Legendary tarafından postalanan herşey
-
Paul HINDEMITH
Paul HINDEMITH (16 Kasım 1895 yılında Hanau da doğmuş, 1963 yılında Frankfurt da ölmüştür). Henüz ne olacağı belli olmayan ve buna rağmen gelecekteki önemi anlaşılan Paul Hindemith, Plön şehrinde yatılı okul öğrencileri için bir Spielmusik (1) bestelemişti. Eski devirlerin üstadları hakkında söylenen hikayeler onun için de söyleniyordu: Müzisyenler sazlarını akord ederken, o hemen oracıkta onlar için bir parça besteleyiveriyormuş. Hindemith in gençlik hareketi ile ilgi kurması, çağdaş müziğin tarihinde önemli tesirler husule getirmiştir. Bunun yanında, değerli bir hazine olan tarihi müziğe nüfuz etmesi de iyi sonuçlar doğurmuştur. Tarihi gelişmenin merkezi olan Bach tan başlayarak gotik stil çağına kadar derin incelemelerde bulunan ve büyük bir müzikçi tabiatı yaşayan Hindemith, bir iç düzene erişmiş, böylece üstün bir öğretmen olmuştu. Önce orkestra üyesi olan Hindemith, besteci olarak Reger in ve Puccini nin tesir sahası dışına çıkmıştır. Sonra gençlere has bir taşkınlıkla bütün engellerden atlı***********, artık her müziğin sonunun geldiğini sanan burjuva ları bir hayli şaşırtmıştır. Onlar Hindemith I sadece iyi bir müzikçi olarak görüyorlardı. Fakat bu kaygusuz ve alaycı müzikçi içe doğru yönelerek, üstünlükle hakim olduğu kontrpuvan tekniğinden yeni bir stil yaratan bilgin bir müzisyen oldu ( Cardillac operası). Doğultan sahip olduğu şekillendirme kabiliyeti ona bu gelişmede yardım etti. Ritmin öz unsurundan hareket ederek yeni bir melodi tarzına doğru yürüdü. Bu gidişte Marienleben (Meryem Ana nın Hayatı) adlı eseri büyük bir dönüm noktası teşkil etti. Takriben 20 yıl sonra çıkan bu eserin ikinci şekli Hindemith in yeni armoni fikrini katiyetle göstermektedir. Bu devre esnasında yazdığı eserlerin sayısı çok kabarıktır. Aralarında oda müziği eserleriyle konçertolar, öğretici piyesler ve Spielmusik karakterinde eserlerle Bir şehir kuralım adlı çocuk oyunu da bulunan bu eserlerin ortasında, tarihi önemi olan iki eser daha vardır: Das Unaufhörliche adlı oratoryo ve Ressam Mathis adlı sahne eseri. Bu son eserde geçen senfonik kısımlar Hindemith in şimdiye kadar verdiği eserlerin özü sayılabilir. Son zamanlarda yazdığı ve Kainatın armonisi adını taşıyan senfoni, orta çağın ahlaki ve felsefi prensiplerine bütün varlığı ile bağlanan Hindemith in fikir düzenini göstermektedir. Bu senfoninin muvmanları, musica instrumentalis , musica humana ve musica mundana gibi çok manalı başlıklar taşımaktadır. ( aletlerin müziği , insanların müziği , kainatın müziği ). Eskilerin tabi olduğu kanun Hindemith in de kanunu oldu. Fakat yenilenen bu kanun ne bir kitabı mukaddes ne de bir doktrin olmak iddiasında değildir. O sadece ataların müzikte yerle gök arasında tasavvur ettiği ahengi temsil eden bu eski ordo nun (Latnc. Nizamın) dolgun sesler halinde gerçekleşmesidir. Yaşayışında, yaratıcılığında, araştırıcılığında ve müzik icrasında her şeyin iç yüzünü arayan Hindemith, çok zengin olan bütün faaliyetinin özünü teşkil eden iki eser meydana getirmiştir: öğretici bir sanat eseri olan Ludus Tonalis ve takip ettiği yolu ilmi bir şekilde gösteren Unterweisung im Tonzats (seslerin tertiplenişi öğretimi) adlı kitap. Nihai tesirine bakılırsa bu yol güvenle hedefine doğru giden bir bütündür denilebilir. İcracı olarak, hakim olduğu viyola ve viyola d amore den başka enstrümanlar da çalan Hindemith in müzik yapma hevesi kendisini yaratıcılığın kaynağına kadar sevketti. Zamanındaki fikir ve sanat cereyanları onu çeşitli problemlerle karşılaştırdı ve bu problemlerle meşgul olmaya teşvik etti. Bunlar arasında Bach ve Stawinsky, halk türküleri ve orta çağın yüce polifonik sanatı, barok devri ve kalisizm, hatta romantizmin temelleri de vardır. Içten gelen bir mantığa göre eksiksiz olarak devam eden bu yolda kendisini bir araştırmacının ve kurallara sahip bir öğretmenin seviyesine yükselten geniş anlayışını elde etti. Hindemith Amerika da yaşamakta, fakat konser vermek ve öğretmek gayesiyle sık sık Almanya ya gelmektedir. Çalışmalarına Frankfurt ta başlamıştı. (Ailesi aslen Silezya lıdır; Haydn zamanında bu ailenin bir mensubu, o devirde tanınmış bir besteci olan Johann Heinrich Rolle nin oratoryolarına abone olmuştu). Berlin de kompozisyon öğretmeni olarak gençleri etrafına topladı. Bunun ardında Ankara ve Londra da kaldıktan sonra okyanus ötesinde yeni bir hayat sahası buldu. Fakat Batı Avrupa ya mensup olduğunu hiç bir zaman unutmadı. 1) SPIELMUSIK: Bilhassa ikinci dünya savaşından sonra meydana gelen, ekseriya amatör icracılara zevkli malzeme temin gayesiyle güçlük derecesi ve ifade bakımından bu gayeye uygun çağdaş, fakat kontrpuvan tekniği ile barok devrinin konçerto grosso ruhna yakın bir stilde yazılmış eseridir. Müzik öğretimi ve teorisi için eserleri * Unterweisung im Tonsatz, 3 cilt. (Mainz: Schott, 1937–70) (Almanca) Bu eserin Ingilizce çevirimi The Craft of Musical Composition olarak basılmıştır. * o Cilt 1: Theoretical Part, çev. Arthur Mendel (New York: Associated Music Publishers; London: Schott, 1942 o Cilt 2: Exercises in Two-Part Writing çev. Otto Ortmann (New York: Associated Music Publishers; London: Schott, 1941)] * A Concentrated Course in Traditional Harmony (1943) (İngilizce) * Elementary training for Musicians (1946) (İngilizce) * (çev. Yavuz Oymak) (2007) Ses İşçiliği Klasik Müzik Sitesi vikipedi
-
Christoph Willibard von GLUCK
Christoph Willibard von GLUCK (2 Temmuz 1714 yılında Erasbach da doğmuş, 15 Kasım 1787 yılında Viyana da ölmüştür). Ecdadı avcılığa ve askerliğe hevesli olan Gluck, ücra fakat müzik sevgisi ve folklörü zengin bir bölgede doğdu. Oberpfalz lı bir ormancının oğluydu. Bu eyalet Fichtelgebirge adlı ormanlık dağlarla kaplıdır. Ilerde adının, devrin her alanında merkezi olan Paris te coşkun tezahürata ve şiddetli itirazlara vesile olacağını küçüklüğünde kimse hatirina bile getiremezdi. Gluck konusunda cereyan eden bu heyecanlı münakaşalar sonunda onun adı ve eserleri, fikir ve görüşlerin sonradan değişmesine rağmen, opera tarihini yeni yollara sevkeden ve daima yeni hareketlerin ölçüsü olarak kalan bir örnek haline getirildi. Halbuki Gluck tabiaten ihtilalci değildi. Ağır ağır, fakat şaşmadan yolunu bulmuştur. Gençliğinde seçkin kabiliyetli, fakat müzisyen olmaya çalışan sayısız kimselerden biri gibi görünüyordu. Müzik alanında ilk adımı Bohemya nın Komotau şehrinde attı. Prag da ihtiyar Czernohosky den viyolonsel çalmasını öğrendi. Viyana nın daha o zaman müzikle dolu havasını teneffüs etti Milano daki Giovanni Battista Sammartini ekolünde İtalyanlaşan genç Gluck Londra ya çağırıldı. Orada ihtiyar Handel ile tanıştı. Daha sonra Mingatti tiyatro kumpanyasının orkestra şefi olarak Viyana dan Kopenhag a kadar bütün Alman eyaletlerini dolaştı. Bach ın öldüğü sene orkestra şefi ve sayar kompozitörü olarak Viyana ya yerleşti. Operaları Prag, Napoli ve Roma da temsil edildi. Papalığın altın mahmuz nişanı şövalyesi olarak asalet payesi aldı. Bu paye ona aristokrasi dünyasının kapılarını açtı. (aynı nişanın daha yüksek derecesiyle taltif edilen Mozart, cavaliere payesini aldığı zaman kendi kendisiyle alay etmişti.) Lakin Gluck hiç gururlu değildi. Bütün ömrü boyunca şan ve şçhreti yüzünden hal ve tavrını hiç değiştirmeyen samimi bir insan olarak kaldı. Mamafih bu ünvandan faydalanmakla kendisine ve eserlerine saha açmak ve saygı sağlamak yolunda gerekli olanı da yaptı. Gluck opera reformu denilen hareketi ile tarih sahnesine çıkmıştır. Opera sahasına hakim olan İtalyanların trajik operası mütemadiyen tekrarlanan şekliyle olduğu yerde sayarak katılaşmak üzereydi. Gluck kendisine mahsus atılganlıkla bu operayı canlandırmak işini üzerine aldı. Bunu şöyle yaptı: Değişmez bir kalıba göre adeta biçilen opera şiirlerini attı ve ariya bolluğu içinde boğulan operadan müzikli dramı meydana getirdi. Hatta daha ileri giderek müziğin fonksiyonlarını yeni ve başka bir şekilde tayin etti. kusursuz ve düzenli bir resimde renklerin canlılığı, ışıklarla gölgelerin mahirane dağılışı, esas çizgileri bozmaksızın sadece şekilleri canlandırmaya nasıl yarıyorsa, sözler için de müziğin vazifesinin aynı olduğuna inanıyordum diyor ve hatta şunları ilave ediyordu: Her şeyden önce müzisyen olduğumu umutmaya çalışıyordum. Bu düşüncelerden hareket ederek kendi ifade tarzını, yani dramatik gelişmeyi asıl bir sadelik ve huzur verici bir ulviyet içinde (1) ifade eden dilini meydana getirdi. Gayesi sadelikti; muhtevada bu sadeliği arıyordu. Işte bu yüzden, Orfe , Alceste , İfijeni Olis de , Paris ile Helena operaları, Klopstock un şiirleri üzerine bestelediği şarkılar, diğer çağdaş eserlerinden esaslı şekilde farklı ve değişikti. Gluck Viyana da başladığı hareketi Paris te tamamladı. Bu işte bazı sorluklarla karşılaştı. Başarılara alışkın Gluck un Paris teki başarısını itirazlar, hatta şiddetli mücadeleler güşleştirdi. Gluckist lerle Piccinist ler, yani Gluck etrafında toplanan Fransız opera taraftarları ile Piccini etrafında toplanan İtalyan opera stilinin müdafileri arasında cereyan eden kavgalar herkesin bildiği bir hadisedir. Paris te bulunan genç Mozart kasten bu kavgaların dışında kaldı. Gluck un dramatik müziği, Fransızların büyük operası , Berlioz un orkestrasyon sanatı, Wagner in müzikli dramları ve hatta romantiklerin coşkun şairliği gibi daha sonraki gelişmelerin menşei oldu. E. Th. A. Hoffmann ın şahsiyeti bütün bunların en iyi misalidir. Bir Alman operasının yaratıcısı olmak Gluck un hayalinde yaşıyordu. Bunu Kıopsttock un Arminyüs Muharebesi adlı eserinden alacaktı. Fakat bu hayalini gerçekleştiremedi. Arkeolog Winckelmann (1717 1768) ın ifadesiyle. Operaları * Artaserse, Milano 26 Aralık 1741 * Demetrio, Venedik 2 Mayıs 1742 * Demofoonte, Milano 6 Ocak 1743 * Tigrane, Crema 26 Eylül 1743 * Sofonisba (veya Siface), Milano 18 Ocak 1744 * La finta schiava Venedik 13 Mayıs 1744 * Ipermestra, Venedik 21 Kasım 1744 * Poro, Torino 26 Aralık 1744 * Ippolito, Milano 31 Ocak 1745 * La caduta de' Giganti Haymarket Tiyatrosu, Londra 7 Ocak 1746 * Artamene, Haymarket Tiyatrosu, Londra 4 Mart 1746 * Le nozze d'Ercole e d'Ebe Pillnitz 29 Haziran 1747 * La Semiramide riconosciuta, Aachen 5 Mayıs 1748 * La contesa de' Numi Charlottenburg 9 Nisan 1749 * Ezio Prag 26 Aralık 1749 * Issipile Prag 1751 - 1752 * La clemenza di Tito, Napoli 4 Kasım 1752 * Le Cinesi, Viyana, 24 Eylül 1754 * La Danza, Viyana, 5 Mayıs 1755 * L'innocenza giustificata, Viyana, 8 Aralık 1755 * Antigono, Roma, 9 Şubat 1756 * Il rè pastore, Viyana, 8 Aralık 1756 * La fausse esclave, Viyana, 8 Ocak 1758 * L'ile de Merlin, ou Le monde renversé, Viyana, 3 Ekim 1758 * La Cythère assiégée, Viyana, 1759 yılı başlarında * Le diable à quatre, ou La double métamorphose 1759 * L'arbre enchanté, ou Le tuteur dupé 1759 * L'ivrogne corrigé, Viyana, Nisan 1760 * Tetide, Viyana, 10 Ekim 1760 * Le cadi dupé, Viyana, 9 Aralık 1761 * Orfeo ed Euridice, Viyana 5 Ekim 1762, revizyon Paris 2 Ağustos 1774, * Il trionfo di Clelia, Polonya, 14 Mayıs 1763 * La rencontre imprévue, Viyana, 7 Ocak 1764 * Il Parnaso Confuso, Viyana, 24 Ocak 1765 * Telemaco, o sia l'isola di Circe, Viyana, 30 Ocak 1765 * La Corona (Sahnelenmemiş. Planlanan tarih 4 Ekim 1765) * Il Prologo, 1767 (Traetta tarafından bir opera için giriş müziği) * Alceste, Viyana 26 Aralık 1767, revizyon Paris 23 Nisan 1776, * Le Feste d'Apollo, Parma, 24 Ağustos 1769 * Paride ed Elena, Viyana 3 Kasım 1770 * Iphigénie en Aulide, Paris 19 Nisan 1774, * Armide, Paris 23 Eylül 1777, * Iphigénie en Tauride, Paris 18 Mayıs 1779 * Echo et Narcisse, Paris 24 Eylül 1779, Baleleri * Les amours de Flore et Zéphire, Schönbrunn, Viyana, 13 Ağustos 1759 * Le naufrage, Viyana 1759 (?) * La halte des Calmouckes, Viyana 23 Mart 1761 * Don Juan, ou Le festin de Pierre, Viyana, 17 Ekim 1761 * Citera assediata, Viyana, 15 Eylül 1762 * Alessandro (Les amours d’Alexandre et de Roxane), Viyana, 4 Ekim 1764 * Sémiramis, Viyana, 31 Ocak 1765 * Iphigénie, Laxenburg, 19 Mayıs 1765 Klasik Müzik Sitesi vikipedi Mezarı
-
Cemal Safi..
GİT Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit, Günahıma girmeden, katilim olmadan git! Git de şen şakrak geçen günlerime gün ekle, Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle. Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar, Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar Madem ki benli hayat sana kafes kadar dar, Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar. Hadi git, benden sana dilediğince izin, Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin. Kahrımın nedenini söylesem irkilirler; Çünkü herkes beni Kays, seni Leyla bilirler. Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın; Oysa ki hep yedekte, hep elde var saymıştın. Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak, Zannetme ki pişmanlık, mutluluk kadar ırak! Sanma ki fasl-ı bahar geldiği gibi gitmez, Sanma ki hüsranını görmeye ömrün yetmez. Her darbene tehammül edecektir bedenim, Gururum mani olur perişanıma benim. Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne? Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine. Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka, Sana gül bahçesini kim açar benden başka! Hercai arılara meyhanedir çiçekler, Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler! Madem aşk tablosunun takdirinden acizsin, Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin. Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet, Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et! Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan! Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan! Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm, Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm. Korkulu düşlerimi yorumdan kaçıyorum; Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum. Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit, Günahıma girmeden, katilim olmadan git! CEMAL SAFİ
-
Merhaba
Legendary şurada cevap verdi: su1974 başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımHoşgeldin su
-
Orlando GIBBONS (1583-1625) İngiliz Besteci
Orlando GIBBONS (1583-1625) İngiliz Besteci 1583-1625 yılları arasında yasamış İngiliz besteci, dahası ayni donemde yasamış bir çok müzisyene eğitmenlik yapmış, yapamadığını bir İdil olarak etkilemiş, İngiliz besteciler arasında özel bir yeri olan şahsiyet. Oxford'da doğmuş, kısa bir müzik eğitiminin hemen ardından Royal Chapel'de organist olarak çalışmaya başlamış, Prens Charles'in kendisinden çok etkilenmesiyle birlikte saraya terfi etmiş bir yandan kilisedeki görevine devam ederken, diğer yandan part-time olarak sarayda prens Charles ın ve ailesinin gönlünü eylemiş, özel toplantılarda piyano çalmıştır. Orlando Gibbons İngiliz klasik müziğini daha önce çıkamadığı bir noktaya çıkarmıştır. Bunu yalnızca yaptığı bestelerle ve o mükemmel parmaklarından çıkan nota icralarıyla değil ayni zamanda Alfonso Ferrabosco ii, John Coprario ve Thomas Lupo gibi bestecilere yol göstererek de başarmıştır. Gibbons'un bir diğer etkin olduğu alan da kutsal koral müziktir (ilahi korosu). Britanya nın ilk ve en önemli koral kompozitörlerinden biri sayılır. "second service" adlı bestesi Hıristiyanlıkla alakası olmayan birini dine döndürebilecek mistizme ve müzikal düzenlemeye sahiptir. koral eserlerinden başka, solo vokal mardigalleri, organ ve violin consortları vardır. "Cries Of London" Gibbons'un en önemli consort'udur. İngiliz müziğinde William Byrd döneminden Henry Purcell egemenliğine geçiş sürecinin en önemli yapıtaşlarından. Pek çok Madrigalin ve Consortun yanı sıra 15 i polifonik olmak üzere 40 ın üzerinde anthem bestelemiş olan Gibbons Cantenbury Katedrali nde gömülü mühim İngiliz şahsiyetlerdendir. Orlando Gibbons İngiliz klasik müziğini daha önce çıkamadığı bir noktaya çıkarmıştır. Bunu yalnızca yaptığı bestelerle ve o mükemmel parmaklarından çıkan nota icralarıyla değil ayni zamanda Alfonso Ferrabosco ii, John Coprario ve Thomas Lupo gibi bestecilere yol göstererek de başarmıştır. (Kesinlikle katılıyorum..Dinlendirici bestelerini dinlemenizi tavsiye ediyorum)... Orlando Gibbons Fantasy in C Gibbons'un bir diğer etkin olduğu alan da kutsal koral müziktir (ilahi korosu). Britanya’nın ilk ve en önemli koral kompozitörlerinden biri sayılır. "second service" adlı bestesi Hıristiyanlıkla alakası olmayan birini dine döndürebilecek mistizme ve müzikal düzenlemeye sahiptir. koral eserlerinden başka, solo vokal mardigalleri, organ ve violin consortları vardır. "Cries Of London" Gibbons'un en önemli consort'udur. İngiliz müziğinde William Byrd döneminden Henry Purcell egemenliğine geçiş sürecinin en önemli yapıtaşlarından. Pek çok Madrigalin ve Consortun yanı sıra 15’i polifonik olmak üzere 40’ın üzerinde anthem bestelemiş olan Gibbons Cantenbury Katedrali’nde gömülü mühim İngiliz şahsiyetlerdendir. Besteleri Fantasia V Fantasia VI Fantasia III Fantasia I Fantasia II Fantasia IV In Nomine I In Nomine II Peascod Time (The Hunt's Up) Pavan Lord Salisbury Fantasia The Silver Swan Fantasy I Fantasy II Fantasy III Fantasy IV O Lord, in thy wrath rebuke me Hosanna to the Son of David Pavan Galliard Go from my Window In Nomine Kaynak sozluk.sourtimes Klasik Müzik Phantasm Orlando Gibbons Consorts &&&&& orlando gibbons - silver swan
-
George GERSHWIN, (1898-1937) Amerikalı Besteci
GEORGE GERSHWIN Ünlü besteci George Gershwin 1937 yılında daha 38 yaşında iken beynindeki bir tümör nedeniyle ölünce Amerikan basını ağız birliği etmişcesine sahip olduğumuz en iyi müzisyen artık yaşamıyor yollu başlıklar atmıştı. Gershwin, döneminin yalnızca en iyisi değil, aynı zamanda en popüleriydi de. Jopera, klasik... Gershwin de her sınıftan insanların hoşlanabileceği bir şey vardı. Rusya dan Amerika ya göç eden Gershovitz ler New York da 1898 yılında doğan ikinci oğullarına Jacop adını verdiler. Ondan iki sene önce doğan diğer oğullarının adı ise İsrael di. Ama baba Gershovitz çocuklar dünyaya gelmeden önce, Moşe olan adını Morris e; Gershovitz olan soyadını da Gershwin e çevirmişti bile. İsrael okuyup yazmaya meraklı bir çocuk gibi görünüyordu ama, kardeşi Jacop un eğilimi pek belli değildi. Bir gün, Jacop 12 yaşındayken eve bir piyano geldi. İlerde adını George a soyadını da Gershwin e dönüştürecek olan Jacop un (aile nedense isim değiştirmeye pek meraklıydı) hayat çizgisi de belki o yıl değişti. Halbuki, piyano ağabeyi için alınmıştı. Ama ağabeyi piyanoyu değil, kitapları tercih ettiğini belli etmişti. Küçük George un ilk piyano öğretmeni bir komşu hanımdı. İki yıl sonra ise konser piyanisti olmak amacıyla Charles Hambitzer den ders almaya başladı. Ama aklı hep jazz da ve müzikallerdeydi. Piyanonun eve girişinden sadece 4 yıl sonra, genç Gershwin ilk profesyonel işini aldı. 15 yaşında okulu bırakmış ve bir müzik yayıncısında, şarkıları tanıtıcı piyanist olarak çalışmaya başlamıştı. Yıl: 1914 O yıllarda Amerika da, müzik yazarlarının bir ortak saptamasına göre, uluslararası bir popülerlik kazanan ilk Amerikan müzik türü olan Ragtime fırtınası esiyordu. Ragtime da ağırlık piyanodaydı, ama hepsi bu kadar değildi.siyahların Batı Afrika dan getirdikleri müzikleri (ve banjo) türün temel taşlarından biriydi. Özellikle Ragtime, dünya popüler müziğini etkileyen ilk Afro-Amerikan müzik türü oldu. En ünlü ragtime bestecisi ise Irving Berlin di. Schott Joplin in piyano için yazdığı rag parçaları da, Chopin le kıyaslanabilecek kadar yetkindi. Ragtime ı Jazz izledi. Jazz ın çıkışı genellikle, 20. yüzyılın başı olarak kabul edilir. Yaratıcıları yine siyahlardı. Jazz etkisini yıllarca sürdürdü. (hala da sürdürüyor). Kısaca jazz, ragtime gibi, daha çok akademik ve nostaljik konumuna düşmedi. Işte genç Gershwin i yetişme çağında en çok etkileyen, klasik teknikler kadar, ragtime ve jazz oldu. Gershwin başından beri hep Broadway için yazdı. Notaları basılıp satışa sunulan ilk eserinin adı pek uzundur. When you want em, you can t get em when you ve got em you don t want em ilk önemli başarısını ise 1919 yılında ünlü şarkıcı Al Jolson ın söylediği Swanee adlı bestesiyle kazandı. Al Jolson ın Sinbad adlı şovunda kullandığı parça iki milyon sattı; parçanın notasının satışı ise bir milyonu geçmişti. Al Jolson şarkıyı yüzünü siyaha boyayarak, elinde eldivenler ve diz çökmüş bir halde söylüyordu. Siyaha boyanmış bir beyaz yüz liberallerin pek hoşuna gitmedi. Gershwin bu arada ilk müzikali olan La la Lucille i de yazmıştı. 1920 24 yılları arasında George White s Scandals adlı yapıma şarkılar yazdı. Birçok şarkının söz yazarı ağabeyi Ira (eksi adıyla, Israel) Gershwin di. İki kardeş 1924 yılında her şeyiyle kendilerinin olan ilk müzikallerini yazdılar: Lady Be Good . Müzikalin hit parçası hala keyifle dinlenen The Man I Love dı. George White s Scandals için yazdığı en ünlü eser ise 1922 tarihli Blue Monday Blues du. Eser toplam 20 dakika süren bir jazz-operaydı. Dönem ırkçılığın kol gezdiği bir dönemdi ve siyahların rollerini yüzlerini boyamış beyazlar oynuyordu. Tarih: Şubat 1924. Kent: New York. Salon: Aeolian Hall. Poul Whiteman ve orkestrası sahnede yerini almış durumda. İzleyiciler arasında RACHMANİNOV, STOKOWSKİ ve HAİFETZ gibi klasik müziğin devleri var. George Gershwin in Rhapsody in Blue sunun jazzy klarnet açılışı bütün salonu sarıyor ve bir daha bırakmıyor. Konserin sonunda herkes ayakta. 