Legendary tarafından postalanan herşey
-
François de Fenelon (1651-1715)
François de Fenelon Fransız yazarı ve rahibi (Fenelon şatosu, Perigord 1651-Cambral 1715). Çok eski, fakat yoksul düşmüş soylu bir ailenin gocuğuydu. Saint Sulpice papaz okulunda okudu, denildiğine göre 1675′te rahip oldu. 1678′de, Protestanlıktan Katolikliğe geçen genç kızların eğitim gördüğü Nouvelles Catholiques okulu müdürlüğüne getirildi. İlk eserlerini (Trois Dialogues sur l’Eloquence [Hitabet Üzerine Üç Diyalog]) 1718′de yayımlandı. 1685 veya 1686′da, sonra da 1687′de Aunis ve Saintonge’da resmi bir görev aldı, bu bölgelerdeki Protestanların Katolikliğe dönmelerini gözetmekle görevlendirildi. Dini telkinlerde bulunacak bir mevkide olması, Colbert ailesiyle yakın ilişki kurmasına yolaçtı. Traite de l’Education des Filles’i (Kızların Eğitimi için inceleme) [1687] Colbert’in damadı ve sekiz kız babası olan Beauvillier dükü için yazdı. 1689′da Beauvillier, Bourgogne valisi olunca rahip Fenelon’u oğluna öğretmen yaptı. Bossuet’nin öğrencisi olan Fenelon, o zamana kadar mistikliğe karşı belirli bir eğilim duymamış daha çok metafizik ve ahlâkla ilgilenmişti. Fakat 1688 yılının başında da, Tanrı’ya ulaşmanın kişisel yollarını öğütleyen Madam Guyon ile tanıştı. Fenelon ilkin bu öğretinin bazı yönlerini, özellikle Molinos’un Roma’da mahkûm edilen quietisme’le (sekincilik) olan yakınlığını yadırgadı. Fakat bir süre sonra bu öğretinin yararlı olduğu, tehlikeli gibi görünen konuların ancak ifade aşırılıklarından, ölçüsüzlüklerinden ileri geldiği kanısına vardı. Fakat bu öğretiye karşı başka tenkitçiler Fenelon’dan daha sert davranıyorlardı. Kendini şüphe altında hisseden Madam Guyon öğretisi konusunda bir yargıya varılmasını istedi. Bunun üzerine öğretiyi incelemek amacıyla Bossuet ile Mgr de Noailles issy’de toplandılar (temmuz 1694-1695), Fenelon’da 1695 şubatında Cabrai başpiskoposluğuna getirilince onlara katıldı. İssy toplantılarında görünürde bir uzlaşmaya varıldı ise de Bossuet tehlikeli saydığı Quietisme ile kıyasıya savaşmaya karar verdi. Fenelon ise öğretiyi savunmak için bir Explication des Maximes des Saints (Azizlerin özdeyişleri Üstüne Açıklama) [şubat 1697] yayımladı. Bu kitap, şiddetli bir tartışmaya yolaçtı. Görünürde Fenelon bu tartışmadan yenilmiş çıktı. Louis XIV’ün yaptığı baskı sonunda Papalık makamı Fenelon’un eserini mahkûm etti. Fenelon piskoposluğunda sürgün sayıldı ve unvanlarıyla, maaşından yoksun bırakıldı. Fakat birkaç yıl sonra Roma’daki taraftarlarından birkaçı kardinalliğe yükseldiler. Bunlar arasında, Fenelon’un en ateşli savunucularından kardinal Albani daha sonra Clemens XI adıylapapa seçildi. Buna rağmen Louis XIV, Fenelon’u geri çağırmadı, çünkü papalığın Fenelon’u mahkûm etmesinden bir ay sonra ortaya çıkan bir olay kralın şüphesini arttırmıştı: bir kitapçı Fenelon’un haberi olmadan Telemakhos’un Maceraları (Les Aventures de Telemaque) adlı eserini yayımlamıştı. 1694′e doğru yazıldığı sanılan, genç bir prensin eğitimi ile ilgili olan bu roman Louis XIV yönetimine karşı sert bir tenkit gibi görülebilirdi. Hattâ Fenelon’un bazı çağdaşları, bu romanda, kralın, Madam de Maintenon’un ye ilerigelen kişilerin hicvedildiğini ileri sürdüler. Oysa Fenelon böyle bir şeyi aklından bile geçirmemişti. Ayrıca siyasi durumda bir değişiklik yapılmasını bekleyenler de, bu romanda buldukları toplumda sağduyuyu, adaleti, insanlığı hâkim kılacak özdeyişleri benimsediler. Fenelon çekilmiş olduğu piskoposluk köşesinde ölünceye kadar onurlu bir hayat sürdü. 1700-1712 Arasında bir öğrencisi için yazdığı Fables (Masallar) ve Dialogues des Morts (ölüler Diyalogu) adlı eserlerini yayımladı. Öte yandan gerek Examen de Conscience d’Un Roi (Bir Kralın Vicdan Muhasebesi); gerek, Les Tables de Chaulnes (Chaulnes’un Masası) [1711] adlı eserler Fransa’da hükümetin ıslah edilmesi yolunda umut beslediğini göstermekteydi. Fenelon’un en son eserlerinden biri, 1714′te yazılan ve 1716′da yayımlanan Letire sur les Occupations de l’Academie Française’dir (Fransız Akademisinin Çalışmaları Üstüne Mektup). Bu mektupta (31 mart 1693) Fransız akademisine üye seçilmesi dolayısıyla söylediği nutukta edebiyatla ilgili düşüncelerini geliştirdi. Hem gerçekçi, hem mistik, hem gözü yükseklerde, hem çıkar gütmez bir yaratılışta olan Fenelon çelişkilerle dolu bir kişiliğe sahipti. Siyasetteki ülkücülüğü, despotluğa karşı duyduğu tiksinti ile XVIII. yy. filozoflarının tutumunu müjdeler. Fakat Fenelon her şeye rağmen soyluluğuyla övündü. Edebiyat öğretileri ile klasik yazar sayılır, şiir yüklü hayal gücü ve duyarlığı ile romantizmin ilk biçimlerini sezdirir. Fenelon’un en çok tanınan portresi Joseph Vivien’in (Münih) yaptığı portredir. Drevet fils bu portreyi bir gravür haline getirdi. Fenelon’un büstünü Cambrai’li J. B. Lemoyne yaptı. Fenelon’un ihtilâl sırasında tahrip edilen mezardan yalnız bu büst kalmıştır. Bu anıtın yerine 1826′da David d’Angers’in bir eseri konuldu (Cambrai katedrali). Louis XVI devrinde, Lecomte’a bir Fenelon heykeli yaptırıldı (İnstitut de France). Bu heykel, Sevres imalâthanelerinde bisküvi olarak sık sık çoğaltılmıştır. Çalışmaları * The Adventures of Telemachus Adventures of Telemachus * Dialogues Diyaloglar * Christian Perfection Christian Perfection * Let Go Let Go * The Royal Way of the Cross Haç Royal Way * Maxims of the Saints Saints Özdeyiş * The Inner Life Inner Life kitap özetleri vikipedi çeviri
-
Germaine de Stael-Holstein (1766-1817)
Germaine de Stael-Holstein “HAKSIZ GÜCE KARŞI DİRENMEK, BEDENSEL BİR ZEVKTİR.” Parisli Germaine Necker garip bir kızdır: Daha on üç yaşına varmadan, sanki büyümüş de küçülmüş gibi konuşur. Oyun oynamanın ne demek olduğunu bile bilmez. Açık havada gezmek, hareket etmek, bunların hepsi ona yabancıdır. Gezmek, tozmak yerine tiyatro oyunları üzerine sohbet etmek ister, herhangi bir insanın kaç yabancı dil bildiği konusu ile ilgilenir, edebi mektuplar, kompozisyonlar yazar. Henüz ebeveynlerinin Paris’in kuzeyinde bulunan Saint-Quen’deki kır evinde oturmaktadır, çünkü doktor ona mutlaka “dinlenme ve hava değişimi” önermiştir. Ayrıca, artık yaşıtlarıyla birlikte olması da gerekmektedir. O zamana dek Germaine, zamanının çoğunu katı tutumlu annesinin koruması altında geçirmiştir. Annesi Bn. Necker Paris’teki evinin salonunda zamanın ileri gelen beyinlerini ağırlarken, Germaine uslu uslu oturup onları ciddiyetle dinler ve konuşmalara katılır. Şimdi ise Germaine ilk kez yaşıtı bir kızla karşılaşmıştır: On iki yaşındaki İsviçreli Jeanne Huber oyun arkadaşı olarak Necker ailesinin çiftliğine davet edilmiştir. Germaine için bu müthiş bir olaydır. Hayatında o güne dek hiç arkadaş edinmemiş olan Germaine, neye uğradığını anlamayan Jeanne’ı hasretle kucaklar. Onu sevgi yeminlerine boğar, garip bir öneriyle de şaşkına çevirir: “Her gün birbirimize yazacağız!” Gerçekten garip bir kızdır şu Germaine… Jeanne daha sonraları Germaine’in yanında başlangıçta kendini rahat hissetmediğini, fakat kısa bir zaman sonra bu olağandışı kızın cazibesinden kendini kurtaramadığını anlatır. Gerçekten de Germaine’i tanıyan bir kimse ona genç kızken bile kayıtsız kalamazdı. Ya alabildiğince sevilir ya da son derece nefret edilirdi. Ve bu özelliği tüm yaşamı boyunca değişmedi. Aklı ve mükemmel konuşma yeteneği, daha on üç yaşma bile basmamış Germaine’i ön plana çıkarmıştı. Düşünce ve duygularını hiç kimsenin taklit etmeyeceği bir üslupla dile getirmekteydi. Arkadaşı Jeanne ile tiyatro eserleri yazar, tuluat tarzında oyunlar oynar, değişik kılıklara bürünürdü. Onu izleyenler aslında hiç de “güzel” bir kız olmadığını unuturlardı. Germaine’in çağdaşları onun dış görünümünü “yüz hatları düzensiz, zarafetten yoksun,” diye tanımlar. Ona en yakın olan insan, babası Maliye Bakanı Jacques Necker’dir. Biricik kızına şefkatle “Minette,” derdi. “Ben Bay Necker’in kızıyım. Ona aitim. Gerçek adım bu. Eğer bir gün soyadını değişse bile bu adı bana vermeleri için elimden geleni yapacağım. Ona layık olmaya çalışacağım. Bu yeminle büyüdüm, onunla öleceğim,” diye yazmıştır Germaine günlüğüne. 1786′da babası onu evlendirmek istediğinde karşı gelmez. Müstakbel kocasının adı Eric Magnus von Stae’l-Holstein’dır. İsveç’in Paris’teki büyükelçisidir. Genç çifte babası Rue de Bac’ta bir daire döşer. Aşk mı? Hayır, zamanındaki her genç kız gibi o da evlilikte aşkı düşünmez. Fakat mutludur. Fazlaca el bebek gül bebek geçen çocukluğu, yalnız geçen gençlik döneminden sonra evliliğinin ilk iki yılında toplumsal yaşamın içine düşer. Kısa süre içinde Rue de Bac’taki evi annesininki kadar önemli olur. Saraylarda takdim edilir, bol bol akşam yemeklerine ve galalara katılır. Bu “çirkin küçük ördek yavrusu”, pudralı, saçı başı yapılı Rokoko kadınları arasında -olacak şey mi? Hayır. Genç Bayan de Stae’l sık sık falso verir: bazen başlığını takmayı unutur (olamaz!), bazen eteği sarkar (ne ayıp!), hatta makyaj yapmayı unutur (ne kadar bayağı!). Bütün bunlara rağmen gene de herkesin ilgi odağı olur. Başına üşüşen kavalyeler onun konuşma yeteneğine hayran kalırlar. Fransa’nın ekonomik sorunlarını çözümlemek isteyen babasının reformlarını savunmaktadır. Fikirlerini herkesin yüzüne karşı doğrudan söyleyen “Minette”, Fransız Devrimi sırasında ve sonrasındaki sıkıntılı yıllarda birçok düşman edinir. Onun amansız rakibi Napoleon Bonaparte olur ve öyle de kalır. Aslında önceleri onu bir kahraman olarak görmüştür ve saygı duyar. Yönetiminin başlarında yaptığı her şey Fransa, üstelik tüm insanlığın yararına gibi görünmüştür. Ne var ki, başka biri onun gibi düşünmeyecek olsun, etrafındaki figüranlardan başka kimseye tahammül edemeyeceğini hemen göstermektedir Bonaparte. Kadınların onun politikasına burunlarını sokmaları imkânsızdır. Bu uğursuz Bayan de Stae’l ise kurallarına uymamaktadır. Artık sesini çıkarmazsa Paris’te rahatsız edilmeden yaşayabileceği haberini yollar de Stael’e. Politika yapan kadın istememektedir. “Mesele sizin ne istediğiniz değil, benim ne düşündüğümdür,” kararma varır Germaine de Stae’l sakince. Düşüncesini hiçbir engel olmaksızın söyleyebilme serbestisini istemektedir. Bu ise Bonaparte’ın istemediği ve kendisine körü körüne itaat etmeyen bir kimseye izin veremeyeceği bir şeydir. Muhalifinin kendisine “Fikir korkağı” dediği kulağına gelen Bonaparte, “Parçalayacağım, ezeceğim onu!” diye tehdit eder. Germaine’i bu tehditler sindirmez: “Haksız bir güce karşı direnmenin temelinde bir tür bedensel zevk yatar,” der. Napoleon 1802 Mayısı’nda on yıllığına konsül olarak atandığında, Germaine’i Paris’ten sürgüne yollar: “Necker’in kızı bir daha asla Paris’e dönemez!” Bu sürgün Germaine’i can evinden vurur. Paris, onun kutsal kentidir. Burada bulduğu insanlar, diyalog içinde bulunduğu dostlar onun için son derece önemlidir. Kendisini ancak Paris’te gerçek evinde hissetmektedir. O sırada evliliği sadece kâğıt üzerindedir. Dünyaya getirdiği üç çocuğu İsviçre’de babasının yanında büyümektedir. Kocası Bay de Stae’l 1802 Mayısı’nda felçten ölür. “Ona duygu yönünden pek fazla bir şey veremedim,” der Germaine de Stae’l açık yüreklilikle. Gerçekte, her ikisinin de bu arada “maceraları” olmuştur. Aradaki ufak fark ise, mutsuz bir evli erkek için “böyle bir şeyin” normal olması; mutsuz bir evli kadın için ise asla kabul edilemeyeceğidir. Germaine de Stae’l, bu tür çifte standartlı ahlak anlayışına karşı savaş veren ilk kadınlardan biridir. Paris’ten sürgün edilince İsviçre’ye babasının yanına gider ve evlilik dışı aşkta kadının haklarıyla ilgili bir roman yazar. “Bir hayat arkadaşı olan kadının, kocasının isteği doğrultusunda bir anlaşmaya varması ne büyük haksızlık,” diye yazar. “Seni iki, üç yıl tutkuyla seveceğim ve bu sürenin bitiminde seninle mantıklı bir şekilde konuşacağım,” der erkek. (Ve erkeklerin mantık dedikleri, yaşam sihrinin bozulması anlamına gelir.) ‘Ben evimi, soğuklukla, can sıkıntısıyla dolduracağım ve öte yandan da beğenilmeyi isteyeceğim. Fakat bana oranla daha fazla fantezi ve duygu gücüne sahip olan sen, herhangi bir başka hayat seçeneğin veya eğlencen olmadığı için, dünya bana dört bir yandan olanaklar sunarken, sadece benim için yaşayan sen, benim binlerce ilgi alanım varken, aşağılanmış, donmuş ve yarım kalmış sevginle sen, sadece benim iyi olarak algılayacağım zamanda, yalnız benimle yetineceksin ve bunun da ötesinde daha güçlü, daha şefkatli duygular içeren inançları geri tepeceksin!’ Ne denli haksız bir akit! Tüm insani duygular buna isyan eder.” Delphine adlı romanı 1802 sonbaharında Paris ve Cenevre’de aynı zamanda yayınlanır. Dıştan zararsız bir kadın romanı gibi görünen kitap, Fransa’nın başkentinde bir numaralı tartışma konusu olur. “Suskun ve aydın Fransa’ya” diye ithaf etmiştir Germaine bu kitabı. Sadece bu ithafı ilk okurlardan birini -yani Napoleon Bonaparte’ı- çileden çıkarır. Serbest aşkı savunan hiç duyulmamış çığırtkanlığı dışında, şu tür cümleleri de gittikçe büyüyen bir hoşnutsuzlukla okur; “Halkların politik inançlarının kuvvet kullanarak değiştirilebileceğine inanmak boşunadır,” ve “Bizim vicdanımız özgürlüğe ve adalete düşkündür; hiç kimse köleliği istediğini samimi olarak itiraf edemez.” Bunları yazan bir kadının normal olmayacağı gayet açıktır. O “erkekten dönme” olmalıdır. Tehlikelidir. Susturulmalıdır. Bundan daha basit bir şey olamaz. “Umarım,” der Napoleon, “dostları Bayan de Stael’i Paris’e geri dönmemesi konusunda uyarmışlardır. Aksi takdirde onu jandarma ile sınır dışı etmek zorunda kalırım.” Fakat bu can sıkıcı kadın yılmaz, vatandaş Konsül diye yazar Bonaparte’a; “İnanamıyorum; eyleminiz beni daha da acımasız yapabilir. Tarihiniz içinde yalnızca bir satır olabilir bu. Savunmasız bir insana böylesine büyük bir acı vermeden önce bir an olsun düşünün; basit bir adalet eyleminizle başkalarını tepeden tırnağa boğduğunuz minnettarlık duygusundan daha derin ve daha kalıcı minnettarlık duygulan akıtırdınız yüreğime.” Birinci Konsül’ün emrini geri alması için bir yıldan fazla uğraşır. Boşuna. “Fransa benim mutluluğum için gerekli,” diyordu Germaine de Stael. Napoleon da bunu onun kadar iyi biliyordu. Yoksa çoktan başka bir ceza düşünürdü. Jacques Necker bu sırada mutsuz kızına yazdığı bir mektupta şöyle seslenir: “Mutsuz olduğun zaman başını dik tut ve dünyanın hiçbir gücünün seni ezmesine izin verme!” Germaine, babasının tavsiyesine uyarak Almanya’ya gider. İki çocuğu ve onun o zamanki “sürekli refakatçisi” Benjamin Constant da onunla birliktedir. Neden özellikle Almanya? Bir yandan romanı Delphine bu ülkede hayranlıkla benimsenmiş olduğu, bir yandan da Weimar’da Goethe ve Schiller ile tanışmak arzusunda olduğu için. Hayır, Germaine de StaeTin Almanya’da hoş karşılandığı iddia edilemez. Frankfurt’ta Goethe’nin annesi ile buluşur. Annesi oğluna şunları bildirir: “Sanki boynuma asılmış bir değirmen taşı gibi boğdu beni. Her yerde yolumu değiştirdim, bulunduğu her daveti reddettim. O gittikten sonra rahat nefes alabildim. Ne istiyor bu kadın benden?” Bu arada iki şair, Goethe ve Schiller, birbirlerine yazdıkları kaygılı mektuplarda kendilerini bu can sıkıcı kadına karşı nasıl koruyabileceklerini bilmediklerini belirtirler. Herkesin dilinde olduğu gibi “güzel” de değildir. Üstelik politikaya karışması yüzünden ülkesinden de kovulmuştur. Aydın ve çok akıllı biri olarak bilinmektedir. Üstüne üstlük; de Stael oldukça çetin bir kadın olsa gerektir. “Eğer Almanca anlıyorsa, ona haddini bildiririz” umudundadır Schiller. “Fakat inançlarımızı ona Fransızca sözcüklerle anlatmak ve onun ustalığına karşılık vermek çok zor bir iş!” Goethe, ilk önce bu garip kadını izlemesi ve sonra izlenimlerini iletmesi için Schiller’i öne sürer. İlk karşılaşmasından sonra Schiller “Derli toplu, yabancı, yanlış ve patolojik bir unsur yok vücudunda. Tek bunaltıcı yanı dilini kullanışındaki olağanüstü ustalığı. Onun söylediklerini izleyebilmek için insanın topyekûn kulak kesilmesi gerek,” der. 1803 kışında iki Alman üstat Germaine de Stael ile birçok kez biraraya gelirler. Bu ülke hakkında bir kitap yazmayı planlayan Germaine, Almanya’da yaşadıklarını ve deneyimlerini günü gününe not alır. “Öyle alçakgönüllü ve kendi başarılarını önemsemeyen, kendine göre gerçekleri öylesine canla başla ve gururla savunan biri ki, ilk gördüğüm andan itibaren ona hayranlık dolu bir dostlukla yaklaştım.” Schiller’i böyle tanımlar. Goethe ile olan ilişkisini tanımlamakta ise biraz zorlanır. “Fantezisi gibi donuk olan bir haysiyet duygusu var… Konuşma sırasında farkında olmadan onun Ben taassubunu zedeleyip zedelemediğini asla bilemiyor insan,” diye yazar Goethe hakkında babasına. Fakat tüm eleştirilere rağmen onunla konuşmalarından büyülenir. Edebiyat, felsefe ve tiyatro, ana temalarıdır. Weimar’da kaldığı altı hafta, Bayan de Stael’in yaşamında kesinlikle zirvelerden birini oluşturduğu kesindir. En önemli yapıtı Almanya Hakkında, ana hatlarıyla bu Almanya gezisi sırasında oluşur ve bu kitap, Fransızların Almanlar hakkındaki görüşlerini uzun süre etkiler. Bunun ardından Bayan de Stae’l Berlin’de de kalır ve her gün “Alman dilindeki keşfedilmemiş yeni değerleri” keşfeder. 1804 Nisan’ında İsviçre’den aldığı bir telgraf Germaine’i çok derin kaygılara düşürür, tüm planlarını altüst eder. Babası ölmüştür. Herkesten çok sevdiği insan; babası. Yetişkin bir kadın olarak da kendisini hâlâ “Minette” olarak gören, ne olursa olsun daima yanında olan babası. Onun ölümüyle, bu arada ne kadar ünlü de olsa “Minette” için gerçek yetişkinlik henüz başlamaktadır. İsviçre’deki Coppet’e geri döner, babasının terekesini düzenler ve Bay Necker’in Özel Yaşamı ve Karakteri adlı izlenimlerini yazar. Cenevre yakınındaki Coppet malikanesi daha sonraki yıllarda Avrupa’nın kültürel buluşma yerine dönüşür. Şenlikler, temsiller, tartışmalar ve tâ uzaklardan bu “olağanüstü kadını” tanımak için gelen konuklarla dolar. Fakat Napoleon onu hâlâ nefretle izlemektedir. “Ezeceğim onu!” diye birkaç yıl önceki tehditinin üzerine, 1810′da en büyük darbeyi indirir. Germaine de Stae’l, Almanya Hakkında adlı kitabının üçüncü cildini uzun bir çalışma dönemi sonunda tamamlamıştır. Düzeltme çalışmasını yaptığı sırada bir emniyet müdürü çıkar gelir evine. Tüm müsvette, evrak ve provalarının derhal kendisine teslim edilmesini emreder. Hemen ardından, bir görgü tanığının ifadesine göre, İmparator bizzat kendi elleriyle tüm ciltleri ve notları şömineye atar. İmparatordun İçişleri Bakanı yazara yapıtının neden böyle bir gazaba uğradığını şöyle bildirir: “Madam, biz henüz sizin takdir ettiğiniz toplumları örnek almak zorunda kalacağımız noktaya gelmedik. Sizin son yapıtınız Fransızca değil.” O anda Germaine için kitabının bir müsveddesini gizlice kurtarabilmiş olması belki de küçük bir tesellidir. Doğal olarak o sırada yayınlayamaz. Yazar olarak kariyeri sona ermiştir. Vatanına asla geri dönemez. Dostları ondan çekinmeye başlamıştır. “Yeni emniyet müdürü arkadaşlarımın beni ziyaret etmemeleri için yollarda pusuda bekliyor. Bugünün şartlarının gerektirdiği şekilde yapıtımı değiştirmemi, ilaveler ya da eksiltmeler yaparsam her şeyin halledileceğini anlamamı istiyorlar,” diye yazar 1811′de bir arkadaşına. “Beni kendi kendimden korkar hale getirdiler!” Mücadeleci Germaine de Stae’l şimdiye dek hiç bu denli kaygılı bir ifade kullanmamıştır. Eğer Napoleon’un lütfunu yeniden kazanmak istiyorsa, ona bir methiyeler düzmesi öğütlenmektedir. Hayır, bir Madam de Stae’l böylesine alçalamaz! Bundan sonraki yıllarda “kendi mezarı başında nöbet tutarcasına” yaşar. Tarifsiz acılar içindedir. Düşüncelerini özgürce ifade arzusunu hiçbir şey ve hiçbir kimse bastıramaz. Kırk altı yaşında bir kez daha anne olur ama bu, çocuğunun genç bir Fransız subayı olan babası ile hemen evlenmesi için bir neden değildir. Doğumdan kısa bir zaman sonra Avusturya, Rusya, Finlandiya, İsveç ve İngiltere’ye seyahat eder. Londra’da onun için görkemli bir kabul töreni hazırlanır. Burada -1813′te- Almanya Hakkında da yayınlanır. 1814 Nisan’ında onun en büyük düşmanı Napoleon tahttan iner. Germaine de Stae’l çok sevdiği Paris’e geri döner ve bir kraliçe gibi karşılanır. En sonunda Almanya Hakkında adlı kitabı kendi yurdunda da yayınlanacaktır. Kitabı (başka nasıl olabilirdi ki), her yerde büyük ilgi uyandırır. Goethe, “Bizi Fransa’dan ayıran köhne önyargıların Çin Seddi’nde koca bir delik açan muhteşem bir silah,” der bu kitap için. Germaine de Stae’l “Köhne önyargılara” karşı hayatı boyunca savaşmıştı. Zor bir kadındı. Kimilerini öfkelendiriyordu. Hatta, günümüzde bile: 1980 sonbaharında Hamburg’daki bir Alman-Fransız Lisesi’ne onun adı verilecekken, “Madam de Stael çok ahlaksız bir kadındı” gerekçesiyle, reddedildi. Eserleri # 1788 - Eserleri Mektuplar ve J.-J. ve Karakter Rousseau Rousseau # Sophie, 1790 # Jane Grey, 1790 # Réflexions sur le Proces de la reine, 1793 # Réflexions sur le paix, 1795 # 1796 - Kişi ve Milletler Mutluluk üzerine Passions of Etkisi Üzerine Bir İnceleme # Essai sur les kurgular, 1796 # De la Littérature considérée das ses rapports avec les kurumları sociales, 1800 (2 cilt.) - A Treatise Antik ve Modern Edebiyat (tr. 1803) ile; Derneği (tr. 1813) üzerine Edebiyatı Etkisi # Delphine, 1802 (4 cilt.) - Delphine (tr. Avriel H. Goldberger tarafından) # Corinne ou l'Italie, 1807 (3 cilt.) - Corinne veya, İtalya (çevirmenler: Isabel Hill; Emily Baldwin ve Paulina Driver; Avriel H. Goldberger; Sylvia Raphael) # ) De l'Allemagne, 1810 - Almanya (tr. 1813) # 1813 - Suicide (tr. 1813) Reflections on # Başlıca Fransız Devrimi'nin Etkinlikler (ed. Dük de Broglie ve Baron de Stael, tr tarafından. 1.818 Doğum Hususlar) # Oeuvres tamamladığında, 1820-21 (17 cilt.) # Dix Années d'Exil, 1821 - Exile Ten Years (çevirmenler: Doris Beik; Avriel H. Goldberger) / Memoirs of Madame de Staël üzerinden (Lloyd E. Smith edited) # Essais dramatiques, 1821 # Oeuvres complètes et oeuvres postumes, 1836 # Briefe bir Goethe, 1844 # Lettres inédites de Mme de Staël öğleden H. Meister, 1903 # Lettres à B., 1907 Constant # Briefe bir W. Schlegel, 1938 # Lettres à Mme de Recamier, 1952 # Lettres à Narbonne, 1960 # Lettres à azarlama, 1960 # Correspondance Generale, 1960 -- # Madam de Staël Siyaset, edebiyat, ve Ulusal Karakter, 1964 (tr. Morroe Berger) # Yazışmalar Mme de Staël ve PS Du Pont de Nemours, 1968 # Olağanüstü bir kadın: Seçme Yazılar, 1987 (tercüme ve Vivian Folkenflik tarafından bir girişle) # Sınırlar, 1991 Crossing (Madelyn Gutwirth, Avriel Goldberger ve Karyna Szmurlo tarafından) ed. # Seçilen Yazışma, 2000 (tercüme ve Kathleen Jameson-Cemper edited by) kitap özetleri kirjasto çeviri
-
Giambattista Marino (Napoli 1569-ay.y. 1625)
Giambattista Marino (Marini) İtalyan şairi. (Napoli 1569-ay.y. 1625), Fransa’da Cavalier Marin adıyla tanınır. Disiplinsiz, kavgacı, çok hareketli bir hayat sürdü. Baba evinden kovuldu, Napoli’de hapse atıldı (1598 ye 1599), kaçtıktan sonra İtalya’da bir süre dolaştı ve sonunda, Torino’da dük Carlo Emmanuele’nin himayesine girdi (1608). Dükün sekreteri G. Murtola ile çatıştı; daha sonra (1610) hapsedildi, 1615′te de, Piemonte’den ayrılarak Fransa’ya gitti. Marie de Medicis’nin sarayında çok seçkin bir şair olarak karşılandı ve 1623′te birçok unvan ve servet sahibi olarak memleketine döndü. Marino yetenekli bir şairdi ama bütün eserleri yapmacıklarla, aşırı hayaller ve zevksizliklerle doluydu. Fransa’da yapmacıklı şiirin gelişmesinde etkisi büyük oldu. Başlıca eserleri: La Dira (Lir) [1602-1614], Galeria (Galeri) [1620] ve özellikle yirmi şarkıdan (45,000 dize) meydana geleni, antitez ve concetto’larla dolu olan Adone (Adonis) [1623]; Fransa’da Marino modası, Louis XIII’e ithaf edilen bu eserle başladı. kitap özetleri
