gerçeği ya da durumu bir anlatıcıdan, kendi "ben"inden geçirme eğiliminin de büyük payı vardı. Bu, öykülerinde doğal bir öznelleşme süreci hazırladı. O "ben" evrensel bir insanlık duygusunun odağı olduğu için, insanlığın tüm çelişkilerini, bunalımlarını öyküsünün temeline yerleştirdi. Ona göre her şey insanı sevmekle başlar. İlk dönem ürünü öykü kitaplarında Adapazarı ile İstanbul'daki çocukluk ve ilk gençlik yıllarını anlattı. Sonraki yapıtları giderek bir şiirsellikle doldu. "Lüzumsuz Adam", "Mahalle Kahvesi", "Havada Bulut" gibi eserlerinde esnaf, işsizler gibi dertli insanlara, toplumun acı çeken kesimlerine yöneldi. "Kumpanya" ile öykülerine giren karakterler arttı. Gezgin tiyatro topluluğu, cambazhane çalışanları, emekli miralay, Galata, Samatya, Yedikule'deki deri işçileri, meyhaneler, sabahçı kahveleri, çımacılar, garsonlar. "Son Kuşlar"da bir tür düş kırıklığı hissedilir. Sait Faik, toplumsal düzenin çirkinlikleri, sahtelikler, adaletsizlikler karşısında direnen insanın yalnızlığını keşfeder. Sonraki kitaplarında bu karamsarlık artar. "Alemdağda Var Bir Yılan"la gerçeküstücülüğe yöneldi. Hikayedeki konu ve olay akışını iyice ortadan kaldırdı. Öykülemeyi ruhsal değişiklikler yoluyla yaptı. Gerçeküstücü öğelerle kişinin yalnızlığı ve bunun yarattığı acıları irdeledi. Öykü, roman ve şiirlerini yaşamın hakkını vermek için yazdı. Sürekli kullandığı ana tema yaşama sevinci oldu. Sıradan insanlar, işsizler, hamallar, balıkçılar, sokak kadınları, kimsesiz çocuklar, emekçiler ve küçük burjuvalar onun insanlarıdır. O bu insanlarda evrensel insanı yakaladı. Aynı zamanda bir İstanbul öykücüsüdür. Doğa güzellikleri karşısında başı döner. Toplumsal sorunlar onu bireysel planda bir hayıflanmaya sürükler. Böyle anlarda karamsar bir tablo çizer. Toplumsal çelişkiler karşısındaki tavrı öfke, yenilgi ve kaçış olur. Ölümünden sonra Burgaz Ada daki evi müze haline getirildi. Annesi "Sait Faik Hikaye Ödülü" oluşturdu. Çağdaş edebiyata katkılarından dolayı Amerika daki Uluslararası Mark Twain Derneği nin onur üyeliğine seçildi. ESERLERİ ÖYKÜ: Semaver (1936) Sarnıç (1939) Şahmerdan (1940) Lüzumsuz Adam (1948) Mahalle Kahvesi (1950) Havada Bulut (1951) Kumpanya (1951) Havuz Başı (1952) Son Kuşlar (1952) Alemdağ da Var Bir Yılan (1954) Az Şekerli (ölümünden sonra, 1954) Tüneldeki Çocuk (1955) Mahkeme Kapısı (Adliye röportajları) (1956) Balıkçının Ölümü-Yaşasın Edebiyat (1977, derleyen Muzaffer Uyguner) Açık Hava Oteli (1980, Konuşmalar-mektuplar derleyen Muzaffer Uyguner) Müthiş Bir Tren (1981, deleyen Muzaffer Uyguner) ŞİİR: Şimdi Sevişme Vakti (1953) ROMAN: Medar-ı Maişet Motoru (1944, ikinci baskı 1952'de "Birtakım İnsanlar" adıyla) Kayıp Aranıyor (1953) Yaşamak Hırsı O VE BEN Sana koşuyorum bir vapurun içinden Ölmemek, delirmemek için. Yaşamak; bütün adetlerden uzak Yaşamak. Hayır değil, değil sıcak Dudaklarının hatırası Değil saçlarının kokusu Hiçbiri değil. Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde Ben onsuz edemem. Eli elimin içinde olmalı. Gözlerine bakmalıyım Sesini işitmeliyim Beraber yemek yemeliyiz Ara sıra gülmeliyiz. Yapamam, onsuz edemem Bana su, bana ekmek, bana zehir Bana tad, bana uyku Gibi gelen çirkin kızım Sensiz edemem.
-
Batı Edebiyatı etkisindeki Türk Edebiyatı -4-
MİLLİ EDEBİYAT Millî Edebiyat, yazı ve yaratıların, sanatsal ürünlerin yabancı etkilerinden sıyrılarak, kendi ulusal değerlerimize dönmeyi, halka kendi diliyle seslenmeyi ilke edinen 1908'de başlayıp 1923'e değin süren edebiyat akımı ve bu yönelime katılan sanatçıların oluşturduğu topluluk. 1911 yılında Selanik’te çıkan “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı makalesinin yayımlanmasıyla başlar. Millî Edebiyat hareketi öncelikle bir dil hareketidir. Sade Türkçe’nin bir dava olarak ele alınması ilk kez bu dergide ortaya konulmuştur. “Millî Edebiyat” terimi de ilk defa bu dergide kullanılmıştı.Bu dönem sanatçılarının şiir anlayışıyla, Fecr-i Ati topluluğunun şiir anlayışı birbirinden pek farklı değildir. “Şiir vicdani bir keyfiyettir.” düşüncesinde olan şairleri bireysel konuları işlerler. Daha sonra 1917 yılında yaptıkları bir toplantıda, hece ölçüsünü kullanma, günlük konuşma diliyle yazma noktasında birleşen şairlerin, içerik konusunda her birinin ayrı bir yaklaşımda olduğu gözlenir. Bu dönem sanatçıları Divan edebiyatını, Doğu edebiyatının, sonrasını ise Batı edebiyatının taklitçisi olmakla suçlarlar. Şiirde daha çok bireysel konulara yönelen bu dönem sanatçıları, roman ve öyküde sosyal meselelere eğilmişler; milliyetçilik düşüncesi, Kurtuluş savaşı gibi konuları ele almışlardır. Konuların İstanbul dışına çıkarılması da bu dönemin belirgin özelliklerindendir. Ayrıca “aşk” bu dönem roman ve hikâyesinin en önemli teması olarak dikkat çeker. Bu eserlerde dil günlük konuşma dilidir. Özellikleri: * Dil sadeleşmiştir. * Aruzun yanında hece ölçüsü de kullanılmıştır. * İlk defa bu dönemdeki eserlerde İstanbul dışına çıkılmış ve sanatçılar Anadolu'ya açılmıştırr. MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ SANATÇILARI ÖMER SEYFETTİN (1884-1920) Millî Edebiyat hareketinin önderlerinden olan sanatçı daha çok hikâyeleriyle tanınmıştır. “Yeni Lisan” makalesinde ortaya koyduğu görüşlerini, hikâyelerinde uygulamaya çalışmış ve başarılı olmuştur. Dilimizin sadeleşmesinde önemli yeri olan Ömer Seyfettin, anılarından, tarihteki kahramanlıklardan ve günlük yaşayışlardan yararlanarak, gücünü çekici anlatımından, olaylardan alan, çoğunlukla beklenmedik sonuçlarla biten hikâyeleriyle edebiyatımızda önemli bir yer tutar. Hikayeciliği meslek haline getirmiştir. Hikayelerinde olay ağırlıklı (Moppasant Tarzı) konular işlemiştir. Kısa hayatına karşılık öleceği tarihi bilyormış gibi çok üretken olmuştur. Hikâyeleri: İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Bomba, Gizli Mabet, Asılzadeler, Bahar ve Kelebekler, Beyaz Lale....adı verilen kitaplarda toplanmıştır. ZİYA GÖKALP (1876-1924) Şiiri, düşüncelerini halka yaymak için bir araç olarak kabul eden sanatçı, bu türde sanatsal yönden güçlü ürünler vermemiştir. Daha çok Türkçülük düşüncesini sistemleştiren bir düşünür ve sosyolog olarak tanınmıştır. Önceleri, bütün dünya Türklerini bir bayrak altında toplamayı amaçlayan “Turancılık ”görüşüne bağlıyken, sonraları “Türkiye Türkçülüğü” düşüncesine yönelir. Günlük konuşma diliyle yazı dilinin birleştirilmesi gerektiğine inanan sanatçı eserlerinde bunu başarıyla uygular. Şiirlerinde hece ölçüsünü kullanan Ziya Gökalp (Turan adlı şiiri hariç), konu olarak daha çok eski Türk tarihine, İslamiyet öncesi dönemlere yönelir. Ayrıca yurt, millet, ahlak, din ve uygarlık gibi konuları da eğitici bir yaklaşımla ele alır. İlk Türk sosyologudur. Eserleri: * Şiir: "Kızıl Elma"", "Altın Işık", "Yeni Hayat" * Nesir: “Türkçülüğün Esasları”, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”; “Türk Medeniyeti Tarihi”, “Malta Mektupları”. MEHMET EMİN YURDAKUL Servet-i Fünun Döneminde eserler vermeye başlamıştır. O dönem çok kullanılan Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarına karşın kendisi Türkçülük akımını yaymaya çalışmış; bu yönde eserler vermiştir. Türk edebiyatında açık bir Türçülüğü ilk defa bir sanat ideali haline getiren Türk şairi Mehmet Emin'dir.Mİlliyetçi kimliği ilk vurgulayan sair.Milli edebiyatın Bayrağı simgesindedir. Hece ölçüsünü aruz ölçüsüne tercih etmiştir.Bunun nedeni hece ölçüsünün eski Türk ölçüsü olmasıdır.Şiirleri tüm ölçü ve uyağa rağmen başarılı sayılmaz.Gayet kuru hatta tekdize bir söyleyişi vardır. Sanatı;ülküsünü,fikirlerini anlatmakta bir araç olarak kullanmış,herşeyi vatanın yükselmesi uğrunda kullanabileceğini söylemiştir. Eserlerinde coşku, kahramanlık, vatan sevgisi ve öğreticilik bulunur. Şiir ve nesir türlerinde eser veren yazarın Türk Sazı, Ey Türk Uyan,Cedde Giderken, Tan Sesleri, Dicle Önünde, Turana Doğru, Ordunun Destanı, Zafer Yolunda adlı şiir kitapları vardır. REFİK HALİT KARAY (1888-1965) Millî Edebiyat ve Cumhuriyet döneminin en ünlü öykü ve roman yazarlarındandır. Önce Fecr-i Ati edebiyatına 1917’den sonra ise Millî Edebiyata katılır. Kurtuluş Savaşı’na karşı yazılarından dolayı tutuklanacağı zaman Halep’e kaçar. Çıkarılan bir af üzerine 1938’de Türkiye’ye döner. Anadolu gerçeğinin ilk olarak Refik Halit Karay 'ın “Memleket Hikayeleri” adlı yapıtıyla edebiyata girdiği kabul ediler. Güçlü bir gözlemci olan yazar, betimlemelerinde de nesneldir. Realist bir anlayışa sahip olan yazarın sade bir dili ve yalın bir anlatımı vardır. Mizah ve eleştiri onun yapıtlarının ayrılmaz unsurlarıdır. Öykü ve romandan başka, anı, deneme, fıkra ve tiyatro türlerinde de eserler vermiştir. "Kirpi" lakaplıdır Eserleri: * Öykü: Memleket Hikayeleri , Gurbet Hikayeleri * Roman: Sürgün , Nilgün, Çete, Kadınlar Tekkesi, Bugünün Saraylısı, İstanbul’un İç Yüzü, Anahtar...... Deli, Sakın Aldanma İnanma Kanma, Kirpinin dedikleri (Mizah ve Hiciv Yazıları). HALİDE EDİP ADIVAR (1884-1964) Daha çok İngiliz Edebiyatın'daki romanlardan etkilenen sanatçının eserlerini üç grupta inceleyebiliriz. Kadın psikolojisine eğildi romanları (Seviye Talip, Raik’in Annesi, Handan), Kurtuluş Savaşı’nı anlattığı romanları (Vurun Kahpeye, Ateşten Gömlek), toplumsal konuları ele aldığı töre romanları (Sinekli Bakkal, Tatarcık, Sonsuz Panayır....) Yazın hayatına başlamadan önce hastanelerde müfettiş olarak çalışmıştır. Aydın Türk kadınını yaratmaya çalışmış, bu yönde çok çalışmaları olmuştur. Eserlerinde de çağdaş Türk kadınından ve kadın psikolojisinden oldukça kesitler sunar. Kurtuluş Savaşı dönemlerinde milli iradeye dayalı ve cehaleti yenmek gerektiği üzerine eserler vermiştir. Dilbilgisi kurallarına ve anlatıma pek özen göstermeyen sanatçinin diğer önemli eserleri şunlardır: * Yeni Turan, Kalp Ağrısı, Zeyno’nun Oğlu (Roman) * Türk’ün Ateşle imtihanı, Mor salkımlı Ev (Anı) * Harap mabetler, Dağa Çıkan Kurt, Kubbede Kalan Hoş Sada (Hikaye) * Ayrıca sanatçının birçok araştırma yazısı ve çevirisi vardır. REŞAT NURİ GÜNTEKİN (1889-1956) Realist bir anlayışa sahip olan yazar Millî Eğitim müfettişliği görevi ile Anadolu’yu dolaşmış, buradaki yaşamı gözlemlemiş, bu gözlemlerini yalın bir dil ve anlatımla eserlerinde dile getirmiştir. Reşat Nuri Güntekin, romanlarında yoğun bir Anadolu atmosferi vardır. Bu atmosfer içinde yurt ve toplum gerçeklerini, töreden kaynaklanan doğru ya da yanlış inanışları ele alır. Bu konular, öykülerinde, mizah unsuruyla da berleştirilerek verilir. Yazar, ilk ününü, duygulsal bir aşkı dile getirdiği ve birçok yönleriyle Anadolu’yu anlattığı “Çalıkuşu” romanıyla sağlamıştır. Sanatçının önemli eserleri şunlardır: * Roman: Çalıkuşu, Damga, Yeşil Gece, Yaprak Dökümü, Bir Kadın Düşmanı, Miskinler Tekkesi, Kan Davası... * Öyküler: Tanrı Misafiri, Leyla ile Mecnun, Olağan İşler... * Oyunları: Hançer, Hülleci, Tanrı Dağı Ziyafeti... MEHMET FUAT KÖPRÜLÜ (1890-1966) Türk Edebiyatı araştırmalarını sistemleştiren ve edebiyat tarihçisi olarak ün kazanan sanatçının eserleri de bu yoldadır. Bugün bilinen birçok şair (özellikle Türk halk şairleri), Mehmet Fuad Köprülü'nün yoğun arıştırmaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Eserleri: * Türk Edebiyat Tarihi, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvuflar, Divan Edebiyatı Antolojisi, Türk Saz Şairleri Antolojisi. YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU (1889-1974) Yakup Kadri Karaosmanoğlu , romanlarında kusursuz bir anlatım ve sağlam tekniği ile dikkat çeken sanatçı, tarihi ve sosyal olaylardan herbirini bir romanına konu edinerek, Tanzimat dönemiyle Atatürk Türkiyesi arasındaki dönem ve kuşakların geçirdikleri sosyal değişiklik ve bunalımları yaşayış ve görüş ayrılıklarını işlemiş: düşünce ve teze dayalı özlü yapıtlar vermiştir. Eserlerini ve içeriklerini şöyle inceleyebiliriz: * “Hep o şarkı ” da Abdülaziz döneminin yaşamı, * “Bir Sürgün ”de II. Abdülhamit’in baskılı yönetimiyle savaşmak için Fransa’ya kaçan Jön Türkler, * “Hüküm Gecesi” nde Meşrutiyet devrinindeki Bektaşi tekkelerinin durumu, * “Kiralik Konak”ta Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’na kadar yetişen üç kaşaktaki görüş ayrılığı, * “Sodom ve Gomore” de mütareke döneminde, işgal altındaki İstanbul’da ortaya çıkan ahlaki çöküntü, * “Yaban”da Kurtuluş Savaşı yıllanrındaki bir Anadolu köyü, * “Ankara” da yeni başkentin üç dönemi, * “Panorama I, II” de Cumhuriyet döneminin 1952’ye kadarki durumunu bir bir ele almıştır. Diğer eserleri: * Anı: Zoraki Diplomat, Politikada 45 yıl,Vatan Yolunda, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları.... * Monografi: Ahmet Haşim, Atatürk * Mensur şiirleri: Erenlerin Bağından, Okun Ucundan... * Hikâyeleri: Bir Serencam, Rahmet, Milli Savaş Hikayeleri * Tiyatro eserleri: Nirvana, Veda, Sağanak, Mağara * Önemli Makaleleri: İzmir’den Bursa’ya, Ergenekon, Kadınlık ve Kadınlarımız.... YAHYA KEMAL BEYATLI (1884-1958) Beyatlı diğer şairler gibi belirli bir topluluğa katılmamış özgür bir şairdir.Her dönemde örnek şiirleri vardır. Millî Edebiyat hareketini makaleleri ve konferanslarıyla destekleyen Yahya Kemal'in, esasen , kendine özgü Millî Edebiyat’ınkinden farklı bir anlayışı vardır. İstanbul şairi olarak tanınır. Osmanlı İmparatorluğunun geçmişteki parlak günlerine büyük bir özlem duyar. Başlıca konuları: İstanbul, tarih, yurt sevgisi, aşk, ölüm ve sonsuzluktur. Divan şiirinin özünü anlatma çabası içinde olan sanatçı, eski şiirin ölçü, uyak ve ahenk unsurunu ön planda tutmuştur. Onun eserlerinde malzeme eski, şiir ise yenidir. Örneğin, Divan Edebiyatında aşkı terrennüm eden gazel biçimiyle kahramanlık şiirleri ve İstanbul’a duyduğu sevgiyi dile getiren şiirler yazmıştır. Not: ilginç bir özelliği de bütün kitaplarının ölümünden sonra basılmasıdır. Bütün eserleri ölümünden sonra kitaplaşmıştır.Bunun sebebi de Yahya Kemal'in şiirde aşırı titizliğidir. * Şiir kitapları: Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgarıyla, Rübailer, * Nesir Kitapları: Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasî ve Edebî Portreler, Siyasî Hikayeler, Edebiyata Dair. HECENİN BEŞ ŞAİRİ (Beş hececiler) Bu şariler 1917de Selanik’te “Genç Kalemler”le başlayan Millî Edebiyat akımının ilklerine bağlı olarak, halk şiirimizin özelliklerinden, yerli kaynaklarımızdan yararlanarak, şiirimizin aruzdan heceye geçişinde önemli rol oynamışlardır. Şiirlerinde Anadolu manzaralarını ve Anadolu yaşayışını coşkulu bir dille işlemişlerdir. Hece ölçüsünün genellikle 11’li ve 14’lü kalıbını kullanmışlardır. Daha sonraları, yeni biçimler arayarak oldukça uzun şiirler de yazmışlardır. Eserlerindeki dil ise konuşma dilidir. Bu şairlerimiz şunlardır: * Halit Fahri Ozansoy * Enis Behiç Koryürek * Yusuf Ziya Ortaç * Orhan Seyfi Orhon * Faruk Nafiz Çamlıbel FELSEFE 1908 II.Meşrutiyet'ten Birinci Dünya Savaşı ateşkes sonuna kadar süren bu dönemi herşeyin birbirine girdiği tamamen bir geçiş dönemi olarak tanımlayabiliriz. EDEBİ ÖZELLİKLER Millî edebiyat sanatçıları halk edebiyatının kurallarını benimsemişlerdir. Millî unsurlara dönmeyi amaçlamışlar bu nedenle Öztürkçe felsefesini gütmüşlerdir. Cumhuriyet edebiyatına hazırlık aşamasıdır bir anlamda. vikipedi
-
Batı Edebiyatı etkisindeki Türk Edebiyatı -3-
FECR-İ ATİ EDEBİYATI (1909-1912) 20 Mart 1909 tarihinde İstanbul da biraraya gelen sanatçılar 1910 yılında bir bildiri yayımlayarak kendilerini kamuoyuna tanıtırlar. Bu, edebiyatımızdaki ilk bildiridir (24 Şubat 1910, Servet-i Fünun). Bildirilerinde, edebiyatın ciddiye alınması, Batı edebiyatının daha yakından tanıtılması, düşünce ve edebiyat konularında koferanslar düzenlenmesi, bir Fecr-i Ati kurulması gibi amaçlarının bulunduğunu açıklarlar. Geçmişte kaldığını söyledikleri Servet-i Fünun anlayışını eleştirmekle birlikte onların da bir adım ötesine gidememişlerdir. Konu, biçim, dil ve anlatım yönünden Servet-i Fünunculardan hiçbir farkları yoktur. Onlar, serbest müztezatı biraz daha serbestleştirmişler ve Servet-i Fünuncuların tam kavrayamadığı sembolist şiirin güzel örneklerini veren şairler yetiştirmişlerdir. Bunun dışında edebiyatımıza bir yenilik getirememişler bu nedenle de özentici, taklitçi bir topluluk olarak eleştirilmişlerdir. Bu toplulukta yer alan kimi sanatçılar bireysel bir anlayışı devam ettirirken (Ahmet Haşim gibi) pek çoğu da Milli Edebiyat hareketine katılmış ve bu anlayışla ürünler vermişlerdir. FECR-İ ATİ SANATÇILARI Ahmet Haşim, Aka Gündüz (Enis Avni), Ali Canip Yöntem, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mehmet Fuat Köprülü, Refik Halit Karay, Celal Sahir, Faik Ali...... AHMET HAŞİM (1884-1933): Fecr-i Ati topluluğunun en başarılı santçısı olan Ahmet Haşim topluluk dağıldıktan sonra çalışmalarına bireysel olarak devam eder. Şairin yaşamı santını derinden etkiler. Bu nedenle şiirlerinde çocukluk anıları, aşk ve doğa konularında yoğunlaşır. Karamsar yaklaşımı onun belirgin özelliğidir. Şiirlerinde ağır ve süslü bir dil kullanmasına rağmen nesirlerinde daha açık ve nispeten yalın bir dil vardır. Piyale adlı şiir kitabının önsözünde şiir anlayışını şöyle açıklar: Şiirin asıl özelliği duyulmak tır. Şiirin dili musiki ile söz arasında ve sözden ziyade musikiye yakındır. Yani bu dil, bir açıklama vasıtası olmaktan ziyade bir telkin vasıtasıdır ve şiirde musiki anlamdan önce gelir. Bu bakımdan kelimeler, şiire, anlam değerlerinden çok musiki değerleriyle girerler. Şiirin anlam bakımından açık olması zaruri değildir. Şiirin doğduğu yer şuuraltıdır. Konu ise sadece terennüm için bir vesiledir . Şiirde musikiyi ön plana alan, anlam açıklığını ikinci plana atan, mısralarda geniş ve akıcı bir telkin yeteneği arayan ve şiirin kaynağını bilinçaltında bulan bu anlayış ile sembolizmin şiir anlayışı arasında yakınlıklar vardır. Ancak sembolist şiirin asıl unsur olan sembol, Haşim in şiirlerinde yoktur. Onun, anlamı anlaşılmayan veya değişik yorumlara elverişli bulunan şiirleri pek azdır. Bu bakımdan Haşim i sembolist bir şair olarak kabul etmek pek güçtür. Haşim in şiirine en uygun anlayış tarzının, empresyonizm olduğu kabul edilebilir. Gerçekten şiirlerinde dış dünyaya ait gözlemlerinin kendi iç dünyasında yarattıığı izlenimleri aksettirmesi bu anlayışın en açık göstergesidir. Göl Saatleri nin küçücük ve manzun Mukkadime si de empresyonizmin özlü bir ifadesinden başka bir şey değildir. Eserleri: Şiirleri: Göl Saatleri, Piyâle Nesirleri: Gurebâ-hane-i Lâklâkan, Bize Göre Gezi Notları: Frankfurt Seyahatnamesi Kaynak: Fecr-i Ati Edebiyatı