25 yaşını yeni doldurmuş olan genç besteci çevresini saranlara anlatıyor: Rhapsodiyi yaklaşık bir ay içinde yazdım ve bu yazma işlemi de genellikle Boston traninde gerçekleşti. Orkestrasyonunu Ferde Grofe yaptı. Bu Amerika nın müzikal bir kaleidoskopu. Bizim insanlar, bizim blues ve bizim metropolitan çılgınlığımız . Eleştirmenlerin görüşü de ortaktı: Modern müzikte gerçekleştirilen müthiş bir deney, bir başyapıt!... Jazz orkestrası ve piyano için yazılmış olan Rhapsody in Blue , yapısal olarak belki biraz basit, ama müzikal etki olarak müthişti. Konçertoyu orkestra şefi Whitemann ısmarlamıştı ve ilk çalınışında piyanoda George Gershwin in kendisi oturuyordu. Gershwin in bilgisi yeterli olmadığı için de, orkestrasyon Grofe ye havale edilmişti. Eserin başındaki klarnet solonun öyküsü de çok ilginçtir. Provalar sırasında orkestranın klarnetçisi, espri olsun diye, parçayı solo olarak çalınca, bu Gershwin in çok hoşuna gitmiş ve hemen esere eklemiştir. Jazz orkestrası ve piyano için yazdığı senfonik Rhapsody in Blue ve müzikal Lady be Good un başarısı Gershwin kardeşlerin müzik dünyasındaki yerini iyice sağlamlaştırdı. Iki kardeşin uzun yıllar sürecek olan Broadway saltanatı başlıyordu. Bu arada kardeşi Ira Gershwin için de bir paragraf açmak yararlı olacak. Israel adıyla doğan Ira, George dan iki yaş büyüktü. Yatkınlığı edebiyata idi ki, bunu 1932 yılında Of Thee I Sing in (Şarkılarım Seni Söyler) sözleriyle PULİTZER ödülü alarak doğruladı. Uzunca bir süre, daha doğrusu kendini kanıtlayıncaya kadar Arthur Francis (kız olan üçüncü kardeşlerinin adı Frances ti) takma adını kullandı. Bazı müzik yazarlarına göre takma ad kullanmasının bir nedeni de, kendisinde önce üne kavuşan kardeşinin soyadını sömürmekten kaçınmasıydı. Ira Gershwin kardeşinin ölümünden sonra da şarkı sözü yazmaya devam etti ve Kurt Weill, Harold Arlen ve Jerome Kern gibi ünlü müzisyenlerle işbirliği yaptı. 1983 yılında tam 87 yaşındayken öldüğü ana kadar müzikten kopmadı. George Gershwin en iddialı yapıtını ise, ölmeden iki yıl önce, 1935 yılında verdi: Porgy and Bess . Içindeki şarkılar her 10 yılda bir yeniden yorumlanan bu ünlü opera, DuBose Heyward ın romanına dayanıyordu ve sözleri Ira Gershwin tarafından yazılmıştı. Ama ilk sahnelenmesi şaşırtıcı bir şekilde neredeyse bir fiyasko oldu. Topu topu 124 gösterimden sonra kalktı. Kimi eleştirmenlerin Siyah folk opera diye niteledikleri Progy and Bess in doğuşu hiç de parlak olmamıştı. Hikaye çok basitti. Sakat bir dilenci olan Porgy ile, her türlü erdemsizliğe teşne Bess in siyahların yaşadığı sefil bir bölgede, Catfish Row da geçen trajik aşkları. Gershwin, müzikleri yazmadan önce uzunca bir süre böyle bir bölgede, South Carolina daki Charleston da, yaşayıp gözlemlerde bulunmuştu. Ira Gershwin in yazdığı sözler çok anlamlıydı ve bölge halkının konuşma üslubuna sadık kalınmıştı. Aynı durum Gershwin in müziği için de geçerliydi. Ama, içinde I loves you Porgy (bu parçayı Nina Simone dan dinlemek dünyanın en keyif verici zevklerinden biri), daha sonra jazz dan rock a kadar her türlü cover ı yapılacak olan summertime , I got plenty o nothing , Bess, you is my woman now gibi şarkıları barındıran bir opera uzun süre sessiz kalamazdı. Ve kalmadı da!... 2. Dünya Savaşı nın tam ortasında, 1942 yılında, Porgy and Bess Broadway de yeniden sahnelendi. Bu kez inanılması güç bir başarı kazandı. İkinci kez sahnelenişinde, en uzun süre neonlarda kalan müzikal ünvanını kazandı. Porgy and Bess in ilkleri yalnızca bununla da sınırlı kalmadı. Siyahlardan oluşan bir opera grubu dört yıl boyunca Porgy and Bess le dünya turu yaptı. Opera, Sovyetler Birliği nde de sahnelendi. Milano daki ünlü La Scala da sahneye konan ilk Amerikan operası olma onurunu da kazandı. Tabii bunların hepsi George Gershwin in ölümünden sonra gerçekleşmişti. Gershwin in jazz ve ragtime eğilimi besteciyi, müzik türü açısından iki arada bir derede bıraktı. Klasik müzik fanatikleri için Gershwin, klasik diye nitelenmeyecek kadar pop, popüler müzik tutkunları içinse fazla ciddi idi. Halbuki Gershwin hem o, hem de ötekiydi ve ölünceye kadar da araştırma ve denemeden vazgeçmedi. Örneğin, tek perdelik jazz operası Blue Monday Blues u yazan Gershwin, 1919 da yaylı çalgılar dörtlüsü için bir Lullaby de yazmıştı. Lady be Good büyük başarı kazanınca Londra da da sahneye konulmuştu ve bu yüzden Avrupa da bulunan Gershwin müzik bilgisini iyice derinleştirmek için Ravel ve Nadia Boulanger ye öğrenciler olmak için başvurmuştu. Fakat Lady be Good u dinleyip Gershwin e hayran olan iki ünlü müzikçi de, Doğal dehaya zarar veririz kaygısıyla onun bu isteğini reddettiler. Müzikalleri ve şarkıları bütün dünyada ses getiren Gershwin, tabii ki eğlence sanayiinin başkenti Hollywood un da gözünden kaçmayacak, daha doğrusu elinden kurtulamayacaktı. 1945 yılında George Gershwin in hayatı filme alındı. 1951 yılında çevrilen PARİS TE BİR AMERİKALI ise 1951 yılı Oscar ödülünü aldı. Vincent Minnelli nin yönettiği filmde, 1996 Şubatında ölen Gene Kelly ve Leslie Caron, Gershwin in müziği eşliğinde sinema tarihinin en başarılı bale-danslarını gerçekleştirdiler. Tabii bütün bunlardan Porgy and Bess in de nasibini almaması mümkün değildi. Yönetmen Otto Preminger bu ilk siyah folk operayı, 1959 yılında filme aldı. Bu bir tür siyah Carmen de Porgy rolünü SIDNEY POITIER, Bess rolünü ise DOROTHY DANDRIDGE oynadı ve tabii ki şarkıları başkaları söyledi. Filmde PEARL BAILEY ve uyuşturucu satıcısı rolünde de ünlü SAMMY DAVIS Jr. vardı. Porgy and Bess ilk sahnelendiği zaman, siyahların çok stereotip çizilmiş oldukları doğrultusunda eleştiriler almıştı. Bu yüzden başta SIDNEY POITIER olmak üzere, kimi siyah oyuncuları filmede oynamaya ikna etmek epey zaman almıştı. Buna karşılık, kimi müzik adamları Porgy and Bess i insan doğasının operasal bir portresi olarak, 20. yüzyılın müzik dehalarından BENJAMIN BRİTTEN in Peter Grimes ı ile eşdeğer tuttular. Gershwin bir çok müzisyenin aksine, yaşadığı sürece şöhretine orantılı bir biçimde ciddi paralar kazandı. Resme çok meraklıydı ve 1920 lerin sonlarına doğru Braque ve Chagall gibi ünlülerin resimlerinden oluşan zengin bir koleksiyon oluşturmaya başlamış; kendisi de sıkı bir şekilde resim yapmaya koyulmuştu. 1937 yılı geldiğinde George Gershywin baygınlık nöbetleri geçirmeye başlamıştı. Aynı yılın Temmuz ayında ise daha 39 yaşında iken beynindeki tümör yüzünden yaşama veda etti. Jazz ve klasik müziğin en eşşiz sentezcisiydi Gershwin ve kimi müzik sosyologları tarafından verilen İKİ SAVAŞ ARASI AMERİKAN TOPLUMUNU EN İYİ YANSITAN BESTECİ ünvanını bileğinin hakkıyla kazanmıştı. BESTELERİ Klasik * Rhapsody in Blue (piyano ve orkestra için beste) * Concerto in F Fa majör konçerto (piyano ve orkestra için beste) * Second Rhapsody, özgün adı Rhapsody in Rivets (piyano ve orkestra için beste) * An American in Paris (orkestra için beste) * Cuban Overture, özgün adı Rumba (orkestra için beste) * Three Preludes (solo piyano için beste) * Variations on "I Got Rhythm" (piyano ve orkestra için beste) * Porgy and Bess Rhapsody in Blue Rhapsody in Blue, Amerikalı besteci George Gershwin tarafından 1924 yılında solo piyano ve jaz orkestrası için bestelenmiş çok ünlü bir eserdir. İlk defa New York'ta 1924 yılında solo piyanoda Gershwin olmak üzere Paul Whiteman ve orkestrası tarafından seslendirilen eserin 1942 yılında Ferde Grofé tarafından piyano ve senfoni orkestrası için düzenlenmiş versiyonu, en popüler Amerikan konser eserlerinden birisi olmuştur. Gershwin, bu eseri Paul Whiteman'ın bir caz konserinde çalınmak üzere konçerto benzeri bir eser yazmasını istemesi üzerine bestelemiştir. Gershwin, başlangıçta bu eseri yazmakta isteksiz olsa da Whiteman'ın rakibi Vincent Lopez'in bu fikri çalmak üzere yeni bir konsere hazırlık yaptığını duyunca eseri yazmaya ikna oldu ve bir kaç haftada tamamlamayı başardı. İlham, Boston'a doğru bir tren yolculuğunda gelmişti. Tren gürültüsünün içindeki müziği hissettiğini söyleyen Gershwin besteyi tamamladıktan sonra orkestrasyon için Ferde Grofé'ye teslim etmiş ve çalışma, 12 Şubat'taki premiyerden 8 gün önce, 8 Şubat 1924'te tamamlanabilmişti. Modern Müzikte Bir Deney adlı konserde ilk defa çalınan eser, 1924 sonuna gelindiğinde orkestra tarafından 84 defa seslendirilmişti. Paul Whiteman'ın radyo programları da artık "Rhapsody in Blue dışında Her Şey Yeni" sloganı ile açılmaktaydı. Eser ilk yazıldığında Amerikan Rapsodisi adını taşımaktaydı. George Gershwin'in kardeşi Ira Gerswhin James McNeill Whistle adlı ressamın sergisini gezdikten ve onun "Siyah ve Altın Sarısı Noktürn", "Siyah ve Gri Düzenleme" gibi isimlerle adlandırılan eserlerini gördükten sonra "Rhapsody in Blue" adını önermişti. Gershwin, bu eserinin Amerika'nın ruhunu anlattığını söylese de eser daha çok New York kentinin bir müzikal portresi olarak düşünülür. Eser, 1987'den beri Amerikan Havayolları reklamlarında kullanıldığından pek çok kişiye bu havayollarını çağrıştırır. KAYNAK Boyut Müzik....... Klasik Müzik Koleksiyonu 12. kitap GEORGE GERSHWİN vikipedi Anna ve Babası El Yazması Doğduğu Ev
-
Josquin DE SPREZ
Josquin DE SPREZ (Takriben 1450 yılında Conde (Flaman) da doğmuş, 27 Ağustos 1521 yılında Conde de ölmüştür). Aslen Flaman olan Josquin de Prés ile müzik tarihinin uzun bir devri sona erdi. Bu devirde yaşamış olan müzisyenlerden pek azının ismini biliyoruz. Bilinen isimlerle de bu yüzyıllarda müzik alanında görülen çok zengin gelişmeyi izah etmek asla mümkün değildir. Bu devri sathi bir bakışla gözden geçiren bir kimse her şeyin kendiliğinden meydana geldiğini sanabilir. Lakin bu gelişmeyi sağlayanlar, adları bilinsin veya bilinmesin büyük yaratıcı kudrete sahip insanlardı. Bunlar, Şan Gregoryen in tek sesliliğine sıkı sıkıya bağlı kalan müziği çok sesli hale getirdiler. Bu, hakikaten büyük bir hamleydi. Asilzadelerin sanatı ve gezici çalgıcıların müziğinin parlak devrini yaşadığı sıralarda büyük üstad adı ile anılan Perotin, Paris te çok sesliliğin temellerini attı. Kendisinden sonra gelenler de onun gösterdiği yolda ilerlediler. Bunlar arasında zikre değer birçok şahsiyetler vardır: Yine Paris li meşhur Guillaume de Machaut, şair Boccaccio ile aynı devirde Floransa da yaşamış büyük orgcu Francesco Landino, Jeanne d Arc ın çağdaşı olan ince zevkli Burgonyalı Guillaume Dufay, ressam Hans Memling ile aynı yaşta olan ve kontrpuvanın sırlarına vakıf Flaman Jan Okeghem, Almanya da halk türkülerini çok seslileştiren diğer birçok besteciler arasında diğer bir çok besteciler arasında Heinrich İsaac nihayet hayatı Palestrina nın doğduğu asra kadar uzanan Josquin de Prés İsmi Latincede İodocus Pratensis şeklinde de geçen Josquin de Prés öldüğü zaman Matthias Grünewald ve Raffaelo gibi ressamlar başarılarının zirvesine ulaşmışlardı. O sırada köylü ihtilalleri ile din inkılabı dünyanın manzarasını değiştiriyor, yaşlı ümanist Erasmus ve genç hekim Paracelsus ilmi araştırmaları ile bu değişikliğin derinliğine nüfuz etmeye çalışıyorlardı. Bu temelli değişmede bir müzisyenin, yani Josquin de Prés nin de payı vardı. Çünkü müzikteki gelişmenin merkezini kuzeyden güneye, İtalya ya çeviren Flaman ekolü geleneğinin varisi Josquin de Prés olmuştur. daha önemlisi, bu müzisyen kendisinden önce gelenlerin ve bizzat kendi ekolünün, adeta matematiksel bir yapı zihniyetinin hakim olduğu çok seslilik sanatına ümanizm ruhunu aşılamıştır. Musica riservata adıyla anılan ve Josquin in talebesi Adrian Petit Coclicus tarafından asrın yeni müzik anlayışının temeli haline getirilen bu ifade tarzını, dahi Flaman üstadının en büyük hayranlarından biri olan Luther şu sözlerle övmüştür: O, seslere hakimdir. Sesler onun isteğine uymak zorunda kalmıştır. Demek oluyor ki, Josquin de Prés için kontrpuvan tekniği ve mimarisi nihai gayeden ibaret olmayıp bilakis sözlerin muhtevası ile birleştirilerek ifade vasıtası haline getiriliyordu. Josquin in mes ler, mote ler ve şansonlardan müteşekkül eserlerinin mecmuunda bu gelişmeyi tetkik edenler derin bir tesir altında kalır. Aralarında dünyaca meşhur Missa pange Lingua nın bulunduğu mes lerdeki cüretli kontrpuvan yapısı yanında mote lerin ve enstrümanlar refakatinde icra edilen- şansonların canlı ifadesi vardır. Josquin in eserleri kısa zamanda her yerde yayılan bir müziğin ilk örneklerinden biridir. Bunları Venedik te Petrucci, Paris te Attaignant ve Anverst de Susato basmışlardır. Bugün bu eserler müzik dünyasında yeniden mühim bir yer işgal etmektedir. Josquin in çağdaşlarının da, diğer besteciler arasında eşsiz büyüklükte yükselen şahsiyetini tanıyıp takdir etmeleri devrin müzik stili telakkilerinin esaslı bir şekilde değiştiğini açıkça gösterir. Bu değişmeyi, dehaya yakın bir seviyeye yükselen Clement Jannequin de görmek mümkündür. Onun, Hector Berlioz dan bu kadar zaman önce yazdığı ve ilk Fransız program müziğinin gerçek örnekleri sayılan şansonlardaki tasvir kudreti o zamanın dinleyicileri gibi bugünküleri de hayret ve heyecan içinde bırakmaktadır. Fakat Josquin in tesiri, asıl çalışma sahasının sınırlarını çok daha geniş ölçüde aşmıştır. Eski ve yeni kaynaklardan faydalanarak kuvvetlenen dini inkılabın genç müzisyenleri ondan ilham aldılar. Bunu, Thomas Stoltzer in çok sesli türküleri kadar o devirde İncil metinleri üzerine beslenen bütün eserler ispat eder. Nihayet, İtalyan müziğinin tesiri altında bulunan Fransız bestecisi Philippe Verdolet in madrigallerinde, Orlando di Losso nun tarzına yaklaşan yeni stilde bile Josquin in şümullü tesirini görebiliriz. Ancak Palestrina nın kilise müziğine hakim olması ile bu sahada sadece o zaman için Josquin in nüfuzu sona erdi. Josquin in şahsiyetinde bugünkü manası ile gerçek bir sanatkar buluruz. Yaşadığı çevre gibi şöhreti de sınırlı kalmayarak bütün dünyaya yayıldı. Milano ya yerleştikten sonra Roma daki Papalık korosunun üyesi oldu; Cambrai katedralinin korosunu idare ett,. Paris te ve Heinrich Isaac ın ona rakip çıktığı Ferrara da bulundu. Tekrar Roma da kilise ile ilgili olmayan bir vazifede çalıştı ve son günlerinde memleketi olan Conde şehrinin sayılı şahsiyetlerinden biri olarak yaşadı. Hayatının gidişi, şahsiyetinde birçok bakımlardan beliren yeni çağı aksettirmektedir. Klasik Müzik Sitesi
-
Juan Gris (1887-1927)
José Victoriano González-Pérez (23 Mart 1887, Madrid – 11 Mayıs 1927, Sur Seine), Bilinen adıyla Juan Gris, hayatının büyük bölümünü Fransa'da geçirmiş olan ünlü İspanyol ressam ve heykeltraştır. Eserleri, devrinde yeni ortaya çıkmaya başlayan Kübizm çizgisindedir. Yüzyılımızın başlarında etkinliğini duyuran kübist akımın, Braque, Picasso ve Léger ile birlikte dört büyük kişiliğinden biridir Juan Gris. Onun bu akıma bütün yaşamı boyunca içtenlikle bağlı kaldığı, yalnız uygulamacı olarak değil, kendi çapında kuramcı olarak da kübizmin temellerini oluşturduğu göz önüne alınırsa, Gris ye özel bir yer ayıran kaynaklara hak vermek gerekecektir. Fransız eleştirmen Maurice Raynal in resmin cebiri deyimini kullanmakla, belki doğrudan doğruya Juan Gris nin sanatını anlatmak istediği bile düşünülebilir. Çünkü, doğanın Cézanne dan beri geometrik biçimlere dönüştürülmesi yöntemini, açık yüreklilikle ve tam bir içtenlikle savunan, uygulayan o olmuştur. Tipik bir kübist tir bu bakımdan Juan Gris. Eşyanın ve doğanın, bu anlayış çerçevesinde resme yansıyan görünümleri, en tanımlanır biçimini onun sanatında bulmuştur. 1887 de Madrid te, bir tüccar ailesinin on üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Asıl adı José Gonzalez di. Daha yedi yaşlarına doğru, defterinin sayfa kenarlarını süslemek için karaladığı desenlerle, resme olan ilgisini ve yeteneğini kanıtlamıştı. Ne var ki, her sanatçı gibi onun ailesi de, resim sanatına olan bu yakınlığından yana değildi. O da bir bakıma ailesine hoş görünmek için Madrid Sanat ve Zenaat Okulu nu seçti. Bir yandan bu okulda öğrenimini sürdürüyor, öte yandan Madrid Comico ve Bianco y Negro dergilerine satirik desenler, karikatürler çiziyordu. Ama okulun eğitim sistemiyle bağdaşmadığı için bir süre sonra okulu bırakarak, kendini bütünüyle resme verdi. İki yıla yakın bir zaman, akademik ressamlardan Moreno Carbonero nun atölyesinde çalıştı. Bu arada sanatçılarla yakın ilişkiler kurmaya başladı. On dokuz yaşında, kız- kardeşi Antonieta nı da yardımıyla Paris e gitti. Paris e vardığında cebinde yalnızca on altı frank kadar bir parası vardı. Ressamların yuvalandığı Montmantre a yerleşti ve Picasso ile arkadaşlarının toplandıkları ünlü Bateau - Lavoir da, zamanın tanınmış sanatçılarıyla yakın ilişkiler kurdu. Atölyenin güç yaşam koşulları içinde, salt resim satarak geçimini sürdürmek, hele Paris e yeni adım atmış genç ve toy bir sanatçı için oldukça zordu. Gris, ilk yıllar L Assiette au Beurre , Charivari , Cri de Paris ve Témoin gibi karikatür dergilerine çizerek geçimini sağlamaya çalıştı. Ama daha çok, o sıralar Picasso ve çevresinde oluşan gelişmelerle ilgiliydi Juan Gris. 1910 da doğadan ilk büyük akvarel resimlerini yaptığında Picasso, ön- kübist denemelerini ve zenci sanatına öykünerek ortaya çıkardığı işleri yavaş yavaş geride bırakıyordu. Kübist akım için asıl önemli olan yıllar başlamaktaydı. Kübizmin çözümlemeci ve bireşimci dönemini içeren bu yıllar, özellikle geniş bir aydın ve sanatçı kesiminin bu akımla yakından ilgilendiği yıllardır. Apollinaire, 1913 te Kübist Ressamlar adli kitabını yayımlıyor, André Salmon, Roger Allard, André Varnod, Jules Granié, Olivier Hourcade ve Gustave Khan gibi yazarlar bu yeni akımı savunmaya girişiyorlar; Kahnweiler ve Stein gibi koleksiyoncular kübist ressamlar çevresinde geniş bir halka oluşturuyorlardı giderek. 1913 yılının ocak ayında.. Delaunay Berlin de; sergi açıyordu. Braque, Duchamp, Gleizes, Léger, Marcoussis, Metzinger, Picabia, Brancusi ve Picasso, kübist grup sergileriyle New York ve Londra gibi önemli merkezlerde birbiri arkasına görünüyorlardı. Juan Gris nin bu ortam içersinde ilk yağlı boya çalışmaları, 1911 yılına rastlıyor. Raynal in portresini konu alan resim bunlar dandır Özellikle kübist ressamlardan Duchamp kardeşlerin atölyesinde Gleizes, Léger, La Fresnaye, Le Fauconnier, André Mare, Marcoussis le ve Amerikalı eleştirmen Walter Paeh la bir araya geliyor, sanat sorunları üzerinde tartışıyor ve sürekli olarak kübist resmin olanakları üzerinde düşünüyordu. 1912 ilkbaharında Bağımsızlar Salonunda sergilediği Picasso ya Saygı adlı kübist portresiyle dikkatleri üzerine çekti. Şimdi Chicago Sanat Enstitüsü nde bulunan bu resmi, Vauxcelles ilk gördüğühde aptalca bir iş olarak tanımlamıştı. Oysa kübist akımın temel yapıtlarından biriydi bu. Aynı yılın sonbaharında Section d Or salonunda gösterdiği ve bir ayna parçasını tablo gereci olarak kullandığı Lavabo adlı tablosuyla adını biraz daha geniş bir çevreye yaymış oluyordu. Aynı yılın sonunda tablo alım - satımcısı Alman asıllı yazar Kahnweiler, bütün resimleri için Juan Gris yle bir sözleşme imzalayacak ve o tarihten sonra Hermann Rupf, Gertrude Stein, Alfred Fleichahem gibi koleksiyoncular, onun çalışmalarını izlemek zorunda kalacaklardı. Resimlerinden başka bir şey, için yaşamıyordu artık Gris. Dostu Max Jacob a şöyle demişti bir gün: Sol elimle hiç bir zaman bir köpeği okşamıyorum çünkü o beni ısırdığı anda resim yapmak için her zaman sağ elimi kullanmak zorunda kalacağını. Juan Gris nin ilk resimleri, hemen bütünüyle renksizdir; düzenli geometrik ve yuvarlak biçimler egemendir bu resimlerde. Her objenin yukarıdan göründüğü çok sayıda natürmort ve birkaç da manzarayı, bu dönem resimleri arasında sayabiliriz. Eşzamanlı (simultan) biçimleri içeren çözümler, ilk dönem resimlerinde onu çokça düşündürmüştür. Renk, genellikle biçimin bir bölümünü kapatmıyor; kompozisyonlar, tablo içinde bir başka tablo yaratılmış izlenimini veriyordu. Kahnweiler in Birinci Dünya Savaşı sırasında İsviçre ye sığınmasından sonra Juan Gris, çalışmalarına ilgi duyan Leonce Rosenberg in yardımından yararlandı. 