Legendary tarafından postalanan herşey
-
Ezop kimdir
EZOP Ezop (Yunanca: Aisopos), İ.Ö. VI. yy'da yaşadığı varsayılan eski Yunan masalcıdır. Kahramanları hayvanlar olan masallarıyla büyük ün kazanmış olan Ezop'un yaşamıyla ilgili bilgiler kesin değildir. Bir söylentiye göre Trakya'da doğmuş, bir süre köle olarak Samos adasında yaşamış, azat edilince birçok yolculuk yapmış, Delphia'ye yaptığı yolculuk sırasında bir cinayete kurban gitmiştir.Ancak Ezop'un bugünkü Emirdağ yakınlarında ki Amorium kentinde doğup büyüdüğü de dile getirilmektedir. Aristotales, Ezop'un yolsuzluktan yargılanan bir siyasetçiyi tilki ile kirpinin öyküsünü anlatarak nasıl savunduğunu şöyle anlatmıştır: Ezop mahkemede "bir tilkinin, başı pirelerle derde girmiş, bir kirpi de onu pirelerden kurtarsın mı diye sormuş, tilki, 'hayır, bu pireler doydu, artık fazla kan emiyorlar. Onları kovalarsan, yerlerine yeni, aç pireler gelir' demiş", dedikten sonra, jüriye dönerek, sözlerini şöyle bitirmiş: "Dolayısıyla saygıdeyer jüri üyeleri, müvekkilimi cezalandırırsanız onun yerine onun kadar zengin olmayan birileri gelir ve sizi daha da beter soyar." Ezop'un masallarını gerçekten yazdığı yolunda hiçbir kanıt yoktur. Ona mal edilmiş masalların bilinen en eski derlemesi, İ.Ö. IV. yy'da Phaleros'lu Demetrios tarafından hazırlanmış, bu derleme daha sonra, İ.S. I. yy'da Latince olarak Phaedrus, Yunanca olarak Babrios tarafından yeniden kaleme alınmıştır. "Ezop Masalları" daha sonra XVII. yy. Fransız yazarı Jean de la Fontaine'in fabıllarına esin kaynağı olmuştur. Ezop fabl denen öyküleriyle ünlüdür. Anlattığı öyküler yaşama ilişkin bir öğüt ya da ders verir. Kahramanları ise hayvanlardır. Ezop'un öykülerinde hayvanlar konuşur ve tıpkı insanlar gibi davranır. Öyküden çıkarılacak ders, sonunda okura öğüt biçiminde verilir. Ezop'un yaşamına ilişkin çok az şey bilinir. İÖ 620'de doğduğu ve Fabl insanlar arasında geçmekte olan ibret verici olayların, hayvanlar arasında geçen olaylar haline dönüştürülerek anlatılmasıdır. Fabl, hem didaktik, hem de dramatik bir türdür. Latince Fabula kelimesinden gelir; masal, hikaye demektir.Eski Yunan'da zengin bir adamın kölesi olduğu sanılmaktadır. Adının Eski Yunan terimi, Yunanca "Helias"tan dolayı "Helenler" de denen, Yunanistan Yarımadasında yaşayan kavimler ve onların kurduğu eski devlet ve uygarlıkları anlatmak için kullanılır. Çiftçi bir halk olan Helenler ya da Eski Yunanlılar, tarihlerinin başlangıcında çok sade bir yaşam sürerler, sırtlarına kendilerinin dokuduğu yünden bir gömlek, ayaklarına sığır derisinden çarık giyerlerdi. Köylüler tek bir odadan ibaret olan kulübelerde oturur, evcil hayvanlarla birarada yatarlardı.Yunanca biçimi Aisopos'tur. Öykülerini insanlara hoşça vakit geçirtmek için anlattığı söylenir. Ezop'un öyküleri İÖ 300 dolayında derlenerek yazıya geçirilmiştir. Tilki ile Üzümler ve "Çoban ile Kurt" bunların en ünlüleri arasındadır.Yunan dili. 3000 yıllık bir geçmişi olan Hint-Avrupa dil ailesine ait bir dildir. Antik Yunanca Klasik Yunan uygarlığının dili olarak kullanılmıştır. Modern Yunanca Antik Yunancadan oldukça farklı olmakla beraber köken olarak ona dayanır. Yunanca, Yunan alfabesi kullanılarak yazılır. Modern Yunanca dünyada, çoğu Yunanistan'da yaşayan yaklaşık 12 milyon kişinin anadilidir. vikipedi
-
Eugène Delacroix (1798-1863)
Eugène Delacroix (1798-1863) Talleyrand ın oğlu olduğu sanılan Eugène Delacroix, 15 yaşında annesi ölünce, ablasının yanında yaşamaya başladı. 1816 da Güzel Sanatlar Akademisi ne girerek, Guérin in atölyesinde çalışmaya koyuldu; ama onun klasisizmle ilgili derslerine aldırış etmeyerek, o tarihlerde kendini kanıtlayıp, kurallarını kabul ettirmiş olan David in, daha sonraları da Rubens in, Rembrandt ın, hatta mizaç bakımından kendisine çok uzak olan Watteau nun etkisinde kaldı. 1822 yılında Salon da, Dante nin Kayığı nı sergiledi. İki yıl sonra, Sakız Adası Kıyımından Sahneler i tamamladı. Hareket ressamı Daha o dönemde bir hareket ressamı olduğunu ortaya koyan Delacroix, renk titreşimini işlemede o zamana kadar hiç kimsenin gerçekleştiremediği bir yoğunluğa ulaşmıştı: Gerçekten, Delacroix nın renkleri, tuval üstüne sanki oturmamış gibidir; tablodaki her fırça vuruşu, yanındaki fırça vuruşuna göre değer kazanacak biçimde, inceve güçlü bir düzen içinde gerçekleştirilmiştir. O yıllarda Bonington la kurduğu dostluk, aralarında doğan rekabet açısından, Delacroix için yararlı oldu. Benliğinde büyük bir coşkunluk duygusu uyandıran Shakespeare ve Goethe yi okumanın dışında, sanatçı kendini bütünüyle çalışmaya verdi ve Tasso Deliler Hapishanesinde, Yiğit Charles ın Ölümü, Don Juan ın Kayığı, Kör Milton(1827), Sardanapal ın Ölümü (1827) Poitiers Savaşı (1829), İsa Zeytinlikler Dağında vb yi gerçekleştirdi. Fas a yolculuk 1832 yılında Fas a yaptığı yolculuk, Delacroix nın sanat evriminde yeni bir aşama oluşturdu. Afrika da Eski çağ dan kalma yapıtla büyük ölçüde etkilenen sanatçı, çok sayıda kroki ve suluboya yaptıktan sonra Fransa ya dönünce, görkemli renklerin egemen olduğu birçok tablo gerçekleştirdi: Vad Sebu Kıyıları; Arap Fantazyası; Cezayir li Kadınlar (1834); Fas ta Yahudi Düğünü (1839); Muhafızlarının Arasında Fas Sultanı (1845); Aslan Avı (1854) Hachette Tarihi olaylar, tiyatro sahneleri, Cezayir haremleri, Türk savaşları ve hamamları onun konuları oldu. Guérin in yanında yetişmiş, ancak Göricault un dışında ona Constable ve Rubens de büyük etki yapmışlardı. Seçtiği ressamlar hep renkçi idiler. Renk ve heyecan, onu Klassisizm in karşısına çıkarmıştı. Şair ruhlu,olgun, hoşgörülü, bir kişiliği vardı. lngres, onu kendisine rakip edinmiş ve düşmanı olmuştu. Ancak Delacroix, Klassisizmin şefi olan Ingres i, XIX. yy. ın ortalarına doğru bertaraf etmiş, hatta Akademiye, Ingres den sonra müdür olmuştu. Dante, Shakespeare, Byron ve Scott, sevdiği konularını edindiği yazarlar oldu. Atlar, aslanlar, kaplanlar da çizip resmettiği konulardı. 1832 de Cezayir e yaptığı seyahatten yığınla taslakla döndü. Ve Doğunun renkli bir dünya olduğunu keşfetti. Egzotik, yabancı ülkelerin hayatları ile ilgili birçok anıtsal resimler yaptı. Gelişen Yeni-Barok akımının büyük temsilcisi oldu. Cezayir Kadınları , Sakız Adası Halkının Kılıçtan Geçirilişi Halka Önderlik Eden Hürriyet (Barikat), Haçlılar gibi büyük boyutlardaki eserleri yanında, bilhassa değerli olan portreleri vardır. Bütün bu eserlerinde akılda kalan hareketli, fakat son derece dengeli bir anlatım dikkati çeker. Yazı yazar gibi, konuşur gibi bir anlatıma ve fırça kullanılışına sahip olan Delacroix, bu kendiliğinden yazışın diriliğini resimlerine kazandırmıştır. Büyük sanatçılarda yaratış denilen şey, doğayı kendilerince görmek düzenlemek ve biçimlemektir. Bu nedenle o gözünün altındakini, kendi düşüncesine göre değiştirmeyi doğru buluyordu. Ona göre sanatın esası hürlüğe dayanıyordu. Ressam, doğaya ve gerçeğe bağlandı mı gücünü yitirir. Sanat bir dildir. Anlaşılır şeyler konuşmak için de, doğa gibi ortak şeylerden söz etmek zorundadır. Ona göre portre, nesneye bağıntılı olduğu için, sanatçının hür yaşantısına engel olur. Bu nedenle o portrelerini ikinci planda görür. Bu kanıları bile onun ne denli hür ve coşkun bir iç dünyası olduğunu yansıtır. Delacroix, her şeyden önce renge bağlıdır. Onun anılarını yazdığı Günlük ü, sanat üzerine görüşlerini yansıtması bakımından ilgi çekicidir. Bir tablonun ilk değeri, göz için bayram olmasıdır sözü, onun sanatı mutluluk için bir araç gibi düşündüğünü gösterir. Rengi, rahat, coşkun hareketlerle tuvale aktarır. Ancak gene de o düzenlidir. Bu düzen, kompozisyon öğelerinin birbirleri ile sıkı bir ilişki içinde olmasını sağlamıştır. Örneğin, onun Barikat adı ile de bilinen Hürriyet kompozisyonunda, unsurların griler içindeki dokusu, havada dalgalanan bayrağın renkleri ile canlanır, hayat bulur. Böylece o, can alıcı noktaların gerektiğini anladığını gösterir. Bu onun düzen fikrine ne denli önem verdiğini de açıklar. Bunun yanında sanattan söz eden, şiirden söz eder, şiire yönelmeyen sanat yoktur der. Onun Sardanapol ın Ölümü adlı çok figürlü kompozisyonu, Byron un bir şiirinden alınmıştır. Asur hükümdarı, düşmanı olan Perslerin eline bir şey geçmesin diye, bütün karılarını ve değerli atlarını boğazlattırır. Ve sarayını ateşe vermeden önce bu işi yaptırır. Hükümdar büyük bir döşek üzerinde kurulmuştur ve adamlarının karılarını öldürmelerini seyreder. Dikkat edilirse, sanatçı, onu renge götürecek, yaratıcı hayalini işletecek konular seçmektedir. Cezayir Kadınlar, adlı eserinde, kafesler arasından giren sıcak Cezayir güneşinin kısmen aydınlattığı loş haremde oturan renkli giyinişli, siyah saçlı, kömür gözlü, beyaz tenli kadınları gösterir. Ancak sanatçının yaptığı kompozisyon, unutulmayacak bir motif haline getirilmiştir. Barikat da, motif olarak adeta hürriyetin simgesi olmuştur. Delacroix nin coşkun renkleri, bu kompozisyon buluşları da dikkate alınırsa, onun ne denli disiplinli olduğu anlaşılır. lngres de ve hatta ustası David de bile romantik duygular görülmüştü. Ancak, onlar klasik çizgiden, çizgi ritminden vazgeçmediler. Delacroix ise çizgiyi bile renklendirdi. Ingres, Antikite nin uyumlu, ölçülü figürlerini ve figürlerdeki çizgilerin kompozisyonunu ele almıştı. Delacroix ise, renk ve siyah-beyaz etkilerin kompozisyonunu benimsedi. Bu renk etkilerinin, boya heyecanı ile birlikte figüre aktarılması, yeni bir olay olmamakla birlikte, Tiziano, Rembrandt, Tiepolo, Rubens, Velasquez, Constable gibi sayıları çok az olan renkçi ressamlarda görülmüştü. Gerçekten, desenin egemenliği içindeki klasik anlatımın, renge önem vermediği, ancak Geç-Klasikle birlikte renk sorunlarının çıktığını, Barok la renk tonlarının zenginleştiğini ve yarım - tonların önem kazandığını, siyah beyaz kompozisyonun, deseni geriye, arka plana ittiğini ve konstrüktif desen yerine, izlenime dayanan desenin önem kazandığını görüyoruz. İşte siyah-beyaz değerlerin ve renk tonlarının zenginleştiği bu dönemde resim sanatında dramatik, şiirsel, heyecanlı, tarihi, kişilerle ilgili, günlük hayata değgin özellik ve konuların önem kazandığı görülür. Oysa biz Olgun-Rönesans ta ancak Leonardo nun bir savaş sahnesi çizdiğini görüyoruz. İşte o zamandan bu yana, resim sanatında böyle bir aşamalar dizisi oluşur. Abartmalar karakteristik bir hal alır. Leonardo ile birlikte ortaya çıkan karikatür, Carracci, Leronzo Bernini de tekrar kendini gösterir. Esprinin, belirgin hale getirilmesi için motifte gerekli abartmalar yapılır. Adnan Turani
-
87 Oğuz-Rakım Çapala