-
Gustave Flaubert (1821-1880)
Gustave Flaubert (12 Aralık, 1821 – 8 Mayıs, 1880) Fransız romancı ve gerçekçilik akımını başlatan yazar. Hayatı 12 Aralık 1821’de Fransa Rouen’de doğdu. 1880'de bir inme sonucu yaşamını yitirdi. Babası Achille Flaubert Rouen'daki bir hastanenin baş cerrahı, annesi de bir hekim kızıdır. 1840'ta liseyi bitirdi. 1841'de Paris Hukuk Fakültesine kaydoldu. 22 yaşındayken sara olduğu kabul edilen bir hastalığının bulunduğu ortaya çıktı. Eğitimini tamamlamadı. 1846'da babasını kaybetti. Bir kızı olan ablası da ölünce, annesi ve yeğeniyle Rouen yakınlarındaki Croisset'ye yerleşti, yaşamının tümünü burada geçirdi. İlk yazı çalışması 1837'de yayınlandı. Kasım 1849’dan Nisan 1851’e kadar Maxime du Camp ile birlikte Yunanistan, Anadolu, Mısır, Filistin, Suriye ve İtalya'yı dolaştı. İçe kapanıklığından, yalnız Mısır’a ve Tunus’a yaptığı yolculuklarla sıyrıldı. Ünlü romanı Salambo’yu ona esinleyen de, bu yolculuklar oldu. Edebiyat dünyasından pek çok kişiyle mektuplaştı. Bu mektuplardan bazıları sonradan büyük ün kazandı. Madam Bovary (1857) ile Flaubert, bir trajedi düzeyine ulaşmıştı: bu ihtiraslı kadının hikâyesi, yazarın, edep ve ahlâka aykırı davranıştan dolayı ceza mahkemesine verilmesine yol açtı. Sonunda beraat eden Flaubert, yarattığı kadın kahramanın gerçekliğini ileri sürerek kendini şöyle savundu: «Hiç kuşkusuz şu saatte benim zavallı Bovary’m, Fransa’nın yirmi köyünde birden acı çekmekte, ağlamaktadır». Flaubert, gerçeğin ozanı olmak istiyordu. Bu amaçla, çelişkilerle dolu, aşağılıklarına ve küçüklüklerine gömülmüş, hayal âleminde yaşayan kişileri günışığına çıkarıyordu. Küçük Fransız burjuvazisini anlatıyor ve kahramanlarının yaşantısını ve karakterini en ufak ayrıntısına kadar okuyucuya iletiyordu. Gerçekçilik akımını başlatan kişi olarak gösterilmesinde ünlü romanı Madame Bovary kadar bu mektuplarda dile getirdiği edebiyat ve sanatla ilgili görüşleri de etkilidir. Yaşadığı dönemde kitaplarından maddi kazanç sağlayamadı. Yaşamının son yılları acılar, edebi başarısızlıklar ve maddi zorluklarla geçti. Bu dönemdeki en büyük avuntuları, manevi oğlu olan Guy de Maupassant’ın başarısı ve başını Emile Zola’nın çektiği natüralist (doğalcı) grubun ona verdiği değerdi. En ünlü romanı olan Madame Bovary yayınlandığında, yazar ve yayıncı hakkında ahlaksızlığa teşvik suçundan dava açıldı. Madame Bovary bugün dünya edebiyatının temel taşlarından biridir. ESERLERİ: ROMAN: Madam Bovary (1856) Bir Delikanlının Hikayesi (1870 iki cilt: Bir Delikanlının Hikayesi 1964, Gönül ki Yetişmekte 1982) Ermiş Antonius ve Şeytan (1968) Bouvard ile Pecuchet (1881) Salambo (1862, Türkçe 1935-1985) OYUN: Gönül Şatosu (1880) ÖYKÜ: Üç Hikaye (1887, Türkçe 1955, 1981) DENEME: Basmakalıp Düşünceler Sözlüğü (1913) Kitap Deliliği (1926) GÜNLÜK: Kırlarda ve Kumsallarda (1886) vikipedi kitap özetleri
-
Harriet Beecher Stowe
Harriet Beecher Stowe Dünyaca ünlü Tom amcanın kulübesi adlı kitabın yazarı Amerikalı yazarın çocukluğu pekte iyi geçmemiştir. Babası tutucu Kalvinist bir rahip’tir, küçük yaşlardan beri şiir okumayı çok sever , kız kardeşleri ile büyümektedir. Küçüklük yaşlarından beri yazarlık hayali kurmaktadır ve bunun doğrultusunda bir öykü yarışmasına baş vurur Ünde Lot adlı öykü yarışmasında birinci olur tamda bu sarada yazar olma hayalini gerçekleştirebilecek iken evlenir altı tane çocuğu olur ,yaşadığı dönemde Amerikada kölelik sistemi vardır , zencilere kötü davranılmakta ve kaçan ya da itaat sahiplerine iteat etmeyenler cezalandırılmaktadır. O dönemde bu zencilerin yakalanması ve teslim edilmesi için yasa çıkarılmıştır ancak Harriet bunun aksine davranarak Kentucky’de bir plantasyondan kaçan ve aranan bir zenciyi saklar.Küçük yaşlardan itibaren bu durumdan etkilenen yazar vakit bulduğunda bu durumu anlatması ve bir kitap haline getirmesi gerktiğini bilmektedir.Ancak çocuklara bakmaktan vakit bulamamaktadır.. Nihayet uzunca bir dönemden sonra geceleri yazmaya başlar ve Tom Amca’nın Kulübesi yayına girer .O dönemde kitap Birleşik Devletler’de 200.000 baskıya ulaşmış ve Almancaya, Fransızcaya çevrilmiştir. “Zenci kölelik sistemi” yalnız ABD’de değil, tüm dünya kültüründe en güncel sorun haline gelmiştir. Pek çok ülkeden davetler almıştır , ve bu ülkeleri ziyaret ettiğinde devlet başkanları ile görüşmüştür. Harriet Beecher Stowe 30′dan fazla eser yayınlamıştır.Kitaplarının hiçbirisi Tom Amca’nın Kulübesi’nin başarısına ulaşamamıştır. DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1811-1896) 1833 Britanya İmparatorluğu'nda kölelik kaldırılır. 1847 Hamburg-Amerika hattı açılır. 1850 Nüfusu 23 milyon olan ABD'de 3,2 milyon zenci köle bulunmaktadır. 1851 The New York Times gazetesi kurulur. 1852 H. Beccher Stowe'un Tom Amca'nın Kulübesi adlı kitabı yayınlanır. 1852 Aynı yıl Annette von Droste-Hülshoff, Katolik şiirlerini içeren Das Geistliche Jahr (Ruhani Yıl) kitabını yazar ve Theodor Storm, Immensee'yi yayınlar. 1854 ABD'de köleliğe karşı programın temelleri atılır ve cumhuriyetçi parti kurulur. 1860 Köleliğe karşı olan cumhuriyetçi Başkan Abraham Lincoln'un döneminde ABD'de çıkan iç savaş kuzey eyaletlerinin zaferi ile sonuçlanır. Kölelik ortadan kaldırılır. Başkan Lincoln öldürülür. "KADINLAR TANRI'NIN VE DOĞANIN ONLARA VERDİĞİ HER TÜRLÜ YETENEKTEN YARARLANMALIDIRLAR." Harriet "sorunlu" bir çocuktur. Huzursuzdur, olur olmaz zamanlarda yüzünü çarpıtır, çoğu zaman dalıp gider. Tek iyi özelliği İncil'i severek okumasıdır. Kutsal Kitap'tan sayfalarca metni ezbere söyleyebilmesi, tutucu bir Kalvinist rahip olan babası Lyman Beecher'ı memnun etmektedir. Püriten bir adamın çoğalma arzusu içinde, büyük bir çocuk sürüsü olsun ister. Harriet'in beş büyük, iki küçük kardeşi vardır. Becetler ailesi Kuzey Amerika'da New England'da yaşamaktadır. Harriet annesini kaybettiğinde beş yaşındadır. O andan itibaren de disiplin, feragat ve mutlak itaat isteyen babasının etki alanına girer. Altı buçuk yaşında su gibi okuyabilen Harriet, şiir okuduğunda bir düş dünyasına dalıp gitmektedir. "Şiiri çok seviyordum ve bir gün bizzat şiir yazmak tek hayalimdi," der ileride gençlik yıllarını anımsadığında. Kendisinden on bir yaş büyük olan kız kardeşi Catherine, ona sürekli örnek gösterilmiş olmalı. Catherine geçimini öğretmen olarak sağlamakta ve küçük kız kardeşini de himaye etmektedir. Ders verdiği "Hartford Kız Akademisinde, Harriet Latince, İtalyanca ve Fransızca öğrenir. Ayrıca 15 yaşındayken edindiği taze bilgileri daha küçük çocuklara aktarmak zorunda kalır. Catherine'in rehberliğinde yardımcı öğretmen olarak çalışmaya başlar. Severek mi? Genç Harriet yazdığı bir mektupta şöyle der: "Kendimi öylesine yararsız, öyle zayıf ve bitkin hissediyorum ki! En iyisi, gençken ölmek." Fakat çok dindar yetiştirilmiştir ve bu tür düşüncelere kaptıramaz kendisini. Boşu boşuna dertlenmeye devam eder: "Olamaz. Boşuna yaşamıyorum. Tanrı bana yetenek verdi ve ben bu yetenekleri onun emrine sunmak istiyorum. Eğer Tanrım bu yeteneklerimi kabul ederse mutlu olurum. Tüm güçlerimi daha da etkinleştirebilir. Varlığımı yaratan Tanrı bana yeteneklerimi ortaya çıkarmamı ve onları kullanmamı da öğretebilir." 16 yaşındayken söylediği bu sözler tüm yaşamı boyunca geçerliğini koruyacaktır. Güzellik konusunda Tanrı'nın onu ödüllendirmediğinden emindir. Burnunu çok uzun, kafasını çok büyük bulur. Çağdaşları özellikle dalgın dalgın boşluğa baktığında yüzünün aptalca bir ifadeye büründüğünü söylerler. Buna ilaveten genç bir kız olarak durmadan dinler, az konuşur. Konuşunca da sert ve beklenmedik zamanlarda konuşup çevresindekileri irkiltir. "Sade, gösterişsiz" denir ona. Yani güzel biri değildir, hiçbir cazibesi yoktur. Bunun neticesi olarak hayranları da olmaz. Buna alışmak zorunda kalır. Ne de olsa öğretmen olarak kazandığı ile geçinebilmekte, üstelik düş kurmaya da vakti kalmaktadır. Çocuklar için kitaplar yazmaya başlar. Faydalı bir işin cılız öğretmen maaşına biraz katkısı olabilir. Ne var ki hayal kırıklığına uğrar: Kendisinden daha güzel, daha akıllı olan büyük ablası Catherine, Harriet Beecher'i daha ilk kitabının yayınlanışıyla gölgede bırakır. Harriet 8 Mart 1833'te gazetesini açtığında, kendi kitabının duyurusunu bulur: Çocuklar İçin Yeni Coğrafya - Yazan: Catherine E. Beecher. Harriet'in yazdığı çocuklar için coğrafya kitabı ablasının eseri olarak göklere çıkarılır. Nasıl böyle bir şey olabilir? O zamanlar Harriet'ten daha ünlü olan Catherine Beecher, bu konuda yayımcıya ricada mı bulunmuştur? Ya da yayımcı büyük bir soğukkanlılıkla tecrübeli bir öğretmenin adı ile daha iyi kazanç sağlayacağını mı düşünmüştür? Her zaman olduğu gibi çok derinden incinmiştir. Birkaç hafta sonra Kentucky'ye bir yolculuk yapar. Mary Dutton adında bir kadın meslektaşı onu bu geziye ikna etmiştir. Kelimenin tam anlamıyla "unutulmaz" bir gezi olacaktır Harriet için, ama o henüz bundan habersizdir. Her neyse, burada sözü yaklaşık yirmi yıl sonra Harriet Beecher Stowe'un ünlü kitabı Tom Amcanın Kulübesini okuduğunda birdenbire bu Kentucky yolculuğunu anımsayan bayan meslektaşına bırakalım: "Harriet o sıralar etrafında olup bitenleri sanki hiç fark etmezdi. Çoğu zaman sanki düşüncelerine dalmış gibi oturup kalırdı. Zenciler bize komik gösteriler yapıp, havada takla attıklarında onlara hiç bakmıyormuş gibi görünürdü. Daha sonraları Tom Amcanın Kulübesini okuduğumda, bu yolculuğun her sahnesini birbiri ardına yeniden anımsadım. Öylesine aslına sadık kalarak anlatılmıştı ki, birdenbire anladım: Bu öykü için malzeme burada toplanmıştı." Önce Harriet çelişkili izlenimler ve deneyimlerle kafası dolu halde, sevmediği öğretmenlik mesleğine geri döner. 1833 Ağustos'unda Western Monthly Magazine'de bir öykü yarışması ilanına rastlar. Yazarlık hayalini bir türlü aklından çıkarmayan Harriet jüriye başvurur ve Ünde Lot adlı bir öyküsünü yollar. Birincilik ödülünü kazanır. 1834 Nisan'ında öyküsü dergide basılır. 1843'te, yani dokuz yıl sonra bu öykü, Mayflower kitabında yer alır. Aslında bu başarıdan sonra yüreklenip, yeteneğine güvenerek yazmayı meslek haline dönüştürebilirdi. Fakat Harriet Beecher başka bir yola sapar. Çoktan beri evde kalmış bir kız olarak bilinen Harriet, 1836 Ocak'ında evlenir. Kocası Calvin Ellis Stowe, babası ve altı kardeşi gibi din adamıdır. Yedi çocuğu olur. Hayır, aslında sekiz. Çünkü ruhsal bunalım içindeki kocasına da annelik yapar. Bu yıllarda yazması pek mümkün olmaz. "Edebiyatla uğraşacaksam özel bir odaya ihtiyacım var," der 1842'de kocasına yazdığı bir mektupta. "Geçen kış çocukların odasında rahat bırakmadılar beni. Çocuklarımız hele şu sıralarda öyle bir yaş dönemine giriyorlar ki, onları denetimden yoksun bırakamam. Böylesine koşullar altında düşüncelerimi yazarlığımla onlar arasında paylaştırmaya hakkım var mı acaba?" Başka bir yerde de şöyle der: "Şu anda evde rahatsız edilmeden kalabileceğim bir yer yok. Odaya çekilip kapımı kilitleyecek olsam, on beş dakika içinde mutlaka biri kapı kolunu sarsmaya başlıyor." Stowe ailesi az parayla geçinmek zorundadır. Yorucu ev işleri, ev bütçesini denkleştirmek için sürekli hesaplamalar, çocukların endişesi derken Harriet gittikçe yıpranır. 1845 yılında karanlık, yapış yapış, yağmurlu, sisli, berbat bir günde anne ve ev kadını Bayan Stowe şunları yazar: "Ekşi süt, ekşimiş et kokusu ve ekşi kokan her şey beni hasta etti. Elbiseler kurumuyor, ıslak olan hiçbir şey kurumuyor. Her şey küf kokuyor. Bir daha asla bir şey yemek istemeyeceğim gibime geliyor." Beşinci çocuğunun doğumundan sonra aylar boyu hasta yatar. Brattleboro'da (Vermont) su kürü verilir. Oturma banyoları ve buz gibi sularda duş alması gerekir. Bütün bu yöntemlerden sonra eve döndüğünde altıncı kez hamile kalır. Daha bu doğumun yorgunluğunu üstünden atmadan bulunduğu kenti kolera kasıp kavurur. Harriet çocuğunu kaybeder. Ayrıca Stowe ailesinin mali durumu da gittikçe kötüleşmiştir. 