1916 da arkadaşlarının bir bölümünü topladığı Touraine de, alarmlar, savaşın yarattığı çeşitli güçlükler, hava akmları, savunma atışları ve büyük Bertha bombardımanı onu çalışmalarından alıkoymadı. Komşuları Pierre Reverdy nin yürekten dostluğu ve desteği, onlara güç veriyordu. Resmin kavramsal yönüyle Juan Gris in yoğun ilişkisi de aşağı yukarı bu tarihlerde başlar. Genel tipten hareket ederek özel bireysel oluşumlara ve yeni bir nitelemeye ulaşmak istediğini belirtiyordu.Kağıt yapıştırma (papiers colles) tekniğini uyguluyor, o zamana kadar alışılmadık bir hareket anlayışına yöneliyordu. Gene de Gris nin o tarihteki ve daha sonraki resimlerini nitelendiren temel etkinlik, bir tür statisme dir. Obje, gerçek görünüşlerinden iyiden iyiye uzaklaşır. Gerçekliklerin elemanlarını çıkardığı dünyanın görsel (visuel) değil, imgesel (imaginatif) olduğunu öne sürüyordu. Ona göre tablo, sonuç olarak renkli ve düz biçimlerin bileşimi nden başka bir şey değildi. Değirmenci , Serçeler , Soytarılar , Çiçekli ve Bira Şişeli Natürmort 1920 lere kadar yaptığı resimlerin birkaçıdır. Ayrıca da bu dönemin en ilginç çalışmalarıdır. Kahnweiler in deyimiyle, onun sanatı toplantı dır bir bakıma. Bütün çabası ilerde eskimeyecek ve çürütülmeyecek bir üslup aşama sına varmaktı. Ve şöyle diyordu: Benim yaptığım, belki büyük resmin kötüsüdür. fakat gene de büyük resimdir. Aslında Juan Gris nin. sanatı, Cézanne ın temelini attığı bir yolun son aşamasını simgelemekteydi. Ne var ki, doğa ile resmin biçimleri arasındaki ilişkiler açısından, hareket ve yarış noktaları Gris nin kübizminde yer değiştirmiş olarak karşımıza çıkar. Sözgelişi Cézanne doğadan aldığı görüntüleri, kare, küp ve silindir gibi geometrik oluşumlara götürüyor ve doğanın bu yolla yorumuna- öncelik veriyordu. Oysa Gris kendisinin de belirttiği gibi - geometrik biçimlerden doğasal görüntüler üretmekteydi. Cézanne, şişeyi örneğin, bir silindire dönüştürüyordu, Gris ise, kişisel ve özel bir üslup yaratmak için silindirden hareket ederek şişe biçimine ulaştığını öne sürüyordu. Düşünülmüş bir gerçekliği büyük bir açıklıkla ve esprinin saf elemanlarını kullanarak anlatma yolunu seçiyordu Juan Gris. 1920 lere doğru sanatçının sağlık durumu bozulmaya başlıyor. Atölyesinin kötü yaşam koşulları nedeniyle zatülcenbe yakalanıyor bir ara. Hastaneden çıkışında Bandol a yerleşiyor. Oradan deniz görünümleri ve natürmortlar yapıyor. Max Jacob un bir kitabı için resimler çiziyor, taşbaskı çalışmaları yapıyor. 1921 de ikinci kez Ceret ye gidiyor. (Birincisi Picasso ile 1913 dedir). Orada bir ara biyoloji ile ilgileniyor. Kendini dans heyecanına kaptırıyor. Bu dalda bir foxtrott ödülü bile alıyor. 1922 Nisanında Paris e dönüyor. Boulogne da, Kahnweiter in bulunduğu sokakta küçük bir apartman katına yerleşiyor. 1920- 23 yıllarını kapsayan şiirsel döneminin resimleriyle ilgi toplamasına yo1 açan bir sergisini, 20 Mart -5 Nisan 1923 tarihleri arasında Astorg sokağı galeride düzenliyor. Gris in o dönem resimlerine ilişkin söyledikleri de açıklayıcı niteliktedir: Ona göre bir tablonun şiirselliği, şiirsel bir konuyu işlemiş olmasına bağlı değildir, görsel benzetişimlerin yararlılığını ele geçiren sanatçının biçim uyumu nda oluşur bu şiirsellik. Bu benzet görünüşte farklı ilki objeyi ortaya çıkarır. Örneğin bir üzüm salkımı, bir mandolinle karşılaştırılabilirdi. Kendi deyimiyle görsel kafiye1er kimi biçimlerin yinelenmesi yoluyla üretilmekteydi. Juan Gris i gene bu yıllarda Diaghilev ortak çalışma içerisinde görüyoruz. Olağanüstü Bayram adli yapıtın yalnız dekor ve kostümlerini yapmakla kalmayan Gris, büyük bir ısıtma düzeninin de tasarımını hazırlar. Sözkonusu yapıt, Versailles Sarayının ünlü Aynalı Galeri sinde sahnelenir. Bu yapıtın başarısından sonra Diaghilev, Gounod nun Colombe operası için bir dekor daha ister ondan. Bu amaçla Monte-Carlo ya geçen Gris, orada Chabrier nin Başarısız Eğitim adını taşıyan yapıtı için de dekor ve kostümler hazırlar. Milliyet Sanat, 1970 ler Felsefe-Sanat vikipedi 1887 de Madrid de doğdu; 1927 de Fransa da, Boulogne-sur-Seine de öldü. Genç yaşlarda sanatla ilgilendi, 1904 te ressam olmaya karar verdi. Madrid Uygulamalı Sanatlar Okulu ndaki öğreniminden sonra resim dersleri aldı. 1906 da dergilere basılan çizimleriyle yaşamını sağlayacağı Paris e gitti. 1911-12 de Picasso ve Braque ın etkisinde kaldı. 1912 de Section d Or la beraber sergi düzenledi. Savaş yılları sırasında Matisse ile temas kurdu. Savaştan sonra giderek başarı kazandı. 1920 den sonra sağlığının bozulmasına karşın, bireşimsel kübizmi kendine özgü lirik bir üslupla yorumlayan yeni resimler yaptı. 1922 den sonra Diaghilev balesi için çeşitli sahne dekorları ve Max Jacob, Gertrude Sein, Tristan Tzara gibi yazarların kitapları için resimlemeler hazırladı. Sorbonne Üniversitesi nde Resmin Olanakları konulu bir dizi konferans verdi (1924). Kaya Özsezgin
-
El Greco (1542-1614)
El Greco (1542-1614) El Greco (okunuşu: el greko, Yunan, asıl adı: Δομήνικος Θεοτοκόπουλος, Domenikos Teotokopulos) (d. 1541 - ö. 7 Nisan 1614) İspanyol Rönesansı dönemi ressam, heykeltıraş ve mimarı. El Greco ekonomik çalkantılarla sarsılan ama, müzik alanında Tomas Luis de Victoria, edebiyat ve tiyatro alanında Cervantes veya Guillén de Castro gibi yıldızlarla parlayan bir kültür beşiği olan İspanya ya gelir ve 1575 dolaylarında Toledo ya yerleşir. Velasquez in esin ustası, kendisini lanetlenmiş ressam olarak yeniden canlandıran XIX. yy a kadar unutulan El Greco maniyerist ressam sıfatıyla nitelenmiş, sıradışı renk kompozisyonlarının, uzamış eğri büğrü biçimlerin parlak ressamı olarak kalmıştır. El Greco nun eserlerine dostu Gongora nın kavramcılığı ve dönemin mistik atmosferi göz önünde bulundurularak bakmak gerekir. Giritli Ressam Domenikos Teotokopulos 1541 de Kandiye de (bugün Traklion) doğar. Babası ve erkek kardeşi, o dönemde Girit in bağlı olduğu Venedik cumhuriyetinin hizmetinde çalışmaktadır. Ailenin Katolikliği kesin olmakla birlikte, Domenikos un resim sanatını adada Bizans geleneğini ve Aynaroz manastırının geleneksel eğitimini yaşatan Ortodoks keşişlerden öğrenmiş olması mümkündür. Sanatçının ilk eğitimi konusunda hemen hemen hiçbir şey bilinmediği de bir gerçektir. 1566 tarihli resmi bir belgeye göre ressam o dönemde eserleri yüksek fiyata alıcı bulan gözde bir ustadır. El Greco nun aynı yı1 veya ertesi yıl oradan ayrılıp Venedik e gittiği sanılıyor. Tiziano nun öğrencisi mi oldu, yoksa sadece, dört bin dolaylarında Giritli yi barındıran Venedikteki Girit-Venedik resim okuluna mı gitti, bu konuda kesin bir şey bilinmiyor. El Greco çok geçmeden Roma ya gider ve San Luca Akademisi ne yazılır: akademinin kayıtlarında «Ressam Bay Dominico Greco nun 19 eylül 1572 de tam bir sanat eğitimi (......) için iki altın ödediği... yazılıdır. Ressamla ilgili söylentilere bakılırsa, kendisi dehasından emin tuhaf tavırlı bir insandır. Michelangelo nun Sistina şapelinde yaptığı Son Yargı sahnesindeki çıplaklıkları örtme çareleri aranırken, küstahça bir yorumun ardından Roma dan ayrılmak zorunda kaldığı sanılmaktadır: «Bütün bu eser alaşağı edilse, ben bunları çok daha iffetli ve edepli bir biçimde yeniden yapardım ve çok kaliteli bir resim olurdu.» El Greco nun İspanya ya yerleşmeden önce Venedik e döndüğü ve Tintoretto nun öğrencisi olduğu sanılıyor; bunu düşündüren tek şey tabloların incelenmesi ve duyarlıkta belli bir yakınlıktır. El Greco nun eserlerinin tarih sıralamasını yapmak çok güçse de, Bologna Resim Müzesi ndeki Son Yemek in ve Modena çokkanatlısının 1565 ten sonraki bu döneme ait olduğu söylenebilir. İspanyol Ressam El Greco nun Roma da kurduğu yakınlıklar ve Farnese sarayındaki konulduğu, Luis de Castillán la ve onun kardeşi Diego yla dost olmasını sağlar; El Greco İspanya daki ilk siparişleri Diego sayesinde alır; Toledo daki Santo Domingo el Antiguo Kilisesi için resimler yapar. Sanatçının İspanya ya gidiş nedenleri, gene de resmen aydınlanmış değildir. II. Felipe nin şanı ve Escurial sarayında yapılan düzenlemeler ressamın kararında kuşkusuz etkili olmuştur. El Greco kısa bir süre Madrid te kaldıktan sonra 1575 e doğru Taledo ya yerleşir. O dönemde sarayın gözünden düşmüş bulunan bu kent, Cervantes e göre İspanya kilisesinin metropolü, din ve düşünce yaşamının merkezi, «İspanya nın gururu, sanatın ışığı, kutsal kent Ama Toledo aynı zamanda Yahudi dönmelerin, kuzey Afrika kökenlilerin, her taraftan gelmiş yabancıların karmakarışık ve canlı bir toplum oluşturduğu kozmopolit bir kenttir ve Giritli ressamın bu çok kültürlü toplumla kaynaşması hiç de zor olmamıştır. l578 de, Jerönima de las Cuevas la olan (kuşkusuz resmi olmayan). evliliğinden Jorge Manuel adında bir oğlu olacaktır. Bu dönemin bilinen ilk eseri Toledo Katedrali için yapılan Espolio veya İsa nın Erguvan Kaftanı (1577) tablosudur Sağ alt köşesinde üç Meryem in yer aldığı bu tuvaldeki alışılmamış ikonografi sipariş sahiplerince fiyat kırmak için bahane edilecek ama dört yıl sonra çözüme bağlanan anlaşmazlık sayesinde halk ressamın yeteneğini tanımış olacaktır. Toledo da yükselmeye başlayan başarı grafiği kırılan umutlarla gölgelenir: II. Felipe, El Greco ya ısmarladığı Aziz Mauritius un Şehit Edilmesi ve Tebai Lejyonu adını taşıyan tuvali hiç beğenmez. Escurial in bir şapeli için düşünülen tablo toplantı salonlarına uygun görülür ve El Greco bir süre için, kaba bir sadelikle işlediği çıplak vücutlar gibi, ikonografik ve teknik cüretkarlıklardan vazgeçer; ama ününden bir şey kaybetmez. Aslında, üslubu ve ikonografi anlayışı, zamanın ve kralın şanına isteklerine uygun düşmüyorsa da, Toledo nun din ve düşünce anlayışıyla mükemmel bir uyum göstermektedir. El Greco nun başlıca müşterisi, çok sayıdaki Fransisken manastırı olacaktır. Birkaç portre dışında, sanatçının eserleri tamamen dini konulara dayanır ve bu bakımdan, ilk yıllarındaki öğretiye bağlı kalmıştır: bir ikona yapmak, dua etmektir. 1584 te, Toledo da Santo Torino rahibinden bir sipariş alır: Orgaz Kontunun Cenaze Töreni. Aşırılıklarına ancak on beş yıl kadar sonra döneceği Aziz Mauritius un Şehit Edilmesi nin başarısızlığının arkasından gelmekle birlikte, bu tuvalde de tam bir teslimiyet resmedilmemiştir. Toledo daki havaya çok uyan bir bileşimle, yeryüzü ve gökyüzü dünyalarının iç içe geçişi ifade edilmektedir. Ressam son derece kısıtlı bir malzemeyle, kıpır kıpır ve renkli bir tanrısal evrenin alttaki cemaatle birleştiği mistik bir görüntüyle karşımıza çıkmakta, siyah-beyaz bir çizgiye indirgenen topluluktaki adamların farklı yüzleri, bu çizgiyi kıramamaktadır. Siparişlerin artması El Greco yu bir atölye açmaya iter ve onu maddi açıdan oldukça rahatlatır. l585 te Villena markisinden kiraladığı dairede lüks ve ince zevklerle dolu bir yaşam sürer. Altı yıl sonra, maddi sıkıntılar içindeki kardeşi Manusios, birçok Giritli nin gittiği yolu izleyerek Toledo ya gelir. Köklerini unutmayan El Greco eserlerini kirli harfleriyle imzalamaktadır. Sipariş verenlerle yapılan sözleşmeler ve tabloların ödemesinde ortaya çıkan anlaşmazlıklar sayesinde El Greco nun eserleri yıllara göre izlenebilmektedir. Atölyesinden çıkan tablolar Madrid te, Sevilla da, Kastilya nın her yerinde satılmaktadır. Birlikte çalıştığı arkadaşlarından Francisco Preboste kah bazı siparişlerin gerçekleştirilmesini sağlamakla, kah alacaklarının toparlamak için onu temsil etmekle görevlidir. El Greco nun kilise ve manastırlarla imzaladığı sözleşmeler arasında bir de 1595 te Toledo daki Tavera hastanesiyle yaptığı sözleşme yer alır; sanatçı bu sözleşme uyarınca 1608 yılı ile öldüğü 1614 yılı arasında, kimilerince çılgınlık olarak nitelenen bir özgürlükle, insanı harekete geçiren tanrısal varlığı ifade eden Isa nın Vaftizi, Müjde ve Beşinci Mühür tablolarını gerçekleştirir. Ani bir çöküşle sarsılan Toledo da doğan bu üç tuval, derin bilgisini ve tekniğini doğa üstünün hizmetine sunan bir hayalcinin eserleridir. Gerçeküstü ışıklarla aydınlanmış bir gece göğünün altındaki çıplak veya rüzgârda şişen, kalın ve koyu renk dökümler halinde toplanan örtülere sarınmış insan biçimleri, etten kemikten görünümlerinden de bir şey kaybetmeksizin içten gelen bir ateşle aydınlanmışlardır. Aziz Yuhanna nın metninden çıkmışa benzeyen bu varlıklardaki tüm ifade gücü, göğe uzanan ellerde toplanmıştır: «Ve beşinci mührü açtığı zaman mezbah altında Allahın kelkmı sebebiyle ve kendilerinde olan şehadet sebebiyle boğazlanmış olanların canlarını gördüm. Yüksek sesle haykırıyorlardı» (Vahiy VI, 9-11). El Greco mitolojik konulu tek tuvalini son yıllarında (1610- 1614) yapar: Laokoon. 1614 te ölümünden sonra düzenlenen terekesinden El Greco nun o yıllarda nasıl bir sadelik içinde yaşadığı anlaşılır. Gelen siparişlerin hiç kesilmemesi nedeniyle bunun gönüllü bir sadelik olduğu söylenebilir. Sanki bu yalınlık, ressamın arayışlarını sürdürdüğü iç huzuru için zorunlu gibidir. Büyükler tarafından çok çabuk unutursa da, onda kendi yoğun imanının lekesiz ifadesini hissetmeyi sürdüren halkın hayranlığı hiç dinmeyecektir. Dışavurumcu bir maniyerizm El Greco, Giritli keşişlerin yanındaki eğitiminden tamamen dine dayalı bir resim anlayışı dışında, birtakım teknikler ve kompozisyon ilkeleri de edinmiştir. Kimi zaman yağlıboya (Kürklü Kadın, 1577-1578), kimi zaman tutkallı boya (Son Yemek, 1565 ten sonra) kullanır. Bizanstan kalma alışkanlığıyla zemini toprak rengi, beyaz, siyah veya yeşile boyar, çizgilerle ayırdığı tablonun her bölümünde ayrı ayrı çalışır. Zamanında ressamlığı kadar beğenilen heykelciliği, özellikle kompozisyonlarının düzenlemesinde kullandığı küçük figürlerin gerçekleştirilmesinde kendini gösterir. Bu kompozisyonlardaki kısaltılmış perspektifler ve alçak ufuk çizgileri içinde insanlar, gerçekdışı bir ışığa boğulur ve mekanı yok ederken yeniden oluştururlar. Önce Venedik, sonra Roma maniyerizminden esinlenen El Greco, uzun zaman Tiziano ve Veronese nin renklerine bağlı kalır, ama figürlerine non finito nun görkemli bu hava kazandırdığı bir anıtsallık katar. 1590 dan başlayarak, ışık ve gölge oyunları üzerindeki çalışmaları El Greco da çağdaşı Francesco Patrizi nin şöyle tanımladığı manevi bir ilkenin varlığını dışa vurur: «ışıktan tanrısallığın bileşimi ve ifadesidir» Ölümünden sonra düzenlenen kitaplık envanteri, El Greco nun eserlerinin altında yatan araştırmaları açıklar ve aydınların Kitaplıkta Petrarca, Tasso, Ariosto nun, Homeros tan ve Euripides ten Aristo ve Lukianos a kadar pek çok Yunanlı yazarın yanı sıra Vitrivius, Vignole, SerIlo veya Alberti gibi mimarlara ait mimari kitapları da yer almaktadır. Eugenio Ors, resimlerini «dinamizmin, sarhoşluğun, mistisizmin» zaferi olarak değerlendirdiği ressam için şunları söylüyor: «Onun bir görme bozukluğu olduğu söylendi... Hayır. Aslında o sarhoştu, Tanrı dan ve alacakaranlıktan sarhoş.» Felsefe-Sanat vikipedi &&&&& Rönesans ın en derin özelliklerinden biri yalnız Hıristiyan mitolojisine bağlı kalmayarak, bireysel bir seçme bağımsızlığı ile, Yunan mitolojisini de adeta benimseyerek işlemesidir. Rönesans sonlarında, yeniden güçlenen din sel duygulara rağmen, Hıristiyan mitolojisi Yunan mitolojisini büsbütün ortadan kaldırmıyor. Sanatın ayrı, hatta. karşıt inanışların yarattığı sembol leri, aynı dönemde, bazen aynı hayal gücünde uzlaştırabilmesi, ancak birey bilincinin bağımsızlık kazanması ile sağlanabilirdi. Zamanındaki dinsel uyanışın en güçlü temsilcilerinden biri olan Greco, bu resimde Tanrının öfke sine uğrayıp, deniz kıyısmda yıkanırken, iki çocuğu ile birlikte bir boğa yılanı tarafından öldürülen Yunanlı Laokoon un hikayesini anlatıyor. Tintoretto nun resminde görülen dağılma haline, burada da rastlıyoruz. Rönesans ın küçük grup kompozisyonlarına yukarda Leonardo nun Anna, Meryem ve İsa sını örnek vermiştik. Orada belli bir merkeze bağlanıp toparlanan grup, burada resmin ortasındaki ana figürün , Laokoon un çevresinde dağılıyor. Simetri, denge, figürleri birbirine bağlıyan geometrik düzen altüst olmuş. Tablodaki beş insandan her biri, kendi haline bırakılmış, anlatılan dramı ayrı ayrı yaşıyor. Sağdaki iki figür, olayın coşkusuna katılmayan iki seyirci durumundadır. Diğer üç figür, ölümle savaş halinde gösteriliyorlar. Fakat bu savaş, Antikiteden kalan Laokoon heykel grubunda olduğu gibi, ortak bir çaba için de üç figürü birbirine bağlamıyor. Figürlerden her biri, ölüm karşısında yalnız kalıyor: biri ölmüş, biri ölmek üzere, diğeri henüz ayakta boğuşuyor. Greco olayı bir durum içinde değil, bir zaman akışı içinde ele alıyor. Birlik, zamanda olmadığı gibi, mekanda da yok. Daha da tuhafı, Giotto dan beri Avrupa resim sanatının hep büyük bir titizlikle bağlandığı mekan koşulunu, Greco unutmuş gibi görünüyor. Figürlerin nerede durdukları pek anlaşılmıyor, önde birkaç kaya parçası dağlık bir yerde bulunulduğu duygusunu veriyor (oysa, olay deniz kıyısında geçer), fakat az ötede zemin esneyen bir boşluk içinde gözden kayboluyor. Uzakta, Troia olması gereken beyaz kuleli bir İspanya şehri görünüyor, şehrin önünde Troialıların ünlü beyaz atı seçiliyor. Resimde belirttiğimiz bu dağılma hali, ayrı ayrı hepsinin bedeninde de görülüyor. Doğal, normal ölçüleri aşacak kadar uzayan insan bedenlerinden, organlarının hareketine tam hakim olamadıkları duygusunu alıyoruz. Beden hareketlerinde yön ayrılıkları, Rönesans ta bir eksene bağlanıp onun çevresinde toplanıyordu. Burada ise kollar ve ayaklar o derece uzuyor, havada o derece büyük ve ölçüsüz hareketler yapıyorlar ki, bağlı oldukları bedenle ilgileri yokmuş gibi görünüyorlar. Yere düşen Laokoon un her bir organı sanki çözülüp, başka bir yana kaçıyor. Soldaki figürde bacaklar, yılanla boğuşan kolları hareketine katılmıyor. Hareketin mantığını, burada insan isteminin üstünde bir güç yönetiyor. Tuval üzerinde gözleri büyüleyen bir uyum içinde serpilen ışık-gölgede bir noktadan gelen ve eşyanın plastik bütünlüğünü ortaya çıkaran normal ve doğal aydınlığın mantığına uymuyor. Karanlıkta figürler, yangın alevleri içinde kalmışlar gibi, türlü yönlerden gelen garip bir ışıkla aydınlanıyorlar, ağırlık yasalarına bağlanmadan yukarıya doğru kıvranarak uzanıyor ve Tintoretto nun resminde olduğu gibi, burada da maddilikten sıyrılarak bir çeşit ruhsallık kazanıyorlar. Tintoretto ve Greco da ortak ve sonradan gelişecek bir özellik de planlar arasındaki geçişlerin sertliği, büyüklük küçüklük farklarının alışılmadık aykırılığıdır. Gözümüzün tam önüne getirilen bir parmak, nasıl aşırı bir büyüklük kazanarak az ilerideki bir kuleyi birdenbire küçültüverirse, tab lodan çıkacakmış gibi öne getirilen birinci plan figürleri de, aynı biçimde normal uzaklık yakınlık ilişkilerini bozuyor, her şeyin insanın bakışına gö re değiştiği düşüncesini doğuruyor. Bir obelisk bir yüz bir hayvan grubu bir kitap, büyük Troia atı bir yumruk, ölçüsüne iniyor. Mekan ve eşyanın kazandığı bu görecelik, bu görünüş karşıtlıkları, göz oyunları, aynı dönemde başlayan relativist bir dünya görüşünün belirtileri sayılabilir. Avrupa Resminde Gerçek duygusu, M.Ş.İpşiroğlu, S.Eyüboğlu, İ.Ü.E.F.Yayınları &&&&&& El Greco'ya Mektuplar Nikos Kazancakis; Çeviren: Ahmet Angın E Yayınları; Edebiyatın birçok alanında yapıtlar veren Nikos Kazancakis dünyaca ünlü bir Yunan yazarı. Yapıtlarında, doğup büyüdüğü yer olan Girit'in özgünlüğüne kendi, derin gözlem ve duygularını katarak eşine az rastlanan bir dil yaratıyor. El Greco'ya Mektuplar; Kazancakis'in kimi anılarını ve gezi gözlemlerini içeren bir yapıt. Bu anılar ve gezi gözlemleri çerçevesinde Kazancakis, tüm yapıtlarında rastlanan bir hesaplaşmayı, yaşamın tüm alanlarıyla kendisi arasındaki hesaplaşmayı ön plana çıkarıyor. Öfkeyi, dini, doğayı, yaratıcılığı, İsa'yı, felsefeyi, kurumları farklı bir bakışla; kendi deyimiyle "Girit Bakışı"yla ele alarak okurun karşısına çıkıyor. Nikos Svoronos'un deyişiyle Kazancakis: "... Anlatım diliyle evrensel, esin ve biçim açısından tümüyle Hellen tarzıyla; çok yönlü yapıtlarında çağdaş düşüncenin akımlarını insancıl bir yapıda birleştirme ustası. "... Heyhat! İçimizdeki biricik ölümsüzü bu 'Ah!ı, insanlara sunmanın başka yolu yoktur. Kelimeler, kelimeler! Ne yazık ki benim için başka kurtuluş yok... Emrimde sadece yirmi dört tane, kurşundan yapılmış askercik var, alfabenin yirmi dört harfi seferberlik ilan ederek ordu kuracak, ölümle savaşacağım..." (Arka Kapak) Usta bir yazar, dolu dizgin bir yaşam, çağıyla hesaplaşan coşkulu bir anlatım. İnsan sıcaklığıyla damıtılmış, Girit havasıyla yoğrulmuş, Ege Denizi'yle yıkanmış anılar, düşünceler... Kitap - antoloji &&&&& Ayrıca El Greco film fragmanı El Greco: The Movie (2007) trailer No.1
-
Goya'nın Hayaletleri (2006)
Francisco Goya (1746-1828) Ressamın hayatını ekleyince filmi aklıma geldi ve aramam beni buraya getirdi.. 18. yüzyıl İspanya’sında Engizisyon mahkemelerinin hâlâ insanlara zarar veriyor olmasından etkilenerek aslında zamanında Aydınlanma’dan nasibini alamamış, Batı Avrupa’nın en geri kalmış ülkesi olan İspanya’yı Goya’nın resimleri eşliğinde belgeliyor. Kilise İspanya’ya katı bir Katolik bakış fırlatırken, halk bundan nasibini fazlasıyla alıyor. Sanatla iktidarın kavgasından da Goya’nın resim ve gravürleri doğuyor.. Filmin sadece Goya merkezli olmaması kimi zaman Goya’yı sadece Ines ve kendi dramının bir parçası kılarken, kimi zaman da beslendiği tarihi gerçekçi aktarması noktasında filme bir avantaj sağlıyor.. Filmi etkili kılan en önemli şey ise Goya’nın müthiş bir gözlem gücüne sahip oluşu. Eskizleri ile tanıklık ettiği olaylar, tarihe gömülü iktidar ve çıkar ilişkilerinin, zalimliğin ve adaletsizliğin gerçek yüzünü tarafsız sayılabilecek bir gözle belgeliyor.. Son olarak filmin sonundaki müzikten etkilenip günlerce aramış olmam..