Kitabın Adı:87 OĞUZ Kitabın Yazarı:RAKIM ÇALAPALA Kitabın Yazılma Yılı: 2006 Kitabın Yayınevi: ATLAS KİTABEVİ Kitabın Basım Yılı: Ocak 1995 Sayfa Sayısı:140 sayfa Kitabın Konusu: oğuz 4. sınıf öğrencisidir. zeki , yaramaz , sevimli , şiir okumaya ve tarihe meraklı sosyal faaliyetleri olan bir çocuktur ve kitap oğuzun okulda ve aile hayatındaki yaşantısını anlatır.. Kitabın Özeti: Oğuz’un annesi Hanİfe Hanım, sabah uykusundan bir zil sesi ile uyanır, kapıya koşar, kimse yoktur. Sesin Oğuz’un odasından geldiğini anlayınca yukarı çıkar. Oğuz mışıl mışıl uyuyordur, onu uyamdırır. Oğuz hemen yataktan fırlar ve çantasını hazırlamaya başlar, çünkü artık okul başlıyordur. Yaramazlığı ile ün yapmış oğlunun okul için böyle sorumluluk bilinci içinde hareket etmesi, Hanife Hanım’ı hayrete düşürmüştür. Ama ne olursa olsun her türlü yaramazlığına rağmen, Oğuz hiçbir zaman okulunu ihmal etmemiştir.. Hanife hanım bundan çok mutluluk duyar. Oğuz çok mutludur artık okula başlamıştır. Dördüncü sınıfa gidiyordur. Kalabalık sokaklardan geçerek okulun bahçesine gelir. Hemen herkes hep bir ağızdan “Oooo 87 Oğuz!” diyerek etrafını çevirirler. Oğuz’u tanımayan öğrenci yoktur. Fakat özellikle kızlarla hiç geçinemez, her fırsatta onlara karşı muziplikler yapar. Öğretmen Nezihe Hanım sınıfa girer. Tek tek çocuklara bakar. Nezihe öğretmen hemen dersleri başlatmıştır. Çocuklar en çok tarihe ilgi duyuyorlardı. Oğuz dersleri can kulağı ile dinliyordur, öğretmenin sorduğu her soruya önce cevap verir. aradan üçgün geçer Oğuz’da defter, kitap yoktur ancak öğretmen hep sorular sorduğu, Oğuz da iyi dinlediği için dersleri iyi oluyordur. Yaramazlık ise aynı şekilde devam ediyordur daha sonra El bebek gül bebek Selim isimli bir çocuk geldi, etti kırk dokuz. Annesi, Nezihe öğretmene rica üstüne rica ediyordu Genç öğretmen, yeni öğrenci Selim’in annesi ayrıldıktan sonra, kendi kendine şunları düşünüyordu: “Ne yaparsın, ana kalbi, böyle söylemek lâzım.. .Halbuki bir çocuğa, başka bir çocuktan daha çok önem vermek olur mu hiç?!.. Okul çocukların dünyasıdır. Orası onu kendine uydurur. Böyle üstüne üflene üflene büyütülen bir çocuk; yarın zayıf, pısırık bir adam olacaktır. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti’ni yükseltmek İçİn atılgan, cesur, çelik vücutlu ve çelik kafalı gençler lâzım!…” Yeni Bir Arkadaş: 351 Selim: Nezihe Hanım, arkasında ürkek ürkek duran Selim’le beraber sınıfa girdiler. Nezihe Hanım Selim’i arkadaşlarına tanıttı ve nereye oturtacağını düşünmeye başladı. Nihayet, Oğuz’un yanında karar kıldı. Varlığın, İtinanın ve büyük bir sevginin meydana çıkardığı incecik boyunlu, bembeyaz yüzlü, çekingen fakat çok kibar giyimli çocuğu aldı… Yoksulluğun, ihmalin ve kırbaç gibi bir hayatın meydana çıkardığı yanaklarından kan fışkıran, sert bakışlı, dik sesli, fakat pantolonu dört yamalı ve suratı çamurlu çocuğun yanına oturttu. Derste olsun, bahçede olsun öğrencilerin yeni ilgi odağı Selim’di. Öğretmen tahtaya kaldırmış, bazı sorular sormuştu. Selim’in bilemediği soruların hepsini, Oğuz biliyordu. Okulda öğle yemeğinde bütün öğrencilerin ufacık paketlerine baktığınızda toplam şu dört çeşit yiyeceği görüyordunuz: Peynir, zeytin, yumurta, helva. Bugün öğle yemeğinde de hep bunlar vardı. Ama o da ne? Bir hizmetçi kız gelmiş. Kız önce Selim’in oturacağı yerin altına bir bez sarmış ona hitmet etmiş Her gün gürültü ve iştahla zeytinlerini yahut helvalarını yiyen çocuklara acı bir sessizlik çökmüştü… Bütün çocuklar iki dakikanın içinde yemeklerini bitirip sessizce dışarıya çıktılar. Fatin’in elinde bulunan top, Oğuz kapmaya çalıştığı için birden fırlayıp, su birikintisine düşerek oradan geçmekte olan Selim’in üzerine çamurlu suları sıçratmış, güzelim elbiseleri çamur deryası olmuştu. Ertesi Sabah Oğuz, türkü söyleye söyleye okula geliyordu. Birden, hizmetçi kız ile birlikte gelen Selim’i gördü. Üzerindeki elbise dünkünden de şıktı….Derslerde Selim hiçbir şey bilemiyordu. Öğretmen arkadaşlarına sormasını istiyordu. Mecburen Oğuz’a sordu. Oğuz ise ona yanlış cevap Öğreterek, bir bakıma intikam aldı. Öğretmen bu duruma çok kızdığını, Oğuz’a bakışlarıyla belli etti. Günler geçip gidiyordu. Selim’in annesi sık sık okula gelip çocuğunun durumunu soruyordu. Çelişkiye bakın ki, çocuğunu sormayan velilerin çocuklarının durumu iyi, çok ilgilenenin çocuğunun dersleri ise kötü idi. Nezihe Hanım, Selim’in durumunu annesine anlattı ve çok çalışması gerektiğini söyledi. Bir gün Cumhuriyet Bayramı gezisi için Taksim Meydanı’na gideceklerdi. Öğretmen tembihlediği için, herkes cicili bicili gelmişti. Bir tek Oğuz aynı. Öğretmen, aldı elini yüzünü yıkadı. Elbiselerini fırçaladı, sağını solunu düzeltti. Oğuz rahatsız olmuştu ama biraz da adama benzemiştİ. Tramvaya binip Taksim’e geldiler. Hayranlıkla Atatürk ve yanındakilere bakıyor, birbirlerine “Bak Atatürk, bak yanındaki İsmet Paşa, bak Fevzi Paşa!” diye gösteriyorlardı. Birdenbire herkes durdu; çünkü Oğuz heykelin üstüne tırmanmış ve marş söylüyordu. Marş bitince, öğrenciler, öğretmen, bütün halk Oğuz’u alkışladılar. Nezihe Öğretmen çok duygulanmış ve çok gururlanmıştı…. Havalar bozmuş, mevsim kışa dönmüştü. Oğuz yine aynı tabanı delik ayakkabılar, sağı solu yırtık pantolon ve ceketle okula gelip gidiyordu. Bir gün öğretmen onları Sultanahmet’e müzeye götüreceğini, ancak bedava tramvay olmadığı için yürüyerek gidip geleceklerini söyledi. Selim’in annesi bunu duyunca, gelip Nezihe öğretmenle konuşmaya çalıştı. Nezihe Öğretmen: “Sizin Selim, bizim Selim yok… Biz burada çocukları sadece okutmuyoruz… İnsan yapıyoruz. Okul bir insan fabrıkastdır. Oranın mühendislerine biraz da güvenmelisiniz.” Selim’in annesine, girmekten başka bir yol kalmamıştı, Son bir kez dönüp, “Selim’in babası tramvay paralarını ödemek istiyor.” dedi. Öğretmen “Öğrencilere sorayım.” deyip, sordu. Hep bir ağızdan “Yürüyeceğiz !” dediler. Müzeyi ilgi ile gezdiler. Her eser için öğretmenlerinden ayrı ayrı bilgi aldılar… Sene ortasında karneler dağıtılmış, öğretmen Oğuz’a Türkçe dersinden orta not vermişti. Oğuz buna çok içerledi… Ders yılı sonu yaklaştıkça müsamere hazırlığına başladılar. Öğrenciler, velilere gösteri yapacaklardı… Ve o gün gelip çattı. Oğuz’un annesi ve babası da en önde seyredenler arasındaydılar. Çok güzel oyunlar oynandı. Gecenin yıldızı Oğuz’du. Nezihe Hanım da oyunun sonunda velilere bir konuşma yaptı. Herkes Çok memnun kalmıştı. Günlerdir Selim okula gelmiyordu. Sebebi anlaşıldı, babası ölmüştü. Çocuk öğrenmesin diye onu başka yere göndermişlerdi. Nihayet günler sonra gelebildi. Bütün çocuklar Selim’in acısını ve üzüntüsünü hafifletmek için ellerinden geleni yaptılar. Hele O-ğuz, Selim’in en iyi arkadaşı oldu. Artık hiçbir şeyleri kalmadığı İçin fakirleşen Selim’i hizmetçi kız getiremediği için, Oğuz her gün evinden alıyor, birlikte okula geliyorlardı. Oğuz’da da bayağı değişmeler başlamıştı. Artık, üstüne ba-Şina özen gösteriyordu. Bu arada, her gün Selim’e ders çalıştırıyordu. Selim’in annesi bu durumdan çok hoşnuttu. Selim’e saygıyla karışık bir sevgi besliyordu. Oğuz’un bu yardımları boşa gitmemiş, Selim derslerinde epeyce ilerlemişti. Sene sonunda sınıflarını geçtiler. Karneler dağıtıldığında öğretmenleri çok güzel bir konuşma yaptı ve sınıf birincisini de açıkladı; 87 Oğuz… Sevinç içinde önce Selim’in evine, sonra da Oğuz’un evine koştular, herkes çok sevinmişti… Kitabın Yorumu:Okuldaki arkadaşlarımızı sevmeli ayrım yapmamalı , yardımlaşmalı,kimseye kötü şeyler yapmamalı,öğretmenlerimizin sözünü dinlemeliyiz
-
Ahırdaki Hayalet-Çocuk Romanı
Ahırdaki Hayalet Yazar: Thomas Brezina SAY YAYINLARI Hayaletin amacı ne? Daffi, Shetland tayı Fitfti'nin yanında, ahırda uyuyor. Geceyarısı bir hayalet geliyor. Daffi bütün cesaretini toplayıp onu izliyor. Bu sırada inanılmaz bir süprizle karşılaşıyor... Dil : Türkçe Yayın Yılı : 2000 Sayfa Sayısı : 120
-
jön anı defteri
Bu gece düğünde skoru mikrofonla söylediler ,haberim oldu.. Düğün sahibi akrabamız beşiktaşlı siz düşünün o düğünü ehh düğün hatırına tebrik ettik .. Sıra bize gelecek
-
Öğretmenlere şiirler
Selâhattin Öğretmen Kınık köyünün büyük beyaz okuluna, Pencerelerden bir baktım, Selâhattin öğretmenin sesi geliyordu. Öğrenciler taş kesilmiş dinliyordu. Neler diyordu, o duvarlar biliyordu. Kımıldamadan öyle kaldım, Okula güneş vuruyordu. O, karşımda dinlendiren aydınlık Gönlüme vuruyordu bir parçası. Düşüncemi tuttum, açıklara saldım. Bir at koşar gibi çayırlarda Selâhattin öğretmen konuşuyordu. Köyün kara toprak evleri, İlerde her şeyden habersiz Kendi hayatını yaşıyordu. Talip APAYDIN **** Köy Öğretmenleri Yurdumuz uçsuz bucaksız Gökte yıldız kadar köylerimiz var Ama uzak ama harap ama garipsi Alın benim gönlümden de o kadar Uçsuz bucaksız köylerimizde kuşlar gibi Her sabah çocuklar size uçar Ama küçük, ama büyüyen, ama güleç Alın benim gönlümden de o kadar Siz kara göklerin yıldızları Işıtın yurdumuzu sabaha kadar Ama düşe kalka, ama yiğit, ama umutlu Alın benim gönlümden de o kadar... CAHİT KÜLEBİ **** Öğretmenim Yolsuz köye gittin yaya Gönül verdin cagdasliga Karanligi del dedinya Delecegim ögretmenim Olur ettin olunmazi Deldin kaleminle tasi Bil dedinya bilinmezi Bilecegim ögretmenim Karanligi yirta yirta Cikacagiz aydinliga Isik ol da ak dedinya Akacagim ögretmenim Kin gütmedin yüreginde Hos gördün hep densizi de Her bir cani sev dedinya Sevecegim ögretmenim Sor dedinya sen her seyi Gör dedinya gercekleri Yik dedinya hurafeyi Yikacagim ögretmenim Kuru ekmek zeytin yedin Karda kista sürgün gittin Bildiginden hic dönmedin Ne büyüksün ögretmenim Süleyman APAYDIN **** Öğretmenime Sözlerin ışık bize, Örneksin hepimize. Saygı, teşekkür size... Sevgili öğretmenim. Sen bahçıvan, biz gülüz. Çiçek açar büyürüz, Aydınlığa yürürüz, Sevgili öğretmenim. İyiliğe el sensin, Güzelliğe dil sensin, Doğruyu öğretensin, Sevgili öğretmenim. Yolun sevgiden yana, İçeriz kana kana, Saygımız sonsuz sana, Sevgili öğretmenim. Rıfkı KAYMAZ **** Yirmi Dokuz Kere Kırk Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum demiş ulu bir kişi sen bana sen yirmi dokuz harf öğrettin öğretmenim. Köleliğe karşı olsan da sen ben olurum seve seve yirmi dokuz kere kırk yıl senin kölen! Fevzi GÜNENÇ **** Sevgili Öğretmenim Geçen yıl bilmiyordum. Ne okuma ne yazma. Sönmez ışıklar tutan, Siz oldunuz yoluma. Bir yıl içinde bana, Çok bilgiler verdiniz. Anne sevgisi gibi içimdedir sevginiz. Vefa ÇAĞAN **** Öğretmenim Kalbimdesin Hayatımın tadı tuzu Işığı ve kılavuzu Ayrıcalıklı yerdesin Öğretmenim kalbimdesin Nice eşsiz güzellik Hep senin eserin Sen bütün gönüllerdesin Öğretmenim kalbimdesin Rüyamda bile varsın sen Ruhumda titrer nefesin Hem gönülde,hem dildesin Öğretmenim kalbimdesin Ozan Özeken
-
Suçlu Çocuk-Şiir