1850 yılında yedinci ve son çocuğunu dünyaya getirdiğinde, tüm ailevi sıkıntılara rağmen yeniden para kazanmaya başlar. İngiliz tarihi dersleri verir ve dergilere makaleler yazar. 1850 yılı, yaşamında önemli bir dönüm noktası olur. O sırada "Fugitive Slave Act" (Kaçak Köle Yasası) yürürlüğe girmiştir. Bu yasaya göre kuzey eyaletlerindeki vatandaşlar kaçmış köleleri eski sahiplerine geri yollamakla yükümlüdürler. Aksi takdirde cezalandırılacaklardır. Harriet'in akraba çevresinde bu insanlık dışı yasa üzerine sert tartışmalar olur. O ve kocası en azından bu yasaya uymazlar. Calvin, Kentucky'de bir plantasyondan kaçan ve aranan bir zenciyi saklar. Başka ne yapılabilirdi? Kölelik politik bir meseledir ve politika da erkek işidir. Günün birinde Boston'daki yengesinden bir mektup alıncaya dek böyle düşünmektedir Harriet Beecher Stowe. "Hatti," diye yazar, en çok sevdiği erkek kardeşi Henry Ward Beecher'in karısı; "kalemimi senin gibi kullanabilseydim, köleliğin ne denli utanç verici bir şey olduğunu tüm ulusun anlayabilmesi için bir şeyler yazardım." Harriet'in çocukları, annelerinin kendilerine bu mektubu okuduğunu ve "Evet, bir şeyler yazacağım," dediğini hatırlayacaktır sonraları. En küçük çocuğu Charles Edward hâlâ süt emmekte ve geceleri yanında yatmaktadır. Planını uygulaması için fazla vakti yoktur, ama gündelik ev işlerini yaparken kurduğu hayallerde gittikçe daha fazla konusunun içine dalar. Zencileri çocukluk günlerinden beri tanımaktadır. Babasının hizmetkârları arasında da zenciler vardır. Gençliğinin büyük bir bölümünü Cincinnati'de, kölelik bölgesinin sınırında geçirmiştir. Bunun da ötesinde babasının semineri zencilerin köleliğine karşı muhalefetin odak noktası olmuştur. Sanki aradan yaklaşık yirmi yıl geçmemişçesine, Kentucky'ye yolculuğunun anıları onun içinde hâlâ canlılığını korumaktadır... "Resim yapan bir ressam gibi yazacağım. Tablolar yaratacağım. Tablolar etkiler. Tablolara kimse itiraz edemez." Bu amaçla Harriet Beecher eserine başlar. Önceleri sadece geceleri yazmaya zaman bulur. Fakat "kalbiyle" yazar. Şundan emindir: "Bir öykü bir çiçek gibi gelmeli ve büyümeli." Bu cümlesi İngiliz ozan John Keats'i çağrıştırır. Keats şöyle demişti: "Şiir bir çiçekteki yapraklar gibi doğal gelişmek zorundadır." Harriet, yirmi beş yıl sonra en küçük oğluna yazdığı bir mektupta Tom Amcanın Kulübesi'nin nasıl oluştuğunu anımsar: "Halkımız tarafından kölelere reva görülen haksızlık ve vahşet konusunda neredeyse üzüntüden kalbim parçalanıyor... Bazı geceler sen yanımda uyurken çocukları ellerinden alınan zavallı köle anneleri düşündüğümde ateş gibi yaşlar akardı gözümden." 1851 ilkbaharında öyküsünün ilk bölümü bitmiştir. Önce ailesine okur, sonra da Washington'da National Era adında saygın bir gazeteye yollar: Yazı işleri kendisine bu öyküden üç ay boyunca yayınlanacak bir tefrika roman yapmasını önerir. Fakat roman başını alıp gider. Tom Amcanın Kulübesi on ay boyunca National Era gazetesini doldurur. Yazar tamı tamına 300 dolar alır yaptığı iş için -üç aylık sözleşme için garanti edilen rakamın aynısını. Fakat bu onu şaşırtmamış gibidir. Çünkü çalışmak onun için bir "Tanrısal görev"dir: "Tanrıma eseri bitireyim diye dua ederdim." Okurları durmadan romanın her bir kahramanından daha fazla bahsetmesini istediklerini yazarlar... Harriet Beecher Stowe'un yarattığı tiplemelerle öylesine özdeşleşmişlerdir. Henüz zengin sayılmaz. Derin derin düşünür: "Yazarlığımla sanırım yılda 400 dolar kazanabilirim, ama bunu bir zorunluluk olarak görmüyorum. Çocuklara ders verdikten, küçüğü besledikten, alışveriş yaptıktan, giysileri onardıktan, çorapları yamadıktan sonra bir de oturup gazeteye yazı yazamayacak kadar yorgun oluyorum." Romanının kitap olarak piyasaya çıkmasının ona daha fazla ün katacağına ve her şeyden önce daha fazla para getireceğine inanmamaktadır Harriet Beecher Stowe. Boston'da büyük bir yayınevi, kitabın güneyde işlerini berbat edeceği korkusuyla kitap taslağını geri çevirir. En sonunda böyle bir riske girebilecek genç bir yayıncı bulur. Köleliğe karşı savaş kuzeyde bile pek tutulan bir konu değildir. Harriet Beecher Stowe'un kendisi de, konuyu çok objektif bir şekilde ortaya koyduğu için kitabının kuzeyde pek ilgi görmeyeceği ve güneyde de pek yankı uyandırmayacağını söylemektedir, ilk sekiz hafta içinde 50.000 adet satıldığında, bu ani, müthiş başarıya en çok yazarın kendisi şaşırır. Özellikle kuzeyin hayranlığına karşı, güneyde bir öfke seli doğmasına hayret eder. 1853 Ocak'ında Tom Amca'nın Kulübesi Birleşik Devletler'de 200.000 baskıya ulaşmış ve Almancaya, Fransızcaya çevrilmiştir. "Zencilerin köleliği" konusu yalnız ABD'de değil, tüm dünya kültüründe en güncel sorun haline gelmiştir. Harriet Beecher Stowe 1853 yılında ilk kez Avrupa'ya yolculuk yapar. İngiliz, İskoç prensleri ve dükleri tarafından ağırlanır. Alkışlanır, saygı görür, ama saldırıya uğrayıp, incitilir de. Karşıtları onu olayları çarpıtmakla ve romanının "yalan dolu bir masal" olmasıyla suçlarlar. Bunun üzerine daha uzun başlıklı ikinci kitabını yayınlar: "Eserin gerçekliğini kanıtlayan açıklamalarla, hikâyenin dayandığı gerçek olayları ve belgeleri ortaya koyan Tom Amca'nın Kulübesinin Anahtarı". Derlenen birçok belgenin arasında, 22 Ekim 1852 tarihli Nashville - Gazette'te çıkan Satış İlanı'ndan alıntı yapar burada: "Satılık: 10 yaşından 18'ine kadar iyi gelişmiş kızlar, 24 yaşında bir kadın ve çok şirin 3 çocuklu 25 yaşında çok işe yarar bir kadın. Mür: Williams Glower." Harriet Beecher Stowe 30'dan fazla eser yayınlamıştır. Külliyatı 16 ciltten meydana gelir. Fakat diğer kitaplarının hiçbirisi Tom Amca'nın Kulübesi'nin başarısına ulaşamaz. Tahminine göre ani başarısından sonra belli bir doğallığı kaybetmesinin nedeni şudur: "Başlangıçta hiç kimse benden bir şeyler beklemiyordu. Kimse bana karışmıyordu ve özgürce yazabiliyordum. Şimdi beni rahatsız eden, bir atraksiyon olarak tanıtılmam. Tüm gözler üstümde. İnsanlar benden bir şeyler bekliyor." Her şeye rağmen tüm kitapları iyi satmıştır. Kuzey ve güney eyaletleri arasında, köleliğin kaldırılmasıyla sonuçlanan iç savaşın bitiminden sonra, Stowe ailesi Florida'ya taşınır. Harriet kadınların oy verme hakkını savunanlar arasına katılır ve Heart and Home dergisinde tüm mesleklerin kadınlara açılmasını isteyen başyazılar yazar. Çünkü "kadınlar Tanrı'nın ve doğanın onlara verdiği her türlü yetenekten faydalanmalıdır." 85 yaşına yaklaştığı son yıllarında, adına bir sürü efsaneler yaratılmıştır. Rivayete göre Başkan Abraham Lincoln bir toplantıda ona şöyle demiştir: "Demek bu büyük savaşı başlatan küçük kadın sizsiniz." Bu ifade doğru olsun olmasın, Beecher Stowe'un Tom Amca'nın Kulübesi adlı kitabı yazarak o zamanlar milyonlarca insanı seferber ettiği gerçektir. Harriet'in bir kadın yazar olarak görev anlayışını, İngiliz hikayeci George Eliot'a yazdığı bir mektupta görüyoruz: "Kitap, karanlığa uzatılan ve başka bir eli tutabileceği umulan bir el gibidir. kitap özetleri
-
Hedwig Dohm (1833-1919)
Hedwig Dohm DÖNEMİNDEKİ ÖNEMLİ OLAYLAR (1833-1919) 1838 Prusya’nın ilk demiryolu Berlin’i Potsdam’a bağlar. 1839 Prusya’da çocukların çalışmasına kısıtlama getirilir. 1848 Almanya’da Mart Devrimi. 1848 Politik mizah dergisi Kladderadatsch çıkar. 1865 Louise Otto-Peters ve Auguste Schmidt, Leipzig’de Alman Kadınlar Birliği’ni kurarlar. 1865-1866 Berlin’de “Lette” Birliği kurulur. (Kadının Mesleki Yeteneklerini Geliştirme Derneği) 1875 Berlin’in nüfusu bir milyona ulaşır. 1876 Almanya’nın ilk kadın doktoru Franziska Tiburtius Berlin’e gelir. 1876 Prusya eyaletinde beş kadın öğretmen semineri faaliyet göstermektedir. 1878 Bismarck’ın Anti-sosyalist yasası (sozizlisten.geseta), sosyal demokrat basını ve tüm sosyalist bildirileri yasaklar, (l890′a kadar.) 1879 August Bebel’in Kadın ve Sosyalizm”} yayınlanır. (İsviçre’de) 1880 Berlin’de ilk kadın polikliniği kurulur. (Franziska Tiburtius tarafından.) 1903 Otto Weininger Cinsiyet ve Karakter adlı kitabında kadının ezilmişliğini kanıtlar. 1909 Berlin Üniversitesi resmen kadınlara açılır. 1919-Ocak Alman kadını ilk kez seçme hakkına kavuşur. “EY HANIMLAR – DAHA FAZLA GURUR! GURURLU KİŞİ HOŞA GİTMEYEBİLİR, AMA HOR DA GÖRÜLEMEZ.” Her şey şimdi nasılsa, sonsuza dek öyle kalacaktır. Neden mi? İşimiz tıkırında da ondan. Berlinli fabrikatör kızı Hedwig Schleh böylesine temel ilkelerin vaaz edildiği bir ailede ve dönemde yetişir. “Yaşlı insanların devri” diye algılar bu dönemi çocukluğunda ve daha sonraları da şöyle tanımlar: “Ezberlenmiş bir insanlık. Dünya görüşleri, düşünceleri, yaşam biçimleri kalıplaşmıştı. Her şeyin değişken olduğuna dair doğa yasası sanki geçerli değildi.” O zamanlar her şey belli bir sabit plana göre oluşmaktadır. Hedwig’in annesi her yıl bir çocuk getirir dünyaya. Hedwig on sekiz kardeşin on birincisidir. Misafir odası pazardan pazara misafir geleceği için ısıtılır. Pazartesileri köfte, her perşembe bezelye pişer. Her şey tanı olarak ayarlanmıştır: “Çocuklar hoşlarına gitsin gitmesin önlerine ne konursa yemek zorundaydılar. Böyle terbiye görmüşlerdi.” Aile terbiyesi bir de Hedwig’in sekiz erkek kardeşinin yazları yüzme ve kürek çekmeye gitmeleri demekti. Ailenin kızlarına yasaktır bu tür etkinlik. “Erkek ve kız çocuklar ayrı dünyalarda yaşıyorlardı. Sekiz erkek kardeşim sokağın donmuş su kanallarında paten yapar, kar topu oynar, birbirleriyle kavga ederlerdi. Okulda tembeldiler ve yıkanmayı hiç sevmezlerdi.” Ya Hedwig ve Schleh ailesinin diğer kızları? “Mümkün olduğu kadar sessiz ve terbiyeli bir şekilde oturur, boş zamanlarında zahmetli dantel işinden can sıkıcı çorap yamama işine kadar tüm el işlerini yaparlardı.” Anneleri: “Hayret edilecek bir enerjiye sahip birinci sınıf bir ev kadını. Annemden zorbalığından dolayı korkardım. Zevkle ve vicdan azabı çekmeden dayak atılırdı o vakitler. Dadılar da buna katılıyorlardı. Dayak ve terbiye neredeyse özdeşti.” Peki ya baba? “Babam bize hiç vurmadı, asla. Sessiz, kendi halinde bir beyefendi. Ne bizim ondan haberimiz vardı, ne de onun bizden. Gündüzleri fabrikadaydı. Fabrika Königstadt’ın arkalarında bir yerde; bizse Halleschen Tor yakınlarında oturduğumuzdan öğlenleri eve gelmezdi, ancak akşamları biz çocuklar yattıktan sonra saat sekize doğru eve gelirdi. Pazar günlerinin babasıydı sadece.” Geriye baktığında, bu büyük ve hâlâ oldukça varlıklı aile içinde Hedwig çocukluğunu nasıl görmektedir? “Son derece mutsuz bir çocuktum… On yedi kardeş arasında yapayalnızdım.” On beş yaşında okuldan ayrılmak zorunda kalır ve bundan itibaren de günlerini geçen yüzyılda yaşayan çoğu kız gibi geçirmeye başlar, “Her gün saatlerce dokumak zorunda kaldığım o çirkin halı hâlâ gözlerimin önünde,” der gençlik anılarını kaleme aldığında. “Bir örneğe göre işlenen sevimsiz çiçekleri görüyorum. Zemin beyaz yünden. Her düğümü tek tek sayarken durmadan saate bakar, koridordaki saatin sesini dinler ve dışarı çıkabilmek için ansızın birinin içeri girip beni uzaklara, Friedrichstrasse’deki bu evden, bu kasvetli odadan uzaklara götürmesini beklerdim… Ve yazgımın ne olduğunu derin derin düşünmeye başlamıştım. Her şey içinde bulunduğum koşullar gibi mi olmak zorundaydı?.. Neden gizlice, sanki okumak cinayetmiş gibi okumak zorundaydım?.. Neden hiçbir şey öğrenmeme izin verilmiyordu? Erkek kardeşlerimse, bir şeyler öğrenmeye hiç hevesli olmamalarına rağmen buna zorlanıyorlardı…” Bu tanımlamalar ne kadar birbirine benziyor: Hedwig’den yirmi yaş büyük yazar Fanny Lewald da kendi özyaşam öyküsünde genç kızlığında saatlerce mendil oyalarıyla istemeden uğraştığını yazıyordu. Ve FIedwig’den otuz yaş küçük olan Lily Braun ise gençliğinde masa örtüsü işlemeleriyle başbaşa, “sessizce” oturtuluyordu. Her üç kadının da, her biri kendi tarzında, daha sonraları kız çocuklarının başka şekilde eğitimi için devreye girmelerine şaşmamak gerekir. 