-
Francisco Goya (1746-1828)
Francisco Goya (1746-1828) Saragoza dan Madrid e Goya, on yedi yaşında SanFernando akademisinin vereceği burs yarışması için Madrid'e gider: bursu kazanamaz; üç yıl sonraki denemesi de başarısızlıkla sonuçlanır. Bunun üzerine her ressamın yaptığı gibi Roma yolculuğuna çıkar. 1771 de Saragoza'ya döndüğünde Nuestra Senora del Pilar bazilikasının tavan süslemeleri gibi önemli bir sipariş alır. Ertesi yıl Aula Dei Kilisesi için resimler yapar. Kilisenin duvarlarını yedi geniş kompozisyon kaplar. Aydınlık geniş planlarla hacim kazanan anıtsal figürler, seyircinin üstüne doğru geliyormuş duygusu veren bir mekân içinde dimdik yükselir. Hepsi de Luka İncili'nden alınmış bu sahneler; olgunluk dönemi eserlerini haber veren bir yalınlıkla canlılık kazanmıştır. Goya,1774 te Saragoza'dan ayrılarak, karısı Josefa'nın erkek kardeşi Francisco Bayeu'nün gözde bir ressam olduğu Madrid e gelir. İspanya o günlerde iki estetik anlayışının çatışmasını yaşamaktadır: Bourbon hanedanından III. Carlos'un ardından 1771 de Madrid'e gelen, neoklasisizmin savunucusu Mengs ve krallık sarayının salonlarını süslemek için kral tarafından çağrılan Tiepolo. Gerek Tiepolo'nun ışığın hareketiyle mekânı kırıp ve yeniden yaratmadaki yenilikçi dehası, gerekse Mengs'in nasyonalizmi ve entellektüalizmi Goya'yı etkiler ve aile baskıları koruması altında sanatçının Madrid dönemi başlar. Raphael Mengs ve Francisco Bayeu Santa Barbara'daki krallık halı dokuma atölyesinden onun için siparişler ayarlarlar. böylece Goya sekiz yılda üç seri halinde halı taslakları hazırlar (1774-1780, 1786-1788, 1791-1792). Zamanla işin tekniğinde ustalaşır, arada İtalyan etkilerinden de sıyrılır. Kralın çok beğendiği yağlıboya çalışmaların konusu halk yaşamından sahneler, avcılık ve balıkçılık sahneleridir. Bu işin karşılığı son derece düşük olduğundan, Goya bir yandan da zaman zaman şaşırtıcı bir başarıya ulaşan portreler yapar. Duruşlardaki ve kompozisyondaki zorlama ve gerginliğe karşılık daha o dönemde tedirgin edici psikolojik bir derinliğin izlerini taşıyan ilk seriyi, eşsiz bir canlılık ve yeniliklere açık teknik bir ustalığın ağır bastığı ikinci seri izler. Acımasız bir gerçekçilikle işlenen ıv. Carlos'un ve Kraliçe Maria Luisa'nın portreleri buna bir örnektir. Buna karşılık abartılı süsün getirdiği katılık ve dengesizlik, Osuna Düşesi (1785) ve ressamın kızkardeşi Rita Goya y Lucientes'ın (1789-1792) portresindeki derin ve zarif yumuşaklığa erişemeyen La Solana Markizi (1792) gibi resmî nitelikte kadın portrelerinin pek çoğunda görülür. Goya, La Tirana (1790-1792) veya Martincho (1790-1792) gibi çok güçlü portreler de yapar, ama yenilikçi ve kabına sığmayan dehası portre siparişleri altında boğulmuş gibidir; oysa alaycı yaklaşımını bu portrelerde pek de saklamamış ve parıltılı resimler çoğu zaman birer karikatüre dönüşmüştür. Bütün bunlar onun; kralın şaşırtıcı açık görüşlülüğü ve Bayeu'nün desteği sayesinde 1789'da saray ressamlığına atanmasını engellemez. Bu arada gene kayınbiraderinin sayesinde San Fernando akademisi onursal üyeliğine seçilir. Bu yükseliş hiç de kolay olmamış, düş-kırıklıkları, kıskançlıklar birbirini izlemiştir: kayınbiraderiyle ilk anlaşmazlıklar, 1780 li yıllarda Saragoza'daki Pilar bazilikasının dekoru yüzünden su yüzüne çıkar: «gerçekleştirdiği eserlerin, onurunu çiğnetmeden bir başka sanatçıya kayıtsız şartsız bağlı olmasına izin veremiyeceğini» açıklayan Goya için bu çalışma bağımsızlığını kanıtlamak için bir fırsattır. Acılar ve sürgün Goya'nın yoğun ve düzenli çalışmaları 1792 de geçirdiği ağır ve uzun süren bir hastalıkla kesintiye uğrar. İşitemez hale gelen sanatçı kendini fantezilerini ve düş dünyasını, «kapris ve müdahaleler yüzünden bir yere varılamayan sipariş üzerine çalışmalardan» çok daha fazla okşayan ve atölyesinde gerçekleştirdiği bir dizi «oda tablosu» yapmaya verir. 1795 te resim akademisi başkanlığına atanır. İki yıl sonra işitme engeli yüzünden görevini yerine getiremez hale düşer. Gene de onursal başkan unvanını koruyacaktır. Alba düşesinin ilk portresini de 1795 te yapmıştır. Goya'nın modeline tutulduğu bir gerçek gibi görünse de, romantik öykülerle, bazı çizimlerle ilgili cüretkâr yorumlarla bu ikiliye atfedilen yakın ilişkiyi ne doğrulayan ne de düşesin Çıplak Maya (La maja desnuda) ve Giyinik Maya (La maja vestida) için bizzat poz verdiğini kanıtlayan hiçbir bilgi yoktur. 1796'da sulandırılmış çini mürekkebiyle yaptığı iki «Sanlûcar albümü»yle ilk örneğini verdiği, 80 tabloluk Kaprisler derlemesi 1799 da çıkar. Goya suluçiziye yakın bir etki yakalayabilmek için ofortla aquatinta yı karıştırır. Kaprislerim son bölümünde bu seriyi bir resimli düşünceler derlemesi olarak gören yazarın elyazısıyla yazdığı altyazılar yer alır. Çevresini kuşatan gerçekliğe karşı dikkatli, bilinmeyen evrenlere açık olan sanatçı, bu atasözlerine ve halk deyişlerine evrensel bir boyut kazandırmış ve bunlar aracılığıyla çağındaki kör inançlara ve gereksiz kötülüklere karşı isyanını ifade etmiştir. Daha 1798 de San Antonio de la Florid şapelinin fresklerini saran delilik, bağnazlık ve büyücülük, ofortlarındaki şiddetli reddin konusu olur. Can çekişen bir adama yardımcı olan Aziz Francesco Borgia, köklerini Ortaçağ geleneklerinden alan içsel gerçekliğin verilişindeki bu katıksız özgürlük arayışının bir ürünüdür. Ama Engizisyon uyumamaktadır ve Goya felâketten, satılmayan 267 nüshanın büyük bir bölümünü ve 80 bakır levhayı 18037te krala vermesi sayesinde kurtulur. 1800-1808 arasındaki yıllar, savaş ve Fransız işgaliyle geçer. Dış kaynaklı da olsa politik reformların gelişine olumlu gözle bakan liberal eğilimli Goya, Fransız ordusunun şiddet eylemleri ve giriştiği kıyım karşısında şaşkına döner. Buna rağmen «afrancesados» («Fransız yanlıları») saflarından ayrılmaz ve Napolyon tarafından İspanya tahtına oturtulan I. Joseph in çevresinde, Madrid'te kalır. Portre çalışmalarını sürdürür, 1805-1810 arasında, aralarında tedirgin edici Koyun Kellesi adlı çalışması da bulunan birçok natürmort yapar. Savaşın Felaketleri'nin 82 levhasını da bu dönemde gerçekleştirir. Bu çalışmanın yirmi kadarı 1842 ye doğru satışa çıkarılacak, tamamı ise ancak 1863 te yayımlanacaktır. 1813 teki Valençay anlaşmasıyla savaş sona erer. Goya, ertesi yıl El dos de mayo veya Puerta del Solda Memlûklara karşı taarruz tablosunu ve El très de mayo veya Mondoa'da Kurşuna Dizme adlı eserlerini yapar ve hem Akademideki, hem de kralın yanındaki yerine geri döner. Goya nın bu ikilemi, VII. Fernando yu «kurtarıcı» olarak karşılayan ezilmiş ve bölünmüş İspanya nın durumunu da temsil etmektedir. Fernando nun yeniden açtırdığı Engizisyon mahkemesi, 1820 de kesin olarak yok olana kadar özgürlükçü muhalefete karşı şiddetli bir temizlik harekâtı yürütecektir. Goya, 1819 de Madrid ten pek uzak olmayan bir yerde bir kır evi satın alır; «kara» resimlerini, 1821-1822 arasında tema ve teknik yaratıcılığının özgürce geliştiği bir alan ve sığınak olan bu «Sağırın evinde» gerçekleştirecektir. Ne var ki VII. Fernando nun baskı politikası kardeş kavgasını körükler ve Goya yı sosyal yaşamdan büsbütün uzaklaştırırken, karısı Josefa nın ölümünden sonra miras hükümlerinin yerine getirilmesini isteyen tek oğlu, ressamın yeni satın aldığı ve süslemelerinde kendisinden çok şey verdiği Carabanchel'deki eve sahip çıkar. Goya 1824 te resmen Plombières kaplıcalarına gitme bahanesiyle, sürgündeki arkadaşlarının yanına Fransa ya gider. Kraldan bir izin ve ücretinin devam hakkını koparan Goya, son yıllarını Bordeaux da, yalnızca Madrid e anî bir yolculuk ve Paris te geçen kısa bir dönem sırasında ayrılacağı, karısının bir akrabası olan Leocadia Weiss ın yanında geçirir. «Aün aprendo» («Hala öğreniyorum») altyazısıyla saçı sakalı ağarmış bir ihtiyarı bastonla eğilmiş olarak gösteren kara kalem taslağı, sürgündeki Goya nın simgesidir: yetmiş üç yaşında, çok yeni taşbaskısı tekniğini öğrenmiş, ilk baskısı ancak 1855 te yayınlanacak olan Boğa Güreşi serisine başlamış ve küçük tablolarla fildişi üstüne minyatürlerden oluşan bir seri gerçekleştirmiştir. Seksen bir yaşında yaptığı Bordeaux'lu Sütçü Kız'la, nisan 1828 deki ölümüne kadar peşini bırakmayacak olan bir arayış çabasının örneğini verecektir. Kural tanımayan bir sanat Goya, bir iki atölyedeki çıraklık dönemine karşın, aslında kendi kendini yetiştirmiştir ve geleneksel resim araçları onun ifade etmek istediklerini açığa vurmada yetersiz kalmaktadır. Velasquez, Rembrandt ve doğadan başka usta tanımayan sanatçının gençliği ve Madrid'teki ilk yılları tam anlamıyla bir çıraklık döneminden çok, karşısına çıkan modellerin içinde yarattığı uzun bir olgunlaşma gibidir. San Fernando akademisinin 1792 tarihli bir tutanağı da bu izlenimi güçlendirmektedir: «Bay Goya her türlü baskıya ve okul disiplinine, mekanik yöntemlere karşıdır». Goya nın daha 1771 de Aziz Yusuf un Düşü ve Ziyaret adlı tablolarında kendini kabul ettiren özgünlüğü ve gücü, resim sanatının her alanında kendini gösterir: kişilerin anıtsal varlığının ağır bastığı kompozisyon alanında (Balkondaki Mayalar Manet'nin cüretkârlıklarının bir öncüsüdür); çizginin silindiği, renk ve gölge kütleleriyle canlılık kazanan biçimlerin ön plana çıktığı çizim alanında; öteki dünya ile ilgili sahneler ve resmî portre veya çıplak kadın gibi çok klasik konuların bambaşka görünümler altında sunulmasıyla, tema seçimi alanında. Goya, renk paletini en aza indirgeyerek, yoğun biçimde siyahı kullanarak ve fırça ve spatulayla kamış kalemi birlikte kullanarak benzersiz bir dramatik yoğunluğa ulaşır. Yontup yardığı kamış ancak akışkan hamurlarda kullanılabilmektedir; Fırtına veya Günah Çıkartanlar Alayı'ndaki gibi gelişigüzel ve pürtüklü çizgilerle benzersiz ışık oyunları bu zor teknikle mümkün olmuştur. Goya resim dokusu üzerindeki çalışmalarını 1827 ye kadar sürdürecektir. Işıkla, macun ve boyaların simyasıyla hacim kazanan basit biçimlerle resmin amacı olarak kabul ettiği, insanın derinlerdeki gerçeğine ve doğasına ulaşır. Axis 2000 franciscodegoya felsefe ekibi &&&&&& 2 mayıs 1808'de Madrid halkı Napolyon ordusundaki Memlûklu atlı askerlere saldırır. 3 mayıs gecesi gerçekleşen misilleme müthiştir. Savaşın anlamsız vahşetine tanık olan Goya, «Avrupa tiranına karşı şanlı ayaklanma»yı iki tablo halinde sim-geleştirirken bu acı olaylardan esinlenmiş ve bu resmi siparişe yalın ve zarif olanaklarının bütün gücünü katmıştır. Halk kahramanı, ışık içindeki kurban, karanlığın tam ortasında dimdiktir: kapkara gökyüzünün ve onu ezen kent görüntüsünün karanlığı ve artık sadece bir ölüm makinesine dönüşmüş adamların karanlığı. Prado müzesinde bulunan El tres de mayo (Mayısın Üçü) en iyi sözcüsünü Eugenio d'Ors'ta bulmuştur. Bu sakallı, neredeyse bir zenci, gülünç ve yüce, kılıksız ve melek, isimsiz ve ölümsüz Madridli asi bizim için Dev-rim'i simgeliyor. Hiçbir zaman böylesine özgür bir resim yapılmadı. Gelenekler hiçbir zaman böylesine pervasızca, böylesine şiddetle yıkılmadı. Burada bütün çıplaklığıyla, akla sığmazlığıyla yaşamın nabzı atıyor . felsefe-sanat Ayrıca bakınız : Goya'nın Hayaletleri (2006) Goya's Ghosts http://www.turkish-m...yaletleri-2006/
-
merhaba diyelim
Legendary şurada cevap verdi: SensizQLm4z başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımSize de merhaba... Hoşgeldiniz
-
Jacques Louis David (1748-1825)
yukarıda belirtmeyi unuttuğum bir nokta da ; tablolardaki ayak figürleri beni her zaman hayran bırakıyor.
-
Jacques Louis David (1748-1825)
- Jacques Louis David (1748-1825)
- Jacques Louis David (1748-1825)
Jacques-Louis David (30 Ağustos 1748 - 29 Aralık 1825), Neoklasik tarzı tasarımlarıyla tanınan sanat tarihinin en önemli ressamlarından biriydi. 1780'lerde, tarihsel resimleriyle Rokoko tarzından klasik bir tad ile kullandı. Dokuz yaşındayken babasını bir düelloda kaybeden, iki kere hapse girip kaçarak hayatını kurtaran, Robespierre'in sıkı dostlugundan Napolyon Bonapart hayranlığına terfi ederek Politik görüşünü her zaman sanatına yansıtmış, hayatı boyunca tek bir manzara resmi çizmiş ( o da hapiste - kaldı ki sözkonusu resmin de ona ait olmadığı iddiaları da kuvvetli ) bir ressamla karşı karşıyayız; Jacques Louis Davis, çalkantılı bir dönemden onlarca büyük ressam yetiştirerek ve yeni bir akım yaratarak kurtulmayı başarabilmiş büyük bir sanatçı. 1775'te daha sonraları Degas gibi büyük yeteneklerin de sahip olacağı Prix de Rome ile yeteneğini daha ileriye götürebilme imkanına sahip olan ressam; sözkonusu bursu aşağıdaki resmi ile kazanmış. Fransız ressamlarından Jacques-Louis David Paris'te doğdu ve resim eğitimini Fransız Kraliyet Resim ve Heykel Akademisi'nde tamamladı. David, aşırı duygusal ve süslemeci bir sanat anlayışını yansıtan Rokoko üslubuna tepki olarak, Fransız sanatının klasik anlayışa yöneldiği bir dönemde yaşadı. The Sabine Women Enforcing Peace by Running Between the Combatants deail, Louvre Dönemin öteki sanatçıları gibi doğal ve yalın bir üslubu benimseyen ve biçim güzelliğinin önemini vurgulayan sanatçı resimlerinde Eski Yunan ve Roma sanatına yöneldi. Bugün Paris'teki Güzel Sanatlar Yüksekokulu'nda bulunan Antiokhos ve Stratonike adlı yapıtıyla 1774'te Roma Ödülü'nü kazanarak, İtalya'da dört yıllık bir öğrenim olanağı elde etti. Roma'da kaldığı sırada eskiçağ ve Rönesans döneminin yapıtlarını inceledi. The Death The Metropolitan Museun of Art,New York Klasik üslubu yeğleyen David, Fransa'ya döndükten sonra yaptığı Horatius Kardeşlerin Yemini (Louvre Müzesi, Paris) adlı yapıtıyla resmin Rokoko yapma-cıklığından kurtularak yeniden eski saygınlığını kazanmasını sağladı. Bir eleştirmence "yüzyılın en güzel resmi" olarak nitelenen bu yapıtın önceki resimlere göre daha yalın ve klasik bir üslubu vardır. David, özveri, kahramanlık gibi konulan işlediği bir dizi tabloyla, Fransız halkının gönlüne bir sanat kahramanı olarak yerleşti. Napoleon in His Study (The National Gallery of Art,Washington , D.C 1789 Fransız Devrimi'nin ilk yıllarında Robespierre'in öncülüğündeki Jakobenler'e katıldı. Siyasal görüşlerini yansıtan resimleriyle devrimi destekledi. 1792'de, XVI. Louis'nin idamının onaylanacağı sırada meclise seçildi. Bundan sonra uzunca bir süre Fransa'nın sanat ve kültür yaşamında etkin bir rol oynadı. Marat'nın Ölümü David'in başyapıtlarından biridir (1793; Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi, Brüksel). Marat, Fransız Devrimi sırasında inançlarından dolayı öldürülen bir devrimciydi. Robespierre'in de öldürülmesinden sonra David tutuklandı. Yeniden özgürlüğüne kavuştuktan sonra bir süre kendini öğrenci yetiştirmeye adadı. Daha sonra Sabin Kadınları ile yeniden dikkatleri üzerine çeken David, Avrupa'da ününü pekiştirmek isteyen Napolyon tarafından baş ressamlığa atandı. O dönemde yaptığı resimlerin en ünlüleri Napolyon'un Saint Bernard Dağını Aşması ile Taç Giyme Törenedir. Napolyon'un devrilmesinden sonra da imparatora sadık kalan David, Kral XVIII. Louis'ye bağlılık anlaşmasını imzalamayı reddetti ve Brüksel'e sürülerek yaşamının son yıllarını orada geçirdi. Marat Assassinated (Musees Royaux des Beaux-Arts de Belgique) Sokrates, bildiginiz gibi baldıran zehiri içerek idam edilmişti. Kendisini götürmek için geldiklerinde ağlayan eşine neden ağladığını sormuş; "Seni masum olmana rağmen idam edecekler" cevabını alınca "Suçlu olduğum için idam etseler daha mı iyi hissederdin?" gibi bir karşılık vererek, retorik nedir ne değildir Eflatun dahil herkese göstermiş. Tablo ise gerçekten kusursuza yakın, yoğun Caravaggio etkileri görülmesine rağmen David'in renk kullanımındaki yeteneği burada da kendini belli ediyor. Sokrates, elini fikirlerinin yüzyıllarca yaşayacağını ( hatta erken hristiyan inançta bile belirgin bir yer edineceğini ) öngörürmüş gibi yukarı kaldırmış, öğrencileri bile onun bu pasif tutumu karşısında kendilerini kaybetmişler. Zindanındaki yatağının üzerinde duran harp, Sokrates'in son günlerini yeni bir nota çalışarak geçirdiğini ileri süren Eflatun'un savına atıfta bulunmakta. Bence resmin en güçlü bölümü Sokrates'in ayakucunda oturan kişi; diğerlerinin aksine kendini kontrol eden, hocasının kararına kederli bir saygıyla karşılık veren, beyaz elbiseleri içinde çaresizlikle ellerini birbirine bağlamış olan Eflatun. Temel Britannica Artrenewal vikipedi &&&&&& The Lictors Bring to Brutus the Bodies of his sons Paris 1789,Musee du Louvre- Tengeriin boşig ile röportaj yayında !