Suçlu Çocuk Sen volkanımdaki lav Patladıkça kustuğum Sen içimdeki damla Köpürdükçe yuttuğum Sen yarınlara mimar Betonlarla avuttuğum Sen aynadaki ben Sırsız camda unuttuğum Yanılgımın kuyusundan Başkaldırıyor gözlerin Gözlerin zehir zemberek Rengini taşıyor gerçeğin Sen düne tutsak çocuğum Bugün kelepçeliyse ellerin Sen değilsin Sana bugünü doğuran ben suçluyum Ayşe TEKİN
-
Ziller Çalacak-Şiir
Ziller Çalacak Zil çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir Zil çalacak, ziller çalacak benim için, Duyacağım evlerden, kırlardan, denizlerden; Ta içimden birisi gidecek uça ese... Ama ben, ben artık gidemeyeceğim. Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir Zil çalacak, ziller çalacak benim için, Duyacağım iskelelerden, istasyonlardan bütün; Ta içimden birisi koşacak ardınızdan.... Ama ben, ben artık gelemeyeceğim. Sonra bir gün bir zil çalacak yine Hiç kimseler kimsecikler duymayacak, Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz... Ta içimden birisi kalacak oralarda Ben gideceğim. Zeki Ömer DEFNE
-
Öğretmenlere şiirler
Öğretmen Dosttur o çalışanla, dosttur o yarışanla Yarınlara el ele beraber koşanlarla, Mutludur o, simsiyah saçları olmuşsa ak, Dünden daha güçlüdür uyanırken her sabah. Doğruya, güzelliğe, odur yolu gösteren Odur hep geleceğe güvenle gülümseyen. Bir ana, bir babadır çocuklara sunulan. Odur eli öpülen, odur fedakâr insan. Sarsılmaz bir inançla görevini sevmekte, Ömrünü adamıştır milletine hizmette. Ruhlara şekil veren, kafaları besleyen Uygarlığa yürürken en öndedir öğretmen. Nevin EMGEN **** Öğretmenim Ben bir gülüm, sen bahçıvan; Çok açarsam eser senin, Mis kokarsam hüner senin Ama bir de soldurursan Günah senin, günah senin öğretmenim... Ben elmasım, sarraf sensin Pırlantaysam, emek senin Parlıyorsam yaldız senin Ama bir de parçalarsan Kırık senin, kırık senin öğretmenim... Ben boş defter, kalem sensin; Doğru yazsan yarın senin, Güzel yazsan ikbal senin Ama bir de karalarsan Vicdan senin, vicdan senin öğretmenim... Ben öğrenci, sen öğretmen; Başarırsam hüner senin, Kazanırsam zafer senin Ama birde kaybedersem Yok diyecek başka sözüm; Yorum senin, yorum senin öğretmenim... Hatice Kültür adlı öğrencinin 1990 yılı öğretmenler gününde yazdığı, vicdan meselesi olan öğretmenlik mesleğini icra eden öğretmenin vicdanına seslenen şiir... **** Öğretmen Olmak İstiyorum Ben öğretmen olmak istiyorum. Ben, şairimin mısralarında dil, Genç kızımın gergefinde nakış nakış gül, Aşığımın sazında tel, Öpülesi bir el olmak istiyorum: Ben, öğretmen olmak istiyorum... Ben, çaresizliğin filizlendiği yerde ümit, Korkunun mayalandığı yerde yürek, Güçsüzlüğün güçlendiği yerde bilek olmak istiyorum; Ben, öğretmen olmak istiyorum... Şu öksüz yavruya sımsıcak kucak, Şu yetim çocuğa yanan bir ocak, Çorak toprağa yağan yağmur, Azgın sulara bend, Mehmed?imin elinde çağlar açan kılıç, Doktorumun elinde derman saçan neşter Mimarımın,mühendisimin elinde pergel, cetvel, Ben ana ben baba, Ben Fatih, ben İbni Sina, Ben Mimar Sinan olmak istiyorum: Ben, öğretmen olmak istiyorum... Ben öğretmen olmak istiyorum... Vatan evladına Türklüğü öğretmek için, Ben öğretmen olmak istiyorum İstiklal marşını gururla söyletmek için, Ben, öğretmen olmak istiyorum Milletimi ?muasır medeniyet seviyesine? yükseltmek için... Ben,zehirli mantarların, Deve dikenlerinin , Ayrık otlarının boy attığı verimsiz bir toprak değil, Ben; Kırlarında elvan elvan çiçeklerin açtığı, Dağlarında hür kuşların uçtuğu, Pınarından susayanın içtiği, Yollarından yiğitlerin geçtiği, Çiftçisinin başak başak kardeşliği biçtiği Bir vatan olmak istiyorum: Ben öğretmen olmak istiyorum... Ben öğretmen olmasam diyorum... O zaman kim öğretir güzel Türkçe?mi Henüz anne diyen dillere, Kim öğretir insanlığı,duyguyu genç nesillere, Kim öğretir büyüğünü saymayı, Küçüğünü şefkat ile sevmeyi? Ben öğretmen olmasam diyorum... O zaman şu körpe fidan Nasıl öğrenecek sert rüzgarlara göğüs germeyi, Nasıl öğrenecek , çiçek açıp meyve vermeyi? Şu gelinlik kızım , Şu bıyıkları yeni terleyen delikanlım Kimden öğrenecek insan gibi sevilmeyi, sevmeyi; Vatan için,millet için ,bayrak için Göz kırpmadan ölmeyi? Ben öğretmen olmalıyım diyorum; Çünkü vatanımı severim, Çünkü bilirim vatan için ölmesini... Alnımda şeref tacıdır Tarihim,Cumhuriyetim,Türklüğüm... Ben öğretmen olmalıyım diyorum; Çünkü heyecan veriyor bana Şu çeşme, şu kervansaray, şu cami, şu türbe; Şu davul, şu zurna, Şu halay, şu horon, şu bar, şu zeybek... Bana heyecan veriyor Anamın yazmasındaki oya, söylediği ninni , ağıt. Tat alıyorum ekmeğimden, aşımdan Gurur veriyor bana milli kültürüm... Ben öğretmen olmalıyım diyorum; Çünkü biliyorum affetmesini, Biliyorum asil duygularla insanları sevmesini... Ben öğretmen olmalıyım diyorum; Çünkü inkar etmiyorum tarihimi Hor görmüyorum geçmişimi, Atalarım önümde en büyük rehber diyorum. Çünkü ben özenmiyorum İnsana , insanlığa saygı duymayan hiçbir fikre, Çünkü ben bel bağlamadım Örfüme, adetime, dinime ters düşen çirkinliklere... Sen öğretmen olmalısın kardeşim; Sen namussun, vicdansın, adaletsin... Sen müsbet ilimsin kardeşim Sen irfansın, inançsın geleceğimi aydınlatan... Sen, buram buram tüten vatan sevgisi, Sen, burcu burcu kokan Türklük duygususun. Sen öğretmen olmalısın kardeşim, Sen öğretmen olmalısın... Biz öğretmen olmalıyız kardeşlerim; Biz görmeyenlere göz, Duymayanlara kulak, Yürüyemeyenlere ayak olmalıyız... Biz öğretmen olmalıyız kardeşlerim kızıyla, erkeğiyle Layık olabilmek için ?Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır? diyen Ulu önder Atatürk?e... Biz şairlerimizin mısralarında dil, Genç kızlarımızın gergeflerinde nakış nakış gül, Aşıklarımızın sazlarında tel, Öpülesi bir el olmalıyız : Biz öğretmen olmalıyız. M. Nejat SEFERCİOĞLU **** Ne Çoktular Ve Ne Kadar Çocuktular Hiç göze gelmediler Gözdesi de olmadılar kimsenin Kimse farkına varmadı yalansız gözlerinin Göz oldu mu yüreklerinin Hiç anlamadılar Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular Çözülemedi bakışlarındaki tarifsiz sevdalar Kim dedi sevgimi Büyüyünceye kadar cevapsızdılar Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular Sarıydılar yada soluk benizli Çoğunlukla karaya yakın bir esmer Ve onlar genellikle burunlarını hiç silmezler Derin iç çekişleri bundandır Dünyanın kahrından değil Çünkü umurlarında değil Onların farkında olmayanlar Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular Onlar çok ve çocuklar Büyüyecek adam olacaklar Önceleri öğretmen,ebe Sonra doktor olmak isteyecekler Bildiklerinden değil En yakınlarında onları gördüler, Hep onlar olmak istediler Çalınmış geleceklerinden habersiz Yarım yamalak düşlerde eridiler Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular O güzelim yürekleri Delikanlılık edebiyatıyla körelttiler Okumanın erdeminden İnsan gibi yaşamanın bilimden geçtiğinden Haberleri olsun istemediler Ne kadar parlarsa parlasın Hep suskun kaldı o gözler Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular Ahmed Ariften bu yana Yolunu gözleyenlerin adı değişti Hepsi o kadar Kuşpalazı,boğmaca,karaçiçek,sıtma Belki azaldı ama Yeni nedenleriyle yürek enfaktı Kanser filan hala kapıda Çaresizlik dağlar aşırmakta Yer yurt terk edildi Gurbet artık sıla Çalansa bildik değil başka bir hava Kırıldılar farkında olmasanız da Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular Onlar çok ve çocuklar Gözlerinden dillerine dökülürse Bir gün sorular Sürdürebilecek miyiz aynı yalanı Yoksa yine susturacak mıyız onları Küçüldü dünya Çoğu gitti azı kaldı Geçici demişlerdi körlüğümüze Biraz fazla uzadı Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular Onlar çok ve çocuklar Sesiz de kalsalar bizi bağışlamayacaklar Mazeretlerimize inanmayacaklar Yaşamımızda görünmedikleri her karenin Hesabını soracaklar Hazırlıklı olmak gerek Çünkü onlar şimdilik Çok ve çocuklar Tayfun TALİPOĞLU
-
Öğretmenlere şiirler
Biricik Öğretmenim Öpmek istiyorum hep o şefkatli elleri. Yerimde sayıyordum alıp geçtin ileri. Bana hep sen öğrettin o güzel bilgileri. Benim bilgi kaynağım, sevgili öğretmenim. Hep okulda geçirsem günleri, geceleri, Daha erken öğrensem harfleri, heceleri. Sende saklı bulunan o güzel bilgileri, Ben de almak isterim biricik öğretmenim. İstemez oldum artık vefasız geceleri. Hep sınıfımda olsam, okusam heceleri. Atamın önerdiği olmam istenen yeri, Bana sen hazırladın biricik öğretmenim. Hakkı ÇEBİ **** Ben Bir Öğretmenim Ben bir öğretmenim Okulların birinde Duymayı, düşünmeyi öğretirim. Derslerimde... Bir söz yağmurudur, ders dediğin de, İnsan göklerinden, rahmet yerine, Kitaplar dolusu yağar da yağar... Benim çocuklarım bu bahçelerde, Bu yağmur altında ıslanmadalar. Bir yağmur sonrası gelin seyredin, Her taraf tepeden tırnağa bahar... Bulutsuz masmavi dünyalarına, Sevginin, sevincin güneşi doğar. Böyle çocuklarla dolar her yanım, Çocuklar kardeşim, Çocuklar arkadaşım, Canım? Onlarda toplanmıştır Geçip giden zamanım, Bir parıltı görsem gözlerinde, Bilgiden, anlayıştan yana, Bir hal olur bana... Zannedersiniz ki, Dünyalar benim? Çocuklar, kitaplar, yazı tahtası Enine boyuna bütün zamanlar, Dört duvar arası bir dershanede, Her dinden her dilden gelmiş insanlar. Bizimle konuşur hayal ederler, Bağlanırız kalırız kendilerine. Hikaye anlatır, şiir söylerler, Mutluluk üstüne, ümit üstüne? M.Gündüz GÖKTÜRK **** Çocuklarım Yoklama defterlerinden öğrendim sizi , Benim haylaz çocuklarım ! Sınıfın en devamsızını Bir sinema dönüşü tanıdım ; Koltuğunda satılmamış gazeteler? Dumanlı bir salonda Kendime göre karşılarken akşamı , Nane şekeri uzattı en tembeliniz? Götürmek istedi küfesinde Elimdeki ıspanak demetini En dalgını sınıfın ! İsterken adam olmanızı Çoğunuz semtine uğramaz oldu mektebin Palto , ayakkabı yüzünden . Kiminiz limon satar Balıkpazarında Kiminiz tahtakalede çaycılık eder ; Biz inceleye duralım aç tavuk hesabı , Tereyağındaki vitamini Ve kalorisini taze yumurtanın ! Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta , Çevresini ölçtük dünyanın , Hesapladık yıldızların uzaklığını Orta Asya?dan konuştuk laf kıtlığında . Neler düşünmedik beraberce Burnumuzun dibindekini görmeden Bulutlara mı karışmadık . ? Hazan rüzgarı?nda dökülmüş ? hasta yapraklar??a mı üzülmedik . Serçelere mi acımadık , kış günlerinde Kendimizi unutarak ! RIFAT ILGAZ **** Dünyanın Bütün Çiçeklerini Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Bütün çiçekleri getirin buraya, Öğrencilerimi getirin, getirin buraya, Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer Bütün köy çocuklarını getirin buraya, Son bir ders vereceğim onlara, Son şarkımı söyleyeceğim, Getirin, getirin? ve sonra öleceğim. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum. Kaderleri bana benzeyen, Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları, Geniş ovalarda kaybolur kokuları? Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri, Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni, Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Ben bir köy öğretmeniyim, bahçıvanım, Ben bir bahçe suluyorum gönlümde, Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden Ne güller fışkırır çilelerinde, Kandır, hayattır, emektir benim güllerim Korkmadım, korkmuyorum ölümden, Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum En güzellerini saymadım çiçeklerin, Çocukları, öğrencilerimi istiyorum Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini, Köy okullarında açan, gizli ve sessiz, O bakımsız ama kokusu eşsiz çiçek. Kimse bilmeyecek seni, beni kimse bilmeyecek Seni, beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Okulun duvarı çöktü altında kaldım, Ama ben dünya üstündeyim, toprakta. Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta, Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım. Yurdumun çiçeklenmesi için, daima yaşadım, Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir. Şimdi ustum, örtün beni, yatırın buraya, Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini, Bacımın suladığı fesleğenleri, Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini, Avluların pembe entarili hatmisini, Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın, Aman Isparta güllerini de unutmayın, Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Baharda Polatlı kırlarında açan, Güz geldi mi Kop dağına göçen, Yürükler yaylasında, Toroslarda eğleşen, Muş ovasından, Ağrı eteğinden, Gücenmesin, bütün yurt bahçelerinden Çiçek getirin, örtün beni, Eğin türkülerinin içine gömün beni. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Ben mezarsız yaşamayı diliyorum, Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum, Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın, Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın, Beni bilse bilse çiçekler bilir dostlarım, Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim, Çiçeklerde açar benim gizli arzularım. Ceyhun Atuf KANSU **** Köy Öğretmeni Ben bir köy öğretmeniyim, Alnımda ışık, Gözlerimde nur... Alıp götürmeyin beni şehirlere, Götürmeyin ne olur. Bir köy öğretmeniyim, Katıksız duygular içinde yaşarım. Çıplak ayaklar basar yüreğime, Onları tutar, okşarım. Bir köy öğretmeniyim, Çaresizlik ekmeğim, keder gözyaşım, Umut ve sevgiyim çarpan kalplerde, Dağlardan daha çok yücedir başım. Ben bir köy öğretmeniyim, Evlerde motif, dillerde destan Gölgesi düşer ay-yıldızın üstümüze, Ve gönüllerde büyür vatan. Göktürk Mehmet UYTUN **** Meçhul Öğretmen Selam olsun, Karanlığın ve cehlin güneşlerine Selam olsun, Erdemin ve bilginin eşlerine Onlar ki Kişiliğe hürlük bağışlayan. Onlar ki. Karşılıksız alkışlayan. Alınlarında bilgiden meşaleler, Karanlığın gözbebeğine yürürler Gönüllerde mükâfaat alanlar, Azmin ve iradenin timsali onlar. Çıktılar yola, yolları belli Hedef güllük gülüstanlık değil; Yollar, sarp kayalıklar, Yollar dikenli Gönüllerinde bilginin çağlayan seli, Izdıraplarla sarhoş olur Odur karşılıksız seven, Adı, değilmi ki Meçhul Öğretmen. Selam olsun, Karanlığın ve cehlin güneşlerine Selam olsun, Erdemin ve bilginin eşlerine. Onlar ki Kişiliğe hürlük bağışlayan Onlar ki Karşılıksız alkışlayan. İhsan KURT
-
Başöğretmen-Şiir
Başöğretmen Atatürk benim, Başöğretmenim, Ne öğrendimse, Ondan öğrendim. Yenilikleri, Hep o düşünmüş, Milleti için, Ağlamış, gülmüş. Çocuk kalbimle, İlk onu sevdim, Atatürk benim, Başöğretmenimdir. Tarık ORHAN
-
Edgar Degas (1834-1917)
Edgar Degas (1834 1917) Asıl adı Edgar Degas olan Degas 19 haziran 1834 te Paris te doğdu. Zengin bir ailenin oğluydu. İlkin hukuk öğrenimine başladıysa da 1855 yılında Güzel Sanatlar Okuluna girdi. İlk yıllarında klasik resmin bir savunucusu olan lngres in bir hayranıydı. 1856 yılında İtalya ya yaptığı bir yolculuk onun klasik sanata olan hayranlığını bütün bütüne artırdı. Zaten hayatı hemen hemen Louvre da, eski ustaların resimlerini kopya etmekle geçtiği için iyi bir klasik sanat eğitimi almış sayılırdı. Bu yüzden ilkin, resimlerine konu olarak hep tarih olaylarını almıştır. Nedir bu tablolarda dikkati çeken şey. Degas nın güçlü bir gözlemci oluşu idi. 1862 yılında gözlemciliği, onu, at yarışlarını izlemeye ve at resmi yapmaya da iteler. Centilmenler Koşusu tablosu bunun bir örneğidir. Bir ara 1862 yılında tanıdığı ve büyük bir dostluk kurduğu Manet nin de at yarışı resmi yapmasına destek olur. Ama Degas 1869 yılında çamaşırcı kadınların resmini yapmaya başlar. 1870 Savaşından sonra ise kardeşi René yi görmek için Amerika ya Nouvelle Orléans a gider. Pamuk Ticaretevi tablosunu orada yapmıştır. Paris e döndüğü vakit kişiliği artık iyiden iyiye ortaya çıkmıştır. Artık devlet sergisine resim göndermeyi düşünmez ve izlenimcilerin sergilerinde resim sergilemekle yetinir. Ama o izlenimciliğe bel bağlamış bir sanatçı da değildir. Degas 1872 yılından sonra portre yapmaya da ayrı bir önem verir. Tabloları kimi zaman Germamne Bazin in deyimiyle gerçekçi roman resimleri havasını da taşıdığı olur: Somurtma (1872 1873), Vikont Lepic ve Kızları (1873 1874). Nedir, Degas nın gözde konuları dansözlerdir. 1868 yılından başlayarak opera sanatçıları ile yakından ilişki kuran Degas daha 1868 de Matmazel Fiocre, Kaynak Balesinde adında bir tablo yapacaktır. 1872 den sonra bu konudaki tabloları daha da çoğalır: Peletier Sokağındaki Opera nın Dans Fuayesinde (1872), Dans Dersi (1874), Sahnede bir Bale Provası (1874 e doğru), Buketiyle Selam Veren Dansöz (1877), Dinlenen Dansöz (1879), Şeytan Robert Balesi (1872), Perde inerken (1880). Degas bu arada, 1870 yılından önce el attığı atları ve jokeyleri unutmuşa benzemez. Güçlü uyumlara varabilmek için de, hem bunları, hem de dansözleri pastelle resmeder. 1885 yılına doğru sadeleşir ve öykü yönünü yitirir. Artık hep dansöz ve nü yapmaya başlar. 1886 yılı izlenimciler sergisinde bir dizi yıkanan, kurulanan, saçlarını tarayan çıplak kadın resmi sergiler. 1884 yılında gözleri, bozulmaya başlar. Son yıllarında pastelle, heykelle resim yapmasının nedenini buna bağlayanlar varsa da bu, doğru değildir. Ölümü 26 eylül 1917 de Paris tedir. Fransız Resminde İzlenimcilik, Salâh Birsel, Dost Yayınları
-
Willem de Kooning (1904- 1997)
Willem de Kooning (1904- 1997) Bir şarap tüccarıyla bir bar kadınının oğlu olarak Rotterdam da doğdu. Çocuk beş yaşındayken annesiyle babası boşandılar ve Willem annesinin yanında büyüdü. 1916 da bir reklam ve dekorasyon şirketine çırak olarak girdi. Arkasından 1evha boyamak ve mağaza vitrinlerine dekor yapmakla geçimini sağladı. Bu işleri yanısıra Rotterdam Güzel Sanatlar Akademisinde akşam kurslarına 1924 e kadar devam etti. 1926: Göç Etmesi Hollanda da ressamlıkla hayatını kazanamayacağını anlayınca, De Kooning 1926 da bir gemiye saklanarak ABD ye gitti. New York a yerleşerek bir ayakkabı mağaza zincirinde badanacı ve vitrin dekoratörü olarak çalıştı. 20 li yılların sonuna doğru tanıştığı avantgard sanatçı Arshile Gorky ile çok iyi bir arkadaşlık kurdu. 1935 den sonra De Kooning tamamen resme yoğunlaşarak ABD hükümetinin finanse ettiği bir federal sanat projesine katıldı. Ne var ki Amerikan uyruklu olmadığından, bu projeden birkaç ay sonra çekilmek zorunda kaldı. 1938-44: Erkek ve Kadın Tabloları 30 lu yılların sonunda gerçekleştirdiği bir dizi erkek resminde sadece işçileri canlandırdı. Bu karamsar tablolara iktisadi buhran damgasını vurmuştu. 1938 yılında tanıştığı sanat eleştirmeni Elaine Fried ile beş yıl sonra evlendi. Karısı 1940 tan sonra sayısız kadın tablosuna modellik yaptı. Kadın bedeninin kimi bölümleri silinmiş olup, kimi uzuvları yer değiştirmiştir. Zaman geçtikçe resimleri daha ekspresif ve soyut bir hal aldılar. Böylelikle Pink Lady de (Pembe Hanım) (1944) dinamik, jestik bir resim tarzı kullanarak parlak renk lekelerine ve deformasyonlara yer verdi. 1948/49 Siyah/Beyaz Resimler De Kooning 40 lı yılların sonunda kimi resimlerinde biçimi tümüyle, ritmik, renkli bir desene bağımlı kıldı. Tabloları sadece siyah ve beyazdı. Bu yapıtları ABD de yayılmakta olan soyut ekspresyonizm (sponton bir çalışma süreci içinde rengin kendi değerinin vurgulanması) akımına yakın olmakla beraber parmak, bina, şapka ya da fallus gibi nesnel öğeler ayırt edile bilmekte. De Kooning ayrıca harfleri, kimi zaman rasgele, kimi zaman sözcükler oluşturmak üzere, entegre etti. (örn. Zo! ta olduğu gibi.) 5O li Yıllar: Kadın Manzaraları 1950 yılında ülkesini Venedik bienalinde temsil eden De Kooning, yapıtları arasında soyut ekspresyonizmin bir anahtar yapıtı sayılan Excavation (Kazı) (1950) adlı resmini de sergiledi. Bu tablosunda soyutlamayla manzara ve figürlerin çağrıştırılması dengeyi kurmak tadır. Sanatçı aynı yıl içinde bir dizi dışavurumcu, figüratif kadın resmi üzerinde çalışmaya koyuldu. Hareketli renkli bir düzlemden kadın gövdesinin önden görünüşlerini çıkarttı. Şeytansı ve saldırgan bir izlenim bırakan bu kadın figürleri (örn. Kadın 1950-52), seven evkadını ve anne klişesini yaraladıkları için, bir başkaldırı fırtınası estirdiler. DeKooning in kendisi bu yapıtlarına kadın manzaraları (womanscapı) gözüyle bakıyor ve resim tarzıyla yeniden nonfigüratif (soyut) stile yaklaşıyordu (örn.Manzara Olarak Kadın 1955). Bunun mantıklı sonucu olarak 50 li yılların ikinci yarısında sanatçı soyut peysaj resmine yöneldi. Long lsland de parlak renkli Abstract Urban Landscapes (1955-58) Abstract Parkway Landscapes (1957-61) ve Abstract Pastoral Landscapes (1960-63) resim dizilerini gerçekleştirdi. 1963: Long Island e Taşınması De Kooning 60 lı yılların ortasında Long Island e yerleşti. Konu olarak nü kadınlara döndü. Yağlıboyanın Bulunuş Nedeni Ettir diyordu. 1962 de ABD uyruğuna geçen De Kooning büyük boyutlu, ince kadınları, sert yüzeyi nedeniyle akıcı biçimlere olanak sağlayan parşömen kağıdı üzerine çizdi. Kullandığı yağlı boya, ayçiçeği yağı ve su karışımı da bunu kolaylaştırıyordu. 1989: Kısıt Altına Alınması Sanatçı 1973/74 yıllarında tümüyle heykeltraşlığa yoğunlaştıktan sonra, 1975 de birkaç ay içinde 20 tane büyük boyutlu deniz manzarası yaptı. 80 li yıllarda giderek renkli düzlemlerden uzaklaştı. Filigran (telk renk şeritleri parlak bir fon önünde görülmekte. 1986 da De Kooning de Alzheimer hastalığının ilk belirtileri görülmeye başladı. Bundan üç yıl sonra kızının başvurusu üzerine hacir altına alındı. Yüzyılın 100 Ressamı
-
Honoré Daumier (1808-1879)
