Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

Ana ekranınızda anlık bildirimler, rozetler ve daha fazlasıyla tam ekran uygulama.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Liderler

  1. Radya

    Φ Süper Üye
    1.911
    Puanlar
    12.979
    İçerik Sayısı
  2. gloria

    Φ Süper Üye
    970
    Puanlar
    10.937
    İçerik Sayısı
  3. İNTERLOCK

    Φ Üyeler
    950
    Puanlar
    4.175
    İçerik Sayısı
  4. ''biji tirkiye''

    Φ Üyeler
    686
    Puanlar
    1.105
    İçerik Sayısı

Popüler İçerikler

29-07-2009 bütün bölümler gününden beri en yüksek saygınlığı olan içerik gösteriliyor

  1. merhabalar.. merhabalar efenim... şu sıralar içime "hamide" kaçtı böylee yat gelip yanlarım uyuşana kadar yatasım var... bu hamide bizim gelin olur kendisi. aynı zamandada annemin köylüsü ama annemler muhacir mahallesi diye ayrı bir mevkiye konuşlanmışlar 1956 yılında göçmen olarak geldiklerinde türkiyeye.... bu köyün genetik özelliği hepsi pasaklıdır kadınları ellrinden hiç bir iş gelmez... yata yata çürümüş haldedir içleri... bizim muhacir mahalle harici köy almış başını yürümüştür çünkü kimse kimseden farklı değildir örnek alıp temizlik yapma gereği duymazlar. yıllardır bu gelinlede bizim başımız dertte.. ben evine girmek zorunda kaldığımda asla hiç birşey yeyip içmem hep tokumdur.. suyum çantamdadır ve hiç tuvaletim gelmez. asla yatıya kalıcak vaktimde olmaz.. ve çok çok kızarlar hiiç bişi yemiyorsun diyee ama yiyememmmm yiyememm işteee... sigara içer bu hatun yan gelip yatarken kirden yosunlaşmış henüz yeni alınan koltuk örtüleri kirlenmesi 2-3 haftadır ve yıkanmaz kirlenirse atılır çöpee o yosunlaşmış koltuklarda yan gelip sigara içerken sigarası bitince avucuna tükürür bu hamide sigarayı onda söndürür kalkar balkondan atar elini eteğine siler sıvazlar gider bir neskafe yapayım der meselaa misafireeee... ben nasılllllll yer içerim ayyyyy öyyyyyyyyyyy böööğğğğğ 28 yıllık ailemizde gelin olmuş birkere dayım güzelliğine vurulup kaçırmıştır bu hamideyi.. ama 28 yıldır her hafta dayım kırar döker ortalığı kavga eder evi temizlesin yada eve getirilen sebzeden bir yemek yapsın diye ama yok yani içine kaçan o şey neyse bir türlü çıkmaz hamideden kaldırıp kendini hiçbir iş yapmaz. hiç çıkmadığı bir " verin yeeealim, örtün uyuluuum" modunda.. yöresel şiveyi açıklarsak "verin yiyelim, örtün uyuyalım " okadar hazırcı bir karekterdir kendisi. yan gelip yatmaktan bel fıtığı, obezite v.s gibi rahatsızlıklarıda vardır hergün dizleri ağrır hep hastadır ama bir insan nasıl yerinden kalkmadan tüm gün yatar televizyon karşısında ben anlamadım arkadaş. işte bende şu son zamanlarda işe gitmiyeyim, tüm gün yatağımdan çıkmayayım, arayayım yemek dışardan gelsin, çamaşırlar yıkanmadan kirlenince çöpe atılsın yenisi alınsın... çamaşır suyuda neymiş diyebilsem keşke... sürekli ellerimi yıkama krizlerim olmasa. kaşınmasam bir gece duş almadan yatsam... bütün bunları obsesif kompülsif biri olarak yapabilmeyi, içime hamide kaçmasını çoook istiyorumm en azından 2 günlüğüne.. tanrı bir güzellik yaparmıki bana... umutsuzum....