-
Batı Edebiyatı etkisindeki Türk Edebiyatı -2-
SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI Servet-i Fünun veya Edebiyat-ı Cedide devri, Türk edebiyatında 1860’tan beri devam eden Doğu-Batı mücadelesinin kesin sonucunu (Batı edebiyatının lehine) belirleyen aşamadır. Gerçekten yoğun ve dinamik çalışmalarla geçen bu kısa dönem sonunda Türk edebiyatı, gerek anlayış, gerek içerik, gerekse teknik bakımdan tamamıyla Batılı bir nitelik kazanmıştır. Bu döneme Servet-i Fünun adının verilmesi bu edebi hareketin Servet-i Fünun dergisinde gerçekleşmesindendir.Adından da anlaşılacağı gibi önceleri “fen” konularını ele alan bu derginin yazı işleri müdürlüğüne Tevfik Fikret’in getirilmesiyle dergi, bütünüyle bir edebiyat dergisi haline gelir (7 Şubat 1896). Divan edebiyatına karşı kurulmasına çalışılan Avrupai Türk edebiyatını ifade için kullanılan “Edebiyat-ı Cedide” (yenilikçi edebiyatçıları) teriminin bu harekete ad olması ise, hareketin bu terimi bütünüyle benimseyip, kendi hakkında da sıkça kullanmasındandır. Bu hareketin 1901 yılında, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Fransızcadan çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” adlı makalesinin II:Abdülhamit yönetimince kışkırtıcı bulunarak, derginin kapatılmasıyla son bulduğu kabul edilir. GENEL ÖZELLİKLERİ 1) “Sanat için sanat” ilkesine beğlıdırlar. 2) Cümlenin dize ya da beyitte tamamlanması kuralını yıkmışlar ve cümleyi özgürlüğüne kavuşturmuşlardır. Beyitin cümle üzerindeki egemenliğine son verirler. Cümle istediği yerde bitebilir. 3) Servet-i Fünuncular aruz ölçüsünü kullanırlar. Ancak aruzun dizeler üzerindeki egemenliğini de yıkarak, bir şiirde birden çok kalıba yer vermişlerdir. 4) Onlar “her şey şiirin konusu olabilir” görüşünü benimsemişler; fakat dönemin siyasal baskıları nedeniyle aşk, doğa, aile hayatı ve gündelik yaşamın basit konularına eğilmişlerdir. 5) Şiirde ilk defa bu dönemde konu bütünlüğü sağlanmıştır. 6) “Sanatkârâne üslup” ve yeni bir “vokabüler” (sözvarlığı) yaratma kaygısıyla oldukça ağır bir dil kullanmışlardır. 7) “Kafiye kulak içindir” görüşünü benimserler. 8) Şiirde üç değişik biçim kullanmışlardır. a-) Batı’dan aldıkları “sone” ve “terza-rima” b-) Divan edebiyatından alıp, türlü değişikliklerle kullandıkları müstezat (serbest müstezat) c-) Bütünüyle kendi yarattıkları biçimler 9) Şiirde olduğu gibi romanda da (devrin siyasal baskıları nedeniyle) sosyal konulardan uzak dururlar. 10) Romanda, romantizmin kimi izleri bulunmakla birlikte genel olarak realizme bağlıdırlar. 11) Romanda da dil ağır, üslup sanatkârânedir. 12) Roman tekniği sağlamdır. 13) Yazarlar daha çok yaşadıkları ortamı anlatma yoluna gittikleri için konular, İstanbul’un çeşitli kesimlerinden alınmalıdır. 14) Betimlemeler gözleme dayalıdır ve nesneldir. 15) Bu dönem sanatçıları, devrin siyasal baskıları nedeniyle gazetecilik, tiyatro gibi alanlara pek fazla eğilmemişlerdir. SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNİN ÖNEMLİ SANATÇILARI TEVFİK FİKRET (1867-1915): Şairin, Batılı sanat anlayışını benimsemesindeki en önemli neden lisede edebiyat öğretmeni olan Recaizade Mahmut Ekrem’den etkilenmesidir. Sanat yaşamı iki ayrı dönem içerisinde incelenebilir. Birinci dönem Servet-i Fünun hareketinin içinde bulunduğu dönemdir. Bu dönemde “sanat sanat içindir” anlayışıyla ürünler vermesine karşın, yine de toplumsal konuların sınırını (dönemin siyasal yapısına rağmen) zorlamıştır. İkinci dönemde ise (1901’den sonra) toplumsal konulara yönelmiş, “toplum için sanat” anlayışıyla ürünler vermiştir. Türk edebiyatının Batılılaşmasında en büyük pay Tevfik Fikret’indir. Şiirleri hem biçim hem de içerik olarak yenidir. Parnasizmden etkilendiğiaçıkça görülür. Müstezadı, serbest müstezat yapan, nazmı düzyazıya yaklaştıran, beyitin, aruzun egemenliğine son veren hep Fikret’tir. En büyük özlemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çağdaş medeniyet düzeyine yükselmesidir. Bunu da Batı’dakifen ve teknolojinin ülkeye kazandırılmasıyla gerçekleşeceğine inanır. Ona göre en öenmli varlık insandır. Onların özgürlüklerini ve haklarını savunur. Dinlerin, savaşlara kaynaklık etmesi nedeniyle dinleri bu yönüyle eleştirir. Ülkenin geleceğini gençlikte görür, onlara ve çocuklara büyük bir sevgi ve içtenlikle yönelir. Çocuklar için ilk kez şiirler yazan sanatçıdır. Ayrıca şair, aruz ölçüsünü Türkçeye başarıyla uygulayan üç büyük sanatçıdan biridir (Diğer şairler Yahya Kemal ve Mehmet Akif’tir) Eserleri: Rubab-ı Şikeste, Haluk’un Defteri; Şermin (Çocuklar için hece ölçüsüyle yazdığı şiirler). HALİT ZİYA UŞAKLIGİL (1866-1945): Gerek sağlam roman tekniğinin öncülüğü, gerekse realizmin ilk olgun ürünler vermesi bakımından Türk edebiyatına roman ve hikaye alanında büyük katkısı olan sanatçıdır. Anlatımının söz oyunlarıyla yüklü, dilinin oldukça ağır olmasına rağmen yazar, ilginç tipler bulmakta, başarılı ruhsal çözümlemeler yapmakta ve nesnel kişi, çevre betimlemelerinde oldukça ustadır. Konularını İstanbul’un çeşitli kesimlerinden seçer, ancak sosyal sorunları ele almak gibi bir amacı yoktur. Gözleme çok önem verir. Romanlarının konularını genellikle aydı tabakanın hayatından alan Halit Ziya, hikayelerinin önemli bir kısmında halk tabakasının insanlarını, onların yaşayış, adet ve inançlarını anlatmıştır. Eserleri: Romanları: Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekâsı, Mai ve Siyah,Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar Öyküleri: Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Hepsinden Acı, Aşka Dair, Kadın Pençesi, İzmir Hikayeleri..... Oyunları: Kâbus, Füruzan (adapte), Fare (adapte) Anıları:Kırk Yıl, Saray ve Ötesi, Bir Acı Hikaye Sanat ve Edebiyat Üzerine Yazdıkları: Sanata Dair CENAP ŞAHABETTİN (1870-1934): Tıp öğrenimi için gittiği Fransa’da edebiyatla ilgilenmiş ve sembolizmden etkilenmiştir.Ancak sembolizmi kavramakta yetersiz kalmış, şiirlerinde bol bol istiare kullanmış ve ses uyumuna dikkat etmiştir. Ağır bir dil ve süslü anlatım en belirgin özellikleridir.Şiirlerinde aruzun birden fazla kalıbına, genellikle de karışık kalıplarına yer vermiştir. Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan şari Milli Edebiyat’la başlayan dilde sadeleşme çabalarına karşı çıkar. Aşk ve doğa en çok işlediği konulardır. Eserleri: Gezi:Hac Yolunda, Suriye Mektupları, Avrupa Mektupları Makale ve Denemeleri: Evrak-ı Eyyâm, Nesr-i Harb, Nesr-i Sulh, Tiryaki Sözleri Oyun:Körebe, Yalan MEHMET RAUF (1875-1931): Yapıtlarında ruhsal çözümlemelerde yoğunlaşan sanatçı sosyal çevreyle ilgilenmez. İlk başarılı psikolojik roman kabul edilen “Eylül” ile tanınmıştır. Eserleri: Eylül, Ferda-yı Garam, Genç Kız Kalbi..... Pençe (tiyatro) Ayrıca bir çok hikayesi de vardır. SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNİN DİĞER SANATÇILARI Şiir: Hüseyin Siyret, Hüseyin Suad, Ali Ekrem, Süleyman Nazif, Süleyman Nesib, Faik Ali, Celal Sahir Hikaye ve Roman: Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet Eleştiri: Ahmet Şuayb. SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI DIŞINDA KALANLAR (BAĞIMSIZ SANATÇILAR) MEHEMT EMİN YURDAKUL (1869-1944): Servet-i Fünun şiirinde yalnız nazım şekillerini ve halk şiirinden de yalnız ölçüyü (hece) alan ve dili Türkçeleştirmek iddiasıyla yapay bir dil yaratan Mehmet Emin, Türk edebiyatında “Milliyetçilik” akımının ilk temsilcisi sayılır.Şiirlerinin tamamında sosyal sorunlara eğilen şairde, bu nedenle didaktizm lirizme ağır basar. Sağlık Hece sayısı bakımından uzun olan ölçüleri kullanan şair, söyleyişte nesre yaklaşmıştır. Servet-i Fünun, Çocuk Bahçesi, Türk Yurdu dergilerinde yayımlanan şiirleri, “Türkçe Şiirler”, “Türk Sesi”, “Ey Türk Uyan” gibi kitaplarda toplanmıştır. MEHMET AKİF ERSOY (1873-1936): “Ümmetçi” bir şair olarak tanınan Mehmet Akif aynı zamanda “halkçı” ve “milliyetçi” kişiliğiyle tamamen toplumcu bir şair olarak çıkar karşımıza. Türk şiirine gerçek realizmin Akif ile girmiş olduğundan şüphe edilemez. Onun kuvvetli gözlemciliğine büyük bir tasvir ev hikaye etme kabiliyetini ve konuşma dilinin bitin canlılığını taşıyan bir üslubu da eklemek gerekir. Ancak Akif’in dili bir bütün değildir. Tasvirlerinin dışında kalan birçok şiirinde dil, konuşma dilinden ayrılır, Osmanlıcanın sınırları içine girer. Ölçü olarak sadece “aruz”u kullanan şair hece ölçüsünü hiç kullanmadı. Nazım şekilleri konusunda ise Divan nazmının şekillerini tercih eder ve bunlar arasında en çok mesnevi şeklini kullanır. Çoğu zaman nazmı, nesre yaklaştıran şair, Türkçeyi aruza ustalıkla uydurmuştur. Mehemt Akif’in ilk kitabı “Safahat”tır. Dah sonra yazdığı “Süleymaniye Kürüsüsünde” “Hakkın Seleri”, “Fatih Kürsüsünde”, “Hatıralar”, “Âsım”, “Gölgeler” bir araya getirilerek “Safahat” adı ile yayımlanmıştır. HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR (1861-1944): Servet-i Fünun romanının gözde olduğu devirde Hüseyin Rahmi, Ahmet Mithat’ın popüler roman çığırını tek başına ve büyük bir kudretle devam ettiren tek şahsiyettir. Hüseyin Rahmi, Türk romanındaki ilk izlerinde 1885’ten sonra rastlanan Fransız natüralizminin ilk büyük temsilcisidir. Romanlarındaki kahramanları daima karakterlerinin ve sosyal çevrelerinin birer ortak ürünü olarak ele alan, onların psikolojik kişiliklerini irsiyete ve sosyolojik kişiliklerini de içinde yetiştikleri cemiyetin şatlarına göre değerlendiren romancı, bu yöntemi ile olduğu kadad, realiteyi hem iyi hem de kötü yönleriyle olduğu gibi vermek konusundaki titizliği ile de tam bir “NATÜRALİST” tir. Onu natüralistlerden ayıran nokta, eserlerinde sosyal eleştiriye olabildiğince çok yer vermesidir. Halbuki natüralizmin sosyal eleştiriye yönelik hiçbir kaygısı yoktur. Hüseyin Rahmi’deki sosyal eleştiri ise daha çok mizah yoluyla yapılır. Bunun için de genellikle anormal durumda olan karakterler ele alınır. Karakterlerdeki anormallikler ise huy (aptallık, cinsi sapıklık, şöhret düşkünlüğü), ahlak (menfaat düşkünlüğü, haksız kazanç peşinde koşma), kültürel (dini tutuculuk, batıl inançlara bağlılık, Batı taklitçiliği) yönleriyle gülünçtür. Bu yaklaşım doğal olarak romana çeşitli karakterlerin dünyayı ve yaşamı görüş açısını, dini inançlarını, yaşayış ve giyiniş şekillerini, adetlerini, görgülerini ........ de getirir ve böylece roman bir “TÖRE” romanı olarak ortaya çıkar. Özetle, büyük ve sabırlı bir gözlemci olan Hüseyin Rahmi’nin, olayları hep İstanbul’da geçen romanları , gerçek değerlerini, daha çok yazıldıkları devrin sosyal yapısını bütün canlılığı, bütün incelikleri ve tam bir objektif doğruluğu ile verebilmiş olmalarına borçludur. Yazarın kırktan fazla romanı ve pek çok öyküsü vardır. En önemli romanları olarak, Şık, Mürebbiye, Tesadüf, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Gulyabani, Hakka Sığındık’ı sayabiliriz. Kaynak : Servet-i Fünun Edebiyatı - 2 Servet-i Fünun Edebiyatı Sanatçı Eser Tablosu (Özkan METİN)
-
Batı Edebiyatı etkisindeki Türk Edebiyatı -1-
BATI EDEBİYATI'NIN ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI a-) Tanzimat Edebiyatı b-) Servet-i Fünun Edebiyatı c-) Fecr-i Âti Edebiyatı d-) Milli Edebiyat e-) Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı BATI ETKİSİNDE TÜRK EDEBİYATI 1850 yıllarından günümüze kadar sürer. Amacı, metod bakımından Batılı, öz ve ruh bakımından milli bir edebiyat yaratmaktır. Türk toplumundaki esaslı değişmeleri , fikir ve yenilik hareketlerini yansıtır. Üç döneme ayrılır. : TANZİMAT EDEBİYATI 1860 ta tercüman-ı ahval gazetesinin yayımlanmasıyla başlar, 1896 ya kadar sürer. Sarsıntılar geçiren Osmanlı İmp.u durumunu kurtarmak için, ordudan başlayarak ıslahat ve devrim hareketlerine girişiyordu . 3. Selim , 2. Mahmut , Abdülmecit dönemleri böyle geçmiştir. Bu ortamda Batıcı ve yenilikçi olan şair ve yazarlar, sanatlarını toplum için kullandılar. Fransız kültürüyle kültürüyle yetişmiş ,romantik ve ülkücüydüler. Divan şiirini yıkmaya çalıştılar. Çok yönlüydüler: şair,romancı,tiyatro yazarı...vb. Sanattan çok,fikir ve ülkü peşindedirler; zulme,haksızlığa karşı savaş açarlar. Vatan ,millet,hürriyet,adalet,meşrutiyet kavramlarını heyecanla savunurlar. Daha geniş kitlelere seslenebilmek için ,dilde sadelik yanlısıdırlar. Hemen hepsi politikacı ve mücadele adamıdırlar. Tanzimat ikinci döneminde realizmin etkisi görülür. Şiirde konu birliğini sağladılar. Aruzla yazdılar. Düzyazı dilini şiire uyguladılar. Roman,hikaye, makale gibi türler,edebiyatımıza bu dönemde girdi. İlk tanzimatçılar ,Divan şiirinin nazım biçimlerini kullandılar. TANZİMAT DÖNEMİ SANATÇILARI ŞİNASİ (1826-1871): 1860 TA Tercüman-ı Ahval gazetesini çıkararak yeni bir edebiyatın önderi olan Şinasi, orta yetenekte bir şair olarak kabul edilir. Toplum için sanat anlayışını benimseyen sanatçı, dilin süs ve özentiden kurtulup sadeleşmesi için çalışmıştır. Basılan ilk tiyatro eserini yazan sanatçı, aynı zamanda edebiyatımızda hak, adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramları kullanan ilk kişidir. Edebiyatımızda akılcılığın ilk önderi sayılan Şinasi, noktalama işaretlerini edebiyatımıza kazandıran bir sanatçıdır. Eserleri: Şair Evlenmesi (tiyatro), Tercüme-i Manzume (çeviri şiirler), Müntehabat-ı Eşar(şiir), Durub-ı Emsal-i Osmaniye (atasözleri). NAMIK KEMAL (1840-1888): İlk şiirlerini Divan şiirinin etkisiyle yazan sanatçı Şinasi yle tanıştıktan sonra edebiyatın Batılılaşması gerektiğine inanır ve sonuna kadar da bu düşünceyi savunur. Daha çok hak, adalet, vatan, ahlak gibi temaları işler. İçerik olarak tamamen yeni olan şiirlerinde biçimsel olarak Divan edebiyatına bağlılık görülür. Hece ölçüsüyle denemeler yapmasına rağmen aruzu kullanmıştır. Tiyatroyu faydalı bir eğlence olarak kabul eden sanatçı, bu türde romantik dramların etkisindedir. Tiyatro eserlerinde teknik yönden yetersiz olan sanatçı kimi kez günlük konuşma dilini kullanır, kimi kez de süslü bir anlatıma başvurur. Romanlarında Batılı tekniğe uyma çabasındadır. Ancak tekniği sağlam değildir. Kahramanları romantizmin etkisiyle iyiler ve kötüler olmak üzere ayrılmıştır. Konuşma yerlerinde dil nispeten yalınken, betimlemelerde sanatkârane dir. Aynı zamanda gazeteci olan Namık Kemal mücadeleci bir kişiliğe sahiptir. Eserleri: Romanları: İntibah, Cezmi Oyunları: Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Gülnihal, Celalettin Harzemşah, Karabela Eleştirileri: Tahrib-i Harâbât. Takip ZİYA PAŞA (1825-1880): Şiirleri içerik ve biçim açısından Divan edebiyatının özelliklerine uygunluk gösterir. Ancak hak, adalet, kanun gibi kavramları Ziya Paşa da kullanmıştır. Batılılaşmada şiirlerinden çok düşünceleriyle önem taşır. Hece ölçüsüyle de denemeler yapmıştır. En ünlü eseri Terkib-i Bent idir. Harâbât adlı Divan şiiri antolojisinin önsözündeki düşünceleri nedeniyle Namık Kemal in eleştirilerine hedef olmuştur. AHMET MİTHAT (1844-1912): Batılı roman ve hikaye tekniğiyle Türk halk hikayelerini uzlaştırmaya çalışan Ahmet Mithat Efendi halka seslenmeyi ve eserlerinde halkı eğitmeyi amaçlamıştır. Bu nedenle sık sık olayların akışını keserek okuyucuya seslenmiştir. Teknik bir kaygı gütmeyen sanatçı, dönemin en çok okunan yazarıdır. Halka okuma alışkanlığı kazandırma konusundaki başarısı herkesçe kabul edilir. Genel olarak romantizmin etkisindeki sanatçı hemen her türde eser vermiştir. Halka seslenmeyi amaçladığı için de nispeten daha sade ve yalın bir dil kullanmıştır. Kırktan fazla romanı, pek çok öyküsü ve tiyatro eseri olan sanatçının önemli eserleri şunlardır: Romanları: Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Felatun Bey le Rakım Efendi, Yeryüzünde Bir Melek, Henüz On Yedi Yaşında..... Öyküleri: Yeniçeriler, Letaif-i Rivayât (seri hikayeler)..... Oyunları: Çerkez Özdenler, Çengi.... AHMET VEFİK PAŞA Ahmet Vefik Paşa Milliyetçilik ve Türkçülük akımlarının ilk büyük temsilicisidir. Moliere komedilerinden yaptığı 16 çeviri ve uyarlamayla, Türk tiyatrosuna önemli hizmetler etti. Eserleri: Lehçe-i Osmani, Şecere-i Türk, Moliere den Zor Nikah, Meraki, Azarya, Zoraki Takip. RECAİZADE MAHMUT EKREM (1847-1914): Güzel olan her şey şiirin konusu olabilir ve şiir ahlakla hizmet etmek zorunda değildir düşüncesinde olan sanatçı daha çok aşk ve doğa konularını işler. Şiirlerinde romantizmin etkisinde olan Recaizade Mahmut Ekrem, yanlış batılılaşmayı ele aldığı Araba Sevdası adlı romanında realist bir tutum izlemeye çalışır. Sanatçının eski edebiyat taraftarlarıyla olan tartışmaları ünlüdür. Servet-i Fünuncuları bir araya toplayarak Servet-i Fünun hareketine önderlik etmiştir. Sanat için sanat anlayışına bağlı olan sanatçının dili yabancı sözcük ve tamlamalarla doludur. Eserleri: Şiirleri: Nijat Ekrem, Nağme-i Seher, Yadigâr-ı Şebab,Zemzeme (I, II, III) Oyunları: Çok Bilen Çok Yanılır, Vuslat, Afife Anjelik Hikayeleri:Muhsin Bey, Şemsâ Roman: Araba Sevdası ABDÜLHAK HAMİT TARHAN (1892-1937): Edebiyatımızda şair-i azam olarak adlandırılan sanatçı eskiyi yıkan ihtilalci kişiliğiyle tanınmıştır. Sanat için sanat görüşünde olan Hamit, romantizmin etksindedir ve en çok ölüm konusunu işler. Oyunlarında tekniğe önem vermeyen sanatçı, bunları okumak için yazdığını söyler. Bunların bir kısmı manzum, bir kısmı düzyazıdır. Tiyatroda konunun yabancı toplumlardan alınması gerektiğini savunur. Edebiyatımızda tezatlar şairi olarak da anılan sanatçının önemli eserleri şunlardır: Şiirleri: Sahrai Belde veya Divaneliklerim, Makber, Ölü, Hacle, Garam, Validem, İlhamı Vatan..... Oyunları: Macera-yı Aşk, Sabr ü Sebat, İçli Kız, Duhter-i Hindu, Tarık, Zeynep, Finten, İlhan, Turhan, Hakan (Ayrıca hece ölçüsüyle ve manzum olarak yazdığı iki oyunu da vardır: Nesteren ve Liberte) SAMİPAŞAZADE SEZAİ (1860-1936): Gerçekçi bir yaklaşımla yazdığı Sergüzeşt adlı romanıyla tanınır. Öykülerini Küçük Şeyler adlı kitapta toplamıştır. NABİZADE NAZIM (1862-1893): Realist-natüralist bir anlayışı benimseyen sanatçının iki önemşi romanı Kara Bibik ve Zehra dır.