Honoré Daumier (1808-1879) Ölümünün 100. yılında Çağının toplum ve politika yaşamına tanıklık eden Daumier, Özgün taşbaskılarıyla seçkinleşir. Kaya Özsezgin Suçhkov, "Gerçekçilik Tarihi nde sanatın oldum olası, insanlığın fırtınalı gelişmesi doğrultusundaki bütün değişimleri, bir barometre duyarlığıyla kaydettiğini belirtir. Rönesans kültürünün yaşam dolu, iyimser dünyası, kentsoylu toplumsal ilişkilerin ortaya çıkmasıyla birlikte tarihe karışmış ve edebiyat alanında olduğu gibi sanatta da yoğun toplumsal çelişkiler kendini göstermeye başlamıştır Suchkov a göre. Gerçekten de ondokuzuncu yüzyıla girerken Goya ile başlayan, oradan yüzyılın sonlarına doğru toplumsal değişimlerin ve devrim hareketlerinin belirlediği bir akım haline dönüş anlayışların temelinde, Rönesans hümanist ilkelerinin çöküşü vardır. Sanatçı, o zamana kadar dayandığı ilkelerin, sanayi devriminin ortaya çıkardığı değerlerle yer değiştirdiğini görmektedir artık. Özellikle Barbizon ressamlarının bir bölümü Courbet, Millet ve Daumier, geçen yüzyılın sonunda derece derece toplumsal ilişkilerden kaynaklanan bir anlayışı yaygınlaştıracaklar, bu alanda yeni bireşimlerin temelini atacaklardır. Daumier, bu sanatçı grubu içinde anlatım olanaklarının değişikliği ve sanatla gülmece arasındaki geçişin duyarlı noktasını iyi saptamış olmasıyla kendine özgü bir yer tutar. Gene de öteden beri sanat tarihçileri, onun sanatını sınıflamada canıtez davranmamışlardır. Bunun nedeni, Daumier nin bir yandan romantik ve simgeci, öte yandan gerçekçi eğilimleri içermiş olması, ayrıca sanatla karikatür arasında belirsiz bir noktada durmuş olmasıdır. Ona, modern karikatürün babası diyerek gülmece çizgisinde öncü niteliği verenler bulunduğu gibi, eleştirici ve toplumcu gerçekçi akını içinde yer ayıranlar da var. Bu ikinciler, kuşkusuz onun sanatını karikatürden çok, bildiğimiz anlamda sanata daha yakın görüyorlar. Bunda da hakları yok değildir. Çünkü Daumier nin çağını alaya alan, politika cambazlarını kıyasıya eleştiren, resimleri, öncelikle görsel planda özgün bir çizgi karakteri gösterir. Daumier nin yapıtlarından Sanat Üzerine Yazılar da övgüyle söz eden Baudelaire, onun geleneksel anlamda portreler yapmadığını, belli bir tipi belirleyen çizgilerin tanımlayıcı bireşiminde, o tipi somutlaştırdığını belirtiyor. Bu çapta ve nitelikte, bir başka sanatçı yoktur Baudelaire e göre. O, karikatür kadar modern sanatın da içindedir. Honoré Daumier, 26 Şubat 1808 de Marsilya da Jean-Baptiste Daumier adlı bir camcı ustasının oğlu olarak dünyaya geldi. Yedi yaşına gelince, ailesiyle birlikte Paris e yerleşti. Orada önceleri bir mahkeme mübaşirinin ve çeşitli kitapçıların yanında ayak işlerinde çalıştı. Elinin, desen çizmeye yatkınlığı vardı. Bu nedenle, krallık müzesi yöneticisi Alexandre Lenoir ın yanında bir süre çalıştı. Lenoir sanatta, geleneklerden yana bir görüşe sahipti. Daumier ye David in üslubunu kabul ettirmeye kalkıştı. Fakat Daumier, daha çok antik sanata, Rubens ve Rembrandt m yapıtlarına yakınlık duyuyor, Louvre da bu sanatçıların tablolarını inceliyordu. Bir ara Boudin Akademisi ne girdi; orada halk ressamı Jeanron la birlikte çalıştı. Ertesi yıl Ricourt dergisinde ilk politik karikatürünü yayınladı. Bir yandan da Yunan heykelcilerinden ve büyük sanatçılardan kopyalar yapıyordu. Ama ekmeğini daha çok karikatürlerinden çıkarmak yanlısıydı. Ramelet adlı bir arkadaşından, o sıralar pek gözde olan taş baskı tekniğini öğrendi. Politik taşlamaların geniş bir yer aldığı Caricature dergisinde, aynı zamanda iyi bir taşbaskı sanatçısı olan Philippon un yanında çalışıyordu. Dergi, Louis-Philippe yönetimine karşı savaş açmıştı. Orada kralı obur bir adam olarak gösteren, Gargantua adlı deseni için, Louis-Philippe ile alay ettiği gerekçesiyle kovuşturma açıldı ve Daumier, Sainte-Pélagie de altı ay hapis yattı. Dergi de 1835 te kapatıldı. Bunun üzerine, Daumier, karikatürlerini bu kez Charivari de sürdürdü. O dönemde toplumsal savaşın organı olan bu dergi için Stendhal, kitlelerin seslerini duyurdukları bir yer deyimini kullanıyordu. Daumier nin orada çizdiği karikatürler arasında La Fayette in Batışı , Yasal Karın ve Transonain Sokağı gibi yapıtları ün kazandı. Bu yapıtlar, Daumier nin çizgi yeteneğini ortaya serecek düzeyde idi. Hacim anlayışına yol açan işlek bir çizgi, heykeltraş içgüdüsünün yol açtığı cisimleştirme eğilimi, onun çizgilerini karikatürden çok, resme yaklaştırmaktaydı. Sertlikten uzak grotesque bir zekânın ürünleriydi bu işler. Ne var ki Daumier nin cumhuriyetçi görüşleri, 1835 te çıkarılan sansür yasasıyla iyice baskı altına alınmıştı: 1860 67 yılları dışında, 36 yıl çalıştığı Charivari de, taşbaskı desenlerine oldukça geniş bir yer verdi. Aslında 1830 Devrimi, Fransa da genel bir karikatür tutkusu yaratmıştı. Baudelaire bu dönemi, karikatür sanatçıları için bir belle époque sayıyor haklı olarak. Krallık yönetimine karşı, sert bir saldırı görevini yüklenmişti karikatür. Transnonain Sokağı kırımını konu alan Daumier nin deseni, bu işlevi yerine getirdiği gibi, gerçekten büyük bir sanatçı olduğunu da kanıtlamıştı. Açıkça, bir karikatür değildi bu; seyrek rastlanan bir çizgi gücü taşıyordu. Belki de bir tarih ve -gene Baudelaire in deyimiyle- basit ve korkunç bir gerçeklik ti. Bunu iyice anlayabilmek için, Daumier nin sanatçı görüşüyle sağtöre görüşünü birbirinden ayırmak gerekiyordu. Büyük ustalar düzeyinde çizen bir sanatçıydı Daumier. Deseni basit, verimli, içten geldiği gibiydi ama, gene de zarif değildi. Sağtöre yönündense, doğal bir renklilik ağır basar. Tahta ve taş- baskı resimleridir bu renklilik izlenimini veren. Oysa, renkçi bir sanatçı değildir Daumier. Yaşamın büyük bir bölümünü desenler kaplar. Ancak son yıllarına doğru yağlıboya resme dönmüştür. 1848 Devrimi nde Louis Philippe düşünce, Daumier bu kez de Bonapartçı görüşe karşı çıkan karikatürler çizdi. Polemik ve yergi yapması yasaklandığı için, bir ara gazetelere hafif desenler çizmekle yetindi. Actualités ve Paris l Eté için çizdiği bu desenler genellikle suya sabuna dokunmaz cinstendir. Önemli bir bölümü daha önce Charivari de basılan taşbaskı resimlerinin sayısı dört bini bulur. Aralarında Banyo Yapanlar (1839), Olympe Tanrıları (1841), Adalet Adamları (1845- 1848), Kiracılar ve Ev- sahipleri (1848) gibi ünlü diziler vardır. Bağımsız desenleri ise Güncellikler ve İstenecek Olanların Tümü başlıkları altında toplanmıştır. Bu ve başka desenlerinde, genellikle düzenbazları ve kentsoylu kişileri kıyasıya, acımasızca eleştirir. Fakat bunu, şefkate yakın bir saflık, alçakgönüllü bir takılma havasına dönüştürmekten de geri kalmaz. 1848 Devrimi nden sonra bu tür desenlerini daha çok La République de çizdi. Şimdi Louvre da bulunan 1848 tarihli ilk yağlıboya tablosu Cumhuriyet , yeni yönetim tarafından düzenlenen bir yarışmaya aday gösterilmişti. Daumier nin yapıtlarında, Paris yaşamının güncel sahneleri, demiryolu ve sokak görünümleri, soytarılar, amatörler, avukatlar, sanatçılar, kentsoylular, iş adamları, çocuk ve kadınlar önemli bir yer tutar. 1840 da çizdiği Paris Tipleri ve 1845 48 yıllarını içeren Adalet Adamları dizileri, bu tür yapıtları arasında ön sırayı tutar. 1833 den başlayarak tahta üzerine bin kadar gravür oydu. Aynı yıllarda Ortanın Ortası diye bilinen ünlü politika adamlarından kırka yakınının kilden büstlerini yaptı. Sonradan bronza da dökülen bu büstleri, kimi yazarlar Rodin in yapıtlarıyla eş düzeyde tutarlar. Louvre da bulunan 1850 tarihli Ratopoil heykeli ve Göçmenler adlı kabartma, onun bu daldaki önemli yapıtlarıdır. Zaman zaman dinsel konuları denedi. Gene 1850 tarihini taşıyan ve şimdi Essen Müzesi nde yer alan Biz Barabbas ı İstiyoruz adlı yapıt bu türdedir. Cervantes in ünlü kahramanı Don Quijote üzerine çizdiği bir dizi desen, kimi kaynaklarda Daumier nin başyapıtı olarak gösterilir. Venturi bu nedenle, onu Goya dan sonra on- dokuzuncu yüzyılın en büyük illüstratörü olarak tanımlıyor. Daumier nin halktan kişileri kendi yaşam koşulları içinde gerçekçi bir üslupla gösterdiği yapıtları arasında, şimdi New York Metropolitan Müzesi nde yer alan Üçüncü Mevki Vagonu ile Lyon Müzesi ndeki Garda Bekleyiş , Peit Palais deki Satranç Oyuncuları tanınmıştır. Bir ara da Rubens in mirasçısı olarak Barok sanata döndü. Karşıt ışık - gölge değerlerini yaygın biçimde kullandığı bu tür resimlerinden " Kovalayan Nymphe ler (1848), Değirmenci, Oğlu ve Eşeği (1849) ön sırada gelir. Milliyet Sanat, 1979
-
Gustave Courbet (1819-1877)
Gustave Courbet (1819-1877) Kaya Özsezgin Ondokuzuncu yüzyılın ünlü sanatçılarından Gustave Courbet ye, batılı kaynaklar, resim sanatında gerçekçi akım (réalisme) ın başlıca temsilcisi gözüyle bakmakta birleşiyorlar. Gerçekçilik gibi, tanımı kadar sınırları da giderek belirsizleşen, çağın kültürel ve sanatsal oluşumlarına göre yeni anlamlar ve içerikler kazanan bir kavramın, Courbet nin sanatı ve kişiliği açısından taşıdığı değere geçmeden önce, yaşam öyküsünü özetlemek gerekecektir. Jean Désiré Gustave Courbet, hali vakti yerinde bir köylü ailesinin çocuğu olarak 1819 da Fransa nın Ornans kasabasında dünyaya geliyor. Sanata olan eğilimi erken yıllarda başlamasına karşın, babası onu Politeknik okuluna yazdırmak yanlısıdır. Küçük Courbet, resme ilişkin temel bilgilerini Besançon desen okulundaki eğitimi sırasında edinir. David e yakın bir klasik olan resim öğretmeni Antoine Flajoulot nun önerileri, o yıllarda romantiklerin etkisindeki Courbet yi pek ilgilendirmez. Victor Hugo nun görüşlerinden geniş ölçüde esinlendiği ilk dönem resimleri arasında, söz gelişi Odalık , gençlik yıllarının sanat anlayışını yansıtır. Onun, biraz da ilk gençlik yıllarının olağan dürtüsüyle romantik. ressamlara duyduğu yakınlığın, yeni görüşler ve heyecanlar doğrultusunda yön değiştirmesi için, 1840 ları beklemek gerekecektir. Bu tarihte hukuk öğrenimi için Paris e giden sanatçı, bütün uğraşını resim çevresinde genişletir; ilk olarak Steuben ve Père Lapin in atölyelerinde çalışmaya başlar. Öte yandan Acad Suisse te canlı modelden resimler ve Louvre Müzesi nde büyük ustalardan çeşitli kopyalar yapar; onların sanatındaki gizleri kavramaya çaba gösterir. Görsel değerlerinin zenginliği, renklerinin parlaklığı, canlılığıyla Véronese, Velasquez ve Zurbaran, onun ilk zamanlar dikkatini çeken sanatçılardır. Çağdaşlarının birçoğu gibi o da, yeni bir sanat anlayışının konularına kaynaklık yapmış olan Paris yakınındaki Fontainebleau ormanına sık sık uğramakta, oradan resimler derlemektedir. Bu arada çok sayıda portre yapar. 1847 de Hollanda ya yaptığı bir gezi sırasında, Rembrandt ve Hals, onu en çok etkileyen sanatçılardır. Gördüğünü tuvaline aktarmak isteyen ve başlangıcından beri çok farklı genre resimleri yapmaya kuvvetle yönelen Courbet nin konularındaki yöreselliğin arkasında, bu ve benzeri sanatçılardan edindiği görsel ayrıntıların elbette büyük payı vardır. 