===Bıraz ısınma turları yapalım 1. Nickinin anlamı veya hikâyesi nedir? C: Tengeriin Boşig: Yani "Tanrı'nın Takdiri" ben "Tanrı'nın Yazgısı" demeyi tercih ediyorum... Hikayesi kendimle ilgili; Panteist bir dünya görüşüm var ve doğayı Tanrı olarak niteliyorum. Doğa Yasaları da, Onun/Doğanın yazgısı... 2. Kaç yasındasın? C: 26... 3.Esmer mi/Kumral mi/ Sarisin misiniz? C: Kumral... 4.Kilonuz ve boyunuz kac? C: Boy: 171, Kilo: şu sıralar 70den hallice... 5.Burcun nedır? C: Koç... 6.Burcunun en belırgın hangı ozellıgını tasıyorsun? C: Sanırım "Dikbaşlılık" gibi bir özelliği varmış; öyleyimdir... İnanmam gerçi burçlara... 7.Vucudunuzda dovme yada pıercıng var mı? C: Sağ kolumda kendi yaptığım dövmelerim var. Çince üç karakter var; İki karakter yukarında aşağı. Bunlardan alttaki karakterin de sağında bir karakter var: Yukarıdan aşağı okunduğunda "Tien Ming: Gök'ün Yazgısı" gibi bir anlamı var; Konfüçyus'un işlediği bir tanım. "Tengeriin Boşig"in Çince versiyonu. Sağdan sola olan iki karakter de "Ge Ming" olmuş oluyor; "Devrim" demek. Bence ikisi Tanrı'nın/Doğa'nın yargısının "Devrim/Devinim" olduğu anlamı veriyor bana. Altında "E=mc2" formülü vardı birde ama sonradan onun üzerine ejderha çizerek kapattım. 8. Hangi sehirde yasıyorsun? C: İzmir... 9. Meslegin nedir? C: Tarihçiyim; okutman ve araştırmacıyım. 10.Meslegının ıyı ve kotu yonlerı nedır kısaca anlatır mısın? C: Kötü yanları çok az. Öğrencileri sevmek, bu işi kolaylaştıran en önemli şey ve öyle yapıyorum. Araştırma yapmak da yük değil zaten; seviyorum yani her yönü ile... 11. Hobileriniz nelerdir? C: Flüt'üm var, Radya ablam hediye etmişti; onu çalmayı çok seviyorum. Resim çizerim sık sık; güzel şeyleri... Eskiden dondurma çubuklarından maket yapardım; işlerim kolaylayınca ona da döneceğim... 12.Fobileriniz nelerdir? C: Fobim yok. Herşeyi öyle fobi yapacak kadar çok umursayan birisi değilimdir; bakmayın burada çok ciddi durduğuma. 13. Internetle ve teknolojiyle olan alakanı anlatır mısınız? C: Teknoloji ile küçüklüğümden beridir alakadarım. İçini kurcalayıp dökmediğim şey yoktur küçüklüğümden beridir. İnternet ile üniversite yıllarımdan beridir; 9-10 sene olmuştur... 14. Hangı saatler arası internete gırıyorsun? C: Genelde işim bilgisayar başında habire yazmak olduğu için sıklıkla internetteyimdir... Öyle kenarda durur; kafa dağıtmak için buraya gelirim... 15.Sigara yada alkol kullanıyor musun? C: Sigaradan nefret ederim: Alkolü severim... 16.En sevdıgınız mevsım ? Neden? C: Bahar'ı severim. Ne sıcak ne soğuk... 17.Kullandıgın bır muzık aletı var mı? C: Flüt çalıyorum; kendim öğrendim. Eskiden gitarım vardı, kuzenime verdim. Şimdi piyano alcam; rüyamda... 18.En sevdıgınız cızgı karakterı? C: Pembe Panter'i severim; umursamazlığı bana benziyor. Ama asıl karakterim Avanak Avni'dir: dıgıl mıgıl upf! 19.Kuralların ve prensiplerin nelerdir? C: Öyle "kuralım şudur" diye kalıplaştırdığım şeyler yok; ama şunu iyi uygularım diye düşünüyorum: Geçmiş, geçmişte kalır... Prensip koymak, insanın kendisini sınırlandırmasıdır. Bir süre sonra, prensipleriniz sizi yönetir hale geliyor. Özgürlüğünüzü, kendi prensiplerinizin boyunduruğuna bırakıyorsunuz... Prensiplerim yok öyle... 20.Hayattaki önceliklerin nelerdir? C: Yaşamın güzelliğini ve ölümün gerçekliğini kabullenmek: gerçeklerden başka bir şey ile yaşamamak önemlidir. 21. Gelecege yönelik planlarınız nelerdir? C: Gelecekte, ben öldükten sonra bir süre daha anılacağım şeyler bırakmak için çabalıyorum. 22.Hayatında örnek aldıgın kisiler kimlerdir ve neden örnek alıyorsun? C: Klasik bir yanıt olacak ama Mustafa Kemal'i örnek alıyorum biraz. Kendisini eleştiriye açık tutabilecek kadar cesur bir insan olması ve kendisini idealize etmeyip, böylelikle de kalıplaştırmamış olması etkilemiştir beni. Cyrano'nun katıldığım bir sözü vardır: "Kimse kendisini eleştirmez" demiş röportajında... Yine de insanların kendilerini eleştiriye açık bırakabileceklerini sanıyorum... 23. Bize seni anlatan 3 kelimeyi söyler misin?nedenlerıyle bırlıkte. C: Dikbaşlı; öyleyimdir, aksi adam-akıllı kanıtlanamadıkça doğru bildiğimden öteye gitmem... Umarsız; herşeyi kafasına takan birisi değilimdir... Güvenilir; şimdiye kadar kimseyi bu konuda yanıltmadığıma dair büyük bir özgüven var içimde ama bunu dile getirmenin aslında ayıp olduğunun farkındayım. Sordunuz diye söyledim... 24.Giyim tarzın/kullandığın parfüm? C: Siyahtan başka şey giymiyorum. Tek-tip denilebilir ama giysi üzerine çok fazla kafa yormam gerekmiyor ve siyahı seviyorum; fakat öyle gotik-antipatik-karamsar biri değilimdir. Parfüm olarak sevdiğim her kokuyu kullanırım. 25.En beğendiğiniz ve beğenmediğiniz huyunuz? C: Geçmişi, her ne kadar geçmişte bıraksam da, bazen düşünmeden edemem. Bazen bu beni rahatsız ediyor; çünkü düşündüğüm kişilerin o anda beni düşünmediklerini hissediyorum mesela. Ben düşünürken düşünülüyorsam (belki metafizik ve belki bir gerçekliği yok ama) kısa sürede bu bir şekilde gerçekleşiyor... 26.Kolay bağışlar mısın /Kin tutar mısın? C: Eğer kolay bağışlamışsam, hiç umursamamış ve hiç önemsememişimdir. Kin duyduğumda ise bunu genelde hissettirmem. Kötü bir karşılık ile öç de almam kesinlikle. Ama hep içimde bir şey olur. Öyle sürüp gider ama kötülük ile beslemem. 27.Içinde ukte olarak kalan ve keşke dediğin şey / şeyler nelerdir ? C: Keşke güvendiğim birkaç kişiye güvenmeseydim diyorum. Zamanında "keşke olmasaydı" dediğim şeylerin, bir süre sonra "iyi ki olmuş"lara dönüştüğünü anladım; yaşantılarımıza yaşantılar eklemekle ilgili sanırım... 28.Sporla aranız nasıl hangı spor cesıtlerıyle ılgılenıyorsunuz? C: Zamanında, ilkokuldayken 5 sene güreş yaptım. Aldığım yenilgiler, güreşi bırakmamın daha uygun bir karar olduğunu hissettirdi, bıraktım. Ama sağlam künde atarım... 29.En sevdigin filmler-diziler hangileridir ve sende iz bırakanlar oldu mu? C: "V for Vendetta" izlediğim en güzel filmlerden. "Amelié" filmi hafızamın en güzel köşesindedir hep; çok çok kısa sürmesine rağmen güzel bi ilişkimi hatırlatır hep. "Jurassic Park", "Terminator", "Geleceğe Dönüş", "Üç Renk" üçlemeleri favorilerimdir... "Esaretin Bedeli" de sık sık izlediğim en güzel filmlerimden... Var işte böyle... 30.Favori TV programların nelerdir? C: Televizyon izlemiyorum... 31.Favori olan bu Tv programlarının senı ceken özellıklerı nelerdır? C: ı-ıh, yok öyle bişey! 32.Hayvan besliyor musunuz?Ne tur hayvan beslıyorsun? C: İki ev arkadaşım var ; İnsan, düşünen hayvandır nihayetinde. Çok severim onları, hayatımın parçası gibiler... 33.Yediğin halde '' ben bununla doymam'' diyecek kadar karşısında zayıf olduğun yemekler ? C: Pilav + Makarna 34.En sevdigin sarki hangisi? Neden? C: "Eels: I Need Some Sleep"i çok severim... Bence yazılmış en mükemmel ve söylediklerini en iyi hissettiren şarkıdır. Var ama böyle bir kaç tane daha... 35.Hangi takımı tutuyorsun? Tuttugun takım için her seyi göze alır mısın? C: Takım falan tutmam ben. Zamanında Trabzonspor'luydum; taa seneler önceki Lazio yenilgisinden sonra bıraktımdı... 36.Kımın kıtabını'' hayatta okumam'' dersınız? C: Aslında her kitap okunmalıdır ama Ahmet Altan ile Elif Şafak'ı öyle özellikle alıp da okumam; samimi bulmuyorum kendilerini... 37.Hıc bır guc bana.....'nın fılmını ızlettıremez? dersınız. C: Valla bana hiç kimse "Saw" gibi filmleri izlettiremez. Sağolsun Yarasa forumdaşım bir akşam tuttu, Saw 1'i izlettirdi; bir hafta boyunca atağımın bilekten kesilmiş olduğu hissi ile yaşadım... 38.En çok hangi konuda inatçısın? C: Yanlış biliyor olduğum ispatlanamadığı sürece, doğru bildiğim her konuda inatçıyımdır. Bi de birisini "aramam" dediğimde, bitmiştir; aramam... 39.Kıskanc mısın hangı konularda? C: Eğer kıskanmıyorsam, zerre kadar umursamıyorumdur... Sevgilimi kıskanırım ama paranoyaklık derecesinde değil tabi... "Olması gerektiği gibi" biçiminde klasik bir yanıt vardır... 40.Bıldıgın yabancı bır dıl var mı hangısı? C: İngilizce biliyorum ortanın azcık altı seviyede... Bir de sayılırsa; Osmanlıca okuyup yazarım... ===Sımdı de uzuuuuun mevzulara gecıs yapalım smile.gif 41. Nasıl bır ogrencıydınız? C: Berbat diyebilirim. Lise1'de üç tane sıfırım ve iki tane birim vardı. Hocalarım beni neden severdi hiç anlamam... 42.Kendinizi hangi konuda eleştirirsiniz ? C: Pişmanlıklar yaşadığımda eleştiririm ama çok da kafaya takmam... 43.Yaptığın en büyük çılgınlık ? C: Üniversitedeyken kaldığımız yurt dağın tepesindeydi. Yol kardan-buzlanmadan kapanmıştı. Arkadaşlarla birlikte o dağdan yürüyerek inip, biralarımızı alıp, geri çıkmıştık. Yurda giremeyeceğimiz için karşıki tepeciğe çıkıp, karlara uzanarak içmiştik. Yurda nasıl vardım pek bilmiyorum ama kendime geldiğimde, vücudum buz gibiydi. / / / Bir keresinde de Ülkücü reisi olduğunu bilmediğim bir elemana çatmıştım yurtta. Adam ufak tefek bişeydi; gerçi bende kalıplı değilim ama dişime göreydi. Sonra eleman reis olduğunu söyleyince ve merdivenlerden ayak seslerini duyunca artık "ya herru ya merru" deme vakti olduğunu anladım ve diklenmeyi (neyime güvendim bilmiyorum) sürdürdüm. Sonunda eleman, nedense, söylediklerimde haklı olduğumu düşünerek "abilik" yapıp gitti. Onlar giderken, ben, "ee daha dayak yiyeceğdik!" diyordum kendime... 44.Bir şarkının müziği mi sözleri mi sizin için daha etkileyicidir? C: Her ikisi de; dinlediğim çoğu şarkının sözlerini bulurum ve ezberlemeye çalışırım... 45.Hangı tarz muzıklerden hoslanırsın ? C: Rock... Katıksız bir Şebnem Ferah hayranıyım... 46.Benzetildiğin biri varmı? C: Çok kişiye benzetirler ama adlarını pek hatırlamıyorum... 48.Kıtap okuyor musun suan da okudugun kıtap ne? C: İşim kitaplarla benim zaten. Şu an tezim ile ilgili Sosyoloji ve Psikoloji kitaplarına yoğunlaştım... 51.Geceleri ayıcık vb. -seylerle (oyuncakla) uyuyormusun?O oyuncak vb. seyın ısmı var mı nedır? C: Daha neler... Küçükken FB'li bir ayım vardı; bir tarafı söküldüğünde kendim dikerdim. Tamamen parçalandığında üzülmüştüm. 52.Hani derler ya hayatımın dönüm noktası diye senin de öyle bir dönüm noktan- hayatını bir anda değiştiren bir olay oldu mu? C: Oldu... Aslında olaydan daha çok bir süreçti bu. Gelecek ile ilgili bir plan yapmadım hiç ama zamanında hoşlandığım her konuya eğildim. PhotoShop'tan İnDesign'a kadar tasarım ve dizayn programları veya Sosyoloji'den Psikoloji'ye kadar okumaya değer kitaplar, araştırmaya değer konular vesaire... İlgilenmeye çalıştım ama bunların hiç bana olumlu bir dönütü olacağını düşünmemiştim. Şimdi ise hayatımı bunlar üzerine kurdum; bunları bu yönde kullanmama fırsat verecek kişi ile tanışmam da olay olarak nitelenebilir... 53.Gelecek adına en çok istediğin şey nedir? C: Dediğim gibi; öldükten sonra bir süre daha anılacağımı bilerek ölmek... Paganizm'de vardır ya hani: Ölürsen, şan için öl!... 54.Neden Türkiye? Sana olanak sağlanmış olsa hangi ülkede yaşamak isterdin? C: Ben bu toprakları seviyorum. Hele İzmir'i hiçbir yere değişmem... Bu coğrafyayı ve tüm insanlarını da seviyorum... Japonya çok ilgimi çekiyor ama İzmir'de ölmek isterim... 55.Hayat tecrübene bakarak (tecrübe para ile satılmayan nadir olgulardandır) en büyük hatam şu dediğin olay nedir? C: Açıkçası ben geçmişe ya da yaşantılarıma hata olarak bakmam. Bugün "Ben" olmaktan memnun isem ve bu halimi seviyorsam; bu halimi, geçmişte iyi ya da kötü yaşadığım her şeye borçluyum. Hata olarak gördüğüm bir şeyi eğer yaşamamış olsaydım, belki de bugün memnun olduğum bu halime dönüşemeyecektim... Böyle düşünüyorum. Bence, hatalarına odaklanmış olan ve hataları için "keşke yapmamış olsaydım" diyen kişi, aslında o hatasından değil, o hatanın biçimlendirdiği kendisinden nefret ediyordur... Nefret, insanın barındırmaması gereken bir duygu... Hele ki kendisine karşı... 60.Onsuz asla olamayacağım dediğin şey nedir?(canlı cansız) C: Ellerim... "Fobim yoktur" dedim ama ellerimi kaybetmek düşüncesi hep beni korkutmuştur aslında; bak yeni geldi aklıma. Sanırım bu yüzden "Saw" gibi kesmeli-biçmeli filmlere bakamıyorum... Anaaaa, bak iki dakkada psikanaliz yapıverdik, gördün mü? 64.şimdide geçmişe gidelim birazcık'' of be ne güzellerdı'' dediğin bir anın var mı Hic aklından çıkmayan ...? C: Çocukluğum ve Lise hayatım... Bir de üniversite... Ama en çok çocukluğum... Ben çok küçükken çok sevimliydim; yani öyleymişim. Şimdi tipsizim belki ama o zaman bir değer ediyorduk yani... Saçlarım sarılı-kahverengiliydi; karışık renkli işte... Tüyübozuk derlerdi bana... Herkes severdi valla... 66. Küresel ısınma hakkında ne düsünüyorsun? Senin aldıgın önlemler var mı? C: Ben ne önlem alıcam ki; bir tek nefes alıp vermek gibi bir ilişkimiz var ozon tabakası ile ki onunla da delinecek değil heralde... ===Bırazda duygularınızla ılgılı sorular soralım 67.Askı kendine göre tarif edebilir misin? C: Aşk, en güçlü klasik koşullanma tipidir. Hafif saplantılı psikolojik bozukluk olarak da nitelendirilebilir. Yaşanması en güzel hastalıklardan birisi ve yaşamaya değer... 68.Bir bayanda-bayda aradıgın özellikLer neLer? C: Bilmem, öyle saplantılı kriterlerim yok ama aslında güvene çok önem veririm. Yanında kendimi rahat hissetmiyorsam, olmaz... Kendimi sınırsız rahat hissetmeliyim... "aman alınır mı, aman kızar mı, aman gocunur mu?" diye odaklanmayı sevmem. Aslında beni kısıtlayan hiçbir şeye odaklanmayı sevmem; kaldı ki bir şeye odaklanmak da kısıtlanmaktır... Yani ne olursa olsun, her şeye rağmen bir bütün olabileceğin birisi olmalı... Adamakıllı tartıştığında, gidebilecek çok yerin olmasına rağmen, gidecek hiçbir yerin yokmuş gibi sığınabileceğin tek yer olmalı onu yanı... Her şeye rağmen dönebileceğin yer olmalı ve "senin yerin" olmalı orası, sana ait olmalı... Ve onun için de böyle olmalı... 69:Evlıysenız esınızle- nerede tanıstınız? C: Bekarım, şükür... 70.Evli degılsenız nasıl Bir tören İstersin evlenirken? C: Düğün istemem... 71.Peki hayatında ailen mi önde gelir yoksa sevdiğin mi ? C: Yerleri ayrıdır... 72.Cevabın ''her ıkısınde esıt tutarım'' dıyorsan bunu nasıl basarırsın-basarıyorsun? C: İnsan evlendikten sonra eşi ile paylaşması gerekenler ile ailesiyle paylaşması gerekenleri iyi belirlemesi lazım. Bunları netleştirince hiçbir sorun olmaz... 73.Ask hayatında keşke yapmasaydım dedigin sey? C: Dediğim gibi öyle benim yaptığım keşkelerim yok ama sevgilim için "keşke yapmasaydı" dediklerim var... "Keşke yaptıklarını yapmasaydı da, daha onurlu ve şerefli bir insan olarak hatırlasaydım" dediğim var... Haksız da olmadığımdan eminim... 74.Hepimizin bir çocukluk aşkı vardı elbette seninde varmıydı varsa nasıl biriydi kısaca acıklayabilirmisinn ..? C: Olmaz mı... Ortaokuldayken "Ayşe" adlı bir kıza aşık olmuştum. İlk aşkımdı. Küt saçlıydı. Bu yüzden sanırım küt saça karşı hala bir sempatim vardır. "BenDeniz"i de hep ona benzetirdim o zamanlar ve o yüzden çok severdim "BenDeniz"i... Orta okul boyunca sevdim onu. Gittiği yolu falan ezberlemiştim ve sevdiğimi söylemeyi, okulun son gününe saklamıştım. O gün, hergün gittiği yoldan gitmedi; dolayısı ile bekledim de gelmedi... Orada çok üzülmüştüm açıkçası... Aradan yıllar geçti ve hep onun gibi kişiliği güçlü, dikbaşlı, akıllı birisinin eksikliğini hissettim sanırım; ya da herkesi ona benzetmeye çalıştım belki de... Birkaç ay önce, yani onu son görüşümden 12 yıl sonra tesadüfen face'de karşılaştık. Aksi birisiydi küçükken ama artık sadece dikbaşlılığı kalmıştı. Onca sene boyunca içimde ne varsa söylemiştim. Sonra tek birgün buluştuk ve çok güzel bir gün geçirdik, gün boyunca... "Before Sunset" filmindeki gibiydi ama daha uzundu. Akşam ayrıldık, arkasından baktım... Tek bir günde, 12 senenin hesaplaşmasını yaşadım sanırım... O eksikliği sıfırladım. Giderken, bir daha göremeyeceğimi biliyordum ve artık bir daha göremeyeceğim ama sanırım bütünlendim... Bence insanların, ilk aşkları ile tek bir gün boyunca tekrar görüşmeleri, hayatlarının en anlamlı bir kaç anından birisi... 75. Duygularını ifade etmek için hangi yola başvuruyorsun? C: Söylerim ya da yazarım... 76.Flort mu gorucu usulu evlılık mı mantıklı ? Evlı ısenız sız hangı yolla buldunuz esınızı? C: Görücü usulüniü tasvip etmiyorum... ===E artık forum hakkında konusalım bıraz da smile.gif 76.Turkısh-Medıa forum sıtesını nereden duydun veya buldun? C: Tesadüfen buldum... 77.Turkısh-Medıa'nın hayatınızdaki yeri ve önemi nedir? C: Bana gerçekten birşeyler katan çok değerli arkadaşlarım var. Ben, nedense, bildiğim birşeyin aslında yanlış olduğunu gösterebilen insanlara hep saygı duydum ve nedense hep o insanlara samimiyet hissettim. Bu forumda, gerçekten hatalarımı ve eksikliklerimi giderebilen, gösterebilen arkadaşlarım var... 78.Turkısh-Medıa Forumun en begendigin bölümü hangisi ve nedeni nedir? C: Eskiden "Din" bölümünde çok yazardım. Şimdi "Politika"da yazıyorum... Bir ara "Psikoloji"de çok yazmıştım... "Bloglar"da da yazdım sıkça... Ne bileyim, değişiyor işte... 79.Turkısh-Medıa forumu diger forumlardan ayıran 3 özellik nedir? C: Sadece kastettiğim arkadaşlarım... 80.Turkısh-Medıa Forumda en fazla zaman geçirdiginiz bölümler hangisi? C: En beğendiğim bölümler... 81.Turkısh-Medıa forumda tanısmak istedigin üyeler var mı? C: Çok önemsediğim ve tanışma fırsatım olanlarla tanıştım zaten ama ek olarak da var tabii ki... Hepsini sayamam ama mesela Cyrano forumdaşım hep söylediğim gibi olmazsa olmazdır. Bilimselci ve DemirEfe ile de çok isterim. Seth ile ne yazık ki fırsatı kaçırdık ama isterim. Gelincik önemlidir mesela. Var bir kaç kişi daha ama bir de Mavi ile tanışmayı isterim açıkçası; hakkında yanlış bir fikre kapıldığım gibi bir izlenimim var, bilemiyorum... 82.Turkısh-Medıa Forumda olmasını istedigin bir bölüm var mı? C: Yok... 83.Turkısh-Medıa Forumda goruslerınle ortusen kisi var mı? C: Birebir örtüşen yok... Ama benzer olan var... Benzer olanlarla farklı düşündüğüm de oluyor... 84.Forumda degıstırılmesını ıstedıgın bır yer var mı? C: Yok... 86.Son olarak yöneticilerden bir rican var mı? C: Bence bu röportaj işi güzel ama herkese standart prosedür uygulanıyor. Yani şöyle olması daha iyi olabilir: bu halühazırda sorulmuş olan sorulara ek olarak, örneğin bu anketten sorumlu mod, anketi uygulayacağı üyenin yazılarını, üyenin üyelik sürecini, uyarılarını bile dikkate alarak inceleyip, o yönde, ek ve her üyeye özgü-farklı sorular uygulayabilir... Blog'undaki yazılarından tutun, hangi bölüm ile niçin çok ilgilendiği ya da daha farklı bilgileri sorabilir. Bence çok renkli ve özgün bir uygulama olur... Vakit ayırdıgınız için çok tesekkürler... Saygılarımla...- İdeoloji,Sanat ve Gerçeklik