-
Türk Edebiyatı'nın Dönemleri -2-
HALK EDEBİYATI Halk Edebiyatı, sözlü edebiyatın uzantısıdır. Halkın yarattığı sözlü eserlerden oluşur. Dil., biçim, konular, duyarlıklar bakımından halk kültürüne sıkı sıkıya bağlıdır. HALK EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ 1. İslamiyet'ten önceki edebiyatımızın İslam uygarlığı içindeki biçimidir. Bir anlamda sözlü edebiyat dönemimizin gelişmiş biçimi olarak düşünebiliriz. 2. Halk edebiyatı ürünleri yazılı değildir. Müzik eşliğinde sözlü olarak oluşur. 3. Divan edebiyatında olduğu gibi şiir yine egemen türdür. 4. Şiirlerde başlık yoktur, biçimiyle adlandırılır. 5. Nazım birimi dörtlüktür. 6. Ölçü, hece ölçüsüdür, En çok yedili, sekizli, on birli kalıplar kullanılmıştır. 7. Şiirlere genel olarak yarım uyak hakimdir. 8. Dil halkın konuştuğu günlük konuşma dilidir. 9. Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler somut kavramlardan yararlanılarak yapılır. Söyledikleri her şey gerçek yaşamdan alınmadır. * Özellikle 18. yüzyıldan itibaren halk şairleri, divan şairlerinden etkilenerek aruzun belirli kalıplarıyla şiirler yazmayı denemişlerdir. Hatta divan şiirinin mazmunlarını da kullanmışlardır. Bu durumun ortaya çıkmasında halk şairlerinin, aydınlar ve divan şairlerince hor görülmelerinin, değersiz ve güçsüz sayılmalarının etkisi de vardır. Halk şiirinde mâni ve koşma tipi olarak iki ana biçim vardır. Aslında az sayıda olan öteki biçimler bu iki ana biçimden çıkmıştır. Dizelerin kümelenişi, dizelerin hece sayısı ve uyak düzeni bakımından özellik gösterenler biçim , biçimi ne olursa olsun konu bakımından benzerlerinden ayrılanlar da tür adı altında toplanmıştır. 1)Anonim Halk Şiiri Nazım Biçimleri MANİ: Halk şiirinde en küçük nazım biçimidir. Yedi heceli dört dizeden oluşur. Uyak düzeni aaxa şeklindedir. Birinci ve üçüncü dizeleri serbest, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı mâniler de vardır (xaxa). Mânilerin ilk iki dizesi uyağı doldurmak ya da temel düşünceye bir giriş yapmak için söylenir. Temel duygu ve düşünce son dizede ortaya çıkar. Başlıca konusu aşk olmakla birlikte bunun dışında türlü konularda da yazılabilir. Birinci dizesi yedi heceden az olan mâniler de vardır. Dizeleri cinaslı uyaklarla kurulduğu için böyle mânilere Cinaslı Mâni ya da Kesik Mâni denir. TÜRKÜ: Türlü ezgilerle söylenen anonim halk şiiri nazım biçimidir. Söyleyeni belli türküler de vardır. Halk edebiyatının en zengin alanıdır. Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini türkülerle dile getirmiştir. Türkü iki bölümden oluşur. Birinci bölüm asıl sözlerin bulunduğu bölümdür ki buna bent adı verilir. İkinci bölüm ise bentlerin sonunda yinelenen nakarattır. Bu bölüme bağlama ya da kavuştak denir. Türküler, genellikle yedili, sekizli, on birli hece kalıplarıyla yazılmıştır. Konuları çok değişik olabilir. Ninniler de bu gruptandır. 2)Aşık Edebiyatı Nazım Biçimleri KOŞMA: Halk edebiyatında en çok kullanılan biçimdir. Genellikle hece ölçüsünün on birli (6+5 ya da 4+4+3) kalıbıyla yazılır. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Şair koşmanın son dörtlüğünde adını ya da mahlasını söyler. Uyak düzeni genellikle şöyle olur: DESTAN: Dört dizeli bentlerden oluşan, oldukça uzun bir nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Genellikle hece ölçüsünün on birli kalıbıyla yazılır. Uyak düzeni koşma gibidir. Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi....gibi gruplanadırabiliriz. SEMAİ: Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla yazılır (4+4 duraklı ya da duraksız). Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Semâilerin kendine özgü bir ezgisi vardır ve bu ezgiyle okunur. Uyak düzeni koşma gibidir: VARSAĞI: Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türklerinin özel bir ezgiyle söyledikleri türkülerden gelişmiş bir biçimdir. Dörtlük sayısı ve uyak düzeni Semâi gibidir. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. Bu da dörtlüklerin içindeki bre hey behey gibi ünlemlerle sağlanır. Halk edebiyatında en çok varsağı söylemiş şair Karacaoğlan dır. TÜRKÜ: Hece ölçüsünün türlü kalıplarıyla söylenen ezgili, anonim şiirlerdir. Bazen de kime ait olduğu bilinen şiirler, türkü formlarıyla söylenir. Türkülerde genellikle iki bölüm bulunur. Birincisi, şiirin iskeletini oluşturan asıl bölüm ; ikincisi kavuştak tır. Kavuştaklar, asıl bölümlerin arasına gelerek onları birbirine bağlar. AŞIK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ Âşık edebiaytı nazım türleri genellikle koşma ve semâi biçimiyle yazılır. Bu türler koşma ve semâilerden konuları bakımından ayrılır. GÜZELLEME: Doğa güzelliklerini anlatmak ya da kadın, at gibi sevilen varlıkları övmek için yazılan şiirlerdir. TAŞLAMA: Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir. AĞIT: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıları anlatmak amacıyla söylenen şiirlerdir (Anonim halk şiiri ürünü olan ağıtlar da vardır). MUAMMA: Kapalı bir biçimde anlatılan bir olayın ya da bilginin okuyucu tarafından anlaşılmasını, bunlarla ilgili soruların cevaplandırılmasını isteyen bir tür manzum bilmecedir. NASİHAT: Bir şey öğretmek,bir düşüncenin yayılmasına çalışmak gibi amaçlarla söylenen didaktik şiirlerdir. NOT: Destan, ilahi, nefes ve deme , hem birer nazım biçimi, hem de tür olarak değerlendirilir HALK ŞAİRLERİNİN GRUPLANDIRILMASI Halk şairleri, halk şiirinin yerleşmiş kurallarına bağlı kalmakla birlikte, türlü kültürel nedenlerle dil, anlatım, ölçü kullanımı bakımından farklı yönelişler içine girebilmektedirler. Ayrıca yaşadıkları çevre de onların sanat anlayışlarını farklılaştıran bir etmen olarak karşımızı çıkmaktadır. Halk şairlerini, işte bu gibi noktaları dikkate alarak şöyle ayırıyoruz: 1)GÖÇEBE (GEZGİN)ŞAİRLER Bir yere bağlı kalmadan gezerler. Genellikle eğitim görmedikleri için, Divan Edebiyatı ndan etkilenmezler. Dilleri sadedir. Hece ölçüsüne bağlıdırlar. Geleneksel şiir anlayışını sürdürürler. 2)YENİÇERİ ŞAİRLER Osmanlılar zamanında askerlik, hayat boyu süren bir meslekti. Orduda görev arasında şairler yetişmiştir. Bunlar, katıldıkları savaşlarla ilgili yiğitlik şiirleriyle dikkati çekerler. Dil, anlatım, ölçü bakımından, göçebe şairler gibi geleneksel şiir anlayışına bağlıdırlar. 3)KÖYLÜ ŞAİRLER Hayatları köylerde, kasabalarda geçer. Büyük kentlerle ilgileri olmadığı için, kent kültüründen, Divan Edebiyatı ndan etkilenmeden, halk şiiri geleneklerine bağlı kalmışlardır. 4)KENTLİ ŞAİRLER Genellikle Divan Edebiyatı nın etkisinde kalırlar. Hem Halk, hem de Divan Edebiyatı tarzında şiirler söylerler. Dillerinde Arapça ve Farsça sözcüklerin oranı yüksektir. Hece ölçüsüyle birlikte aruza da yer verirler. 5)TASAVVUF(TEKKE)ŞAİRLERİ Tekkelerde yetiştikleri, din ve tasavvuf konusunda eğitim gördükleri için, dilleri, göçebe, yeniçeri ve köylü şairlere göre bazen daha ağırdır. Zaman zaman Divan Edebiyatı nın dil, anlatım, biçim, ölçü özelliklerini taşıyan şiirler söylerler. Örneğin Yunus Emre bile, aruz ölçüsü ve mesnevi düzeniyle Risaletü n-Nushiyye adlı bir eser vermiştir. HALK ÖYKÜLERİ Halk öyküleri, destanların zamanla biçim ve öz değişimine uğramaları sonunda ortaya çıkmış sözlü eserlerdir. Anonimdir. Başlıca türleri şunlardır: 1.DERTAN ÖYKÜLER Destanlardaki olağanüstülük gibi bazı özellikleri koruyan halk öyküleridir XIII.-XIV.yüzyılda Doğu Anadolu da ortaya çıkan Dede Korkut Öyküleri ile Köroğlu Öyküsü, bu türün tanınmış örnekleridir. 