18 Mart 1848′de, Berlin kentinde karışıklıklar başlar. “Devrim”: bu sözcük genç Hedwig Schleh için “********* bir suç”tur; okulda böyle öğrenmiştir. Anne ve babası onun sokağa çıkmasını, şehre inmesini yasaklar. Daha on beşinde bile olmayan Hedwig dinlemez. Evden kaçar. Yolda şarkı sesleri duyar ve silahsız ama siyah-kırmızı-altın sarısı eşarplı ve meşe yapraklarından üç çelenkli bir grup üniversite öğrencisi görür. Öğrenciler milliyetçi şarkılar söylemektedir. Çok geçmeden karşı yandan silahlı bir süvari birliği gelir. Onların “Dur!” emrine derhal uymayan talebeler üzerine ateş açılır. Bir delikanlı ölümcül isabet alarak yere, tam Hedwig’in ayaklarının dibine düşer. Genç kız ağlayarak çığlık atar. “Kardeşiniz mi?” diye sorar biri, Hedwig cevap veremez. “Fakat,” der daha sonra o sahneyi anlatırken, “o anda orada ölü yatan genç benim kardeşimdi. Bağrını kurşunlara açmış, özgürlük için şehit düşen bir kahraman… Beni en ön sıraya ittiler. Aslında her türlü kalabalıktan korkardım. Burada korku bana çok gülünç gelmişti… Halkın içindeki o soyluluğu gördüğüm ve bir ölünün gözleri içimi titrettiği andan itibaren, o zaman dedikleri gibi demokrat oldum. Sosyal demokrasiden, anımsadığım kadarıyla, henüz söz edilmiyordu. Evet kıpkızıl bir devrimci oldum.” Dohm’un torunu Hedda Korsch’un anımsadığına göre, Hedwig Dohm ileri yaşlarında dahi, bu olayı yaşamının dönüm noktası olarak görmekteydi. Dışarıdan bakıldığında, Hedwig’in yaşantısında bu hemen fark edilmez. El işleriyle acı çekmeye devam eder, öğretmenlik seminerine katılır, öğrenimini yarıda keser ve 1852′de yazar Ernst Dohm ile evlenir. Dohm 1849′dan beri mizah dergisi Kladderadatsch’ın redaktörlüğünü yapmaktadır. Hedwig mutlu mudur? Torunu Hedda Korsch, büyükannesinin sık sık bir “özgürlük” duygusundan söz ettiğini, fakat evliliği hakkında az konuştuğunu söyler. Fakat Dohmların evinde o zamanın aydınları buluşmaktadır. Hedwig birçok önemli kişiyle tanışır ve onlardan ilham alır. Bayan Dohm olarak beş çocuk dünyaya getirir. 1902′de çıkan Anti Feministler’de hamile iken neler çektiğini şöyle dile getirir, “Beş hamileliğim sırasında annemin aksine çok çektim. Bir din uğruna canını feda etme düşüncesi beni intiharı düşünmeye kadar götürdü. Sıkıntılı ve işsiz güçsüz dolaştığım sürece çok fenaydı. Bunun üzerine çektiğim acıyı unutmak için İspanyolca şiirleri (o zaman bu dili öğrenmeye çalışıyordum) Almancaya çevirmeye başladım. Günün en dayanılır zamanı işte o saatlerdi. Kendimi ve acımı unutabilmek için çeviri yaparken büyük bir istekle kelimeleri ve uyakları bulmaya çalışıyordum.” İspanyol edebiyatı ile uğraşması Hedwig Dohm’un topluma açılmasında sıçrama tahtası gibi bir şey olur. Çünkü kocasının arkadaşı olan yayımcı Gustav Hempel, ona Tarihsel Gelişimi İçinde İspanyol Edebiyatı adlı kitabın editörlüğünü verir. Yaşamı boyunca gençliğinde sıradan bir eğitim almış olmaktan yakınan Hedwig Dohm, bu ilk bağımsız işiyle kendine güvenini kazanır. 1872′den itibaren asıl istediği konuda, kadın haklarına ilişkin iddialı yazılar yayınlar. Bu andan itibaren tüm kutsal kurumlara karşı saldırıya geçer: Protestan rahipler, felsefeciler ve kadın doktorları. “Eşkiya karısı Hedwig’in edebiyatta ilgi uyandırmasından bu yana ikinci bir Hedwig böyle maceralı bir parıltıyla toplum önüne çıkmamıştır.” Hedwig Dohm, Wistling adında bir eleştirmen tarafından Leipziger Tageblatt gazetesinde sert bir dille böyle eleştirilir ama, onun için daha iyi bir iltifat olamazdı. İlk iddialı yazısından bu yana o sadece “maceracı” değil, “radikal”dir de. Kendisi bunu şöyle görmektedir: “Radikal; köklü demektir ve kötülüğü kökünden halletmek isteyen mücadeleci kadınların en büyük irade ve uğraşıdır.” Hedwig Dohm’un bu andan itibaren “sorunları nasıl hallettiğine” bir örnek: Geçtiğimiz yüzyılın yetmişli yıllarında en “güncel tartışma konusu” kadınların yüksek öğrenim görmesidir. Kaygılı bilim adamlarının ilk derdi, en son araştırmalara göre beyin ağırlıkları erkeklere oranla daha az olan kadınlar için tıp tahsilinin özellikle zararlı olmasıdır. Hedwig Dohm bu konuyla ilgili olarak şunları söyler: “Bilim çevresindeki erkeklerin, kadının beyni adına istedikleri, kadının bilimsel öğrenim görmesinin engellenmesidir. Kadın beyninin korunması namına, her halükarda başarılı sonuçlar elde edilebilecek, aynı derecede haklı gerekçelere dayalı bir önerim var: “Karısına kötü davranan her erkek, kadının beyin gücünü zayıflatacağından sınır dışı edilsin.” Ve sonra “kadının beden yapısı” üzerine çok ilginç gözlemleri olan Theodor von Bischoff’u diline dolar, “Bay von Bischoff ‘erkek kadından daha uzun bacaklı’ diye belirtiyor, çok doğru. Bir sonuç çıkarmak isteyen herhalde erkeğin postacılığa kadından daha uygun olduğu sonucuna varır. Fakat kadının bu nedenden dolayı Yunanca ve Latince öğrenme yeteneği olmadığını söylemeye kalkmak mantıklı düşünmekten çok küstahlık olur. “‘Kadının ses perdesi daha dar ve gırtlağı daha küçük’ diye öğretiyor bize Bay von Bischoff. Buradaki gerçeği açıklamak gerekirse, yapılan düetlerde erkek tenor, kadın soprano ses verir. Fakat ses perdesi ile oy hakkı arasındaki ilişki bununla açıklanamaz bana göre.” Ayrıca, kadınların tıp öğrenimine karşı çıkan Profesör von Bischoff “kadınlara özgü duygusal zayıflık” tezini ortaya atmıştır. Hedwig Dohm’un ona sorusu şu olur: “Elinizi vicdanınıza koyun Bay von Bischoff, aşçı kadın çok severek yediğiniz yılan balığını kesmemekte dirense ve sizden duygusal zayıflığı dolayısıyla özür dilese ona ne yapardınız? Onun yerine rahatlıkla balık kesebilecek başka birini almak üzere, bu zayıflığı yüzünden aşçınızı işten çıkarmaz mıydınız?” Sonra kadınların şu malum sorunu: “âdet görme”. Kadınlar her dört haftada bir cinsiyetlerinin diyetini vermek zorunda oldukları için -Profesör Bischoff bunu kibarca başka türlü tanımlıyordu -onlardan erkeklerin meslek hayatına girmeleri beklenemezdi doğal olarak. “Peki -bu günlerde- kadın işçilerin ve hizmetçilerin çalışması neden korkunç ve onur kırıcı değil?” diyen Hedwig Dohm, bu kadınları çok iyi tanıyan ve sempati duyan von Bischoff’tan bilgi almak ister. Aşçısına ve çamaşırcısına “bu günlerinde” hep izin verdiğini tahmin etmektedir -yoksa izin vermiyor mudur? Her işveren, kadın işçisini bu 3-4 gün boyunca çalıştırmamakta direnip, ücretini de ödemedikçe; devlet tüm dul ve evlenmemiş kadınların bu süre içinde kazanabilecekleri parayı tazmin etmedikçe, konuyu açmamak en iyisidir. Kendi kendine çözümünü bulmaktadır zaten.” Hedwig Dohm’un bu sözleri, zamanının bilginlerinin özgüvenlerini nasıl sarstığına bir örnektir. Burada belirtilen tezleri Hedwig 1874′te Kadının Bilimsel Bağımsızlığı dergisine yazdığı sırada, Zürih’te bir Alman kadın tıp doktorasına hazırlanmaktadır: Franziska Tiburtius, iki yıl sonra Hedwig’in yaşadığı Berlin’de bir kız arkadaşı ile birlikte muayenehanesini açacaktır. Hedwig Dohm 1876′da (Dr. Franziska Tiburtius’un Berlin’e geldiği yıl) Kadın Doğası ve Hakları’nı yayınlar. Bu yazısında kadının seçim hakkının, kadınların tüm politik savaşımının hedefi olduğunu açıklar. Fikirlerini mükemmel şekilde kaleme alan bu kadın bunları konuşmacı olarak da savunmuş mudur? Hayır. Kadın sorunlarını ne kadar kökünden ele alırsa alsın, bu konularda sadece yazılı olarak fikirlerini açıklamak ister. Açık oturumlardan, toplantılardan, hele büyük insan topluluklarıyla karşılaşmaktan kaçınmaktadır. Büyükannesi “Mimchen” (torunu, Hedwig Dohm’a böyle hitap ederdi) ile bu konuda sık sık konuşan Hedda Korsch’un tahminine göre, “bu yönü ile mutlaka bazı taraftarlarını hayal kırıklığına uğratmıştı.” Hedwig Dohm Üzerine Anılar kitabında Hedda Korsch büyükannesinin niçin konuşma yerine yazmayı yeğleyen bir kadın olduğunu açıklamaya çalışır: “İleri sürdüğü tek neden çekingenliği idi. Hedwig Dohm biçimsel yapısında eksiklikler hissediyordu; gürültüye ve insan kalabalığına aşırı duyarlıydı. Bunlar karşısında kendisini yenik hissederdi. Kâğıt üstünde saldırgandı. Sohbet sırasında zaman zaman çok keskin ifadeler kullanırdı, ama saldırılarında hafif ya da ağır bir ironi, kendi kendisiyle alay, belirli bir teslimiyetçilik ve hınzırca bir espri anlayışı hiç eksik olmazdı. Kadın sorunlarını toplumda ön saflarda savunan kurumlara karşı büyük hayranlık duyar, desteklerdi. Fakat kendisi aralarına giremezdi.” Savaşıyordu, fakat herhangi bir “derneğe” ait olmaksızın. Bu, yapısında olmadığı için. Kadın hareketlerinde “eylemsel” etkinliği yoktu. Ama evde etkindir. Dört kızını da birer meslek sahibi olacak şekilde yetiştirir. Ve silahı olan kalemi hiç elinden bırakmaz. 1902 yılında neredeyse yirmi yıllık dul ve yetmişine merdiven dayamış olan Hedwig’in en mükemmel kavga yazılarının derlemesi olan Anti Feministler piyasaya çıkar. Burada şöyle der, “Daha gururlu olun hanımlar! Durmadan aşağılanmanız karşısında nasıl olur da hâlâ başkaldırmazsınız. “Bugün de mi? Evet, hâlâ bugün de… “Cinsiyetlerin her yönüyle eşit olduğunu resmen beyan eden sosyalistler bile bu kadın özgürlüğüne sıcak bakmıyorlar… Bebel, kadın özgürlüğünü programına alan ilk kişidir. Marx, Engels, Lassalle için kadın sorunu diye bir şey yoktur. Ey hanımlar – Daha fazla gurur! Gururlu kişi hoşa gitmeyebilir, ama hor da görülemez. Yalnız eğilen boyunlara basar sözde efendinin ayağı. Bugün de büyük bir çoğunluk kadın hareketlerine başka türlü bakıyor ve bir erkek besleyici bulamayan dişi parazitleri toplumun sırtından indirmekten başka işe yaramayacağını düşünmüyor. Kadınların özgürlük bildirgesine karşı olan şakacı birinin slogan önerisi şöyledir: Tüm ülkelerin evde kalmış kızları, birleşin!’ “Devrimler gül suyu ile yapılmaz. Fakat mutlaka kan dökmek de gerekmez. Zaman en iyi devrimcidir. Yalnız onun sağlam adımlarına yavaş yavaş ayak uydurun, ileriye doğru. Zamanlarını yaşayamamaları, yani zamanlarının ancak onlar gittikten sonra gelmesi, hep ilerisini düşünen devrimcilerin yaşadıkları en derin trajedidir.” Hedwig Dohm kadın hareketlerine karşı olan dört erkek tipi belirlemiştir ve bu dört kategori içinde antifeministleri tanımlar: Her türlü değişime tamamen karşı olan “geri kafalılar”. Sonra, yazarın da yaşamı boyunca tanık olduğu “erkek haklan savunucularımın birinden şöyle söz eder: içkisini henüz bitirmemiş biri, yılbaşı gecesi saat tam 12′de karısı “Yeni Yıl’ın Şerefine” diye bağırdığında onu tersleyerek “Burada gece yarısının ne zaman olacağına ben karar veririm!” der. Başka biri Hedwig Dohm’a, “günün birinde tavuk kızartmasını neşter ile dilimleyeceğinden korktuğu için” bir kadın doktorla kesinlikle evlenemeyeceğini söyler. Hedwig’in yanıtı: “Ona vejetaryen olmasını salık verdim.” Üçüncü kategori “aktif egoistlerdir. Bunlar kadını iş hayatında rakip olarak gördüklerinden, evdeki huzurlarının da kaçacağından korkanlardır. Hedwig Dohm, antifeministlerin dördüncü grubuna “centilmen müsveddeleri!” der. Bunlar “ha… demek öyle… anlıyorum” diye konuşan, anlayış dolu, yardımsever bir kavalye kisvesi altında zayıf cins dedikleri kadına hükmeden, sahte “beyefendi”lerdir. Hedwig Dohm 86 yaşına kadar yaşar. Kadınların yüksek öğrenim ve seçim haklarını elde ettiklerini görmüştür. Yazıları o zamanki kadın hareketlerinde büyük etki yapmış, esprisinden, hırçınlığından ve keskin zekâsından bugüne kadar hiçbir şey kaybetmemiştir. “Bir zamanlar kadınlar hakkında ne yazdıysam hepsini ruhumun en derinlerinde yaşadım,” demiştir Hedwig Dohm bir keresinde, “bizzat yaşanmış gerçekler yadsınamaz.”