4. ESERİN MORFOLOJİ, İKONOGRAFİ VE İKONOLOJİSİ: 4.1. Eserin Morfolojisi ve İkonografisi: Jacques Louis David, "Horatius Kardeşlerin Yemini" adlı resmini 1784 tarihinde tuval üzerine yağlıboya tekniğinde yapmıştır. Eser, şimd Paris'te Louvre müzesinde bulunmaktadır ve 330 x 423 cm. ebadındadır. Bu tablo, David'e, Corneille'in "Horace" adlı oyununun Paris'teki sahnelenişinden esinlenilerek, kralın isteğiyle Güzel Sanatlar Bakanlığı için sipariş edilmiştir. Yani, hem kraliyetin üst sınıfları hem de hükümet tarafından kabul görmüştür. Böylesine önemli bir sipariş alan David, eşi ve yardımcı ressamlarıyla birlikte Roma'daki atölyesine dönmüştür. Resmi bitirir bitirmez ilk kez, Roma'daki atölyesinde sergileyen David, o sırada henüz 36 yaşında bulunuyordu. Eserini görmeye gelenler arasında: Vien, Johann Heinrich Wilhelm Tischbein, Angelika Kaufmann ve Battoni gibi Roma sanat dünyasında saygı duyulan sanatçılar da mevcuttu. David'in resmi, büyük bir ilgiyle karşılanmış ve övgüye değer bulunmuştu. "Horatius Kardeşlerin Yemini", ikinci kez, Paris'te 1785 yılında sergilenmiştir. Her ne kadar sipariş sahipleri, bu resimle Corneille'in oyunu arasında kurulan bağı tam olarak görememişlerse de, bu durum, yapıtın büyük bir başarı kazanmasını engellememişti. Zaten David'e bu resim için o zamanlar bir servet anlamına gelen bir meblağın (altı bin lira) ödendiğini bilmemiz bunu kanıtlamaktadır. Böylece David, 1784'de Krallık Resim Akademisi'ne üye seçilmesiyle yakaladığı saygınlığı, ertesi yılın resim sergisinde yer alan bu yapıtıyla perçinlemiş oluyordu. David'in bu resminin, onsekizinci yüzyılın en muhteşem eseri olduğu dahi öne sürülmüş ve sanatçı, devrimci nitelikteki bir başkaldırının sanat planındaki temsilcisi olarak kabul görmeye başlamıştır. Yapıt, klâsik idealin dünyadaki en güzel temsilcisi olarak da nitelendirilmiştir. Aslında, zaman zaman, klâsik anlayışın tutuculukla ilişkisinden söz edilirse de bu yapıt: "gerçekleştirilebilen en cesur ve ilerici atılım" olarak değer kazanmıştır. David'in bu eseri, aynı zamanda da büyük bir olay yaratarak, Neo-klâsisizm teriminin henüz kullanılmadığı bir sürecin yeni bir sanatsal canlanışının temsilcisi haline gelmiştir. Dönemin Akademi müdürü Pierre'in pramidal grafik düzenden saptığı için bu eseri: "iyi beğeniye yapılan bir saldırı" olarak nitelendirilişi de David'in tarzının, süreci içindeki, yepyeni ve cesur bir atılım olduğunun kanıtıdır. Kompozisyonda: Alba ile savaşan Roma'nın zaferini sağlayabilmek için canlarını seve seve feda etmeye hazırlanan Horatius Kardeşlerin babalarına yemin ettikleri an görselleştirilmiştir. Baba ile Horatius kardeşler aynı hat üstünde resmedilmişlerdir. Bu cesur kardeşlere, babaları tarafından kılıçları verilerek, tören gerçekleştirilmekte ve sağ arka planda resmedilen anne, çocuklar ve kızkardeşler de ayrı bir grup teşkil etmektedir. Kompozisyonun ilgi odağını: "babanın oğullarına kılıçları verme eylemi" teşkil etmektedir. Yani, bir baba, çocuklarını vatan uğruna şehit olmaya teşvik etmektedir. Sol ön planda yer alan ve âdeta bir tiyatro sahnesinde rol yapıyormuşçasına kompozisyona yerleştiren Horatius Kardeşler, yalın şema içinde hemen dikkati çekerler. Bu üçüz kardeşin vücut hatları, vücut üyelerinin hareketleri, elbise kıvrımları istenilen etkiyi sağlamak amacıyla resmedilmiştir. Aynı şekilde babanın vücudundaki ideal oranlar ve jest, arka plandaki figürlerin resmedilişindeki idealleştirme klâsisizmin temel yaklaşımını ortaya koymaktadır. Kompozisyonun mekân anlayışının yalınlığı, arka plân derinliğindeki sütunlu ve kemerli fon görüntüsü, esere tam bir ciddiyet atmosferi sağlamakta ve izleyiciyi Roma dünyasına bağlamaktadır. Horatius Kardeşler, vakur edalarıyla âdeta, sahnede kendini vatanı uğruna feda etmeye hazırlanan kahraman rolü oynayan oyuncuları hatırlatırlar. Aynı durum, jestleriyle ve ifadesiyle tam bir vatansever olduğunu ve bu uğurda bile bile kendini ve evlâtlarını feda etmekten kaçınmayacağını ve bundan şeref duyacağını vurgulamaya çalışan babada da görülmektedir. Kompozisyona giren her şey ressamın denetimi altındadır. David'in klâsisizmi, çizgisel kompozisyon ve desen anlayışına da etkin bir değer vermekte olup, sağlam ve mükemmel bir estetik yaklaşım tüm detaylara sinmektedir. Aklın denetimindeki açık, yalın ve kesin sonuçlara ulaşan aktarım gücü bu estetiğin temelini teşkil eder. Kompozisyondaki yalınlık, anlatımın daha da yoğunlaşmasına yardımcı olmakta; gereksiz süslemeler, abartılı ifade ve aktarımlar devre dışı bırakıldığından konu tüm ciddiyetiyle vurgulanmaktadır. David'in bu şaheserde sergilediği üslûp özellikleri öylesine bir uyum içindedir ki, sanatsal açıdan her şey âdeta yerli yerini bulmuştur: ağırbaşlılık, yalınlık, simgesellik, didaktik bir ahlâksallık, figürlerin heykelleri andıran anıtsallığına ve ifadeye katkıda bulunan açık-koyu kontrastlar, koyu ve donuk renk armonisi, ışığın denetim altında ve istenilen etkiyi sağlamak amacıyla kullanımı (hem kompozisyon bütünlüğüne hem de ifadeye güçlü katkı yapmak üzere istenilen yerlere düşürülen berrak ışık), çizgilere (konturlara) önem veren kompozisyon ve sağlam desen anlayışı, klâsik anatomiye hâkimiyet ve tüm diğer teknik uygulamalar... Bu başyapıtın doğallıktan uzak olduğu yolunda bazı değerlendirmeler yapılmışsa da, unutulmaması gereken bir şey vardır ki: O da, bu eserde doğallıkla biçimsel disiplinin birbirinden ayrılmaz bir bütünlük oluşturacak şekilde kaynaşmış olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla, tarafsız bir eleştiri ahlâkıyla yaklaşıldığında doğallığın olmadığını söylemek suretiyle yapıtı aşağılamaya kalkışmak bu temel gerçeği göz ardı etmek anlamına gelmektedir. Kompozisyonda ele alınan konu ise: kaynağını Titus Livius (1:23-4)'tan almaktadır. Tarihsel bir olgu olarak da değerlendirildiği anlaşılan bu olayın; gerçekte çok eski bir inisiasyon mitosunun dönüştürümü olduğu daha akla uygun düşmektedir. Konu kısaca şöyledir: Köylülerin bir kavgası Roma ve Alba arasında bir savaşa sebep olmuştur. Bu savaştaki can kaybını önlemek için Alba kralı, her iki ordunun en iyi savaşçılarının çarpışmasını önermiştir. Tesadüf eseri Horatii (Horatius/Horace:Horas) Kardeşler, Roma ordusunun; Curiatii (Curiatius/Curiace: Kuryas) Kardeşler de Alba ordusunun birbirinden ayırt edilemeyecek kadar cesur üçüz savaşçılarıdır. Bu kahraman askerler, dövüşmeye başlarlar ve iki Romalı ölür. Buna karşılık, Alba ordusunun üçüz askerlerinin her biri yaralanır. Yalnız kalan Romalı Horatius, önce kaçar, ancak sonra geri dönerek, bir Albalıyı öldürür. Romalıların coşkulu desteğiyle diğer Albalıyı, üçüncüsü yetişemeden saf dışı eder ve nihayet son Albalıya karşı da üstün gelir. Romalılar zafer kazanan yiğit Horatius'u çılgınca alkışlarlar. Bu esnada kızkardeşi onu karşılamaya gelir ve Horatius'un omzunda Curiatii'lerden olan nişanlısı Curiatius'un pelerinini görünce gerçeği anlar ve yasa boğulur. Tüm Romalılar sevinç gösterileri yaparken; kız kardeşinin ölen Albalı nişanlısına ağlaması, Romalı kahramanı öfkelendirir ve Horatius, kılıcını kız kardeşine saplar ve şöyle der: "Düşmanına ağlayacak her Romalı kız işte böyle ölmeli!" Bu cinayet dolayısıyla Horatius yargılanır. Babası onu, Roma'ya zafer kazandırdığı gerekçesiyle savunur. Romalılar da ona hak verirler. Ancak, babası gene de ona sembolik bir ceza vererek: boyundan alçak bir engelin altından geçmesini ister ve böylece başını eğmeye mecbur bırakır. Bu olayın anlatımında yatan gerçeklerden biri de yüksek bir ideal uğruna işlenen cinayete haklı bir gerekçe bulmak, hatta onu meşrulaştırmak düşüncesidir. Aynı zamanda, kahramanlıkla bağlantılı olan bu tema, 16.-17. yüzyıllarda İtalya'da ve Kuzey Avrupa'da karşımıza çıkar. David'in, onsekizinci yüzyılın Fransası'nın kritik tarihî sürecinde böyle bir temayı görselleştirmesi de son derece anlamlıdır. Üstelik, bu aktarıma en uygun estetik anlayışı kullanmış olması da eserinin haklı bir şöhrete ulaşmasına imkân tanımıştır. Yapıtın, Yeni-klâsisizm'in en üstün örneği olarak gösterilmesinin altında yatan sebeplerden biri de: ihtilâlin ideolojisini, anlam ve gerçeğini en etkili şekilde üslûplaştırmasıdır. Bu eserde, "sanat toplum içindir" düşüncesi de en güçlü temsilcilerinden birini bulmuş olmaktadır. Buradaki biçim anlayışı, anlamı ortaya koyabilmek için tüm gücüyle haykırmakta ve yapıt, keskin ifadesiyle cumhuriyetçi politik değerlerin sanat yoluyla aktarılmasına militan bir ruhla aracılık etmektedir. 4.2. Eserin İkonolojisi: Yapıt, Cumhuriyetçi Roma'ya gönderme yaparak, otoriter ve yurtsever ahlâk değerlerinin yeniden gündeme gelmesine aracılık etmektedir. Aynı zamanda da yozlaşmış aristokrasiye karşıt bir söylem içermektedir. Ancak, ihtilâl sürecinin vatanseverliğini oluşturan inanç ve düşünceleri Roma çağınınkilerle karışmamak gerekir. Çünkü, Fransa'nın mücadelesi ihtilâle karşı silaha başvuran komşu devletlerleydi ve bu durumda Roma dönemiyle ancak dolaylı bir bağ kurmak mümkündür. Zaten, Fransa'da bu süreçte: Roma devrinin giysileri ve Romalıların vatanseverliği moda halini almıştı. Kahramanlık ve şövalyelik ruhu da daima canlı tutulmaktaydı. Bu şaheser, bize ait olduğu tarihî süreçten bir kesit aktararak, Fransız ihtilâlinin ideolojisine anlam ve gerçeğine de ışık tutmaktadır. Mekân anlayışı, konunun anlam ve değerine uygun ağırbaşlı ve ciddî bir atmosferi vurgularken; karanlık ve parlak ışık karşıtlığı da anlamsal dizgeye katılmaktadır. Vücutların anatomik yapısını ve jestleri vurgulayan ışık, kahramanların elbise kıvrımlarında ve silahlarda da parlamaktadır. Işık-gölge kullanımıyla âdeta yüce bir gayeye hizmet eden bir savaşın getireceği aydınlık ima edilmektedir. Baba ve kahraman kardeşler, sağlam bir şekilde yere basmakta ve aynı eksen üzerinde yer almaktadır. Bu kurgu da sağlam bir ideolojinin savunucusu olarak yorumlanan baba ve oğullarının, inanç ve düşünceleri uğruna gerektiğinde birlikte ölmekten kaçınmayacaklarının bir işaretedir. Kadınlar ve çocuklar grubu, sağ arka plâna alınarak, yemin töreni anında görselleştirilen erkeklerden ayırt edilmiştir. Böylece, anlam boyutuyla bağlantılı bir şekilde dramatik aktarımla ilişkilendirilmektedirler: Jest ve ifadeleri de erkeklerinkiyle tam bir zıtlık teşkil etmektedir. Bunlardan, nişanlısının ölümüne üzülecek olan kız kardeş de henüz başına geleceklerden habersiz bir hüzünlü sessizliğe büründürülmüştür. Kompozisyondaki tüm üslûp özellikleri ve teknik başarı yapıtın söylem gücünü kararlı bir şekilde doruğa çıkarmaktadır. Ne var ki, klâsik anlayışa sıcak bakmayan eleştirmenler, kompozisyonda ussal bir tasarımın ağır bastığını ve ifadenin yapay kaldığını ileri sürmüşlerdir. Ancak, yapıtın iletmek istediği mesajı okuduğumuzda neden böyle bir üslûbun tercih edilmiş olduğunu hissetmemek mümkün değildir. Bu noktada, yüce değer ve duyguları etkili şekilde vurgulayan bir aktarım gücünü arzulayan David'in, yalın bir klâsisizmin dışında kalan bir başka üslûbun tartışılmaz idealleri, aklı ve gerçeği aktarmakta yetersiz kalabileceği endişesini yüreğinin ta derininde duyduğunu kabul etmek durumundayız. Zaten, Fransız ihtilâlinin sanat alanındaki temsilcisi durumuna gelen bu şahaser, gücünü: "kahramanlık", "vatanseverlik", "fedakârlık", "metanet", "yas" ve "yüce bir gaye uğruna haklı savaş" kavramlarını, yapıldığı yıllarda moda olan diğer üslûplarla değil; Yeni-klâsikçi ve klâsisizmi ayağa düşmekten kurtaran yeni bir yorumla vurgulanmasından almıştır. "İdeoloji, sanat ve gerçeklik" bu yapıtta iç içe geçmiştir. Bu yapıtla, ihtilâle beş (yıl) kala sıkıntılı bir sürecin siyasî idealleri, toplumla da bütünleştirilerek, anlam ve gerçeğini bulmuştur. Çünkü, tamamen veya daha çok duygularla yönlendirilen mücadeleler içtenlik, sıcaklık, incelik ve zarafet temeline ne kadar çok dayanırsa dayansınlar, zaman zaman insanları ve toplumları aklın ve gerçeğin ötesine itebilirler. Burada önemli olan nokta: aklın yitirilmemesi ve duygusal zayıflıklara insanı hedefinden saptıracak kadar kapılmamaktadır. Böyle bir temel gerçek söz konusu olduğunda da: "kahramanlık, fedâkârlık ve vatanseverlik" temalarının David'in elindeki yorumu karşısında durabilmek mümkün olmaz ve Horatius Kardeşlerin Yemini'nin ulaştığı konum, zaten bu durumun açık kanıtı olmuştur. David'in eserinde bir bakıma: insanların duygularının esiri olabileceği, aklî denetimlerini yitirebileceği ve yüce inanç ve değerleri görmezden gelebileceği gerçeğinin de dolaylı yoldan altı çizilmiş olmaktadır. Yapıta kaynak teşkil eden antik konuda geçen Albalı nişanlısının ölümüne ağlayan kız kardeş, aklın ve gerçeğin uzağına düşmekten kendini kurtaramamış ve onun bu zafiyeti kendi felâketini hazırlamıştır. Yeni bir estetik anlayış değerlendirilirken ve bu anlayışa bağlı bir sanat eseri incelenirken tarafsız bir bakış açısı her şeyin temelini teşkil etmektedir. Her yeni sanatsal eğilimin ve tabiatıyla da David'in Yeni-klâsisizmi'nin ait olduğu sürecin kendi gerçeği içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Tarafsız eleştiri ahlâkıyla yola çıktığımızda sorulması gereken soru şudur: acaba sanatçı, yeteneğini, yaratıcı ve tutarlı bir aktarım gücüyle sergileyebilmiş midir? Böyle bir soruya, David'in burada ele aldığımız başyapıtından yola çıkarak verilecek cevap: sanatçının, tüm sanatsal birikimini, anlayışını başarıyla aktardığı ve vurgulanan temaya en uygun bir estetik yaklaşımın bütünlüğü içinde tüm yeteneğini ortaya koyduğudur. Böylece, David'in bu başyapıtıyla, iletmek istediği mesaja bağlı olarak, kendisine sipariş edilen konunun anlamsal dönüştürümünü ve kurgusunu en uygun bir görsel dile dökerek yaptığını; bunu yapabilmek için tüm aklını, ruhunu ve birikimini bizlere sunduğunu görememek sadece taraflı eleştirmenlere has bir gerçek olarak kalacaktır. Üstelik sanatın klâsik temelleri, hiç bir zaman gözden kaçırılamayacak bir potansiyeli de içinde barındırır. Sanatın klâsik değerlerine saldırmak: bir bakıma kendi eliyle kendi kuyusunu kazmak tehlikesini de beraberinde getirir. Bu tehlikenin boyutları sanat eğitimi ve öğretimi söz konusu olduğunda daha da büyür. İlginç olan bir husus da: yapıtın kralın isteğiyle ve Güzel Sanatlar Bakanlığı için sipariş edilmiş olmasıdır. Yani eser, hem kral, hem kraliyetin üst sınıflarınca, hem de hükümet tarafından kabul görmüştür. Ancak, ihtilâl öncesi sürecin en önemli eseri haline gelen bu başyapıtta saray çevresinin beğenisinden ziyade burjuva kesiminin anlayışı hâkim olup, kraliyete karşı başlatılacak ihtilâl mücadelesinin cesaret, vatanseverlik, fedakârlık ve bile bile ölümü göze alma gibi düşünceleri ifadesini bulmuştur. Fransız vatandaşları da bu resimde ifadesini bulan kavramları: Fransız Cumhuriyetiyle özdeşleştirerek, aristokratlarla ve kralla ilişkili görmemişlerdir. Zaten, David, Horatius Kardeşlerin Yemini'nden dokuz yıl sonra 1793'de yapacağı "Mara'nın Ölümü" adlı yapıtındaki slogancı bir nitelik arz eden siyasî içerikli yorumuyla, sanat alanındaki mücadelesiyle kraliyetin karşı saflarında yer tuttuğunu açıkça gösterecektir. David'in "Horatius Kardeşlerin Yemini" adlı şahaseri, bir başka açıdan da yapıldığı sürecin siyasî ortamındaki kararsızlık ve belirsizliklerin bir sanat eseri yoluyla tescili anlamına gelmektedir. Aynı zamanda da topluma mal olan başarılı bir sanat yapıtının karşısında hiç bir gücün duramayacağı ve sanatın, toplumun önünü açan bir etkiyi nasıl yaptığı gerçeği de açıklığa kavuşmuş olmaktadır. Bundan dolayı da David'in bu başyapıtı, sadece Yeni-klâsisizm'den değil; sanatın ve klâsisizmin öncü, yol gösterici ve ilerici özelliğinden de söz etmek gerektiğinde belki de gösterilebilecek örneklerin en başında sanat tarihindeki yerini alacaktır. BEKSAÇ, Engin : Avrupa Sanatı'na Giriş (Engin Yayıncılık), İstanbul, 1995. BROOKNER, A. : Jacques Louis David: A Personal Interpratation, London, 1974. BROOKNES, A. : Jacques Louis David, London, 1980. BRYSON, N. : Tradition And Desire: From David to Delacroix, Cambirdge, 1984. BULUT, Ümran : Avrupa Resminde Üslûp ve Anlam İlişkisi (Arkeoloji ve Sanat Yayınları), İstanbul, 2003. CONSTANS, Claire : "Yeni Klâsikçilik ve Romantizmin Tohumları", Théma Larousse (Milliyet Yay.), C.5, İstanbul, 1994, s.278-279. DOWD, D.L. : Pageant-Master of the Republic. Jacques Louis David And the French Revolution, Freeport, 1963. DUMEZIL, V.G. : Horace et les Curiaces, Paris, 1942. ESTIN, Collete- LAPORTE, Hélène : Yunan ve Roma Mitolojisi, Fransızcası: Le Livre de la Mythologie Greeque et Romaine (Éditions Gallimoard), Paris, 1987. GRIMAL, Pierre : Mitoloji Sözlüğü. Yunan ve Roma, Çeviren: Sevgi Tamgüç, Redaksiyon: Cenap Karakaya (Sosyal Yayınlar), İstanbul, 1997. HALL, James : Dictionary of Subjects and Symbols in Art, Introduction: Kenneth Clark (John Murray Ltd), Cambridge, 1996. HAUSER, A. : Sanatın Toplumsal Tarihi, Çeviren: Yıldız Gölönü (Remzi Kit. Yay.), İstanbul, 1995. HERBERT, R.L. : David, Voltaire. Brutus And The French Revolution, New York, 1973. HOWARD, S. : A Classical Frieze By Jacques Louis David, Sacramento, 1975. MANTEUIL, L. : Jacques Louis David. New York, 1990. ROBERTS, W. : Jacques Louis David, Chapel Hill, 1989. SCHAPPER, A. : David: Temoin des Sontemps, Fribourg, 1980. SPRIGATH, G. : David, Dresden, 1976. STOLPE, E. : Klassizmus und Krieg, Frankfurt, 1985. TILLY, Charles : Avrupa'da Devrimler 1492-1992, Çeviren: Özden Arıkan (Medya Ofset Yay.), İstanbul, (tarihsiz). VERBRAEKEN, R. : Jacques Louis David, Paris, 1973. WILDENSTEIN, D. : Documents Complementaires Au Cataloue de L'ouvre de Louis David, Paris, 1973.- İdeoloji,Sanat ve Gerçeklik