  2. Şimdi artık neden o telefonlarıma cevap vermediğini biliyorum, meğer sen yokmuşsun, gitmişsin, bir elveda bile demeden gidivermişsin, kıymışsın o güzel cana… Oysa o can benim huzur arayışımdı, benim huzur kelimesiyle tanımladığım, benim yanında huzuru bulduğum bir insan kendi içinde nasıl bu kadar huzursuz olabilirdi ki… Biz seninle her şeyi konuşuyorduk, gurur yapıp kendi kendimize itiraf edemediğimiz şeyleri bile birbirimize itiraf ediyorduk. Biz birbirimizin farkındaydık, biz birbirimizi gölgelerimizle sevmiştik, sen benim gölgelerimi gören tek kişiydin ve ben de senin bütün gölgelerinden haberdardım. Ne çok şey var seninle ilgili hayatımın içinde… Saatlerdir o şeyler beynimde birbirini kovalayıp duruyor, bir arkadaşım mektup yaz dedi, veda et dedi, veda etmeye çalışıyorum şu anda sana… Hem yazıyorum hem konuşuyorum, konuştuğum her şeyi yazmaya çalışıyorum, yetiştiremiyorum… Anılar… Offf çok fazla… Çok canımı acıtıyor şu anda… Hani bir şişe tekila alırdık, kusana kadar içerdik, en çok da ben kusardım ve sen her defasında temizleyen olurdun, benden miden bile bulanmazdı. Yemekler yapardın bana, benden bir saat önce kalkar kahvaltı hazırlardın. Ara sıra küserdin bana, aramazdın, açmazdın telefonlarımı… Ama ama ben yine öyle sandım, küstün sandım bana, açmadın telefonlarımı, açılmadı o telefon bir daha da… Sabırla bekledim, nasılsa arayacak dedim, aramadın. Aramayacakmışsın bir daha da… Ben şimdi nerede bulacağım o huzuru? Film izlerdik sabahlara kadar, filmler bitene kadar, sonra biterdi, sen Beşiktaş’a giderdin, beni arardın, almak istediğin filmleri sayardın, seç bir tanesini derdin, seçerdim, alırdın, sonra onları izlerdik. Sonra yine küserdin bana, ben hiç küsmedim ama sana… Küstüğünü bilirdim sana gelirdim, hemen barışırdın, görünce barışırdın. Bu sefer gelmedim, bu sefer de ben gelmeni bekledim. Ama gelmeyecekmişsin, bekledin mi yoksa? Biz seninle hiç gülmedik, hiç komik şeyler yaşamadık, biz hep hüzündük seninle birlikteyken, yazardık, okurduk, ağlardık ama hiç gülmezdik, hiç öyle kahkahalarla güldüğümüzü hatırlayamıyorum. Biz çünkü herkesten gizlediğimiz hüznümüzü apaçık gösterirdik birbirimize… Hiç öyle maskelerimizle dolaşmadık birlikteyken, biz çırılçıplaktık birbirimize karşı. Korunmasız, savunmasızdık. Zaten neden koruyup, neden savunacaktık ki kendimizi birbirimizden.. Sabrettim, sabrediyordum, sabredeceğim de artık… İçimde şimdi senin açtığın bir yara var, orada öyle duracak, kimi zaman seni hatırlatacak, kimi zaman susacak… Nasıl yaptın kendine bunu, ne oldu ha ne oldu da yaptın? Soru yok, huzur istedin belki de, biz veremedik o huzuru sana belli ki, yükün ağırdı, taşıyamadın belki, yardım edemedik taşımana, sen de bıraktın öyle bir kenara onları ve gittin ha? Benden hayatımdan, hayatından, hayatlarımızdan öylece çekip gittin? Bitiyor cümlelerim, seni affetmek isterim, seni affediyorum. Yazıyorum çünkü okursun, yazdığım her şeyi okuyordun, hatta onları bir kenarda saklıyordun, bunu da okursun… Oku ve affettiğimi bil, çekip gitmeni affediyorum. Huzur bul artık… Huzur içinde uyu… Ve hep bana dediğin gibi, bir çiçek ol… Seni seviyorum… Umay Umay dinleyelim hadi, hep sevdin sen onu... Bak şimdi senin için çalıyorum...