1844 te Kara Köpekli Portre adlı tablosu devlet sergisine kabul edilirse de, sonraki yıllar çeşitli sürtüşme ve karşı koymalarla geçer. Onun, romantik akıma kesin biçimde yan çizen ve gerçekçiliğe yönelen resmi Pipo İçen Adam , 1847 sergisine alınmaz. Ama Courbet bu ve benzeri olumsuzlukları kendi yararına değerlendirmekten, seçici kurulun kendi resmini anlamakta güçlük çektiğini öne sürmekten de geri kalmaz. Bu yılların ürünleri arasında Yaralı Adam (1844 - Louvre) 1845 Salonu nda sergilenen Mutlu Aşıklar (Lyon Müzesi), önemli bir yer tutar. Allegorik resimleri ve doğduğu bölge Franch Comte daki günlük yaşamı ve insanları konu alan tabloları, ayrıca kendinin ve yakınlarının çok sayıdaki portrelerini de, gerçekçiliğin ilk dönem ürünleri arasında sayabiliriz. Şimdi özel bir koleksiyonda yer alan Hamak (1845) ve Boston Müzesi ndeki Yatan Çıplak (1841) gibi kadın figürlerini işleyen resimler, genellikle romantik akımdan henüz bütünüyle kopmayan, Hugo nun, George Sand ın yazılarından, gerçekliğin şiirsel değişkenliğinden esinlenerek yapılan çalışmalardır. Sonraki yıllarda, özellikle 1856 tarihli Seine Kıyısında Kızlar (Paris - Petit Palais) ve 1858 tarihli Frankfurtlu Kadın (Köln Müzesi) gibi tablolarda, gerçekçiliğe dönüşün bu tür resimlere de yansımış olduğu görülecektir. Gerçekten de Courbet nin 1847 de bir dostunun çağrılısı olarak Hollanda ya yaptığı gezi sırasında, Rembrandt ın Gece Devriyesi ve Anatomi Dersi gibi ünlü tabloları karşısında içten sarsılarak etkilendiğini gösteren bir dönemi simgelemektedir bu resimler. Hollandalı ressamların gerçekçilik anlayışından edinilen izlenimler. Courbet nin özellikle iki tanınmış tablosunda, kişisel yaklaşımlara dönüşecek ve sanatçıya gerçek kimliğini kazandıracaktır. Bu tablolar, 1849 tarihli Ornans da Cenaze Töreni ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Dresden Müzesi nde hasara uğrayan Taş Kıranlar dır. 1850 Salonu nda bu resimler ilk kez sergilendiğinde, skandal olarak nitelenmiş ve sanatçının katılmak zorunda kaldığı bir tartışmaya yol açmışlardı. Hatta Delacroix gibi, hayranları arasında bulunanlar bile, mesleğini bayağılık in hizmetine verdiği gerekçesiyle, onu kınamaktan geri kalmamışlardı. Bununla birlikte Taş Kıranlar gibi, bir akıma tek başına öncülük yapan bir tablosuyla Courbet, güncel olağanlığı, tarihsel bir bütünlüğe ve evrenselliğe yükseltmiş oluyordu. 1848 devrim hareketinin ertesi yılında yapılmış olan bu kompozisyon için Courbet, şunları yazıyor bir yerde: Bir gezinti yapmak için Saint Denis şatosuna gidiyordum. Maisiere yakının da, yol üzerinde taş kıran iki adamı izlemek için durdum. Bundan daha kötü bir yoksulluk örneğine rastlamak zordur. Böylece bir an da aklıma bir tablo yapmak geldi. Evet, sanata bir halk gücü vermek gerekiyordu, Ve devam ediyor Courbet Sahne, güneş altında, bir yolun kenarında geçiyor. Adamlar, büyük bir dağın yeşil bayırının önün dedirler. Dağ, bütün tabloyu dolduruyor. Dağın üzerinde bulut gölgeleri var Yalnızca sağ köşede mavi bir gök parçası görülmektedir. Ben hiçbir şey kat etmedim, araba ile her gezintimde bu insanları gördüm. Fakat onları ne halde gördüm? Bu halde insan mahvolur. Bununla birlikte Taş Kıranlar gibi, bir akıma tek başına öncülük yapan bir tablosuyla Courbet, güncel olağanlığı, tarihsel bir bütünlüğe ve evrenselliğe yükseltmiş oluyordu. 1848 devrim hareketinin ertesi yılında yapılmış olan bu kompozisyon için Courbet, şunları yazıyor bir yerde: Bir gezinti yapmak için Saint Denis şatosuna gidiyordum. Maisiere yakının da, yol üzerinde taş kıran iki adamı izlemek için durdum. Bundan daha kötü bir yoksulluk örneğine rastlamak zordur. Böylece bir an da aklıma bir tablo yapmak geldi. Evet, sanata bir halk gücü vermek gerekiyordu, Ve devam ediyor Courbet Sahne, güneş altında, bir yolun kenarında geçiyor. Adamlar, büyük bir dağın yeşil bayırının önün dedirler. Dağ, bütün tabloyu dolduruyor. Dağın üzerinde bulut gölgeleri var Yalnızca sağ köşede mavi bir gök parçası görülmektedir. Ben hiçbir şey kat etmedim, araba ile her gezintimde bu insanları gördüm. Fakat onları ne halde gördüm? Bu halde insan mahvolur. Venturi, bu tabloda, her şeye karşın politik bir tez görmemekte haklıydı. Gerçekten de resimde insan sevgisine ilişkin duygu ağır basar. Onun çağdaşları, Courbet nin basit biçimde eşitsizliği tasvir ederken, istemeden toplumsal bir konuya sapmış olduğunu öne sürüyorlardı. Gene de Courbet nin özellikle köy konularını, halk yaşamını ve yöresel görünümleri konu alan resimlerinde, figürlere alışılmadık bir büyüklük ve saygınlık kazandırdığı, onurlu bir anıt verdiği söylenebilir. Bu gerçeği, daha sonraki resimlerinde, örneğin Flagey Köy Fuarından Dönüş (1850 - Besançon) ve Buğday Eleyen Kadınlar (1854 - Nantes)adlı tablolarında görmek mümkün. Ne var ki, bu ve benzeri konuları işleyen resimler ilk sergilendiklerinde, genel kanı, Courbet nin bir tür yavanlığa (prosaisme) yöneldiği yolundaydı. Çıplaklar ise, geleneksel sağtöre kurallarının dışında sayılıyordu. 1853 Salonu nu gezen İmparator, Courbet nin Banyo Yapanlar tablosu karşısında öfkeye kapılmış ve elindeki kırbaçla, resme birkaç kez vurmuştu. Fakat onların gerçekçilik kaygıları, kısa zamanda Courbet nin tablolarını, çağın en büyük sanat yapıtları arasına sokmakta gecikmedi 1855 yılında yaptığı ve o yılın sergisinde gösterdiği Atölye (Louvre) tablosu, Courbet adının geniş bir çevreye yayılmasına ortam hazırlamıştı. Bu resim, seçiciler kurulunca geri çevrilmişti. Courbet, serginin açıldığı salonun karşısında yaptırdığı bir barakada Atölye nin de yer aldığı kırk tablodan ve dört desenden oluşan ilk kişisel sergisini düzenler. Paris bu tür kişisel sergilere pek alışık değildir o sıralar. Bu sergi, aynı zamanda gerçekçiliğin duyurusu niteliğini taşıyan ve doğrudan doğruya Courbet ııin kaleme aldığı bir katalog yazısıyla sunulmuştur. Yaşayan Sanat adını taşıyan bu yazı diri sanat sloganı çevresinde gelişiyor ve gerçekçi anlayışın savunmasını üzerine alıyordu. Gerçekçilik kavramı, belli bir çevrenin ve özellikle geleneksel eğilimlerden bıkmış olan genç sanatçıların ilgisini toplamaktaydı. Courbet nin 1855 lerden sonra yaptığı resimler arasında Bağlı Geyik (Marsilya Müzesi), Karacanın Teslimi (Louvre) ve Etretat Yarı (Louvre) belirtilebilir. Artık genç ressamlar, gelenekçi yöntemlerden sıkılan öğrenciler, Courbet nin 1862 de açtığı özel atölyeye koşuyor, onun görüşlerinden ve sanatından yararlanmanın yollarını arıyorlardı. Özellikle Picot ve Couture gibi gelenekçi ressamların öğrencileri, kendilerine yeni bir yol gösterici olarak Courbet yi seçiyorlardı. Her genç sanatçının kendi yolunu kendisinin seçmesi gerektiğini öne süren Courbet, alışılmış ölçülerin dışına çıkıyor ve atölyesinde model olarak, at ve boğa gibi hayvanlar kullanıyordu. Hayvanların başında da bir köylüyü bekletiyordu. Ancak bu atölyenin ömrü birkaç aydan fazla olmadı. Fransa dışında başka ülkelere de zaman zaman geziler yapıyordu Courbet. 1865 ten sonra Normandiya kıyıları dikkatini çekti. Şimdi New York da özel bir koleksiyonda yer alan Martılı Genç Kızlar ı o yıl yaptı. 1864-70 arasında en güzel çıplak larını boyadı. 1867 de yüz kadar resmini kapsayan ikinci sergi, olumlu yankılar yarattı. 1870 savaşı, ününü genişlettiyse de, Commune yönetiminden sonra bu ün giderek azaldı. Üçüncü Cumhuriyet onu, ayaklananlarla işbirliği yaparak Napolyon heykelini taşıyan Vendome Sütunu nu yıkmakla suçladı. O, bu sütunun daha önce askeri müze olan İnvalides e taşınması yolunda hükümete bir öneride bulunmuştu. Bir ara Fransız hükümeti kendisine Ligion d Honneur nişanı vermek istediyse de, bunu geri çevirdi. Vendome olayından sonra mallarına el kondu ve sürgüne gönderildi. Sainte Pelagie de hapis yattığı sırada, şimdi Ornans Müzesi nde bulunan son otoportrelerinden birini ve natürmortlarını yaptı. 1873 de yurdundan uzaklaştı, İsviçre ye yerleşti. Dostluklarını kazandığı Baudelaire, Castagnary, Duranty, Vallés, özellikle de işçi ve aydın çevrelerinde görüşleriyle büyük etki yaratan Fransız toplumcu yazarı Proudhon (1809-1865) gibi düşünürler, sürekli olarak Courbet i desteklediler. Ünlü koleksiyoncu Alfred Bruyas la da yakın ilişki kurması son yıllarına rastlıyor. Bruyas, ilk kez 1856 Sergisinde gösterilen ve büyük tepki uyandıran Yıkanan Kadınlar adlı tablosunu satın almak yürekliliğini göstermişti. Ölümü, 1877 de İsviçre de Le Tour de Peilz dedir. Bugün, doğduğu yer olan Ornans da, Courbert nin adını taşıyan bir müze bulunmaktadır. Courbet nin gerçekçiliği, klasik gerçekçilik tanımının kapsamı içine alınabilecek nitelikler taşıyor. Doğayı ve günlük yaşamı, şiirle ve hayalle süslemeksizin, olduğu ve göründüğü gibi gösterme iddiası taşıyan bir anlayışın ürünüdür Courbet nin yapıtları. Onun bu anlayışı, yaşadığı çağın ve dönemin siyasal ve toplumsal gelişmelerinden etkilenmiştir. Fransa da 1830 daki halk ayaklanması ve Restorasyon döneminin geçerli sanat anlayışı olan sanat için sanat sloganı yeni bir dönemin başlangıcıdır. 1848 Devrimini hazırlayan uyaniş ve bilinçlenme eğilimleri, bu dönemin ürünüdür. Örneğin Decamps, 1839 da sanatın amacının, halka seslenmek, ondaki teli titretmek olduğunu yazmaktaydı. Sanatın, bir siyasal eğitim aracı olduğunu öne süren yazarlara bile rastlanıyordu o dönemde. Gerçekçilik akımının doğuşu, Courbet ile birlikte, Corot, Millet ve Daumier gibi ressamların ortaya çıkışı genellikle bu yıllardadır. 1840 larda Courbet, daha sonraları bir süre yarıda kaldığı yakın dostu, eleştirmen Castagnary ye, Şubat Devrimi olmasaydı, kendi sanatının da olmayacağını yazıyordu. Bir başka dostuna, Jules Vallés ise, sahte ve uzlaşmacı ülküyü bırakarak 1848 de gerçekçilik bayrağı nı diktiğini bildiriyordu. Castagnary, Courbet nin kişiliği üzerine şunları yazıyor bir yerde. 1848 de Pierre Dupont un işçi yoksulluğu üzerine dizeler yazdığı, George Sand m La Mare au Diable romanı üzerinde çalıştığı bir dönemde, halktan gelmiş cumhuriyetçi gelenek ve eğitim sahibi bir ressamın, sanatına konu olarak, aralarında çocukluğunu geçirdiği köylülerle kentsoyluları alması, oldukça anlaşılabilir bir şeydi. Courbet onları, doğal büyüklüğü içinde çizerek ve onlara, o zamana kadar yalnızca tanrılara ve kahramanlara ayrılmış bulunan gücü ve kişiliği vererek, bir sanat devrimini sona erdirdi . Milliyet Sanat Dergisi 1970 ler. Courbet Courbet resminde, kendisini çevreleyen alalade dünyayı gözlemenin ötesine geçerek, bu gözlemi tarihsel göndermelerle beslemenin yollarını arar. 1848-1849 da XVII. yy. köylülerinin gelen, çağdaş dünyaya taşıyan Ornans da Bir Öğle Yemeği Sonrası büyük bir tablo gerçekleştirir. Kişileri doğal büyüklükte çizmek ve yemek sonrasında davetliler arasında başlayan basit bir sohbeti tarihi resim tarzında canlandırmak için, bir tür resmi için boyutlarda bir tuval kullanır. Bu yepyeni yöntem onu eski ustaları taklit etmekten (gene de eserlerinde Le Nain, Caravaggio, Rembrandt dan bol bol alıntı vardır) ve Akademi nin kurallarına karşı çıkan yeni bir tarihi tür yaratmaktan kullanır. Bu cüreti çağdaşlarının sert eleştirilerine hedef olmasına yol açarken Delacroix nın onayını alır: «İşte aynı zamanda devrimci de olan bir yenilikçi; ansızın, görülmedik bir biçimde yumurtadan çıktı: o kimsenin tanımadığı biri!» Courbet tablolarının anıtsal boyutları ve anlatımıyla, insanları, akademik yöntemin isteği gibi idealleştirilmiş bir döneme yerleştirmeden ve kahramanlaştırmadan, oldukları gibi göstererek, tarihi resmi yenileme tutkusunu açık bir biçimde ortaya koyar. 