İDEOLOJİ, SANAT VE GERÇEKLİK: JACQUES LOUIS DAVID VE HORATIUS KARDEŞLERİN YEMİNİ Prof. Dr. Tayfun Akkaya "... Kutsal Vatan aşkı yol gösteriyor, destekliyor öcünü alan kollarımızı" La Marseillaise Jacques Louis David, onsekizinci yüzyıl Fransız resminin ve Batı sanatı tarihinin başta gelen simalarından biri olup; klâsik sanatı içine düştüğü sorunlardan kurtarmış ve Fransız İhtilâli sürecinin sanat ortamında yeni bir estetik anlayışın yolunu açmıştır: Neo-klâsisizm. Sanatçının burada konu edilen "Horatius Kardeşlerin Yemini" adlı baş yapıtında da görüldüğü gibi sanat, süs olmaktan çıkarak, toplumun bir parçası halini almış ve öğretici, düzeltici, itici ve eğitici bir görev üstlenmiştir. Aynı zamanda da sanat eserinin toplumun mutluluğuna katkıda bulunması ve tüm ulusların ortak malı olan bir etkileşim ve iletişim aracı niteliği kazanması da: bu militan bir ruhla ideoloji ve sanatı bütünleştiren ve çağının tüm gerçeğini aktaran yapıtla ifadesini bulmuştur. Fransız İhtilâlinin bir ön habercisi halini alan "Horatius Kardeşlerin Yemini"ni sanat tarihindeki tam yerine oturtabilmek ve morfoloji, ikonografi ve ikonolojisiyle kavrayabilmek için öncelikle yapıtın ait olduğu sürecin tarihî ve sanat ortamını, dönemin kendine özgü şartları içinde David'in mücadelesini ve sanat anlayışını da dikkate almak gerekmektedir. 1. YAPITIN AİT OLDUĞU SÜRECİN TARİHÎ ÇERÇEVESİ VE SANAT ORTAMI 1.1. Yapıtın Ait Olduğu Sürecin Tarihî Çerçevesi: David'in inceleme konumuz olan ünlü başyapıtı, Avrupa ve Fransız tarihinin Onsekizinci yüzyılın son çeyreğindeki sıkıntılı ve karmaşık sürecine aittir. David'in resminin tamamlanmasından beş yıl sonra 1789'da Fransız ihtilâli başlamıştır. Yapıt da bu noktada yaklaşan ihtilâlin göstergelerinden biri halini almaktadır. İhtilâl öncesi tarihî süreci kavrayabilmek için burada kısaca bu yüzyılın bir çerçevesini çizmek uygun olacaktır: 18. yüzyılın Fransa'sının büyük bir nüfusu, güçlü ekonomisi ve başta dokumacılık olmak üzere gelişmiş bir ticareti vardır. Toplumsal refah düzeyi de oldukça yüksektir. Bu durum da: Fransa'da kültür ve sanat konularına yönelik ciddi bir ilgiye olanak tanımaktaydı. J.J. Rousseau (1712-1778), Voltaire (1694-1778) ve Denis Diderot (1713-1784) gibi ilerici düşünürler dikkat çekici bir etki sağlıyorlardı. Felsefe, teknoloji ve bilimin canlandığı da açıkça izleniyordu. Fransa'nın kara ve deniz kuvvetleri Avrupa ve denizaşırı bölgelerde fetihler yapıyordu. İhtilal öncesinde, yüzyılın üçte ikisi İspanya, İngiltere, Felemenk Cumhuriyeti, Portekiz'le yapılan savaşlarla ve genel savaşlarla (İntikal Savaşı, Augsburg Savaşı), geçmiş olup, Fransa, bu savaşlardan ekonomik ve siyasî gücünü arttırarak çıkmıştı. 1756-63 arasında süren Yedi Yıl Savaşlarının ardından 1778-83 arasındaki Amerikan Bağımsızlık Savaşı gelmiştir. Horatius kardeşlerin Yemini adlı resmin yapılış tarihi olan 1784, hemen bu savaşın sonrasına rastlamaktadır. İhtilâli başlatan sıkıntılı yılların başlangıcı aslında 1750'lere kadar uzanmaktadır: Saray, savaş masraflarını yeni bir vergi düzenlemesiyle karşılamaya yönelmişti ve vergi tahsildarları sık sık öfkeli kalabalıklarla karşılaşıyordu. Sarayla Fransa'nın büyük mahkemeleri bir çatışma içine girerler. Bilhassa, Yedi Yıl Savaşları ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı için harcanan paraların karşılanması zorunluluğu bir çatışmaya zemin hazırlamıştır. Yedi Yıl Savaşlarıyla birlikte kararnameleri tescil ve reddetme yetkisi olan Paris Parlament'ı kraliyet vergilerine karşı güçlü bir mücadele başlatır. XV. ve XVI. Louis, Parlement'i askıya alırlar. Bu esnada Fransa ağır koloni kayıplarıyla karşılaşır (Québec, Senegal, St. Vincent, Dominik, Grenada ve Tobago). 1771'de kraliyet, Parlement üyelerini sürgüne gönderir; parayla alınan makamları ve Paris Parlement'ının kaldırılması ve saraya bağlı altı adet yeni yargı mercii kurma kararı alır. Dört yıl bu doğrultudaki çalışmalarla sürer. XV. Louis ölünce, kraliyetin kurduğu yeni Parlement'lara karşı bir darbe düzenlenir. 1776'dan 1789'a kadar kraliyet politikasına karşı geniş bir muhalefet başlatılır. Bu esnada 1780 dolaylarında kraliyet, maliyeyi yeniden düzenleyerek hükümeti ayakta tutmaya çabalar. Ancak, tüm yapılanlar Parlement'ların sıkı denetimi altındadır. Kraliyetin ve hükümetinin bu çabaları sürerken 1783'de biten savaşlardan Fransa zafer kazanarak çıkarsa da, bu savaşların ekonomiye getirdiği ağır yük olumsuz bir tablo yaratır. Burada ele aldığımız David'in başyapıtının Güzel Sanatlar Bakanlığı için kral tarafından sipariş edilmesi de işte tam bu kritik sürece denk gelir. Bundan sonraki yıllarda kraliyet ve hükümeti giderek kan kaybeder ve bu gelişmeler yaklaşan ihtilâlin habercisidir. Bu kargaşa ve karışıklık ortamında ilginç olan bir gerçek: aristokrat imtiyazları ve satın alınabilen kraliyet makamlarıyla tam bir batak durumuna dönüşen Parlement'ların soygunculuk, talan, yozlaşma ve keyfiliğe karşı koymak üzere burjuva ve köylülerle ittifaka girmesi ve bu ittifakın aristokratlardan ve üst düzey ruhban kesimlerden de destek almış olmasıdır. Bu güçlü birlikteliğin sağlanmasında: kraliyetin mali politikasının, aristokratların ve ruhban sınıfının önemli imtiyazlarını tehlikeye atmış olmasının rolü büyüktür. 1787-1789 arasında, devletin vergi koyma yetkisini engellemeyi amaçlayan bu ittifak süreciyle birlikte Fransa, ihtilâle doğru dönüşü olmayan bir yola girmiş ve nihayet, 5 Mayıs 1789'da Etats Géneraux'nun toplanmasıyla ihtilâl süreci sembolik olarak başlamıştır. Fransız ihtilâlinin başlangıcından hemen sonra, içinde David'in de rol oynadığı kültür ve sanat mücadeleleri başlar. David'in öncülüğünde toplanan ilerici sanatçılar tarafından sadece Akademi üyelerine tanınan Salon'da sergi açma imtiyazına karşı bir muhalefet hareketi başlatılır. Bunun sonucunda 1791'de Akademi'nin ayrıcalıkları kaldırılır. Tüm sanatçılara Salon'da sergi açabilme hakkı tanınır. Bu gelişmeler Akademi'nin çökmesiyle sonuçlanır. Ancak, Akademi'nin yerini alması gereken yeni kurumlara da ihtiyaç vardır. 1792'de Konvansiyon, Louvre'da bir müze kurmaya karar verir. Bu süreçte müzelerin kurulması ve genişletilmesi faaliyetleri de sanat eğitiminin demokratlaşmasına önemli katkılar yapar. 1793'de Konvansiyon'a seçilen David, özgürlük ve demokrasi yanlılarından oluşan "Commune des Arts" adlı derneği kurarsa da krallık yandaşları, kraliyet için yıkıcı gördükleri bu derneği bir yıl sonra çökertirler. Bunun üzerine Akademi'den boşalan boşluğu doldurma işini: "Société populaire et republiance des Arts" adlı akademi olmayan ve herkesin üye olabildiği bir kulüp ve Club Révoultionnaire (David'in ve Prudhon, Gérard gibi sanatçıların yönlendirdiği bir kulüp) üstlenir. Nihayet, "Resim ve Heykel Teknik Okulu" Akademi'nin işlevini üstlenir. Görüldüğü gibi ihtilâl, toplumu değiştirmeyi hedeflerken sanat anlayışına yönelik düzenlemeler gayreti içine girmişse de programını başarılı bir şekilde uygulayabilme aşamasına henüz ulaşamamıştır. David'in ekonomik durumu, evliliği dolayısıyla oldukça parlak olduğundan sanat ortamındaki işlerin nasıl yürüdüğü konusu onu pek ilgilendirmiyordu. David, ihtilâle olan bağlılığını daima sürdürmesiyle de dikkate değer bir rol üstlenmiştir. İhtilâl hükümeti başlangıçta kültür ve sanat konularına gereken ilgiyi gösteremediyse de zamanla bir silkinme geçekleşmeye başlar. Belli kişiler sanatla yakından âlâkâdar olurlar ve toplumda da ünlü sanatçılara yönelik duyarlılık başlar. İhtilâl sırasında tablo fiyatlarının artışı bu ilgiyi açıklamakta olup; fiyatlar, İmparatorluk devrinde de artmaya devam eder. Bu gelişmeler, çok sayıda sanatçının yetişmesine imkân tanır. Ancak yine de ihtilâlin sanat planında yeni bir sanat anlayışının yerleştirilmesinde etkisiz kaldığı bir gerçektir. İhtilâlin kendi sürecinin sanat anlayışını belirleyebilmesi için yaklaşık çeyrek asrın geçmesi gerekmiştir. Netice'de karmaşık sanat ortamında David'in elinde doruğuna ulaşan Yeni-klâsisizm üslûbu, bu süreç zarfında yerini Romantizm'e bırakacaktır. Yani, ihtilâlin sanat anlayışı: Neo-klâsisizm'le değil Romantizm'le kendi gerçeğini bulmuştur. İhtilâlin sanat politikasının yerleştirilmesine yönelik bu çeyrek asırlık geçiş sürecinde Yeni-klâsisizm ise: geçmişin yozlaşmış sanatsal eğilimlerini tasfiye ederek, Romantizm'e giden yolu açmasıyla seçkin bir rol üstlenmiştir. 1.2. Yapıtın Ait Olduğu Sürecin Sanat Ortamı: İhtilâl öncesi ve sonrasındaki yeni sanat ortamına geçiş sürecinde David'in ve Neo-klâsisizmin oynadığı rolün kavranması burada ele alınan başyapıtın çözümlenebilmesi için şarttır. Orta Çağ'da uluslararası Gotik sürecin başta gelen temsilcisi olan Giotto di Bondone'de klâsik biçim anlayışı ve doğallık kaynaşmış durumdaydı. Rönesans sürecinin bilhassa yüksek döneminde yine doğalcı bir klâsisizmin varlığı kendini göstermişti. Maniyerizm, klâsisizmin doğalcı görüntüsünü arka plana iten bir ara devirdir. Klâsisizm aslında usculuğun ve doğalcılığın zaferi olarak nitelendirildiğinde, disiplinsizliğin, gelişigüzel fantezilerin, yapmacıklığın ve hafifliğin tam karşısındadır. Barok dönemde, bilhassa N. Poussin ve Louis Le Nain gibi sanatçıların doğalcı klâsisizm anlayışları dikkat çekicidir. Rokoko ise klâsik yalınlıktan bir uzaklaşma havasını taşımış ve bu süreçte bilhassa saray aristokrasi sanatında, doğallığını kaybeden bir biçimsellik hâkim olmuştur. Rokoko resmindeki çelişkili, karmaşık ve yapay yaklaşımlara karşı XVIII. yüzyıl ortalarında toplumun ilericilikten yana olan kesimi, açık ve yalın bir klâsisizme yönelince, Yeni-klâsisizm alanı hâkimiyetini ilân etmiştir. Bu yeni akımın, toplumun hangi kesimine yönelik doğduğunu ortaya koyabilmek pek kolay değildir. Çünkü, Yeni-klâsisizm önce saray çevrelerinde, bilhassa aristokratlarca benimsenmiş, sonra orta sınıfa mal olmuş ve nihayet devrimci burjuvazinin estetiği haline gelmiştir. Bu durum, son derece ilginç bir şekilde bu yeni sürecin çelişkili ve karmaşık yönlerine de ışık tutar. Bu gelişmeye bağlı olarak David'in resimleri de bu kesimlerce yeğlenmiş ve neticede: "İhtilâlin resmî resim sanatı" sıfatına sahip olmuştur. Aristokrasinin dünya görüşünde ise daha çok Barok'un coşkulu duyumculuğunun izlerini buluyoruz. Orta sınıf ise usçuluğa, mütevaziliğe ve disipline önem verdiğinden klâsisizmin doğalcılığını, açık ve yalın tavrını benimsemiştir. Dolayısıyla onsekizinci yüzyıl Avrupa'sının resim sanatı zaman zaman yoğun bir klâsisizme yönelirken bazen de daha gelişigüzel yorumlara açık kalmıştır. Ancak şu bir gerçektir ki: bu devrin usculuğu klâsik sanat anlayışıyla ifadesini bulmuştur. Aslında klâsisizm, doğalcılığın ve usçuluğun zaferidir. Klâsisizm kavramı aynı zamanda da otorite ve sanat, tutuculuk ve sanat kavramlarıyla ilişkiye girerse de bu kavramlar, klâsisizm karşıtı söylemler için kullanılmamalıdır. Çünkü, toplumun ilerici ve uscu kesiminin temel ve yüce değerleri çerçevesi içinde klâsik estetiğin kendi gerçeğini bulduğu gözden kaçırılmamalıdır. Yeni-klâsisizm'le ortaya çıkan eğilim, aslında katı bir tektonik uygulamanın tekrar gündeme gelişidir. Çünkü, Orta Çağ'dan itibaren sanat, klâsisizme bağlı ve karşı görüşler arasında yolunu bulmaya çalışmıştır. Yeni-klâsisizm de bu yolun ihtilâl süreci Fransası'ndaki ilerici eğilimleri destekleyen bir istasyonu olmuştur. İhtilâl dönemi sanatı olan Yeni-klâsisizm, onsekizinci yüzyılın ortasından itibaren adım adım gelişir. 1750-1780 arası bir Rokoko klâsisizminin (Boucher, Fragonard, Greuze) havasındadır. Yüzyılın ortalarından itibaren Rokoko'ya karşı bir protesto söz konusu olmuş ve Yeni-klâsisizm boy atmıştır. Akademi müdürü Antoine Coypel bu yeni eğilimi destekler. Arkeolog ve sanat tarihçisi Kont Caylus da yeni hareketin öncüsü olur. Winckelmann ile arkeoloji bilimi sistemli bir hale gelir. Arkeolojik klâsisizm, 1748'de başlayan Pompei kazılarıyla canlanır. Yüzyılın ortalarından itibaren bilhassa toplumun entelektüel kesiminde yeni bir dünya görüşü ve değerler sistemi boy atar. Uluslararası bilimsel arkeoloji ve sanatta klâsisizm hareketi birlikte gelişirler. Erken Romantizm akımı da arkeolojik ilgiyi sürdürür. Bu çağ, Rousseau ile Winckelmann'ın yetiştikleri bir çağdır. Rousseau, Klâsik İlk Çağ'a; Winckelmann ise Orta Çağ kültürlerine yönelik ilginin yolunu açmıştır. Yeni-klâsisizm ve onu izleyen Erken Romantizm, Rokoko'nun aşırılıklarına karşı bir cephe oluşturmuşlar ve bu iki eğilim de burjuva yaşam kavrayışından kaynak almıştır. Fransız İhtilâli, Rokoko kültürünün yaşam anlayışına ve kraliyetin haksız vergi düzenlemelerine karşı bayrak açmıştır. Bu bayrak, sanat plânında Rokoko'dan Yeni-klâsisizm'e geçilerek taşınmıştır. Rokoko kültürünün destekçisi olan burjuvaların kaygısız ve gerçeklerden kopuk tavırlarına karşı; Neo-klâsik eserler, militan bir sanat karakteriyle ilişkilendirilirler. Bu sürecin sanat ortamında Vien'in klâsisizmi ağırlık kazanmıştır. Ancak, Vien, konu tercihi ve güzellik anlayışıyla Rokoko ile bağlantısını belli bir ölçüde sürdürür. Erotik bir tavır sezilen yapıtlarında ise klâsisizm biraz devre dışına itilir. Bu noktada, Rokoko tavrının estetiği kendini daha fazla hissettirir. Bu durum, David'in sanatında kökten bir değişikliğe uğramıştır denilebilir. David'in, Yeni-klâsisizm'in öncüsü ve en büyük sanatçısı olma şerefini hak etmiş olmasının sebebi, Rokoko estetiğini devre dışı bırakabilmesidir. Ne var ki, David'in Yeni-klâsisizmini toplum hemen benimseyebilmiş değildi. David'in resimlerinin Rokoko'nun yozlaşmasını yıkmak üzere yapıldığı daha sonraları kavranabilmiştir. 1770'lerde Yeni-klâsisizm, eski üslûpla savaşını sürdürürken pek etkili olamamış ve 1780'lere kadar da saray sanatıyla çekişmiştir. Ancak, 1780 sonrasında David'le birlikte başlatılan savaş, Rokoko'nun geçerliliğini silmeye başlamıştır. David'in bu noktada 1784'de resmettiği "Horatius Kardeşler'in Yemini" adlı tablosu, büyük bir ün kazanarak otuz yıllık çekişmeye de son noktayı koymuştur. Böylece 1780-1789 arasında ihtilâle giden yolun hâkim sanat anlayışı Neo-klâsisizm olmuştur. İhtilâl sırasında geçerli olan resim eğilimlerini kısaca hatırlatırsak: Fragonard, duyumsal-renkçi Rokoko'yu; Greuze, duygusallığı; Chardin, burjuva doğalcılığını ve Vien de klâsisizmi temsil etmekteydi. İhtilâl için Greuze ve Chardin'in üslûpları uygun düşerse de, İhtilâl: klasizim'de karar kılmıştır. Bunun sebebi: ihtilâlin, "Yeni-klâsisizm"in, vatanseverlik ve kahramanlık ülkülerini, Romalı vatandaşlara özgü erdemi ve cumhuriyetçi özgürlük düşüncelerini en mükemmel yansıtabilecek estetik anlayış olduğunu benimsemesidir. 18. yüzyıl kıta Avrupası'nda felsefecilerin eleştirel tutumları ve insanî değerlere anlam kazandırmaya çalışmaları sanatçılar tarafından desteklenmiştir. 18. yüzyılın son çeyreği, yeni siyasî yapılanma arzusunun ve aydınlanma felsefesinin katkılarıyla kendi gerçeğine yönelir. Çalkantılar, Fransız ihtilâline adım adım yaklaşıldığının habercisidir. A.G. Baumgarten (1714-1762) yeni bir estetik anlayış yaratarak, duygunun önemini vurgular ve yaratıcı sanata ağırlık verir. Aynı şekilde Alman filozof Kant (1724-1804)'ın felsefesi, döneme damgasını vurur. Akademi yeniden gelişir. Müzecilik çalışmaları önem kazanır. Antik Çağ'a ilgi artar. Sanatsal ifade biçimleri çeşitlenir ve yeni bir yola yönelir. Böylece, süreç, kendi sanatsal üretim gerçeğinin yolunu açarak, yeni bir sanat-üretim ilişkisi oluşturur. Bu dönemde sanat, hoşa gitmekten ziyade, didaktik olmak arzusundadır. Antik Çağ'a ilgi, Antik Çağ'ın yeniden doğuşu anlamında ele alınamaz. Çünkü, Antik Çağ'ın değerleri yeni bir kalıba dökülmektedir. Rönesans'ta da bu olmuştu, şimdi de yeni bir dönemin ihtiyacına yönelik bir sentez oluşmaktadır. Antik Çağ heykellerinden kopyalar yapılırsa da bunlar, yeni bir amaca hizmet eden bir estetiğe katkıda bulunmak üzere değer kazanırlar. Bu dönemde yüce değerler ve düşünceler de ağırlık kazanır. Neo-klâsisizm, Barok ve onu takiben otaya çıkan Rokoko üslûplarına karşı klâsisizmin saf estetiğinden ilham alır. Bu anlayış, ilhamını İlk Çağ geleneklerinden ve bilhassa eski Yunan ve Roma sanatlarından alarak yalın bir klâsik güzellik anlayışına yönelmiştir. Aslında, Fransa'da XVI. yüzyılda Pierre Lescot, Philibert Delorme, Jean Goujon, Germain Pilon ile başlayıp; François Mansart, Jules Hardouin Manscart, Jacques Sarrazin, François Girardon, Nicholas Poussin ve Claude le Lorrain gibi sanatçılarla Barok sürecin içinde de yükselişe geçen klâsisizm, XVIII. yüzyılın ilk yarısında kısa bir süre Rokoko üslûbunun yayılmasıyla gözden düşerse de XVIII. yüzyıl ortalarıyla XIX. yüzyıl başlarında Neo-klâsisizm ön plâna çıkar. Neo-klâsisizm, Barok ve Rokoko'nun sembolik anlatım diline ve özellikle Rokoko'nun aşırıya kaçan süslemeci özentilerine karşı klâsisizmi tekrar yüceltmek amacına yönelmiş ve sürecinin yenilik arayışlarını temsil etmiştir. Dönemin arkeolojik keşifleri ve müzeciliğin gelişmesi de Antik Çağ'ın klâsik devirlerine yönelik ilgi artışına katkıda bulunmuştur. Hemen hemen tüm sanat dallarına damgasını vuran Neo-klâsik estetik anlayışının temeli: sağlam form ve çizgisel desen anlayışına dayanır. Ancak, ışık-gölge ve koyu renk etkileri de devreye girer. Neo-klâsik üslûbun başta gelen temsilcileri: mimar Jacques Ange Gabriel ve Pierre Vignon; XV. Louis'in hizmetinde çalışan başarılı heykeltraş Edmé Bouchardon (1698-1762), Madam de Pompadour'un gözde heykeltraşı Jean Baptiste Pigalle (1714-1785), XVIII. yüzyılda faaliyet gösteren ünlü Fransız heykeltraş Jean Antoine Houdon (1741-1828); Amerikan asıllı olup, İngiltere'de faaliyet gösteren ressam Benjamin West (1738-1820), burada ele alınan ünlü Fransız ressam Jacques Louis David (1748-1825) ve David'in öğrencisi olup, bilhassa portreleriyle ün yapmış Fransız ressam Jean Auguste Dominique Ingres (1780-1867)'dir. 3. JACQUES LOUIS DAVID'İN HAYATININ KÖŞE TAŞLARI VE SANAT ANLAYIŞI 3.1. Jacques Louis David'in Hayatının Köşe Taşları Onsekizinci yüzyıl Fransız resminin ve Neo-klâsisizm'in başta gelen temsilcisi Jacques Louis David, 30 Ağustos 1748'de Paris'te doğmuş ve 29 Aralık 1825'de Brüksel'de ölmüştür. Bir kumaş tüccarı olan babası 1757'de bir düelloda öldürülünce David, iki amcasının elinde şevkatten uzak bir şekilde büyütülmüştür. Klâsik edebiyata yönelik çok sayıda kitap okuyan David, bir çizim kursuna da katılmıştır. Daha sonra, tarihî konulu resimlerin ünlü üstadı Joseph Marié Vien'in atölyesine gönderilmiştir. Hocası Vien, Yunan-Roma klâsisizmine yönelmesine rağmen Rokoko resminin hafif duygusallığından ve erotizminden de tamamen uzaklaşabilmiş değildi. Onsekiz yaşında, Kraliyet Resim ve Heykel Akademisi'ne giren David, sıkıntılarla geçen uğraşılarından sonra nihayet 1774'de "Antiokhos ve Stratonike" adlı yapıtıyla başarı ödülünü kazanmıştır. David, 1775-1780 arasında Roma'ya gitmiş ve İtalya'daki yıllarında koyu tonlarla çalışan Bologna okuluna ve Nicholas Poussin'in ağır-başlı klâsisizmine ilgi duymuştur. Aynı zamanda da Caravaggio'nun ışık-gölge kullanımı ve dramatik gerçekçiliği onu etkilemiştir. Roma'da Alman ressam Anton Raphael Mengs ile Johann Joachim Winckelmann'ın yaydığı Yeni-klâsik öğretiler de David üzerinde derin izler bırakmıştır. Sanatsal incelemelerinde Antik Çağ heykelleri büyük yer tutmuştur. 1780'de Paris'e dönen David, 1780-94 arasında büyük bir ün kazanmış ve Fransa'da devrinin en önde gelen ressamı olarak kabul görmüştür. İhtilâl öncesinde kazandığı ünü ve değeri Napolyon'un hâkimiyeti döneminde de artmaya devam etmiştir. David 1782'de, Louvre'un inşasının gözetimiyle görevli zengin bir müteahhitin kızı olan Marguerite Pécou ile evlenmiş ve bu evlilik sonrasında hızlı bir yükseliş yaşamıştır. 1783'de yaptığı ve şimdi Louvre müzesinde bulunan: "Hektor'a Yas Tutan Andromakhe" adlı yapıtıyla elde ettiği başarı ona 1784'de Krallık Resim Akademisi üyeliğinin kapısını açmıştır. David aynı yıl, "Horatius Kardeşlerin Yemini" adlı yapıtını tamamlamış, önce Roma'daki atölyesinde ve 1785'de Paris'te bu eserini sergilemiştir. Eserde, zarafet dolu bir Yunan klâsisizmi değil, âdeta sert ve kaba bir Romalı havası seziliyordu. 18. yüzyılın sonlarında Rokoko resmine karşı oluşturduğu güçlü tepkiyle Yeni-klâsisizm'in başta gelen temsilcisi halini alan: "Horatius Kardeşlerin Yemini", kahramanlık, vatanseverlik, fedakârlık, metanet ve yas kavramlarını yeni bir yorumla görselleştirirken, aynı zamanda da sürecinin kendine özgü koşullarına bağlanarak, âdeta 1789'dan beş yıl önce gelmekte olan ihtilâlin habercisi olmuştur. "Horatius Kardeşlerin Yemini"nden sonra David, âdeta bir kültür kahramanı olarak görülmüş, hatta bazıları onu bir mesih gibi yüceltmişlerdir. David'in fedakârlık konusunu ele aldığı diğer önemli eseri: "Lictorlar'ın Brutus'a Oğullarının Cesedini Getirmeleri"dir. 1789'da tamamlanan ve şimdi Paris'te Louvre müzesinde bulunan bu yapıt sergilendiğinde Fransız İhtilâli başlamıştır. İhtilâlin ilk yıllarında David, Robespierre'in önderliğini yaptığı Jakobenler'e katılarak kendini siyasî bir davaya ve ideolojiye adamış bir sanatçı kimliğiyle mücadelesini sürdürmüştür. Bu sıralarda David'in etkisi öylesine büyüktür ki, Fransız modası bile onun resimlerinden esinlenmekteydi. Örneğin: evler, Roma eşyalarının taklitleriyle süslenmekte; erkekler Romalılar gibi saçlarını kısa kestirmekte, kadınlar da Brutus'un kızlarının giysilerini ve saç biçimini örnek almaktaydı. Fransız ihtilâli başlayınca sanatın yönlendirilmesiyle görevlendirilen David, Kraliyet Akademisi'nin ve akademik eğitiminin kaldırılmasını sağlayarak yeni düzenlemelere gitmesiyle de kendi sürecinin kültür ve sanat ortamına damgasını vurmuştur. David, sanatçı kimliğinin yanısıra siyasî kimliğiyle de büyük önem kazanmıştır. Resmin Robespierre'i sıfatıyla anılan sanatçı; ihtilâlci ve Bonapartçı olarak da tanınmıştır. 1793'de yaptığı: "Marat'ın Ölümü" adlı ünlü yapıtıyla David, trajik gerçekçi bir üslûba geçiş yapmış ve aynı yıl, Konvansiyon'a seçilmiştir. Fransız ihtilâlinin savunucusu olarak siyasî rolüyle de dikkati üstüne çeken David, XVI. Louis'nin idam edilmesi için kabul oyu kullanmıştır. Meclis başkanlığı ve Genel Güvenlik Komitesi güvenlik sorumluluğu gibi görevlere de gelen David, 1794'te arkadaşı Robespierre'in giyotine gönderilmesine tanık olmuş ve kendisi de Lüksemburg sarayında rahat koşullarda kısa süreli hapse mahkûm olmuştur. Hapisteyken de resme devam eden sanatçı, 1795'de özgürlüğüne kavuşmuştur. 