  3. İş adamı traş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir. Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler. Berber, iş adamının kulağına fısıldar: "Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi..." Berber çocuğa seslenir: "Ali, buraya gel!". Bunun üzerine çocuk sakince dükkana girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar. Berber işadamının kulağına sessizce, "bak şimdi" diye fısıldar ve bir elinde 5 TL, diğer elinde 20 TL lik bir banknot olduğu halde çocuğa sorar: "Hangisini istiyorsan alabilirsin?" Çocuk dalgın dalgın bir 5 TL ye bir de 20 TL ye bakar ve sonunda 5 TL lik banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır. Berber işadamına döner ve gülerek: "Gördün mü? Sana söylemiştim." der. Traş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali'yi görür. Yanına giderek, neden 20 TL değil de, 5 TL lik banknotu aldığını sorar. Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir: "Eğer 20 TL lik alırsam oyun biter."
  4. DAN BROWN - BAŞLANGIÇ KİTABINDAKİ TÜM RESİMLER, GÖRSELLER ve SANAT ESERLERİ Yıllar önce Dan Brown'ın Cehennem kitabı için böyle bir sayfa açmıştım. Kitapta geçen bütün görsellerin fotograflarını metinleriyle birlikte buraya yüklemiştik. Gelen yorumlardan anladığım gayet işe yaramıştı diye düşünüyorum. Şimdi Dan Brown, Başlangıç adlı yeni kitabını çıkardı. Ben de tabii hemen alıp okumaya başladım. Yine aynı sıkıntı, yine aynı merak, daha birinci sayfadan acaba bu bahsettiği yer nasıl bir yer diye merak etmeye başladım. Eeee baktım zamanı gelmiş, açalım yeni sayfamızı. Bu arada bazen yavaş yavaş okuyorum, hızlı olamıyorum, o yüzden resi yükleme konusunda gerinizde kalabilirim. O zaman hemen üye olun diyorum, hem tanışmış oluruz hem de bana yardımcı olursunuz, kaldığım yerden resimleri yüklemenizde hiçbir sorun yok, maksat işe yarasın. Eğer Dan Brown'ın Cehennem kitabına arıyorsanız aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz....
  5. İnsanlar ne anlama geldiğini bilmeseler di, idam mahkumuna infazdan hemen önce bir sigara uzatmazlardı... Ama bu tabiiki sigaranın iyi birşey olduğunu göstermez... Ama bazılarının hayatını daha katlanabilir kıldığı su götürmez bir gerçek... 'Bazı hayatlar ayık kafayla yaşanamayacak kadar ağır geliyor insana' demişti bir dostum. İnsan neden yaradılışını sorgular? Başına gelen felaketlere kendinden başka bir sorumlu bulmak için olabilir mi? İnsan yaşadığı her kötü olayın sorumlusunun sadece kendi seçimlerinin bir sonucu olduğunu bilse ve kabul etse yinede yaşamaya devam edebilirmiydi? merak ediyorum bazen... Gerçekten kötü insanlar var mı? Bile bile başka birinin kötülüğünü isteyen? Nedeni ne olursa olsun, başka birinin hayatını karartan insanlar nasıl düşünüyorlar? Gerçekten kötüler mi yoksa şartlarmı onları buna zorluyor? Basit bir örnek: Çalıştığınız işyerinde yükselmek, daha iyi bir maaş almak dolayısıyla daha iyi bir hayat sürebilmek için yanınızda çalışan arkadaşınızın üzerine basmanız gerekiyorsa bunu yaparmıydınız? Onun hayat şartlarının daha kötü olacağını bilerek, buna neden olacağınızı bilerek yinede bunu yaparmıydınız? Bu bizi gerçek anlamda kötü yapar mı? Bir de şöyle düşünün. İş arkadaşınızın hayatının düzelebilmesi için sizin hayatınızın daha kötüye gitmesi gerekiyor. Bu arkadaşınıza izin verirmiydiniz? Yada şöyle diyelim ses çıkarmazmıydınız? Belki de bizi bu yollara girmeye mecbur bırakan düzen asıl sorumludur. Arkadaşınızla birlikte çalışıp kimsenin kaybetmediği bir düzen olsa daha iyi olmazmıydı? Belki de olması gereken bize göre doğru neyse o yolda devam etmek. Sonunda kaybetsekte kazansakta kendi bildiğimiz yapmak. O halde neden işler kötü gittiğinde tanrıya dönüp soruyoruz: Neden böyle diye.... Bazen meraak ediyorum. Herkesin kazanacağı bir yol yok mu bu dünyada?