-
Jack London (1876-1916)
Jack London Amerikalı yazar (1876-1916). XIX. yy. sonları. Amerikan tarihinin en zengin dönemlerinden biridir: batıya hücum, bir destan genişliği kazanırken, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa karşısında bağımsızlığına kavuştu ve bu tarihten sonra olağanüstü bir sanayi kalkınması başladı. Ne var ki bu iktisadi ilerleme, bankalar tarafından iflâsa sürüklenen küçük çiftçilerin ve giriştikleri grevler şiddetle bastırılan işçilerin sırtına dayanılarak gerçekleşti. Jack London’ın hayatı işte bu hareketli olayların içinde geçti. San Francisco’da, çok yoksul bir ailede dünyaya gelen J. London, daha 11 yaşındayken çalışmak zorunda kaldı. Serüven hevesiyle önce denizci, Büyük Kuzey’de altın arayıcısı oldu, sonra Mançurya’ya savaş muhabiri olarak gitti, gazetecilik yaptı. Üniversitede geçirdiği kısa bir dönem ona edebiyatı tanıma olanağını verdi ve roman yazmağa heveslendi. Böylece yazıp yayımladığı elli kadar kitabın başarısıyla zengin oldu. Ama alkolizme sürüklenerek hastalandı ve sonunda, kırk yaşındayken, Kaliforniya’daki görkemli villasında intihar etti. Jack London her şeyden önce, özellikle gençler için serüven romanı yazan bir yazar olarak tanınır. Gerçekten de, eserlerinin büyük bir kısmı eski arkadaşlarının, deniz adamlarının veya yerleşmek için Alaska’ya akın edenlerin hırslı yaşantısını anlatır. Ama Jack London, Kipling gibi yalnız gençliğe seslenen bir yazar değildir. Aynı zamanda yeteneğini ve deneylerini, savunduğu dava uğrunda kullanan inanmış bir sosyalisttir; bu amaçla yazdığı eserler az tanınmış olmakla birlikte diğerleri kadar ilgi çekicidir. Bunlarda paraya tapan bir toplumun kurbanı küçük insanların acıklı ve mutsuz evrenini anlatır. Romanlarının kahramanları, açlıktan ölmemek için ister istemez yasa dışı bir yaşama mahkûm edilmiş işsizler ve serserilerdir. Jack London bu siyasal tutumunu grevlere ve protesto yürüyüşlerine katılarak eylem alanında da göstermiştir. Eserleri Kuzey Serüveni, Vahşetin Çağrısı, Deniz Kurdu, Jerry Adada, Sirk Köpeği Michael, Karların Kızı, Martin Eden, Uçurum insanları, Av Vadisi, Hayal Aleminde. kitap özetleri
-
Freyja Co-Adminimiz Uzun bir ayrılıktan sonra tekrar aramıza dönmüştür
Merhaba..Hoşgeldin Freyja..
-
James Redhouse (d.30 Aralık 1811)
James Redhouse (d.30 Aralık 1811) Türkiye Türkçesi’nin çok değerli ve en önemli sözlüklerinden birisi James Redhouse tarafından hazırlanan eserdir. Redhouse Sözlüğü olarak bilinen bu sözlük, aslında Türkçe-İngilizce bir sözlük olmakla beraber, Türkçe’nin kelime haznesi içindeki bütün unsurlar dikkate alınarak hazırlandığı ve hemen hemen bütün kelimeleri içerdiği için önem taşımaktadır. Ayrıca, Osmanlıca’ya ait çok zor bulunabilen birçok yerel deyimi ifade etmesi ve tarihi tabirleri içermesi açısından da değerlidir. Bu açıdan, uzun süre bu esere denk bir yapıt ortaya çıkarılamamıştır. Ancak, daha sonraları hazırlanan Şemseddin Sami’nin “Kâmûs-ı Türkî” si böyle bir niteliğe sahip olabilmiştir. Eserin hazırlayıcısı olan James Redhouse, 30 Aralık 1811 yılında Londra’da doğmuştur. Çocuk yaşta anne ve babasını kaybeden Redhouse, 1819’da Christ’s Hospital adlı yardım ve eğitim kurumuna yerleştirilmiştir. Burada denizcilik, haritacılık, teknik resim, trigonometri gibi konularda öğrenim görmüştür. 1826’da disiplinsizlik nedeniyle okuldan çıkarılınca, Akdeniz’e açılan bir gemi ile İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’da Mühendishane-i Berri-i Hümayun’da teknik ressam olarak çalışmıştır. İstanbul’da kaldığı 8 yıllık sürede Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenmiştir. Londra’ya döndükten sonra, bir yandan Londra’da Osmanlı Elçilerine çevirmenlik yaparken, diğer yandan Türkçe-Fransızca-İngilizce bir sözlük hazırlama girişiminde bulunmuş, ancak o sırada Bianchi’nin Türkçe-Fransızca sözlüğü yayınlaması üzerine kendi hazırladığı sözlüğü yayınlamaktan vazgeçmiştir. 1838’de tekrar Türkiye’ye gelen Redhouse, önce sadrazama, daha sonra da hariciye nâzırına tercüman tayin edilmiştir. Görevi, 1840’da Bahriye Nezareti’ne nakledilmiş, 1843’te İngiliz Sefarethanesi ile Osmanlı Devleti arasında irtibat tercümanı olmuş ve on yıl bu görevde kalmıştır. Görevinin ilk yıllarını 1847’ye kadar Erzurum’da geçiren Redhouse, Osmanlı Devleti ile İran arasındaki barış görüşmelerine de katılmıştır. 1841’de Sultan Abdülmecid tarafından “Nişân-ı İftihar”, 1847’de de İran Şahı tarafından “Arslan ve Güneş Nişânı” ile ödüllendirilmiştir. 1851’de Encümen-i Daniş Üyeliği’ne seçilmiştir. 1853’te, Londra’ya dönerek Dışişleri Bakanlığı’nda ve Kraliyet Asya Derneği’nde çalışmıştır. 1855’te, Kırım Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’ne geri dönen Redhouse, İngiliz kara ve deniz birlikleri için Türkçe el kitabı niteliğinde olan “The Turkish Campaigner’s Vade-Mecum of Ottoman Colloguial Language” (Osmanlıca Konuşma Dili Cep Klavuzu) adlı küçük bir kitap hazırlamıştır. Redhouse, daha sonra İngilizce-Türkçe ve Türkçe-İngilizce küçük bir sözlük hazırlamış ve eser, tek cilt halinde 1856-1857’de yayınlanmıştır. 1860’da kurulan, mali bakımdan Amerikalı şahıs ve kuruluşlarca desteklenen bir komitenin isteği üzerine, 47.000 kelimeden oluşan “A Lexicon, English and Turkish” (İngilizce Türkçe Sözlük), adlı sözlüğü hazırlamış ve sözlük 1862’de yayınlanmıştır. Redhouse Sözlüğü Osmanlıcadan İngilizceye yapılan ilk ve kapsamlı sözlük 1890'da yayımlandı. Redhouse'un elyazması 12 cilttir ve British Museum'dadır. Arap harflerine göre alfabetik yaptığı bu sözlükte kelimelerin Arapça, Farsça, Türkçe oluşları gösterilmekte, latin harfleriyle okunuşları verilmekte, türü belirtilmekte, numaralarla anlam farkları ve deyimler İngilizce verilmektedir. Güncel hali Sev Yayıncılık tarafından çeşitli ebatlarda ve kısaltılmış versiyonlarda basılmaktadır. 1950 ve 1972 Redhouse baskıları temel alınarak hazırlanan sözlüklere yeni sözcük ve deyimler eklenmiştir. Eserleri * Grammaire raisonne de la langue Ottomane (1846) * Vade mecum of the Ottoman colloquial language (1855) * Turkish vade mecum (1877) * A simplified grammer of the Ottoman-Turkish (1884) * Müntehabatı lügatı Osmaniye (1838) * A dictionary of Arabic and Persian words used in Turkish (1853) * A Turkish and English lexicon shewing the English significations of the Turkish terms (1890) * Kitabı maanii lehçe li James Redhouse el İngilizi (1890) * The Mesnevi (1881) * A Vindication of the Ottoman Sultans title of caliph (1877) * On the history, system and varieties of Turkish poetry (1879) vikipedi kitap özetleri
-
Jean de Schelander ( 1584-1635)
Jean de Schelandre Fransız şairi (muhtemelen Lorraine’de 1584-Soumazannes şatosu 1635). Soylu bir Alman Protestan ailesinin çocuğudur. Hayatı geziler yapmak, savaşlara katılmak ve şiir yazmakla geçti. En önemli eseri olan Tyr et Sidon ou les Funestes Amours de Beliar et Melie (Sur ve Sayda veya Belier ile Melie’nin Uğursuz Aşkları) ve buna ek olarak Melanges Poetiques (Çeşitli Şiirler) 1608′de yayımlandı. Bu son eser Daniel D’ancheres imzasıyla çıktı. «Trajedi» başlığını taşıyan bu piyes, o zamanlar, yazarların, hümanist trajedi kurallarıyla halkın edebiyatını bağdaştırmaya çalışarak yazdıkları «düzensiz trajedi»nin örneklerinden biriydi. Schelandre, yirmi yıl sonra eserini yeniden elden geçirerek, iki «günlü» bir «trajikomedi» haline getirdi. Komik sahneler, kabalıklar ve en yüce heyecanlar bu eserde yan yana bulunuyordu. F. Ogier, bu ikinci baskıya yazdığı manifesto niteliğindeki önsözde, Aristoteles’in tiyatro üstündeki teorilerini iyice tenkit etmişti. Bu yazarın Fransız tiyatro tarihi bakımından büyük önemi vardır. Bütün eserleri aynı değeri taşımayan fakat çok canlı bir hayal gücüne sahip, atılgan bir yazar olan Schelandre, yukarıda anılanlardan başka James I’e armağan ettiği Stuartide (1611) adlı şiiri ve baş tarafı 1609′da, bütünü ise 1639′da yayımlanan Les Sept Excellents Travaux de la Penitence de Saint Pierre’i (Aziz Petrus’un Yedi Eşsiz Kefareti) yazdı. kitap özetleri
-
Disney Live-Mickey'nin Masal Dünyası
Disney Müzikali ilk kez Türkiye'de Tarih:21-Ocak-2010 & 31-Ocak-2010 Mekan:Haliç Kongre Merkezi Etkinlik hakkında bilgi Disney Live! “Mickey’nin Masal Dünyası”, Türkiye’de sahnelenecek bu ilk büyük gösteri, Disney’in masalsı atmosferiyle, sadece çocukları değil tüm aileyi unutulmaz bir deneyimle buluşturuyor. Mickey, Minnie, Donald ve Goofy’nin sunumuyla, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Sindirella, Güzel ve Çirkin masallarının canlandırıldığı gösteride, görkemli bir dekor, etkileyici koreografi, yaratıcı ışıklandırma ve muhteşem kostümler ön plana çıkıyor. Disney Live! Mickey’nin Masal Dünyası’nın konusu Mickey ve arkadaşları evin tavan arasında saklı, sihirli bir hikaye kitabını bulurlar. 4 arkadaş merakla sayfaları çevirirken masallar gerçek olmaya başlar. Bu yolculukta, izleyiciler de, ipuçlarını arayarak ve şarkılara eşlik ederek eğlenceye katılırlar. Gösteriyi sunan Mickey ve arkadaşları için sihirli hikaye kitabı, inanılmaz maceraların kaynağı olur. İzleyiciler de müziği, dansı ve kahkahalarıyla ailece paylaşılan unutulmayacak bir deneyim yaşarlar. Disney Live! Mickey’nin Masal Dünyası, herkese büyük bir keyif veriyor. Yepyeni bir alışkanlık yaratması ve bu deneyimi yaşayan çocukları sahne sanatlarına ve müziğe yakınlaştırması hedefleniyor. İstanbul Çocuk Tiyatrosu, Disney’in birçok ana karakterinin aynı sahnede görüleceği bu muhteşem aile gösterisini tüm çocuklarımıza armağan ediyor. Kaçırmamanızı öneriyoruz. ict-turkey (İstanbul Çocuk Tiyatrosu)
-
Kosova`dan merhabalar
Legendary şurada cevap verdi: kosovali Türk kizi başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımHoşgeldiniz türk kızı sefalar getirdiniz
-
Jean Paul Sartre (1905-1980)
Jean Paul Sartre 21 Haziran 1905′te Paris’te doğdu. Babası o çok küçük yaştayken öldü ve annesi de ailesinin yanına döndü. Sartre, hep örnek çocuk olarak gösterildi. La Rochelle Lisesi’ne devam etti, ama olgunluk sınavını Louis le Grand Lisesi’nde verdi. Eğitimini Ecole Normale Supérieure’de, İsviçre’deki Fribourg Üniversitesi’nde ve Berlin’deki Fransız Enstitüsü’nde sürdürdü. 1929 yılında Simone de Beauvoir’la tanıştı. Çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı. 2. Dünya Savaşı sırasında, Almanlar tarafından hapse atıldı; hapisten çıktıktan sonra Direniş Hareketi’ne katıldı. “Sinekler” adlı tiyatro oyunu, onun Direniş Hareketi’nde olduğunu bilmeyen Almanların izniyle oynandı (1943). Aynı durum, “Varlık ve Hiçlik” adlı oyununda da meydana geldi (1943). Oyunlarının her ikisi de baskı karşıtıdır; “Varlık ve Hiçlik”te Sartre, ilk kez felsefesini ortaya koydu. 1945 yılında öğretmenliği bırakarak “Les Temps Modernes” adlı edebi-politik dergiyi kurdu. Kitaplarının çoğunda edebi ve politik sorunları işledi. Savaş sonrası dönemde özellikle politik etkinlikleriyle öne çıkan Sartre, eleştirilerini saklamasa da SSCB’ye destek veriyor, Fransa’nın Cezayir’e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkanların başında geliyordu;Les Temps Modernes, sömürgelerdeki savaşlara karşı 1953′ten başlayıp, 1957′de yoğunlaşan bir savaş yürüttü. Sartre, “121′lerin Bildirgesi”ni imzaladı, 1961-62 yılındaki büyük gösterilere katıldı. 1964 yılında Nobel Ödülü’nü geri çevirdi; böylesi bir ödülün, yapıtlarının bütünlüğünü zedeleyeceğini düşünüyordu. 1966-67 yılları arasında Vietnam Savaşı’nda meydana gelen katliamları sorgulamak üzere kurulmuş olan Russel Mahkemesi’nin de başkanlığını yaptı. 1968 yılında, Sovyetler’in Prag’a müdahalesinin ve Fransa’daki öğrenci hareketlerinin üzerine, Sovyet sosyalizmini ve kendi klasik aydın tutumunu sorgulamaya girişti. O dönemde Maocularla da bir yakınlaşması oldu. 1973 yılında Liberation’u kurdu. 1974 yılında gözleri büyük oranda görmez oldu, bu nedenle etkinliklerini yavaşlatarak, daha çok Doğu Ülkeleri üzerindeki baskıların sona erdirilmesi, insan haklarının korunması gibi konularda çalışmaya başladı. Pierre Victor’la (Benny Levy’nin takma adı), aydının rolü, bireyin tarihteki yeri, şiddet ve kardeşlik konuları hakkında “Pouvoir et liberté” adında bir yapıt hazırladı. Siyasal etkinliklerinin, yazar tarafını bazen maskelemiş olmasına karşın, Sartre, son derece düzenli bir zihinsel çalışma yürüterek, gününün altı saatini yazmaya verdi. Edebi nesne Sartre’a göre “Yalnızca hareket halindeyken varolan bir topaçtır. Onu ortaya çıkarmak için, adına okumak denen somut bir eyleme ihtiyaç vardır.” Yazmak, okurun özgürlüğüne çağrıda bulunmaktır. Sartre, 15 Nisan 1980′de Paris’te öldü. Sartre’ın önemli kitapları arasında Özgürlüğün Yolları, Bulantı, Gizli Oturum, Kirli Eller, Sözcükler, Duvar sayılabilir; bunun yanı sıra, yayınlanmış ya da bitirilemeyerek yayınlanmamış birçok yapıtı vardır. Sartre’ın adıyla birlikte anılan varoluşçuluk, aslında 17. yüzyıldan beri vardır; Blaise Pascal’le başlar; ama Sokrates’in felsefesinde, hatta İncil’de varoluşçuluğun izlerinin bulunduğu düşünülürse, Pascal’i varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul etmek de doğru olmaz. Soren Kierkegard ise, modern varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilir. Nietzsche, Heidegger ve tabii Sartre varoluşçudurlar. Camus ve Dostoyevski de, diğer çok ünlü varoluşçu yazarlardır. Sartre, varoluşçuluğun iyimser bir felsefe olduğunu söyler; çünkü tüm insanlar birbirinin aynıdır; bir kahraman ya da bir alçak olmak tamamıyla onların elindedir; insan önceden-tanımlanmamıştır; ne bir kahraman olarak doğar, ne de bir alçak. Ama aynı felsefeye göre, insan varlığının durumuna da güvenmemelidir, çünkü o halde kalacağının hiçbir güvencesi yoktur. Özet olarak, Sartre insanın tek yazgısının, elinden geldiğince “bağımlı” olmak olduğunu söyler. Bu da, kendini bütünün içinde düşünebilmekten geçer. kitap-özet