1794-1799 yılları arasında David, zarif Yunan biçimlerine yönelerek yaptığı: "Sabin Kadınları" adlı yapıtıyla Napolyon'u kendisine hayran bırakmış ve bu başarısının karşılığını da almıştır. Bu resimden sonra: "Radikal Cumhuriyetçilerin Rafaellosu" şeklinde yeni bir sıfata layık görülen ve Jakoben solculuğundan Bonapartçı sağcılığa yönelen sanatçıyı, Napolyon siyasî bir görev vermeksizin hükümet ressamlığına atamıştır. David, Konsüllük dönemi ile başlayan bu görevini 1804'ten sonra İmparatorluk devrinde de sürdürmüştür. 1815'de Napolyon iktidardan düşünce Brüksel'e sürgüne gönderilen David'in bundan sonra sanatsal verimi de büyük ölçüde azalmıştır. Herşeye rağmen sanatçı, Baron François Gerard, Antoine Jean Gros ve Jean-Auguste Dominique Ingres'ın da aralarında yer aldığı yüzlerce ressam yetiştirmesiyle de sanat tarihindeki kalıcı yerini sağlamlaştırarak önemli bir misyonun sahibi olmuş ve burada değinemediğimiz çok sayıda başarılı sanat eserine imzasını atmıştır. 3.2. Jacques Louis David'in Sanat Anlayışı David, açık, yalın, ciddî ve yapmacıksız bir Yeni-klâsik ekolün sağlam temellerini kurarak, klâsisizmi, düştüğü sıkıntının ve yozlaşmanın içinden kurtarmasıyla dikkati çeker. Sanatçı, orta sınıf halka yönelik doğalcılığı, ağırbaşlı ve her şeyi denetim altında tutabilen üslûbuyla aktarmıştır. Portrelerinde tüm gücünü ve yeteneğini doğalcılıktan ayrılmaksızın kanıtlayan David, mitolojik, tarihî ve çeşitli konulardaki resimlerin ele alınış tarzına da yepyeni bir karakter kazandırır. David'in başarısının altında yatan bir gerçek de: Antik Çağ heykel sanatı konusundaki etütlerinden ve konturlara önem veren sağlam form anlayışından alabildiğine yararlanmış olmasıdır. Kurduğu "Yeni-klâsikçi okul, saygıdeğer bir önem ve ağırlık kazanmıştır. David'in nesnel anlayışı, kompozisyondaki tüm öğeleri düşünce yoluyla denetlenen ruhsallığa bağlı kılarak, simgesellikle güçlendirilen mesajın açık ve kesin aktarımını amaçlar. Sanatçı, kullandığı renkleri iyice karıştırır ve fırça darbelerini gizler; yalın ve sağlam üslûbunu, mükemmel tekniğiyle bütünleştirir. David'in Fransız ihtilâlinin parlamenter yönetimi sırasında sanatsal amacını: "Antikite'yi etüt ederek; ahlâkı olduğu kadar edebiyatı ve sanatı da yeniden yaratmak" şeklinde ifade etmesi, onun yenilikçi atılımlarının kavranabilmesi için oldukça anlamlıdır. David, devrinin sanat politikasında oynadığı güçlü rolle sanat tarihindeki seçkin yerini almıştır. Sanat işlerinde hükümetin sözcülüğünü de yapan David; yalnızca tüm sanatsal propagandanın, büyük kutlama ve törenlerin, Akademi'nin tüm işlerinin ve sergilerin düzenleyicisi olmakla kalmamış ve âdeta sanatta devrim yaratarak, geniş çevreleri etkileyen bir ekol oluşturmuştur: Neo-klâsisizm. Kurduğu okul, Temmuz İhtilâline kadar, Fransız okulunun tek temsilcisi halini almış olup; üstelik tüm Avrupa klâsisizminin okulu olarak görülmeye başlanmıştır. Bu noktada, Fransız ihtilâlinin sanat plânında iki önemli etkisinden söz etmek mümkündür: Önce, David'in başını çektiği Neo-klâsisizmin sahneye çıkışına elverişli ortam sağlamış ve daha sonra ise Romantik resmin kaynağı olmuştur. David'e resmin Napolyon'u da denilmiştir. Buna sebep: Napolyon'un bir cihan fatihi olarak Kazandığı ün neyse; sanat dünyasında da David'inki odur. David'in ünü ihtilâl öncesinde, bilhassa burada ele alınan: "Horatius Kardeşlerin Yemini" ile üst düzeye tırmanmıştır. Sanatçı, Napolyon tahta çıkmasından önce büyük bir önem kazanmıştı ve etkin konumu Napolyon tahta çıktıktan sonra da değişmemiştir. Napolyon, David'i saray ressamı yaptığında aslında kamuoyu nezdinde kendini buna mecbur hissetmiştir. Napolyon aslında: Gros, Gerárd, Vernet, Prudhon gibi ressamlara büyük bir ilgi duymaktaydı. İmparatorluk devrinde Gros'un adı ön plâna çıkmaya başlamıştır. Gros: Klâsisizm ve Romantizm karması bir üslûpla savaşı, insanî bakış açısıyla birlikte resmeder, yoksulluk, mutsuzluk ve diğer felâketleri de göstermekten kaçınmaz. Bu durum da, İmparatorluk dönemi sanatındaki çelişkiyi ve eklektizmi ortaya koyar. Bu noktada, sanat, toplumun bir gerçeğini bize aktarmaktadır: Napolyon hükümeti, toplumsal açıdan da tam denetimi sağlayamamıştı ve sosyal alandaki eşitsizlikler de sürüp gidiyordu. İhtilâl, inanç özgürlüğü, yurttaşlık özgürlüğü ve kanun karşısındaki eşitlik gibi kavramları yerleştirme mücadelesi içindeydi. Bu sıkıntı ve karışıklıklar da sanat alanına yansımaktaydı. David'in sanat sosyolojisi açısından da dikkate değer bir önemi vardır. Çünkü o; pratik siyasî amaçlarla, gerçek sanatsal niteliğin kaynaştırılmasını sağlamış ve sanatı propaganda amaçlı, militan bir ruhla da kullanmıştır. Ancak bu yaklaşımları sanat eserlerinin değerini azaltmamış; aksine yüceltmiştir. İhtilâl yaklaşırken ve ihtilâl sırasında siyasetin tam içindeyken sanatsal başarıları ve etkinliği de doruk noktaya ulaşmıştır. İmparatorluk döneminde de David'in sanatı yaratıcılığını ve canlılığını sürdürmüştür. Ancak, son döneminde, Brüksel'deki sürgün hayatında siyasî gerçeklikle ilişkisi kopunca, buna paralel olarak sanatsal yaratıcılığında bir durgunluk içine düşmüştür. Bu durum, onun sanat ve ideolojiyi birbirine ne kadar sıkı sıkıya bağladığının açık bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Başka bir deyişle, belli bir ideoloji ve amaç doğrultusunda sanat yapmanın, sanatçıyı sınırlamadığı; aksine itici bir güç odağı kazandırdığı konusunda David iyi bir örnektir ve ideoloji, sanat ve gerçeklik tam anlamıyla onda ifadesini bulmuştur. Delacroix'nın onu: "modern okulun babası" olarak göstermesi de haklı şöhret ve başarılarının ifadesidir.- Klasik-Sanat Tarihi
Klasik terimi sanatta, edebiyattaki kesinliğini taşımaz. Bu terim, genel olarak, barok sanata, barok'çuluk eğilimine bağlı olmayan bütün eserlere uygulanır. Antik yunan-roma medeniyetine ve sanatına taparcasına bağlı bulunan klasik sanatçılar, onu yeniden yaşatmaya gayret ederek başlıca ilham kaynaklarını orada aradılar. Pierre Lescot, Philibert Delorme, Jean Goujon ve Germain Pilon gibi sanatçılarla Fransa'da XVI. yy.da doğan klasisizm François Mansart, Jules Hardouin-Mansart, Jacques Sarrazin, François Girardon, Nicolas Poussin ve Claude le Lorrain ile XVII. y.da en olgun gelişme noktasına erişmiş oldu. «Rocaille» diye adlandırılan bir çeşit dallı budaklı barok üslûbun hüküm sürdüğü XVIII. yy.ın ilk yarısında bir ara durgunluk devresi geçiren klasisizm, antik sanata dönüş ve neo-klasisizm eğilimleri ile yeniden rağbet görmeye başladı. Bu devrenin sanatçıları Jacques Ange Gabriel, Edme Bouchardon, Jean-Baptiste Pigalle, Jean Antoine Houdon, Louis David'dir. David. bir yandan «akademik» denilen öğretim sistemine karşı gelirken, öte yandan XIX. yy.ın yeni doğmakta olan romantik sanatı ile karşılaştı. Bu karşılaşmadan ünlü bir sanat tartışması doğdu: Restorasyon devrinde edebiyat alanını karıştıran tartışmanın her bakımdan benzeri olan, klasik ile romantikler kavgası. David'in klasik sanatı özellikle antik heykelcilikten ilham alıyordu: düzenlemelerinde kullandığı teknik, tablodan çok kabartmaları hatırlatacak nitelikte idi. İngres'den beri klasik denilen tür, daha fazla Rönesans veya sonraki ustaların örneklerine uygun görünür (Raffaello, Poussin v.b.). Heykelcilikte «klasik» terimi, antik çaplar çizgisinin, devamı olan eserleri nitelendirir. Mimarlıkta bu terim, antik sanatın çeşitli nizamları prensibine uyan yapıları gösterir. Antik modellerin soğuk, asıllarına tam uygunlukta körükörüne taklidine de «sözde klasik» denilir. Bir klasik mimari örneği. Val-de-Grâce kilisesi. Val-de-Grâce kilisesi, çevre yapılarıyla birlikte, XVII. yy. mimarisinin en belirgin örneklerinden biridir. François Mansart'ın planlarına göre inşa edilen (1845-1685) kilisenin üzerinde, yerden 46,28 m yükseklikte bir kubbe yer alır; Gabriel Le Duc'ün eseri olan bu kubbe, Roma'daki San-Pietro kilisesinin kubbesinden izler taşır ve bir selenin taşıdığı kubbe kasnağının üzerine oturur. Mimar bu yapıda, İnvalides otelindeki gibi, merkezi planı uygular. Klasik Sanat Tarihi- Louis XIV Döneminde Sanat
LOUİS XIV DÖNEMİNDE SANAT Louis xıv dönemi, her alanda benimsenen klasizm akımının üstünlüğüyle, akademilerin kurulması ve kralın yüceltilmesiyle nitelenir. Sivil mimariye Louis XIV'ün kişiliği egemen oldu; herşeyden önce görkemlilik, ağırbaşlılık anlayışı içinde büyük krallık konutları yapıldı. Louvre'daki çalışmalar birbirini izledi; Versailles'in çeşitli bölümlerinin yapımı gerçekleştirildi. Şehirciliğe özgü süslemeler değiştirildi, bu arada pek çok kapı (zafer takları) yapıldı. Louvre'un sıra sütunları 1667'den başlayarak Claude Perrault (1613–1688), Charles Le Brun ve François D'Orbay (1634-97) tarafından gerçekleştirildi. Saint-Denis kapısını François Blondel (1618–1686) yaptı. Jules Hardouin-Mansart (1646–1708) bütün dehasını, Louis XIV'ün hükümdarlığının ikinci döneminde gösterdi: Versailles Şatosu'unda Aynalar Galerisi (1678-1684); büyük Trianon (1687); Marly (1679-1686); Robert de Cotte (1656-1735) tarafından tamamlanan Versailles Şapeli (1699-1710); Saint-Louis des İnvalides Kilisesi (1679-1735). Heykelciliğin eskiçağ gelenekleri ve akademi dogmalarıyla temellendiği görülür; Bu alanda barok anlayışta çalışan Pierre Puget (1620–94); büstler, özellikle de mezar heykelciliği alanında ün yapan Antonie Coysevox (1640–1710); Versailles parkındaki heykel gruplarını gerçekleştiren ve atlı kral heykelleri yapımını başlatan (Louis XIV’ ün at üstünde heykeli) François Girardon (1628–1715) ve daha çok kralın heykellerini yapmaya yönelen (Louis XIV’ ün heykeli) Martin Desjardins (1640–1694) gibi sanatçılar yetişti. Klasik ideal en görkemli anlatım biçimine Louis XIV döneminde ulaştı ve Boileau tarafından kurallaştırıldı: Buna göre, Eskiçağ yapıtlarını örnek almak, evrenselliğe, akla dayanarak ulaşmak, tutkulara, kendini denetim altına alarak egemen olmak söz konusudur. Sanat-Sanat Tarihi- François Girardon (1628-1715)
François Girardon (1628-1715) XVII. yy. da başlıbaşına bir sanat merkezi olan Versailles ın heykeftraşlarından François Girardon (1628-1715) Versailles üsIübunun tipik bir sanatı Zamanının en klasik heykeltraşı olan Girardon Troyes de doğmuştur. Le Brun ile yakın işbirliği yapmış, XIV. Louis nin bütün saraylarının inşaat ve dekorasyonlarında, bilhassa Versailles cla onunla beraber çalışmıştır. 1645- 1650 yıllarında bir ara Roma ya kısa bir ziyaret için gönderildi, dönüşünde Paris Akademisi ne alındı ve 1657 de Akademi üyesi oldu. 1666 da Versailİes ın bahçesiı yapma mağaraya yerleş tirilmek üzere önemli bir sipariş aldı : Apollo ve Ona Hizmet Eden Deniz Tanrıçası Tethys in Nymphaİarı (1666-75). Güneş Kral ünvanı verilmiş olan Fransa Kralı XIV. Louis yi simgeliyen ışık, güneş tanrısı Apollo, ona hizmet eden Nymphalarla çevrilidir. Apol lo yeryüzündeki işlerini bitirdikten sonra, gece dinlenmek üzere Tethys Nymphaları ile birlikte sulara dalar. Burada da, güneş kral işlerini bitirdikten sonra dinlenmek üzere Versailles a çekilir. burada hoşca vakit geçirir. Mitolojik bir konu ile devrin kralı arasın da kurulan bu bağ ve benzerliği Girardon saf bir klasik anlatım ile tasvir etmiştir. Bu gruptaki Apollo figürünün başı için Belvedere ApoI!osu nun başını model olarak almıştır. Maalesef figürlerin gruplaştırılması XVIII. yy. da değiştirilmiştir. Nurhan Atasoy Felsefe ekibi ...- Özdemir Asaf (1923-1981)
OLMAK İSTERDİM Şu anda İstanbulda olmak isterdim. Mihrabat Korusunun dar yollarında seninle Yan yana,yana yana yürümek... Birde martıların kanatlarından seyretmek İstanbulu. Birde sen olacaktın yanımda adamım. Bakarken Çamlıca'dan mehtaba, Dinleyecektik en güzel aşk şarkılarını. Ve ben senin gözlerinde kaybolurken, Seni Seviyorum diye haykıracaktım Marmara'ya Şimdi yanımdasın belki ama, Ne Mihrabat Korusunun dar yollarında, Seninle yan yana,yana yana Yürüyebildik... Ne de bakabildik Çamlıcadan mehtaba Ne de Dinleyebildik en güzel aşk şarkılarını Sadece kaybolabildim gözlerinde ama Seni seviyorum diye haykıramadım Marmaraya... ÖZDEMİR ASAF- Özdemir Asaf (1923-1981)
ÖZDÜŞÜM Ah ben hep duyguyla akıl Kapılarını bunca yıl Zorladım.Bir düş gerçeği Topladım gerçek düşümde. Savaştı bu huyla akıl, Hep kafamda ve gönlümde. Baktım, bölüşmüş gerçeği, Aklım bir düş-dönüşü'mde. Duyguyla anlaşmış akıl.. Aşk motoru olmuş düş'ün, Ve düş de aklın eşeği. Vardığım her öpüşüm'de Aklım ısırdı her şeyi. Motor çıkmaza dayandı, Eşek renklere boyandı. Baktım, o uslanmaz aklım, Elinde duyu çiçeği, Bir yorgun renkli eşeği Koklayarak okşayandı. ÖZDEMİR ASAF- Giorgione (yak. 1477/8 – 1510)
Giorgione (yak. 1477/8 – 1510), gerçek adı Giorgio Barbarelli da Castelfranco olan, Yüksek Rönesans akımına yön veren İtalyan ressam. Bugün kesin olarak ona mal edilen sadece altı tablo bulunmasına rağmen Giorgione, erişilmez şiirsellikteki eserleriyle bilinir. Kimliği ve eserleri hakkındaki bilinmezlik onu Avrupa resim tarihinin en gizemli ressamlarından biri yapmıştır. Hayatı Giorgione'nin hayatına dair kısıtlı bilgilerin tamamı, Giorgio Vasari'nin Vite adlı eserinden elde edilmiştir. Ressam, Venedik'in dışındaki Castelfranco Veneto isimli ufak bir kasabada doğdu. Zaman zaman Zorzo olarak da geçen Giorgione ismi, "Büyük George" anlamındaydı. Kaç yaşında Venedik'e gittiği bilinmemektedir, ancak gerek Carlo Ridolfi'nin yazdıklarından, gerekse eserlerindeki üsluptan bilindiği üzere ressam Venedik'te Giovanni Bellini'nin çırağı oldu, oraya yerleşti ve orada ün kazandı. Dönemin belgelerine göre Giorgione'nin yeteneği erken keşfedildi. Vasari'nin ressamın öldüğünü söylediği yaş doğru ise, 1500'de henüz 23 yaşındayken, Doge Agostino Barberigo ve komutan Consalvo Ferrante gibi önemli kişilerin portrelerini çizmek için seçildi. 1504'te, doğduğu kentteki bir katedralde, başka bir komutan olan Matteo Costanzo anısına yaptırılacak olan altar resmi Giorgione'ye sipariş edildi. 1507'de Venedik'teki Düka Sarayı'nın salonlarından biri için resimler çizdi. 1507-1508 yılları arasında, diğer ressamlarla birlikte, yeni yapılan Fondaco dei Tedeschi'nin dış cephe fresklerinin hazırlanmasında çalıştı. Ressam daha önce de Casa Soranzo ve Casa Grimani alli Servi gibi bazı Venedik saraylarının dış cephesine freskler çizmişti. Vasari'ye göre Giorgione'nin eserleri üzerinde etki bırakan önemli olaylardan biri, Leonardo da Vinci'yle 1500 yılında Venedik'i ziyareti sırasında görüşmesiydi. Tüm tanıklılara göre Giorgione romantik etkiler altında olan, sanatın duygusal ve hayalgücüne dolu zarafetini bilen, şiirsel melankoliye yatkın biriydi. Dahası ressam, da Vinci'nin yirmi sene önce Toskana'da yaptığı gibi, Venedik resmini de tüm antik katı kurallardan kurtarmış, özgürlük ve ustalığı resmin temeline yerleştirmişti. Ressam, Titian ile yakın bir ilişki içindeydi. Vasari'ye göre Titian, Giorgione'nin öğrencisiydi. Ridolfi'ye göre ise her ikisi de Bellini'nin çırağıydı ve onun evinde yaşıyorlardı. Fondaco dei Tedeschi fresklerinde beraber çalıştılar ve Titian Giorgione'nin ölümünden sonra yarım kalmış bazı eserlerini tamamladı. Giorgione resme bazı yenilikler getirdi. Altar panoları ve portreler dışında, konusunu incilden ya da klasik dönemden almayan, belirli bir öyküyü betimlemeyen resimler de çizdi. Konulu resimlerinde ise harekete yer vermedi, daha çok lirik ya da romantik duyguların uyandırdığı ruh hâlini yansıttı. Bu yenilikçi tarzı ve yeteneği ile, dönemdaşı olan ve hemen ardından gelen Titian, Sebastiano del Piombo, Palma il Vecchio, il Cariani ve Giulio Campagnola gibi Venedik ekolü ressamlarını, hatta ustası Giovanni Bellini'yi etkiledi. Giorgionismo adı verilen üslubu, Venedik bölgesinde Morto da Feltre, Domenico Capriolo ve Domenico Mancini üzerinde etkili oldu. Giorgione Ekim 1510 civarında, o dönemde yayılmakta olan veba sebebiyle öldü. Isabella d'Este, Giorgione'nin bir tablosunu satın almasını önermek için bir arkadaşına Ekim 1510'da yazdığı mektupta ressamın öldüğünü biliyordu. Ressamın ismi ve eserleri, ölümünden sonra bir süre daha göndemde kalmaya devam etti. Etkisiyle birçok benzer üslupta eser üretilmiş olduğu için, Giorgione'ye ait resimlerin hangileri olduğu kesin olarak belirlenememiştir. 1800'lerde, Giorgione'nin zamanında çizilen ve onun tarzını gösteren tüm resimler ona atfediliyordu. Alayla karışık olarak "Pan Giorgionismus" olarak anılan bu uygulamadan artık vazgeçilmiştir. Artık kesin olarak ressama aftedilen altı resim bulunmaktadır. Eserleri Giorgione, memleketi olan Castelfranco'daki bir kilise için Castelfranco Madonnası olarak adlandırılan altar panosunu çizdi. "Kutsal konuşma" tarzındaki, yani Meryem'i kucağında bebek İsa ve etraflarında birkaç aziz ile birlikte betimleyen bu tabloda iki yandaki azizler eşkenar bir üçgen oluşturuyordu. Bu sayede arka plan olarak kullanılan manzara vurgulanmaktaydı. Venedik sanatında bir yenilik olan bu teknik, ressamın ustası Giovanni Bellini ve diğer bazı ressamlar tarafından da hemen uygulanmaya başladı.[2] Giorgione, ışık gölgenin daha gelişmiş bir türü olan sfumato tekniğini kullanarak, resimde ışığı ve perspektifi renklerin tonları ile betimlemeye yaklaşık olarak Leonardo ile aynı dönemde başladı. Vasari'ye göre bu tekniği Leonardo'dan öğrenmişti. Ressamın eserleri arasında en tipik olanı şu anda Dresden'de bulunan Uyuyan Venüs'tür. Resmin, Marcantonio Michiel ve daha sonra 17. yüzyılda Ridolfi tarafından Venedik'teki Casa Marcello'da görülen Giorgione resmi olduğu ilk defa Giovanni Morelli tarafından öne sürülmüş olup, bu sav şu anda genel kabul görmüştür. Resimde bir çıplağı çerçeveleyen dış mekan manzarası yenilikçi bir unsurdu. Michiel'e göre Giorgione resmi yarım bırakmıştı. Arka plandaki manzara ve daha sonraki bir restorasyon sırasında üzeri boyanmış olan Cupid figürü, Titian tarafından tamamlanmıştı. Resim, Titian'ın Urbino Venüsü tablosu ve aynı ekolden birçok ressamın benzer resimleri için örnek oluşturmuştu. Güzelliğin aynı biçimde idealize edildiği başka bir Giorgione tablosu da, şu anda Hermitage Müzesi'nde bulunan Judith'ti. Giorgione'nin zengin renk kullanımını ve romantik manzaralarından bir örneği içeren bu büyük tabloda, ölüm ile dirimin birbirinin zıttı değil tamamlayıcısı olduğu vurgulanıyordu. Altar panoları ve freskler dışında ressamın hâlen var olan tüm tabloları, zengin Venedikli koleksiyoncusunun evinde sergilemesi için çizilmiş yaklaşık altmış santimetre ebadında ufak boyutlu tablolardır. Bu tür resimlerin pazarı 15. yüzyılın ikinci yarısında oldukça hareketliydi ve genelde Hollanda'da yer alıyordu. Giorgione bu türden eserler veren ilk önemli İtalyan ressamdı. Bu tablolardan biri olan Fırtına, önceleri bir mazara resmi olarak sınıflandırıldı. Ancak tablonun gerçek konusu belirsizdir. Tabloda bir pınarın iki yanında, şehrin karmaşasından ve yaklaşan fırtınadan uzakta bir asker ve bebeğini emziren bir kadın bulunur. Tablodaki sembollerin çokluğu birçok farklı yoruma sebep olmuştur. Üç Filozof isimli tablonun ise Giorgione'ye atfedilmesi hâlâ tartışmalı bir konudur. Resimde üç adam, karanlık bir mağaranın yakınında dikilmektedir. Kimi yorumlara göre resim Platon'un mağara benzetmesini ya da İncil'deki Müneccim Krallar'ı betimler. Figürler, Giorgione'ye özgü rüya benzeri bir durumda, diğer resimlerde de görülen belirsiz bir manzara içinde kaybolmuş gibidir. vikipedi - Jacques Louis David (1748-1825)
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.