  6. Dilinin sürekli olarak kırık dişinin üzerine gitmesi gibi yaralarımızla oynayıp durmamız. İyileşmek, iyi hissetmek gibi bir kaygımız görünürde olsa da içten içe o acıyı, ağrıyı çekerken kendimizi önemli sandığımız için mi, iyileşmesine izin vermiyoruz. Sanki o yara iyileşirse yaşadıklarımız da o yarayla birlikte kaybolup gidecek. İnsan geçmişte yaşadıklarını unutmaya başladığında nasıl bir insan olabilir ki? Geleneksel anlayışa sahip toplumlarda değişimlere karşı direnç göstermek sanki doğuştan verilen bir yetenek gibidir insana. Bilincin ötesinde bir refleks gibi değiştiğini hissettiği anda karşı koyar. Çoğu zaman bunun farkında bile olmadan, karşı koyuyor gibi değil de, kendini koruyor gibidir. Oysa tek yaptığı kafasını toprağa gömmektir. Bunu fark etmemek için daha çok kapatır kendini. Bir süre sonra kopar gerçeklikten. Başka, başkasının gerçeklerine sahip çıkmaya savunmaya başlar. Çünkü başkasının sahip olduklarını savunmak kendi sahip olduklarını savunmaktan her zaman daha kolaydır. Kaybetse bile zarar görmeyeceğini bildiği için rahattır. En fazla başka bir gerçeklik bulup ona sığınır. Başkalarının parasıyla kumar oynayıp sürekli kazanan ama beş kuruşu olmayan bir kumarbaz tanıdım. Neden diye sordum. Neden kendin için oynayıp kazanmıyorsun ve bu sefaletten kurtarmıyorsun kendini? Oynadığını söyledi eskiden. Herşeyini kaybettiğini. Kaybetme ve sonrasında bu kaybetme duygusuyla karşı karşıya kalma korkusunun tüm benliğini ele geçirdiğini, doğru zaman da doğru riskleri alamadığını ve bu yüzden kaybetmeye mahküm olduğunu. Çok yetenekli ve akıllı olsalar da çalıştıkları iş yerlerinde yükselip mevki sahibi olmak yerine daha az kazanmaya tamah edip hayatları boyunca yerlerinde sayan, hesaplayamadıkları bir felaket başlarına geldiğinde ise kaybolup giden insanların da açıklaması çok farklı olmayacaktır. Bir gün tamamen yıkılıncaya dek almadıkları risklerin rehaveti ve rahatlığıyla oldukları yerde saymayı tercih ederler. Kaybetmek istemezler. Çünkü oynadığın kumarda orataya koyduklarının büyüklüğü, sonrasında olacakları düşündüğünde başına gelecek felaketin de büyüklüğünü gösterir insana. Tüm elindeki yetenekleri aklı ve tecrübeyi başkalarının kazanması için harcar dururlar. Kaybedecekleri en fazla standart bir iştir ve bu işi her yerde bulabileceklerini düşündükleri için algıları korkuyla gölgelenmez. Bu yüzden başarılıdırlar ama bu başarı diğerlerine hizmet eder. İnsanın ruhundaki yaralarla elindekileri kaybetme korkusu aşağı yukarı benzer şekillerde hayatlarını olumsuz etkiler. Birey bunun farkında olsa bile az önce bahsettiğim nedenlerden dolayı ikisinden de vazgeçemez. Bir kadının yetişkin olana kadar babasından şiddet ve baskı görmesi onu ne kadar olumsuz etkilese de o kadınların aşık olduğu adamların da babalarına benzedikleri, kimi zaman bunun farkında olarak kimi zaman farkında olmadan o adamları seçmeleri de bu şekilde açıklanabilir. Gelenekçi ve ataerkil bir toplumda yaşıyor olmamız, kocasından ya da sevgilisinden şiddet gördüğü halde yine de ondan vazgeçmeyen kadınların bu davranışını açıklamaya yeterli değil görüşündeyim. Bastırılmış kişilik, özgür bir birey olmanın risklerini almak ve kendi