2.AŞK ÖYKÜLERİ İki sevgilinin aşkını, bunların kavuşmasını önleyen engellerle mücadelesini anlatan öyküler olup en tanınmışları Kerem ile Aslı, Emrah ile Selvi, Asuman ile Zeycan ,Aşık Garip.v.b. dir. 3.DİNİ ÖYKÜLER İslamiyet in yayılmasına katkıları olan kişilerin hayatlarını ve mücadelelerini temel alan öykülerdir .Hz. Ali nin savaşlarını anlatan Kan Kalesi Cengi, Hayber Kalesi Cengi; Anadolu da İslamiyet in yayılması için mücadele eden komutanların savaşlarını anlatan Battal Gazi Öyküsü, Dnişment Gazi Öyküsü gibi sözlü, anonim eserler, bu türün örnekleri arasında yer alır. TEKKE EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ Din ve tasavvufla ilgili kavramı duygu, düşünce, ilke ve kuralları halka yaymak amacıyla bir tarikata bağlı şairlerce yazılan şiirlerdir. İLAHİ: Din ve tasavvuf konularının işlendiği şiirlere ilahi denir. Tanrıyı övmek, ona yalvarmak için yazılan şiirlerdir. Özel bir ezgiyle okunur. Koşma gibi uyaklanan ilahilerde 4-4 duraklı 8 li ölçü kullanılır. NEFES: Bektaşi şairlerinin yazdıkları tasavvufi şiirlere denir. Nefeslerde genellikle Hz. Muhammet ve Hz. Ali için de övgüler bulunur. ŞATHİYAT-I SOFİYANE: İnançlardan alaylı bir dille söz eder gibi yazılan şiirlerdir. Görünüşte saçma sanılan bu sözlerin, yorumlandığında tasavvufla ilgili türlü kavramlara değindiği anlaşılır. Bu tür şiirlere genellikle Bektaşi şairlerinde rastlanır. Medrese hocalarına göre bu şathiyeler küfür sayılır. NOT: Manzum olmayan Anonim Halk Edebiyatı ürünleri de vardır. Bunları masallar, halk öyküleri (Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Battal Gazi, Hz. Ali Cenkleri.........), bilmeceler, atasözleri, deyimler, Karagöz ve ortaoyunları şeklinde sıralayabiliriz. HALK EDEBİYATININ ÖNEMLİ ŞAİRLERİ YUNUS EMRE: (13.yy) Tasavvuf düşüncesini benimseyen şair Tanrı aşkını ve insan sevgisini dile getirmiştir. Tekke edebiaytının en lirik şairidir. Halkın konuştuğu Türkçeyi bir edebiyat dili haline getirmiştir. Yalın ve içten bir söyleyişi vardır. Zaman zaman aruz ölçüsüyle ve divan edebiyatı anlayışıyla da şiirler yazmıştır. Tüm insanların eşit ve kardeş olduğuna inanmış; dil, din, ırk ayrımı yapılmasına karşı çıkmıştır. Türkçe divan sahibi ilk şairdir. Ayrıca Risaletü n-Nushiyye adlı öğretici bir mesnevisi vardır. HACI BAYRAM VELİ: XIV.yüzyıl ikinci yarısıyla XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir tasavvuf şairidir. Bayramiyye tarikatını kurmuştur. Yunus Emre etkisinde sade bir dil ve lirik bir anlatımla dile getirdiği şiirlerinden yalnızca birkaç tanesi bilinmektedir. KAYGUSUZ ABDAL: (16.yy) Softa görüşle alay eden özgür düşünceli bir Bektaşi şairidir. Hem heceyle hem de aruzla yazılmış şiirleri vardır. PİR SULTAN ABDAL:(16.yy) Alevi-Bektaşi şiir geleneğinin en ünlü şairidir. Dinsel inançların etkili olduğu bir ayaklanmanın önderliğini yapmış, asılarak öldürülmüştür. Şiirini bir araç olarak kullanmasına rağmen kuru bir öğreticiliğe düşmemiş, şiirini duygu yönünden de beslemiştir. KÖROĞLU: (16.yy) Çoğunlukla koçaklama türünde örnekler vermiş coşkulu şiirler söylemiştir. Bolu Beyi yle olan mücadelesi efsaneleşen şair, halkın gönlünde yerini almıştır. KARACAOĞLAN: (17.yy) Din dışı konularda yazmış, yaşama sevinci, insan ve doğa sevgisini dile getirmiştir. Âşık edebiyatının duygu yönünden en zengin ve güçlü şairidir.. Hayatı hakkında kesin bilgilere sahip olmadığımız Karacaoğlan ın XVI ya da XVII . yüzyılda Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayıp dolaştığı sanılmaktadır. Şair Toroslar da, Türkmen boyları arasında yetişmiş; göçebe bir şair olarak Anadolu içinde ve dışında gezmiştir. Geleneksel şiirin dil, anlatım, ölçü anlayışından ayrılmadan aşk, doğa, ölüm, ayrılık gibi temaları işlemiştir;özellikle koşma ve semai biçimlerinde büyük başarı kazanmıştır. GEVHERİ: (17.yy) Aruz ölçüsünü de sıkça kullanan Kırımlı bir halk ozanıdır. DERTLİ: (19.yy) Toplumsal yergi içerikli, softalığı, yobazlığı eleştiren şiirleriyle tanınan Bolu lu bir halk ozanıdır. DADALOĞLU: (19.yy) Çukurova yöresinde yetişen halk şairlerindendir. Türkmen boylarının yerleşik hayata geçirilmesi için 1865 te yöreye yollanan Fırka-i İslahiye adlı Osmanlı ordusuyla Türkmenler arasındaki çatışmalara katılmış, bu olayları yiğitçe bir eda ile koçaklamalarına yansıtmıştır. Ayrıca aşk ve doğadan söz eden şiirleri de başarılıdır. Şiirlerini temiz bir halk diliyle ve hece ölçüsü ile yazmıştır. AŞIK VEYSEL: XX. yüzyıl halk şairidir. Şarkışla da doğup büyümüş, Cumhuriyetin onuncu yılında Ankara ya gelerek şiirlerini okumuş, bundan sonra ünü yayılmaya başlamıştır. Çocukluğunda geçirdiği çiçek hastalığıyla gözünü kaybeden Aşık Veysel; genellikle gezgin bir hayat sürmüş ; kent kent dolaşarak aşktan, doğadan , kardeşlikten, birlikten, barış içinde yaşamaktan ve insanı insan yapan erdemlerden bahseden şiirlerini saz eşliğinde söylemiş; bu içeriğin halka yakın düşmesi , ona kitlesel bir sevginin doğmasına yol açmıştır. Tasavvuf felsefesinin kazandırdığı hoşgörü anlayışı, şiirinin temellerinden biridir. Şiirlerini Deyişler, Sazımdan Sesler adlı iki kitapta toplamıştır. Son olarak tüm şiirlerini , Ümit Yaşar Oğuzcan tarafından Dostlar Beni Hatırlasın adıyla yayımlanmıştır. Halk Edebiyatı Ders Notları (Serdar GÜL) Anonim Türk Halk Edebiyatı Nazım Türleri Tablosu (Seval KAYA SÖNMEZ) Anonim Türk Halk Edebiyatı - Tablo Halinde (Seval KAYA SÖNMEZ)
-
Türk Edebiyatı'nın Dönemleri -2-
2)İSLAMIN ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI a-) Divan Edebiyatı b-) Halk Edebiyatı DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ 1.GAZEL: Özellikle aşk, güzellik ve içki konusunda yazılmış belirli biçimdeki şiirlere denir. Beyit sayısı genellikle 5-9 arasında değişir. Gazelin ilk beyti mutlaka kendi arasında uyaklı olur.Bu ilk beyte “matla”, son beyte ise “makta” adı verilir. Bir gazelin en güzel beytine “beyt-ül gazel”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “mahlas beyti” denir. Beyitleri arasında anlam birliği bulunan gazele “yek-âhenk”, aynı güç ve güzellikte beyitlerden oluşan gazele de “yek-âvâz” gazel adı verilir. 2.KASİDE: Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla belirli kurallar içinde yazılan uzun şiirlerdir. En az 33, en çok 99 beyitten oluşur. Kasidenin en güzel beytine “beyt-ül kaside”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “taç-beyt” adı verilir. 3.MESNEVİ: Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım biçimidir.Bir anlamda Divan edebiyatında manzum hikayelerin yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz. Mevlânâ’nın ünlü tasavvufi mesnevisi 25.700 beyitten oluşmuştur. Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikaye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur.Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev’i-zâde Atâi’dir. 4.KITA: Yalnız ikinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle uyaklı iki beyitlik nazım biçimidir. Beyitler arasında anlam birliği bulunur. Pek çok konuda yazılabilir. 5.MÜSTEZAT: Gazelin özel bir biçimine denir. Uzun dizelere kısa bir dize eklenerek yazılır. Uzun ve kısa dizeler gazel gibi kendi aralarında uyaklanırlar. Kısa dizelere “ziyade” adı verilir. BENTLERDE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ 1)RUBAİ: Dört dizelik ve kendine özgü ayrı ölçüsü olan bir nazım biçimidir. Konusu daha çok dünya görüşüne ve şairin felsefi düşüncelerine yöneliktir. Edebiyatımızda bu türün en başarılı son temsilcisi olarak Yahya Kemal gösterilmektedir. 2)TUYUĞ (TUYUK): Rubâi gibi dört dizelik bir nazım biçimidir. Edebiyatımızda en çok tuyuğ yazmış şair Kadı Burhanettin’dir. Bu biçim yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. (Rubai, İran edebiyatından geçmedir). BİRDEN ÇOK DÖRTLÜKLER 1)MURABBA: Dört dizelik kıtalardan oluşur. Bent sayısı 3-7 arasında değişir. Her konuda yazılır. 