-
John Steinbeck (1902-1968)
John Steinbeck, (d. 1902 - ö. 1968) ABD'li yazar. 27 Şubat 1902'de Amerika Birleşik Devletleri'nin Kaliforniya eyaleti Salinas kentinde doğdu. 20 Aralık 1968’de New York'ta yaşamını yitirdi. 1940 Pulitzer Ödülü ve 1962 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi gerçekçi roman-öykü yazarı. Yoksul bir ırgat ailesinin çocuğudur. Babası Prusyalı, annesi ise İrlandalı göçmen bir aileye mensuptur. Yaşıtları gibi o da küçük yaşlarda çiftçilik yaptı. 1920-1926 arasında aralıklarla Stanford Üniversitesi'ne devam etti. Öğrenimini sürdürebilmek için duvarcılık, boyacılık, kapıcılık, eczacılık gibi işlerde çalıştı. Okulu bitiremedi. Öğrencilik yıllarında başladığı yazmayı sürdürdü. Irgatlık ve işçilik yaparken edindiği deneyimler, eserlerinde işçilerin yaşamlarını gerçekçi bir dile anlatmasına büyük katkı sağladı. İlk romanlarından başlayarak hep işçileri, yaşam koşullarını, ilişkilerini anlattı. İlk kitabı " Altın Kupa " (1929). 1936'da yayınlanan "Bitmeyen Kavga"da tarım işçilerinin grevi ve bu greve önderlik eden iki Marksisti anlattı. Amerikan çalışma sistemine keskin eleştiriler yöneltti. Üçüncü kitabı "Fareler ve İnsanlar" 1937'de yayınlandı. Bu kez iki göçmen işçi arasındaki garip ve karmaşık ilişkinin öyküsünü anlatıyordu. Kendisine "Pulitzer Ödülü" getiren ünlü romanı "Gazap Üzümleri" 1940'ta sinemaya aktarıldı. II. Dünya Savaşı yıllarında daha çok ideolojik eserler verdi. İzleyen yıllarda politikadan uzak, eğlendirici yanı ağır basan duygusal öğelerin de yer aldığı eserler ve senaryolar yazdı. 1962'de edebiyata katkılarından dolayı Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü. Eserlerinin sinema uyarlamaları * 1939—Of Mice and Men—Yönetmen: Lewis Milestone, Oyuncular: Burgess Meredith, Lon Chaney, Jr. ve Betty Field * 1940—The Grapes of Wrath (Gazap Üzümleri)—Yönetmen: John Ford, Oyuncular: Henry Fonda, Jane Darwell ve John Carradine * 1941—The Forgotten Village—Yönetmen: Herbert Kline, Anlatan: Burgess Meredith * 1942—Tortilla Flat—Yönetmen: Victor Fleming, Oyuncular: Spencer Tracy, Hedy Lamarr, John Garfield * 1943—The Moon is Down—Yönetmen: Irving Pichel, Oyuncular: Lee J. Cobb ve Sir Cedric Hardwicke * 1944—Lifeboat (Yaşamak İstiyoruz)—Yönetmen: Alfred Hitchcock, Oyuncular: Tallulah Bankhead, Hume Cronyn, ve John Hodiak * 1944—A Medal for Benny—Yönetmen: Irving Pichel, Oyuncular: Dorothy Lamour ve Arturo de Cordova * 1947—La Perla (The Pearl, Meksika)—Yönetmen: Emilio Fernández, Oyuncular: Pedro Armendáriz ve María Elena Marqués * 1949—The Red Pony—Yönetmen: Lewis Milestone, Oyuncular: Myrna Loy, Robert Mitchum, ve Louis Calhern * 1952—Viva Zapata!—Yönetmen: Elia Kazan, Oyuncular: Marlon Brando, Anthony Quinn ve Jean Peters * 1955—East of Eden (Cennetin Doğusu)—Yönetmen: Elia Kazan, Oyuncular: James Dean, Julie Harris, Jo Van Fleet, ve Raymond Massey * 1956—The Wayward Bus—Yönetmen: Victor Vicas, Oyuncular: Rick Jason, Jayne Mansfield, ve Joan Collins * 1961—Flight—Oyuncular: Efrain Ramírez ve Arnelia Cortez * 1962—İkimize Bir Dünya (Of Mice and Men uyarlaması, Türk Filmi) Yönetmen: Nevzat Pesen, Senaryo: Orhan Elmas, Oynayanlar: Orhan Günşiray, Çolpan İlhan, Kadir Savun, Renan Fosforoğlu, Hüseyin Baradan * 1972—Topoli (Of Mice and Men uyarlaması, İran filmi) Yönetmen ve senarist: Reza Mirlohi * 1982—Cannery Row—Yönetmen: David S. Ward, Oyuncular: Nick Nolte ve Debra Winger * 1992—Of Mice and Men—Yönetmen: Gary Sinise Oynayanlar: John Malkovich, Gary Sinise vikipedi
-
Jean-Jacques Rousseau (1712-1778)
Jean-Jacques Rousseau (Cenevre 28 Haziran 1712 - Ermenonville, Val-d'Oise 2 Temmuz 1778) Fransız yazar, düşünür, filozof, politika ve müzik teorisyeni İsviçre'nin Cenevre kentinde doğmuştur.Bir sanatçının oğludur, on yaşında eğitimine bir din adamının yanında başlayan Rousseau,daha sonra bir gravürcü ustasının yanında çalışmıştır. 1728-1738 yılları arasında değişik işler yaparak, uşak, sekreter, müzik hocası, tercüman olarak Fransa, İtalya ve İsviçre'de dolaşmıştır. Fransa'da yazıları yasaklanınca daha sonra aralarının açıldığı dostu David Hume'un daveti üzerine İngiltere'ye gitti. Daha sonra Batı İsviçre'de Neuchatel'e sığındı.Kalvenist olarak vaftiz olmuştu, Torino'da Katolikliğe geçti, daha sonra tekrar Kalvenist oldu. Bu sebeple doğduğu şehir olan Cenevre'de ateist suçlamalarına mâruz kaldı. 1749 da Ansiklopedinin müzik bölümünü kaleme almıştır. İnsan doğasına ilişkin çözümlemesiyle, insanın uygarlık tarafından değiştirilmemiş doğal halinin birçok açıdan daha üstün olduğu fikri ve modern demokrasi anlayışına temel oluşturan toplumsal sözleşme öğretisiyle ün kazanmış olan ünlü Fransız düşünürdür. Kendisi filozof sıfatını her zaman reddetmiştir. Başlıca eserleri * Discours sur les Sciences et les Arts (Bilimler ve Sanatlar Üzerine Konuşma), * Discours sur l’Origine et les Fondements de l’Inégalité parmi les hommes (İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleri), * Émile ou de l’éducation (Emile ya da Eğitime Dair),nouvelle heloise * Du Contrat Social (Toplum Sözleşmesi), * Les Confessions (İtiraflar) * Lettre à D'Alembert sur les spectacles (Tiyatro Oyunları üstüne d'Alembert'e mektup) * Julie ou la Nouvelle Héloise (Julie ya da yeni Heloise) * Les Rêveries du promeneur solitaire (Yalnız Gezenin Düşleri) * ESSAI SUR L'ORIGINE DES LANGUES ( DİLLERİN KÖKENİ ÜSTÜNE DENEME) vikipedi
-
Jules Gabriel Verne (1828-1905)
Jules Gabriel Verne (Jül Gabriel Vern), Fransız bilim kurgu yazarı (8 Şubat 1828 - 24 Mart 1905). Fransa'nın Nantes şehrinde doğdu, yazmaya 1850 yılında başladı. İlk yazdığı eserler tiyatro oyunlarıydı. Balonla Beş Hafta adlı romanı ile büyük ün kazandı. Yazar birçok icatı önceden tahmin ettiği için "bilim falcısı" lakabı ile anılır. Denizaltı, uzay yolculuğu, oksijen tüpü gibi onun zamanında olmayan birçok olayı öngördü. İnatçı Keraban adlı romanında Osmanlı İmparatorluğunu ve Türk insanını anlattı. Kitaplarında öngördüğü icatlara genelde onun kullandığı isimler verilmiştir. Jules Verne eserleri, dünyada başka dillere en çok çevrilmiş yazardır. Eserleri 148 dile çevrilmiştir.Aynı zamanda da bilim insanı olarak anılır. Jules Verne öldüğünde, ardında yayımlanmamış 6 roman bırakmıştı. Oğlu Michael Verne, yayımcının isteği üzerine, dönemin gereklerine uydurmak için bu kitaplarda çeşitli değişiklikler yaptı. Fakat yapılan hata anlaşılınca, yeniden Jules Verne'in yazdığı orijinal metinlere dönüş yapıldı ve bu romanlardan Altın Yanardağı ve Wilhelm Storitz'in Esrarı (İthaki Yayınları, 2002) Fransa'da 1995 ve 1996 yıllarında basıldı. Daha sonra Macellanya TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları arasında 2002'de basıldı. Güzel Sarı Tuna ile Meteor Avı romanları da TÜBİTAK tarafından yayımlandı. Bu beş romandan önce, Jules Verne öldükten çok kısa bir süre sonra basılmış bir kitabı daha bulunuyor: Dünyanın Ucundaki Fener (1905). Bilimsel Roman 1863′te yayımcı Hetzel, Jules Verne’in Balonla Beş Hafta, Keşifler Yolculuğu adlı eserini basmayı kabul etti. O tarihten sonra Jules Verne, kısa sürede büyük başarı kazanan bir j dizi eser kaleme aldı ve bütün bu eserlerinde «bilimin romanı»nı yazmayı kendine amaç edindi. Bir bilgin olmadığı halde, XIX. yy.ın icatlarına ve keşiflerine karşı dayanılmaz bir ilgi duyuyor, bütün bunları basit ve canlı bir anlatımla okuyucularına tanıtıyordu. Bu Olağanüstü Yolculuklar dizisi birbirini izlerken, yazar eserlerinde bilimin ve teknik ilerlemenin açtığı yoldan ilerleyen bir dünya çizdi. Sınır tanımayan hayal gücüyle en eski geçmişi, jeolojik zamanların ve Tarihöncesi hayvanların dönemini canlandırabiliyordu. Yaşadığı çağı ve özellikle gelecek zamanları da büyük bir titizlikle işledi. Romanlarının kahramanları, o çağda bilinmeyen makineleri kullandılar (denizaltı, gezegenlerarası füze, helikopter v.b.). «Bir insanın hayal edebileceği her şeyi, başka bir gün öbür insanlar pekâlâ gerçekleştirebilir» diyordu. Bütün bu buluşları romanlarında çeşitli tiplerden kişilere mal etti: çılgın bilim adamları, kendini «bir saplantı»ya kaptırmış kâşifler, mühendisler, iyi niyetli insanlar (doktorlar, gazeteciler v.b.). Romanlarında, bu akıl almaz ve inanılmaz buluşlar uğruna bitmez tükenmez büyük mücadeleler verilir. Fakat binlerce heyecanlı olaydan sonra, temiz kalpli ve kendi çıkarlarını düşünmeyen roman kahramanı sayesinde macera her seferinde iyiliğin zaferiyle sonuçlanır. Jules Verne, bilimsel romanlarına çoğu zaman fantastik bir boyut kazandırmıştır. Bu romanların korku ve sıkıntı veren havası, yazarın zaman zaman esinlendiği Edgar Poe’nun hikâyelerini anımsatır. Ayırt edilmeyecek kadar birbirine benzeyen kişiler, birtakım sahtekârlar araya karışarak olayları içinden çıkılmayacak hale getirir ve merak uyandırır. Jules Verne, kişilerini yalınlaştırarak uluslara özgü birtakım «karakteristik» çizgilerle tanıtmasına, ırkçılık gibi bazı önyargılara saplanmasına, hattâ eserlerindeki buluşlardan çoğunun bugünün okuyucusu için olağan şeyler sayılmasına rağmen, gene de büyük bir hikayeci olarak değerini korur. Bir Öncü Çağının inanılmaz bilimsel buluşlarını dikkatle izleyen Jules Verne, birçok icadı tıpkı bir kâhin gibi önceden haber vermiştir, gezegenlerarası füze, denizaltı ve helikopterden başka, batiskaf, tank, atom bombası, yüksek gerilim hatları, yapay uydu ve televizyon gibi araçları ilk defa onun kahramanları kullandılar. Eserleri En çok bilinen eserleri aşağıda sıralanmıştır. * Seksen Günde Devr-i Âlem (1872) * Denizler Altında 20.000 Fersah (1873) * İnatçı Keraban (1882) * Michael Strogoff (1876) * İki Yıl Okul Tatili (1886-1887) * Aya Yolculuk (1865) * Kip Kardeşler * Doktor Ox'un Deneyi * Dünyanın Ucundaki Fener * Bir Piyango Bileti * Meteor avı (1901) * Altın Yanardağ * Macellanya * Gezgin Cambazlar * Deniz Yılanı * Kahraman Fenerciler * 15 yaşında bir kaptan * Dünyanın hakimi * Yüzen şehir * Bir gazetecinin yolculuk notları * Balonla Beş Hafta * Dünyanın Merkezine Yolculuk * Kaptan Grant'ın Çocukları * Karpatlar Şatosu * Esrarlı Ada * Kaptan Hatteras`ın Maceraları * 20. yüzılda paris * ALBATROS * Denizde Bulunan Çocuk (1885) * Livonya'da Bir Dram vikipedi kitap özetleri
-
Kalidasa M.S. IV. ye V. yy.lar arası
Kalidasa Hintli saray şairi, son araştırmalar M.S. IV. ye V. yy.lar arasında yaşadığını gösterir, özellikle dramı Şakuntala (veya Sakuntala} ile tanınır. Komediler de yazdı: Malivika Agnimitra kral Pururavas ile apsaras Urvaşi’nin aşk hikâyesi olan Vikramorvaşi. Ayrıca Raghu ırkının hikâyesi olan on dokuz bölümlük epik şiir Raghuvamşa, savaş tanrısının doğumunu 16 bölümde anlatan destan Kumarasambhaya, bir aşk elejisi olan Meghaduta ve «Nala’nın yeniden tahta çıkışı»nı anlatan bir şiir de (Nalodaya) ona mal edilir.