kararlarını vermek yerine, hayatlarını çekilmez kılan erkekleri tercih etmeleri, o erkeklerden gördükleri zararı kendi sorumluluklarının sonucunda kaybettiklerinin vereceği zararla karşılaştırıp bilineni tercih etmeleri, yetenekli ve akıllı odluğu halde mevki sahibi olmak yerine ait olduğu yerde sebat edenlerle, geçmişinden gelen yaraların kapanmasına izin vermeyip o yaranın bilindik acısına sahip çıkıp iyileşmesine izin vermeyenlerle aynı nedenden kaynaklanmaktadır. Bilinen acı, bilinmeyen acıya tercih edilir. Çünkü yetiştirilirken olasılıkların en kötüsüne hazırlıklı yetiştiriliyoruz. Daha çocukluktan itibaren, terli terli su içme hasta olursun, evden uzağa gitme kaybolursun, annenin elini bırakma seni çingeneler çalar, yalan söyleme Allah baba seni çarpar.... vb. gibi hep olumsuzluk içeren örneklerle kişiliğimiz baskı altında büyütüldük. Elbette ki bu uyarılar doğru ve yerinde uyarılar ama bize bunları yapma dedikten sonra şunları yapabilirsin böyle daha iyi olur diye seçenekler sunulmadı. Bu yüzden biz ne zaman sokağa çıksak ya hasta oluyoruz, ya kayboluyoruz ya da çingeneler bizi çalacak diye korku içinde yaşıyoruz. Büyümüş olmamız bu örnekleri çeşitlendirerek arttırdı sadece bu.
  7. 3 puan
    Bir kaç gündür bunu düşünüyorum. Yani sarılmayı. Dünyanın en güzel, en içten şeyidir aslında ve ne az yer kaplar hayatlarımızda. Sevdiğiniz bir insana ya da bir hayvana sarıldığınızda, bir kaç saniye gözlerinizi kapadığınızda bir enerji dalgasının iki beden arasında nasıl dolaştığını hissedersiniz. O an, dünya yavaşlar, zaman yavaşlar, garip bir huzur kaplar içimizi. Fakat, gittikçe birbirinden uzaklaşan, araya türlü mesafeler koyan insanlık, çeşitli bahanelerle, sarılmayı ihmal eder olduk. Zaten birbirimizden korkar olduk. Dünya da insanlar etkinlikler yapıyorlar, sarılmak bedava yazılı pankartlarla sokak ortasında hiç tanımadıkları insanlara sarılıyorlar. Bu çoğumuza tuhaf ve anlamsız geliyor belki. Oysa en insanca en masum en ilerici ve en güzel eylem bu belkide. Sarılmak güvenmektir aslında. Benden sana zarar gelmez demektir. Aramızda ne fiziki ne ruhsal ne de duygusal bir engel yok demektir. Sana güveniyorum demektir. Bana güven demektir. Kelimeleri kifayetsiz kılıp, gerçek enerji diliyle konuşmaktır. Tabuları yıkmaktır sarılmak. Bize canlı olduğumuzu ve geçip giden zaman nehri içinde bir'an durup insan olduğumuzu anımsatmaktır. Doğumu, yaşamı, sevgiyi, zamanı, anı ve ölümü hatırlamaktır. Metafizik bir şeydir. Başka dilde konuşmaktır. Sıcaktır, samimidir, doğaldır. Ama pek az yaptığımız şeydir. Çünkü artık biz birbirimize mesafeler koyduk, önce şüphe etmeyi, sonra duvar örmeyi öğrendik. Sınırlar çizdik, mayınlar döşedik, güvenli bölgeler aradık. Hiç sorduk mu kendimize biz aslında en çok neden korktuk? Her birimiz bir diğerinden ayrı bir gezegenden mi gelmişti? Neydi aramıza girip çocuğumuzla, eşimizle, dostumuzla veya yeni tanıştığımızla sarılmamıza engel olan? Kimden korkuyorduk? Bizi kim canavarlaştırdı böyle? Ne korkunç, ne ürkütücü bir şeydi bu korku. Sonu gelmeyen mesafeler yaratmıştık. Bunu ne zaman başarmıştık? Gülümseme bulaşıcıdır ya hani, sarılmakta öyle, siz bir insana en insani ve samimi