2)ŞARKI: Genellikle aşk, içki, eğlence konularında yazılan dört dizelik nazım biçimidir. Biçim bakımından “murabba”ya benzer. Çoğunlukla bestelenmek için yazılır. Bu biçim de tuyuğ gibi yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. “Şarkı” biçiminin yaratıcısı ve en güçlü şairi Nedim’dir. NOT: Divan edebiyatında üçlü ya da daha çok mısralı bentlerden meydana gelmiş nazım şekillerinin genel adı MUSAMMAT’tır. Yani dört dizeden oluşan murabba, şarkı gibi biçimlerin; beş dizeden oluşan tahmis, taştir, tardiyye gibi biçimlerin ya da altı veya daha çok dizeden oluşan biçimlerin tümünün üst başlığı MUSAMMAT’tır. TERKİB-İ BENT: Bentlerle kurulan bir nazım biçimidir. Her bent, sayısı 5-10 arasında değişen beyitlerden oluşur. Bendin son beytine “vasıta beyti” denir. Terkib-i bentte vasıta beyti her beytin sonunda değişir ve vasıta beyti mutlaka kendi içinde uyaklı olur. Terkib-i bentlerde genellikle talihten ve hayattan şikayetler, dini, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılmış, toplumsal yergi niteliğinde eleştirilere yer verilmiştir. TERCİ-İ BENT: Biçim bakımından terkib-i bente benzer ; ancak vasıta beyti her bendin sonunda değişmez ve aynen tekrarlanır. Konularında daha çok Tanrının gücü, evrenin sonsuzluğu, doğanın ve yaşamın karşıtlıkları vardır. DİVAN EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ 1. TEVHİT VE MÜNACÂT: Tanrının birliğini ve yüceliğini anlatan şiirlere tevhit, Tanrıya yapılan yalvarış ve yakarışları anlatan şiirlere de münacât denir. Daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır. 2. NAAT: Hz. Muhammed’i övmek için yazılan şiirlere denir. Bunlar da daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır. 3. MERSİYE: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak için yazılan şiirlerdir. Genellikle terkib-i bent biçimiyle yazılmıştır. (Bu türün, Eski Türk Edebiyatı’ndaki adı sagu, Halk Edebiyatı’ndaki adı ise ağıttır). 4. METHİYE: Bir kimseyi övmek için yazılan şiirlerdir. Bunlar da genellikle kaside biçiminde yazılmıştır. 5. HİCVİYE: Bir kimseyi yermek için yazılan şiirlerdir. 6. FAHRİYE: Şairlerin kendilerini övmek amacıyla yazdıkları şiirlerdir. NOT: Divan edebiyatında bir şairin şiirine, başka bir şair tarafından aynı ölçü, uyak ve redifle yazılan benzerine “Nazire” denir. Bu, nazire yazan şairin diğer şaire karşı duyduğu saygı ve beğeniden ileri gelmektedir. Edebiyatımızda bu türde de pek çok ürün verilmiştir. DİVAN EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ 1. Nazım birimi genellikle beyittir ve cümle beyitte tamamlanır. Beyit, cümleye egemendir. 2. Nazım ölçüsü “aruz”dur. 3. Dili Arapça, Farsça, Türkçe karışımı olan Osmanlıca’dır. 4. Şiirlerde tam ve zengin uyak kullanılmıştır. 5. Şiirlerin konuyu içeren başlıkları olmadığı için nazım biçimlerine göre adlandırılmışlardır. 6. Klişe bir edebiyattır. Duygu ve düşünceler değişmez sözlerle (Mazmun) anlatılır. 7. Anlatılan şey değil, anlatış biçimi ön plandadır. 8. Soyut bir edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte olduğundan farklı ele alınmıştır. 9. Aydın zümrenin edebiyatıdır. Medrese kültürü hakimdir. Genellikle saraya ve çevresine seslenir. 10. Sanatlara bolca yer verilmiş, sanat yapmak amaç durumuna gelmiştir. 11. Ulusal bir edebiyat olmayıp dinin etkisiyle şekillenmiştir. Arap ve İran edebiyatının etkisi çok fazladır. 12. Şiirde daha çok aşk, sevgili, içki, din ve kadercilik gibi konular işlenmiştir. 13. Nazım ön planda tutulmuş, nesre pek az yer verilmiştir. 14. Nesir alanında tezkireler (edebiyat tarihi görevini gören biyografik eser), münşeatlar (mektuplar), tarihler, dini metinler ve nasihatnamelere de rastlanmaktadır. Bunlarda da sanat yapma amacı ön plandadır. 15. 13.yüzyılda gelişmeye başlamış 16. ve 17. yüzyıllarda en olgun dönemini yaşamış, 19.yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. DİVAN EDEBİYATININ ÖNEMLİ ŞAİR VE YAZARLARI HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır. MEVLANA: XIII.yüzyılda yaşamıştır. Birkaç Türkçe beyit dışında, tüm şiirlerini Farsça ile yazan ünlü tasavvuf şairidir. Oğlu Sultan Veled de tasavvufi konuları işleyen bir şair olarak bilinir. Mesnevi, Divan-ı Kebir, Mektubat, tanınmış eserleridir. ALİ ŞİR NEVÂİ: Çağatay lehçesinin en güzel örneklerini veren şair 15. yüzyılda yaşamıştır. Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde Türkçe’nin Farsça’dan daha üstün bir dil olduğunu savunmuştur. Hamsesi vardır. Anadolu dışında Türkçe şiir yazan ilk şairdir. ŞEYHİ:15. yüzyılda yaşamıştır. “Harnâme” adlı eseri edebiyatımızda ilk fabl türü eser olarak bilinmektedir. Mesnevi alanında başarılı olmuştur. SÜLEYMAN ÇELEBİ: 15. yüzyılda yaşamıştır. Hz. Muhammed için yazdığı Vesilet-ün-Necat (mevlit) adlı mesnevisiyle tanınmış bir şairdir. (İslam edebiyatında Hz. Muhammed’in hayatını anlatan eserlere SİYER denir). FUZULİ: Fuzuli 16. yüzyılın en güçlü şairlerindendir. Arapça, Farsça, Türkçe divanı olan tek şairdir. Eserlerini Azeri lehçesiyle yazmıştır. Divan edebiyatının en lirik şairi olarak kabul edilmektedir. Ona göre yaşamın anlamı acı çekmekle özdeştir. Platonik bir aşk arayışı vardır. Din dışı konularda yazmakla birlikte tasavvuftan da etkilendiği bilinmektedir. Kendisine bağlanan maaşı almasında güçlük çıkaran memurları şikayet etmek için yazdığı “Şikayetnâme” adlı mektubu edebiyatımızdaki en ünlü yergilerden biridir. Divanlarından başka bir naat olan “Su” kasidesi, Leyla vü Mecnun mesnevisi, Peygamber ailesini anlattığı Hadikat-üs-Süeda’sı Şah İsmail ile II:Bayezid’i karşılaştırdığı Beng ü Bâde’si ve tıp bilgisini sergilediği Sıhhat ve Maraz’ı en tanınmış eserleridir. BAKİ: Baki,16. yüzyıl şairlerindendir. Döneminde “şairler sultanı” olarak tanınmış ve saratın bütün olanaklarından yararlanmıştır. İyi bir medrese eğitimi gördüğü bilinmektedir. Dünya nimetlerinin hepsinden yararlanma anlayışındadır. Kanuni’nin ölümü üzerine yazdığı mersiyesi çok tanınmıştır. Divanı vardır. NABİ: 17. yüzyıl şairlerindendir. Divan edebiyatında didaktik şiirler yazmasıyla bir yenilik olarak kabul edilmektedir. Din, töreler ve sosyal yaşamla ilgili öğütler verir. Nâbi’nin Divan’ından başka Hayriye, Hayrâbâd adlı iki didaktik eseri, gezi notlarını içine alan Tuhfet-ül Harameyn’i ve Münşeat adlı eserleri vardır. NEFİ: Nefi , 17. yüzyıl şairlerindendir. Edebiyatımızdaki en ünlü kaside şairi olarak bilinir. Övgülerindeki ve yergilerindeki aşırılıklarıyla ünlüdür. Yazdığı hicviyelerindeki aşırılık boğdurulmasına neden olmuştur. Hayal gücü çok zengin olan Nefi’nin somut benzetmelerden yararlanması da belirgin bir özelliğidir. Türkçe ve Farsça divanı olan Nefi’nin ayrıca hicviyelerini topladığı Sihamı-ı Kaza adlı bir eseri de vardır. NEDİM: 18.yüzyıl şairlerinden olan Nedim, Lale Devri’nin şairi olarak bilinir. Eserlerinde aşk, içki, zevk ve sefayı işler. “Mahallileşme akımı”nın önderi olan şairin Halk edebiyatından da etkilendiği bilinmektedir. Şiirlerinde halkın ağzından alınma deyimler olduğu gibi, halkın konuşma diline de oldukça yaklaşmıştır. Samimi ve içten bir söyleyişi olan Nedim, şarkılarıyla tanınmıştır. Divan şiirindeki klişeleri (mazmunları) bir ölçüde yıkmış olan şairin Divan’ı vardır. ŞEYH GALİP: Divan edebiyatının 18.yüzyılda yaşamış son büyük şairidir. Galatasaray Mevlevihanesinde şeyhlik yapmıştır. Nabi’nin “Hayrâbâd”ına nazire olarak ve Mevlânâ’nın mesnevisinden etkilenerek yazdığı “Hüsn-ü Aşk” adlı meşhur mesnevisinde, tasvvuf konusundaki düşüncelerini ortaya koyar. Bu eserinde allegorik (sembolik) bir anlatım kullanan şair hayal gücünden ve masal ögelerinden de yararlanmıştır. EVLİYA ÇELEBİ: (17.yy) Edebiyatımızda gezi türünün ilk örneklerini veren yazar, usta bir gözlemcidir. Elli yıllık bir süre içinde gezdiği yerleri konuşma diline yakın bir dille anlatmıştır. Anlatımında abartılı olmakla birlikte, Divan nesrinin kalıplarını da kırmıştır. 