1849 da doğduğu kent olan Ornans ın sakinlerinden «Ornans da bir cenaze töreni konulu, insan figürlerinden oluşmuş bir tablo» için kendisine poz vermelerini ister. Ressam tarafından temsili bir toplumsal örneklemeye göre seçilen elli kişi, resimlerinin yapılması için sırayla sanatçının atölyesinden geçerler. Kompozisyon, hazırlık çalışması olmadan doğrudan tuval üzerinde gerçekleştirilir. Solda erkekler, sağda kadınlar olmak üzere iki gruba ayrılmış bu burjuva ve köylü topluluğunda birkaç dost ve aile üyesi de yer alır. Cenaze töreni özel bir cenazeyi, bir fotoğraf makinesiyle kaydedilebilecek gerçek bir olayı betimlememektedir. Daha çok gözlenmiş ve en ufak ayrıntılarına kadar yansıtılmış gerçekçi ölümlerin (çarmıha gerilme, gözyaşlarıyla bezeli tabut örtüsü, cenazeye katılanların her biri bir portre olan yüzleri) ressamın kendi kişisel deneyimlerinden çıkardığı öğelerle birbirine karıştığı bir yeniden yaratma söz konusudur. Böylece Courbet nin gerçekçiliği nesnel bir dünya kavrayışının karşısında yer alan, bir öznelliğin, bir kişisel bağlanmanın ifadesi durumuna gelir öyleyse çağdaş burjuva resminin gerçekçiliği pozitivizme inançla atbaşı gider.Sanayi toplumu, Alexandre Antigna, Isidore Fils veya Jules Breton gibi ressamlara, esin kaynağını halkın yaşamından alan ve büyük boyutlarda işlenen konular sağlar. Ressamın çağdaş dünyaya bağlanışının kanıtı, Courbet nin, en ünlüsü Ressamın Atölyesi, Yedi Yıllık Sanatsal ve Manevi Yaşamımın Bir Evresini Belirleyen Gerçek Alegori gibi uzun bir ad taşıyan alegorik yapıtlarında daha da ileri gider. 1855'de tamamlanan tablo 3,59 m ye 5,98 m boyutlarındadır (Courbet Champfleury ye: «Cenaze Töreni nden daha büyük olan bu tablo, ne benim ne de gerçekçiliğin henüz ölmediğini gösterecek, çünkü gerçekçilik var» diyecektir) ve «ilgileri ve tutkularıyla» Fransız toplumunun bir mikrokozmosu olan en az yirmi sekiz kişiyi içerir. Soldaki sıradan dünya, sağdaki sanat dünyasıyla karşı karşıya getirilmiştir; tablonun ortasındaki sanatçı bu ikisi arasında eksen işlevi görmektedir Bu kozmopolit kalabalığın içinde Mülk Sahiplerine Uyarı sıyla («mülkiyet hırsızlıktır») ünlü olan ve Courbet nin resminden esinlendiği, «Sanatın İlkesi ve Toplumsal Hedefi» (Du principe de l art et de sa destination sociale) adlı bir eserin yazarı olan filozof Proudhon da yer almaktadır. Proudhon un varlığı bu alegorinin toplumsal anlamını doğrulamaktadır. O sırada Courbet nin toplumla ilgili düşünceleri bu filozofun sosyalist düşüncesinden büyük ölçüde etkilenmiştir. İnsan ilişkileriyle ilgili çözümlemeleri, birbirine aykırı grupların varlığıyla tuval üzerinde somutlanmış gibidir. Courbet nin gerçekçiliği ayaktakımının veya işçi dünyasının tasviriyle sınırlı değildir. Tuvalinde etnik veya ulusal tipleri (bir Hintli, bir İrlandalı), meslekleri (bir avcı, bir ekinbiçicisi, bir tuhafiyeci, bir mezarcı), değişik dinlerden kişileri (bir Yahudi, Katolik bir papaz) de temsil eder. Bu seçme fiziksel ve sosyal tipler karışımı, 1830 larda çok moda olan fizyogonomi (yüzlerden karakterleri tanıma bilimi) kitapları veya daha o güne denk düşen bir örnek vermek gerekirse Kendileri Tarafından Resmedilmiş Fransızlar dergisinin fasikülleriyle ilişkilidir. Kompozisyonun sağında ressamın dostları ve Baudelaire gibi hayranlık duyduğu sanatçılar yer almaktadır. Gene de, bütün uzmanca açıklamalara rağmen anlamı bulanık kalan bu kurmaca insan topluluğuyla ilgili olarak, militan bir gerçekçilikten söz edilmesi yanlış olacaktır. Courbet nin gerçekçilik adına giriştiği mücadele, esas olarak, sanattaki alışılmış kalıpları yıkmayı amaçlar. Aynı zamanda sanata ve sanatçılara toplumda merkezi bir konum verme iddiasındadır; tıpkı kendisinin Atölye sinin orta yerinde simgesel olarak işgal ettiği yer gibi. Courbet felsefesini sadece büyük boyutlu alegorik kompozisyonlarında değil, tarihi olmayan, daha özgür kuruluşlu tablolarında da sergiler. Boyanın olduğu gibi, hiç karıştırılmadan bıçakla işlenmesi akademik doğruculuğa karşı gerçek bir manifestodur. Courbet benimsenmiş kurgulardan uzak durarak, kadın çıplaklığını cinselliğinin bütün görkemi içinde ele alır/ Hiçbir yabancılaştırma ve uyarlamaya tabi tutulmayan bu çıplaklar, yapmacıklı ve süt tenli odalıklarından daha rahatsız edicidir. XIX. yy da, mitolojik veya düşsel nitelikli sahnelerde erotizm hatta pornografi kabul edilmektedir, ama bir kadını basit gerçekliği içinde çıplak göstermek, şaşırtıcı, hoşgörülemez bir davranıştır. Courbet çağdaşlarının, resmine karşı düşmanca tutumlarına meydan okuyarak, Dünyanın Kökeni yle kışkırtıcılığı daha da ileri götürür: bacaklarını cinsel organı görünecek şekilde edepsizce açarak yüzünü çarşafa gömmüş ve anatomik bir çizim kadar hassas bir biçimde resmedilmiş çıplak bir kadın. Courbet anatomiler çalışmak için bazen modellerinin fotoğraflarını da kullanır (Vallou de Villeneuve ünkiler gibi). Gerçekçi yaklaşımı (çünkü, salt ideolojik değil, her şeyden önce sanatsal niteliklidir) tarihi tabloların, çıplakların, portrelerin, manzaraların, natürmortların birbirini izlediği sanatı geliştikçe kesinlik kazanır. Felsefe Ekibi
-
Övün Çalış-Şiir
Övün Çalış 'Türk övün, güven, çalış! ' demiş büyük Atatürk'üm. İlkin güveneceğim kendime çalışacağım gece gündüz demeden... Sanırım o da böyle isterdi ancak bundan sonra övüneceğim. Nasıl öğünebilirim değil mi ama öğünmeye layık olmayınca? Fevzi GÜNENÇ
-
Ekmek-Şiir
Ekmek Çiftçi sürer tarlayı Sonra eker buğdayı Boy verir azar azar Saplar gittikçe uzar Başaklar olgunlaşır İçleri dolgunlaşır Yazın artınca sıcak Sararır her bir başak Biçerler ekinleri Şenlenir harman yeri Olup bitince harman Ayrılır buğday saptan Güzel kokulu ekmek Olmaz seni sevmemek Sensin yemeklere baş Her yemeğe arkadaş HASAN ALİ YÜCEL
-
Çalışalım-Şiir
Çalışalım Arı gezer çiçek emer, Kuşlar uçar, bir yem arar, Orman renkten renge girer; Her tarafta çalışmak var. Tembellikten sakınalım, Çalışmanın zamanıdır. İnsanlığı takınalım, İş insanın bir canıdır. Cennet gibi her yerimiz, Sevinç ile dolmalıdır. Bunun için her birimiz, İş sahibi olmalıdır. Ali Ulvi ELÖVE
-
Ağustos Böceği ile Karınca-Şiir
Ağustos Böceği ile Karınca Karıncayı tanırsınız Minimini bir hayvandır Fakat gaayet çalışkandır Gaayet tutumludur, yalnız Pek hodgamdır, bu bir kusur: Hodgam olan zalim olur. Bir gün ağustos böceği Tembel tembel ötüp durmak Neticesi aç kalarak Karıncadan göreceği Bürudete bakmaz, gider Bir lokma şey rica eder Der ki: - Acıyınız bize Coluk çocuk evde açız Lanenize muhtacız. Karınca bir yüreksize Layık huşunetle sorar: - Aç mısınız? Ya o kadar Uzun, güzel günler oldu. O günlerde ne yaptınız? Böcek inler: - Açız, açız Bakın benzim nasıl soldu O günlerde gülen, öten Sazla, sözle eğlenen ben Bugün bakın ne haldeyim! Vallah açız, billah açız, Halimize acıyınız! Karınca eğlenir: - Beyim, şimdi de raksedin, ne var? 'Yazın çalan kışın oynar.' Tevfik Fikret
-
Askerlik ile ilgili şiirler
Küçük Asker Küçük asker, silah elde Kahramanca ilerliyor Karşısında bütün belde "Kahramanım, yaşa!" diyor... Küçük asker, küçük asker! Vatan senden hizmet ister. Vatan için çeker emek Herkes; bu borcu herkesin. Vatan demek ninen demek, Sen nineni sevmez misin?.. Küçük asker, küçük asker! Vatan senden şefkat ister. Vatan senden hayat umar, Sen yaşarsan o canlanır; Vatan için ölmek de var, Fakat borcun yaşamaktır... Küçük asker, küçük asker! Vatan senden kuvvet ister. Minimini omuzların Taşıyacak yarın tüfek; Tüfek değil, vatan yarın O omuza yüklenecek... Küçük asker, küçük asker! Vatan senden gayret ister. Küçük asker dinle bunu: Sakın boşa silah atma; Kılıcını, kurşununu Haksızlığa karşı sakla... Küçük asker, küçük asker! Hak da senden kuvvet ister. TEVFİK FİKRET Mehmetçik Tarlada rençber, Sınırda asker, Tunç gibi gezer, Aslan Mehmetçik. Doyuranım o, Koruyanım o, Benim canım o, Aslan Mehmetçik. Anası vatan, Babası vatan. Kalplerde yatan Aslan Mehmetçik. Yeldir aşar o, Seldir taşar o, Ölmez, yaşar o, Aslan Mehmetçik. Rakım ÇALAPALA Mehmetçik Göğü bir fecre sarar açtığımız bayraklar, Yurdu, topraklara mıhlanmış adımlar saklar. Çarpar ecdadımızın nabzı damarlarda bugün, Koşar üç kıt'ada nal sesleri hâlâ Türk'ün! Bir kâğıt parçası üstünde bakarken Hind'e, On asır Gazneli Mahmûd'u bulur kalbinde. Yeni rü'yâlara daldıkça bugün ırkım için, Olurum gölgesi dünyâya vuran bir Temuçin. Bendim Aydıncık önünden suya seccade salan, "Yakasın Rumeli'nin pençe-i himmetle alan!" Bendim, -elbet- ki bugün yâdı ölümden de acı, Dalkılıçlarla kılıçtan geçirenler Mohaç'ı! Adı üstünde benimdir o şehirler, köyler, Nice dağlar, tepeler ismimi hâlâ söyler! Bendim elbet şu Çanakkale'yi göğsüyle tutan; Kara topraklara evlâdını vermiş uyutan. Giydi al kanlarımın tuncunu yıllarca etim; Boğdu son düşmanı yurdumda benim iskeletim. Bastığım yer mezarimdır diyen elbet ölmez, Silinir, toprak olur belki... Müebbet ölmez! Bu çelik ruhu giyen etle kemikten madde, Bir aşılmaz granit kal'a çeker serhadde! Yedi kat toprağın altıyle bizimdir bu diyar, Can verirken, bizi ecdadımızın ruhu duyar. Kalbi Allah'a dayanmış dayanır dipçiğine, Güvenir milletimiz yine Mehmetçiğine! Yusuf Ziya ORTAÇ Ben De Asker Olacağım "Küçük asker, küçük asker! Vatan senden hizmet ister." Bu ninniyle uyudum ben, Asker gibi büyüdüm ben!.. Kalbe imân, elde silâh, Duam şudur akşam, sabah: "Bir asker yap Tanrım beni, Koruyayım yurtla dini!.." Sakarya'da kalmış babam, Dünyâya ün salmış babam!.. Ondan miras şu yatağan, Nasıl olmam bir kahraman?.. Dedem asker, babam asker, Derler bize: "Er oğlu er!" Ben de asker olacağım; Dünyâya ün salacağım!.. Cemal Oğuz ÖCAL Asker Koşması İstiklâl savaşı gençleriyiz biz: Tarihe koç Türkler diye şan verdik! Yurdumuz azizdir, çiğnetmeyiz biz: Uğruna bu kadar kahraman verdik. Aç çıplak savaştık tipide, karda, Kartallar avladık sarp kayalarda, Sakarya önünde Dumlupınar'da, Ulu Gazi'mize imtihan verdik. Soğuklar zalimdi, kışlar amansız; Kuşlar yuvalardan düşerdi cansız; Vuruştuk yaralı, hasta, dermansız; Ne aman istedik, ne aman verdik. Yıllarca ufkunda yedi renk bayrak, Salındı bizimdir diye bu toprak, Hepsini allara boyadı şafak, Göklere içtiği kadar kan verdik. Kılıç kınlarından süzüldü kanlar, Al döndü akından kır küheylânlar, Açtı baharımız hep erguvanlar, Dağlara çiçekler armağan verdik. Murat dağlarından indik aşağı, Göründü uzaktan Gediz ırmağı, Kuruldu İzmir'e Türk'ün otağı, Vatana yeniden bir vatan verdik. Samih RİFAT