duygularınızla sarıldığınızda onunla aranızdaki bütün düşmanlıklara son vermiş oluyorsunuz ama elbette anlamışsınızdır ben öyle resmi, soğuk, güvensiz, duygusuz ve kuşkulu bir sarılmadan söz etmiyorum. Ve aslında bu sarılmaların sadece bedenle olmadığını da düşünüyorum. Bazen uzaklarda birini, yazdığı bir mesaj, bir şiir, söylediği bir söz ile kucaklarsınız, o an, madde ortadan kalkar ve ruhlarınız kucaklaşır. Size ihtiyacı olan birine samimiyetle bir mesaj yazarsınız o an, ona sarılmışsınızdır. Öyle. Yani aslında zamanımız yok, hayat dediğimiz şey kuruntu yapmaya değmeyecek kadar kısa. O yüzden her gün mutlaka sarılın çocuklarınıza, arkadaşlarınıza, annenize, babanıza, dostunuza, arkadaşınıza. Sarılın ve gözlerinizi bir'an kapatın. Bırakın dünya o an sizi izlesin ve zaman yavaşlasın. Sardunyam
  8. 3 puan
    Pınarım! Kuruma sakın, Çölün susuzluğunda yanmış bir ciğer var. Yastığım! Seni kaldırmasınlar sakın, Hasta bir baş var. Yatağım! Seni toplamasınlar sakın, Ateşli bir vücut var. Yuvam! Yıkılma sakın, Barksız barınaksız kalmış biri var. Yeniden bulduğum! Kaybolma sakın, Cehennemde oturan bir ruhun yeniden bulmuş olduğu cennetsin. Bedenim! Başı dönmüş ruhunu geri çağır. Ben dudaklarımı senin ağzına dayayıp seni canlandırmak için kendimi senin içine üfleyeceğim. Ruhum! Bedenini ara, Dudaklarını ağzıma daya ve beni canlandırmak için kendini içime üfle. Çünkü biz birbirimizin bedeni,birbirimizin ruhuyuz,birbirimizin yaratıcısı,birbirimizin tanrısıyız,dünyanın bütün nüfusu biziz, herkes biziz, biz hepimiziz, bizim yerimiz yeryüzü değil, biz bu memlekette yabancıyız,kimsesiziz,yalnızız,yabancıyız... A.Şeriati
  9. 3 puan
    Keşke… Hepimizin hayatından öylesine geçip gidiveren, sonradan hatırladığında yeniden içinde oluvermek isteyeceği, özlediği anlar vardır. Bazen mutluluk, bazen hüzün veren, bazen iç burkan bazense gülümseten, ama geçen uzun yıllara rağmen tazeliğini koruyan... Bazen bir şarkıyla, bir kokuyla, bazen bir sesle kendini yeniden hatırlatan, geçmişten tatları aklımıza getiren keşkeli anlar! Bazen de bir fotoğrafla gerçeğinizden kopup hiç farkında olmadan ‘’keşke’’ diye geçirirsiniz içinizden. Tıpkı benim gibi! Keşke zamanı geri alma yetim olsa, bir süreliğine Bergama’ da olsam, altı yedi yaşlarımda… Keşke, Yumak yine saçlarımı karıştırarak, patilerini yüzüme sürerek uyandırsa! Neşeyle açsam gözlerimi; tasasız, hayat denilen hengameden uzak! Mutfaktan çörek kokularıyla birlikte tıkırtıları gelse annemin. Her zamanki gibi erkenden uyanıp yakmış olsa kuzineyi, ısınsa mutfak. Biraz da kıvrılıp kuzinenin ısıttığı minderde yatsak Yumak’la. Annemi seyretsem mutlu mutlu... Az sonra kuzineye koyacağı hamurdan bir parçacık da bana verse. Tulumundan çıkarıp zeytinyağında beklettiği peynirlerin en güzeli, Bergama tulumunun o canım kokusu karanfilli sakızlı ekmek kokusuna karışsa… Canım okula gitmek istemese, ama bunu anneme söyleyemesem. Misafirliğe gitsek keşke! O hazırlanırken gözünü, dudağını boyayışını, güzelliğini izlesem hayran hayran... ‘’Sinemacılar’’ ın ılık çay getiren gelinine çok bozulsam ve içmesem. Eve dönerken yine kumrular ötüşse. Arada bir geri kalıp annemin toprak yolda bıraktığı topuk izlerini