-
Karl Theodor Korner (1791-1813)
Karl Theodor Korner Alman şairi (Dresden 1791-Gadebush yakınları 1813). Gottfried Körner’in oğlu. Schiller’in yakın arkadaşı. Yazdığı başarılı komedi (Der Nachnachter [Gece Bekçisi], 1815; DieGouvernante [Mürebbiye], 1818) ve dramlarıyla (Zriny [1812]; Rosamunde [1814]) Viyana’daki Burgtheater’in resmi şairi oldu. 1813′teki milli ayaklanmada Lützow savaşçılarına katıldı. Yurtseverlik duygularını dile getiren şiirler yazdı. Bu şiirler ölümünden sonra (1814) Leyer und Schwert (Lir ve Kılıç) adı altında derlendi. Korner, çarpışma sırasında öldürüldü. kitap özetleri
-
Jean de La Fontaine (1621-1695)
Jean de La Fontaine (okunuşu Lafonten) (d. 8 Temmuz 1621 Château-Thierry - ö. 13 Nisan 1695 Paris) Fransız şair ve yazar. Yazdığı fabl eserleri ile tanınmıştır. Varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Paris'te kolejde okudu. Hukuk tahsili yaptı. Papaz yetiştirilmek istenildi. Lise de kiliseden ayrıldı. Okul hayatında başarılı bir öğrenci olamadı. Gençliğinde baba mesleği olan orman ve su kanalları işleriyle uğraştı. Çeşitli memurluklarda bulunmuş, düzensiz bir hayat yaşamıştır.yazdığı eserler şimdiki zamanımızda ilk öğretim ve lise düzeylerinde kitaplara konmuştur. 1673yılında Madam de la Sablière'nin himayesine girerek burada ilim adamları, felsefeciler ve yazarlarla tanıştı. İlk masallarını burada yazdı. Çağdaşları, La Fontaine'i bir masal yazarı olarak görüyorlardı. Halbuki La Fontaine, yazdığı masallarda Dede Korkut masallarındaki uslupla hayvanlara ahlaki karakterler vererek onların şahıslarında bazı insan karakterlerini tenkid etmiş, bir ahlak dersi vermiştir. Buna edebiyatta teşhis ve intak sanatı denir. La Fontaine'in bu hususiyeti çok geç fark edilmiştir. Eserlerinde sadelik ve açıklık görülür. Konuşma şeklinde akıcı şiirleri, hayvanlar üzerinde tenkitleri, incitmeden iğneleme usulleri ile Fransız edebiyatına büyük eserler kazandırmıştır. La Fontaine masallarındaki konular, şark klasiklerinden alınmadır. La Fontaine'den çok önceleri yazılmış Beydeba'nın Kelile ve Dimne eserindeki hikâyelerin 18 tanesi[1], bu Fransız edebiyatçısı tarafından şiir şeklinde tekrarlanmıştır. Masalları çoğunlukla herkesin anlayabileceği bir şekilde yazılmıştır. La Fontaine'in canlı, hızlı, incelik ve nükte dolu bir anlatımı vardır. Kişilerini hemen daima hayvanlar arasından seçerse de bazan insanları, bilhassa köylüleri de olaylara karıştırır. Sık sık bahsettiği hayvanlar aslan, kurt, tilki, eşek ve horozdur. La Fontaine, kötüyü göstererek iyinin ne olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Ancak şiirlerini okuyan çocuklarda herhangi bir açıklama yapılmazsa tam ters etkinin hasıl olduğu da bir gerçektir. Masalları toplam olarak 238 adet olup, 12 kitapta toplanmıştır. 1668'de basılan ilk altı kitabında 124 masal vardır ve bunlar birinci cildi meydana getirir. İkinci cilt 1678'de basılan beş kitaptır. En son 1694'de bastırdığı üçüncü cilt ise tek kitaptan ibarettir. La Fontaine, roman ve piyes de yazmıştır. Nakaratlı uzunca şiirleri ve şiirli mektupları vardır. Hadım, Gülünç Macera, Floransalı, Büyük Maşrapa, Köy Sevdaları komedi türündeki eserlerindendir. Contes (Kont) isminde şiirli hikâyeler eserinden dolayı Fransız Akademisine kabul edildi.13 Nisan 1695'te Paris'te öldü. Eserleri birçok dile tercüme edilmiştir. Birkaç Masalı Ağustosböceği ile Karınca, Karga ile Tilki, Kurt ile Kuzu, Meşe ile Kamış, Toprak Çanak ve Demir Çanak, Aslan ile Fare, Tilki ile Üzüm, Altın Yumurtlayan Tavuk, Vebalılar, Sütçü Kız ile Süt Çanağı, Eskici ile Zengin. vikipedi kitap özetleri
-
Kara Defter-Lawrence Durrell
Lawrence Durrell KARA DEFTER "Kara Defter" çılgın, tutkulu, zekice süslenmiş, cicili, bicili, göz kamaştıran bir fantezi; aslında tam da genç bir adama yaraşan bir kitap. Durrell'ın 24 yaşındayken çıktığı bu ruhsal ve cinsel serüven, bu sözünü sakınmayan, gözüpek günce, alabildiğine açık saçık, hatta tiksindirici, sağlıksız, ama canlandırıcı, sivri dilli, bolca güldüren, kendine acıyan, ama kendisiyle dalga geçen, her şeyin ötesinde de, gerek üslup gerekse içerik açısından, dönemin hiçbir genç yazarının yeltenemeyeceği kadar yenilikçi... Çeviri : Püren Özgören Can Yayınları Kaynak: lawrencedurrell canyayinlari.
-
Labirent-Lawrence Durrell
Lawrence Durrell LABİRENT 1947 yılının Haziran başlarında, beş-on İngiliz turist, Girit adasında yeni keşfedilmiş Cefalu labirentini dolaşmak üzere, Yunan rehberin önderliğinde labirente giriyorlar. Ama beklenmedik bir göçük sonucu bir mağarada kapalı kalıyorlar. Kazadan kurtulanlar için bir çıkış yolu arayışı başlıyor. Labirentin o karanlık, bilinmeyen yeraltı dünyasındaki ürkünç yolculuk, parlak Yunan güneşinin altındaki aydınlık dünyada son bulduğu zaman, simgesel bir anlam kazanıyor. Labirentten çıkış yolunu bulan bir karı-koca, önlerinde hiç hazır olmadıkları, tuhaf ama yepyeni bir hayat seçeneği buluyorlar. Lawrence Durrell hayranlarının severek okuyacakları bir roman. Durrell'in yazarlık hayatının ilk döneminde, 1947 yılında, "Dörtlü"den çok önce kaleme alınmış "Labirent", ama "İskenderiye Dörtlüsü"nün , "Avignon Beşlisi"nin daha o zaman yazılmaya başlandığı görülüyor. İzlekleri, kişileri, soruları, savları, biçemiyle aslında Durrell'in başından beri tek bir roman yazmış olduğunu düşündürüyor. Yine gizem dolu, gerilimli, sürükleyici, yanardöner bir öyküyle büyülüyor bizi. Çeviri : Gülderen Tuğcu Telos Yayıncılık Kaynak: lawrencedurrell canyayinlari.
-
Quinks(Kusursuzluk Peşinde)Avignon Beşlisi:5
Lawrence Durrell QUINKS YA DA KUSURSUZLUK PEŞİNDE AVIGNON BEŞLİSİ : 5 "Quinx, 'Avignon Beşlisi'nin beşinci ve son kitabı. Böylece, "Monsieur" ile başlayıp Livia, Constance ve Sebastian ile devam eden dizi tamamlanmış oluyor. Constance, Livia, Sutcliff ve Blanford'un çarpıcı kişiliklerinin bir kez daha sergilendiği, ilişkilerin olgunlaştığı, kahramanların yine aşk ile ölüm arasında karmaşık yolculuklara çıktığı bu kitapta da, Doğu-Batı ekseni üzerinde tartışmaya açık gelip gitmeler ana izleklerden biri. Lawrence Durrell, iç içe girmiş Doğu-Batı ilişkisini, aşkı ve ölümü de içerecek biçimde irdelerken, özellikle batı uygarlığını acımasızca eleştiriyor. Çeviri : Gülçin Aldemir Can Yayınları Kaynak: lawrencedurrell canyayinlari.
-
Sebastian(Güçlü Tutkular)Avignon Beşlisi:4
Lawrence Durrell SEBASTIAN YA DA GÜÇLÜ TUTKULAR AVIGNON BEŞLİSİ : 4 "Monsieur", "Livia ve Constance"tan sonra "Sebastian", Avignon Beşlisi'nin dördüncü kitabı oluyor. Yakında yayınlayacağımız beşinci kitap "Quinx" ile, bu beşli tamamlanıyor. Lawrence Durrell, İskenderiye Dörtlüsü'nde "aşk" ilişkilerini konu aldığını, araştırdığını yazıyordu. "Avignon Beşlisi"nde ise aşk kadar ağırlıklı "ölüm" var: Ölmek ve öldürmek, bilinçli intihar, çaresizlikle kabul edilen kaçınılmaz son olarak çeşitli kılıklarda karşımıza çıkan ölüm. Bir bilinirci (Gnostik) ve Mısır'daki bir intihar derneğinin üyesi olan Affad'ın deyimiyle "korkunç derecede çekici", "insanları deyindiren" bir "tutku" olan ölüm... Çeviri : Ülker İnce Can Yayınları Kaynak: lawrencedurrell canyayinlari.
-
Constance(Yalnızlıklar)Avignon Beşlisi:3
Lawrence Durrell CONSTANCE YA DA YALNIZLIKLAR AVIGNON BEŞLİSİ : 3 "Monsieur" ve "Livia"dan sonra "Avignon Beşlisi"nin üçüncü kitabı: "Constance ya da Yalnızlıklar". İkinci Dünya Savaşından önceki son mutlu yazı izleyen günlerde yalnızca Avignon ve Fransa'daki değil, İsviçre ve Mısır'daki küçük İngiliz "kolonileri" de dağılacaktır. Constance, Livia ve Blanford'un bu dönemde yaşayacağı yeni serüvenlere katılıyoruz bu kitapta. Romancının hem yaratıcı, hem yaratılan konumunda olduğu ve sayısız ayna oyunlarına bir başlangıç noktası oluşturan "romanın doğuşu"ndan başlayarak, yazarın değer verdiği düşüncelerle yeniden karşılaşıyoruz. Durrell'in olağanüstü yeteneğini bir kez daha ortaya koyan "Constance ya da Yalnızlıklar", Durrell hayranlarının özlemle beklediği bir yapıt. Çeviri : Ülker İnce Can Yayınları Kaynak: lawrencedurrell canyayinlari.
-
Livia(Diri Diri Gömülmek)Avignon Beşlisi:2
Lawrence Durrell LIVIA YA DA DİRİ DİRİ GÖMÜLMEK AVIGNON BEŞLİSİ : 2 Livia, "Avignon Beşlisi"nin ikinci kitabıdır. Beşlinin ilk kitabı olan "Monsieur ya da Karanlıklar Prensi"nin sonunda, yazar Aubrey Blanford, eski dostu "Tu" takma adıyla anılan Constance'ı akşam yemeğine beklemektedir. Livia'nın başında ise, güçsüz ve yaşlı Blanford, Tu'nun ölümüne üzülmekte ve "Monsieur"nün kahramanlarından olan bir başka yazarın, Sutcliff'in kişiliğini irdelemektedir. Bu iki romancıdan hangisi ötekinin yaratıcısıdır? Bu aynalar ve yansımalar oyununda, geçmişin karanlıklarından, sevilen kadınlar, ihanetler, yitik hayaller belirmeye başlar ve okur, Platon'un ünlü mağarasının eşiğinde bulur kendini. Blanford, Livia'nın kızkardeşi Constance'ı sevmiş, fakat Livia ile evlenmiştir. Ancak arada bir engel vardır: Livia'nın lezbiyenliği. Livia'nın öteki kahramanları da aynı kişisel karmaşıklıkla aynalarda gezinirler. Lawrencece Durrell, kesişen, paralel ya da ayrılan yollarda okuru bir şiirsel labirenti dolaşmaya davet eder. Okurun bu labirentte yitmemesi için romanın en önemli boyutu olan zaman'ı yakalaması gerekmektedir; çünkü "rehber", "zaman"dır. Tıpkı "Monsieur ya da Karanlıklar Prensi" gibi yeni bir "okuma sevinci", yeni bir "okuma şöleni"dir Livia ya da "Diri Diri Gömülmek. Çeviri : Seçkin Selvi Can Yayınları Kaynak: lawrencedurrell canyayinlari.