-
Evlilik Muhabbetleri
- Atatürk için yazılmış şiirler
Atatürk Yazar Sordum seni; Dağına, taşına Türkiye'min, Herkes kendinden emin, Yükseldi gür sesler; Umutlar, sevgiler: O biziz, O bizleriz. Hepimiz bir parçayız Atatürk'ten, Bütün doğa, Atatürk'ü anar, Atatürk'ü şaşar. Herşeydir OTürkiyem'de. Göller, ırmaklar, ormanlar. İmza imza Atatürk yazar. M.Vasfi SARAL- Atatürk için yazılmış şiirler
Mustafa Kemal'in Kağnısı Yediyordu Elif kağnısını, Kara geceden geceden. Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu, Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar, İnliyordu dağın ardı, yasla, Her bir heceden heceden. Mustafa Kemal’in kağnısı derdi, kağnısına Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı. Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik, Nam salmıştı asker içinde. Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü, Doğrulmuştu yola önceden önceden. Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif, Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar, Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı, Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanısıra, Gecenin ulu ağırlığına karşı, Hafiftiler, inceden inceden. İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında. Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri, Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim; Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına. Alını, yeşilini kapmıştı, geçirmişti, Niceden, niceden. Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu, Nazar mı değdi göklerden, ne? Dah etti, yok. Dahha dedi gitmez, Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacur gucur Nasıl dururdu Mustafa Kemal’in kağnısı Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden. Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş, Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni. Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin, Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım. Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır, Düşerim gerilere, iyceden iyceden. Kocabaş yığıldı çamura, Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar, Örtüldü gözleri örtüldü hep. Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı, bacım. Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik, Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden. Fazıl Hüsnü DAĞLARCA- Atatürk için yazılmış şiirler
Atatürk Atatürkün sevgisi Türk milletinin sesi Yapacağı çok şey vardı. Erken yetti vadesi Kalbimiz ondan çarptı. Birçok devrimler yaptı. Bakışları ileri Bir su kadar berraktı. Kurduğu Cumhuriyet Bize büyük bir nimet Türklüğün Türk dehası Yaşadın ilelebet Halime ATAKLI Atatürk Düşmanların elinden Bizi kurtaran sensin. Bu toprağı yeniden Özenle kuran sensin. Ünümüzü dünyaya Mertçe duyuran sensin. Gündüz gün, gece aya Benzer kahraman sensin. Adını büyük, küçük Anıyoruz her zaman, Adı büyük Atatürk Anlı şanlı kahraman. Nabzımızda atansın Ey ! ölmeyen atamız. Gönlümüzde yatansın Seni unutamayız. Mehmet Necati ÖNGAY Atatürk Adını adımdan önce, Heceledim, öğrendim, Duvarları, kitapları, Senin resminle beğendim. Binbir biçim içinden, Bir anda seçerim yüzünü, Kimse alamaz içimden, Gözlerinin gündüzünü. Bütün bildiklerimden, daha yakınsın yüreğime, Alfabeyi hecelerken, "Atatürk" yakıştı elime. Seni yazdım, okudum, Seni belledim yürekten, Her törende birlikteyiz, Bayrağın içinde sen, ben. Daha iyi anladım her yıl, Açıldıkça düşüncelerim, İlk sevgim büyür, büyür de, Seni daha da severim. Her yön sen olursun sen, Kitap, tren, şapka, kravat, Sen Türkiye'mi uçuran, En büyük tanrısal kanat. Her On Kasım'da gözlerimiz, Bir daha ağlarken sana, Bir kez daha inanırız, Her yerde yaşadığına. İbrahim Zeki BURDURLU Atatürk Yapraklar dökülür kasımlarda, Yeller uğuldar vadilerde, ne çıkar, Bir özgürlüksün çağlara en güzelinden, Sen bayrak bayrak fikirsin, Ölüşün diriliştir yeniden. Başak saçlarında Anadolu'm, Gözlerinde yurdumun denizleri, Sen yarınlara uzanmış ışık, Savaşta kartal, barışta defne çelengi, Sen sonu yenmiş zamansın. Sende çarpar, sende düşünür Türkiye'm, Sende büyür kucaklar, Ulusun beyni, toprağın yüreği, Kemal Paşam, Atatürk'üm ! Sen mayıslarda doğan güneş, Evrenimin sabahı, damarımın kanı, Sen mavilerde yeşeren yapraksın, Bir yolsun sevgi, sevgi Sen her mevsimde açan baharsın ! M.Güner DEMİRAY Başöğretmen Atatürk benim Başöğretmenim. Ne öğrendimse Ondan öğrendim. Baktım ki asker, Ben de askerim, Kars’ta, Kore’de Nöbet beklerim... Baktım kürsüde, Nutuk söylüyor, O’nun sesini, Dünya dinliyor. Ne heyecanlı Ne heybetli O, Türk tarihinde En kudretli O. Tarih okudum, Baktım başta O. Her iyi işte, Her savaşta O. Bu devrimleri Hep O düşünmüş, Milleti için, Ağlamış gülmüş. O semamızda Ebedi güneş, O gönlümüzde En harlı ateş. Çocuk kalbimle, İlk O’nu sevdim. Atatürk benim, Başöğretmenim... Tarık ORHAN Atatürk Atatürk dedim iptida Önümü ilkledim Nasıl söylerim öldüğünü, Atatürk’üm karşımda. Yatmış uyumuş karlar üstüne Kalpağı başında. Nasıl söylerim öldüğünü, Elinde beyaz tebeşir Geçmiş tahta başına, Atatürk’üm ders verir. Nasıl söylerim öldüğünü, Başında yeni şapkası Yola çıkmış yürümüş, Kalabalık arkası. Nasıl söylerim öldüğünü nasıl, Bir ışık vurmuş yüzümüze. Atatürk’üm bakıyor besbelli Çeki düzen verelim üstümüze. İlhan DEMİRASLAN Atam Atam sen ölmedin Toprağa gömülmedin Bil bakalım nerdesin Minicik kalbimdesin. Atatürk Türk'ü ölümden O'dur kurtaran O'dur yeniden Türklüğü kuran Bu memleketi Cumhuriyeti Atatürk etti Bize armağan Hasan Ali YÜCEL Ata'ma Ağıt I Sırma sarısı yay saçlarına Gözüne rengini koy denizlerin Düşün dudakların en incesini Yüzüne tuncunu ver benizlerin Onda yürüyüşün en yiğitçesi Onda bükülmezi vardır dizlerin Gezerdi ülkede bir hızır gibi Em olup derdine çaresizlerin II Durgun bir denizi andırır dışı İçi hiç sönmeyen bir yanardağı Sesinde ıslığı eser kuvvetin Sözünde şahlanır hakkın bayrağı Gökle güneş gibi buluştu onda Sezinin sağlamı duyunun sağı Yıkarak kökünden Osmanlılığı O gömdü tarihe bir ortaçağı III Ürperir ovalar avazesine Dağlar dümdüz olur işaretiyle Devrilir hıncına çarpan ordular Kaleler dayanmaz yelpazesine Fikrin güzelliğin aşkın her şeyin Bağlıydı daima en tazesine Yaşadı başı dik, dünyaya karşı Getirdi dünyayı cenazesine IV Onsuz kaldığını bilse tabiat Bağlar üzüm vermez bahçeler kurur Okşar saçlarını ezelin eli Yüzüne ebedin ışığı vurur Övünür insanlık eserleriyle Yurt onun sevgisi üstünde durur Adıdır kurduğu devlete temel Ünü kurtardığı millete gurur V Fani varlığını kaybetti ama Damgası yurdumun burçlarındadır Engin ufuklara uzanmış kolu Hızı şimşeklerin uçlarındadır Kadının erkeğin hafızasında Gencin ihtiyarın düşlerindedir Yayla yellerinde eser gölgesi Sesi bahçemizin kuşlarındadır VI Ben mi yazacaktım göçüm gününü Dökerek ardından böyle gözyaşı Ben ki ona büyük gezilerinde Oldum bir küçük yol arkadaşı En son durağına varmadan ömrün Kapadı yolunu bir mezar taşı Büyük kurucusu Cumhuriyetin Hürriyet aşıkı milletin başı Kemalettin KAMU Mustafa Kemal'ce Ve bir Erzurum sabahında uzun bir savaşı düşündüm Mustafa Kemal'ce büyüdü ellerim ve gözlerim Sakarya'nın doğu yakasında dağda bir geyik gibi o zaman çizdi Seddülbahir'i alaca şekillerde Mustafa Kemal savaş haritasına sonra barut kurşun ve kan bir nice güneşi çağırdım Mustafa Kemal'in otağına Abdülkadir Bulut Büyüyen Atatürk Şimdi sen Akdeniz'de Yükselen dalga dalga, Bakışlarının rengiyle mutlu, Uçan rüzgârlarla hür. Şimdi sen Edirne'de, Sivas'ta, Ardahan'da, Şimdi İzmir'de, Afyon'da, Van'da... Yükselen dağ dağ, serilen yayla yayla, Düşünen köy köy, kasaba kasaba Nefes alan her canda. Şimdi sen tarlalarda Boy atan buğdaylarda, Saçlarının ışıklarıyla zengin Büyüyen vatan çiçeklerinde, Büyüyen yüreklerimizde Fetheden gelecek günleri, fetheden düşünceleri Tek bir sevginin aydınlığında. Ahmet KÖKSAL Mustafa Kemal - Dağ başını efkâr almış Gümüş dere durmaz ağlar - Gözyaşından kana kesmiş gözlerim; Ben ağlarım. Çayır ağlar, çimen ağlar. Ağlar-ağlar: Cihan ağlar Mızıkalar iniler: Irlam-ırlam dövülür Altmış üç ilimiz: Altmış üç yetim Yıllar gelir-geçer: Kuşlar gelir-geçer Her geçen seni bizden parça-parça götürür Mustafa'm! Mustafa Kemal'im! Diz dövdüm: Gözlerimin şavkı gitti Sakarya'nın suyuna. Sakarya'nın suları namım söyleşir. Hemşehrim Sakarya! Öksüz Sakarya! Ankara'dan uçan kuşlar - "Kemal'im" der, günler-günü çağrışır. Kahrolur. Bulutlara karışır. Gök bulut, yaşmak bulut. Uca dağlar, dev-boyunlu morca dağlar Divan durmuş bekleşir Mustafa'm! Mustafa Kemal'im! Nasıl böyle varıp geldin? Hoş geldin! Çıngı kaymış, yalazlanmış gözlerin Şol yüzünde güneş-südü sıcaklık. Ellerinden öperim Mustafa Kemal. Senin dalın yağrağın, biz senin fidanların. Biz, bunları yapmadık. Sen elbette bilirsin, bilirsin Mustafa Kemal: Elsiz-ayaksız bir yeşil yılan. Yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal! Hani bir vakitler Kubilay'ı kestiler. Çün buyurdun! Kesenleri astılar Sen uyudun. Asılanlar dirildi. Mustafa'm! Mustafa Kemal'im! Karalar kuşanmış Karadeniz akmam diyor. Dokunmayın! Ağlamaktan bıkmam diyor. Bu gece kıyamet gecesi. Bu vapur Bandırma vapuru. Yattığı yer nur olsun Mustafa Kemal Ben ölümden korkmam diyor Korkmam diyen dilleri: Toz oldu-toprak oldu. Değirmen döndü dolandı: On yıl oldu. Bir kusur işledik, bağışlar mı kimbilir; O bize öğretmedi kazan kaldırmasını. Günahı-vebali öğretenin boynuna Erdirip-olduran'a ana-avrat sövmesini. Yüreğim kırıldı, kanım kurudu. Var git Karadeniz! Var git başımdan. Mızıka çalındı: Düğün mü sandın Bir yol koyup gideni gelir mi sandın? Mustafa'm! Mustafa Kemal'im! Ankara'nın taşına bak! Tut ki baktım: Uzar gider efkârım: Çayır ağlar, çimen ağlar, ben ağlarım. Gözlerimin yaşına bak! Ankara Kalesi'nde, Rasat-Tepe'de Bir akça-şahan, gezer dolanır: Yaşın-yaşın mezarını aranır Şu dünyanın işine bak! - Mustafa'm! Mustafa Kemal'im! Attila İLHAN- Annem Tek Varlığım-Şiir
Annem Tek Varlığım Ey şefkati bol varlığım, Sayende olmaz darlığım, Türkiye’m ve uygarlığım, Anam benim, şefkat selim. Ninnilerle hep uyutan, Sevgisi kalbimde yatan, Bana çok meziyet katan, Anam benim tek varlığım. Hakkı ÇEBİ - Atatürk için yazılmış şiirler
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.