seyretsem özenerek… Koşup annemin elini yeniden tutarken yüreğim büyük gelse yerine. Ve o an dünyanın geri kalanı siliniverse! Okul çıkışında ya annem karşılasa beni ya da arap sabunun temizlik kokusu… Bir sürpriz yapıp anneannem gelmiş olsa ve ben deli gibi sevinsem. Bir kase dolusu sakızlı, karanfilli leblebiyle sokak kapısının merdiveninde oturuyor olsam keşke! Uzaklardan bir simitçinin ya da eskicinin bağırışı duyulsa. Hava bozsa aniden, yağmur başlasa, üşüsem, gidip anneme sarılsam sıcacık… Sonra yağmuru seyretsem pencereden, kaygısız, huzurlu ve tüm sorumluluklardan uzak… Kucağımda Yumak, pencere önündeki begonyalar ve minik cam biblolarla birlikte. Her şey o leblebiler kadar taze olsa keşke! Annemin elleri, yüzü… Eski olan, yaşlı olan hiç bir şey; kaybettiğim, eksik olan hiç kimse olmasa hayatımda. Günün en sevdiğim zamanı gelse, perdeler kapansa. Akşam yemeğini hazırlarken bir yandan da şarkı söylese annem, bazı sözlerini yanlış hatırladığı… Kuzinede ısınan yemek kokularına salata için ovduğu soğanın kokusu karışıp doldursa evi. Az sonra babam gelse okuldan. Koşup sarılsam. O burnumdan hiç gitmeyecek atölye kokusunu duyumsayarak... Kapkara olmuş ellerine, her daim kuzinenin üzerinde duran çaydanlıktan su döksem keşke! Bir zamanlar torna bıçağına kaptırdığı başparmağının ucuna ilişse bir ara gözüm. Ve o sırada top koşturmaktan kıpkırmızı olmuş güzel suratıyla ağabeyim gelse ve tamamlansak. Babam ajansı dinlese, o sıra hepimiz sussak. Yemek masasından tabağımız bitmeden kalkamasak. Keşke anılara karışmış o güzel zamanlar bu kadar çabuk geçip gitmiş olmasa! Yaşam endişesi olmayan, sonsuz güvenli, yıllar geçtikçe de yeni anlamlar yükleyeceğim zamanlar! Gürül gürül yanan sobadan yanaklarımız, ellerimiz, beraber olmaktan kalbimiz sıcacık... Sobanın üzerinde bir de çay yapsa annem, kokusu çıkmasın diye yine demliğin ağzını kıvırdığı kağıtla tıkayarak. Günlük telaş ve koşuşturmaların ardından dünyayı kapının arkasında bırakmanın, birlikte olmanın huzuruyla çay kaşıklarının sesleri, sıcacık odamızda radyonun sesine karışsa karışşa…
  10. “Sen her şeyden değerlisin ve hiçbir şey, özellikle canını acıtan hiçbir şey senden daha değerli değildir.” Bunu bu zamana kadar birçok arkadaşımdan, dostumdan ya da çevremdeki herhangi bir kimseden defalarca duymuşumdur. Sizlere de söylemişlerdir eminim. Ama hayatta bazen kendinizi başkaları yüzünden değersiz hissettiğiniz ve bu sözlerin size hiçbir anlam ifade etmediği öyle anlar oluyor ki; “canınızı acıtan o şey her neyse” sizden daha değerli sanıyorsunuz. Oysa ki unutmamak gerekir bazı şeyler bu dünyada gerçekten de sırf siz var olduğunuz için vardır. Eğer siz olmasaydınız onların hiçbiri olmazdı! Dün akşam çok düşündüm; ben olduğum için bu dünyada var olan şeyleri düşündüm. Örneğin şu içime çektiğim hava, eğer ben olmasaydım belki de olmayacaktı. Ya da bu klavye, klavyeye dokunan bu eller, dokundukça dile gelen şu cümlelerin hiçbiri olmazdı. Ben olmasaydım saçlarım olmazdı, çocukken saçlarıma geçen bitler bile olmazdı. Oynadığım oyuncaklar olmazdı, yattığım yatak, kafamı koyduğum yastık, evim, evimdeki bu eşyalar, şu içtiğim sigara ile çay ve izlediğim filmler de