10 ciltlik “Seyahatnâme” adlı eseri çok tanınmıştır. NOT: Divan edebiyatının nesir yazarı olarak tanınan diğer önemli yazarları şunlardır: SİNAN PAŞA: (15.yy) Tazarrunâme adlı süslü nesri ile tanınır. MERCİMEK AHMET: (15.yy) Farsça’dan çevirdiği Kabusnâme adlı eseriyle tanınır. NAMİA: (17.yy) Kendi adıyla anılan (“Naima Tarihi”) adlı tarih eserinin yazarıdır. KATİP ÇELEBİ: (17.yy) Batılıların Hacı Kalfa dedikleri yazar ve düşünürdür. Arapça, Farsça, Fransızca, Latine bilen yazarın tarih, coğrafya, matematik konularında yazılmış eserleri vardır. TASAVVUF FELSEFESİ Tanrı nedir? Evrenin oluşu nasıldır? Biz neyiz? Niçin geldik dünyaya? Yaşamımızın anlamı, var olmanın aslı, gerçek, başlangıç ve son nelerdir? Bu ve bunun gibi fizik ötesi sorulara cevap vermeye çalışan düşünüş yoluna “Tasavvuf” düşüncesi denir. [Vahdet-i Vücut (Varlığın Birliği) Teorisi]. Bu düşünüşe göre Tanrı tek varlıktır. (Vücud-i Mutlak). Aynı zamanda tek güzelliktir (Hüsn-i Mutlak). Tek varlık olan Tanrı kendisini görecek gözler, sevecek gönüller istemiş ve kainat olarak tecelli etmiştir. Bu tıpkı aynayla kaplı bir odada olmak gibidir. Ayna varlığın çeşitli görüntülerini yansıtır. O halde, evren ve tüm insanlar Tanrı’nın bir görüntüsüdür. Öyleyse insanlar arasında renk, inanç, dil, ırk...gibi ayrımlar yapmak anlamsızdır. Bütün görüntülerde “Varlık” ve “Yokluk” ögeleri bir aradadır. İnsan dünyaya bağlı tutku ve zevklerini yok ederek “Varlık” ögesini geliştirir. Bunun yolu da tekkelerden (tarikatlar) geçer. Burada insan sıkı bir eğitimle dünya nimetlerinden vazgeçerse, sonunda özü olan Tanrı’ya kavuşabilir. Bu da gerçek aşktır. İnsanların birbirlerine duyacakları aşk ise mecazdır. Bu, kişiyi Tanrı’dan uzaklaştırır. “Bir hırka, bir lokma” insana yetmelidir. Tekkelerde bu yolla Tanrı’ya ulaşan insan sonunda “Enel Hak” (“Ben Tanrı’yım”) derecesine varır. Bu kişilere “İnsan-ı Kâmil” ya da “Ermiş” denir. DİVAN EDEBİYATI'NDA DÜZ YAZI Divan, şiire ağırlık veren bir edebiyattır. Düzyazı, ancak bilimsel çalışmalarda, tarihlerde, kimi sanatsal metinlerde ve gezi türü eserlerde kullanılmıştır. Divan Edebiyatı’nda düzyazılar, yazılış amacı ve dil tutumu dikkate alınarak üçe ayrılır: 1. Sanatlı(süslü) Düzyazı Söz ustalığı göstermek amacıyla yazılır. Sinan Paşa’nın Tazarru’at adlı eseri, bu türün en tanınmış örneğidir. Sanatlı düzyazıya inşa denir 2. Orta Düzyazı Yer yer ağır ve süslü, yer yer sade bir dille yazılan düzyazılardır. Genellikle tarih kitaplarında bu düzyazı türü görülür. Osmanlılar zamanında tarihçilik,”vakanüvis” adı altında yürütülen bir tür memurluktu. Sarayda görevlendirilen vakanüvisler, önemli önemsiz her olayı günü gününe notlar halinde yazarlardı. Bu eserler, olay anlatımına dayalı olduğundan, bilimsel tarih anlayışıyla bağdaşmaz. Divan döneminin başlıca tarihçileri arasında Aşıkpaşazade ,Ali, Ebülgazi Bahadır Han,Naima, Peçevi, Mütercim Asım sayılabilir. 3. Sade Düzyazı Dil ve anlatım ustalığının değil, ele alınan konunun önem taşıdığı düzyazı türüdür. Bu anlayış nedeniyle, sade düzyazılarda ustaca söz söyleme çabası görülmez; dil açık, yalın, doğaldır. Bu düzyazı türünü kullananlardan başlıcaları şunlardır: Mercimek Ahmet , Katip Çelebi, Evliya Çelebi (Eseri:Seyahatname). *Divan Edebiyatıyla İlgili Ayrıntılı Bilgiler (Bayram ÖZFIRAT) *Divan Edebiyatı Ders Notları (Abdullah KARAATMACA) *Aruz Vezni *Yüzyıllara Göre Divan Edebiyatı Sanatçıları (Ferhat KORKMAZ) *Divan Edebiyatı Konu Anlatımı (Serdar GÜL) *Divan Edebiyatı Nazım Biçimleri - Tablo Halinde(Seval KAYA SÖNMEZ)
-
Türk Edebiyatı'nın Dönemleri -1-
1. İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK EDEBİYATI a-) Sözlü Edebiyat Dönemi b-) Yazılı Edebiyet Dönemi İSLAMİYET'TEN ÖNCEKİ TÜRK EDEBİYATI (..?-11.yy.) A-) SÖZLÜ EDEBİYAT DÖNEMİ: M.S.VIII. yüzyıla gelinceye kadar Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdeki edebiyattır. Bu dönem edebiyatı, sözlü olarak üretilmiş ve kulaktan kulağa yayılarak varlığını sürdürmüştür. Bu dönemde edebiyatımızı Şamanizm, Maniheizm, Budizm gibi dinler etkilemiştir. Genel özellikleri: 1. Bu dönem edebiyatı müzik eşliğinde ( kopuz adı verilen sazla) dile getirilmiştir. 2. Ölçü, ulusal ölçümüz olan hece ölçüsüdür. 3. Nazım birimi dörtlük tür. 4. Dönemine göre arı bir dili vardır. 5. Dizelere genel olarak yarım uyak hakimdir. 6. Daha çok doğa, aşk ve ölüm konuları işlenmiştir. 7. Bu döneme yönelik elimizdeki en önemli ve eski kaynak Kaşgarlı Mahmut un Divan-ı Lügat-it Türk adlı eseridir. Dönemin ürünleri: 1. KOŞUK: Sığır denilen sürek avları sırasında söylenen şiirlerdir. Konusu daha çok doğa, aşk, savaş ve yiğitliktir. Bu tür daha sonra Halk edebiyatında Koşma adıyla anılmıştır. 2. SAV: Dönemin özlü sözleridir. Bugünkü atasözlerinin ilk biçimi niteliğindedir. 3. SAGU: Yuğ adı verilen ölüm törenlerinde, ölen kişilerin erdemlerini ve duyulan acıları dile getiren şiirlerdir. 4. DESTAN: Toplumu derinden etkileyen olaylar sonunda halk arasında kendiliğinden oluşan uzun nazım türüdür. DESTANLARIN ÖZELLİKLERİ 1. Toplumun ortak görüşlerini yansıtması 2. Olağanüstü özellikler taşıması 3. Kişilerinin seçkin olması (Kral, Han, Hakan...vb.) 4. Milli dilde söylenmiş olması 5. Milli nazım ölçüsüyle söylenmiş olması 6. Oldukça uzun olması 7. Konuları bakımından savaş, deprem, yangın, mizah, ünlü kişilerin yaşamları şeklinde sıralanabilmesi TÜRK DESTANLARI Destanlarımız yazıya geçirilmedikleri için bugün bunların ancak konularını bilmekteyiz. Bunları da İran, Çin ve Arap kaynaklarından öğreniyoruz. A-) SAKA DEVRİ DESTANLARI 1) Alp Er Tunga Destanı: Türk-İran savaşlarında Alp Er Tunga nın yiğitliklerini ve bu savaşları anlatır. 2) Şu Destanı: İskender le Türkler arasındaki savaşı ve Türk hakanı Şu nun kahramanlıklarını anlatır. B-) HUN DEVRİ DESTANI Oğuz Destanı, Hun hükümdarı Mete yi ve onun yaşamını anlatır. C-) GÖKTÜRK DEVRİ DESTANLARI 1) Bozkurt Destanı: Göktürklerin dişi bir kurttan türeyişini anlatır. 2) Ergenekon Destanı: Bir savaşta yenilen ve Ergenekon a açılan Türklerin orada bir demir dağı eritip intikamlarını almalarını anlatır. D-) UYGUR DEVRİ DESTANLARI 1) Türeyiş Destanı: Uygurların bir erkek kurttan türeyişi anlatılır. 2) Göç Destanı: Uygur Türkleri nin anayurtlarından göçünü anlatır. NOT: Destanlar oluşumları bakımından iki grupta incelenebilir. a-) Doğal Destanlar: Halk arasında ortaya çıkan anon,im ürünlerdir. Bunlar genellikle daha sonra bir şair tarafından derlenip düzenlenmiştir. Bu türe örnek olarak şu destanları sıralayabiliriz. İliada, Odysseia Yunanlıların (Homeros) Kalevala Finlilerin Nibelungen Almanların Ramayana, Mahabarata Hintlilerin Cid İspanyolların Chanson de Roland Fransızların Gılgamış Sümerlerin b-) Yapma (Suni) Destanlar: Bir olayın doğal destana benzetilerek bir şairce destanlaştırılmasıdır. Yapma destan örneği olarak şunları sıralayabiliriz: Virgilius Aeneit Dante İlahi Komedi Tasso Kurtarılmış Kudüs Milton Kaybolmuş (Kaybedilmiş) Cennet Firdevsi Şehnâme B-) YAZILI EDEBİYAT DÖNEMİ Bu dönemi Göktürk ve Uygur dönemi eserleri olarak iki grupta inceleyebiliriz. 1) Göktürk (Orhun) Yazıtları (VIII. yy): Bunlarda Çinlilere karşı bağımsızlık savaşı yapan, Türk bütünlüğünü yeniden kurmak için içte ve dışta svaşan Göktürklerin hikayesi anlatılır. Bu abideler 38 harfli olan Göktürk alfabesiyle yazılmıştır. Bunlardan en önemli olanları üç tanedir. a-) Bilge (Vezir) Tonyukuk Yazıtı (720-725): Dört bakana vezirlik etmiş olan Tonyukuk tarafından yazılmıştır. Daha çok Çinlilerle yapılan savşlar anlatılmaktadır. b-) Kül Tigin Yazıtı (732): Göktürk hakanı olan Bilge Kağan kardeşi Kül Tigin in ölümü üzerine bu abideyi dikmiştir. c-) Bilge Kağan Yazıtı (735): Göktürk hakanı olan Bilge Kağan ın ölümünden sonra yazdırılmış birabidedir. Son iki yazar daha çok dönemin olaylarından , törelerinden ve Bilge Kağanın ulusuna dilediği iyi dileklerden söz eder. * Türk adının geçtiği ilk yazılı belge ve Türk edebiyatının ilk yazılı örnekleri olan Göktürk abidelerindeki yazılar Prof. Thomsen ve Radloff tarafından okunmuştur. 2) Uygur Dönemi Eserleri: Göktürk devletinin yıkılmasından sonra kurulan Uygur hanlıklarından kalma eserlerdir. Daha çok Buddha ve Mani dininin esaslarını anlatan metinlerdir. Bunlar Turfan yöresinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Uygurların kağıda kitap basma tekniğini bildikleri anlaşılmaktadır. Dönemden kalma birçok hikayenin yanında kökünç denilen bir tür ilkel tiyatro eserleri de vardır. Uygurlar bu eserleri 14 harfli Uygur alfabesiyle yazmışlardır.
-
Yeni Kültür & Sanat Mod Moderatörümüz Legendary hoş geldin diyoruz
Hoşbuldum Bastet Merhabalar. Teşekkür ederim.
-
Yeni Kültür & Sanat Mod Moderatörümüz Legendary hoş geldin diyoruz
Hoşbuldum cloud
-
Yeni Kültür & Sanat Mod Moderatörümüz Legendary hoş geldin diyoruz
Teşekkür ederim. Hoşbuldum. Saygılar