olmazdı… Ben olmasaydım çocukluğum, gençliğim olmazdı, aşklarım olmazdı, aşık olduklarım ise hiç olamazdı. Yaşadığım anlar, anılar, bir geçmiş, bugün ya da gelecek dahi olmazdı. Diktiğim ağaç, kokladığım çiçek, tuttuğum yıldız, gördüğüm manzara diye bir şey olmazdı. Çektiğim fotoğraf olmazdı. Söylediğim sözcükler, sarf ettiğim enerji, kapladığım bir alan olmazdı. Ben bu hayata, hayatımdaki her şeye ve her bir kimseye “var olarak” bir anlam kattım, tüm bunları doğru, yanlış, güzel, çirkin, acı, tatlı vb. bir şekilde anlamlandıran da yine bendim. Tabii ki her şeyin yolunda olduğu zamanlarım olacak ama olmadığı zamanlarım da olacak. Kederlerim olacak mesela, terk edilişlerim, sorunlarım vs… Ama hatırlamalıyım ki iyi veya kötü tüm bunları hayatımın içine dahil eden bendim, dolayısıyla onları hayatımda tutacak ya da hayatımdan çıkaracak olan da yine ben olacağım. Aslında sırf ben izin verdiğim için hayatıma dahil olmuş olan tüm bu şeyler yine benim izin verdiğim kadar hayatımın içinde kalmaya devam edecekler. Şimdi düşünme sırası size geldi; düşünün bakalım, sırf siz varsınız diye hayatta var olmuş şeyleri düşünün ve sonra bu cümleleri kendinize tekrarlayın; “Aslında onların varlık nedeni benim. Bu nedenle ben gerçekten de hayatımdaki her şeyden daha değerliyim ve hiçbir şey, özellikle de canımı acıtan hiçbir şey benden daha değerli değil. Hayatımıza dahil ettiğim sorunlar ya benim tarafımdan çözülür ya da benim tarafımdan sorun olarak hayatımda tutulmaya devam edilir. Buna karar verecek olan kişi “bu hayata sahip olan kişidir”, “bu hayata sahip olan tarafından var edilen kişiler” değil... Onlar yok çünkü!
  11. ‘Hayat hepimizin hevesini kırıyor... Zehiri alınmış bir vedayım, kendimle buluşmalıyım...’ dedi Kadın! Adam, ışığın gittiği yöne doğru yürüyor fakat, hep eksik ve yarım bırakılmışlık duygusu peşini bırakmıyordu... Fazla tedirgindi... ve kendini belki de hiç gerekmediği halde gerekerek yaşıyordu Adam! Şehrin anlamsız kalabalığı, gürültüsü, hesaplı ve sahte ilişkileri, geçmişte yaşadığı sıkıntılı günler çok mu yormuştu onu?.. Bunalıyordu; dinlenirken de, öfkeliyken de, sevinirken de, mutluyken de... ‘Hayat yine de çok basit...’ dedi Kadın! ‘İnsanların kafası karışık!..’ Tüyleri diken diken, yüreği, ağzında bir Adam’dı!.. Hayat onu her gün dövüyordu... Korkularını sevmiyor, korkularından ödü kopuyordu... Hayalleri olmasaydı; dünya ‘her şeye rağmen yaşanmaya değer’ olmasaydı; yaşamın ilk darbesiyle yıkılabilirdi!.. “Topallayan da yol alıyordu”... ama hem “tutuklu” hem “gardiyan” yaşamanın acısı başkaydı... ‘Nereye gidersen git, ne yaparsan yap, aşkı yanına almayı unutma...’ dedi Kadın! ‘Ne kadar haklısın, her şeyi aşk sandığım için önce aşka yenildim...’ dedi Adam! “Özgün olmak için dürüst olmak yeterlidir...” dedi Wittgenstein!.. “Kendinden başka hiçbir eksiğim yok!” dedi Kafka! “Çağdaş bir ortaçağ yaşıyoruz” dedi Umberto Eco! Her şey kendi kaktüsüne dönecek kadar sahici değildi artık! Ve aşk; ateş ile su arasındaki tabiatı gördü, maziye kaçtı!.. Engin Turgut

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Tarayıcı push bildirimlerini yapılandırın

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.